ŞUARA SURESİ Bu sûre-i celile Kur'ân-ı Azîmüşşan’ın 23. sûresi olup Mekke'de nazil olmuştur, son dört âyeti ise Medine'de nazil olmuştur. Tamamı 227 âyettir. Bu sûre-i celilenin ihtiva ettiği başlıca hususlar şunlardır: Hazret-i Musa ile Firavun'un münazarası, sihirbazların mağlûp olup iman etmeleri, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in teselli edilişi, mü’minlerin selâmete erip kâfirlerin helak oluşu, Hazret-i İbrahim'in, Nuh'un, Hûd'un, Salih'in, Lût'un ve Şuayb (aleyhisselâm)’ın kıssaları ve ümmetlerinin uğradıkları azap, sâlih kimselerin nail olacakları mükâfatlar, İslâm'a düşman olan bir kısım şairlerin teşhir edilişi. Bundan dolayı da bu sûreye «Şuarâ» sûresi denmiştir. 1 «Tâ, Sîn, Mim.» 2 «Bunlar apaçık kitabın âyetleridir.» 3 «Ey Habibim, inanmıyorlar diye nerdeyse kendini mahvedeceksin.» İbn Abbas (radıyallahü anh) bu âyet-i celilenin tefsirinde şöyle demiştir: «Ulemâ bu âyetin tefsirinde acze düşmüştür. Allahü teâlâ'nın bundan maksadının ne olduğunu anlayamamışlardır. Fakat Tâ, Sîn, Mim kasemdir ve Allahü teâlâ'nın isimlerinden biridir. Allah bununla yemin etmiştir.» Tefsircilerin görüşü ise daha farklıdır. Bazılarına göre. Tâ, Sin, Mîm, Kur'an'ın ismi, bazılarına göre sûrenin adıdır. Muhammed ibn Kâ'b'ın görüşü ise daha başkadır. «Tâ», Allahü teâlâ'nın fadlına; «Sin», senasına; «Mim» de mülküne işaret olup Hak Teâlâ fazlına, ihsanına, yüceliğine and içerek «hakkı bâtıldan, imanı küfürden, hayrı şerden, iyiyi kötüden, helâli haramdan ayıran Kur'an'ın âyetleridir» buyurmuştur. Bu âyet-i celile müşriklerin Kur'an'ı ve Allah'ın Resulünü yalanladıkları zaman onların tekzibine çok üzülen Peygamberimizi teselli için indirilmiştir. 4 «Eğer biz dilersek onlara gökten bir mucize indiririz de ona boyun eğip kalırlar.» 5 «Rahmân'dan kendilerine gelen her yeni ihtardan mutlaka yüz çevirirler.» 6 «Evet, yalanlayanların, alay edip durdukları şeylerin haberleri kendilerine ulaşacaktır.» 7 «Yeryüzüne bakmazlar mı? Orada, bitkilerden nice güzel çiftler yetiştirmişizdir,» 8 «Şüphesiz bunlarda Allah'ın kudretine işaret vardır. Ama çoğu inanmazlar.» 9 «Şüphesiz ki, senin Rabbin, mutlak galiptir, çok merhamet edicidir.» Yüce Allah dileseydi, kâfirlerin üzerine gökten bir âyet, bir mucize indirirdi de onların hepsi ona boyun eğip kalırdı ve hiçbirisi masiyet işlemezlerdi. Fakat onların üzerine bir mucize indirmemiş, Hazret-i Muhammed! âyetlerle ve mucizelerle onlara göndermiştir. Buna rağmen onlar kendilerine gelen her yeni ihtardan mutlaka yüz çevirmişlerdir. Hâlik-ı Zülcelâl bunu şöyle beyan ediyor: «Eğer biz dilersek onlara gökten bir mucize indiririz de ona boyun eğip kalırlar. Rahmân'dan kendilerine gelen her yeni ihtardan mutlaka yüz çevirirler.» Allah'ın âyetlerini yalanlarlar, alaya alırlar, âhireti inkâr edip alaya aldıkları şeyin haberi kendilerine ulaşacaktır. Onlar yeryüzüne bakıp oradaki bitkilerden, rengârenk çiçeklerden, meyvelerden, bağlardan, bahçelerden, otlaklardan, meralardan nice güzel çiftler yarattığına bakıp ibret almazlar mı? Bunları var eden Hâlik-ı Mutlak öldükten sonra onları da var etmeye elbette kadirdir. Bütün bunlarda Allah'ın kudretine işaret vardır. Çünkü bunların hepsi Allah'ın kudretinin eseridir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler ve bu hakikatları gördükleri halde yine iman etmezler. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Yeryüzüne bakmazlar mı? Orda bitkilerden nice güzel çiftler yetiştirmiş izdir. Şüphesiz bunlarda Allah'ın kudretine işaret vardır. Ama çoğu inanmazlar. Şüphesiz ki senin Rabbin, mutlak galiptir, çok merhamet edicidir.» Allah iman etmeyenlerden intikamını almaya, iman eden kullarına da rahim sıfatıyla rahmet etmeye kadirdir. O, iman edenlere mükâfatını, iman etmeyenlere de cezasını verecektir. 10 «Hani Rabbin, Musa'ya 'haksızlık eden millete, Firavun'un milletine git” diye nida etmişti. 'Haksızlıktan sakınmazlar mı?» 11 «Hani Rabbin, Musa'ya 'haksızlık eden millete, Firavun'un milletine git” diye nida etmişti. 'Haksızlıktan sakınmazlar mı?» 12 «Musa dedi ki: Rabbim, onların beni tekzip edeceklerinden cidden korkarım.» 13 «Benim de göğsüm daralır, dilim açılmaz. Onun için Harun'a da risalet ver.» 14 «'Hem onların bana isnat ettikleri bir suç da vardır. Beni öldürmelerinden korkuyorum' demişti.» Yüce Halik sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ya Muhammed, hani Rabbin, Musa'ya 'haksızlık eden millete, Firavun'un milletine git' diye nida etmişti.» Cenâb-i Hak şanına lâyık bir şekilde, erar-i ilâhîsini «Tuva» denilen mukaddes bir vadide Hazret-i Musa'ya bildirmiştir. Bu bildiriş Mâtüridfye göre Hazret-i Musa'nın anlayacağı bir ses ve harfle, Eş'arî'ye göre ise, Allah'ın zatına mahsus kadîm bir kelâmla vuku bulmuştur. Musa (aleyhisselâm), Firavun ve kavmini imana davet için görevlendirilince Rabbine şöyle müracaatta bulunmuştur: «Rabbim, onların beni tekzip edeceklerinden cidden korkarım. Beni yalanlamalarına tahammül edemem, dilim de kekemedir, açılmaz Onun için kardeşim Harun'a da risalet ver, benimle gönder. Hem onların bana isnat ettikleri bir suç da vardır. Beni öldürmelerinden korkuyorum.» Musa (aleyhisselâm), Firavun'un sarayında yetişmiştir. Bir gün İsrailoğullarından birisi ile Firavun'un kabilesinden bir kıbtînin kavga ettiğini görür. Kıbtî, Musa (aleyhisselâm)'nın kavminden olan zatı döver. Musa (aleyhisselâm), kıbtîyi iter ve yere düşürür. Bu düşmeden mütevellit kıbtî ölür. Bunun üzerine Musa (aleyhisselâm) Mısır'ı terkeder. Bu hâdiseden sonra Firavun, Musa (aleyhisselâm)'ya düşman olur. Bundan dolayı Musa (aleyhisselâm), Firavun ve kavminden çekinmiştir. Firavun aynı zamanda tanrılık iddiasında bulunarak, Israiloğullarına karşı zulmünü artırdıkça artırmıştır. Tanrılığını ilân eden Firavun, kendisine gelen elçileri yalanlayacağından dolayı Musa (aleyhisselâm), kardeşine de risalet verilerek kendisiyle beraber gelmesini ve ikisinin birlikte Firavun ve kavmini davet etmesini istemiştir. 