MÜ’MİNÛN SÛRESİ

Bu sûre-i celile Kur'ân-ı Azîmüşşan'ın 23. sûresi olup Mekke'de nazil olmuştur ve 118 âyettir. Mü’m inlerin vasıflarından ve nail olacakları nimetlerden bahsettiği için «Mü’minûn sûresi» adını almıştır. Bu sûrenin ilk âyetleri ile Hac sûresinin son âyetleri arasında büyük bir münasebet vardır. Şöyle ki: Hac sûresinin son âyetlerinde mü’minlerin felaha kavuşmaları için yedi dinî vazife tebliğ edilmiştir. Mü’minûn sûresinin ilk âyetleri de bu yedi vasfı camidir.

Bu sûrede Allahü teâlâ'nın varlığına, birliğine ve sıfatlarına delâlet eden âyetler, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in beş kıssası, ve insanın yaratılışına delâlet eden dokuz mertebe beşeriyetin dikkatine arzedilir. Bu açık delillere rağmen hâlâ küfürde ısrar edenlerin ebedî azaba uğrayacakları ihtar edilir.

1

«muhakkak felah bulmuşlardır.»

2

«Ki onlar namazlarında huşu içindedirler.»

3

«Ki onlar boş sözlerden yüz çevirirler.»

4

«Ki onlar zekâtlarını verirler.»

5

«Ki onlar mahrem yerlerini korurlar.»

6

«Sadece eşleri ve cariyeleri müstesnadır. Doğrusu bunlar yerilmezler,»

7

«O halde kim de bunların ötesini isterse şüphe yok ki, onlar haddi aşanlardır.»

Bu âyet-i celilelerde kimlerin felaha ve saadete ereceği bildiriliyor. O felaha erecek olanlar âyette şöyle sıralanıyor: Mü’minler, namazlarını huşu ile ve dosdoğru kılanlar, gece gündüz tazarru ile Rablerine yalvaranlar, gıybetten, "boş sözlerden yüz çevirenler, mallarının zekâtını verenler ve Allah yolunda infak edenlerdir. Onlar mahrem yerlerim korurlar, harama asla el uzatmazlar. Nikâhlı hanımlarından ve cariyelerinden, başkasına yaklaşmazlar. İşte felaha erenler bunlardır.

Haddi aşıp Allah'ın emirlerini çiğneyenler ise asla felaha eremezler. Kim nikâhlı hanımından ve eli altındaki cariyeden başkasını isterse onlar Allah'ın hududunu çiğnemiştir. Allah'ın hududunu çiğneyenler ise zalimlerin ta kendisidirler. Onlar Allah'ın yasaklarından dönüp emirlerim yerine getirmedikçe asla felaha, kurtuluşa, saadete, huzura ve rahmete kavuşamazlar.

Bu âyet-i celilede el ile tatmin olmanın haram olduğuna dair delil vardır. Bu hususta ulemâ ittifak etmiştir. Fakat İbn Cerir şöyle demiştir: «Ata'ya bu hususu sordum, mekruh olduğunu söyledi. Ama kıyamet günü elleri hamile bir kavim haşrolunacaktır, «nsden bunların elleri hamiledir» diye sorulduğunda, bunlar elleriyle tatmin oluyordu denilecektir diye duymuştum» der. Sa'd ibn Cebir «Allahü teâlâ elleriyle zekerlerini uyandıranlara azap eder» demiştir. Elle tatmin olmakta bedenî bir takım arızalar meydana gelmektedir. Dinen yasak olduğu gibi, tıbben de yasaktır. Çünkü birçok tıbbî mahzurları vardır. Kurtuluşu, iki cihan saadetini, felahı, huzuru, rahmeti isteyen mü’minler, Allah'ın hududuna riayet edip bu gibi fiillerden sakınmalıdırlar. Harama asla yaklaşmamalıdırlar ve ilâhi emirlere sımsıkı sarılmalıdırlar.

8

«Onlar ki emanetlerine ve sözlerine riayet ederler.»

9

«Onlar ki namazlarına devam ederler.»

10

«İşte onlar vâris olanların ta kendileridir.»

11

«Ki onlar Firdevs cennetine vâris olacaklardır. Ve onlar bunun içinde ebedî kalacaklardır.»

Yüce Allah kimlerin felaha ereceklerini yine bu âyetlerde beyan ediyor. Felaha eren o kimseler ki, emanete riayet edip sözlerinde dururlar ve namazlarına devam ederler. Emanet iki kısma ayrılır: 1- Allah'ın emaneti, 2- İnsanların birbirine olan emanetleri. Namaz, oruç, hac, zekât ve ilâhi emirler, insanlara Allah, emanetidir. Bunları yerine getirmek, her mü’minin üzerine farzdır. İnsanların birbirlerine olan emanetleri ise Allah emanetinden daha ağırdır ve kul hakkına girer. Allah dilerse hakkını bağışlar fakat kul hakkını bağışlamaz. Bu bakımdan insanların birbirlerine olan emanetleri daha ağır ve daha mesuliyetlidir. Her insanın hanımı, aile efradı ve emri altında bulunanlar, hatta bütün azaları kendisine birer emanettirler. O emanetleri çok iyi muhafaza etmesi gerekir. Bir insan nikâhındaki kadının ibadetinden, iaşesinden, tesettüründen, gezip dolaşmasından mesul olduğu gibi, çocuklarından da aynı şekilde mesuldür. Çünkü bunlar kendisine emanettir. Emri altındaki insanlardan da öylece mesuldür. Emanete ihanet ise münafıklık alâmetidir. İşte emanete riayet edip sözünde duranlar ve namazlarını vaktinde noksansız olarak kılanlar Firdevs cennetine vâris olacaklar ve orada da ebedî olarak kalacaklardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Onlar ki emanetlerine ve sözlerine riayet ederler. Onlar ki namazlarına devam ederler. İşte onlar vâris olanların ta kendileridir. Ki onlar Firdevs cennetine vâris olacaklardır. Ve onlar bunun içinde ebedi olarak kalacaklardır.» Namazın iki defa zikredilmesi ehemmiyetine binaendir. Çünkü namazsız felah, kurtuluş, rahmet, huzur ve iki cihan saadeti olmaz. Bütün bunlar ancak namazla elde edilir. Zira namaz dinin direğidir, cennetin anahtarıdır, kurtuluş fermanıdır, rahmet yoludur, kalbin nurudur, akim cilâsıdır.

Mü’minler, cennette kâfirlerin yerine vâristirler. Mü’minlerin de, kâfirlerin de cennette ve cehennemde yerleri vardır. İman edip sâlih ameller işleyenlerin cehennemdeki yeri kapanır, cennetteki yeri baki kalır. İman etmeyenlerin ise cennetteki yeri kapanır, cehennemdeki yerleri açık kalır. Mü’minler, kâfirlerin cennetteki yerlerine, kâfirler de mü’minlerin cehennemdeki yerlerine vâris olurlar. Nitekim Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: «Herbirinizin iki yeri vardır. Biri cennette, diğeri de cehennemdedir- îman edenlerin cehennemdeki yeri kâfirlere kalır, kâfirlerin de cennetteki yeri iman edenlere kalır. Cehennemdeki yere kâfirler, cennetteki yere de mü'minler vâris olurlar.» Bundan sonra Âdem oğlunun yaratılışı beyan edilmektedir.

12

«Yemin olsun ki biz insanı süzme çamurdan yarattık.»

13

«Sonra da onu nutfe halinde sağlam bir yere yerleştirdik.»

14

«Sonra nutfeyi bir kan pıhtısı haline getirdik, derken o kan pıhtısını bir çiğnem et yaptık, bir çiğnemlik etten kemikler yarattık, kemiklere de et giydirdik. Ve sonra onu başka bir yaratık yaptık. Yaratanların en güzeli olan Allah'ın şanı ne yücedir.»

Yüce Halik insan oğlunun yaratılışını beyan ederek, onları nasıl yaratıldıkları hakkında düşünmeye ve yaratanın emirlerine teslim olmaya davet ederek şöyle buyurmuştur: 'Yemin olsun ki, biz insanı süzme çamurdan yarattık.» Bu süzme çamurdan yaratılan insan Hazret-i Âdem'dir. Diğer bütün insanlar onun sulbünden yaratılmıştır. Bundan dolayı «biz insanı süzme çamurdan yarattık» buyurulmuştur. İlk insanın aslî maddesinin çamur olduğu bildiriliyor ve ondan türeyen insanların aslî maddeleriyle geçirmiş oldukları merhaleleri de şöyle beyan ediyor: «Sonra da onu nutfe halinde sağ-Lam bir yere yerleştirdik.» O sağlam yer ana rahmidir. O rahmin duvarlarına tutunan hücre öyle bir yerdedir ki her türlü tehlikeden korunmuş, her türlü ihtiyacı temin edilmiştir. Sonra o nutfe bir kan pıhtısı haline dönüşmüştür. O kan pıhtısından bir çiğnem et, o etten de kemikler oluşmuştur. O kemiklere de et giydirilmiştir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor «sonra nutfeyi bir kan pıhtısı haline getirdik, derken o kan pıhtısını bir çiğnem et yaptık, bir çiğnemlik etten kemikler yarattık, kemiklere de et giydirdik. Ve sonra onu başka bir yaratık yaptık. Yaratanların en güzeli olan Allah'ın şanı ne yücedir.»

