FURKAN SURESİ Bu sûre-i celile Kur'ân-ı Kerîm'in 25. sûresi olup Mekke'de nazil olmuştur, 77 âyetten ibarettir. Bu mübarek sûrenin âyetleri hak ile bâtılı tefrik ettiği için «Furkan» adını almıştır. Sûrenin ihtiva ettiği hususlar genel olarak şunlardır: Kur'ân-ı Kerîm'in nüzûlündeki hikmetler, Hâlik-ı Mutlak’ın bütün noksan sıfatlardan münezzeh oluşu, risalet ve nübüvvet, kıyametin ahvali, sâlih mü’minlerin nail olacakları nimetler. 1 «Hakkı bâtıldan ayırt eden Kur'an'ı kuluna bütün alemleri uyarmak üzere indiren Allah yücelerin yücesidir.» 2 «Ki göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur. O, hiçbir evlât edinmemiştir. Mülkünde de ortağı yoktur. Her şeyi yaratmış, bir ölçüye göre takdir buyurmuştur.» Hakkı bâtıldan, hayrı şerden, iyiyi kötüden, haramı helâlden, imanı küfürden ayırt eden Kur'an'ı kulu Muhammed'e bütün âlemleri uyarmak üzere indiren Allah'ın şanı ne yücedir. O, göklerin ve yerin halikıdır. Hiçbir çocuk edinmemiştir. Mülkünde de ortağı yoktur. O, her şeyi bir ölçüye göre yaratmış, ömrünü, ecelini, rızkını takdir etmiştir. Her varlık kendisi için takdir edileni görecektir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Hakkı bâtıldan ayırt eden Kur'an'ı kuluna bütün âlemleri uyarmak üzere indiren Allah yücelerin yücesidir. Ki göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur. O, hiçbir evlât edinmemiştir. Mülkünde de ortağı yoktur. Her şeyi yaratmış, bir ölçüye göre takdir buyurmuştur.» 3 «Onlar, O'nu bırakıp bir şey yaratmayan, aksine kendileri yaratılmış olan ve kendilerine fayda veya zarar veremeyen, Öldürmeye, diriltmeye ve ölümden sonra tekrar canlandırmaya gücü yetmeyen tanrılar edindiler.» Kâfirler, Allah'ı bırakıp elleriyle yaptıkları putlara tapınışlardır. Halbuki putları ne bir iyiliği celbedebilir ve ne de bir kötülüğü giderebilir. Putlar hiçbir şeye muktedir değillerdir. Her şeyi yoktan var eden, öldüren, dirilten, rızıklandıran, besleyen, koruyan, dirilten Allah'tır. Her şey O'na muhtaç, O, hiçbir şeye muhtaç değildir. Buna rağmen kâfirler Allah'ı bırakıp elleriyle yaptıkları putlara ilâh diye tapınışlardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Onlar, O'nu bırakıp bir şey yaratmayan, aksine kendileri yaratılmış olan ve kendilerine fayda veya zarar veremeyen, öldürmeye, diriltmeye ve ölümden sonra tekrar canlandırmaya gücü yetmeyen tanrılar edindiler.» Onlar şirk ve küfürlerinin cezasını mutlaka göreceklerdir. 4 «Küfredenler, «bu Kur'an, onun bir uydurmasıdır ve ona bu hususta bir başka topluluk yardım etmiştir' diyerek haksız ve asılsız bir söz uydurdular.» 5 «Ve dediler ki: (Bu âyetler) onun başkasına yazdırıp da kendisine sabah akşam okunmakta olan, öncekilerin masallarıdır.» Kâfirler âlemlere rahmet olarak gönderilen Allah Resulünü ve Kur'ân-ı Kerim'i yalanlayarak şöyle demişlerdir: «Bu Kur'an, onun bir uydurmasıdır ve ona bu hususta bir başka topluluk yardım etmiştir. O, bunları Yahudilerin ileri gelenlerinden ve şairlerinden bir guruba yazdırıp kendisine sabah akşam okunmakta olan, öncekilerin masallarıdır. Muhammed bunları saklar, halkı kendine çekmek için eskilerin masallarını ve hikâyelerini onlara anlatır.» Yüce Allah onların bu iddialarını şu âyet-i celilesiyle reddetmiştir. 6 «De ki: Onu göklerin ve yerin sırrını bilen indirmiştir. Şüphesiz ki O, çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir.» 7 «Ve dediler ki: Bu nasıl peygamberdir ki yemek yiyor, sokaklarda geziyor? Ona beraberinde bulunup uyaran bir melek indirilseydi ya.» 8 «Yahut kendisine bir hazine verilseydi veya besleneceği bir bahçe olsaydı ya. O zalimler dediler ki: Siz büyülenmiş bir adamdan başkasına tâbi olmuyorsunuz.» Kâfirler, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'i yalanlayarak Kur'an'ın eskilerin masalları olduğunu söylemişler ve Hazret-i Peygamber için de şöyle demişlerdir: «Muhammed nasıl peygamber olabilir? O da, bizim gibi yemek yer, su içer, sokaklarda gezer dolaşır. Şayet peygamber olsaydı kendisini uyaran bir melek yanında bulunması gerekirdi. Yahut kendisine bir hazine verilseydi veya besleneceği bir bahçe verilseydi de sıkıntı çekmeseydi daha iyi olmaz mıydı? Ne bir hazinesi var ve ne de beslenebileceği bir bahçesi var.» Kâfirler bu asılsız iddialarıyla beraber peygamberlerin melek olması gerektiğini veya halkın en zengini olması lâzım geldiğini ifade etmek istemişlerdir. Halbuki bütün peygamberler beşerdir. Beşer olmaları hasebiyle elbette yiyecek, içecek, gezecek, insanlarla beraber konuşacak, çalışacak, evlenecek, çocuk sahibi olacak, alışveriş edecektir. Bütün bunlar beşeriyetin gereğidir. Hem bugüne kadar, insanoğluna meleklerden peygamber gönderilmemiştir. Hatta bütün peygamberler kendi kavimleri içinden çıkmıştır. Görevleri itibariyle gönderildikleri kavmin dilini en iyi şekilde bilmesi gerekir. Bir peygamber gönderildiği kavmin dilini bilmezse, Allah'ın emir ve yasaklarını onlara nasıl tebliğ edecektir? Peygamberlerin görevi Allah'tan aldıkları emir ve yasakları insanlara tebliğ edip, onları dalâletten hidayete, küfürden imana, felâketten kurtuluşa, karanlıktan aydınlığa, cehaletten ilme, şerden hayıra, kötülüklerden iyiliğe, düşmanlıktan kardeşliğe davet etmektir, Böyle mesuliyetli bir görev elbette mahlûkatın en şereflisi ve en seçkini olan insanlara verilecektir. Yüce Allah kâfirlerin bu iddialarını reddederek sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Ya Muhammed, de ki: Onu göklerin ve yerin sırrını bilen indirmiştir. Şüphesiz ki O, çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir.» Ve dediler ki: «Bu nasıl peygamberdir ki, yemek yiyor, sokaklarda geziyor? Ona beraberinde bulunup uyaran bir melek indirilseydi ya. Yahut kendisine bir hazine verilseydi veya besleneceği bir bahçe olsaydı ya?» O zalimler dediler ki: «Siz büyülenmiş bir adamdan başkasına tâbi olmuyorsunuz.» Kâfirler, Allah Resulünü kehânet ve büyü ile itham ederek, mü’minlere «siz büyülenmiş bir adamdan başkasına tâbi olmuyorsunuz» diyerek zemmetmişlerdir. Halbuki en çok zemmedilenler kendileridir. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm onları şöyle tasvir ediyor: «Onlar zalimlerin, fâsıkların, hüsrana uğrayanların, esfel-i safiline düşenlerin, kâfirlerin ta kendileridir. İşte onlar elim bir azaba uğrayacaklardır.» 