HAC SURESİ

Bu sûre-i celile Kur'ân-ı Kerim'in 22. sûresi olup 19. âyetten 24. âyete kadar olan kısmı Medine'de, geri kalan âyetler ise Mekke'de nazil olmuştur, tamamı'78 âyettir. İbrahim (aleyhisselâm)'in hac farizasını nasıl ifa ettiğini ve mü'minlerin de hac farizasıyla nasıl mükellef bulunduğunu bildirdiği için Hac sûresi unvanım almıştır.

Sûrenin ihtiva ettiği konular, bundan önce geçen Enbiya sûresinde ihtar edilen gelecekteki azaptan ve mesuliyetten kurtulmak için takvaya tevessül edilmesini tavsiye eder. Âhiret hayatım isbat edecek bir kısım hâdiseleri ibret nazarına arz eder. Önceki ümmetlerin inkâr ve küfürleri yüzünden başlarına gelen musibetleri, müminlerin görecekleri mükâfatı, kâfirlerin uğrayacakları azabı bildirir. Allah yolunda İslâm'ın varlığını muhafaza ve müdafaa için cihadın farz olduğunu ve cihad edenlerin ne büyük bir mükâfata nail olacaklarını tebşir eder. Kıyametin ne zaman kopacağını Allah'tan başka kimsenin bilmediğini haber verir.

1

«Ey insanlar, Rabbinizden sakının. Doğrusu kıyamet saatinin zelzelesi büyük bir şeydir.»

2

«Onu göreceğiniz gün her emzikli kadın emzirdiğini unutur, her hamile kadın çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş gibi görürsün. Halbuki onlar sarhoş değildirler. Fakat bu, Allah'ın azabının çok çetin olmasındandır.»

Sonradan var olan her şey mutlaka bir gün yok olacaktır. Dünya da sonradan var olduğuna göre, o da bir gün yok olup kıyamet kopacaktır. Yüce Allah kıyametin dehşetini kullarına haber verip şöyle buyurmuştur: «Ey insanlar, Rabbiniz'in azabından sakının. Doğrusu kıyamet saatinin zelzelesi büyük bir şeydir.» O gün yeryüzünde taş üzerinde taş kalmaz. Her şey tarumar olur, dağlar yerinden koparılıp toz olur. Güneş kararıp dökülür, yıldızların ışığı sönüp yok olur, denizler kaynayıp birbirine karışır. Dünyanın bir ucundan diğer ucu gözükür, yerin altındakiler üzerine çıkar. Allahü teâlâ o günün dehşetini şöyle beyan ediyor: «Ey insanlar, onu göreceğiniz gün her enızikli kadın enızirdiğini unutur. Her hamile kadın onun dehşetinden çocuğunu düşürür. İnsanları Allah korkusundan sarhoş gibi görürsün. Halbuki onlar sarhoş değillerdir. Fakat bu, Allah'ın azabının çok çetin olmasındandır.»

Îmran ibn Huseyn'in rivayetine göre, bu iki âyet Benî Mustalik Gazvesi'nde nazil olmuştur. Peygamberimiz gece ordusunu toplar, onlara bu iki âyeti okur. Bu âyetleri duyan ordu sabaha kadar ağlar. O güne kadar onların bu kadar ağladığını gören olmamıştır. Onlar bu âyetlerin dehşetinden hayvanlarından eğeri indirmediler, çadırlarını kurmadılar, bir şey pişirip yemediler. Onların kimi ağlıyor, kimi kendisinden geçip düşünceye dalmıştı. Bu hali gören Peygamberimiz, «ey sahabem, o günün nasıl şiddetli bir gün olduğunu biliyor musunuz?» buyurur. Yanında bulunanlar «Allah ve Resulü bilir» diye cevap verirler. Bunun üzerine Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle der: «Yüce Allah, Âdem (aleyhisselâm)'e «Ey Âdem, çocuklarından cehenneme gidecekleri seç gönder» diye nida eder. Bu hitap karşısında Âdem (aleyhisselâm) de «Ey Rabbim, bunların hepsinden ne kadarını cehenneme göndereyim?» diye niyaz eder. Allahü teâlâ da «her bin kişiden bir tanesini cennete, dokuzyüz doksan dokuzunu da cehenneme gönder» buyurur. Bunu duyan sahabe hep birlikte ağlayarak «Ey Allah'ın Resulü, bundan kaç kişi kurtulup cennete gider?» derler. Cihan Peygamberi onlara şu cevabı verir:

«Size müjdeler olsun, dininize kuvvetli sarılın. Sizinle birlikte iki mahlûk daha vardır ki, onlar hiçbir kavmin içinde bulunmazlar. Sayıları da hepsinden çoktur. İşte onlar Ye'cüc ve Me'cüc'dür. Ben öyle umuyorum ki, cennet ehlinin üçte ikisi sizsiniz.» Sahâbe-i kirâm bunu duyunca tekbir getirip Allahü teâlâ'ya hamd ü sena ederler. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) tekrar «cennet ehlinin üçte ikisinin sizden olacağını umuyorum. Cennet ehli yüz yirmi saf olursa bunun seksen safı benim ümmetimdir. Benim ümmetim kâfirler arasında beyaz sarık üzerindeki ben gibi gözükecektir. Ümmetimden yetmiş bin kişi hesapsız cennete girecektir.» buyurur. Bunu işiten Hazret-i Ömer, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e -Ey Allah'ın Resulü, sadece yetmiş bin kişi mi?» diye sorar. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de «Her yıl için yetmiş bin kişidir» cevabını verir. Bu müjdeyi işiten Ukkaş «Ey Allah'ın Resulü, dua et de ben de onlardan olayım» der. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) «sen de onlardansın» buyurur. Bunun üzerine Ensâr'dan bir kişi gelip -Ey Allah'ın Resulü, benim için de dua et, ben de onlardan olayım» der. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) -Ukkaş seni geçti ve rakam tamam oldu» der. Bu açıklamadan da anlaşıldığı gibi, âhirzaman Peygamberine ümmet olanlardan her gün için yetmiş bin kişi hesaba çekilmeden cennete girecektir. En önemli husus onun yolundan gitmektir. Onun yolundan gidenlere ne mutlu. Onlar Peygamberin şefaatına nail olacaklardır. Peygamber'in şefaatma nail olan da cehennem azabından kurtulacaktır.

3

"İnsanlardan kimi Allah hakkında bir bilgisi olmaksızın münakaşa eder durur ve her azgın şeytanın ardına düşer."

4

«Onun hakkında şu hüküm yazılmıştır: O kendisini dost edinen kimseyi saptırır ve alevli ateşin azabına götürür.»

Rivayete göre üçüncü âyet Nazr ibn Haris hakkında nazil olmuştur. O, bilir bilmez Allahü teâlâ hakkında konuşur, meleklerin Allah'ın kızları olduğunu söyler, Kur'ân-ı Kerim'in eskiler tarafından uydurulduğunu, öldükten sonra dirilmenin olmadığını ve benzeri şeyler söyler. Yüce Allah bu âyeti inzal ederek onun iddiasını reddedip şöyle buyurmuştur: «İnsanlardan kimi Allah hakkında bir bilgisi olmaksızın münakaşa eder durur ve her azgın şeytanın ardına düşer. Kim şeytanın ardına düşüp ona tâbi olursa, şeytan onu azıtıp sapıklığa düşürür ve elim bir azaba götürür.

5

«Ey insanlar, şayet öldükten sonra tekrar dirilmek hususunda şüphede iseniz, bilin ki ne olduğunuzu size açıklamak için biz sizi topraktan, sonra insan suyundan, sonra püıtılaşmış bir kandan, sonra yaratılışı belli belirsiz bir çiğnem etten yaratmışızdır. İstediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız. Sonra sizi çocuk olarak çıkarırız. Böylece yetişip erginlik çağına gelirsiniz. Kiminiz öldürülür kiminiz de ömrünün en fena zamanına ulaştırılır ki, bildiği halde bir şey bilmez olur. Yeryüzünü kupkuru olarak görürsün. Fakat biz ona su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır ve her çeşit güzel bitkiden çift çift yetiştirir.»

Hâlik-ı Mutlak, insanların öldükten sonra tekrar dirileceklerini delilleriyle beraber beyan edip şöyle buyurmuştur: «Ey insanlar, şayet siz öldükten sonra tekrar dirilmek hususunda şüphede iseniz, bilin ki, ne olduğunuzu size açıklamak için bizim Âdem babanızı topraktan nasıl yarattığımıza bir bakın. Hepinizin babası odur. Sonra onun suyundan nutfeden sizi yarattık. O nutfe bir damla sudur, ana rahmine düşen suyu pıhtılaşmış kana döndürdük, sonra yaratılışı belli belirsiz bir çiğnem ete çevirdik, İstediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız. Sonra sizi çocuk olarak çıkarırız. Böylece yetişip erginlik çağma gelirsiniz. Kiminiz öldürülür, kiminiz de ömrünün en fena zamanına ulaştırılır ki, bildiği halde bir şey bilmez olur. Yeryüzünü kupkuru olarak görürsün. Fakat biz ona su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır ve her çeşit güzel bitkiden çift çift yetiştirir.»

Ölümden sonra diriliş, var olan bir hayatın yeni baştan var edilmesidir. Bu beşeri ölçülere göre hayatı yeniden meydana getirmekten çok daha kolaydır. Allah'ın kudretine göre kolay ve zor diye bir şey yoktur. İlk baştan hayat vermekle sonradan canlandırma arasında hiçbir fark yoktur. Her ikisi de Hâlik-ı Mutlak’ın «ol" emriyle oluverir. Yüce Halik «muhakkak ki biz insanı topraktan yarattık» buyuruyor. İnsan topraktan meydana gelmiş ve onda yaşamıştır. Onun bedenindeki bütün elementlerin aslı topraktandır ve toprağın unsurlarından meydana gelmiştir. Allah'ın toprağa verdiği bilinmez sır ve üflediği anlaşılmaz ruh sayesinde toprakla insan birbirinden ayrılmıştır. Toprakla insan arasındaki farklılık, öldükten sonra diriltecek olan Yüce Kudret'in varlığına şehâdet eder. Zaten ilk önce insanı topraktan yaratan da O idi.

Daha sonra insanın ana rahminde geçirmiş olduğu merhaleler anlatılarak şöyle buyuruluyor: «Sonra insan suyundan, sonra pıhtılaşmış bir kandan, yaratılışı belli belirsiz bir çiğnem etten yaratmışızdır. İstediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız. Sonra sizi çocuk olarak çıkarırız.» İşte insanoğlu o yaratılış ve inşa sırrına akıl erdiremiyor. Nutfe denilen insan suyunun bir damlacığında binlerce canlı gen vardır. Bu binlerce genden sadece bir taneciği ana rahmindeki suda bulunan yumurtacığı aşılıyor, onunla buluşuyor ve rahmin duvarlarına asılıp kalıyor. İşte aşılanan bu yumurtacıkta Hâlik-ı Mutlak’ın kudretiyle dünyaya gelecek olan insanın bütün hususiyetleri gizlidir. Bütün bunların o rahmin duvarına tutunup asılan küçük noktada gizli bulunduğunu kim düşünebilir? Kim der ki bu küçük zerrede koca bir kâinat gizlidir? Hem her ferdi diğerinden ayrılan, bugüne kadar gelmiş geçmiş iki insanı asla birbirine benzetmeyen ve bütün yapısıyla denk kılmayan hususiyetler mevcuttur. Sonra pıhtılaşmış kandan bir çiğnem ete geçiş. Belli belirsiz bir kan parçasından sonra şekli belli bir yaratık meydana geliyor. Bütün organları belli olan bir iskelet. Bütün bunları Allahü teâlâ kudret eliyle yapıyor ve kullarının gözleri önüne seriyor. Şuurlu bir düşünce yapısına sahip insanın ifade edemeyeceği bu mesafe karşısında huşu ile eğilmesi, yaratıcının huzurunda daima secde etmesi gerekir.