Bütün bu gelişmeler merhale merhale olmuştur. Önce nutfe, sonra uyuşmuş bir kan pıhtısı, daha sonra bir çiğnem et parçası ve o etten kemiklerin oluşu ve iskelet. Bu iskelete ruh verilerek canlı bir varlık. Bu gelişmeler rahim, dediğimiz karanlık odada merhale merhale oluşmuş ve rahimde kalma müddeti bittikten sonra dünyayı teşrif. Artık yeni bir âlem başlamıştır. İlk önce ana sütü, sonra hafif şeyler ve daha sonra çeşitli nimetler yemeye koyulan insan, zamanın akışı içinde gelişmesini tamamlar. Çocukluk dönemi, gençlik dönemi, orta yaşlılık dönemi ve ihtiyarlık dönemi. Ve tekrar Rabbine dönüş. İşte hayat denen muamma. Bütün bunlar Allahü teâlâ'nın ihsanıdır. Bu ihsanlara karşı nimetlerine şükredip ta'zimde bulunmak her kulun en büyük görevidir. Yaratanların en güzeli olan Allah'ın şanı ne yücedir. Değişmeyen kanunlarıyla insan fıtratını donatan O'dur. İnsana en ince nizamı vererek kemâl basamaklarında mukadder olan seviyeye ulaşmasını temin eden O'dur. Fakat insanlar bu göz kamaştırıcı harikalar karşısında gözlerini kapayıp geçiyorlar. İnsan denen şu karmakarışık varlığı iyice düşünüp bütün özellikleriyle göz önünde bulundurmak bile, çıplak gözle dahi görülmeyecek kadar küçük olan ve ana rahminin duvarlarına tutunmuş bulunan o bir noktanın bütün insanî özellikleri taşıması, sonra kademe kademe ilerleyerek büyümesi, gelişmesi, bir başka varlık haline dönüşmesi, sonra bir çocuk halinde dünyaya gözünü açması ve çocuğun umumi insanlık özelliklerinin dışında kendi irsi özelliklerini ve kabiliyetini de beraberinde taşıması ve bütün bu özelliklerin o rahmin duvarına tutunmuş bulunan küçücük bir zerrede gizlenmiş bulunması bile o yüce yaratıcının akıl almaz ve bilinmez kudretinin anlaşılması için bütün kapıları açmaya kâfidir. Ne yazık ki, insanoğlu kendi yaratılışını düşünmekten aciz ve nankördür. Sonra bu hayatın son bulacağı bildirilmektedir.

15

«Sonra siz bunun arkasından hiç şüphesiz ki ölürsünüz.»

16

«Sonra, siz kıyamet gününde muhakkak diriltilip kaldırılacaksınız.»

17

«Yemin olsun ki biz sizin üstünüzde yedi tabaka yarattık. Biz yarattığımızdan habersiz değiliz.»

18

«Gökten de yetecek kadar su indirdik de onu yerde durdurduk. Hiç şüphesiz biz onu gidermeye de kadiriz.»

«Sonra siz bunun arkasından hiç şüphesiz ki ölürsünüz. Sonra siz kıyamet gününde muhakkak diriltilip kaldırılacaksınız.» Bu noktaya da insanların dikkatini çekiyor, nutfeden koskocaman bir insan ve sonra ölüm. Ölümden sonra tekrar diriliş ve ikinci hayatın başlaması. İşte o zaman insanlar dünyada yaptıklarından bir bir sorguya çekilecekler ve buna göre mükâfat ve mücâzatlarını göreceklerdir. Akıllara durgunluk verecek şekilde yaratılan sadece insanoğlu değildir. Hâlik-ı Mutlak ondan çok daha azametlisini yaratmıştır. Bunu şöyle beyan ediyor: -Yemin olsun ki biz sizin üstünüzde yedi tabaka yarattık. Biz yarattığımızdan habersiz değiliz. Gökten de yetecek kadar su indirdik de onu yerde durdurduk. Hiç şüphesiz biz onu gidermeye kadiriz.» Yüce Allah yedi kat gökleri tabaka tabaka yaratmıştır. Direksiz duran o gökler hiçbir şeye dayanmamakta ve hiçbir yerinden de asılmamaktadır. Öyleyse onu ayakta tutan kuvvet nedir? İşte bu muazzam varlığı ayakta tutan kuvvet ilâhî kudrettir. O semada ay, güneş, yıldızlar, gezegenler ve bizim henüz ismini bilemediğimiz ve tesbit edemediğimiz milyonlarca varlık. Bunlar kendi yörüngelerinde durmadan akıp giderler. Acaba bunlar bir tesadüf eseri mi oluşmuştur? Hayır işte bunların hepsi ilâhî kudretin eseridir. O, gökten su indirerek yeryüzünü sularmş, o suyun bir kısmını kullarının ihtiyacı için yerin altına depolamış, bir kısmını ise salıvermiştir. O yerin altına depolanan su canlıların ihtiyacını gidermek için durmadan, tükenmeden akar gider, Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Gökten de yetecek kadar su indirdik de onu yerde durdurduk. Hiç şüphesiz biz onu gidermeye de kadiriz.» Görüldüğü gibi her şey bir ölçü dahilinde yaratılmış ve tanzim edilmiştir. Bunlardan hiçbiri gelişi güzel veya tesadüfen yaratılmamıştır.

İbn Abbas (radıyallahü anh), Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'den şöyle rivayet etmiştir: «Yeryüzüne cennetten beş ırmak akar. Bunlar Seyhun, Ceyhun, Dicle, Fırat ve Nil nehirleridir. İnsanların bunlardan istifade etmeleri için mezkûr nehirler dağlara emanet edilmiştir, onların her biri dağdan çıkar. Ye'cüc ve Me'cüc yeryüzüne çıkana kadar onlar akmaya devam edeceklerdir. Onlar yeryüzüne çıkınca, Allahü teâlâ mushaflardan Kur'ân-ı Kerîm'i, âlimlerden ilmi, Beytullah'tan Hacerü'l-Esved'i, Hazret-i İbrahim ve Hazret-i Musa'nın makamlarını ve bu beş nehri Cebrail vasıtasıyla semaya kaldıracaktır. Bundan sonra insanlar dünya ve din işlerinden mahrum kalırlar.» Rabbim o günleri gören mü’minlerin yardımcısı olsun.

19

«İşte bununla sizin için hurmalıklardan, üzümlüklerden nice bağlar ve bahçeler yaptık ki içlerinde sizin için birçok yemişler vardır, onlardan yersiniz.»

20

«Ve bir ağaç yarattık ki, Tur-i Sina'dan çıkar. Hem yağ bitirir, hem de yiyenlere katık olur.»

21

«Davarlarda da sizin için ibretler vardır. Onların karınlarındakinden size içiririz. Sizin için onlarda daha birçok faydalar vardır. Ve onlardan yersiniz de.»

22

«Hem onların üzerinde, hem de gemilerin üstünde taşınırsınız.»

O gökten inen su ile bağlar, bahçeler, meralar, ormanlar, bitkiler ve çeşit çeşit yemişler oluşur. O meyvelerin kimi yazın, kimi kışın olur. O ağaçlar içinde öyleleri de vardır ki, hem, yağ verir ve hem de katık olur. Hâlik-ı Mutlak insanların etinden, sütünden, yağından, yününden, derisinden istifade etmeleri için davarlar yaratmıştır. O davarlarda insanlar için birçok ibretler ve faydalar vardır. İnsanlar arzu ettikleri yerlere kolayca gitmeleri için onların üzerinde ve gemilerde taşınırlar. Bütün bunlar Allahü teâlâ'nın kullarına olan ihsanıdır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «İşte bununla sizin için hurmalıklardan, üzümlerden, nice bağlar ve bahçeler yaptık ki içlerinde sizin için birçok yemişler vardır. Onlardan yersiniz de. Ve bir ağaç yarattık ki Tur-i Sina'dan çıkar. Hem yağ bitirir, hem de yiyenlere katık olur. Davarlarda da sizin için ibretler vardır. Onların kariniarındakinden size içiririz. Sizin için onlarda daha birçok faydalar vardır. Ve onlardan yersiniz de. Hem onların üzerinde, hem de gemilerin üstünde taşınırsınız.» Aklı olanlar için bunlarda ibretler ve hikmetler vardır. Bunların her biri Allah'ın varlığına ve birliğine delâlet eder. Bunca nimetlerin sahibine insan hâlâ şükretmeyecek mi? Çünkü her nimet sahibine şükrü gerektirir.

23

«Yemin olsun ki biz Nuh'u kavmine gönderdik de onlara dedi ki: Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka hiçbir tanrınız yoktur. Sakınmayacak mısınız?»

24

«Bunun üzerine kavminin ileri gelen kâfirlerinden bir gurup dediler ki: Bu, sizin gibi bir insandan başka bir şey değildir. Sizden üstün olmak istiyor. Şayet Allah dilemiş olsaydı melekler indirirdi. İlk atalarımızdan beri böyle bir şey işitmedik.»