9 «Bir bak, sana nasıl misal getirdiler? Artık onlar sapmışlardır, bir daha yol bulamazlar.» Kâfirler, Allah Resulünün peygamberliğini inkâr ederek «Muhammed, şayet peygamber olsaydı hazineleri, bağ ve bahçeleri olurdu. Hem kendisinin peygamber olduğunu halka bildiren beraberinde bir melek bulunurdu. Halbuki böyle bir şey yok, o da bizim gibi yiyor, içiyor, geziyor, çarşı pazar dolaşıyor» demişlerdir. Yüce Halik onların bu iddialarını reddederek sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: “Ya Muhammed, bir bak, sana nasıl misal getirdiler? Artık onlar sapmışlardır, bir daha yol bulamazlar.» 10 «Dilerse sana bunlardan daha iyi olan, içlerinden ırmaklar akan cennetler verebilen ve köşkler kurabilen Allah yücelerin yücesidir.» Allah sevgili Peygamberine bunlardan çok daha hayırlısını, iyisini ve üstününü vermeye kadirdir. Onları peygamberine vermekten âciz değildir. Çünkü göklerin ve yerin sahibi, maliki, yaratanı, koruyanı, var edeni ve yok edeni Allah'tır. Her şey O'nundur. O, bunları kullarından istediğine verir. Kimse buna mani olamaz. Hâlik-ı Zülcelâl” bunu sevgili Peygamberine şöyle beyan ediyor: «Dilerse sana bunlardan daha iyi olan, içlerinden ırmaklar akan cennetler verebilen ve köşkler kurabilen Allah yücelerin yücesidir.» Ebû İmame, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir: «Rabbim benim için Mekke dağlarını altın edeceğim buyurdu. Ben onu istemedim, verdiğine şükrederek şakirdlerden olmak için Rabbime niyazda bulundum.» Ona ümmet olanın da hali böyle olmalıdır. Tamah ve hırstan uzak olarak, Rabbinin verdiği nimetlere şükredip dünyası için âhiretini, âhireti için de dünyasını terketmemelidir. Zaten hakiki mü’minin vasfı da budur. Şayet Hazret-i Peygamber dileseydi, Allah onun için Mekke'nin dağlarını altın yapacaktı. Fakat o istemedi. 11 «Bilâkis onlar kıyamet saatini de yalanladılar. Biz o saatin geleceğini yalanlayanlara öyle çılgın bir ateş hazırladık ki.» 12 «Bu kendilerine uzak bir yerden gözükünce onun kaynayışım ve uğultusunu duyacaklardır.» 13 «Elleri boyunlarına bağlı olarak dar bir yerden atıldıkları zaman orada yok olup gitmeyi isterler.» 14 «Bir kere yok olmayı değil, birçok kereler yok olmayı isteyin.» Kâfirler, yalnız Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'i inkâr etmekle kalmamışlar, kıyamet gününü de inkâr etmişlerdir. Allah onlar için elim bir azap hazırlamıştır. Kendilerine uzak bir yerden bu azap gösterilince onun kaynayışını ve uğultusunu duyacaklardır. Kâfirler, elleri boyunlarına bağlı olarak o ateşin içine atıldıkları zaman, orada yok olup gitmeyi isterler. Fakat onlar cehennemin azabını gördükçe bir değil, her an yok olmak isteyeceklerdir. Ama hiçbir zaman yok olamayacaklar, aksine azapları daha da artacaktır. Çünkü bu onların inkâr ve küfürlerinin cezasıdır. Nitekim Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) «kim bana yalan isnad ederse, onun yeri cehennemin iki gözünün arasıdır» buyurmuştur. Bunun üzerine sahabe «ey Allah'ın Resulü, cehennemin iki gözü var mıdır?» diye sorarlar. Cevaben «evet, Allahü teâlâ'nın . buyurduğunu işitmediniz mi?» demiştir. Yüce Halik kâfirlerin elim bir azaba uğrayacaklarını beyan edip şöyle buyurmuştur: «Bilâkis onlar, kıyamet saatini de yalanladılar. Biz o saatin geleceğini yalanlayanlara öyle çılgın bir ateş hazırladık ki. Bu kendilerine uzak bir yerden gözükünce onun kaynayışını ve uğultusunu duyacaklardır. Elleri boyunlarına bağlı olarak dar bir yerden atıldıkları zaman orda yok olup gitmeyi isterler. Bir kere yok olmayı değil, birçok kereler yok olmayı isteyin.» 15 «De ki: 'Bu mu daha hayırlıdır, yoksa müttekîlere vaad olunan ebedî cennet mi daha iyidir?' Ki bu, onlar için bir mükâfat, bir mercidir.» 16 «Onlar için orada diledikleri her şey vardır. Ve ebediyen orada kalırlar. Bu Rabbinin yerine getirilmesi istenen bir vaadidir.» “Âhiret nimetleri, dünya nimetlerinden daha hayırlı, daha üstündür. Allahü teâlâ müttekî kullarına cennet nimetlerini vaadetmiştir. Onlar orada ebedi kalacaklar ve arzu ettikleri her nimete nail olacaklar ve Rablerine «ey Rabbimiz, peygamberlerin dilinden bize haber verip vaadettiğin nimetleri ver» diye niyaz edeceklerdir. Bu, Rablerinin onlara vaadidir. Hâlik-ı Mutlak, bunu şöyle beyan ediyor: «Ya Muhammed, de ki: 'Bu mu daha hayırlıdır, yoksa müttekîlere vaad olunan ebedî cennet mi daha iyidir?' Ki bu, onlar için bir mükâfat, bir mercidir. Onlar için orada diledikleri her şey vardır. Ve ebediyen orada kalırlar. Bu Rabbinin yerine getirilmesi istenen bir vaadidir.» 17 «O gün Rabbin onları ve Allah'tan başka taptıklarını biraraya toplar ve 'şu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa kendileri mi yoldan saptılar?” der.» 18 «Onlar da derler ki: Hâşâ, seni bırakıp da başka dostlar edinmek bize yaraşmaz. Ama sen onlara ve babalarına nimetler verdin de, seni anmayı unuttular. Ve helaki hak eden bir kavim oldular.» Allahü teâlâ, kıyamet günü, kâfirleri ve taptıkları putları mahşer yerine toplar ve putlara «şu kullarımı doğru yoldan siz mi saptırdınız, yoksa kendileri mi yoldan saptılar?» diye sorar. Putlar da dile gelerek şöyle derler: «Hâşâ, ey Rabbimiz, seni bırakıp da başka dostlar edinmek bize asla yaraşmaz. Fakat sen bunlara ve babalarına dünyada bol bol nimetler verip, sıhhat ve uzun ömür verdin. Onlar da bu nimetleri gördükçe azdılar, gururlanıp kibirlendiler, peygamberlerini ve âyetlerini inkâr edip seni anmayı unuttular ve putlara tapmaya başladılar. Böylece helak olmayı hak ettiler.» Hâlik-ı Zülcelâl kıyamet günü her şeyi konuşturacak, o zaman herkesin yaptığı karşısına çıkacaktır. Ona göre hayır işleyenler mükâfatını, şer işleyenler de cezalarını göreceklerdir. 19 «İşte sizi söyledikleriniz de yalancı çıkardılar. Artık üzerinizden azabı çeviremez ve yardım göremezsiniz. Sizden zulmedenlere büyük bir azap tattıracağız.» Kıyamet günü kâfirlerin putları da kendilerini yalanlayacak ve onlara hiçbir faydası olmayacaktır. Kıyamet günü kâfirlere putlarının hiçbir faydası olmadığı gibi, bilâkis onların aleyhine şehadet de bulunacaklardır. Allah'a şirk koşup nefsine zulmedenlere Allah büyük bir azap tattıracaktir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «İşte sizi söyledikleriniz de yalancı çıkardılar. Artık üzerinizden azabı çeviremez ve yardım göremezsiniz. Sizden zulmedenlere büyük bir azap tattıracağız.» 