15 «Allah: 'Hayır. İkiniz de âyetlerimizle gidin. Şüphesiz ki sizinle beraberiz, (her şeyi) işiticiyiz' dedi.» 16 «Haydi Firavun'a gidiniz, biz şüphesiz Âlemlerin Rabbinin elçisiyiz,» 17 «İsrailoğullarını bizimle beraber gönder deyiniz.» 18 «Firavun, Musa'ya: 'Biz seni çocukken yanımıza alıp büyütmedik mi? Hayatının birçok yıllarını aramızda geçirmedin mi?» 19 «Sonunda da yapacağını da yaptın. Sen nankörlerden birisisin' dedi.» Allahü teâlâ Musa (aleyhisselâm)'yi. Firavun ve kavmini imana davet için görevlendirdiği zaman, bu görevi yüklenmekte tereddüt etmiş ve «beni öldürmelerinden korkuyorum» diye özür beyan etmiştir. Hâlik-ı Zülcelâl peygamberlerine, inanmayanların bir şey yapamayacaklarını beyan ederek Musa (aleyhisselâm)'a şöyle buyurmuştur: «Hayır, îkiniz de âyetlerimizle gidin. Şüphesiz ki, sizinle beraberiz, (her şeyi) işiticiyiz. Haydi Firavun'a gidiniz, biz şüphesiz Âlemlerin Rabbinin elçisiyiz, İsrailoğullarını bizimle beraber gönder deyiniz.» Musa (aleyhisselâm) ile Harun (aleyhisselâm) bu ilâhî emir gereği Firavun'a giderler ve «Biz Âlemlerin Rabbinin elçisiyiz, seni O'na imana davet ediyoruz. Hem İsrailoğullarını bizimle beraber Filistin'e gönder. Sen onlara zulmedip en ağır işlerde çalıştırıyorsun» derler. Musa (aleyhisselâm)'nın daveti Firavun'un hoşuna gitmez, fakat içine bir korku düşer ve ona şöyle der; «Musa, biz seni çocukken yanımıza alıp büyütmedik mi? Hayatımın birçok yıllarını aramızda geçirmedin mi? Sonunda da yapacağım da yaptın. Halbuki biz sana o kadar iyilik yaptık, sen ise on;u öldürdün ve kaçtın. Sen nankörlerdensin.» Bir rivayete göre, Musa (aleyhisselâm)'ya Firavun'u davet emri verildiği zaman, o yünden bir elbise giyer, azığını da asasına takar, Mısır'ın yolunu tutar. Mısır'a gelir, kardeşi Harun'u bulur, kendilerine risalet verildiğini ve Firavun'u davete memur edildiklerini söyler. Harun (aleyhisselâm) bunu duyunca hayrete düşer ve «ey kardeşim, Firavun her yerde seni arıyor, şayet görürse hemen öldürür. Hele ikimiz de gidersek ikimizi de öldürür, biz ona nasıl gidebiliriz?» der. Hazret-i Musa, kardeşine korkma, Allah bizimle beraberdir» diyerek Harun (aleyhisselâm)'u alıp birlikte Firavun'a giderler. Firavun'un sarayının kapısına gelip çatarlar, sarayın bekçileri kim olduklarını sorarlar. Musa (aleyhisselâm) «biz Âlemlerin Rabbinin elçisiyiz» diyerek kapıyı açmalarını ister. Onlar korkup telâşa düşerler ve derhal durumu Firavun'a bildirirler. Firavun saraya alınmasını ister ve Musa (aleyhisselâm) ile Harun (aleyhisselâm) yanına girerler. Firavun kim olduklarını sorar, Hazret-i Musa «biz Âlemlerin Rabbinin elçileriyiz, seni O'na imana davet ediyoruz, ve İsrailoğullarına yaptığın zulümden vazgeç» derler. O zaman Firavun, Musa (aleyhisselâm) yi tanır, yaptıklarını başına kakar. Musa (aleyhisselâm) ona şöyle cevap verir. 20 «Musa: 'O işi kasten yaptımsa sapıklardan biri sayılırım'.» 21 «Bu yüzden sizden korkunca aranızdan kaçtım. Sonra Rabbim bana hikmet verip beni peygamber yaptı.» 22 «'Başıma kaktığın bu nimet, İsrailoğullarını kendine köle ettiğinden ötürüdür' dedi.» 23 «Firavun: 'Âlemlerin Rabbi de nedir?' dedi.» Musa (aleyhisselâm), Firavun'u imana davet edince, o buna çok kızar ve şöyle der: «Ey Musa, sonunda sen yapacağım yaptın, sen nankörlerdensin.» Bunun üzerine Hazret-i Musa ona şöyle cevap verir: «O işi kasten yapmadım ve onu öldürmek için de itmedim. Bir hata sonucu oldu, şayet öleceğini bilseydim bunu yapmazdım. O ölünce de şerrinden korkup kaçtım. Medyen'e gittim, on yıl orada kaldıktan sonra Rabbim bana ilim ve hikmet vererek peygamber seçti, sizi imana davet için de görevlendirdi. Başıma kaktığın bu nimet, İsrailoğullarını kendine köle ettiğinden ötürüdür. Sen onları kendine köle yapıp en ağır işlerde çalıştırıyorsun.» tefsircilerin görüşü farklıdır. Bazılarına göre Musa (aleyhisselâm)’nın, Firavun'un kendisine yaptıklarını ikrar etmesinin sebebi şudur: Musa (aleyhisselâm) «başıma kaktığın bu nimet, senin İsrailoğullarının erkek çocuklarını öldürüp beni öldürmedin. Onları köle gibi en ağır işlerde çalıştırdın beni çalıştırmadın. Onlara yaptığın kötülükleri ve işlediğin cinayetleri unutturmak için, bana yaptıklarını başıma kakıyorsun.» der. Bazılarına göre bunun tevili şöyledir: Şayet sen İsrailoğullarının çocuklarını öldürmeseydin, ailem de beni denize atıp senin eline geçmezdim. Ailem beni senin korkundan dolayı deryaya attı böylece de senin eline geçtim. Allahü teâlâ da benim yetiştirilmem için seni görevlendirdi.' Senin benim üzerimde ne hakkın var ki, başıma kakıyorsun? Bütün nimetler Allah'ındır, diğerleri bu nimetlerin elde edilmesine vesiledir. Bu bakımdan senin, benim üzerimde ne hakkın var ki, sana minnet edeceğim?» Hazret-i Musa, Firavun'un yanına gelip «biz Âlemlerin Rabbinin elçisiyiz» dediği zaman, Firavun Âlemlerin Rabbinin kim olduğunu sorar. Musa (aleyhisselâm), onun anlayacağ; bir lisan ile Âlemlerin Rabbinin kim olduğunu anlatır. 