Allahü teâlâ her kavme bir peygamber gönderdiği gibi, Nûh (aleyhisselâm)'u da kavmine peygamber olarak göndermiştir. Nûh (aleyhisselâm), kavmine şöyle demiştir: «Ey kavmim, Allah beni size peygamber olarak gönderdi. O'na kulluk edin, sizin O'ndan başka hiçbir tanrınız ve ma'bud"unuz yoktur. Putlara tapmakla Rabbinizin azabından korkmuyor musunuz?» Bunun üzerine kavminin ileri gelen kâfirlerinden bir gurup dediler ki: «Bu sizin gibi bir insandan başka bir şey değildir. O, sizden üstün olmak istiyor. Putlarınızı bıraktırıp kendisine tâbi olmanızı arzu ediyor. Eğer Allah kendisinden başkasına ibadet edilmemesini isteseydi, bunu bildirmek için melekler indirirdi. Biz ilk atalarımızdan beri böyle bir şey işitmedik. Nûh'dan başkası bize böyle bir şey söylemedi. Hem Âdemoğullarından peygamber olmaz, peygamber ancak meleklerden olur.» Nûh (aleyhisselâm)'un kavmi daha da ileri giderek onu mecnunlukla itham etmişlerdir.

25

«Bu adamda nedense biraz delilik var. Bir süreye kadar onu gözetleyin.»

26

«O da: “Ey Rabbim, beni yalanlamalarına karşılık, sen bana yardım et” dedi.»

27

«Biz de ona vahyettik ki: Bizim nezaretimiz altında sana bildirdiğimiz gibi gemiyi yap, nihayet buyruğumuz gelip sular kaynaymca her cinsten birer çifti ve aleyhine hüküm verilmiş olanın dışında kalan çoluk çocuğunu alıp gemiye bindir. O zulmedenler hakkında bana 'hitapta bulunma. Çünkü onlar boğulacaklardır.»

Nûh (aleyhisselâm) kavmini imana davet edince, onlar bu daveti kabul etmeyerek şöyle derler: «Bu adamda nedense biraz delilik var. Onu kendi haline bırakın ve ölene kadar da gözaltında bulundurun. Öldükten sonra ondan kurtulursunuz.» Kavmi kendisini yalanlayıp zulüm ve işkence etmeye başlayınca, Nûh (aleyhisselâm) onların zulüm ve işkencesine dayanamayarak Rabbine şöyle niyazda bulunur: «Ey Rabbim, beni yalanlamalarına karşılık sen bana yardım et.» Hâlik-ı Mutlak da duasını kabul edip şöyle buyurmuştur: «Bizim nezaretimiz altında sana bildirdiğimiz gibi gemiyi yap, nihayet buyruğumuz gelip sular kaynaymca her cinsten birer çifti ve aleyhine hüküm verilmiş olanın dışında kalan çoluk çocuğunu alıp gemiye bindir. O zulmedenler hakkında bana hitapta bulunma. Çünkü onlar boğulacaklardır.» Nûh (aleyhisselâm) ilâhi emir gereği üç katlı bir gemi yapar. Bu gemiye kendisine iman edenleri, aile efradını ve her canlıdan da birer çiftini alır. Sonra yeryüzünde büyük bir tufan başlar, her tarafı sular kaplar, iman etmeyenler boğulur. Boğulanlar arasında oğlu Kenan ile karısı da bulunur. Çünkü onlar da diğerleri gibi iman etmemişlerdi. İman edenler ilâhî azaba uğrayıp helak olmaktan kurtulurlar, iman etmeyenler ise boğularak ilâhî azaba uğrayıp helak olurlar.

28

«Sen ve beraberindekiler gemiye yerleşince: 'Bizi zalim kavimden kurtaran Allah'a hamd olsun' de.»

29

«Ve de ki: Rabbim, beni mübarek bir yere indir. Ve sen indirenlerin en hayırlısısın.»

30

«Şüphesiz ki, bunda nice ibretler vardır. Biz elbette insanları denemekteyiz.»

Nûh (aleyhisselâm), kendisine iman edenlerle beraber gemiye binince zalimlerin şerrinden kurtulmuştur. Kendisini zalimlerin zulmünden kurtaran Allah'a hamd edip nimetlerine şükretmiştir. Yüce Allah, bunu şöyle beyan ediyor: «Sen ve beraberindekiler gemiye yerleşince: 'Bizi zalim kavimden kurtaran Allah'a hamd olsun' de. Ve de ki: Rabbim,. beni mübarek bir yere indir. Soyumdan Âdemoğlunun neslini türet, çünkü sen indirenlerin en hayırlısısın.» Şüphesiz ki Allahü teâlâ’nın Nûh (aleyhisselâm)'a gemi yapmayı emretmesinde ve o gemi vasıtasıyla iman edenleri kurtarmasında, iman etmeyenleri ise helak etmesinde birçok hikmetler vardır. Hâlik-ı Mutlak bunu şöyle beyan ediyor: «Şüphesiz ki bunda nice ibretler vardır. Biz elbette insanları denemekteyiz.» Peygamberlerin kavimlerine gönderilmesinin sebebi, kendilerine ilâhî azap gelmeden önce ne gibi hareket ettiklerini ve peygamberlerin davetine uyup uymadıklarını denemek içindir. Peygamberlerin davetini kabul etmeyerek inkâr ve zulüm etmeleri helak olmalarının sebebidir. Çünkü Yüce Allah, peygamberlerini yalanlayıp âyetlerini inkâr edenlerden intikamını alacaktır. O, kullarının azaba uğramamaları için önce kendilerine peygamberler göndermiş ve o peygamberler vasıtasıyla kendilerini imana davet etmiştir. İman edenler kurtulmuş, etmeyenler ise helak olmuştur. Yüce Halik insanların ibret almaları için Nûh (aleyhisselâm)'un kıssasını Kur'ân-ı Kerim'de beyan etmiştir.

31

«Bunların ardından başka bir nesil yarattık.»

32

«Onlara da kendilerinden 'Allah'a ibadet edin, O'ndan başka tanrınız yoktur. Hâlâ sakınmayacak mısınız?' diyen bir peygamber gönderdik.»

33

«Onun kavminden - kendilerine refah verdiğimiz halde küfrederek âhirete kavuşmayı yalanlayan- bir gurup dedi ki: Bu sizin gibi bir beşerden başka bir şey değildir. Sizin yediklerinizden yiyor, içtiklerinizden içiyor.»

Nûh (aleyhisselâm)'un kavmi helak olduktan sonra, onların yerine Allahü teâlâ Âd kavmini yaratmış ve içlerinden de Hûd (aleyhisselâm)'u peygamber seçip kendilerine göndermiştir. Hûd (aleyhisselâm) kavmini imana davet edip kendilerine şöyle demiştir: «Ey kavmim, Allah'a ibadet edin, putlara tapmayın, çünkü sizin O'ndan başka tanrınız yoktur. Hâlâ Allah'ın azabından sakınmayacak mısınız? O halde neden O'na ibadet etmiyorsunuz?» Fakat kavminin ileri gelen kâfirleri birbirlerine şöyle derler: «Hûd da sizin gibi bir insandır. O da sizin gibi yer içer, aranızda hiçbir fark yoktur. Atalarınızın dinini bırakıp da onun dinine mi gireceksiniz?» Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Onun kavminden -kendilerine refah verdiğimiz halde küfrederek âhirete kavuşmayı yalanlayan - bir gurup dedi ki: Bu sizin gibi bir beşerden başka bir şey değildir. Sizin yediklerinizden yiyor, içtiklerinizden içiyor.» Hûd (aleyhisselâm)'un kavmi daha da ileri giderek aralarında şöyle konuşurlar.

34

«Eğer kendiniz gibi bir insana boyun eğecek olursanız, and olsun ki, bu takdirde siz mutlaka hüsrana düşenlerdensinizdir.»

35

«Öldüğünüz ve bir toprak, bir kemik olduğunuz zaman tekrar dirilmenizle sizi tehdit mi ediyor?»

Hûd (aleyhisselâm) kavminin iman etmesi için elinden gelen her türlü gayreti sarfeder, fakat kavmi asla iman etmez ve ileri gelenler halka şöyle derler: «Eğer siz kendiniz gibi bir insana iman edip tâbi olursanız, and olsun hüsrana uğrayanlardan olursunuz. O, sizi ölümünüzden sonra toprak ve kemik olduğunuz zaman tekrar dirilip dünyadaki yaptıklarınızdan hesaba çekilmekle mi tehdit ediyor?

36

«Halbuki tehdit edildiğiniz şey ne kadar, hem de ne kadar uzak.»

37

«Hayat ancak bu dünyadakidir. Ölürüz, yaşarız. Ama tekrar dirilecek değiliz.»

38

«O sadece Allah'a karşı yalan uyduran biridir. Biz ona inanmayız.»

Halbuki tehdit edildiğiniz şey çok uzaktır. Çünkü hayat ancak bu dünyadır. Biz yaşarız, ölürüz, yerimize çocuklarımız geçer. Fakat tekrar dirilmeyiz. O, böyle söylemekle Allah'a iftira edip yalan uyduruyor. Söylediklerine asla inanmayız.» Hüd (aleyhisselâm) kavminden bu sözleri işitince çok üzülür ve Rabbine niyaz edip onlara karşı yardım etmesi için dua eder.

39

«O peygamberler “Rabbim, beni yalancı saymalarına karşılık sen bana yardım et” dedi.»