Yüce Allah yine insanı düşünmeye sevk ederek şöyle buyuruyor: «Kiminizi öldürür, kiminizi de ömrünün en fena zamanına ulaştırır ki, bildiği halde bir şey bilmez olur.» Ölen bu hayata veda edip ebedî hayata gider. İnsanın dört devresi vardır; çocukluk çağı, gençlik çağı, orta yaş çağı ve ihtiyarlık çağı. Bunların kendisine has özellikleri vardır. İnsanın ömrünün en fena zamanına ulaşması ihtiyarlık çağıdır. O çağda bildiğini unutur, fizikî yönden zayıflar, gücü, kuvveti gider. Çocuklaşır, düşünce ve bilgisiyle bir çocuk gibi olur. Bütün bunlardan sonra Hâlik-ı Mutlak insanların gözlerini tabiata, yeryüzüne çevirmesini tavsiye ediyor ve şöyle buyuruyor: «Yeryüzünü kupkuru olarak görürsün. Fakat biz ona su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır ve her çeşit güzel bitkiden çift çift yetiştirir.» O kuruyan yeryüzünün gökten inen su ile dirilmesi, sebzenin, hububatın, meyvelerin, ekinlerin, çiçeklerin, bağların, bahçelerin, otların çeşit çeşit oluşuna dikkat çekiliyor. Bütün bunları var eden Yüce Halik, öldükten sonra insanları tekrar var etmeye acaba kadir değil midir? İnsanları diriltmek, yoktan var etmekten daha mı zordur? Elbette zor değildir, öyleyse insanlar öldükten sonra tekrar dirilecektir.

6

«Bunun sebebi şudur: Allah hakkın ta kendisidir. Hakikat ölüleri O diriltiyor. O, şüphesiz her şeye hakkıyle kadirdir.»

7

«Çünkü o saat elbette gelecektir. Onda hiçbir şüphe yoktur. Muhakkak Allah kabirlerde olan kimseleri de diriltip kaldıracaktır.»

8

«İnsanlardan öyleleri de vardır ki, bilmeden, doğruya götüren bir rehber olmadan, aydınlatıcı bir kitabı bulunmadan Allah hakkında tartışmaya girer.»

9

«Allah yolundan saptırmak için kibirlenerek yanını eğip büker. Dünyada rûsvaylık onadır. Ve kıyamet günü ona yakıcı azabı tattırırız.»

10

«Bunun sebebi iki elinin öne sürdüğü şeylerdir. Yoksa Allah kullarına asla zulümkâr değildir.»

Bilinen ve bilinmeyen, görünen ve görünmeyen bütün mevcudat Allahü teâlâ'nın her şeye kadir olduğunu gösterir. Her varlık O'nun birliğine delâlet eder. O'nun iradesi olmadan bir şey vücuda gelmez. Neyi dilerse onu yapar, kimse O'nu aciz bırakamaz ve yaptıklarına mani olamaz. Çünkü O, hakkın ta kendisidir. Kıyametin kopacağında şek ve şüphe yoktur. Zamanı gelince mutlaka vuku bulacaktır. İşte o zaman her canlı Allah katında sorguya çekilecek, yaptığının karşılığını mükâfat veya mücâzat cinsinden görecektir.

İslâm'ın ilk yıllarında Nazr ibn Haris ve benzeri kâfirler hiçbir bilgileri, delilleri ve ellerinde hak ile bâtılı ayırteden bir kitapları olmadan Allah hakkında mücadele ve münazara ederler, halkı sapıtıp İslâm dininden men ederlerdi. Allah onları dünyada da, âhirette de elim bir azaba uğratacaktır. Dünyada onların fiillerinin cezası rezil ve rüsvay olmaktır, âhirette ise ebedî olarak içinde kalacakları cehennem ateşidir. Nitekim Bedir muharebesinde onlardan 70 kişi katledilmiştir. Kıyamet günü lâyık oldukları azapları kendilerine verilirken «bu elinizle önden gönderdiğiniz azabınızdır, şimdi cezanızı çekin» denecektir. Çünkü onlar Allah'ın âyetlerini inkâr etmişler, Peygamberini de yalanlamışlardı. Kendileri İslâm'ı kabul etmedikleri gibi, kabul edenlere de mani olmuşlardı. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Bunun sebebi şudur: «Allah hakkın ta kendisidir. Hakikat ölüleri O diriltecektir. O, şüphesiz her şeye kadirdir. Çünkü kıyamet saati elbette gelecektir. Onda hiç şüphe yoktur. Allah kabirlerde olan kimseleri de diriltip kaldıracaktır. İnsanlardan öyleleri de vardır ki, bilmeden, doğruya götüren bir rehber olmadan, aydınlatıcı bir kitabı bulunmadan Allah hakkında tartışmaya girer. Allah yolundan saptırmak için yanını eğip büker. Dünyada rüsvaylık onadır. Ve kıyamet günü ona yakıcı azabı tattırırız. Bunun sebebi iki elinin öne sürdüğü şeylerdir. Yoksa Allah kullarına asla zulümkâr değildir.» Allah kuluna zulmetmez, insan ancak zulmü kendisine yapar. İman edip Allah'ın emirlerine sarılanlar rahmetine, iman etmeyip isyan edenler, ise azabına duçar olurlar. İyilik yapan da, kötülük yapan da kendisi için yapar.

11

«İnsanlar arasında öyleleri de vardır ki Allah'a, bir yâr kenarındayımş gibi kulluk eder. Ona bir iyilik gelirse yatışır, başına bir belâ gelirse yüz üstü döner. Dünyayı da, âhireti de kaybeder. İşte apaçık kayıp budur.»

12

«Allah'ı bırakıp kendisine fayda ve zarar vermeyen şeylere tapınır. İşte en uzak sapıklık budur.»

13

«Kendisine zararı faydasından daha yakın olana tapınır. Tapındığı şey ne kötü yardımcıdır, ne kötü yoldaştır.»

Bu âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur: Bedevi Araplardan bir kavim Medine'ye gelip İslâm dinine girerler. Bunlar İslâm'ı özlerine sindiremedikleri için, daha ziyade İslâm'ın.' gölgesinde menfaat ararlar. Şayet sıhhatları yerinde olur, mallarının sayısı artar, işleri iyi gider, hanımları erkek çocuk doğurursa dinden memnun kalıp «bu dine girdikten sonra birçok iyilikler ve hayırlar gördük» diyerek sevinirler. Fakat işleri iyi gitmez, sıhhatları bozulur, başlarına bir musibet gelir veya hanımları kız çocuğu doğurursa, o zaman da dini zemmedip «bu dinin hiçbir hayrını görmedik, bu dine gireli beri yüzümüz hiç gülmedi, işimiz hep kötüye gidiyor- diyerek İslâm'a girdiklerine pişmanlık duyarlarmış. Allahü teâlâ bu âyetleri inzal ederek onlar hakkında şöyle buyurmuştur: «İnsanlar arasında öyleleri de vardır ki Allah'a, bir yâr kenarmdaymış gibi kulluk eder. Ona bir iyilik gelirse gönlü yatışır, kalbi mutmain olur. Başına bir belâ gelirse dinden yüz üstü döner. Böylece dünyayı da, âhireti de kaybeder. İşte apaçık kayıp budur. Allah'ı bırakıp kendisine fayda ve zarar vermeyen şeylere tapınır. İşte en uzak sapıklık budur. Kendisine zararı faydasından daha yakın olana tapınır. Tapındığı şey ne kötü yardımcıdır, ne kötü yoldaştır.» Kulun Allah'tan başka yardımcısı yoktur, Allah'tan başkasına tapanlar, O'na isyan edenler mutlaka cezalarını göreceklerdir. Onların Allah katında hiçbir yardımcıları da olmayacaktır.

14

«Muhakkak ki, Allah iman edenleri, sâlih ameller işleyenleri altından ırmaklar akan cennetlere koyar. Allah şüphesiz istediğini yapar.»

Yüce Allah kullarından iman edip sâlih ameller işleyenleri altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Onlar orada ebedî kalacaklardır. Zira Allahü teâlâ'nın hem mükâfatı ve hem de mücâzatı vardır. İman edip sâlih ameller işleyerek emirlerine itaat edenlere mükâfat, iman etmeyip emirlerine isyan edenlere de mücâzatını verecektir. Hâlik-ı Mutlak bunu şöyle beyan ediyor: «Muhakkak ki, Allah iman edenleri, sâlih ameller işleyenleri altından ırmaklar akan cennetlere koyar. Allah şüphesiz istediğini yapar.»

15

«Kim dünyada da, âhirette de ona Allah'ın yardım etmeyeceğini sanıyorsa, yukarı bağladığı bir ipe kendini asıp kessin de bir düşünsün bakalım. Bu hilesi kendisini öfkelendiren şeye engel olabilir mi?»

Münafıklar, İslâm dinine girenleri dinden soğutmak ve girecek olanlara da mani olmak için «Allah, Muhammed'e dünyada da, âhirette de yardım etmeyecektir» demişlerdir. Yüce Allah onların bu iddialarını reddederek şöyle buyurmuştur: «Kim dünyada da âhirette de ona Allah'ın yardım etmeyeceğini sanıyorsa, yukarı bağladığı bir ipe kendini asıp kessin de bir düşünsün bakalım. Bu hilesi kendisini öfkelendiren şeye engel olabilir mi?" Peygambere buğz edenler isteseler de istemeseler de Hâlik-ı Mutlak her zaman Peygamberine yardımcıdır. Onları zemmederek «yukarı bağladığı bir ipe kendini asıp ölüm noktasına kadar o ipte sallansın, sonra ipi kesip bîr düşünsün bakalım. Kendisine yağmış olduğu bu hile öfkelenmiş olduğu şeye engel olabilir mi?» buyuruyor.

Rivayete göre bu âyet-i celile Esad ve Katafan kabilesi hakkında nazil olmuştur. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bu iki kabileyi İslâm'a davet eder. Onlar ise daha önce, İslâm'a girmemek için Yahudilerle anlaşırlar ve Peygamberimizin davetini kabul etmeyerek şöyle derler «biz İslâm'a giremeyiz. Çünkü bizimle Yahudiler arasında İslâm'a girmeme hususunda anlaşma vardır. Şayet biz o anlaşmayı bozarsak, Yahudiler bize hem kötülük eder, hem yiyecek vermezler, hem de bizi bulundukları yere koymazlar. Bu bakımdan İslâm'a girmekten korkarız. Eğer biz İslâm'a girersek Muhammed'in tanrısı ona yardım etmez, onun işi de, bizim işimiz de kötü olur.» Yüce Allah bu âyeti onlara cevap olarak inzal buyurmuştur.

16

«İşte böylece onu apaçık âyetler olarak indirdik. Muhakkak ki Allah dilediğini doğru yola eriştirendir.»

17

«Muhakkak ki îman edenler, Yahudiler, Sâbîîler, Hıristiyanlar, Mecusîler, puta tapanlar arasında kıyamet günü Allah kesin hükmünü verecektir. Doğrusu Allah her şeye şahittir.»