24 «Musa: 'Eğer kesin olarak bilecek kimselerseniz, bilin ki, O, göklerin, yerin ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir' dedi.» 25 «Yanında bulunanlara: 'İşitmiyor musunuz?' dedi.» 26 «O, sizin de Rabbiniz, Önce geçmiş atalarınızın da Rabbidir, dedi.» 27 «Firavun çevresindekilere: 'Size gönderilen peygamberiniz şüphesiz delidir' dedi.» 28 «Musa: 'Eğer akledebilen kimseler iseniz bilin ki O, doğunun, batının ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir' dedi.» Firavun, Musa (aleyhisselâm)'ya Âlemlerin Rabbinin kim olduğunu sorunca, o şu cevabı verir: 'Eğer kesin olarak bilecek kimseler seniz, bilin ki O, göklerin, yerin ve ikisinin arasında bulunanların Rabbi, yaratanı, besleyeni, rızıklandıranıdır. Gördüğünüz ve görmediğiniz her şeyi O yaratmıştır. O'ndan başka ilâh yoktur.» Firavun, Hazret-i Musa'dan bu cevabı alınca şaşkına döner, ne söyleyeceğini bilemez, yanındakilere sadece «bunun ne söylediğini işitmiyor musunuz?» der. Firavun bu sözü şunun için söyler: «Neden Musa'yı konuşturuyorsunuz, benden başka sizin ilâhınız mı var?» Fakat yanındakilerin hiçbirisi müdahale etmez. Onların hayrete düştüğünü gören Musa (aleyhisselâm) şöyle der-. «O, sizin de Rabbiniz, sizden önce geçmiş atalarınızın da Rabbidir. Hepinizi yaratan da O'dur.» Firavun bu sözleri duyunca şaşkınlığı daha da artar, cevap veremez, dili tutulur, yanındakilere «size gönderilen peygamberiniz şüphesiz ki delidir, söylediği sözleri anlıyamıyoruz» der. Firavun ve yanındakiler ne yapacaklarını bilemezler. Çünkü karşılarında konuşan haktır, bâtıl hakkın karşısında elbette susacaktır. Onların şaşkınlığını daha da artırmak için Musa (aleyhisselâm) şöyle der: «Eğer akıllı kimselerseniz bilin ki O, doğunun da, batının da ve ikisinin arasında bulunanların da Rabbidir.» Musa (aleyhisselâm)'nın ard arda vermiş olduğu cevaplar karşısında kahrolan Firavun cevap veremeyince Hazret-i Musa'yı tehdide başlar. 29 «Firavun: 'Yemin olsun, eğer benden başka bir tanrı edinirsen, seni muhakkak ve muhakkak zindana girenlerden ederim' dedi.» 30 «Musa: 'Sana apaçık bir şey getirmiş isem de mi?' dedi.» 31 «Firavun: 'Doğru sözlü isen haydi getir' dedi.» 32 «Bunun üzerine Musa değneğini attı, besbelli bir yılan oluverdi.» 33 «Elini çıkardı, bakanlara bembeyaz göründü.» Musa (aleyhisselâm)'ya cevap veremeyen Firavun, onu tehdit ederek şöyle der: «Ey Musa, eğer sen benden başka ilâh edinirsen, and olsun ki, seni zindana atarım ve oraya girenlerden olursun.» İmam-ı Kelbî'ye göre Firavun'un zindanı ölümden beterdir. Bu bakımdan Hazret-i Musa'yı ölümle değil de, zindana atmakla tehdit etmiştir. Çünkü zindandaki insan her gün ölüm azabı çekiyordu. Firavun'un bu tehdidine karşılık Musa (aleyhisselâm) «sana apaçık bir delil, bir mucize, bir şey getirirsem de mi hapsedeceksin?» der. Hazret-i Musa'nın bunu söylemesi Firavun'dan korktuğu için değil, üstün meziyet ve ahlâk sahibi insanların karşısındakiler kızıp gazaba geldikleri zaman onları teskin edecek söz söylemeleri ve harekette bulunmaları âdetlerindendir. Bunun için Musa (aleyhisselâm) ona böyle söylemiştir. Gerçekten de Firavun teskin edilmiş ve «şayet doğru sözlü isen haydi delilini getir görelim» demiştir. Bunun üzerine Musa (aleyhisselâm) elindeki değneğini yere atar, o anda koskocaman bir yılan oluverir. Görenler hayrete düşer, Firavun ve avanesi korku ve telâşa kapılır «bundan başka delilin var mı?» diye sorar. Musa (aleyhisselâm) bu defa elini yakasından çıkarır, bakanlar bembeyaz görürler. Daha çok şaşırırlar ve olanlara bir anlam veremezler. Firavun, Musa (aleyhisselâm)'nın göstermiş olduğu mucizelere inanmaz, bunların sihir olduğunu söyler. 34 «Firavun çevresinde bulunan ileri gelenlere: 'Doğrusu bu bilgin, bir sihirbazdır.» 35 «Sizi sihirle yurdunuzdan çıkarmak istiyor, ne buyuruyorsunuz?' dedi.» 36 «'Onu ve kardeşini alıkoy, sana bütün bilgin sihirbazları getirecek toplayıcıları şehirlere gönder' dediler.» 37 «'Onu ve kardeşini alıkoy, sana bütün bilgin sihirbazları getirecek toplayıcıları şehirlere gönder' dediler.» 38 «Bu suretle sihirbazlar, belirli bir günün bildirilen vaktinde toplandılar.» Firavun, Hazret-i Musa'ya cevap veremeyince çevresinde bulunan ileri gelenlere «doğrusu bu bilgin bir sihirbazdır. Sizi sihirle yerlerinizden, yurtlarınızdan çıkarmak istiyor. Siz bu işe ne dersiniz?' der. Kavminin ileri gelenleri de «onu ve kardeşini alıkoy. Sihirde mahir olan insanları toplayıp sana getirmeleri için şehirlere adamlar gönder. Belki sihirbazlar buna galip gelir, o zaman bunun daha sesi çıkmaz ve aramızdan çekip gider' derler. Bunun üzerine Firavun sihirbazları toplamak üzere şehirlere adamlarını gönderir, sihirbazlar tayin edilen günde gelir, bayram yerinde halkla beraber toplanırlar. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Bu suretle sihirbazlar, belirli bir günün bildirilen vaktinde toplandılar.» 39 «İnsanlara 'siz de toplanır mısınız?' denildi.» 40 «Sihirbazlar üstün gelirlerse biz de onlara uyarız dediler.» 41 «Sihirbazlar geldiklerinde, Firavun'a: 'Biz üstün gelirsek, şüphesiz bize bir ücret vardır, değil mi?' dediler.» 42 «Firavun: 'Evet, o takdirde siz gözde kimselerden olacaksınız' dedi.» Sihirbazlar belirli günün bildirilen vaktinde bayram meydanında toplanırlar. Firavun kavmini de oraya davet eder, halk da bu davete uyarak müsabaka meydanına toplanıp «şayet sihirbazlar Musa'ya üstün gelirlerse biz de onlara uyarız» derler. Sihirbazlar müsabakaya başlamadan önce Firavun'a gelip üstün geldikleri takdirde kendilerine bir ücret verilip verilmeyeceğini sorarlar. Firavun, en iyi şekilde kendilerini mükâfatlandıracağını ve her istediklerini vereceğini söyler. Bunun üzerine sihirbazlar bütün maharetlerini ortaya koyup Musa'ya galip gelmek için müsabaka, meydanına gelirler, maharetini önce kimin göstereceğini sorarlar. 43 «Musa: Onlara ne atacaksaniz atın dedi.» 44 «Onlar da iplerini ve değneklerini attılar. Ve 'Firavun'un hakkı için şüphesiz biz üstün geleceğiz' dediler.» 45 «Artık Musa da değneğini attı. Onların uydurduklarını yutmaya başlayı verdi.» 