40

«Allah da buyurdu ki: Az sonra pişman olacaklar.»

41

«Gerçekten onları müthiş bir çığlık yakaladı ve süprüntü yığını haline getirdik. Zulmeden kavim rahmetten uzak olsun.»

Hûd (aleyhisselâm) kavminin zulüm ve işkencesine dayanamaz, şerlerinden kurtulmak için Rabbine niyazda bulunur ve şöyle dua eder: «Rabbim, kavmimin beni yalancı saymalarına karşılık sen bana yardım et.» Hüd (aleyhisselâm). kavmini imana davet ettikçe onlar, bu daveti kabul etmiyorlar, küfürde direniyorlar ve her geçen gün isyan ve zulümlerini artırıyorlardı. Hûd (aleyhisselâm) onların iman etmelerinden ümidini kesince, Rabbine dua eder. Allahü teâlâ da duasını kabul edip şöyle buyurur: «Az sonra pişman olacaklar.» Sonra üzerlerine Cebrail'i gönderir. Cebrail gelip çok korkunç bir çığlık atar, o çığlığın korkusundan ödleri kopar ve bir süprüntü gibi oldukları yere yığılıp kalırlar. İşte böylece inkarcıların hepsi helak olup gider. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Gerçekten onları müthiş bir çığlık yakaladı ve süprüntü yığını haline getirdik. Zulmeden kavim rahmetten uzak olsun.» Allah'ın âyetlerini inkâr edip peygamberlerini yalanlayanlar her zaman ilâhî rahmetten uzaktırlar. Çünkü Hâlik-ı Mutlak «zulmeden kavim rahmetten uzak olsun» buyurmuştur. Görülüyor ki, âyetleri inkâr edip nefsine zulmedenler ilâhî rahmetten uzaktırlar.

42

«Sonra onların ardından başka nesiller var ettik.»

43

«Hiçbir ümmet kendi vaktim beriye alamayacağı gibi, geri de bırakamaz.»

44

«Sonra türbin ardı sıra diğer peygamberlerimizi gönderdik. Her ümmete peygamberi geldikçe onu tekzip ettiler. Biz de onları birbiri peşi sıra yok edip hepsim birer efsane yaptık. İnanmayan bir kavim rahmetten uzak olsun.»

Hûd (aleyhisselâm) 'un kavmi imandan yüz çevirip isyan ve zulümlerim artırınca Allahü teâlâ de onları helak edip yerine başka nesiller var etmiştir. Her kavmin eceli geldiği zaman o ecel ne bir saat öne alınır ve ne de bir saat geriye bırakılır. Vakti gelince vuku' bulur. Yüce Halik her kavme emir ve yasaklarını bildirmek için peygamberler göndermiştir. Fakat onlar peygamberlerini yalanlamışlardır. Allahü teâlâ da biribiri ardınca onları helak etmiştir. Şimdi onlar birer efsane olmuşlardır. Yerlerinde yeller esmektedir. Bu, onların inkârlarının ve küfürlerinin bir cezasıdır. Hâlik-ı Mutlak bunu şöyle beyan ediyor: «Sonra birbiri ardı sıra diğer peygamberlerimizi gönderdik. Her ümmete peygamberi geldikçe onu tekzip ettiler. Biz de onları birbiri peşi sıra yok edip hepsim birer efsane yaptık. İnanmayan bir kavim rahmetten uzak olsun.»

45

«Sonra Musa'yı ve kardeşi Harun'u mucizelerimizle, apaçık delillerimizle gönderdik.»

46

«Firavun'a ve erkânına. Bunun üzerine büyüklük tasladılar. Zaten mağrur bir topluluktular.»

47

«Bu yüzden dediler ki: Kavimleri bize kulluk edip dururken bizim gibi şu iki insana mı inanacağız?»

48

«İşte onları tekzip ettiler ve bu yüzden helake uğratılanlardan oldular.»

49

«Yemin olsun ki, biz Musa'ya doğru yola girsinler diye kitap verdik.»

Allahü teâlâ, Musa (aleyhisselâm) ile kardeşi Harun (aleyhisselâm)'u apaçık mucizeler ve delillerle Firavun ve kavmini imana davet etmek için göndermiştir. Onlar da Firavun ve avanesini imana davet etmiştir. Fakat Firavun ve maiyeti onların davetini kabul etmeyerek büyüklük taslamışlar ve «kavimleri bize hizmetçilik yapıp dururken, biz bu iki insana mı inanacağız? Biz bunlara asla inanmayız.» demişlerdir. Halbuki Yüce Halik onların hidayete ermesi için Musa (aleyhisselâm)'ya Tevrat'ı göndermiş ve peygamber olduğuna dair apaçık mucizeler ve deliller vermiştir. Onlar buna rağmen yine iman etmemişler, Musa (aleyhisselâm) ile Harun (aleyhisselâm)'u yalanlamışlardır. Hâlik-ı Zülcelâl de inkâr ve küfürleri yüzünden onları boğarak helak etmiş, böylece cezalarını vermiştir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «İşte onları tekzip ettiler ve bu yüzden helake uğratılanlardan oldular. Yemin olsun ki biz Musa'ya doğru yola girsinler diye kitap verdik.»

Allahü teâlâ her kavme imanı, küfrü, emir ve yasaklarını, iyiyi kötüyü, hayrı şerri, helâli ve haramı bildirmek için peygamberler göndermiş, o peygamberleri vasıtasıyla da toplumları imana davet etmiştir. Onların içinden iman edenler kurtulmuş, iman etmeyenler ise ilâhi azaba uğrayarak helak olmuşlardır. Bu, onların inkârlarının ve küfürlerinin bir cezasıdır. Allah'ın âyetlerini inkâr edip nefislerine zulmedenler cezalarını göreceklerdir.

50

«Biz Meryem'in oğlunu da, annesini de bir mucize kıldık. Her ikisini de pınarı bulunan, oturmaya elverişli yüksek bir yere yerleştirdik.»

Hazret-i Meryem'in kendisine bir erkek eli değmeden babasız olarak İsa (aleyhisselâm)'yı dünyaya getirmesi Allahü teâlâ’nın kudretinin delilidir. O, her şeye kadirdir, dilediğini yapar. Hazret-i Meryem, İsa (aleyhisselâm)'yı dünyaya getirdikten sonra suyu bol, oturmaya elverişli, yüksek bir yere yerleştirmiştir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Biz Meryem'in oğlunu da, anasını da bir mucize kıldık. Her ikisini de pınarı bulunan oturmaya elverişli, yüksek bir yere yerleştirdik.» İbn Abbas'a göre o yer Beyt-i Mukaddes'tir. Bazılarına göre o yer Şam'dır. Çünkü Şam, aynı özellikleri taşımaktadır. Bazılarına göre de o yer, Filistin, bazılarına göre ise Mısır'dır. Bu yerin şurası veya burası olması önemli değildir. Burada şayan-ı dikkat olan husus Hazret-i Meryem'e bir erkek eli değmeden ilâhî kudretin tecellisi olarak İsa (aleyhisselâm)'yi dünyaya getirmesidir.

51

«Ey peygamberler, temiz şeylerden yiyin, yararlı iş işleyin. Doğrusu ben yaptığınızı bilirim.»

Sonra Yüce Allah peygamberlerine şöyle buyurmuştur: «Ey peygamberler, temiz şeylerden yiyin, yararlı iş işleyin. Doğrusu ben yaptığınızı bilirim.» Bu hitap peygamberlerin şahsında ümmetlerinedir. Peygamberler masum oldukları için onların haram lokmaya tevessülleri mümkün değildir. Yapmış oldukları amelleri de ihlâsla yaparlar. Hiçbir zaman Allah'ın emirlerine muhalefet etmezler. Bu âyetten anlaşılan hüküm şudur: Haram ile yapılan ibadetlerde ih-Lâs olmaz. İhlâsla yapılmayan ibadetler ise Allah katına yükselmez ve sahibine de bir hayrı olmaz. Çünkü haram ibadetleri yok eder, kalbi karartır, Allah sevgisinden uzaklaştırır ve sahibini kötülüğe iter. Ancak helâl lokma yiyerek yapılan ibadetler Allah katında, değer kazanır, sahibini felaha, kurtuluşa götürür, Allah'ın rızasını kazandırır. Bunun için Yüce Halik peygamberlerine «temiz şeylerden yiyin, yararlı iş işleyin. Doğrusu ben yaptığınızı bilirim» buyurmuştur.

52

«Şüphesiz bu tek bir ümmet olarak sizin ümmetinizdir. Ben de sizin Rabbinizim. Benden korkun.»

53

«Ama insanlar din konusunda aralarında bölük bölük ayrıldılar. Her bölük kendi tuttuğu yoldan memnundur.»

54

«Bir süreye kadar onları kendi sapıklıklarıyla başbaşa bırak.»

55

«Kendilerine mal ve oğullar vermekle zannederler mi ki.»

56

«İyiliklerde onlar için acele davranmaktayız, hayır farkında değiller.»