Allah tarafından yüz dört kitap gönderilmiştir. Bu kitapların sonuncusu Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gönderilen Kur'ân-ı Kerîm'dir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Biz önceki indirdiğimiz âyetler gibi, hakkı beyan eden ve insanları hidayete götüren Kur'an'ı apaçık âyetler olarak indirdik. Dilediğimizi hidayete götürürüz, dilediğimizi de dalâlette bırakırız. Şüphesiz ki, Allah dilediğini doğru yola eriştirendir.» Hâlik-ı Mutlak kullarına asla zulmetmez, hidayete lâyık olan hidayete erdirir, olmayanı ise dalâlette bırakır. O, kimin doğru yolda, kimin de bâtıl yolda olduğunu bilir. Kıyamet günü onlar arasında kesin hükmünü verir. Allâhü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Muhakkak ki iman edenler, Yahudiler, Sâbiiler (yıldıza tapanlar), Hıristiyanlar, Mecusîler, puta tapanlar arasında kıyamet günü Allah kesin hükmünü verecektir. Doğrusu Allah her şeye şahittir.» Bu dinlerin hangisinin hak olduğu kıyamet günü ortaya çıkacaktır. O kimin haklı, kimin haksız olduğunu bilir, ona göre ceza ve mükâfatını verir.

18

«Göklerde ve yerde olanların, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanların ve insanların birçoğunun Allah'a secde ettiklerini görmüyor musun? İnsanların birçoğu da azabı haketmiştir. Ve Allah'ın alçalttığı kimseyi yükseltebilecek yoktur. Şüphesiz ki Allah ne dilerse yapar»

Canlı ve cansız her varlık Hâlik-ı Mutlak'a secde edip lisân-ı hâl ile O'nu tesbih eder. Göklerdeki bütün gezegenleri; güneş, ay, yıldızlar, merin, tesbit edilen ve edilemeyenler, yeryüzündeki ağaçlar, dağlar, bitkiler, hayvanlar, insanlar, cinler ve bütün varlıklar Allah'a secde edip O'nu tesbih ederler. Nitekim İsra süresinin 44. âyetinde şöyle buyuruluyor: «Yedi gök, yer ve buralarda bulunan kimseler, O'nu tesbih eder. O'nu hamd ile tesbih etmeyen yoktur. Fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız...» Görülüyor ki, cansız addedilen varlıklar bile yaratanına karşı secde edip O'nu tesbih ediyorlar. Bunlar bize göre cansızdırlar. Acaba gerçekte de bunlar cansız mıdırlar? Şayet cansız olsalardı Rablerine karşı nasıl secde edip tesbihte bulunacaklardı? Şu halde onlarda da hayat söz konusudur. Fakat bu bizim anladığımız mânâda bir hayat değildir. Çünkü Yüce Allah «siz onların tesbihlerini anlamazsınız» buyuruyor. Her varlık kendi lisaniyle Rabbini anar, zikreder. Bundan dolayı insanoğlu onların Allah'ı zikretmesini anlayamaz. Şayet bal arısı Allah'ı zikredip O'na secde etmeseydi balı nasıl yapabilirdi, ona bal yapmayı kim öğretti? Bir karınca Rabbini zikredip O'na secde etmeseydi yazdan kışın hazırlığım nasıl yapabilirdi? Bir meyve ağacı, kendisini yaratanı zikretmeseydi o leziz meyveyi nasıl verebilirdi? Bunlar tesadüfi olan şeyler midir? Bütün bunlar düşünüldüğü zaman her varlığın yaratanını zikredip O'na secde ettiği kendiliğinden ortaya çıkıyor. Burada akla bir soru geliyor. Onlar Rablerine karşı secde etmekle mükellef olmadıkları halde secde ediyorlar da, asıl secde ile mükellef tutulan insanların birçoğu secde etmeyerek Rablerine karşı isyan edip azabı hak ediyorlar. Şu halde o gibi insanlar bir odundan, bir dağdan, bir mahlûktan daha düşüncesiz, daha aşağıdırlar. Allahü teâlâ bu âyeti insanların ibret nazarına y%unarak sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ey Rasülüm Muhammed, göklerde ve yerde olanların, güneşin, ayın, yıldızların, dağların, ağaçların, hayvanların ve insanların birçoğunun Allah'a secde ettiklerini görmüyor musun? İnsanların birçoğu da azabı hak etmiştir. Ve Allah'ın alçalttığı kimseyi yükseltebilecek yoktur. Şüphesiz ki Allah ne dilerse yapar.» İnsanlardan birçoğunun secde etmeyerek azabı hak etmesi, kendilerinin bir ağaç ve yeryüzünde dolaşan bir hayvandan daha aşağı olduğunu gösterir. Çünkü onlar mükellef olmadıkları halde Rablerine karşı secde edip zikirde bulunuyorlar. Halbuki insanın asıl yaratılış gayesi, Rabbine karşı secde edip O'nu tesbihtir. Yaratılış gayesinin dışına çıkan insan elbette herhangi bir mahlûktan daha aşağıdır. O gayenin dışına çıkmak insanı izzetten zillete düşürür. Zillete düşenler ise elbette Allah’ın azabını hak edeceklerdir.

19

«Bunlar Rableri hakkında çekişen iki düşmandır. O küfredenler için ateşten elbise kesilmiştir. Başlarına da kaynar su dökülür.»

20

«Bununla karınlarındakiler ve derileri eritilir.»

21

«Demir topuzlar da onlar içindir.»

22

«Ne zaman oradan, oradaki ızdıraptan çıkıp kurtulmak isteseler her defasında oraya geri çevrilirler. 'Yakıcı azabı tadın' denir.»

Rivayete göre bu âyet-i celileler mü’minlerle, ehl-i kitap denilen Yahudiler ve Hıristiyanlar arasında çıkan bir münakaşa üzerine nazil olmuştur. Yahudiler ve Hıristiyanlar, Müslümanlara karşı bir üstünlük iddia ederek «ey Müslümanlar, biz Allah katında sizden daha üstünüz, daha ileriyiz. Çünkü bizim peygamberimiz ve kitabımız sizin peygamberinizden ve kitabınızdan daha önce gelmiştir. Bu bakımdan her yönü ile sizden üstünüz» demişler. Müslümanlar da onlara cevap vererek «hayır, biz sizden daha üstünüz. Zira bizim Peygamberimiz ve kitabımız sizinkinden sonra geldi, biz hem sizin kitabınızı ve hem de peygamberinizi kabul ediyoruz. Fakat siz bizim kitabımızı ve peygamberimizi kabul etmiyorsunuz. Siz bizim kitabımızın ve peygamberimizin hak olduğunu biliyorsunuz, buğzunuzdan ve inadınızdan kabul etmiyorsunuz, bu bakımdan biz, sizden daha üstünüz» derler. Bunun üzerine Yüce Allah kâfirlerin iddialarını reddederek şöyle buyurmuştur: «Bunlar Rableri hakkında çekişen iki düşmandır. O küfredenler için ateşten elbise kesilmiştir. Başlarına da kaynar su dökülür. Bununla karınlarındakiler ve derileri eritilir. Demir topuzlar da onlar içindir. Ne zaman oradan, oradaki ızdıraptan çıkıp kurtulmak isteseler her defasında oraya geri çevrilirler. Onlara 'yakıcı azabı tadın' denir.»

Said ibn Cabir'in rivayetine göre, kâfirlere erimiş bakırdan elbise giydirilir, başlarına da haşlayıcı su dökülür. O su çok sıcak ve çok yakıcı olduğu için «HAMİM» denmiştir. Hamim ile derileri ve kanlılarında olanların hepsi eriyip dökülür. Ebedi azapları böyle devam eder. Cehennem bekçilerinin elinde de kızgın demirden çomaklar ve topuzlar bulunur. Oradan çıkmak istedikleri zaman o çomak ve topuzlarla başlarına ve enselerine vurulur, yetmiş yıllık bir mesafeye atılırlar. Oradan ebedi kurtulamazlar. Melekler onlara «bu yakıcı azabı tadın. Çünkü siz dünyada iken bunu inkâr ediyor ve Allah'ın âyetlerini yalanlıyordunuz. İşte şimdi siz buna lâyıksınız» diyeceklerdir.

Rivayete göre o çomaklardan bir tanesini yeryüzünde bütün cinler ve insanlar onu yerinden kaldırmaya kalkışsalar, yine de kaldırıp bir yere koyamazlar ve ateşini de asla söndüremezler. Bundan sonraki âyetlerde mü’minlerin görecekleri mükâfatlar beyan ediliyor.

23

«Muhakkak ki Allah iman edip sâlih ameller işleyenleri altından ırmaklar akan cennetlere koyar. Orada altın bilezikler ve inciler takınırlar. Ve oradaki giyecekleri de ipektendir.»

Allahü teâlâ bütün nimetlerini kulları için yaratmıştır. Bu nimetlerin taksiminde iman edenlerle etmeyenler birbirinden ayrılmamış, herkese dünya hayatında çalıştığının karşılığı verilmiştir. Âhiret nimetleri ise bundan tamamen farklıdır. İşte orada iman edenlerle, etmeyenler birbirinden ayrılacaktır. İman edip sâlih ameller işleyenler altından ırmaklar akan cennetlere konacaklar ve onun bütün nimetlerinden istifade edeceklerdir. Zinet olarak da altın bilezikler ve inciler takınacaklar, ipek elbise giyeceklerdir. Orada ebedi olarak kalacaklar ve arzu ettikleri her nimete nail olacaklardır. Bu, onların amellerinin karşılığıdır. Çünkü onlar dünyada iken iman edip sâlih ameller işleyerek Allahü teâlâ'nın emirlerine itaat etmişlerdi iman etmeyenler ise, inkâr ve küfürlerinin cezası olarak azaplarını çekmek için cehenneme atılacaklardır. Boyunlarına kızgın demirden halka geçirilecek ve orada ebedi olarak kalacaklardır. Bu, onların inkârlarının ve küfürlerinin cezasıdır. Zira onlar dünyada iken Allah'a şirk koşmuşlar, emirlerine isyan etmişler, hakkı bırakıp bâtıla dalmışlardır. Allah katında iman edenler mükâfatını, iman etmeyenler de cezasını göreceklerdir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Muhakkak ki Allah iman edip sâlih ameller işleyenleri altından ırmaklar akan cennetlere koyar. Orada altın bilezikler ve inciler takınırlar. Ve oradaki giyecekleri de ipektendir.»

Erkeklere altın ve saf ipek elbise haramdır. Nitekim Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) «dünyada ipek giyenler âhirette giyemezler. Cennete girse bile diğerleri giyer, o giyemez» buyurmuştur. Altın ve ipek zinet eşyası olduğu için mü’min erkeklere haramdır. Zinet kadınlara mahsus bir özelliktir. Bu bakımdan erkeklere yasaklanmıştır.

24

«Bu kimseler sözün en güzelini işitecek duruma ulaştırılmışlar ve övünmeye lâyık olan Allah'ın yoluna eriştirilmişlerdir.»

Îman edip amel-i sâlih işleyen mü’minler hidayete eriştirilip sözün en güzeli olan kelime-i tevhidi ve Kur'ân-ı Kerîm'i tasdik etmişlerdir. Yüce Allah onlar hakkında şöyle buyuruyor: «Bu kimseler sözün en güzelini işitecek duruma ulaştırılmışlar ve övünmeye lâyık olan Allah'ın yoluna eriştirilrnişlerdir.»

25

«Muhakkak ki, o küfredenlere, Allah'ın yolundan, yerli ve yolcu bütün insanlar için eşit kılınan Mescid-i Haram'dan alıkoyanlara ve orada zulüm ile ilhada saptırmak isteyenlere can yakıcı bir azabı tattırırız.»