46 «Bunun üzerine sihirbazlar secdeye kapanarak» 47 «Dediler ki: 'İman ettik âlemlerin Rabbine;» 48 «Musa ve Harun'un Rabbine'» Müsabaka günü gelip çatar, halk meydanları doldurur, neticeyi heyecanla beklerler. Sihirbazlar mutlaka galip geleceklerine inanırlar, çünkü onlar Hazret-i Musa'yı da kendileri gibi sihirbaz zannederler. Bunun için de Musa (aleyhisselâm)'ya maharetini önce kimin göstereceğini sorarlar. Musa (aleyhisselâm) soğukkanlılıkla onlara «önce siz ne atacaksanız atın, maharetinizi gösterin» der. Bunun üzerine sihirbazlar ellerindeki ipleri ve değnekleri yere atarlar. Yere attıkları ipler ve değnekler birer yılan oluverir. Sonra Musa (aleyhisselâm) elindeki değneği yere bırakır, o anda koskocaman bir ejderha oluverir. Onların yılan gibi olan iplerini ve değneklerini yutar, ortalıkta bir şey kalmaz. Bu durum görenleri hayrete düşürür. Sihirbazlar bunun sihir olmadığını anlarlar, derhal secdeye kapanıp «Âlemlerin Rabbine, Musa ve Harun'un Rabbine iman ettik» derler. Böylece iman ettiklerini herkese ilân ederler. Onların iman ettiğini gören Firavun çok kızar, kendilerini en ağır şekilde cezalandıracağını söyler. 49 «Firavun: 'Benim size iznimden önce ona iman mı ettiniz? Muhakkak ki O, size sihri öğreten büyüğünüzdür. Şimdi bileceksiniz, ellerinizi, ayaklarınızı, and olsun çaprazlama kestireceğim, hepinizi astıracağım' dedi.» 50 «İman eden sihirbazlar: Bize hiçbir zarar yok. Biz şüphesiz Rabbimize döneceğiz.» 51 «Herhalde biz iman edenlerin ilki olduğumuz için Rabbimizin bizim günahlarımızı yarlığayacağını umarız.» Müsabaka neticesinde sihirbazlar iman ederler. Onların iman ettiğini gören Firavun kızar, gazaba gelir ve «ben size izin vermeden ona iman mı ettiniz? Muhakkak ki O, size sihir öğreten büyüğünüzdür. Siz sihri ondan öğrendiniz. Yemin olsun ki, şimdi ellerinizi, ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim, hepinizi astıracağımı bileceksiniz.» Firavun, iman eden sihirbazları böyle tehdit ederken, onlar bu tehdide aldırış etmeden» senin bizi öldürmen veya ellerimizi, ayaklarımızı kesmen, bize hiç zarar vermez. Çünkü biz hiç şüphesiz Rabbimize döneceğiz. Biz, iman edenlerin ilki olduğumuz için Rabbimizin bizim günahlarımızı bağışlayacağım umarız» derler. Sarsılmaz iman sahiplerinden yükselen bu sözleri işiten Firavun'un gazabı daha da artar. 52 «Biz Musa'ya: 'Kullarımı geceleyin çıkar, şüphesiz takip edileceksiniz' diye vahyettik.» 53 «Firavun da şehirlere toplayıcılar gönderdi.» 54 «Şüphesiz ki, bunlar azar azar birer cemaattir.» 55 «Onlar mutlaka bizi öfkelendirenlerdir.» 56 «Biz ise elbette uyanık bir cemaatiz.» Allahü teâlâ, Musa (aleyhisselâm)'ya İsrailoğullarını geceleyin Mısır'dan gizlice çıkarmasını, Firavun ve kavminin arkadan kendilerini takip edeceklerini vahyetmiştir. Musa (aleyhisselâm) bu ilâhî emir gereği İsrailoğullarını alıp geceleyin Mısır'dan çıkar Süveyş veya Nil nehri istikametine doğru hareket eder. Şehirden geceleyin çıkmalarının sebebi, Firavun ve kavmi duyana kadar muayyen bir mesafeye ulaşmalarıdır. İbn Cerir'in rivayetine göre, Allahü teâlâ, Musa (aleyhisselâm)'ya İsrailoğullarının dört evini bir eve toplamayı, koyunlarını ve kuzularını kesip kanlarını kapılarının önüne akıtmayı vahyetmiştir. Sonra melekleri gönderip Firavun'un kavminin bekâr delikanlılarını öldürtüp hayvanlarını helak ettirmiştir. Musa (aleyhisselâm)'ya kavmini geceleyin alıp Mısır'dan çıkmasını da emretmiştir. Musa (aleyhisselâm) ilâhi emir gereği, kavmini alıp Mısır'dan geceleyin çıkıp giderler. Firavun ve kavmi sabahleyin delikanlılarının öldürüldüğünü, hayvanlarının helak olduğunu görürler. Firavun «bunu bize Musa ve kavmi yaptı, bekârlarımızı öldürdüler, hayvanlarımızı da telef ettiler. Biz onlardan bu intikamı alacağız» der ve ordusunu Musa (aleyhisselâm)’nın arkasından gönderir. Kendisi de tahtına çıkıp oturur ve çevre şehirlere de asker toplamak için adamlarını gönderir. Böylece sayısı belli olmayan bir ordu hazırlar ve hepsi birden Musa (aleyhisselâm)’nın ardına düşerler. Musa (aleyhisselâm)'nın kavminin sayısı ise yalnız altıyüz yetmiş bindir. Firavun kavmini kışkırtmak için «ey kavmim, bunlar bizim delikanlılarımızı öldürüp hayvanlarımızı helak etmekle bizi öfkelendirdiler. Dinimizi yalanladılar, iznimiz olmadan şehirden kaçtılar, bize bunca zayiat verdiler. Halbuki biz onlardan çok daha fazlayız, ve uyanık bir milletiz» diyerek onları galeyana getirir. Böylece büyük küçük hepsi Musa ve kavminden intikam almak için yola çıkarlar. 57 «Bu suretle onları bostanlarından, akar sularından,» 58 «hazinelerinden ve şerefli makamlarından çıkardık.» 59 «İşte böylece oraları İsrailoğullarına mirasçı kıldık.» 60 «Firavun ve adamları güneş doğarken onların ardına düştüler.» 61 «İki topluluk birbirini gördüğünde, Musa'nın adamları: İşte yakalandık' dediler.» 62 «Musa: 'Hayır, Rabbim benimle beraberdir, bana elbette yol gösterecektir' dedi.» Firavun ve kavmi sabahleyin Musa (aleyhisselâm)'nın ve kavminin şehri terkettiklerini görünce, onları takip için derhal faaliyete geçerler. Başlarında Firavun olmak üzere köşklerini, saraylarını, tahtlarını, hazinelerini, bağlarını, bahçelerini, akar sularını bırakıp Musa'yı ve kavmini yakalamak için arkasına düşerler. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Bu suretle onları bostanlarından, akar sularından, hazinelerinden ve şerefli makamlarından çıkardık. İşte böylece oraları İsrailoğullarına mirasçı kıldık.» Bu orduya iştirak eden sadece atlı sayısı sekizyüzbin idi. Her atın boynunda altından bir toka bulunurdu. Firavun'un kavminin ileri gelenlerinin oturması için de üçyüz kürsü vardı ki, bunlar altından yapılmış, üzerleri de ibrişimden örtülmüştü. Allahü teâlâ bunların hepsini İsrailoğullarına miras bırakmıştır. Firavun ve adamları güneş doğarken Musa (aleyhisselâm)'nın arkasına düşerler ve onlara Süveyş Denizi'nin veya Nil nehrinin kenarında yetişirler. Musa (aleyhisselâm)'nın kavmi onları görünce «işte yakalandık- diyerek endişeye düşerler. Çünkü Firavun'un sayısız ordusu vardı. Onlar ise azınlıktaydı. Bunun için de korkuyorlardı. Musa (aleyhisselâm) kavminin telâşlandığını görünce, onları teskin için «ey kavmim, siz korkmayın, Rabbim benimle beraberdir, bana elbette yol gösterecektir» der. 63 «Bunun üzerine biz Musa'ya: 'Değneğinle denize vur' diye vahyettik. Hemen deniz ikiye ayrıldı, her parçası kocaman dağ gibi oldu.» 64 «İşte oraya, geridekileri de yaklaştırdık.» 65 «Musa ve beraberinde bulunanların hepsini kurtardık.» 66 «Öbürlerini suda boğduk.» 67 «Bunda şüphesiz ders vardır, ama çoğu inanmamıştır.» 68 «Şu muhakkak ki, senin Rabbin, elbette O, mutlak galiptir, çok merhamet edicidir.» Hazret-i Musa kavmini alıp Süveyş Denizi ve Nil nehrinin kenarına geldiği zaman, Firavun ordusu ile ona yetişir. O anda Allahü teâlâ, Musa (aleyhisselâm)'ya elindeki âsâyı denize vurmasını vahyeder. Hazret-i Musa da elindeki âsâyı hemen denize vurur ve denizde on iki yol açılır, su dağlar gibi yükselir. Musa (aleyhisselâm)'nın kavmi on iki kola ayrıldığı için her yoldan birisi geçer. Bunların denizden geçtiğini gören Firavun ve ordusu hemen aynı yollardan denize girerler, fakat onlar denize girene kadar Musa (aleyhisselâm) ile beraberindekiler denizden karşıya geçerler. Firavun'un kavmi denize girdiği zaman o yollar kapanır, Firavun ve kavmi boğularak helak olurlar. Böylece iman edenler mükâfatını, etmeyenler de cezasını görür. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Bunun üzerine biz Musa'ya: 'Değneğinle denize vur' diye vahyettik. Hemen deniz ikiye ayrıldı, her parçası kocaman dağ gibi oldu. İşte oraya, geridekileri de yaklaştırdık. Musa ve beraberinde bulunanların hepsini kurtardık. Öbürlerini suda boğduk. Bunda şüphesiz ders vardır, ama çoğu inanmamıştır. Şu muhakkak ki, senin Rabbin, elbette, O, mutlak galiptir, çok merhamet edicidir.» 69 «Ey Muhammed, onlara İbrahim'in kıssasını anlat.» 70 «İbrahim, babasına ve milletine: 'Nelere tapıyorsunuz?' demişti.» 71 «'Putlara tapıyoruz, onlara bağlanıp dururuz' demişlerdi.» 72 «İbrahim: 'Çağırdığınız zaman sizi duyarlar?» 73 «veya size bir fayda veya zarar verirler mi?' demişti.» 74 «'Hayır ama, babalarımızı da bu şekilde ibadet ederken bulduk' demişlerdi.» Yüce Halik sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ey Rasülüm Muhammed, kavmine İbrahim'in kıssasını anlat.» O, babasına ve miletine «nelere tapıyorsunuz?» demişti. Onlar da «putlara tapıyoruz, onlara bağlanıp dururuz» demişlerdi. İbrahim de «onlar dua ettiğiniz zaman sizi duyuyorlar mı, size bir fayda veya zararları dokunuyor mu?» demişti. Onlar da «hayır, bunların bize ne bir zararı dokunur, ne de bir faydası olur. Yalnız babalarımızı da bu şekilde ibadet ederken bulduk. Bundan dolayı onlara tapıyoruz» demişlerdi. 75 «İbrahim: 'Şimdi, sizin ve eski atalarınızın neye taptıklarınızı görüyor musunuz?' dedi.» 76 «İbrahim: 'Şimdi, sizin ve eski atalarınızın neye taptıklarınızı görüyor musunuz?' dedi.» 77 «Doğrusu onlar benim düşmanımdır. Dostum ancak Âlemlerin Rabbidir.» 78 «Beni yaratan da, doğru yola eriştiren de O'dur.» 79 «Beni yediren de, içiren de O'dur.» 80 «Hastalandığım zaman bana şifa veren de O'dur.» 81 «Beni öldürecek, sonra beni diriltecek olan da O'dur.» 82 «Âhiret gününde kusurlarımı yarlığayacağını umduğum da O'dur.» İbrahim (aleyhisselâm) kavmine şöyle demişti: «Ey kavmim, şimdi sizin ve eski atalarınızın neye taptığınızı görüyor musunuz? Taptıklarınız benim düşmanımdır. Benim dostum ve yardımcım ancak Âlemlerin Rabbidir. Beni yaratan da, doğru yola ileten de O'dur. Beni yediren de, içiren de O'dur. Hastalandığım zaman bana şifa veren de O'dur. Beni öldürüp tekrar diriltecek olan da O'dur. Âhiret günü kusurlarımı bağışlayacak, günahlarımı yarlığayacak olan da O'dur. O, her şeye kadirdir.» İbrahim (aleyhisselâm)'in hastalığı kendisine izafe etmesinin sebebi sıhhatin de, hastalığın da Allah'tan geldiğine işaret etmek içindir. Çünkü her şey Allah'tandır. O, dilediğini yapar. 83 «Rabbim, bana hikmet ver ve beni sâlihler arasına kat.» 84 «Sonrakilerin beni güzel şekilde anmalarını sağla.» 85 «Beni naim cennetine varis olanlardan kıl.» 86 «Babamı da bağışla, o şüphesiz sapıklardandır.» 87 «İnsanların kabirlerinden kaldırılacakları gün beni rezil etme.» 88 «O günde ki ne mal faide eder, ne de oğullar.» 89 «Meğer ki Allah'a tamamen selim bir kalb ile gelenler ola.» İbrahim (aleyhisselâm), Rabbine şöyle niyaz etmiştir: «Rabbim, bana hüküm ve hikmet ver ve beni sâlihler zümresine kat. Bana nübüvvet ver ve benden sonra gelenlerin güzel şekilde beni anmalarını ve ebediyen unutmamalarını sağla. Kıyamet günü beni naim cennetlerine mirasçı kıl. Babamı da bağışla, o şüphesiz sapıklardandır. İnsanların kabirlerinden kaldırılacakları gün beni rezil etme. O günde ki ne mal faide verir, ne de oğullar fayda eder. O gün ancak Allah'ın huzuruna selim bir kalb ile gelenler müstesnadır. İşte kurtuluşa erenler onlardır.» Mü’min de, Rabbine İbrahim (aleyhisselâm) gibi dua ve niyaz etmelidir. O, Allah'ın sevgili kulu olduğu halde böyle dua ve niyaz ederse, acaba bizim nasıl dua ve niyaz etmemiz gerekir? 90 «O gün cennet, Allah'a karşı gelmekten sakınanlara yaklaştırılır.» 91 «Cehennem de azanlara gösterilir.» 92 «Onlara: 'Allah'ı bırakıp taptıklarınız nerededir? Size yardım ediyorlar mı veya kendilerine yardımları dokunuyor mu?' denilir.» 