20 «Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de şüphesiz yemek yerler, sokaklarda gezinirlerdi. Sabreder misiniz diye sizi birbirinizle deneriz. Ve Rabbin her şeyi hakkıyla görendir» Kâfirler, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ta'n ederek «Muhammed, nasıl peygamberdir? Bizim gibi yer, içer, sokaklarda dolaşır; halbuki peygamberler yemez, içmez, sokaklarda dolaşmaz» demişlerdir. Halbuki peygamberler de beşerdir, onların da yemeye, içmeye, gezmeye, evlenmeye, istirahate, uykuya, çalışmaya, konuşmaya ihtiyacı vardır. Allahü teâlâ insanoğluna kendi cinsinden peygamber göndermiş, hatta her millete kendi içinden peygamber göndermiş, hiçbir zaman meleklerden peygamber göndermemiştir. Hâlik-ı Zülcelâl bunu şöyle beyan ediyor: «Ya Muhammed, senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de şüphesiz yemek yerler, sokaklarda gezinirlerdi. Sabreder misiniz diye sizi birbirinizle deneriz. Ve Rabbin her şeyi hakkıyla görendir.» Bütün peygamberler yerler, içerler, sokaklarda gezinirler. Bu özellik sadece Hazret-i Muhammed'e mahsus değildir. Yukarda da ifade edildiği gibi peygamberler de beşerdir. Beşerin ihtiyaç duyduğu şeylere onlar da ihtiyaç duyacaktır. Bu bakımdan peygamberlerin yemesi, içmesi tabiidir. Allahü teâlâ kullarını birbiriyle dener. Onlardan kimini fakirlikle, kimini zenginlikle, kimini hastalıkla, kimini çeşitli musibetlerle, kimini çocuklarıyla, kimini komşularıyla dener. Hâlik-ı Zülcelâl kullarını çeşitli yollarla, muhtelif vasıtalarla imtihana tâbi tutar. Bu bakımdan kul her haline hamd edip Allah'ın verdiği nimetlere şükretmelidir. Çünkü bizi var eden de, yok eden de, bize veren de, alan da O'dur. Bize düşen, her halimize hamd etmek, verilen nimetlere şükretmek ve Allah'tan gelene sabretmektir. 21 «Bizimle karşılaşmayı ummayanlar 'Bize melek indirilmeli değil miydi veya Rabbimizi görmeli değil miydik?' derler. Yemin olsun ki, kendi kendilerine büyüklenmişler ve azgınlıkta çok ileri gitmişlerdir.» 22 «Melekleri görecekleri gün, işte o gün günahkârlara hiçbir sevinç haberi yoktur. Melekler, onlara 'iyi haber size yasaktır, yasak' derler.» 23 «Yaptıkları her işi ele alır ve onu toz duman ederiz.» Kâfirler, kıyamet günü tekrar dirilip mahşer yerinde Allahü teâlâ'nın huzurunda toplanmayı inkâr ederek şöyle demişlerdir: «Muhammed'in peygamber olduğunu bize bir melek indirilip de haber verseydi veya biz Rabbimizi görsek de, O haber verseydi, işte o zaman peygamber olduğuna inanırdık. Şimdi inanmayız.» Kâfirler böyle hareket etmekle kendi kendilerine büyüklenmişler ve azgınlıkta çok ileri gitmişlerdir. Azrail'i görecekleri gün, onlara hiçbir sevinç haberi verilmeyecektir. Hatta melekler tarafından 'şize iyi haber yasaktır, yasak» denerek azarlanacaklardır. Ve dünyada yaptıkları bütün işleri toz olup yok olacaktır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Kâfirler melekleri görecekleri gün, işte o gün günahkârlara hiçbir sevinç haberi yoktur. Melekler, onlara 'iyi haber size yasaktır, yasak' derler ve yaptıkları her işi ele alır ve onu toz duman ederiz.» Âyette geçen «hebâen mensurâ»yı Hazret-i Ali ile İbn Abbas (radıyallahü anh) farklı tefsir etmişlerdir. Hazret-i Ali'ye göre «hebâen» güneşin hüzmesindeki zerreciklerdir. Bunlar el ile tutulmaz, gölgede görülmez. Mensura da toz olup dağılmış şeylerdir. İbn Abbas (radıyallahü anh)'a göre «hebâen mensura» rüzgârın estiği zaman havaya uçurduğu toz topraktır. 24 «O gün cennet ehlinin kalacağı yer çok iyi, dinlenecekleri yer çok güzeldir.» 25 «Ve o gün gök beyaz bulutlar halinde parçalanacak, melekler bölük bölük indirileceklerdir.» 26 «O gün, gerçek hükümdarlık Rahman’ındır. İnkarcılar için yaman bir gündür o.» Allahü teâlâ kıyamet günü bütün insanları mahşer yerine toplayacak ve hesaba çekecektir. Cennetlik olanlar cennete, cehennemlik olanlar da cehenneme sevkedilecektir. O gün cennet ehline müjde verilip mikatta duracakları yer çok iyi, dinlenecekleri yer ise çok güzeldir. Kıyamet günü gök beyaz bulutlar halinde parçalanacak, melekler bölük bölük yere indirileceklerdir. Önce birinci gök yarılır, oradaki melekler yere indirilir. Onların sayısı yerdeki insanlardan ve cinlerden daha çoktur. Sonra ikinci kat gök yarılır, oradaki melekler de yere indirilirler. Onların sayısı ise birinci kat gökteki meleklerin ve yerdekileriri sayısından daha çoktur. Böylece yedi kat gök yarılır ve hepsindeki melekler yere indirilir. Sonra arşı yüklenen melekler yere indirilir, onların sayısını ancak Allah bilir. İşte o gün hüküm sahibi Allah'tır. O'ndan başka hüküm sahibi yoktur. O gün iman eden kullarını cennet nimetleriyle, iman etmeyen kâfirleri de elim bir azap ile cezalandıracaktır. Bu onların inkâr ve küfürlerinin cezasıdır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «O gün gerçek hükümdarlık Rahmanındır. İnkarcılar için yaman bir gündür o.» 27 «O gün, zalim kimse iki elini ısırarak: 'Ne olurdu ben de peygamberlerle beraber bir yol tutsaydım?' diyecektir.» 28 «Eyvah bana. Keşke falancayı dost edinmeseydim?» 29 «Yemin olsun ki, bana gelen Kur'an'dan o saptırdı beni. Şeytan insanı yapayalnız ve yardımsız bırakıyor.» Bu âyet-i celileler Ukbe ibn Muayt hakkında nazil olmuştur. Ukbe ticaretle uğraşır, bu maksatla sefere çıkardı. Her seferden dönüsünde, Mekke'nin ileri gelenlerine büyük bir ziyafet verir, bu ziyafete Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'i de davet ederdi. Ukbe iman etmemekle beraber sık sık Peygamberimizin yanına gider, uzun müddet otururdu. Bu bakımdan Allah Resulünü de ziyafete davet etmişti, Peygamberimiz davete iştirak eder, fakat yemek yemez ve «ey Ukbe, sen Allah'ın birliğine ve benim peygamberliğime iman etmedikçe yemeğini yemem» der. Bunun üzerine Ukbe Kelime-i Şehadet getirir, sonra Allah Resulü de onun yemeğini yerdi. Müşriklerin ileri gelenlerinden Übey ibn Halef, Ukbe'nin arkadaşıdır. O, Ukbe'nin Kelime-i Şehadet getirdiğini duyunca hemen yanına gelir «ey Ukbe, sen dinini bırakıp da bâtıl dine mi döndün?» der. Ukbe, müslüman olmadığını ifade ederek şöyle der: «Hayır, vallahi dinimden dönmedim. Fakat evime gelen bir kişi ben Kelime-i Şehadet getirmedikçe yemeğimi yemedi, onun yemeğimi yemesi için Kelime-i Şehadet getirdim.» Ukbe'den bu sözleri duyan Übey «demek ki sen bu sözü zalim birisinin sözü üzere söyledin» diyerek küfrünü bir defa daha ilân eder. Ukbe, arkadaşının hatırı için İslâm'dan döner ve Bedir savaşında Müslümanlara esir düşüp hapsedilir ve hapiste ölür. Übey ibn Halef de Uhud muharebesinde Resûlüllah tarafından katledilir. O, Ebû Cehiller gibi İslâm'ın ve Müslümanların amansız düşmanı idi. Sonunda küfrünün ve