Ey insanlar, sizin dininiz ve milletiniz tek bir din ve tek bir raülettir. Sizden önceki peygamberlere emredilen neyse size de o emredilmiştir. Allah katındaki din yalnız İslâm'dır. Bütün peygamberler onu tebliğ etmiştir ve hepinizin babası da Âdem'dir. Allahü Peâlâ da sizin Rabbinizdir. O'ndan başka Rabbiniz yoktur. O'nun emirlerine muhalefet etmekten sakının ve azabından korkun. Fakat insanlar din hususunda aralarında bölük bölük ayrılmışlar, kimi Yahudi, kimi Hıristiyan, kimi Mecusi olmuştur. Her biri de kendi yolundan memnundur. Ve kurtuluşun kendi dininde olduğunu zanneder. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Ama insanlar din konusunda aralarında bölük bölük ayrıldılar. Her bölük kendi tuttuğu yoldan memnundur. Ya Muhammed, bir süreye kadar onları kendi sapıklıklarıyla başbaşa bırak. Kendilerine mal ve oğullar vermekle iyiliklerinde acele ettiğimizi mi zannediyorlar? Hayır onlar farkında değiller.» Kendilerine bol bol nimetlerin ve evlâtların verilmesi onlar için bir imtihandır. Ve hiçbiri yaptıkları iyi amellerden dolayı kendilerine verilmemiştir, bilâkis azaplarının artması için kendilerine verilmiştir. Kâfirin elindeki varlığa imrenmek hiçbir zaman doğru değildir. Onun varlığı azabının artmasına sebeptir.

57

«Muhakkak ki, Rablerinden korkarak titreyenler.»

58

«Rablerinin âyetlerine inananlar.»

59

«Ve Rablerine eş koşmayanlar.»

60

«Rablerine döneceklerinden kalbleri ürpererek vermeleri gerekenleri verenler.»

61

«İşte onlar hayır işlerde yarış ederler ve o uğurda ileri geçerler.»

Bu âyet-i celilelerde de gerçek nıü’ıninlerin vasıflarından bahsedilmektedir. Onlar Allah'ın emirlerine muhalefet etmekten ve amellerinin kabul edilmeyeceğinden korkarak kalbleri titrer. O'nun âyetlerine iman edip Rablerine asla eş koşmazlar, ibadetlerini yaparlar, zekâtlarını verirler ve mallarından Allah yolunda tasadduk ederler. Âhiret günü Allah'ın huzurunda hesap vermekten korkarlar, hayır işlerde yarışırlar. İşte onlar Allah'ın sâlih kullarıdır. Yüce Allah onları şöyle beyan ediyor: «Muhakkak ki, Rablerinden korkarak titreyenler, Rablerinin âyetlerine inananlar ve Rablerine eş koşmayanlar, Rablerine döneceklerinden kalbleri ürpererek vermeleri gerekenleri verenler, işte onlar hayır işlerde yarış ederler ve o uğurda ileri geçerler.»

62

«Biz hiç kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemeyiz. Katımızda gerçeği söyleyen bir kitap vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.»

63

«Hayır, kâfirlerin kalbleri bundan habersizdir. Bundan başka da onların yapa geldikleri işler vardır.»

64

«En sonunda varlıklarını azapla yakaladığımız zaman hemen feryad edeceklerdir.»

65

«Bugün feryad etmeyin. Çünkü siz katımızdan yardım görmezsiniz.»

Allahü teâlâ hiç kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yük-Lemez. Her ferde gücünün yeteceğini emreder. Bu bakımdan insan mükellef olmadan hiçbir şeyden mesul tutulmamıştır. Mesul olması için yüklendiği görevin idraki içinde olması lâzımdır. Mükellef olmayan insan bu idrakten yoksundur, idrakten yoksun olanlar ise mesul değillerdir. Bu bakımdan İslâm dini kolaylık dinidir. Onda asla zorluk yoktur. Mensuplarına daima kolaylığı emretmiştir. Namazda ayakta duramayanlara oturarak, oturarak da kılanı ayanlara ima ile kılmaları için müsaade etmiştir. Ramazanda orucunu tutamayanların ramazanın dışında tutmalarına izin vermiş, hiç tutamayanlara ise bedel vermelerini emretmiştir. Hac da böyledir. Bizzat gidemeyenler yerine bir başkasını göndermek suretiyle o vazifeyi ifa etmiş olurlar. Görülüyor ki, İslâm'da her hususta kolaylık vardır. Buna rağmen hiçbir amel karşılıksız değildir. Hayır olsun, şer olsun her amel karşılığını mutlaka görecektir. Çünkü Allah katında insanların amellerinin yazılı olduğu bir kitap vardır. Bütün ameller onda yazılıdır, ona göre zerre kadar hayır yapan mükâfatını, zerre kadar şer yapan da cezasını görecektir. Bazılarına göre o kitap Levh-i Mahfuz'dur. Her şey orda yazılıdır. Bazılarına göre o kitap melekler tarafından yazılan insanların sağ ve sol omuzlarındaki amel defteridir. Kıyamet günü herkesin amel defteri eline verilecek ve kimseye zerre kadar haksızlık yapılmayacaktır.

Kâfirler Kur'an'ın haber verdiklerinden habersizdir. Çünkü onlar daima küfür ve isyan içindedirler. Bu yüzden onların amelleri asla mü’minlerinki gibi değildir. Zira mü’minler Allah'ın rızasını kazanmak için amel yaparlar ve katında hesaba çekilmekten de korkarlar. Kâfirler ise öldükten sonra dirilmeyi inkâr ederek imandan ve Allah'ın rahmetinden uzaklaşırlar. Onların sadece arzusu dünya menfaatidir. Şayet menfaatleri ellerinden gidecek olursa, hemen feryadı koparırlar. Ve Allah'a yalvarıp niyazda bulunurlar. Fakat yalvarmaları ve niyazları o gün asla kabul edilmez. Yüce Al lah bunu şöyle beyan ediyor: «Biz hiç kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemeyiz. Katımızda gerçeği söyleyen bir kitap vardır. Ve onlar haksızlığa uğratılmazlar. Hayır, kâfirlerin kalbleri bundan habersizdir. Bundan başka da onların yapageldikleri işler vardır. En sonunda varlıklarını azapla yakaladığımız zaman hemen feryad ederler. Bugün feryad etmeyin. Doğrusu katımızdan siz yardım görmezsiniz.» Mü’min her zaman Rabbini hatırlayacak, emirlerine itaat edecek ve yasaklarından kaçınacaktır. Kâfirlerin yaptığı gibi başına bir musibet geldiği veya bir sıkıntıya düştüğü zaman hatırlamayacaklar. Allah korkusu mü’minin kalbinde her an olacaktır. Hakiki mü’min, yanında Allah'ın ismi anıldığı zaman kalbi titreyen kimsedir.

66

«Âyetlerim size okunuyordu da siz ona ardınızı dönüyordunuz.»

67

«Büyüklük taslayarak gece ağzınıza geleni söylüyordunuz.»

68

«Bu sözü iyice düşünmediler mi hiç? Yoksa kendilerine daha önce geçen atalarına gelmeyen bir şey mi geldi?»

69

«Yoksa peygamberlerini tanımadılar da onun için mi inkâr ediyorlar?»

70

«Yahut 'onda bir delilik var' mı diyorlar? Hayır, onlara o gerçeği getirmiştir ama çoğu ondan hoşlanmamaktadırlar.»

Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e vahiy geldikçe onu kâfirlere okuyor, içlerinden bazıları iman ediyor, bazıları da büyüklük taslayarak gelen vahiyler hakkında, olur olmaz konuşuyor ve imandan yüz çeviriyordu. Halbuki Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in onlara haber verdiği şeyler, önceki peygamberlerin, atalarına haber verdiği şeylerin aynısıdır. Çünkü bütün peygamberler ümmetlerine tevhid akidesini tebliğ etmişlerdir. Her millete kendi içinden bir peygamber gönderilmiştir. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz, daha küçük yaştayken kavminin arasında «Muhammedü’l-Emin» lâkabım almıştı. Onun ne kadar dürüst olduğunu kavmi çok iyi biliyordu. Buna rağmen peygamber olduktan sonra onu tanımamış gibi hareket ederek kendisine çeşitli iftiralarda bulunmuşlardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan, ediyor: «Âyetlerim size okunuyordu de siz ona ardınızı dönüyordunuz. Büyüklük taslayarak gece ağzınıza geleni söylüyordunuz. Bu sözü iyice düşünmediler mi hiç? Yoksa kendilerine daha önce geçen atalarına gelmeyen bir şey mi geldi? Yoksa peygamberlerini tanımadılar da onun için mi inkâr ediyorlar? Yahut 'onda bir delilik var' mı diyorlar? Hayır, on-Lara o gerçeği getirmiştir ama çoğu ondan hoşlanmamaktadırlar.» Bugün de öyledir, insanların birçoğu gerçeklerden hoşlanmamaktadır. Çünkü ilâhi emirler, onların işine gelmiyor. Şayet ilâhi emirbere uyarlarsa, süfli emellerini tahakkuk ettiremeyeceklerdir. Bunun için de birçok insanlar gerçeklerden hoşlanmazlar.

71

«Şayet Hak onların heveslerine uysaydı, gökler, yer ve onlarda bulunanlar muhakkak ki bozulup giderdi. Hayır, biz kendilerine öğüt veren bir şey getirdik. Ama onlar öğütlerinden yüz çeviriyorlar.»

72

«Yoksa sen onlardan bir ücret mi istiyorsun? İşte Rabbinin ecri daha hayırlıdır. Ve O rızık verenlerin en iyisidir.»