93 «Onlara: 'Allah'ı bırakıp taptıklarınız nerededir? Size yardım ediyorlar mı veya kendilerine yardımları dokunuyor mu?' denilir.» 94 «Onlar, azgınlar ve iblisin adamları hepsi, tepetakla oraya atılırlar.» 95 «Onlar, azgınlar ve iblisin adamları hepsi, tepetakla oraya atılırlar.» İman edip sâlih ameller işleyenlere kıyamet günü cennet yaklaştırılır. Ve «sizin makamınız burasıdır» denir. Cehennem ise imandan yüz çevirip, Allah'a eş koşanlara gösterilir ve «sizin gideceğiniz yer burasıdır, şimdi buraya girin» denir. Onlara «Allah'ı bırakıp taptıklarınız şimdi nerededir? Bugün size bir yardımları var mıdır? Veya kendilerine bir yardımları dokunuyor mu?» denir. Onlar, azgınlar ve şeytanın adamları hepsi, cehenneme tepetakla atılırlar. Bu, onların inkâr ve küfürlerinin cezasıdır. Küfredenler mutlaka cezalarını göreceklerdir. 96 «Orada birbiriyle çekişerek şöyle derler .» 97 «Allah'a and olsun, hakikat biz apaçık bir sapıklık içinde idik.» 98 «Çünkü sizi Âlemlerin Rabbi ile bir seviyede tutuyorduk.» 99 «Bizi o mücrimlerden başkası saptırmadı.» 100 «Şimdi şefaatçimiz da,» 101 «yakın bir dostumuz da yoktur.» 102 «Keşke bizim için geri bir dönüş olsaydı da, biz de mü’minlerden olsaydık.» 103 «Burada şüphesiz bir ders vardır, ama çoğu inanmamıştır.» 104 «Senin Rabbin, muhakkak ki O, mutlak galiptir, çok merhamet edicidir.» Kâfirler, kıyamet günü meleklerin, peygamberlerin mü’minlere şefaat edip onların günahlarını affettirdiklerini görünce birbirleriyle çekişerek şöyle derler: «Allah'a and olsun, hakikat biz apaçık bir sapıklık içindeydik. Şimdi bize bir şefaatçi yok, çünkü biz putları Âlemlerin Rabbi ile bir tuttuk. O mücrimler de bizi Allah'ın yolundan sapıttı. Şimdi bizim ne bir dostumuz var ve ne de azaptan kurtaracak şefaatçimiz var. Keşke tekrar dünyaya dönsek de, Allah'a iman edip mü’m inlerden olsak ve bu azabı çekmesek.» Fakat kâfirlerin kıyamet günü bu nedametleri asla fayda vermeyecektir. İman etmeyenler, kıyamet günü ebedî ve can yakıcı bir azaba uğrayacaklardır. Bunda akıl sahipleri için şüphesiz ibret alınması gereken dersler vardır. Buna rağmen insanların çoğu inanmamışlardır. Cabir ibn Abdullah (radıyallahü anh), Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'den şöyle rivayet etmiştir: «Cennette bir kişi arkadaşına» acaba benim falan dostumun durumu nedir?»- diye sorar. O sormuş olduğu dostu da cehennemdedir. Bunun üzerine Allahü teâlâ meleklere cehennemdeki zatı çıkarıp cennetteki dostunun yanına götürmelerini emreder. Melekler de cehennemdeki o zatı alıp cennetteki dostunun yanına götürür. Bunu gören kâfirler «keşke bizim de şefaatçimiz olsaydı da, bu azaptan bizi kurtarsaydı. Şayet tekrar dünyaya gelirsek iman edip mü’minlerden olacağız» derler. Allah iman edenleri cennet nimetleriyle mükâfatlandırmaya, iman etmeyenlerden de intikamını almaya kadirdir. 105 «Nuh'un milleti peygamberlerini yalanladı.» 106 «Kardeşleri Nüh, onlara: 'Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?' demişti.» 107 «Şüphesiz ben size gönderilmiş emin bir peygamberim.» 108 «Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin.» 109 «Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak Âlemlerin Rabbine aittir.» 110 «O halde Allah'tan korkun ve bana itaat edin.» Hâlik-ı Zülcelâl her millete bir peygamber göndermiştir. Nûh (aleyhisselâm)'u da kavmine peygamber olarak göndermiştir. Fakat Nûh (aleyhisselâm)'un kavmi peygamberlerine iman etmeyip onu yalanlamışlardır. Nûh (aleyhisselâm)'u yalanlayan kavmi bütün peygamberleri yalanlamış olur. Bu bakımdan «peygamberler» cemi sigasıyle zikredilmiş ki, bir peygamberi yalanlayan veya kabul etmeyen bütün peygamberleri yalanlamış ve kabul etmemiş olur. Nuh (aleyhisselâm), kavmini imana davet ederek onlara şöyle demiştir: «Ey kavmim, Allah'a karşı gelmekten sakının, putlara tapmayın, siz putlara tapmakla Allah'ın azabından korkmaz mısınız? Şüphesiz ben size gönderilmiş emin bir peygamberim. Allah'tan bana vahyolunam size bildirmekle görevliyim. Artık Allah'tan korkun, bana itaat edin. Bu davetime karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim ve mükâfatım ancak Âlemlerin Rabbine mahsustur.» Kavmi, iman etmeyerek kendisini yalanlamışlardır. 111 «Dediler ki: Arkana hep bayağı kimseler düşmüşken biz sana iman eder miyiz?» 112 «Nûh: 'Onların yaptıkları hakkında bir bilgim yoktur' dedi.» 113 «Onların hesabı Rabbimden başkasına ait değildir, eğer ince düşünürseniz.» 114 «Ben inananları kovacak değilim.» 115 «Ben sadece açıkça uyarıcıyım.» 116 «Ey Nûh; 'Eğer bu işe son vermezsen şüphesiz, taşlanacaksın” dediler.» Nûh (aleyhisselâm), kavmini imana davet etmiş, fakat onlar bu daveti kabul etmeyerek şöyle demişlerdir: «Sana iman edenler, bizim en düşkünlerimiz, toplumda yeri olmayan hakir insanlardır. Biz bunlarla beraber sana nasıl iman ederiz ve bunlar!?, biraraya gelebiliriz? Halbuki biz varlıklı, şerefli ve toplumun ileri gelenleriyiz.» Fakirlerin iman ettiğini ileri sürerek, imandan yüz çeviren zavallılara Nûh (aleyhisselâm) şöyle cevap verir: «Ben onların ne iş yaptıklarını bilmiyorum. Hem onların yaptıklarının bana bir zararı yoktur. Benim görevim, Allah'ın bana vahyettiğini size bildirmektir. Onların sanatlarını veya ne yaptıklarını tesbit değildir. Bunların hesabı Allah'a aittir. Eğer ince düşünürseniz, bunu anlarsınız. Benim görevim, sizi imana davettir, hidayet ve tevfik Allah'tandır. O, dilediğine hidayet edip imana getirir, dilediğini de dalâlete düşürüp imandan uzaklaştırır. Ben iman edenleri yanımdan kovacak da değilim, ben sadece açıkça uyarıcıyım.» Nûh (aleyhisselâm)'un bu davetine kavminin cevabı şu olur: -Ey Nûh, eğer bu işe son vermezsen, taşlanıp öldürüleceksin. Sen bu dâvadan vazgeç, bizim putlarımıza karışma.» Hidayete ve kurtuluşa davet ettiği kavminden böyle tepki gören Nûh (aleyhisselâm) çok üzülür ve Rabbine dua ve niyazda bulunur. 