12

«Onu işittiğiniz vakit mü’min erkeklerle, mü’min kadınların kendilerinden hüsn-i zanda bulunup “bu apaçık bir iftiradır demeleri lâzım değil miydi?»

Bu âyet-i celilelerin nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) savaşa giderken hanımlarından birini de yanında götürürdü. Savaşa çıkmadan önce hanımları arasında kur'a çekerdi, kur'a hangisine isabet ederse onu beraberinde götürürdü. Beni Mustalik gazvesinde kur'a Âişe validemize çıkar ve bu savaşa Peygamberimizle o gider. Bu olayı Aişe validemiz şöyle nakleder: «Benî Mustalik gazvesinde kur'a bana çıkmıştı, ben de Resûlüllah'la beraber gazveye iştirak ettim. Bu gazve hicap âyeti indikten sonra oldu. Ben hevdeç içinde deveye yüklendim, savaşa öyle gittim, açık olarak deveye binmedim. Nihayet savaş bitti, ordu Medine'ye döndü. Ordu Medine'ye iki günlük mesafede konakladı. Ordu sabah erkenden Medine istikametine doğru harekete geçti. Ordunun harekete geçtiği sırada ben de ihtiyacımı gidermek için onlardan ayrıldım, beni göremeyecekleri kadar uzaklaştım, ihtiyacımı giderdikten sonra konakladığımız yere döndüm. Gelirken boğazımdaki gerdanlığın düştüğünü hissettim, onu aramak için tekrar geri döndüm. Ben gerdanlığımı ararken görevliler beni hevdecin içinde zannederek hevdeci deveye yüklemişler ve ordu ile beraber konak yerinden uzaklaşmışlar. Ben hafif olduğum için görevliler hevdecin içinde olup olmadığımı anlamamışlar. Çünkü o zamanki kadınlar aşırı şişman değillerdi. Onlar çok yemekten sakınıyorlar, ancak kendilerine yetecek kadar yiyorlardı. Bundan dolayı da şişman değillerdi. Konak yerine geldiğim zaman orada kimseleri göremedim ve bizim çadırın olduğu yere oturdum, hevdeçte olmadığımı anlarlar, geri dönüp beni buradan alırlar diye bekledim. O sırada beni uyku bastı, uyuyakaldım. Allah Resulü, ordunun konakladığı yeri kontrol için mutlaka arkasında bir görevli bırakırdı. Bu defa da Saffan ibn Muattal'i bırakmıştı. Saffan, konak yerinde dolaşırken benim uyuduğumu görmüş ve yüksek sesle «innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciün» demiştir. Bu sesi duyunca uyandım, hemen yüzümü örttüm. Vallahi Saffan bana bir kelâm söylemedi, devesini çöktürdü, ben deveye bindim. O da yularını eline aldı, ordunun gittiği istikamete doğru yollandık. Öğle mahallinde ordunun ikinci konak yerinde onlara yetiştik. Ordunun arkasından bizim geldiğimizi gören münafıkların başı Abdullah ibn Selûl hakkımda dedikodu yapmış.» Ürve bunu şöyle naklediyor:

«Abdullah ibn Selûl'ün bunu halk arasında yaydığı bana haber verildi. O gammazlık yaparak halk arasında bunu yaymış.» Bundan sonrasını Âişe validemiz şöyle naklediyor: «Medine'ye geldikten sonra bir ay kadar hasta yattım, bu dedikodulardan haberim yoktu. Meğer bu dedikodu halk arasında yayılmış. Ben Allah Resûlü'nden eski sevgi ve muhabbeti göremiyordum. Yanıma gelir «nasılsın» diye hatırımı sorar, hemen çıkıp giderdi. Ben de buna çok üzülüyordum. Ama sebebini anlamıyordum. Biraz iyi oldum, bir akşam def-i hacet için Ümmü Mistaliha ile onların evinin bulunduğu istikamete gittik. Bizim hacetimiz için gittiğimiz yer orasıydı. Dönüşümüzde Ümmü Mistaliha'nın ayağı sürçtü yere düştü, yerden kalkınca «Mistalih helâl olsun» dedi. Ben de kendisine «Bedir savaşma iştirak eden bir zata nasıl böyle söylüyorsun dedim. Bunun üzerine o da «ey Âişe, onun senin hakkında iftira edenlerin yalan haberini bana getirdiğini sen işitmedin mi?» dedi. Bunu duyunca hastalığım arttı, tekrar yatağa düştüm. Allah Resulü hatırımı sordu, ben de babamın evine gitmek için kendisinden izin istedim, o da müsaade etti, gelip olup bitenleri anama sordum. Anam beni teselli etti ve «kızım ,sen bunlara aldırma. Bir kadının nûr yüzlüleri olup da onu seviyorsa, başkaları onu çekemez, hakkında dedikodu yaparlar» dedi. Ben bunları duyunca «sübhânallah» dedim ve o gece sabaha kadar ağladım. Benim babamın evinde kaldığım gecenin sabahında Allah Resulü, Ali ile Üsame'yi çağırıp benim hakkımda onlara sorar. Üsame «Ey Allah'ın Resulü, senin ehlinde biz hayırdan başka bir şey görmedik» der. Ali de «Ey Allah'ın Resulü, Allah senin üzerine bir darlık kılmadı, ondan başka da senin hanımların var. Cariyesini çağır, sana onun hakkındaki bildiklerini söylesinler» demiş. Bunun üzerine Allah Resulü, Berire adındaki cariyeyi çağırır ve kendisine şöyle den «Ey Berire, sen Âişe hakkında bugüne kadar kötü bir şey duydun mu?» Berire, Allah Resûlü'ne şöyle cevap verir: «Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, onu küçük düşürecek hiçbir şey görmedim ve duymadım. Ancak kız iken annesi hamur yoğuruyordu, bunu koyunlardan koru diyorlardı, o da uykuya dalardı, koyun gelip hamuru yerdi. Bundan başka onun hiçbir ayıbım, kusurunu görmedim.» Allah Resulü, Berire'den bu sözleri işitince mescide gelip mimbere çıkar ve Abdullah ibn Übey'i tazir ederek cemaate şöyle hitap eder: «Ey mü’minler, içinizden bir kişi benim aile efradımı çok üzdü, onun hakkında söylenen yalan haber bana ulaştı. Aile efradım hakkında yalan iftirada bulunan kimse en şerli kimsedir. Kendisine iftira edilen zat ise hiçbir zaman benden izinsiz evime girmemiştir, o şerir hakkında bana kim yardım eder?» Âlemlere rahmet olarak gönderilen iki cihan güneşinin bu sözlerini dinleyen Muaz (radıyallahü anh) mimbere gelerek: «Ey Allah'ın Resulü, ben sana yardım ederim. Senin aile efradına iftira eden kimse eğer Evs kabilesinden birisi ise müsaade et, kafasını vurayım. Şayet Hazreç kabilesindense hakkında ne emredersen onu yaparız» der. Bunun üzerine iki kabile arasında ihtilâf çıkar, Allah Resulü, bu ihtilâfın büyümesine fırsat vermez, tarafları hemen yatıştırır.