73

«Aslında sen onları doğru bir yola çağırıyorsun.»

74

«Âhirete inanmayanlar ise bu doğru yoldan sapmaktadırlar.»

Yüce Allah kâfirler hakkında şöyle buyuruyor: «Şayet Hak onların heva ve heveslerine tâbi olsaydı, gökler, yer ve onlarda bulunanlar muhakkak ki bozulup giderdi. Hayır, biz kendilerine öğüt ve şeref veren bir Kur'an verdik. Ama onlar öğütlerinden yüz çeviriyorlar.» Kâfirler kendileri için öğüt ve şeref olan Kur'an'a iman etmekten yüz çevirmişlerdir. Halbuki Peygamber onları kurtuluşa ve Hakk'a davet ederken kendilerinden bir ücret talep etmemiştir. Doğru yol Allah'ın yoludur. Peygamberlerin, görevi de insanları O'nun yoluna davet etmektir. Fakat âhirete inanmayanlar bu doğru yoldan sapmışlardır. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Ya Muhammed, aslında sen onları doğru bir yola çağırıyorsun. Âhirete inanmayanlar ise bu doğru yoldan sapmaktadırlar.» Görüldüğü gibi âhirete inanmayanlar doğru yoldan sapmaktadırlar. Şayet onlar iman etmiş olsalardı, kurtuluşa ve saadete ererlerdi. İman etmeyenler asla kurtuluşa eremezler.

75

«Şayet biz onlara acıyıp da başlarındaki sıkıntıyı giderecek olursak yine azgınlıkları içinde bocalayıp kalırlardı.»

76

«Yemin olsun ki, biz onları azapla yakaladık. Ama yine de Rablerine boyun eğmediler. Onlar yalvarıp yakarmazlar.»

77

«Nihayet onlara şiddetli bir azap kapısı açtığımızda ümitsiz kalıverdiler.»

İman etmeyenlerin başlarına gelen musibetler, belâlar, sıkıntılar üzerlerinden kaldırılıp imana davet edilse yine iman etmezler, eski sapıklıklarına ve azgınlıklarına daha fazla dalarlar. Başlarına gelen musibetlerden ibret alıp Rablerine dönmezler. İman etmeyip peygamberlerini yalanlayanlar ilâhî azaba uğrayıp tarih sahnesinden silinmişlerdir. Buna rağmen arkalarından gelenler de, onlardan ibret almayarak isyan ve zulme dalmışlar, aynı akıbete uğramışlardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Şayet biz onlara acıyıp da başlarındaki sıkıntıyı giderecek olursak yine azgınlıkları içinde bocalayıp kalırlardı. Yemin olsun ki, biz onları azapla yakaladık. Ama yine de Rablerine boyun eğmediler. Onlar yalvarıp yakarmazlar. Nihayet onlara şiddetli bir azap kapısı açtığımızda ümitsiz kalıverdiler.» İmandan yüz çevirenlere ilâhî azap geldiği zaman her şeyden ümitlerini keserek donakalmışlardır. Çünkü sığınacak bir mercileri ve gidecek kapıları kalmamıştır.

Bu âyetlerin nüzul sebepleri hakkındaki rivayetler şöyledir: Peygamberimiz” (sallallahü aleyhi ve sellem) müşriklerin mü’minlere karşı yapmış oldukları zulüm ve baskılara üzülerek onların açlığa mübtelâ olması için beddua etmiştir. Allahü teâlâ da duasını kabul ederek müşrikleri yokluk ve kıtlık içinde bırakmıştır. Müşrikler bu açlığa ve yokluğa dayanamaz bir hale gelmişlerdir. Bunun üzerine Mekke'li müşriklerin reisi olan Ebü Süfyan, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek «Ya Muhammed, âlemlere rahmet olarak gönderildiğini söylüyorsun, aramızdaki akrabalık hakkı için Allah'a dua et de bizi bu açlıktan kurtarsın.» der. Peygamberimiz de bunun üzerine Rabbine dua ve niyaz eder. Yüce Allah da duasını kabul edip onları bu yokluk ve kıtlıktan kurtarır. O zaman bu âyet inmiştir.

78

«Sizin için kulaklar, gözler ve kalbler var eden Odur. Pek az şükrediyorsunuz.»

79

«Sizi yeryüzünde yaratıp türeten O'dur. Ve O'nun huzurunda toplanacaksınız.»

80

«Dirilten de, öldüren de O'dur. Gece ile gündüzün birbiri ardı sıra gitmesi de O'nun emrine bağlıdır. Hâlâ düşünmez misiniz?»

Yüce Allah insanlara sayılamayacak kadar nimetler vermiştir. Vermiş olduğu nimetlere kullarının şükredip, varlığını ve birliğini anlamaları için onlara işitecek kulaklar, görecek gözler, düşünecek kalbler vermiştir. Bunlar, Allah'ın birliğini anlayıp nimetlerine şükretmeleri için insanlara verilmiştir. Fakat insanlar bu nimetlere pek az şükrederler. Hem yeryüzünde insanları yaratıp var eden, dirilten ve öldüren O'dur. Gece ile gündüzün birbiri ardı sıra gitmesi, birinin uzayıp, birinin kısalması da O'nun emriyledir. Ey insanlar, bütün bunlardan ibret alıp hâlâ Allah'ın nimetlerine şükretmeyecek misiniz? Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Sizin için kulaklar, gözler ve kalbler var eden O'dur. Pek az şükrediyorsunuz. Sizi yeryüzünde yaratıp türeten O'dur. Ve O'nun huzurunda toplanacaksınız. Dirilten de, öldüren de O'dur. Gece ile gündüzün birbiri ardı sıra gitmesi de O'nun emrine bağlıdır. Hâlâ düşünmez misiniz?»

81

«Hayır, yine de öncekilerin dediklerini dediler.»

82

«Onlar demişlerdi ki: Ölüp toprak ve kemik yığını olduğumuzda mı diriltileceğiz?»

83

«Yemin olsun ki, biz ve daha önce de atalarımız bununla tehdit edilmişti. Bu eskilerin masallarından başka bir şey değildir.»

84

«De ki: Biliyorsanız söyleyin. Yer ve onda bulunanlar kimindir?»

85

«'Allah'ındır' diyecekler. 'Öyleyse ibret almaz mısınız' de.»

«Kâfirler, Allahü teâlâ'nın kendilerine vermiş olduğu bunca nimetlere şükrü terkederek sahibine karşı isyanda bulunmuşlardır. Onlar da ataları gibi öldükten sonra dirilmeyi inkâr ederek şöyle demişlerdir: «Etlerimiz çürüyüp toprak ve kemik olduktan sonra mı tekrar dirileceğiz? Bunun olması mümkün değildir. Yemin olsun ki, biz ve atalarımız daha önce de bununla tehdit edilmişti. Bu eskilerin masallarıdır; yazılır, söylenir, fakat şimdiye kadar böyle bir şey olmamıştır.» Yüce Allah onların bu iddialarını reddederek sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Ya Muhammed, onlara yerlerin, göklerin ve içinde bulunanların halikının kim olduğunu sor. Eğer bunların halikını biliyorsanız bana söyleyin» de. Onlar «yerlerin ve içindekilerin halikı Allah'tır» diyeceklerdir. Öyleyse hiç düşünmez misiniz ki, yerleri ve içindekileri yoktan var eden acaba öldükten sonra tekrar sizi var etmeye kadir değil midir?» Hâlik-ı Mutlak elbette kadirdir. Yoktan var eden, var olanı tekrar vücuda getirmeye elbette kadirdir. Çünkü bu yoktan var etmekten çok daha kolaydır. Uçsuz bucaksız kâinatın yaratılışı yanında insanların öldükten sonra tekrar diriltilmeleri çok daha kolaydır. Bunda şüphesi olanlar kendi yaratılışlarına baksınlar. Bir damla su içinde koskoca bir insanı bütün özellikleriyle gizleyen Hâlik-ı Mutlak nasıl olur da insanı tekrar dirütemez?

86

«'Yedi göğün Rabbi ve yüce arşın Rabbi kimdir?' de.»

87

«'Allah'tır' diyecekler. 'Öyleyse Ona karşı gelmekten sakınmaz mısınız?' de.»

88

«De ki: Her şeyin hükümranlığı elinde olan, barındıran, ama barınmaya muhtaç olmayan kimdir?»

89

«'Allah'tır' diyecekler. 'Öyleyse nasıl aldanıyorsunuz?' de.»

90

«Hayır, biz onlara gerçeği getirdik. Ama onlar doğrusu yalancıdırlar.»

Yüce Allah, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ya Muhammed, kâfirlere de ki: Bu yedi kat göklerin ve bu muazzam arşın Rabbi kimdir? Onlar hiç şüphesiz 'Allah'tır' diyeceklerdir. Öyleyse neden emirlerine karşı gelmekten sakınmıyorsunuz? Herşeyin hükümranlığı elinde olan, barındıran, ama barınmaya muhtaç olmayan kimdir? Yine 'Allah'tır' diyeceklerdir. Öyleyse nasıl başkalarına aldanıyorsunuz?» Gökleri, yeri ve bunlarda bulunanları yaratan Allah'tır. O'ndan başka yaratıcı, var edici, koruyucu, besleyici, rızıklandırıcı, muhafaza edici yoktur. Allah'a eş koşanlar bile gökleri ve yeri hiç şüphe etmeden Allah'ın yarattığını söylemektedirler. Fakat onlar kendilerini aldatarak Allah'a eş koşmuşlar, putlarının O'nun yanında kendilerine şefaatçi olacağını söylemişlerdir. Hâlik-ı Mutlak onların bu iddialarını reddederek şöyle buyurmuştur: «Hayır, biz onlara gerçeği getirdik. Ama onlar doğrusu yalancıdırlar.»