düşmanlığının cezasını gördü. İmam-ı Dahhak'ın rivayetine göre Übey Uhud muharebesinde Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e tükürür, tükrüğü kendi yüzüne düşer ve düştüğü yeri ateş gibi yakar, orada bir iz bırakır. Öldüğü zaman bile yüzündeki yanık eseri kendini gösterir. Yüce Allah bu âyeti inzal edip şöyle buyurmuştur: «O gün zalim kimse iki elini ısırarak: 'Ne olurdu ben de peygamberlerle beraber bir yol tutsaydım. Eyvah bana. Keşke falancayı dost edinmeseydim. Yemin olsun ki, bana gelen Kur'an'dan o saptırdı beni. Şeytan insanı yapayalnız ve yardımsız bırakıyor'.» İşte Ukbe ve benzerleri kıyamet günü böylece pişmanlık duyacaklardır. Fakat onların pişmanlığı asla kendilerine fayda vermeyecektir. Atâ, Ukbe hakkında şöyle demiştir: «Ukbe, iki elini yiyecek, yedikçe eli eski haline dönecek ve azabı böyle devam edecektir. Azabı böyle devam ederken iman etmediğine ve Peygamber'in yolundan gitmediğine pişman olup 'keşke ben Muhammed'e tâbi olup hidayete erseydim de, bu azabı çekmeseydim, bana yazıklar olsun. Ben neden Übey'e tâbi oldum? Beni imandan alıkoyan, Muhammed'i ve Kur'an'ı inkâr ettiren odur. Ben Muhammed'in peygamber olduğunu bildiğim halde şeytana uyup onu inkâr ettim,. Şimdi bana yazıklar olsun'.» Kıyamet günü Ukbe ve benzerleri böyle nadim olacaklardır. Ukbe, Übey ibn Halefi şeytana benzetmiştir. Çünkü o, şeytanın görevini yapmıştır. Şeytanın görevi de insanları Allah yolundan alıkoymaktır. İnsanları Allah yolundan alıkoyanlar şeytanın ta kendisidir. Bu âyet her ne kadar Ukbe hakkında indirilmiş ise de, hükmü umumidir. Ukbe gibi olanların hepsine şamildir. Bu bakımdan arkadaş seçerken şeytan ruhluları değil de, dini bütün olanları tercih etmek gerekir. Nitekim Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: «Kişi arkadaşının yolunda gider. Sizden herhangi biriniz arkadaşlık yapacağı insana iyi dikkat etsin.» Akıl sahiplerinin bundan ibret alıp ona göre arkadaş seçmesi gerekir. Kötü arkadaş insanı her türlü yola sevkeder. 30 «Peygamber dedi ki: Ey Rabbim, doğrusu kavmim bu Kur'an'ı bırakmıştı.» 31 «Böylece biz her peygambere suçlulardan bir düşman peyda ettik. Doğruyu gösterici ve yardımcı olarak Rabbin yeter.» Mekke'li müşrikler Kur'ân-ı Kerim'e iftira ederek, onun şiir, Peygamberimizin de sihirbaz olduğunu söylemişlerdir. Buna çok üzülen Allah Resulü «Ey Rabbim, doğrusu kavmim bu Kur'an'ı bırakmıştı» diyerek, onlardan müşteki olmuştur. Bunun üzerine Yüce Allah, sevgili Peygamberini teselli ederek şöyle buyurmuştur: «Ya Muhammed, böylece biz her peygambere suçlulardan bir düşman peyda ettik. Doğruyu gösterici ve yardımcı olarak Rabbin sana yeter.» Her peygambere kavmi tarafından düşmanlık yapıldığı gibi, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e de yapılmıştır. Allah'ın elçilerine her devirde düşmanlık yapılmış, hakaret edilmiş ve çeşitli işkencelere maruz bırakılmışlardır. Hâlik-ı Zülcelâl de zulüm ve küfürleri yüzünden onlara düşmanlık yapanları helak etmiştir. 32 «O küfredenler derler ki: 'Kur'an ona bir kerede indirilmeli değil miydi?' Halbuki biz onu senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle azar azar indirir ve ağır ağır okuruz.» Kâfirler, «Kur'an Muhammed'e neden bir defada indirilmedi, bir defada indirilse daha iyi değil miydi?» demişlerdir. Halbuki Kur'ân-ı Azimüşşan’ın peyderpey indirilmesinin birçok hikmetleri ve sebepleri vardır. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) son peygamber olduğu gibi, Kur'ân-ı Kerim de son kitaptır. O, dünyanın sonuna kadar gelecek olan bütün milletlerin ve toplumların ihtiyacına cevap verecektir. Böyle bir kitabın gelişi elbette diğer kitapların gelişinden farklı olacaktır. 23 yılda tamamlanan Kur'ân-ı Kerîm'in her âyetinin gelişi bir hikmete mebnidir. Peyderpey indirilen âyetlerin ezberlenmesi daha kolay olur". Kur'ân-ı Azîmüşşan şayet bir defada indirilseydi, yeni müslüman olanlara hükmü ağır gelecek ve belki de onlar müslüman olmaktan vazgeçeceklerdi. Bütün bu sebepler yüzünden Kur'ân-ı Kerîm bir defada indirilmemiş, peyderpey nazil olmuştur. Yüce Allah, bunu şöyle beyan ediyor: «O kâfirler derler ki: 'Kur'an ona bir kerede indirilmeli değil miydi? Halbuki biz onu senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle azar azar indirir ve ağır ağır okuruz.» 33 «Onlar sana bir misal getirmeye dursun, biz onun gerçeğini ve en iyi anlaşılanını sana getirdik.» 34 «Cehennemde yüzleri üstü toplanacak olanların, işte onların yeri çok kötü ve yolu çok sapıktır.» Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in düşmanları halkı İslâm'dan çevirmek için onlara çeşitli masallar ve düzmeceler anlatarak «biz Muhammed'in söylediklerinden daha iyisini söylüyoruz. Neden bize inanmıyor da, ona inanıyorsunuz?» diyerek halkı İslâm'a girmekten alıkoymaya çalışmışlardır. Yüce Allah onların bu bâtıl iddialarını reddederek sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Ya Muhammed, onlar sana bir misal getirmeye dursun, biz onun gerçeğini ve en iyi anlaşılanını sana getirdik.» İman etmeyenlerin hepsi biraraya gelseler, Kur'ân-ı Azimüşşan’ın en küçük âyetinin bile benzerini getirmeleri mümkün değildir. Beşerin kelâmı, hiçbir zaman Allah'ın kelâmının benzeri olamaz. Kur'an'a dil uzatanlar mutlaka cezalarını göreceklerdir. Onlar kıyamet günü yüz üstü süründürülerek cehenneme atılacaklardır. Onların gidecekleri yer çok kötü ve yolları çok sapıktır. Hâlik-ı Mutlak bunu şöyle beyan ediyor: «Cehenneme yüzleri üstü toplanacak olanların, işte onların yeri çok kötü ve yolu çok sapıktır.» 35 «Yemin olsun ki, biz Musa'ya kitap verdik. Kardeşi Harun'u da kendisine vezir yaptık.» 36 «'Âyetlerimizi yalanlayan kavme gidin' dedik. Neticede o kavmi yerle bir ettik.» Allahü teâlâ, Musa (aleyhisselâm)'ya Tevrat'ı indirmiş, kardeşi Harun (aleyhisselâm)'u da kendisine vezir yapmıştır. Her ikisini de Firavun ve kavmini imana davet etmek için görevlendirmiştir. Onlar da bu görevi yerine getirmek için, Firavun ve kavmini imana davet etmiş, fakat onlar bu daveti kabul etmemişlerdir. Musa ve Harun (aleyhisselâm)'un davetini kabul etmeyen Firavun ve kavmi küfür ve zulümlerini daha da artırmışlar, kendilerini Hakk'a davet edenlere düşman kesilmişlerdir. Yüce Halik, inkâr ve zulümleri yüzünden onları helak etmiştir. Hâlik-ı Zülcelâl bunu şöyle beyan ediyor: «Yemin olsun ki, Musa'ya kitap verdik. Kardeşi Harun'u da kendisine vezir yaptık. 