Allah'a eş koşarak iman nimetinden mahrum olan kâfirler, mü'minleri İslâm'dan ve Mescid-i Haram'dan men edenler, İslâm'a girmek isteyenlere mani olanlar, Allah katında cezalarını görecekler ve yakıcı bir azabı tadacaklardır. Mescid-i Haram Allah'ın evidir. Orada herkes eşittir. Yerli, yabancı aynı durumdadır. Orada kimsenin ayrı bir imtiyazı yoktur. Ona ta'zim ve hürmette bulunmak, etrafını tavaf etmek ibadettir. Allahü teâlâ bunu şöyle beyan ediyor-. «Muhakkak ki, o küfredenlere, Allah'ın yolundan yerli ve yolcu bütün insanlar için eşit kılınan Mescid-i Haram'dan alıkoyanlara ve orada zulüm ile ilhada saptırmak isteyenlere can yakıcı bir azabı tattırırız.» Allah'ın emirlerine muhalefette bulunanlar mutlaka cezalarını göreceklerdir. Onlar hem dünyada, hem de âhirette ebedî hüsrana uğrayacaklardır.

Rivayete göre bu âyet-i celile Hudeybiye yılında Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ile sahabesini Mescid-i Haram'ı tavaftan ve orada kurban kesmekten men eden Ebû Süfyan ve arkadaşları hakkında nazil olmuştur. Andlaşmaya göre o yıl Müslümanlar Mekke'ye giremiyecekler, ziyaretlerini gelecek yıl yapacaklardı. Bu andlaşma gereği Peygamberimiz ve sahabesi, Hudeybiye'den geri dönmüşlerdir. Bunun izahı Fetih sûresinde gelecektir.

26

«Hani İbrahim'i Kabe'nin yerine yerleştirmiş ve 'bana hiçbir şeyi ortak koşma, tavaf edenler, orada kıyama duranlar, rükû edenler ve secdeye varanlar için evimi temiz tut' demiştik.»

27

«İnsanları hacca çağır, yürüyerek veya binekler üstünde uzak yollardan sana gelirler.»

İbrahim (aleyhisselâm), hanımı Hacer validemizle oğlu İsmail (aleyhisselâm) 'i Mescid-i Haram’ın bugünkü bulunduğu yere götürüp bırakır. İbrahim (aleyhisselâm)'in oraya gidişi ilâhi bir emir gereğidir. Çünkü orada Kâbe-i Muazzama inşa edilecek, insanlar için bir selâmet diyarı, emniyet yurdu, huzur ve güven sahası olacaktı. Yüce Allah, İbrahim (aleyhisselâm)'e bu evin yapılacağı yeri gösterirken şu esasa göre inşa edilmesini buyurmuştur: «Bana hiçbir şeyi ortak koşma.» Allah'ın evi olan bu ev, tevhid inancını yerleştirmek için inşa edilmişti. Bu bakımdan başkaları ona ortak edilemezdi. Bu evin başka bir özelliği de namaz kılanlara, hac edenlere oranın temiz tutulması emredilmişti. «Tavaf edenler, orada kıyama duranlar, rükû edenler ve secdeye varanlar için evimi temiz tut.» İşte o ev bu maksat için inşa edilmişti. Yoksa Allah'a şirk koşan ve O'ndan başkası için ibadet edenlere değil. İbrahim (aleyhisselâm) evini bu esaslara göre bitirdikten sonra, insanları orayı ziyaret ve hac etmek üzere davet etmesini emretmiştir. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Ya İbrahim, insanları hacca çağır. Yürüyerek veya binekler üstünde uzak yollardan sana gelirler.» Hâlik-ı Mutlak, insanların davetine uyacağını ve her yerden yürüyerek veya bineklerle koşup oraya geleceklerini vaadetmiştir. Hazret-i İbrahim'den bugüne kadar bu ilâhî vaad gerçekleşmiş, dünyanın sonuna kadar da aynı şekilde gidecektir.

İmam-ı Kelbî (radıyallahü anh)'nin rivayetine göre, Allahü teâlâ, İbrahim (aleyhisselâm)'e Kâbe-i Muazzama'yı inşa etmesini emretmiştir. O, bunu nereye inşa edeceğini bilemez. Kabe büyüklüğünde bir bölük bulut gelip binanın inşa edileceği yerde durur ve buluttan bir ses «benim büyüklüğümde Kabe'yi buraya inşa et» der. Bunun üzerine İbrahim (aleyhisselâm) de gösterilen yere oğlu İsmail ile Kâbe-i Muazzama'yı inşa eder. Rivayete göre Kâbe-i Muazzama beş defa inşa edilmiştir. 1- Meleklerin kırmızı yakuttan inşa ettikleri bina ki, Nûh tufanında göğe kaldırılmıştır. 2- Hazret-i İbrahim tarafından yapılan bina. 3- Kureyş zamanında yapılan bina. 4- İbn Zübeyr tarafından yapılan bina. 5- Haccac tarafından inşa edilmiştir. Asıl mukaddes olan yeri daima muhafaza edilmiştir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Hani İbrahim'i Kabe'nin yerine yerleştirmiş ve Kabe'yi bina etmesini emredip «bana hiçbir şeyi ortak koşma, tavaf edenler, orada kıyama duranlar, rükû edenler ve secdeye varanlar için evimi temiz tut, insanları hacca çağır ve onlara haccın farziyetini bildir. Yürüyerek veya binekler üstünde uzak yollardan sana gelirler.» Bunun üzerine Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm) niyaz ederek «Ya Rabbi, ben sesimi insanlara nasıl duyurabilirim?» der. Yüce Halik «Ya İbrahim, sen çağır, işittirecek olan biziz» buyurur. Bu emir gereği İbrahim (aleyhisselâm) Safa tepesine çıkar, şehadet parmaklarını kulağının deliklerine koyarak bütün gücü ile sağ ve sol tarafa dönüp «Ey Âdemoğulları, sizin Rabbiniz birdir. İnşa ettiğim binayı ziyaret ederek hac farizasını ifa etmeniz üzerinize farz kılındı. Rabbinizin hükmünü ve emrini yerine getirin» diye çağırır. Ona «lebbeyk Allahümme lebbeyk - emrin baş üstüne» diye cevap verilir. Allahü teâlâ da «Ya İbrahim, sen nida edip insanlara bildirdin. Biz de senin nidanı ona gelecek olan bütün kavme bildiririz. Kimi binekli, kimi yaya olarak uzak yollardan sana gelirler.» buyurur. Kıyamete kadar da aynı şekilde müslümanların onu ziyareti büyük bir heyecan ve coşku ile devam edecektir.

28

«Ta ki kendi menfaatlerini bilsinler ve Allah'ın rızık olarak kendilerine verdiği dört ayaklı hayvanları malûm olan günlerde kurban ederek, O'nun adını ansınlar. Siz de bunlardan yiyin, yoksulu, fakiri de doyurun.»

29

«Sonra kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler ve Beyt-i Atik'i tavaf etsinler.»

Hac etmek maksadıyla Beytullah'a gelenler dinî ve dünyevî menfaatlerini bilsinler. Çünkü hac farizası dinimizin beş esasından biridir. Mâlî ve bedenî bir ibadettir. Hac, sıhhatimizin ve malımızın bir şükran vazifesidir. Bu mübarek ibadet ruhları coşturur, gönülleri ferahlandırır, kaîbleri nûrlandırır, günahları affettirir, kusurları bağışlattırır, Allah'ın rızasını kazandırır, kulu Allah'a yaklaştırır. İnsanı manevi kirlerden temizler, insana ibadet şevkini kazandırır. Yüce Allah onlar hakkında şöyle buyuruyor: «Ta ki kendi menfaatlerini bilsinler. Ve Allah'ın rızık olarak kendilerine verdiği dört ayaklı hayvanları malûm olan günlerde kurban ederek, O'nun adını ansınlar. Siz de bunlardan yiyin, yoksulu, fakiri de doyurun.» Hacda iki türlü menfaat vardır. Biri dünyevî menfaat, diğeri de uhrevî menfaattir. Dünyevî menfaat uzak ve yakından gelen Müslümanların birbirleriyle tanışıp kaynaşması, dertlerini birbirlerine aktarmaları, kardeşlik bağlarını geliştirmeleri, ticaret yapmaları ve birbirlerine dua etmeleridir. Manevî menfaat ise günahlardan arınmak ve Allah'ın rızasını kazanmaktır.

Malûm olan günler ise kurban bayramının birinci, ikinci ve üçüncü günleridir. Çünkü kurban bu üç günde kesilmektedir. Allahü teâlâ hayvanları insanlara rızık olarak yaratmıştır. Kurban kesmek Allah'ın kendisine rızık olarak verdiği nimete karşı bir şükür ifadesidir. Her nimetin şükrü kendi cinsiyle eda edilir. Bu ibadet yapılırken fakirlerin de bundan istifade etmesi hedef alınmıştır. Yüce Halik «siz de bunlardan yiyin, yoksulu, fakiri de doyurun» buyurmuştur. Hac farizasını ifa edenler ihramdan çıkmak için başlarını tıraş etsinler, bıyıklarını ve tırnaklarını kessinler, koltuk altlarını ve edep yerlerim temizlesinler. Adaklarını yerine getirsinler ve Beyt-i Atik'i tavaf etsinler. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Sonra kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler ve Beyt-i Atik'i tavaf etsinler.»

Tavaf: lügatta ziyaret etmek, bir şeyin etrafında dolaşmaktır.

Istılah: anlamı ise Kâbe-i Muazzama'nın etrafında, ibadet maksadı ile yedi defa dolaşmaktır. Tavafın başlama noktası Hacerü'l-Esved'in bulunduğu yerdir. Tavaf beş kısımdır. 1- Kudüm tavafı, Mekke'ye dışardan gelenlerin ilk yaptıkları tavaftır. 2- Ziyaret tavafı, Arafattan inildikten sonra yapılan tavaftır. Buna farz tavafı da denir. Bunun dört şavtı yani Beytullah’ın etrafını ilk dört defa dönmek farzdır: Bu haccın üç rüknünden biridir. Bu yapılmadıkça hac farizası ifa edilmiş olmaz. 3- Veda tavafı, bu Mekke'nin dışından gelenler için vaciptir. 4- Nafile tavaf, Mekke'de bulunanların zaman zaman yaptıkları tavaftır. 5- Umre tavafı, bunsuz Umre tamam olmaz.

Âyette geçen Beyt-i Atik, Beytullah'tır. Bazı tefsircilere göre, Beyt-i Atik, Nûh tufanında semaya kaldırılan binadır.

30

«İşte böyle. Kim Allah'ın yasaklarına saygı gösterirse Rabbi katında bu onun iyiliğinedîr. Size bildirilegelenlerden başka hayvanları helâl kılmıştır. O halde murdardan, putlardan kaçının ve yalan sözden çekinin.»

31

«Allah'ın muvahhidleri, O'na eş tutmayanlar olarak çekinin. Allah'a ortak koşan kimse gökten düşüp de kuşların taptığı veya rüzgârın bir uçuruma attığı şeye benzer.»

Bu âyet-i celileler Allahü teâlâ'nın haram kıldığı şeylere riayetin lüzumuna ve faydasına işaret ediyor. Her kim hac esnasında yapılması haram olan şeyleri terk edip haccın menâsikini yerine getirerek o günlere ta'zim ve hürmette bulunursa Allah katında bu onun için çok hayırlıdır. Allah'ın haramlarına saygı göstermek ve orada kimseye zarar vermemek Allah katında o kimse için çok daha hayırlıdır. İnsanın huzur ve mutluluğu Allah'ın yasaklarına riayet etmekle olur, onlardan ne kadar kaçınılırsa o kadar huzur ve saadet olur. Yüce Allah develerin, sığırların, koyunların ve keçilerin etlerini helâl kılmıştır. Müşrikler develeri bahire, şaibe, vasile ve hami gibi sınıflara ayırarak bunların yenmesini kendilerine haram kabul etmişlerdi. «Size bildirilegelenlerden başka hayvanları helâl kılmıştır. O halde murdardan, putlardan kaçının ve yalan sözden çekinin.»