117 «Nûh: 'Rabbim, milletim beni yalanladı.» 118 «Benimle onların arasında sen hüküm ver. Beni ve beraberimdeki inananları kurtar' dedi.» 119 «Bunun üzerine onu ve beraberinde bulunanları, dolu bir gemi içinde taşıyarak kurtardık.» 120 «Sonra da geride kalanları suda boğduk.» 121 «Doğrusu bunda bir ders vardır, ama çoğu inanmamıştır.» 122 «Senin Rabbin, muhakkak ki O, mutlak galiptir, çok merhamet edicidir.» Kavminin kendisini yalanlamasına ve iman etmemesine çok üzülen Nûh (aleyhisselâm), Rabbine şöyle dua ve niyaz eder: «Rabbim, kavmim beni yalanladı ve sana iman etmedi. Benimle onların arasında dilediğin gibi hükmet. Beni ve beraberimdeki iman edenleri helak olmaktan kurtar.» Allahü teâlâ, Nûh (aleyhisselâm)'un duasını kabul eder, onu ve beraberindeki iman edenleri tufandan kurtarır, iman- etmeyenleri ise suda boğarak helak eder. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Bunun üzerine onu ve beraberinde bulunanları, dolu bir gemi içinde taşıyarak kurtardık. Doğrusu bunda bir ders vardır, ama çoğu inanmamıştır.» Bunda akıl sahipleri için ibretler vardır. Allah her şeye kadirdir, O, iman edenleri mükâfatlandırmaya, etmeyenleri de cezalandırmaya kadirdir. 123 «Ad kavmi de peygamberlerini yalanladılar.» 124 «Hani kardeşleri Hûd, onlara: «Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?' demişti.» 125 «Doğrusu ben size gönderilmiş emin bir peygamberim.» 126 «Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin.» 127 «Sizden buna karşılık hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım Âlemlerin Rabbinden başkasına ait değildir.» 128 «Siz, her yüksek yerde koca bir bina kurup eğlenir misiniz?» 129 «Ebedî kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı edinirsiniz?» 130 «Tutup yakaladığınız vakit zorbalar gibi yakalar mısınız?» 131 «Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin.» Nûh (aleyhisselâm)'un kavmi gibi, Âd kavmi de peygamberleri Hûd (aleyhisselâm)'u yalanlamışlardır. O, kavmine şöyle demiştir: «Ey kavmim, Allah beni size peygamber olarak gönderdi. O'na iman edin, emirlerine uyun, yasaklarından sakının, benim söylediklerime de itaat edin ve Allah'ın azabından korkun. Bu davetime karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım ve ücretim ancak Âlemlerin Rabbine mahsustur. Siz, Allah'ın emirlerine ve yasaklarına itaat etmeyerek, azabından sakınmak için ebedî kalacağınızı umarak her yüksek yerde sağlam koskoca binalar yaparak eğlenir misiniz? Ey kavmim, siz onlarda ebedî kalacağınızı mı zannediyorsunuz? Sakın bunlara güvenip de Allah'a isyan etmeyin. Birisini tuttuğunuz zaman da zorbalar gibi yakalıyor, ya öldürüyor veya öldürürcesine dövüyorsunuz. Artık bunları yapmaktan Allah'tan, korkun ve bana itaat edin.» Kavmi Hûd. (aleyhisselâm)'u yalanlar, fakat o yine kavmine gerçekleri anlatmaya devam eder. 132 «Size bilip durduğunuz şeylerle yardım eden.» 133 «Size davarlar, oğullar,» 134 «bağlar, ırmaklar ihsan eden Allah'tan korkun.» 135 «Ben cidden üstünüze gelecek büyük bir günün azabından korkuyorum.» 136 «İster öğüt ver, ister öğüt verenlerden olma, bize göre birdir.» 137 «Bu evvelkilerin âdetinden başka bir şey değildir.» 138 «Biz azaba uğratılacak da değiliz.» 139 «Böylece onu yalanladılar. Biz de kendilerini yok ettik. Bunda şüphesiz ki ders vardır, ama çoğu inanmamıştır.» 140 «Hakikat senin Rabbin, mutlak galiptir, çok merhamet edicidir.» Kavmi Hûd (aleyhisselâm)'u dinlememesine rağmen, o yine onları imana davet ederek şöyle der: «Ey kavmim, size çeşitli nimetler veren Allah'a şirk koşmaktan korkun. O, size davarlar, oğullar, bağlar, bahçeler, akar sular ihsan etmiştir. Eğer beni dinlemez, O'na asî olursanız, büyük bir günün azabının üzerinize gelmesinden korkarım. O zaman size hiçbir şey fayda vermez. Hepiniz helak olursunuz.» Bunun üzerine kavmi Hûd (aleyhisselâm)'a şöyle der: «Ey Hûd, ister bize öğüt ver, ister verme; bizim için birdir. Biz sana asla itaat etmeyiz ve sözünüzü dinlemeyiz. Senin bize söylediklerin eskilerin düzmeleridir. Onlar bunları söyleyip gitmiştir, öldükten sonra tekrar dirilmek de yoktur. Ölen toprak olup gider, hem biz azaba da uğratılacak değiliz.» Böylece kavmi Hûd (aleyhisselâm)'u yalanlar. O, kavminin kendisini yalanlamasına çok üzülür, fakat Yüce Allah, onları inkârları ve küfürleri yüzünden helak eder. Hiç şüphesiz bunda akıl sahipleri için ibretler ve dersler vardır. Hâlik-ı Zülcelâl bunu şöyle beyan ediyor: «Böylece onu yalanladılar. Biz de kendilerini yok ettik. Bunda şüphesiz ki ders vardır, ama çoğu inanmamıştır.» Yüce Halik bundan sonra Semûd kavminden ve onların durumundan haber vermiştir. 141 «Semûd milleti de peygamberlerini yalanladı.» 142 «O zaman kardeşleri Salih onlara: 'Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız' demişti.» 143 «Şüphesiz ben size gönderilmiş emin bir peygamberim.» 144 «Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin.» 145 «Ben buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım Alemlerin Rabbinden başkasına ait değildir.» 146 «Siz, buradaki nimetler içerisinde emîn olarak bırakılacak mısınız?» 147 «Bağların ve pınarların içinde,» 148 «Ekinlerin ve meyvası yumuşak, hoş hurma ağaçlarının içinde...» 149 «Dağlarda ustalıkla evler oyar mısınız?» 