Bundan sonrasını Aişe validemiz şöyle anlatır: «Ben iki gece bir gün hep ağladım, gözüme hiç uyku girmedi. Bu ağlamanın ciğerimi parçalayacağını zannediyordum. Ben ağlarken anam ve babam da yanımdan ayrılmıyordu. Evimize Ensârdan bir kadın geldi, müsaade alarak yanıma girdi, başucumda oturdu. Ben ağlarken o da benimle beraber ağlamaya başladı. Tam o sırada Allah Resulü yanımıza girdi, selâm verip oturdu. Bu dedikoduların çıktığı günden beri hiç yanımda oturmamıştı, bir aydır da bu mevzuda kendisini aydınlatacak bir vahiy gelmemişti. Allahü teâlâ'ya hamd ve sena ettikten sonra şöyle buyurdu:

«Ya Aişe, hakkında bana hep hayırlı olduğun bahsedildi. Şayet bu işte bir vebalin yoksa Yüce Allah senin paklığını bana bildirir, eğer senden bir günah, hata sâdır olduysa tevbe ve istiğfar et. Kul günahkâr olup o günahını ikrar ederek tevbe ederse Allah onun tevbesini kabul eder.» Allah Resûlü'nün bu sözlerinden sonra ağlamam kesildi, gözümden bir damla bile yaş gelmedi. Babama, «ben Resûlüllah'a ne cevap vereceğimi bilemiyorum, sen ona cevap ver» dedim. Babam da «vallahi Resûlüllah'a ben de ne diyeceğimi bilmiyorum» dedi. Genç olduğum için o sıra henüz Kur'an'dan yeteri kadar bilgi öğrenememiştim. Sonra Resûlüllah'a «ben size yapmadığım şeyi yaptım desem, Allah yapmadığımı biliyor. O, bildiğine göre yalan söylemiş olurum. Vallahi benimle sizin benzeriniz Yusuf'un babası Yakub gibidir. Bana düşen Yakub'un dediği gibi «artık bana güzelce sabır gerekir, anlattıklarınıza ancak Allah'tan yardım istenir.» Böyle konuşup döşeğime yattım. Allahü teâlâ'nın beni temize çıkaracağını umuyordum. Fakat hakkımda bir âyetin nazil olacağım hiç tahmin etmiyordum, yalnız Resûlüllah'ın rüyasında benim suçsuz olduğumun bildirileceğini tahmin ediyordum. Vallahi Peygamber yerinden kalkmadan kendisinde vahiy alâmeti belli oldu. Şakakları terledi, ellerinin üstünden bile terler çıkıyordu. Vahyin gelmesi tamamlandıktan sonra tebessüm ederek «Ya Âişe, müjdeler olsun, vallahi Allahü teâlâ seni bu dedikodudan temize çıkardı.» dedi. Bunun üzerine anam «Âişe kalk, Resûlüllah'ın elini öp» dedi. Ben «Resûlüllah'ın elini öpmem, benim hamd ve minnetim Allahü teâlâ'yadır. Çünkü beni temize çıkaran O'dur.» Bu vahiy ile Âişe validemiz hakkında on âyet gelmiş ve şöyle buyurulmuştur: «O uydurma haberi getirenler içinizden bir zümredir. Bunu kendiniz için kötü sanmayın. O sizin için hayırlı olmuştur. O kimselerden herbirine kazandığı günaha karşılık ceza vardır. İçlerinden elebaşılık yapana da en büyük ceza vardır. Onu işittiğiniz vakit mü’min erkeklerle, mü’min kadınların kendilerinden hüsn-ü zanda bulunup «bu apaçık bir iftiradır» demeleri lâzım değil miydi?»

12 ﴿