İslâm'da yenmesi yasak olanlar şunlardır: Ölü hayvanların etleri, Allah'ın ismi üzerine anılmadan kesilen hayvanların etleri, domuz, kan ve yüksek bir yerden düşerek ölen hayvanların etleri, boğularak ölen hayvanların etleri, yırtıcı hayvanların ve kuşların parçaladığı hayvanların etleri, besmelesiz avlanan hayvanların etleri. Bütün bunları yemek haramdır. Puta tapmak, yalan söylemek ve kötü söz söylemek yasaktır, haramdır. Çünkü bunların hepsi necistir. Necis olan şeylerden kaçının ki, Allah'ın azabından kurtulasınız. Allah'a ortak koşan kimse gökten düşüp de kuşların taptığı veya rüzgârın bir uçuruma attığı şeye benzer. O düşen şey kuşun kapmasıyla veya bir uçuruma düşmesiyle nasıl ki bir anda yok oluyorsa, Allah'a eş koşanlar da öylece helak olacaklardır. Onlar imanın üstün zirvesinden yuvarlanarak yokluğun içine gömülüyor ve helak oluyorlar. Çünkü onlar dayandıkları ana kaynağı kaybetmişler, arzu ve heveslerinin elinde paramparça olmuşlardır.

Yalan söylemek ve kötü söz sarfetmek de necis olan şeylerdendir. Çünkü yalan kalbi, gönlü kirleten bir pisliktir. Yalanla kalb kararır, gönül paslanır, iman zayıflar, ahlâk bozulur. Yalan söylemek ve kötü söz insanı Allah'ın rahmetinden uzaklaştırır, şeytana dost eder. Bundan dolayı Yüce Allah «yalan sözden çekinin» buyuruyor.

32

«Bu böyledir. Kim Allah'ın nişanelerine hürmet gösterirse şüphesiz ki bu, kalblerin takvâsındandir.»

33

«Bu nişanelerde belli bir süreye kadar sizin için faydalar vardır. Sonra varacakları yer Beyt-i Atik'le son bulur.»

Her kim murdar olan şeylerden, puta tapmaktan, yalan söylemekten kaçınır da Allah'ın nişanelerine hürmet gösterirse, şüphesiz ki bu, kalblerin takvâlarındandır. Zira hacdaki ibadet ve erkânın ana gayesi de takvadır. Burada hacıların kestiği kurbanlarla, gönüllerdeki takva duygusunu aynı yere bağlıyor. Bu nişane ve erkân bu evin Rabbi olan Allah'a yönelişin ve emirlerine uymanın işaretinden başka bir şey değildir. Bütün bunlar Allah'ın varlığım ve birliğini tasdik edip sadece O'na ibadet içindir.

İbn Abbas (radıyallahü anh)'a göre, Allah'ın şeâirine ta'zim etmek, kurbanlık olduğu bilinmesi için alâmet takılan develerdir. Onun ta'zimi kurbanlıkların semiz, görgülü olmasıdır. Onlarda sizin için menfaatlar vardır. Sütünden, yağından, yününden istifade eder, binek olarak kullanırsınız. Bazı tefsircilere göre, kurbanlık hayvanların sütünden, yağından, yününden ancak zaruret halinde istifade edilir ve binek olarak kullanılır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Bu nişanelerde belli bir süreye kadar sizin için faydalar vardır. Sonra varacakları yer Beyt-i Atik'le son bulur.» Kurbanların kesim yeri Mina ile Beytullah arasıdır.

34

«Her ümmet için kurban kesmeyi meşru kıldık ki, Allah'ın rızık olarak verdiği hayvanların üzerine O'nun adını ansınlar dîye. Sizin tanrınız bir tek tanrıdır. O'na teslim olun. Sen mutî ve mütevazı olanlara müjdele.»

35

«Onlar ki Allah anıldığı zaman kalbleri titrer. Başlarına gelenlere sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler.»

Yüce Allah her ümmet için kurban kesmeyi meşru kılmıştır. Allah'ın rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine O'nun adını ansınlar diye kurban kesmeyi her ümmete meşru kılmıştır. Kurban mâlî bir ibadettir. Verilen nimetlere karşı bir şükür ifadesidir. Bu ibadetin Allah'tan başkası adına yapılması yasaklanmıştır. Çünkü bütün nimetleri veren Allah'tır, şükür de yalnız nimetin sahibine yapılır. Al-Lahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Her ümmet için kurban kesmeyi meşru kıldık ki, Allah'ın rızık olarak verdiği hayvanların üzerine O'nun adını ansınlar diye. Sizin tanrınız tek bir tanrıdır. O'na teslim olun. Sen muti ve mütevazı olanlara müjdele.» İbadetlerden maksat Allahü teâlâ'nın emirlerine itaat ederek takvaya ulaşmaktır. Bu olmayınca ibadetin anlamı kalmaz. Yüce Halik, sevgili Peygamberine 'Yâ Muhammet!, sen muti ve mütevazi olanlara müjdele» buyuruyor. Müjdelenenler Allah'ın emirlerine itaat edenlerdir. Allahü teâlâ onlar hakkında şöyle buyuruyor: «Onlar ki, Allah anıldığı zaman kalbleri titrer. Başlarına gelenlere sabrederler, namazlarını dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler.» Allah anıldığı zaman kalbleri titreyenler takva sahipleridir. Onlar namazlarını dosdoğru kılarlar, zekâtlarını verirler, kendilerine verilen rızıktan Allah yolunda infak ederler, fakir ve yoksulu himaye ederler. İşte o zaman inançla düşünce, akide ile hareket birbirine bağlanmış olur. Çünkü ibadetler ve hareketler akidenin ifadesidir. O akide sağlam olmadıkça hiç bir amelin değeri yoktur. Ameller ancak akide ile değer kazanır.

36

«Kurbanlık develeri de sizin için Allah'ın nişanelerinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Ön ayaklan bağlı halde keserken üzerlerine Allah'ın adını anın. Kesilince onlardan yiyin, isteyene de, istemeyene de verin. Şükredesiniz diye onları böylece sizin emrinize müsahhar kıldık.»

37

«Onların ne etleri, ne de kanları Allah'a ulaşır. Sizden O'na sadece takva ulaşır. Size doğru yolu gösterdiğinden ve Allah'ı büyük tanıdığınızdan dolayıdır ki, bunları sizin buyruğunuza vermiştir. İyi hareket edenlere müjdele.»

Özellikle kurbanlık develerden söz edilmesinin sebebi, bunların en büyük kurbanlık hayvanlar olmasındandır. Bununla Yüce Allah insanlar için hayır murad ettiğini bildirmektedir. Bunların kesilmeden önce binek olarak kullanılması, sütünden ve yağından istifade edilmesi, kurban olarak kesildikten sonra ise etinden kesenin ve fakir-fukaranın yemesi, Allah'ın kendileri için bir hayır vasıtası kılmasmdandır. Kurbanların ve diğer eti yenen hayvanların kesilirken üzerlerine Allah'ın adının anılması O'nun vahdaniyetinin delili olduğu gibi, kesilen kurbanlar da verilen nimetlere karşı şükrün ifadesidir. Allahü teâlâ'nın onları rızık olarak insanlara vermesi ve emrine müsahhar kılması şükretmeleri içindir. Bundan dolayı Yüce Halik «Onların ne etleri, ne de kanları Allah'a ulaşır. Sizden O'na sadece takva ulaşır.» Görülüyor ki, kesilen kurbanların ne etleri ve ne de kanları Allah'a ulaşıyor. O kurban vasıtasıyla Allah'a teslimiyet, emirlerine itaat, maldan infak, işte Allah'a ulaşan bunlardır. Yoksa kurbanın eti ile kanı değildir. Kurban kesmek Allah'ın emirlerine itaat ve teslimiyettir. Hâlik-ı Mutlak bunu şöyle beyan ediyor: «Şükredesiniz diye onları sizin emrinize müsahhar kıldık.» Bizden istenen Allah'ın emirlerine itaat, nimetlerine karşı şükürdür. Emirlerine itaat, O'nun varlığını ve birliğini kabul edip ta'zim etmektir. Nimetlerine şükür ise her şeyin O'ndan geldiğini kabul edip teslim olmaktır. Hem nimete şükür, nimeti artırır.

Bir amel Allah rızası için yapılmıyorsa, onun hiçbir değeri yoktur. Kurban da böyledir, şayet kesilen kurbanlar Allah rızası için kesilmiyorsa, hiçbir değer taşımaz, hatta eti de yenmez. Her ibadette olduğu gibi, kurbanda da aranan özellik, budur. Bundan dolayı Allahü teâlâ «sizden O'na sadece takva ulaşır. Size doğru yolu gösterdiğinden ve Allah'ı büyük tanıdığınızdan dolayıdır ki, bunları sizin buyruğunuza vermiştir. Ya Muhammed, iyi hareket edenlere müjdele.» Bütün ibadetlerde aranan husus takvadır.

38

«Muhakak ki Allah iman edenleri müdafaa eder. Zira hâinleri ve nankörleri hiç sevmez.»

39

«Haksızlığa uğratılarak kendilerine savaş açılan kimselere mukabelede bulunmaya izin verilmiştir. Elbette Allah onlara yardım etmeye kadirdir.»

40

«Onlar haksız yere ve 'Rabbimiz Allah'tır' dedikleri için yurtlarından çıkarılmışlardır. Şüphesiz ki Allah insanların bir kısmını diğeriyle bertaraf etmeseydi manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın ismi çok anılan camiler yıkılır giderdi. Şüphesiz ki Allah ona yardım edenlere yardım eder. Doğrusu Allah çok kuvvetli, çok güçlüdür.»

Yüce Allah iman eden kullarını kâfirlerin şerrinden muhafaza eder, korur. Çünkü Allah hâinleri, nimetlere karşı nankörlük yapan kâfirleri asla sevmez. «Muhakkak ki Allah iman edenleri müdafaa eder. Zira hâinleri ve nankörleri hiç sevmez.»

İslâm'ın ilk yıllarında müşrikler Müslümanlara son derece işkence ve zulüm ediyorlardı. Öyle ki kiminin başını yarıyorlar, kiminin kolunu kırıyorlar, kimini kızgın kumun içine gömüyorlar, kimini de öldürüyorlardı. Bu durumdan şikâyetçi olan sahabeye Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) «henüz savaşa izin verilmedi, biraz daha sabredin» diyordu. Zira o zamanlar Müslümanların sayısı çok az, kâfirlerin sayısı ise fazlaydı. Hem Müslümanlar Mekke'de tamamen kâfirlerin içinde bulunuyordu. Bu bakımdan savaşa izin verilmemiş, fakat Medine'ye göçe müsaade edilmişti. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) mü’minleri müşriklerin zulmünden kurtarmak için Medine'ye göndermiş, orda bir İslâm topluluğu oluşturmuştu. Kendisi de 622 tarihinde oraya hicret ederek oluşan İslâm toplumunu devlet haline getirmiş, içinden taptaze bir İslâm ordusu oluşturmuştur. Böylece ilk İslâm devleti ve ilk İslâm ordusu kurulmuş olur. Bundan sonra savaşa izin verilir. Az da olsa düşmanla boy ölçüşecek bir İslâm ordusu oluşmuş ve eskisine nisbetle Müslümanların sayısı da artmıştı. Yüce Allah bu âyet-i celileyi inzal ederek savaşa müsaade etmiş ve şöyle buyurmuştur: «Haksızlığa uğratılarak kendilerine savaş açılan kimselere mukabelede bulunmaya izin verilmiştir. Elbette Allah onlara yardım etmeye kadirdir. Onlar haksız yere ve «Rabbimiz Allah'tır» dedikleri için yurtlarından çıkarılmışlardır. Şüphesiz ki, Allah insanların bir kısmını diğeriyle bertaraf etmeseydi manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın ismi çok anılan camiler yıkılır giderdi. Şüphesiz ki, Allah ona yardım edenlere yardım eder. Doğrusu Allah, çok kuvvetli, çok güçlüdür.» Allah dinine yardım edenlere yardım eder. Hiçbir zaman yardımını onlardan kesmez. İlk olarak cihada izin verilen âyet budur. Müslümanlar bundan sonra kâfirlere karşı savaşmışlar, tarih sayfalarına altın harflerle yazılan Bedir zaferini kazanmışlardır.