Allahü teâlâ peygamberleri vasıtasıyla her kavme gerçekleri bildirmiştir. Peygamber gönderip gerçekleri bildirmeden hiçbir kavmi muazzep etmemiştir. Önce peygamber gönderip gerçekleri bildirmiştir. O gerçeklere uyanlar hidayete erip kurtulmuşlar, uymayanlar ise dalâlete düşüp helak olmuşlardır. Çünkü insanoğlu hiçbir zaman bilmediğinden mesul tutulmamıştır.

91

«Allah hiçbir çocuk edinmemiştir. O'nun yanında hiçbir tanrı yoktur. Olsaydı o zaman her tanrı kendi yarattığı ile beraber gider ve birbirinden üstün olmaya çalışırlardı. Allah onların nitelendirdiklerinden münezzehtir.»

92

«O, görüleni de, görülmeyeni de bilir. Koştukları ortaklardan çok yücedir.»

Allahü teâlâ'nın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Çocuktan, aileden, yardımcıdan, ortaktan münezzehtir. Şayet birden fazla tanrı olsaydı, her tanrı kendi yarattığına hükmetmek isterdi. O zaman da tanrılar arasında ihtilâf doğar ve her biri üstünlük iddiasında bulunurdu. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Allah hiçbir çocuk edinmem iştir. O'nun yanında hiçbir tanrı yoktur. Olsaydı o zaman her tanrı kendi yarattığı ile beraber gider ve birbirinden üstün olmaya çalışırlardı. Allah onların nitelendirdiklerinden münezzehtir. O, görüleni de, görülmeyeni de bilir. Koştukları ortaklardan çok yücedir." Her şeyi yaratan O'dur. O, hiçbir şeye muhtaç değildir, her şey O'na muhtaçtır. Görüleni de, görülmeyeni de bilir.

93

«De ki: Rabbim onların tehdit olundukları şeyi bana mutlaka göstereceksin.»

94

«Ya Rabbi, o zaman beni zalimler güruhunun içinde bulundurma.»

95

«Biz onlara vaadettiğimizi sana göstermeye elbette kadiriz.»

96

«Sen kötülüğü en güzelle defet. Onların nitelendirmekte olduklarını biz çok iyî biliriz.»

97

«Ve de ki: Rabbim, şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım.»

98

«Rabbim, yanımda bulunmalarından sana sığınırım.»

Yüce Allah sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ey Rasülüm Muhammed, de ki: Rabbim, onların tehdit olundukları azabı şayet bana göstereceksen, o zaman beni zalimler güruhu içinde bulundurma.» Âlemlere rahmet olarak gönderilen iki cihan güneşi, Rabbine böyle niyazda bulunuyor. Hâlik-ı Zülcelâl de «biz onlara vaadettiğimizi sana göstermeye elbette kadiriz. Sen onların kötülüklerini ve suçlarını en güzel şekilde affederek sabret. Onların nitelendirmekte olduklarını biz çok iyi biliriz.» Yüce Allah'ın sevgili Peygamberine kâfirlerin yaptıklarına karşı sabrı tavsiyesi kıtal âyetinden öncedir. Kıtal âyetinin nüzûlüyle bu âyetin hükmü nesh edilmiştir. Sonra Allah Resulü, Rabbine şöyle niyazda bulunur: «Rabbim, şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım. Rabbim, yanımda bulunmalarından da sana sığınırım.» Âyet-i celilede âlemlere rahmet olarak gönderilen Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şeytanın şerrinden, hilesinden, vesvesesinden, saptırmasından Rabbine nasıl dua ve niyaz edeceği bildirilmiştir. Bu emir Peygamberimizin şahsında bütün ümmetine mahsustur. Çünkü peygamberler masumdurlar. Onlar şeytanın vesvesesiyle Rablerine asla isyan etmezler. Bu bakımdan emr-i ilâhi umumidir. Bir peygamber şeytanın kışkırtmasından ve vesvesesinden bu nisbette Rabbine sığınırsa ümmetinin elbette daha çok sığınması gerekir. Zira insanlar her an şeytanın hile ve vesvesesine kapılabilirler. Fakat peygamberler öyle değildirler. Buna rağmen âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber şeytanların kışkırtmasından ve yanında bulunmasından Rabbine sığınıyor.

99

«Onlardan birine ölüm geldiği vakit der ki: Rabbim beni geri çevir.»

100

«Belki yapmadan bıraktığımı tamamlar ve iyi iş işlerim. 'Hayır bu söylediği sadece kendi lafıdır.' Tekrar diriltilecekleri güne kadar arkalarında geriye dönmekten onları alıkoyan bir engel vardır.»

101

«Sura üflendiği zaman, o gün aralarındaki soy yakınlığı fayda vermez. Ve birbirlerine bir şey de soramazlar.»

Her insan dünyada yaptığının karşılığını Allah katında görecektir. İman edip sâlih ameller işleyenler mükâfatını, iman etmeyenler de cezasını göreceklerdir. İman etmeyenlerin ölüm anında gözlerinden perde kaldırılıp gidecekleri yeri ve uğrayacakları azabı görünce, yaptıklarına pişman olarak Rablerine şöyle niyazda bulunurlar: «Rabbim, beni geri çevir de sana iman edip emirlerini yerine getireyim, yasaklarından kaçınayım ve bu azaba uğramayayım.» îman etmeyenler gidecekleri yeri, uğrayacakları azabı görmüşler, o zaman tekrar dünyaya dönüp iman etmeyi arzu etmişler ve «Rabbim, beni geri çevir» demişlerdir. Yüce Halik onların bu arzusunu reddederek şöyle buyurmuştur: «Hayır, bu söylediği sadece kendi lâfıdır. Tekrar diriltilecekleri güne kadar arkalarında geriye dönmekten onları alıkoyan bir engel vardır. Onların dünyaya dönmek istemeleri iman etmek için değil, malına ve yakınlarına kavuşmak içindir. Sura üflendiği zaman, o gün aralarındaki soy yakınlığı fayda vermez. Ve birbirlerine bir şey de soramazlar.» Allahü teâlâ'nın bunu beyan etmesinin hikmeti mü’minlere tembih içindir. Onların bundan ibret alıp itaat ve amellerinde gaflet göstermemeleridir. İşte o zaman ölüm anında tekrar dünyaya dönmeyi arzu etmezler ve bir an önce Rablerine kavuşmayı isterler. Mü’min için ölüm Rabbine kavuşmaktır. Kâfirler için ise ölüm şiddetli bir azaba uğramaktır. Kıyamet günü sura üfürüldüğü zaman bütün canlılar dirilip oldukları yerden kalkarlar ve hesaba çekilmek üzere mahşer yerine toplanırlar. Sonra iman edenler mükâfatını görmek üzere cennete, iman etmeyenler de cezalarını çekmek için cehenneme giderler.

Bazılarına göre bu sur birinci surdur. O sur üfürüldüğü zaman yerde ve göklerde canlı bir şey kalmaz. O zaman ne akrabalık, ne de düşmanlık kalır. Fakat İbn Mes'ud'a göre bu sur ikinci surdur. İkinci surdan sonra bütün canlılar dirilip yerlerinden kalkarlar ve hesaba çekilmek üzere mahşer yerine gelirler. Herkes hakkında verilecek hükmü bekler. İnsanlar birbir sorguya çekilirler ve «bu falan oğlu falandır. Kimin bunda hakkı varsa gelsin hakkını alsın» diye bir çağına nida eder. Bu sözü işiten üzülür, mahzun olur ve şöyle der: «Benim, anamda, babamda, kardeşlerimde, eşimde, çocuklarımda hakkım var, onları alayım.» Bundan dolayı kıyamet günü baba oğuldan, oğul babadan, hanımı beyinden, beyi hanımından, kardeş kardeşten kaçar. Ve o gün herkes kendi başının derdine düşer.

102

«Tartıları ağır gelenler, işte onlar kurtuluşa ermiş olanlardır.»

103

«Tartıları hafif gelenler ise, işte onlar kendilerine yazık edenlerdir, cehennemde de ebedî kalırlar.»

104

«Ateş onların yüzlerini yalar, dişleri sırıtıp kalır.»