'Âyetlerimizi yalanlayan kavme gidin' dedik. Neticede o kavmi yerle bir ettik.» 37 «Nuh kavmini de peygamberleri yalanladıkları vakit suda boğduk. Kendilerini insanlar için bir ibret yaptık. Zalimlere can yakıcı bir azap hazırladık.» 38 «Âd ve Semûd'u da, Res eshabmı ve bunların arasında birçok nesilleri de (helak ettik).» 39 «Her birine misaller vermiştik, ama dinlemedikleri için hepsini kırıp geçirdik.» 40 «Yemin olsun ki, onlar belâ yağmuruna tutulmuş olan kasabaya uğramışlardır. Onu görmediler mi? Hayır onlar tekrar dirileceklerini ummazlar.» Allahü teâlâ, her kavme emir ve yasaklarını bildirmek ve onları imana davet etmek için peygamberler göndermiştir. Hiçbir kavmi peygamber göndermeden mesul tutmamış ve azap etmemiştir. Ancak kendilerine peygamber gelip ilâhî emirler ve yasaklar bildirildikten sonra, imandan yüz çevirip zulmedenleri helak etmiştir. Nûh (aleyhisselâm)'u da kavmine peygamber olarak göndermiştir. Nûh (aleyhisselâm) kavmini yıllarca imana davet etmiş, fakat kavminin içinden pek az kimse iman etmiş, diğerleri küfürde diretmiştir. İman etmeyenler, zulüm ve küfürlerim daha da artırmışlar, Yüce Allah da onları kendilerinden sonra gelenlere ibret olması için suda boğarak helak etmiştir. Hâlik-ı Zülcelâl kâfirleri dünyada helak etmekle bırakmamış, âhirette onlar için elim bir azap hazırlamıştır. Âd kavmine de peygamber olarak Hûd (aleyhisselâm)u göndermiş, onlar da Nûh (aleyhisselâm)'un kavmi gibi peygamberlerini yalanlamışlar, zulüm ve küfürlerini artırdıkça artırmışlardır. Kendilerinden önce geçen kavimlerden ibret alıp iman etmedikleri için Allahü teâlâ onları da helak etmiştir. Sonra Semûd kavmine de Salih (aleyhisselâm)'i göndermiş, o da kavmini imana davet etmiştir. Onun kavmi de diğer peygamberlerin kavmi gibi kendisine iman etmemiş, küfür ve zulümlerinde ısrar etmişlerdir. Onlar da zulüm ve küfürlerinin cezasını görmüşlerdir. Hâlik-ı Mutlak, Res eshabına da Şuayb (aleyhisselâm)'ı göndermiştir. Kavmi de Şuayb (aleyhisselâm)’ın davetine icabet etmeyerek, putlara tapıp Allah'a şirk koşmuşlardır. Bunlar varlıklarına güvenerek her geçen gün küfür ve zulümlerini artırmışlar, Hâlik-ı Zülcelâl de küfür ve zulümlerinden dolayı onları helak etmiştir. Şuayb (aleyhisselâm)’ın kavminin davarları ve sığırları çok olduğundan onları sulamak için günün muayyen saatinde su kuyusunun başına toplanırlar ve onları sırayla sularlardı. Yine böyle bir gün hayvanlarını sularlarken ilâhî azap gelip hepsini yerin dibine batırmıştır. «Erresü» taşsız kuyu demektir. Bu bakımdan onlara Res eshabı denmiştir. Helak olan kavimler sadece bunlardan ibaret değildir, daha nice bilinmeyen milletler ve kavimler küfürleri ve zulümleri yüzünden helak olmuşlardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Âd ve Semûd'u da, Res eshabını ve bunların arasında birçok nesilleri de (helak ettik). Her birine misaller vermiştik, ama dinlemedikleri için hepsini kırıp geçirdik.» Âyette de belirtildiği gibi Kur'ân-ı Kerîm'de isimleri zikredilen ve zikredilmeyen kavimlerin helak oluş sebepleri, kendilerinden önce geçen peygamberlerin ümmetlerinden ibret alıp Hakk'a dönmemeleridir. Şayet onlardan ibret alıp iman ederek zulümden vazgeçselerdi, elbette helak olmazlardı. Halbuki onlar önceki milletlerin yurtlarında gezip onların nasıl helak olduklarını görmüşler, buna rağmen ibret alıp iman etmemişlerdir. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Yemin olsun ki, onlar belâ yağmuruna tutulmuş olan kasabaya uğramışlardır. Onu görmediler mi? Hayır onlar tekrar dirileceklerini ummazlar.» Kâfirler, ticaret için sefere çıktıklarında Lût (aleyhisselâm)'un kavminin helak olan şehirlerini görmüşler, bunlardan da ibret alıp Hakk'a dönmemişlerdir. Lût (aleyhisselâm)'un kavminin beş şehirden bir tanesi ayakta kalmış, diğerleri tarumar olmuştur. Çünkü onların halkı çirkin fiillere tevessül etmişler, peygamberlerinin uyarılarını asla dinlememişlerdir. Küfre dalıp çirkin işlerde bulunduklarından dolayı helak olmuşlardır. 41 «Seni gördükleri vakit 'bu mu Allah'ın gönderdiği elçi?' diye alaya almaktan başka bir şey yapmazlar.» 42 «'Gerçekten tanrılarımız üzerinde direnmeseydik bizi az kalsın onlardan saptiracaktı' derler. Azabı gördükleri vakit kimin yolunun sapık olduğunu bileceklerdir.» 43 «Heva ve hevesini kendisine tanrı edinen kimseyi gördün mü? Sen mi ona bekçi olacaksın?» 44 «Yoksa çoklarının söz dinlediklerini veya düşündüklerini mi sanırsın? Başka değil, onlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Belki yolları daha da sapıktır.» Bu âyet-i celile Ebû Cehil ve arkadaşları hakkında nazil olmuştur. Onlar Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'i gördükleri vakit alaya alır ve ”bu mu Allah'ın gönderdiği peygamber? Şayet tanrılarımız üzerinde ısrar edip direnme şeydik, az kalsın bizi babalarımızın dininden ve ilâhlarımızdan saptıracaktı» demişlerdir. .Onlar ilâhi azabı gördükleri vakit kimin yolunun doğru, kimin yolunun sapık olduğunu göreceklerdir. İşte o zaman gerçeği anlayacaklar, yaptıklarına pişman olacaklar, fakat bu nedametleri kendilerine asla fayda vermeyecektir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Gerçekten tanrılarımız üzerinde direnmeseydik, bizi az kalsın onlardan saptıracaktı' derler. Azabı gördükleri vakit kimin yolunun sapık olduğunu bileceklerdir. (Ya Muhammed!) heva ve hevesini kendisine tanrı edinen kimseyi gördün mü? Sen mi ona bekçi olacaksın? Yoksa çoklarının söz dinlediklerini veya düşündüklerini mi sanırsın? Başka değil, onlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Belki yolları daha da sapıktır.» Müşrikler heva ve heveslerini kendilerine put yapmışlardır. Onlardan kimileri helvadan put yapıp tapmışlar, acıktıkları vakit de onu yemişler, kimileri beğendikleri taşlara tapınışlardır. Kimileri elleriyle yaptıkları putlara, kimileri de taştan yonttukları putlara tapınışlardır. Böylece heva ve heveslerini kendilerine tanrı edinmişlerdir. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), onların iman etmeyerek bâtıl şeylere tapmasına çok üzülmüş, onları bu bâtıl şeylerden vazgeçirmek için her türlü sıkıntıya ve güçlüğe göğüs germiştir. Fakat onlar putlara tapmaktan yine vazgeçmemiştir. Yüce Allah sevgili Peygamberini teselli için «Ya Muhammed, sen mi ona bekçi olacaksın?» buyurmuştur. Çünkü onların çoğu söz dinlemezler ve Hakk'ı düşünmezler. Onlar tıpkı hayvanlar gibidir, belki onlardan daha da sapıktırlar. Çünkü hayvan sahibini tanımaktadır, onlar ise yaratanını, besleyenini, rızıklandıranını, koruyanını tanımamışlar, O'na isyan etmişlerdir. Bu bakımdan onlar, hayvanlardan daha aşağıdır. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Başka değil, onlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Belki daha da yolları sapıktır.» 45 «Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmez misin? İsteseydi onu durdururdu. Sonra biz güneşi ona delil kıldık.» 46 «Sonra onu yavaş yavaş kendimize çekmişizdir.» Kâinatın sahibi ve maliki olan Allah her şeye kadirdir. Güneşin doğup-batması, gece ile gündüzün birbirini takip etmesi, birinin uzayıp birinin kısalması, bütün gezegenlerin kendi yörüngelerinde seyretmeleri, yağmurun yağması, bulutların yer değiştirmesi hep Hâlik-ı Zülcelâl'in dilemesi ve irade siyledir. Hiçbir şey kendiliğinden hareket edemez. Bir zerre bile O'nun izni ve müsaadesi olmadan «yerinden hareket edemez. Yüce Allah, bunu şöyle beyan buyuruyor: «Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmez misin? İsteseydi onu durdururdu. Sonra biz güneşi ona delil kıldık. Sonra onu yavaş yavaş kendimize çekmişizdir.» 47 «Size geceyi örtü, uykuyu rahatlık kılan ve gündüzü çalışma zamanı yapan Allah'tır.» 48 «O'dur rüzgârları rahmetinin önünde müjdeci gönderen. Ve biz gökten tertemiz bir su indirdik.» 49 «Ki onunla ölü toprağa can verelim ve yarattığımız nice hayvan ve insanları sulayahm.» Hâlik-ı Zülcelâl yaratmış olduğu mahlûkat için geceyi bir örtü, istirahatlerini temin etmeleri, yorgunluklarını gidermeleri için de uykuyu rahatlık kılmış, maişetlerini temin ve ihtiyaçlarını gidermek maksadıyla da gündüzleri çalışma zamanı yapmıştır. Şayet geceler olmasaydı veya hiç gündüz olmasaydı insanların hali ne olurdu? O, gökten su indirip ölü toprağı dirilten, çeşit çeşit bitkiler, meyveler, sebzeler, mahsuller, bağlar, bahçeler, meralar, otlaklar, ormanlar bitirendir. O, gökten indirdiği su ile insanları ve hayvanları sulayan, yağmurun müjdecisi olan rüzgârı gönderendir. O, gökleri ve yeri ayakta tutandır. Bütün bunlar sizin O'na şükretmeniz içindir. Şayet siz şükrederseniz O üzerinizdeki nimetini artırır, nankörlük ederseniz size vermiş olduğu nimetleri alır. İşte o zaman azaba uğrarsınız. 50 «Yemin olsun ki, öğüt almaları için aralarında yer yer, türlü türlü ondan yağdırmışızdır. Buna rağmen insanların çoğu nankörlükte direnmişlerdir.» Hâlik-ı Zülcelâl, insanların öğüt almaları için yağmuru, memleketlere, kasabalara, beldelere zaman zaman yer yer ve türlü şekillerde yağdırmıştır. Şayet yağmur olmasaydı yeryüzünde hiçbir canlı yaşıyamaz, her yer çöle dönerdi. Canlıların hayat damarı sudur, susuz canlıyı düşünmek mümkün değildir. Bunun için Allahü teâlâ yağmuru zaman zaman indirmiştir ki, insanlar bunlardan ibret alıp nimetlerine şükretsinler. Buna rağmen insanların çoğu bu nimetleri unutarak nankörlük etmişlerdir. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Yemin olsun ki, öğüt almaları için aralarında yer yer, türlü türlü ondan yağdırmışızdır. Buna rağmen insanların çoğu nankörlükte direnmişlerdir.» İbn Mes'ud (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Yel, yağmurun müjdecisidir. Allahü teâlâ yeryüzüne indirdiği yağmuru taksim eder ve bir ölçüye göre indirir. Kendisine isyan eden toplumlardan o yağmuru çevirir, isyan etmeyenlerin üzerine gönderir. Eğer bütün toplumlar isyan içindeyse, o zaman yağmuru halkın olmadığı yerlere ve denize indirir. Böylece yeryüzündeki bitkiler ve canlılar zarara uğrar, insanlar da azaba uğrar. Çünkü yağmur rahmettir, yokluğu ise azaptır. Rahmetin olmadığı yerde azap başlar. Bazı tefsircilere göre âyette geçen «biz yağmuru döndürürüz» ifadesinin anlamı şudur: İnsanların Allah'ın hikmet ve kudretini düşünmeleri için bazan yağmuru çok, bazan da az yağdırır. Fakat kâfirler Allah'ın hikmet ve kudretini hiçe sayarak yağmuru bulutların ve yıldızların indirdiğini iddia ederler. Halbuki O'nun izni olmadan hiçbir zerre yerinden oynamaz. 51 «Eğer dileseydik her kasabaya bir uyarıcı gönderirdik.» 52 «O halde sen kafirlere uyma ve onlara karşı olanca gücünle savaş.» Allahü teâlâ sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Ya Muhammed, eğer dileseydik, her kasabaya bir uyarıcı gönderirdik. O halde sen kâfirlere uyma ve onlara karşı olanca gücünle savaş.» Hâlik-ı Zülcelâl eğer dileseydi, her kasabaya bir peygamber gönderir, o kasaba halkını imana davet ederdi. Fakat her kasabaya bir peygamber göndermemiş, bunun yerine Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i son peygamber olarak, bütün milletlere göndermiştir. Bu davet görevini de son peygambere vererek şöyle buyurmuştur: «O halde sen kâfirlere uyma ve onlara karşı olanca gücünle savaş.» Âlemlere rahmet olarak gönderilen peygamber, iman etmeyenlerle de sonuna kadar mücadele ve mücahede etmek için Rabbinden emir almıştır. O, âlemlere rahmet olarak gönderildiği gibi, imana davet görevi de kendisine verilmiştir. Bu ağır görevi yerine getirmek için iman etmeyenlere karşı olanca gücü ile savaşacaktır. Bu, onları huzura, rahmete, saadete, kurtuluşa, hidayete, mağfirete kavuşturmak içindir. Âlemlere rahmet olarak gönderilmesinin sebebi de budur. 53 «O'dur birinin suyu tatlı ve serinletici, diğerlerininki tuzlu ve acı olan iki deryayı salıverip de aralarına karışmalarını önleyen bir sınır koyan.» 54 «O'dur insanı sudan yaratarak, ona soy sop veren. Ve Rabbin her şeye kadirdir.» 55 «Allah'ı bırakıp kendilerine fayda ve zarar vermeyen şeylere kulluk edenler. Kâfir, Rabbinin aleyhine yardımcıdır.» Suyu acı ve tatlı iki deryanın yanyana akmasını, birbirlerine karışmadan, cereyan etmesini sağlayan O'dur. Tatlı su ile tuzlu suyun birbirinden ayrılmaması için Allah aralarına bilinmeyen bir engel koymuştur. Aynı dağın altından çıkan suyun birisi tatlı, birisi tuzlu, birisi de sıcak veya daha başka bir özelliğe sahiptir. Bu ince takdir ölçüsü sayesinde bunlar birbirine karışmazlar ve her birinin tadı, lezzeti ayrı ayrıdır. Bütün bunlar Allah'ın kudretinin eseridir. Hem bu kadar nehirlerin, yağmurların akıp toplandığı denizler bunca zamandır dolup boşaldıkları halde taşmazlar. Neden bunlar dolup taşmazlar? Bütün bunların bir hikmeti olsa gerektir. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «O'dur birinin suyu tatlı ve serinletici, diğerininki tuzlu ve acı olan iki deryayı salıverip de aralarına karışmalarını önleyen bir sınır koyan. Bu düzeni, bu plânı ve bu uygunluğu sağlayan ilâhi kudrettir. İşte O kudrettir insanı sudan yaratıp ona soy sop veren. İnsanın aslı bu sudur. Erkek olsun dişi olsun, ona soy sop bu sudan verilir. Hiç şüphesiz, bu sudan meydana gelen insan hayatı, gökten inen sudan meydana gelen bitkilerin hayatından çok daha farklıdır. İnsan suyunun bir damlasında gizli bulunan yüzbinlerce canlı hücreden birisi ana rahmindeki yumurtacıkta birleşmekle, kâinatın en üstün yaratığı olan insan meydana geliyor. Bir hücreden böyle mükemmel bir varlığın vücuda gelmesi Allah'ın kudretinin eseri değil de, nedir? Elbette bu Allah'ın kudretinin eseridir. Çünkü O, her şeye kadirdir. Hâlik-ı Mutlak bunu şöyle beyan ediyor: «O'dur insanı sudan yaratarak, ona soy sop veren. Ve Rabbin her şeye kadirdir.» Buna rağmen kâfirler Allah'a eş koşarak kendilerine zarardan başka bir faydası dokunmayan putlara taparlar. Verdiği nimetlere şükretmezlerken, dinini yalanlayıp O'na savaş açarlar. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Allah'ı bırakıp kendilerine fayda ve zarar vermeyen şeylere kulluk ederler. Kâfir, Rabbinin aleyhine yardımcıdır.» Kâfir ve fâsıkların Allah'a savaş açması, dinine karşı çıkmaları ve emirlerini tanımamalarıdır. Yoksa hiçbir varlık Allah'a savaş açamaz. Çünkü her şey O'nun yed-i kudretindedir. Bu ifade onların amellerinin çirkinliğini ve uğrayacakları azabın şiddetini ortaya koyar. Kâfirler, inkârlarının ve küfürlerinin cezasını göreceklerdir. 56 «Biz seni sadece bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.» 57 «De ki: Buna karşılık ben sizden bir ücret değil, sadece Rabbine doğru bir yol tutmak isteyen kimseler olmanızı istiyorum.» 58 «Ölümsüz diri olan Allah'a güven ve O'nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarından haberdar olarak kendisi yeter.» 59 «Gökleri, yeri ve ikisinin arasmdakileri altı günde yaratan, sonra da arşa hükmeden Rahmân'dir. Bunu haberdar olana sor.» Allahü teâlâ, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i emirlerine itaat eden kulları için müjdeci, itaat etmeyen kulları için de uyarıcı ve korkutucu olarak göndermiştir. Bütün peygamberlerin görevi, insanları Allah'ın dinine davet edip bu davete uyanları mükâfatıyla müjdelemek, uymayanları da azabıyla korkutmaktır. Son peygamber de müjdeci ve uyarıcı olarak gönderilmiştir. Buna karşılık o tebliğ görevini yaparken onlardan bir ücret talep etmemiş, onları sadece Allah'ın dinine davet edip emirlerini tebliğ etmiştir. Kâfirler ise, Allah Resulünün bu daveti bir ücret karşılığı yaptığını ileri sürerek «Muhammed, yaptığı davetten dolayı bizden bir ücret talep ediyor» demişlerdir. Halbuki o, kâfirlerin mallarım, makamlarını, mevkilerini istememiş; sadece kendisine verilen görevi tebliğ etmiştir. O, bunu yaparken Rabbine güvenip O'ndan yardım istemiş ve O'nu hamd ile tesbih etmiştir. Çünkü O, kullarının yaptıklarından haberdardır. Gökleri, yeri ve ikisinin arasmdakileri altı günde yaratan, sonra arşa hükmeden O'dur. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Biz seni sadece bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. De ki: Buna karşılık ben sizden bir ücret değil, sadece Rabbine doğru bir yol tutmak isteyen kimseler olmanızı istiyorum. Ölümsüz diri olan Allah'a güven ve O'nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarından haberdar olarak kendisi yeter. Gökleri, yeri ve ikisinin arasmdakileri altı günde yaratan, sonra da arşa hükmeden Rahmân'dır. Bunu haberdar olana sor.» Allah'tan başka kâinatta ne varsa hepsi ölüme mahkûmdur. Ölmeyecek olan hiçbir varlık yoktur. Bir gün gelecek, hepsi ölecektir. Ölmeyecek olan yalnız Allah'tır. Hamd ve ibadet de yalnız O'na mahsustur. O'ndan başka hamd ve ibadete lâyık yoktur. O, kullarının yaptığı her şeyden haberdardır. Hiçbir şey O'nun bilgisinden gizli değildir. Gökleri, yeri ve ikisi arasmdakileri altı günde yaratan, sonra arşa hükmeden O'dur. 60 «Onlara 'Rahmân'a secde edin' denildiği zaman 'Rahman da nedir? Senin bize emrettiğine mi secde edeceğiz' derler. Ve bu, onların nefretini artırır» 61 «Gökte burçlar yaratan, orda ışık saçan güneş ve aydınlatan ayı var eden Allah yücelerin yücesidir.» 62 «O'dur iyice düşünüp ibret almak veya şükretmek isteyen kimseler için gece ile gündüzü birbiri ardınca getiren.» Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) kâfirleri imana davet edip, «Rahmân'a secde edin» dediği zaman, onlar «Ya Muhammed, senin Rahman dediğin kimdir? Bize emrettiğine mi secde edeceğiz? Biz Müseyleme'den başka Rahman tanımıyoruz, ondan başkasına da secde edemeyiz» demişlerdir. Küfürlerinin esiri olan kâfirler, Allah Resulünün bu davetini işitince kendileri gibi küfür içinde yüzen birisini «Rahman» ilân etmişlerdir. Halbuki Rahman gökte burçlar yaratan, orada ışık saçan güneş ve ziya veren ay'ı var edendir. O Rahman ki, yücelerin yücesidir. Hâlik-ı Mutlak bunu şöyle beyan ediyor: «Gökte burçlar yaratan, orada ışık saçan güneş ve aydınlatan ay'ı var eden Allah yücelerin yücesidir. O'dur iyice düşünüp ibret almak veya şükretmek isteyen kimseler için gece ile gündüzü birbiri ardınca getiren.» Buruç: Lügatta burcun cem'idir. Yüksek makamlar, köşkler, saraylar demektir. İlim adamlarına göre burcun sayısı on iki olup şunlardır: Hamel, Sevr, Cevza, Seratan, Esad, Sümbüle, Mizan, Akrep, Kavs, Cedi, Delv, Hut adındaki burçlardır. Onların da gökteki sıralanışı şöyledir: Hamel ile Akrep, Merih yıldızının menzilleridir. Sevr ile Mizan, Zühre yıldızının menzilleridir. Cevza ile Sünbüle, Utarit yıldızının menzilleridir. Seretan, Kamer'in menzilidir. Esad, Güneşin menzilidir. Kavs ile Hut, Müşteri yıldızının menzilleridir. Cedi ile Delv, Zühal yıldızının menzilleridir. Bu burçlar tabiat itibariyle de üçer üçer olarak dört kısma ayrılmıştır. Ve şunlardır: Hamel, Esad ve Kevs burçları ateş burcudur. Sevr, Sümbüle ve Cedi burçları yer burçlarıdır. Cevza, Mizan ve Delv burçları Hevaiyye burçlarıdır. Seratan, Akrep ve Hut burçları da su burcudur. Bütün bunlar Allahü teâlâ'nın kudretiyle ve dilemesiyledir. Kullarının iyice düşünüp ibret alarak nimetlerine şükretmeleri için gece ile gündüzü birbiri ardınca getiren birini uzaltıp diğerini kısaltan O'dur. Her şey O'nun dilemesiyle vücuda gelmiştir. 