41

«Onlar ki, eğer kendilerine yeryüzünde bir iktidar mevkii verirsek namazlarını dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar. Bütün işlerin sonucu Allah'a aittir.»

42

«Seni tekzip ediyorlarsa bil ki, onlardan önce Nuh'un, Âd'ın, Semûd'un kavimleri de yalanlamışlardı.»

43

«İbrahim'in milleti ve Lût'un kavmi de.»

44

«Medyen halkı da. Musa da yalanlanmıştı. Ama ben kâfirlere önce mühlet verdim, sonra da onları yakaladım. Beni tanımamak nasılmış görsünler.»

Yüce Allah mü’minler hakkında şöyle buyuruyor: «Eğer mü’min kullanma yeryüzünde bir iktidar mevkii verirsek namazlarını dosdoğru kılarlar, zekâtlarını verirler, iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar.» İşte mü’minlerin özellikleri bunlardır. Onlar her yerde ve her makamda Allah'a karşı kulluk görevlerini yaparlar, namazlarını dosdoğru kılarlar, zekâtlarını verirler, iyiliği emrederler, kötülüklerden vazgeçirmeye çalışırlar. Makam ve mevki için ibadetlerini asla terk etmezler, erar-i ilâhîyi yerine getirirler.

Her peygamber kavmi tarafından yalanlanmıştır. Yüce Allah, sevgili Peygamberini teselli ederek şöyle buyuruyor: «Ya Muhammed, seni tekzip ediyorlarsa bil ki, onlardan önce Nuh'un, Âd'ın, Semûd'un kavimleri de peygamberlerini yalanlamışlardı. İbrahim'in milleti ve Lût'un kavmi de peygamberlerini yalanlamışlardır. Medyen halkı da. Musa da yalanlanmıştır. Ama ben kâfirlere önce mühlet verdim, sonra da onları yakaladım. Beni tanımamak nasılmış görsünler.»

Hûd (aleyhisselâm), Âd kavmine peygamber olarak gönderilmiştir, onlar Hûd (aleyhisselâm)'u yalanlamışlar, peygamberliğini kabul etmemişle'rdir. Salih (aleyhisselâm) de Semûd kavmine peygamber olarak gönderilmiş, onlar da Salih (aleyhisselâm)'in peygamberliğini kabul etmeyerek inkâr etmişler ve ilâhi azaba uğramışlardır. Lût (aleyhisselâm) da Eyke halkına peygamber olarak gönderilmiş, onlar da aynı şekilde Lût (aleyhisselâm)'un peygamberliğini kabul etmemişler, Allah onları da yere batırarak lâyık oldukları cezayı vermiştir. Şuayb (aleyhisselâm) de Medyen halkına peygamber olarak gönderilmiş, onlar da peygamberlerini inkâr etmişlerdir. Musa (aleyhisselâm) da Firavun'un kavmi olan Mısır halkına peygamber olarak gönderilmiş, onlar da Musa (aleyhisselâm)'nın peygamberliğini kabul etmeyerek, onu yalanlamışlardır. Yüce Allah da onları Kızıldeniz'de garkederek hepsinin cezasını vermiştir. Allah'ın âyetlerini ve peygamberlerini yalanlayanlar lâyık oldukları cezayı mutlaka görmüşler ve göreceklerdir. Kur'ân-ı Kerim'de önceki peygamberlerin ümmetlerinin inkâr ve küfürleri yüzünden başlarına gelen musibetler zikredilirken, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) 'in ümmetinin bun-Lardan ibret alarak, onların uğradıkları akıbetlere uğramamaları için Yüce Allah muhtelif âyetlerde onların uğradıkları azabı haber veriyor ve şöyle buyuruyor: «Ama ben kâfirlere önce mühlet verdim. Sonra da onları yakaladım. Beni tanımamak nasılmış görsünler.» Görülüyor ki, Allah'ın âyetlerini ve peygamberlerini yalanlayanlar mutlaka cezalarını görmüşlerdir.

45

«Nice kasabaların halkını zalim oldukları halde helak ettik. Artık çatıları çökmüş, kuyuları körelmiş, sarayları yıkılmıştır.»

46

«Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, orada olanları akledecek kalbleri, işitecek kulakları olsun. Ne var ki, yalnız gözler kör olmaz, göğüslerde olan kalbler de kör olur.»

Yüce Allah her kavme bir peygamber göndermiş, emir ve yasaklarını peygamberleri vasıtasıyla insanlara bildirmiştir. Peygamberlerin davetlerine uyanlar necat bulmuş, uymayanlar ise inkâr ve zulümlerinin cezası olarak helak olmuşlardır. Allahü teâlâ nice kasaba halkını, inkârları ve zulümleri yüzünden helak etmiştir. Çünkü onlar Allah'ın âyetlerini ve peygamberlerini yalanlayarak kendilerine zulmetmişlerdir. Hâlik-ı Mutlak bunu şöyle beyan ediyor: »Nice kasabaların halkını zalim oldukları halde helak ettik. Artık evlerinin çatıları çökmüş, kuyuları körelmiş, sarayları yıkılmıştır.» Her kavmin başına gelen felâket inkâr ve küfürlerinin cezasıdır. Allah'ın âyetlerini ve peygamberlerini yalanlayanlar mutlaka cezalarını göreceklerdir. “Bizim âyetlerimizi inkâr edenler yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, orada olanları akledecek kalbleri, işitecek kulakları olsun. Ne var ki, yalnız gözler kör olmaz, göğüslerde olan kalbler de kör olur.» Manevî körlük, maddî körlükten daha kötüdür. Maddî gözü kör olanlar zahiren göremezler, amma hakikati görürler, huzur bulup saadete kavuşurlar. Kalb gözü kör olanlar ise hakikati göremedikleri için helak olup yok olurlar. Bu bakımdan kalb gözü kör olanlar maddî gözü kör olanlardan daha kötüdür.

İmam-ı Dahhak’ın rivayetine göre, bu kuyu Hasurâ şehrindedir. O kasaba halkından dört bin kişi Salih (aleyhisselâm)'e iman etmişlerdir. Bir müddet sonra Salih (aleyhisselâm) orada vefat edince Hadramevt adını almış, o günden sonra bu isim ile yâd edilmiştir. Salih (aleyhisselâm)'den sonra kavmi aynı yerde bulunan kuyunun etrafında yerleşmişler, içlerinden kendilerine bir başkan seçmişler, zamanla tevhid akidesini terk ederek putlara tapmaya başlamışlardır. Yüce Allah onlara Hanzele ibn Saffan'ı peygamber olarak göndermiştir. Hanzele en fakirlerinden olup hamallıkla geçimini temin ederdi. Dürüstlüğü ve sahâvetiyle herkesin takdirini kazanmıştı. Buna rağmen Hanzele'nin peygamberliğini kabul etmeyerek şehid etmişlerdir. Allahü teâlâ da zulümlerinden ve küfürlerinden dolayı onları helak etmiş, evlerini ve köşklerini başlarına geçirmiş, kuyularını kapatmış, bağlarını, bahçelerini yok etmiştir. Bu, onların zulüm ve inkârlarının cezasıdır. Küfredenler mutlaka cezalarını göreceklerdir.

47

«Senden acele başlarına azap getirmeni istiyorlar. Allah sözünden asla caymaz. Doğrusu Rabbinin katında bir gün, saydıklarınızdan bin yıl gibidir.»

48

«Nice kasabalar vardır ki halkına zâlim oldukları halde mühlet vermiştim. Sonunda onları yakalayıverdim. Ve dönüş yalnız banadır.»

Bu âyet-i celile Nazr ibn Haris hakkında nazil olmuştur. Nazr ibn Haris, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek «ya Muhammed, eğer bu söylediklerin doğru ise gökten üzerimize taş yağdır da, senin ve söylediklerinin doğru olduğunu bilelim.' der. Bunun üzerine Yüce Halik yukarıdaki âyeti inzal ederek sevgili Peygamberine şöyle buyurur: «Ya Muhammed, kâfirler senden acele başlarına azap getirmeni istiyorlar. Allah vaadettiği azabı başlarına mutlaka getirecektir. Çünkü O, sözünden asla caymaz. Doğrusu Rabbinin katında bir gün saydıklarınızdan bin yıl gibidir. Nice kasabalar vardır ki, halkına zalim oldukları halde mühlet vermiştim. Sonunda onları yakalayıverdim. Ve dönüş yalnız banadır.» Kâfirler, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'den acele olarak başlarına azabın gelmesini isterler. Bilmezler ki kıyametin bir günlük azabının şiddeti dünyanın bin yıllık azabının şiddetinden daha üstün, daha şiddetlidir. Onlar dünyada ister bir yıl kalsınlar, ister bin yıl sonunda mutlaka Allah'a döndürüleceklerdir. İşte o zaman cezalarını göreceklerdir. Dünyada az veya çok kalmaları farketmez. Allah onlardan intikamını almaya kadirdir. Bundan dolayı, zalim oldukları halde Allahü teâlâ birçok kasabaların halkına mühlet vermiş, zulümlerinden dolayı onları hemen helak etmemiştir. Fakat sonunda onları azabıyla yakalayıvermiştir.

49

«De ki: Ey insanlar, ben sizin için ancak apaçık bir uyarıcıyım.»

50

«İman edip sâlih amel işleyenler için cömertçe verilmiş rızik ve mağfiret vardır.»

51

«Âyetlerimizi tartışarak bozmaya uğraşanlar ise, işte onlar cehennemliklerdir.»

Peygamberler Allahü teâlâ’nın emirlerini ve yasaklarını insanlara bildirmek için gönderilmiştir. Onların görevi Allah'tan aldıkları emir ve yasakları insanlara tebliğ etmektir. Hidayete erdirecek olan Allah'tır. O, dilediğini hidayete erdirir, dilediğini de dalâlette bırakır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor «Ya Muhammed, de ki; Ey insanlar, ben sizin için ancak apaçık bir uyarıcıyım. İman edip sâlih amel işleyenler için cömertçe verilmiş rızık ve mağfiret vardır. Âyetlerimizi tartışarak bozmaya uğraşanlar ise, işte onlar cehennemliklerdir.» Peygamberlerin davetine uyup iman edenler mükâfatlarını görmek üzere cennete, iman etmeyenler de inkâr ve küfürlerinin cezasını çekmek üzere cehenneme atılacaklardır. Bu, onların inkâr ve küfürlerinin cezasıdır. İman edenler mükâfatını, etmeyenler de cezasını göreceklerdir.

52

«Senden önce gönderdiğimiz hiçbir resul ve hiçbir nebî yoktur ki, bir şeyi arzuladığı zaman şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun. Allah şeytanın karıştırdığını giderir. Sonra Allah kendi âyetlerini yerleştirir. Allah hakkıyla bilendir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.»