Kıyamet günü sura üflendiği zaman her canlı yerinden kalkıp hesaba çekilmek üzere mahşer yerine sevkedilecektir. Orada ilâhî terazide ameller tartılacak; sevabı ağır gelenler mükâfatını görmek üzere cennete, günahı ağır gelenler ise cezalarını çekmek üzere cehenneme sevkedilirler. Orada öyle bir azaba uğrayacaklar ki, üst dudakları ateşin şiddetinden başlarının ortasına kadar soyulacaktır, alt dudakları da göbeklerinin üstüne kadar inecektir. Ebû Hüreyre'nin Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'den rivayetine göre kâfirler cehennemde o kadar kabaracaklar ki yedi günlük mesafeden gözükecekler, dişleri Uhud dağı gibi olacak, dudakları kararıp göbeklerinin altına kadar inecek, gözleri dışarı fırlayacak, görenler korkudan ürperip kaçacaklardır. Bu, onların dünyadaki amellerinin karşılığıdır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Tartıları ağır gelenler, işte onlar kurtuluşa ermiş olanlardır. Tartıları hafif gelenler ise, işte onlar kendilerine yazık edenlerdir, cehennemde de ebedî kalırlar. Ateş onların yüzlerini yalar, dişleri sırıtıp kalır.»

105

«Âyetlerim size okunurken onları yalanlayanlar siz değil miydiniz?»

106

«Derler ki: Rabbimiz, bedbahtlığımız bizi yenmişti ve biz sapık bir kavim olmuştuk.»

107

«Rabbimiz, bizi buradan çıkar, tekrar günaha dönersek doğrusu zulmetmiş oluruz.»

108

«Allah da buyurdu ki: Yıkılıp gidin içersine. Benimle konuşmayın.»

Kıyamet günü kâfirler cehennem ateşinden kurtulmak için Allahü teâlâ'ya niyaz edip istekte bulunacaklardır. Yüce Allah onların bütün isteklerim reddedip kendilerine şöyle hitap edecektir: «Âyetlerim size okunurken onları yalanlayanlar siz değil miydiniz? Size bu günün geleceği bildirilmedi mi? Buna rağmen siz âyetlerimi ve âhiret gününü yalanladınız.» Bunun üzerine kâfirler «Rabbimiz, bedbahtlığımız bizi yenmişti, hidayeti terkedip sapık bir kavim olmuştuk. Rabbimiz, bizi buradan çıkar ve dünyaya döndür. Orada tekrar günah işlersek doğrusu o zaman kendimize yazık edip zulmetmiş oluruz.» derler. Hâlik-ı Mutlak kâfirlerin bu isteğim de reddederek şöyle buyurur: «Yıkılın gidin cehennemin içine. Bugün benimle konuşmayın.» Çünkü o günkü yalvarmanın bir anlamı yoktur. Artık her şey bitmiştir, sıra mükâfat veya mücâzat görmeye gelmiştir. O zamanki pişmanlık, yalvarma elbette fayda vermeyecektir. Kâfirler Allahü teâlâ’nın bu hitabım işitince cehennemden çıkmaktan ümitlerini keserler ve bir daha oradan çıkmak için istekte bulunmazlar. Fakat orada himar ve kelb gibi ulumaya başlarlar, ne söyledikleri anlaşılmaz.

Ömer'in oğlu Abdullah şöyle demiştir: «Cehennem ehli kırk yıl oranın bekçisine yalvarırlar ve şöyle derler: Ey Malik, bizim için Rabbine yalvar da bu azabı bize çektirmesin ve bizi öldürsün, böylece azaptan kurtulmuş oluruz.» Cehennemin bekçisi kırk yıl onlara cevap vermez ve kırk yıl sonra onlara şöyle cevap verir: «Siz burada ebedi kalacaksınız, size buradan asla çıkmak yoktur.» Cehennem ehli bu cevaptan sonra oradan asla çıkamayacaklarını anlarlar ve birbirlerine bakarak kelb gibi ulumaya başlarlar. Bu onların inkârlarının ve küfürlerinin cezasıdır. İman edenler mükâfatını, iman etmeyenler de cezasını göreceklerdir.

109

«Çünkü kullarımdan bir zümre vardır ki onlar 'Rabbimiz inandık, artık bizi bağışla, bize acı. Sen acıyanların en hayırlısısın" diyordu.»

110

«Siz ise onları alaya alıyordunuz, bunlar size beni anmayı unutturuyordu. 'Ve hep onlara gülüyordunuz.»

111

«Sabrettiklerinden dolayı bugün onları mükâfatlandırdım. Doğrusu onlar kurtulanların kendileridir.»

Allahü teâlâ'nın öyle kulları vardır ki, onlar gerçekten iman etmiş ve Rablerine şöyle niyazda bulunmuşlardır: «Rabbimiz, biz sana inandık, emirlerine itaat ettik, günahlarımızı bağışla, bize acı, sen acıyanların en hayırlısısın.» iman etmeyenler onlarla alay etmişlerdir. Mü’minler ise onların alaylarına aldırmayarak imanlarını daha da kuvvetlendirmişlerdir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Çünkü kullarımdan bir zümre vardır ki onlar 'Rabbimiz inandık, artık bizi bağışla, bize acı. Sen acıyanların en hayırlısısın.' diyordu. Siz ise onları alaya alıyordunuz, bunlar size beni anmayı unutturuyordu. Ve hep onlara gülüyordunuz.. Sabrettiklerinden dolayı bugün onları mükâfatlandırdım. Doğrusu onlar kurtulanların kendileridir.»

İmam-ı Mukatil'e göre bu âyet, Bilâl, Habbab, Süheyl, Süleyman ve arkadaşları hakkında nazil olmuştur. Kureyşli kâfirler onlarla alay edip gülerlerdi. Yüce Halik onlar hakkında şöyle buyurmuştur: «Sabrettiklerinden dolayı bugün onları mükâfatlandırdım. Doğrusu onlar kurtulanların ve saadete erenlerin kendileridir.»

112

«Buyurdu ki: Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?»

113

«Dediler ki: Bir gün veya daha az bir süre kaldık, sayanlara sor.»

114

«Buyurdu ki: Çok az bir süre kaldınız. Keşke bilseydiniz.»

115

«Sizi boşuna yarattığımızı ve bize hiç döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?»

Allahü teâlâ kıyamet günü kâfirlere dünyada ne kadar kaldıklarını soracaktır. Onlar da cevaben bir gün veya bir günden daha az kaldıklarını söyleyerek «bunu sayanlara sorun» diyeceklerdir. Kıyametin dehşetinden onlar ne kadar kaldıklarını unutacaklardır. Yüce Allah onları tevbih ederek «çok az bir süre kaldınız. Keşke ne kadar kaldığınızı bilseydiniz.» buyuracaktır. Zira dünyanın günleri âhiretin günlerinin yanında pek azdır. Çünkü dünyanın günleri geçicidir. Âhiretin günleri ise daimîdir. Bu bakımdan dünyanın günleri âhiretin günlerinin yanında pek azdır. Bunun için Hâlik-ı Mutlak «siz orada çok az bir süre kaldınız» buyurmuştur. Buna rağmen Yüce Allah insanları boş yere yaratmamıştır. Gökler, yer ve bunlar arasındaki varlıkların hiçbiri boşuna yaratılmamış, her birine bir görev verilmiştir. Her birinin görevi ayrı ayrı olsa da neticede hepsi insanlara hizmet için yaratılmıştır. İnsanlar da sadece Rablerine kulluk yapmak için yaratılmıştır. İnsanın asıl yaratılış gayesi budur. Bu yaratılış gayesinin dışına çıkanlar ve niçin yaratıldığını bilmeyenler elbette cezalarını göreceklerdir. Çünkü böylesine bir lütfa mazhar olan insan boş yere yaratılmamıştır. Hâlik-ı Mutlak bunu şöyle beyan ediyor: «Sizi boşuna yarattığımızı ve bize hiç döndürülmeye ceğinizi mi sandınız?» İnsanlar da kendilerine verilen bunca nimetleri ve lütufları unutarak, bu nimetlerin sahibine isyan edip yaratılış gayelerini unutmuşlardır. Yaratılış gayesini unutanlar yukarda da ifade edildiği gibi, verilen nimetlere nankörlük yaptıklarından dolayı cezalarını göreceklerdir. Bu bakımdan Hâlik-ı Zülcelâl «sizi boş yere yaratmadık» buyurmuştur.

116

«Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. O'ndan başka tanrı yoktur. Ve O yüce arşın Rabbidir.»

117

«Kim Allah'la beraber varlığına hiçbir delil olmadan başka tanrıya taparsa, onun hesabım Rabbi görecektir. Muhakkak ki küfredenler asla kurtulamazlar.»

118

«De ki: Rabbim, bağışla, merhamet et. Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın.»

Allahü teâlâ bütün noksan sıfatlardan ve ortaktan münezzehtir. O'nun şeriki ve benzeri yoktur. Gerçek hükümdar O'dur. O'ndan başka tanrı yoktur. Yerlerin, göklerin ve arşın sahibi, maliki, Rabbi O'dur. Kim, elinde bir delil ve hüccet olmadan başka bir tanrıya taparsa, onun cezasını Rabbi verecektir. Allah'a eş koşanlar mutlaka cezalarını göreceklerdir. Çünkü onlar asla felaha, kurtuluşa, saadete eremezler. Ancak iman edenler kurtuluşa, felaha, saadete kavuşurlar. Yüce Allah sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ya Muhammed, de ki: Rabbim, beni ve ümmetimi bağışla, bize merhamet et. Sen merhamet edenlerin en hayırlısının.» Görülüyor ki, Allah'ın rahmeti, affı ancak iman edenleredir. İman etmeyenler bu rahmetten ve Peygamber'in şefaatından mahrumdurlar.

0 ﴿