63 «Ve Rahmân'ın kulları onlardır ki, yeryüzünde mütevazı olarak yürürler. Bilgisizler kendilerine lâf attıkları zaman onlara güzel sözler söylerler.» Yüce Allah'ın rahmetine müstehak olan kullan yeryüzünde tevazu ve vakarla yürüyüp gezerler. Asla kibirlenmezler, isyan etmezler, Rablerinin emirlerine itaat edip yasaklarından sakınırlar. Kimseye kötülük düşünmezler. Bilgisizler, fâsıklar ve zalimler kendilerine kötü söz söyledikleri zaman, onlara en güzel sözle mukabele ederler. Kötü söz söyleyip günaha girmezler. Onların bütün arzusu Allah'ın rızasını kazanmaktır. Yüce Halik onları şöyle vasfediyor: «Ve Rahmân'ın kulları onlardır ki, yeryüzünde mütevâzi olarak yürürler. Bilgisizler kendilerine lâf attıkları zaman onlara güzel sözler söylerler.» 64 «Onlar ki, geceleri Rableri için kıyama durarak ve secdeye vararak geçirirler.» 65 «Ve onlar ki, 'Rabbimiz, bizden cehennem azabını uzaklaştır. Doğrusu onun azabı sürekli ve acıdır' derler.» 66 «Hakikat orası kötü bir yer ve kötü bir duraktır.» 67 «Onlar ki, infak ettikleri zaman ne israf ederler, ne de cimrilik ve ikisi arasında orta bir yol tutarlar.» Bu âyet-i celilelerde sâlih kimselerin vasıfları zikredilmektedir. Onlar geceleri boş yere geçirmezler, Rableri için namaz kılarlar, secdeye kapanırlar, zikir ederler, niyaz ederler, yalvarırlar ve «Rabbimiz, bizden cehennem azabım uzaklaştır. Doğrusu onun azabı sürekli ve acıdır. Çünkü orası kötü bir yer ve kötü bir duraktır» derler. Onlar Allah yolunda infak ettikleri zaman israfa da dalmazlar, cimrilik de yapmazlar. İkisinin ortası bir yol takip ederler. Nitekim Peygamberimiz: (sallallahü aleyhi ve sellem) «işlerin en hayırlısı orta olandır» buyurmuştur. Fıkıhcılar, günah ve masiyet işlenen yerlere harcanan her şeyin israf olduğunu söylemişlerdir. Cimrilik ise Allah yolunda infak etmemektir. Orta yol da sahabenin yoludur. Onlar açlıklarını giderecek kadar yerler, avret mahallerini kapatmak için giyinirler. Ne midelerini çeşitli yemeklerle doldurmak için yerler, ne de zinetlerini göstermek için giyinirler. Bunu yaparken israftan da, cimrilikten de sakınırlar. Çünkü her ikisi de yasaklanmıştır. 68 «Onlar ki, Allah'ın yanında başka bir tanrıya tapıp yalvarmazlar. Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar. Zina etmezler. Kim de bunları yaparsa günaha girmiş olur.» 69 «Kıyamet günü azabı kat kat olur. Ve orada alçaltılarak ebediyen bırakılır.» 70 «Ancak tevbe eden, iman edip sâlih amel işleyenlerin, işte onların Allah kötülüklerini iyiliklere çevirir, Allah çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir.» 71 «Kim de tevbe edip sâlih amel işlerse şüphesiz ki, o, Allah'a gereği gibi yönelmiş olur.» İman edenler, Allah'tan başkasını tanrı edinip tapmazlar ve yardım beklemezler. Yalnız Allah'a ibadet edip O'ndan yardım beklerler. Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler. Ancak üç sınıf müstesnadır. Onlar cezalarının karşılığı olarak öldürülebilirler. 1 — Kasten adam öldürenler (kısasa kısas olarak). 2 — Evli oldukları halde zina edenler (recm edilerek öldürülürler). 3 — Dininden dönen mürtedlerin ceza olarak öldürülmesi. Allah'ın sâlih kulları zina etmezler, başkalarırun hakkına göz dikmezler ve haram yemezler. Kim bunları yaparsa kıyamet günü azabı kat kat olur. Ve onlar cehennemin «asam» dienen kuyusunda ebedî zelil olarak kalırlar. Ancak tevbe edenlerin, iman ederek günahlarından dönen ve sâlih ameller işleyenlerim. Allah kötülüklerini iyiliklere çevirir, günahlarını affeder, kusurlarını bağışlar. Çünkü O, çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir. Tevbe edip sâlih ameller işleyerek kendisine yönelenlerin mükâfatını kat kat verir. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Ancak tevbe eden, iman edip sâlih amel işleyenlerin, işte onların Allah kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir. Kim de tevbe edip sâlih amel işlerse, şüphesiz ki o, Allah'a gereği gibi yönelmiş olur.» 72 «Onlar ki yalan yere şehadet etmezler. Boş ve kötü lâkırdıya rastladıkları zaman yüz çevirip vakarla geçerler.» 73 «Onlar ki, kendilerine Rablerînin âyetleri okunduğu zaman onlara karşı kör ve sağır davranmazlar.» 74 «Onlar ki: “Rabbimiz, eşlerimiz ve çocuklarımız hususunda gözümüzü aydın et. Bizi Allah'a karşı gelmekten sakınanlara önder yap' derler.» Allah'ın sâlih kulları yalan yere şehâdet etmezler, yalan söylemezler, başkasının hakkına göz koymazlar, gıybet etmezler, koğuculuk yapmazlar. Boş ve kötü lâkırdıya rastladıkları zaman yüz çevirip uzaklaşırlar. Kumar, içki, çalgı meclislerinden uzaklaşırlar. Küfür ve masiyet işlenen yerlere girmezler. Halkı da daima hayra ve kurtuluşa davet ederler. Rablerinin âyetleri kendilerine okunduğu zaman, onu can kulağıyla dinlerler, mânâsını düşünürler, gösterdiği yoldan giderler, ömürlerini gaflet içinde geçirmezler. Her şeyde Allah'ın rızasını ararlar. Rablerine sadece kendileri için değil, çocukları için de dua ve niyazda bulunurlar ve şöyle yalvarırlar: «Rabbimiz, eşlerimiz ve çocuklarımız hususunda gözümüzü aydın et. Bizi Allah'a karşı gelmekten sakınanlara önder yap.» Her ana babanın çocuklarına dua etmesi, onların sâlih kimseler olmasını istemesi en güzel olandır. Hayırlı evlâtların ana babasına dua etmeleri onların amel defterlerinin açık kalmasına sebeptir. 75 «İşte onlar sabrettiklerinden dolayı cennetin en yüksek dereceleriyle mükâfatlandırılırlar. Ve orada sağlık ve selâmla karşılanır lar.» 76 «Orada ebediyen kalırlar. Ne güzel bir yer ve ne güzel bir duraktır orası.» 77 «De ki: Duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi? Gerçekten yalanladınız. O halde azap yakanızı bırakmayacaktır.» Allahü teâlâ'nın sâlih kulları kendilerine yapılan zulümlere ve işkencelere sabrederek, Allah'ın dininde sebat ettiklerinden dolayı cennetin en yüksek derecelerine nail olacaklar, yakuttan ve mercandan inşa edilmiş köşklerde oturacaklardır. Onlar orada melekler tarafından sağlık temennileri ve selâmla karşılanacaklardır. Bu, onların dünyada yaptıkları amellerinin karşılığıdır. Orası ne güzel bir yer, ne güzel bir duraktır. Onlar orada ebedî olarak kalacaklardır. Yüce .Halik bunu şöyle beyan ediyor: «İşte onlar sabrettiklerinden dolayı cennetin en yüksek dereceleriyle mükâfatlandırılırlar. Ve orada sağlık ve selâmla karşılanırlar. Orada ebediyen kalırlar. Ne güzel bir yer ve ne güzel bir duraktır orası.» İşte bu mükâfatlar iman edip sâlih ameller işleyenlerindir. İman etmeyenler ise kıyamet günü daimî olarak elînı bir azaba uğrayacaklardır. Çünkü onlar Allah'ın dinini yalanlayıp O'na eş koşmuşlardır. Allah'a eş koşanlar, mutlaka cezalarını göreceklerdir. |
﴾ 0 ﴿