53

«Şeytanın karıştırdığını kalblerinde hastalık bulunan ve yürekleri kaskatı olan kimseleri sınamaya vesile kılmak içindir. Zalimler şüphesiz uzak bir ayrılık içindedirler.»

İbn Abbas (radıyallahü anh), Muhammed ibn Kâ'b ve muasırı tefsircilere göre bu âyetin nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) kavminin kendisine eziyet edip yalanlamasına ve imandan yüz çevirip sapıklığa dalmalarına çok üzülür, Rabbinden hidayete ermelerini temenni eder. Böyle bir arzu içindeyken Kureyşlilerin ileri gelenleriyle bir mecliste otururken Necm Sûresi'nin «Ey inkarcılar, şimdi Lât. Uzza ve bundan başka üçüncüleri olan Menafin ne olduğunu söyler misiniz? Demek erkekler sizin, dişiler Allah'ın mı?» mealindeki âyet-i celile nazil olur ve Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu orada bulunanlara okur. Sonra putlardan bahseder. Putlardan bahsederken, şeytan «şüphesiz ki onlar yüce putlardır ve onların şefaati ümit edilecektir» cümlelerini orada bulunan müşriklere fısıldar. Bu sözler, şeytanın vesvesesi ve fitnesiyle söylenmişti. Bunu duyan müşrikler birbirlerine müjde vererek «Muhammed kavminin dinine döndü» derler. Bu haber Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ulaştığı zaman hemen secde eder ve orada bulunan mü’min ve müşrik kim varsa onlar da secde ederler. Velid ibn Mugire ise bir avuç toprak alıp onun üzerine secde eder. Müslümanlar şeytanın müşriklere duyurduğu sözleri duymamışlardı. Fakat şeytan müşriklere fısıldadığı sözlerin Resûlüllah'ın tekrarladığını ihsas ettirerek onlar da peygamberin şeytanın vesveselerine uyarak kendi tanrılarını yücelttiğini sanmışlardı Bu söz halk arasında yaygınlaştı. Ta Habeşistan'a kadar yayıldı. Bunun üzerine oradaki Müslümanlar geri dönüp geldiler. Şeytanın kendilerine fısıldadığı sözleri Peygamber'in de tasdik ettiğine inanan müşrikler, bunu kendi aralarında yaymaya başlarlar. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «(Ya Muhammed), senden önce gönderdiğimiz hiçbir resul ve hiçbir nebi yoktur ki, bir şeyi arzuladığı zaman şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun. Allah şeytanın karıştırdığını giderir. Sonra Allah kendi âyetlerini yerleştirir. Allah hakkıyle bilendir, tam hüküm ve hikmet sahibidir. Şeytanın karıştırdığını kalblerinde hastalık bulunan ve yürekleri kaskatı olan kimseleri sınamaya vesile kılmak içindir. Zalimler şüphesiz uzak bir ayrılık içindedirler.'

Peygamberler masumdurlar. Dolayısıyla ümmetlerine, bir hata neticesi olarak yanlış telkinde bulunmazlar. Fakat şeytan ve şeytan tinetinde olanlar, o hükmü yanlış göstermeye çalışırlar. Çünkü bütün peygamberlerin insanlara tebliğ ettiği şeylerin hepsi haktır ve Allah tarafından gönderilmiştir. Onlar kavimlerine kendiliklerinden bir şey söyleyemezler. Binaenaleyh onların tebliğ ettikleri şeylerde asla yanlışlık olamaz.

54

«Ve kendilerine ilim verilenlerin onun Rabbinden gelme bir gerçek olduğunu bilip inanmaları ve gönüllerini ona bağlamaları içindir. Muhakkak ki Allah iman edenleri dosdoğru bir yola eriştirir.»

55

«Küfredenler kendilerine ansızın o saat gelinceye kadar veya gecesi olmayan günün azabı çatana kadar ondan yana mütemadi bir şüphe içinde kalırlar.»

İman eden gerçek ilim sahipleri bu âyetlerin Allah tarafından gönderildiğinde hiç tereddüt etmezler. Allah da onları yolun en doğrusu olan İslâm yoluna eriştirir. Küfredenler ise Allah'ın âyetleri hususunda daima şek ve şüphe içindedirler. Kendilerine ölüm gelene veya kıyamet kopana kadar onlar aynı şekilde devam edeceklerdir. Çünkü onların gözlerine perde çekilmiş, kalbleri mühürlenmiştir, asla iman etmezler. Ancak kendilerine ilim verilenler, onun Allah tarafından gönderildiğini bilip iman ederler. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Ve kendilerine ilim verilenlerin onun Rabbinden gelme bir gerçek olduğunu bilip inanmaları ve gönüllerini ona bağlamaları içindir. Muhakkak ki Allah iman edenleri dosdoğru bir yola eriştirir. Küfredenler kendilerine ansızın o saat gelinceye kadar veya gecesi olmayan günün azabı çatana kadar ondan yana mütemâdi bir şüphe içinde kalırlar.» Küfredenler inkârlarının ve küfürlerinin cezasını mutlaka göreceklerdir. Onlar hem dünyada ve hem de âhirette elim bir azaba uğrayacaklardır. Bu, onların inkâr ve küfürlerinin cezasıdır.

56

«O gün mülk Allah'ındır. Onların arasında hükmeder. İman edip sâlih ameller işleyenler nâim cennetlerindedirler,»

57

«Küfredip âyetlerimizi yalan sayanlar ise, işte onlar için horlayıcı bir azap vardır.»

Kıyamet günü mülk ve saltanat, şeriki ve benzeri olmayan Allah'ındır. O gün insanlar arasında hükmeder. İman edip sâlih amelleri işleyenleri cennete, iman etmeyenleri ise cehenneme koyar. Allah'ın âyetlerini yalanlayarak imandan yüz çevirenler için horlayıcı ve şiddetli bir azap vardır. Bu, onların inkâr ve küfürlerinin bir cezasıdır. İman edenler mükâfatını, etmeyenler de cezasını göreceklerdir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: O gün mülk Allah'ındır. Onların arasında hükmeder. İman edip sâlih ameller işleyenler nâim cennetlerindedirler. Küfredip âyetlerimizi yalan sayanlar ise, işte onlar için horlayıcı bir azap vardır.»

58

«Onlar ki, Allah yolunda hicret ederler. Sonra ölür veya öldürülürler. Elbette Allah onlara güzel bir rızık verecektir. Şüphesiz ki Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.»

59

«Yemin olsun ki onları memnun olacakları bir yere koyar. Ve muhakkak ki Allah âlimdir, halimdir.»

Allah yolunda hicret edenler, mallarıyla ve canlarıyla mücadele edenler, savaşta ölenler veya öldürülenler için Allah katında en güzel rızıklar vardır. Çünkü Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır. Allah onları memnun olacakları bir makama koyar ve orada arzu ettiklerine nail olurlar. Şüphesiz Allah onların ne yaptıklarını bilir, ona göre mükâfatlarını verir. Hâlik-ı Mutlak bunu şöyle beyan ediyor: «Onlar ki, Allah yolunda hicret ederler. Sonra ölür veya öldürülürler. Elbette Allah onlara güzel bir rızık verecektir. Şüphesiz ki Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır. Yemin olsun ki, onları memnun olacakları bir yere koyar. Ve muhakkak ki Allah âlimdir, halimdir.»

60

«Bu, böyledir. Kim kendisine verilen cezaya misliyle mukabele eder de, yine de kendisine saldırıhrsa and olsun ki Allah ona yardım edecektir. Şüphesiz ki Allah çok affedici, çok bağışlayıcıdır.»

61

«Bu, böyledir. Çünkü Allah geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar. Muhakkak ki Allah kemâliyle işiten, hakkıyle görendir.»

62

«Bu, böyledir. Zira Allah yalnız ve yalnız hakkın ta kendisidir. O'nu bırakıp taptıkları şeyler de doğrudan doğruya bâtıldır. Ve muhakkak ki Allah en büyüktür, en yücedir.»

Yüce Allah sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Bu, böyledir. Kim kendisine verilen cezaya misliyle mukabele eder de, sonra yine de müşrikler tarafından kendisine saldırılıp zulmedilirse and olsun ki Allah ona yardım edecektir. Şüphesiz ki Allah iman edip sâlih ameller işleyen kullarını çok affedici, çok bağışlayıcıdır.»

Bu âyet-i celile müşriklerden bir kavim hakkında nazil olmuştur. İslâm'ın zuhurundan önce Muharrem ayında savaşmak haramdı. Muharrem ayırun çıkmasına iki gün kala bu kavim Müslümanlarla savaşmaya başlamışlardır. Müslümanlar da Muharrem ayının çıkmasını istemişlerdir. Fakat onlar dinlemeyerek savaşa devam etmişlerdir. Müslümanlar da aynı şekilde onlara mukabelede bulunmuş, Allah'ın yardımı ile onları hezimete uğratıp birçoğunu öldürmüşlerdir. Allahü teâlâ her şeye kadirdir, dilediğini yapar. O, geceyi gündüzün içine, gündüzü de gecenin içine sokar. Muhakkak ki Allah her şeyi kemâliyle işiten, hakkıyle görendir. Çünkü O, hakkın ta kendisidir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Bu, böyledir. Çünkü Allah geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar. Muhakkak ki Allah kemâliyle işiten, hakkıyle görendir. Bu, böyledir. Zira Allah yalnız ve yalnız hakkın ta kendisidir. O'nu bırakıp taptıkları şeyler de doğrudan doğruya bâtıldır. Ve muhakkak ki Allah en büyüktür, en yücedir.' Allahü teâlâ kâfirlerin eş koşmasından ve bütün noksan sıfatlardan münezzeh ve yücedir. O'nun benzeri ve şeriki yoktur.

63

«Görmedin mi ki, Allah gökten su indirdi. Onunla yeryüzü yemyeşil olmaktadır. Şüphe yok ki Allah çok lütufkârdır, habirdir.»

64

«Göklerde ve yerde olanlar O'nundur. Ve muhakkak ki O ganidir, hamiddir.»

65

«Görmedin mi ki Allah yerde olanları ve emriyle denizde yüzen gemileri buyruğunuz altına vermiştir. Semayı izni olmadıkça, yerin özerine düşmekten O tutuyor. Şüphe yok ki Allah insanları pek çok merhamet edici, çok merhametlidir.»

Yüce Halik her şeye kadirdir. Allah gökten su indirip onunla yeryüzünü diriltip yemyeşil yapmıştır. Yeryüzündeki çeşitli meyveler, ağaçlar, bitkiler, bağlar, bahçeler, meralar, rengârenk çiçekler su ile hayat bulurlar. Şayet su olmasaydı bunların hiçbirisi olmazdı. Bütün canlılara hayat veren sudur. Göklerde ve yerde olan her şey, bu suyu indiren Hâlik-ı Mutlak’ındır. O, yeryüzünde olanları ve denizde yüzen gemileri kendisine şükretmeleri için insanların emrine vermiştir. Düşünebilenler için gökten inen suda, yeryüzündeki bitkilerde ve denizde yüzen gemilerde ibretler ve hikmetler vardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Ya Muhammed, sen görmedin mi ki, Allah gökten su indirdi. Onunla yeryüzü yemyeşil olmaktadır. Şüphe yok ki Allah çok lütufkârdır, habirdir. Göklerde ve yerde olanlar O'nundur. Ve muhakkak ki O ganidir, hamiddir. Görmedin mi ki Allah yerde olanları ve emriyle denizde yüzen gemileri buyruğunuz altına vermiştir. Semayı izni olmadıkça, yerin üzerine düşmekten O tutar. Şüphe yok ki Allah insanları pek çok merhamet edicidir, çok merhametlidir.» Bu hitap Peygamberin şahsında bütün insanlaradır. Bu nokta gözler önüne serilerek insanlar düşünmeye sevk edilmektedir. Görülüyor ki bu nimetler boş yere yaratılmamış, insanoğlu için yaratılmış ve onların emrine verilmiştir. Bu nimetlere şükredenler mükâfatını, nankörlük edenler ise cezasını göreceklerdir. Çünkü Allahü teâlâ çok merhametli ve bağışlayıcıdır. Tevbe eden kullarının kusurlarını bağışlar, günahlarını affeder.

66

«O'dur sizi dirilten, sonra öldürecek, sonra yine diriltecek olan. Gerçekten insan çok nankördür.»

67

«Biz her millete yerine getirmeleri gerekli olan ibadetler emrettik. O halde emirde seninle asla münazaa etmesinler. Ve Rabbîne davet et. Şüphesiz ki sen dosdoğru bir yol üzeresin.»

68

«Eğer seninle tartışırlarsa de ki: Allah yaptığınızı çok iyi bilir.»

69

«Ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında Allah kıyamet günü aranızda hükmedecektir.»

Yüce Halik insanları yoktan var etmiş ve onlara muayyen bir ömür takdir etmiştir. O ömür bittikten sonra onları öldürecek ve kıyamet günü herkese amelinin karşılığım vermek için tekrar diriltecektir. Kıyamet günü her insan sorguya çekilecek, iman edip sâlih ameller işleyenler cennete, iman etmeyenler ise cehenneme gideceklerdir. Bu, dünyada yaptıkları amellerin karşılığıdır. Gerçekten insan çok nankördür. Çünkü Allahü teâlâ dünyada her millete, yerine getirmeleri gereken ibadetler emretmiştir. Onlar Allah'ın emirleri hakkında peygamberleriyle beraber münazaa etmişler, içlerinden birçoğu' kabul etmeyerek kâfir olmuşlardır. Kıyamet günü kimin doğru yolda, kimin bâtıl yolda olduğu ortaya çıkacaktır. Hiç şüphesiz Yüce Allah aralarında hükmedecektir. «O'dur sizi dirilten, sonra öldürecek, sonra yine diriltecek olan. Gerçekten insan çok nankördür. Biz her millete yerine getirmeleri gerekli olan ibadetler emrettik. O halde emirde seninle asla münazaa etmesinler. Ve Rabbine davet et. Şüphesiz ki sen dosdoğru bir yol üzeresin. Eğer seninle tartışırlarsa de ki: «Allah yaptığınızı çok iyi bilir. Ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında Allah kıyamet günü aranızda hükmedecektir.»

70

«Bilmez misin ki Allah gökte ve yerde olanı bilir. Muhakkak ki bunlar bir kitaptadır. Hakikat, bunlar Allah'a göre pek kolaydır.»

71

«Onlar Allah'ı bırakıp da haklarında hiçbir delil indirmediği ve kendilerinde de bilgi bulunmayan şeylere taparlar. O zâlimlerin hiçbir yardımcısı yoktur.»

72

«Onlara âyetlerimiz apaçık olarak okunduğu zaman küfredenlerin yüzlerinden küfürlerini anlarsın. Nerdeyse kendilerine âyetlerimizi okuyanlara saldıracaklar. De ki: 'Size bundan daha fenasını haber vereyim mi? O, ateştir.' Allah, onu küfredenlere vaad etmiştir. O, ne kötü bir mercidir.»

Hâlik-ı Zülcelâl göklerde ve yerde olanların hepsini bilir. Hiçbir şey O'nun bilgisinden gizli kalmaz. Çünkü bunların hepsi Levh-i Mahfuz'da yazılıdır. Bunları bilmek Allahü teâlâ için pek kolaydır, asla zor değildir. Kâfirler Allah'ı bırakıp da hakkında hiçbir delil indirilmeyen putlara taparlar. Kendileri de putlarının hiçbir şeye güçlerinin yetmediğini bilirler. Buna rağmen yine de onlara taparlar. Kıyamet günü o zalimleri kimse Allah'ın azabından kurtaramaz ve kendilerine bir yardımcı da bulamazlar. Kâfirlere Allah'ın âyetleri apaçık okunduğu zaman küfürleri yüzlerinden anlaşılır, onu asla tasdik etmezler. O inkarcılar için elim bir azap vardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Onlar Allah'ı bırakıp da haklarında hiçbir delil indirmediği ve kendilerinde de bilgi bulunmayan şeylere taparlar. O zalimlerin hiçbir yardımcısı yoktur. Onlara âyetlerimiz apaçık olarak okunduğu zaman küfredenlerin yüzlerinden küfürlerini anlarsın. Nerdeyse kendilerine âyetlerimizi okuyanlara saldıracaklar. De ki: Size bundan daha fenasını haber vereyim mi? O, ateştir.' Allah onu küfredenlere vaadetmiştir. O, ne kötü bir mercidir.» Küfredenlerin gidecekleri yer cehennemdir. Orası ne kötü bir yerdir. Bu, onların inkâr ve küfürlerinin cezasıdır. Her ferd hayırdan ve şerden yapmış olduğunun karşılığını Allah katında bulacaktır.

73

«Ey insanlar, size bir misal verilmektedir. Şimdi onu dinleyin.-Sizin Allah'ı bırakıp da taptıklarınız biraraya gelseler bir sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapsa bunu ondan geri de alamazlar. İsteyen de aciz, istenen de aciz.»

Hâlik-ı Mutlak'tan başka hiçbir varlık en küçük bir mahlûku bile yaratmaya kadir değildir. Küçük büyük, canlı ve cansız her şeyi yaratan yalnız Allah'tır. O'ndan başkası bir zerreyi bile yaratamaz. Bu âyet-i celilede insanların bu noktaya dikkatleri çekilerek «ey insanlar, size bir misal verilmektedir. Şimdi onu dinleyin-. 'Sizin Allah'ı bırakıp da taptıklarınız biraraya gelseler, bir sinek bile yaratamazlar» buyurulmaktadır. Yaratmak ancak Allah'a mahsustur. Yoktan var eden de, yok eden de O'dur. O, her şeye kadirdir. Kâfirlerin tapmakta oldukları putlar, üzerlerine konan bir sineğe bile mani olamazlar. Kendisindeki bir sineğe bile mani olamayan nasıl tanrı olabilir? Her şeyi yoktan var eden ve bütün mevcudatın sahibi, maliki ve rızıklandıranı olan Allah'ı bırakıp da, hiçbir şeyden haberi olmayan ve tapanlara zarardan başka bir şey getirmeyen putlara tapmak ne büyük ahmaklıktır. Acaba bunlar hangi yüzle Allah'ın huzuruna çıkacaklardır? Bir sivrisineğe bile mani olamayandan ne bekliyorlar? Şayet sinek onlardan bir şey kapsa bunu ondan geri de alamazlar. İşte taptıkları putların hali bundan ibarettir. Aklı olanlar onlardan ibret alarak iman-ı kâmil ile Allah'a teslim olmalıdırlar. Zira O'ndan başkasına yapılan ibadetler boştur, anlamsızdır, bâtıldır.

74

«Onlar Allah'ı gereği gibi takdir edemediler. Muhakkak ki Allah kuvvetlidir, güçlüdür.»

75

«Allah meleklerden ve insanlardan elçiler seçer. Şüphesiz ki, Allah her şeyi hakkıyle işiten, kemâliyle görendir.»

76

«Onların önlerindekini de, arkalarındakileri de bilir. Bütün işler Allah'a döndürülür.»

77

«Ey iman edenler, rükû edin, secdeye varın, Rabbinize kulluk edin ve iyilik yapın ki kurtuluşa eresiniz.»

Hâlik-ı Mutlak, insanları, kendisine kulluk etmeleri için yaratmıştır. Fakat onlardan birçoğu Allah'ı gereği gibi takdir edememişler, kendisine eş koşmuşlardır. Yüce Allah her şeyden, ve bütün noksan sıfatlardan münezzehtir, yücedir. O'nun benzeri ve şeriki yoktur. Her şey O'na muhtaçtır, O, hiçbir şeye muhtaç değildir. Böyleyken kâfirler elleriyle yaptıkları putlara taparak O'na eş koşmuşlardır. Halbuki Allahü teâlâ emir ve yasaklarını bildirmek için her millete bir peygamber göndermiştir. O peygamberleri vasıtasıyle imanı, küfrü, hayrı şerri, iyiyi kötüyü, helâli haramı, ibadetin kime yapılacağını bildirmiştir. Bu peygamberler hem insanlardan ve hem de meleklerden olabilir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Allah meleklerden ve insanlardan elçiler seçer. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyle işiten, kemâliyle görendir. "O, kimin peygamberliğe lâyık olduğunu bilir, ona göre seçer. Kullarının da ne yaptıklarını ve âhiret için ne hazırladıklarını bilir. Ona göre mükâfat ve mücâzatını verir. Çünkü bütün işler O'na döndürülecektir. «Onların önlerindekini de, arkalarmdakileri de bilir. Bütün işler Allah'a döndürülür. Ey iman edenler, rükû edin, secdeye varın, Rabbinize kulluk edin ve iyilik yapın ki kurtuluşa eresiniz.» Kurtuluş ancak Allah'a ibadetle olur. O'na ibadet edenler felaha, kurtuluşa, saadete ve selâmete kavuşur, ibadet etmeyenler ise sapıklığa düşüp helak olurlar. İbadet emr-i ilâhî olduğundan kulu Allah'a yaklaştırır, rızasını kazandırır. Terk edenler ise rahmet-i ilâhîden uzaklaşır, Allah'ın gadabına uğrar. Bunun için ibadette refah vardır, selâmet vardır, huzur vardır, saadet vardır, bereket vardır.

78

«Ve Allah yolunda hakkıyle cihad edin. O, sizi seçmiş ve babanız İbrahim'in yolu olan dinde sizin için bir zorluk kılmamiştır. Daha önce peygamberlerin size şahit olması, sizin de insanlara şahitler olmanız için size Müslüman adını veren O'dur. Artık dosdoğru namaz kılın, zekâtı verin ve Allah'a sarılın. O'dur sizin sahibiniz. Ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır»

Ey iman edenler, Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihad edin. Çünkü Allah sizi en şerefli dinin mensubu kılmıştır. O'nun katında. İslâm'dan başka din yoktur. Düşmanlarınızla mücadele ettiğiniz gibi, nefislerinizle de mücadele edin. Mü’minin başına gelen musibetler günahına keffarettir. Kıyamet günü peygamberlerin size, sizin de diğer insanlara şahid olmanız için Allah sizi Müslüman kılmıştır. Kıyamet günü peygamberler sizin imanınıza şahid olacaktır. Artık dosdoğru namaz kılın ve malınızın zekâtını verin, Allah'ın emirlerine sımsıkı sarılın. Çünkü sizin Halikınız ve sahibiniz O'dur. O'ndan başka yardımcınız ve koruyucunuz yoktur. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Ve Allah yolunda hakkıyle cihad edin. O, sizi seçmiş ve babanız İbrahim'in yolu olan dinde sizin için bir zorluk kılmamıştır. Daha önce peygamberlerin size şahid olması, sizin de insanlara şahidler olmanız için size Müslüman adını veren O'dur. Artık dosdoğru namaz kılın, zekâtı verin ve Allah'a sarılın. O'dur sizin sahibiniz. Ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır.» -İslâm dininde asla zorluk yoktur. İslâm kolaylık dinidir.

0 ﴿