150 «Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin.» Allahü teâlâ Semûd kavmine de kardeşleri Salih (aleyhisselâm)'i peygamber olarak göndermiştir. Diğer milletler gibi, onlar da peygamberleri Salih (aleyhisselâm)'i yalanlamışlardır. O, kavmine şöyle demiştir: «Ey kavmim, sizi yaratan, var eden, besleyen, koruyan, rızıklandıran Allah'a şirk koşmaktan ve emirlerine isyan etmekten sakının. Siz, O'na eş koşmaktan ve emirlerine karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Şüphesiz ben size Allah tarafından gönderilmiş emin bir peygamberim. O'nun emirlerini ve yasaklarını size bildirmek için görevlendirildim. Allah'ın emirlerine karşı gelmekten sakının, azabından korkun ve bana itaat edin. Buna mukabil ben sizden bir ücret de istemiyorum. Benim mükâfatım ve ücretim Âlemlerin Rabbine aittir. Siz, Allah'ı ve âhireti inkâr edip de burada bahçelerde, bağlarda, pınarbaşlarında, meralarda, ekin tarlalarında, meyve bahçelerinde güven içinde bırakılacağınızı mı zannediyorsunuz? Bundan kurtulmak için ustalıkla dağların ve kayaların içine evler oyar mısınız? Allah'ın azabından asla kurtulacağınızı zannetmeyin. Artık Allah'a iman edip azabından korkun ve bana itaat edin.» Kavmi Salih (aleyhisselâm)'in nasihatini dinlemez, fakat o yılmadan onları yine imana davet eder. Çünkü o, kavminin başına büyük bir azabın geleceğini biliyordu, bu bakımdan onları davete devam ediyordu. 151 «Müsriflerin emrine boyun eğmeyin.» 152 «Ki onlar yerde fesad yapar, ıslâh etmez kimselerdir.» 153 «'Sen şüphesiz büyülenmişin birisin,» 154 «bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsin. Eğer doğru sözlü isen bir belge getir' dediler.» 155 «Salih: 'İşte mucize, bu dişi devedir. Kuyudan su içme hakkı, belirli bir gün onundur ve belirli bir gün de sizindir.» 156 «Sakın ona bir kötülük yapmayın. Yoksa sizi büyük günün azabı yakalar' dedi.» 157 «Onlar ise deveyi kestiler, ama pişman da oldular.» 158 «Bunun üzerine onları azap yakaladı. Doğrusu bunda bir ders vardır, fakat çoğu inanmamıştır.» 159 «Hakikat senin Rabbin, mutlak galiptir. O, çok merhamet edicidir.» Salih (aleyhisselâm), kavminin başına bir musibetin ve bir azabın geleceğinden korktuğu için onları imana davet edip kötülüklerden alıkoymaya çalışır ve kendilerine şöyle der: «Ey kavmim, siz yeryüzünde bozgunculuk yapanların emrine uymayın. Çünkü onlar yeryüzünde fesad çıkarıp huzursuzluk yaparlar, Allah'ın emirlerine isyan ederler.» Kavmi Salih (aleyhisselâm) 'den bu sözleri işitince isyan ederek şöyle derler: «Ey Salih, sen gerçekten büyülenmişsin. Senin söylediklerin de tıpkı büyücülerinki gibidir. Sen onların söylediklerini bize söylüyorsun. Hem sen bizim gibi bir insansın, nasıl peygamber olabilirsin? Melek değilsin. Yersin, içersin, gezersin, çalışırsın, konuşursun. Eğer doğru söylüyorsan peygamber olduğuna dair bize bir mucize getir. O zaman peygamber olduğuna inanalım.» Bunun üzerine Salih (aleyhisselâm) peygamber olduğunu kavmine isbat etmek için, Allah tarafından kendisine verilen mucize ile, karşılarında dimdik duran kayadan yüklü bir deve çıkartır. Kavmine de «peygamber olduğuma delil şu kayadan çıkan devedir. Kuyudan su içme hakkı belirli bir gün onun ve belirli bir gün de sizindir. Sakın ona dokunmayın. Şayet ona dokunur veya bir zarar verirseniz büyük bir azap sizi yakalayacaktır.» der. Kavmi, Salih (aleyhisselâm)'in nasihatini dinlemez, deveyi öldürürler. Fakat yaptıklarına pişman olurlar. Bu pişmanlık onlara asla fayda vermez. Deveyi öldürmelerinden üç gün sonra ilâhi azap onları yakıp yok eder. Doğrusu bunda akıl sahipleri için büyük ders ve ibret vardır. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Bunun üzerine onları azap yakaladı. Doğrusu bunda bir ders vardır. Fakat çoğu inanmamıştır. Bundan sonra Yüce Allah, Lût (aleyhisselâm)'un kavminden haber vermiştir. 160 «Lût milleti de peygamberlerini yalanladı.» 161 «Kardeşleri Lût onlara: 'Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız' dedi.» 162 «Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.» 163 «Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin.» 164 «Buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak Âlemlerin Rabbine aittir.» 165 «İnsanlar arasında, erkeklere mi yaklaşıyorsunuz?» 166 «Rabbinizin sizin için yarattığı eşleri bırakıp da? Doğrusu siz azmış bir milletsiniz.» Yüce Halik, Lût (aleyhisselâm)'u da kavmine peygamber olarak göndermiş, fakat onlar da diğer milletler gibi peygamberlerini yalanlamışlardır. Lût (aleyhisselâm), kavmine şöyle demiştir: «Ey kavmim, siz, Allah'ın emirlerine karşı gelmekten sakınmaz mısınız? O, sizi yoktan var eden Rabbinizdir. Siz, O'nun emirlerine itaat edin, yasaklarından sakının. Şüphesiz ben size gönderilmiş emin bir peygamberim. Artık Allah'ın emirlerine isyan etmekle azabına uğramaktan korkun ve bana itaat edin. Bu davetime karşılık sizden bir ücret de istemiyorum. Benim ücretim ancak Âlemlerin Rabbine »aittir. Rabbinizin sizin için yarattığı kadınları bırakıp da erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Halbuki Allah, erkeklerin birbirine gitmesini haram, kadınlarınızı ise size helâl kılmıştır. Doğrusu siz bu çirkin işi yapmakla azmış bir milletsiniz. Siz bu çirkin fiilden hemen vazgeçin. Kavmi bu çirkin fiilden vazgeçmeyerek ona şu cevabı verirler. 167 «Ey Lût: Bu sözlerden vazgeçmezsen, mutlaka kovulacaksın dediler.» 168 «Lût: 'Doğrusu yaptığınıza çok kızanlardanım.» 169 «Rabbim, beni ve ailemi bunların elinden kurtar' dedi.» 170 «Biz de onu ve âilesini (kendisine îman edenleri) tamamen kurtardık.» 171 «Ancak ailesinden, geridekiler içinde yalnız karısı kaldı.» 172 «Diğerlerini yerle bir ettik.» 173 «Üzerlerine de yağmur yağdırdık. Uyarılan, fakat yola gelmeyenlerin yağmuru ne kötüdür.» 174 «Şüphesiz bunda bir ders vardır, ama çoğu inanmamıştır.» 175 «Hakikat, senin Rabbin, mutlak galiptir, O, çok merhamet edicidir.» Lût (aleyhisselâm)'un, kavmini imana davet ederek çirkin fiillerden vazgeçmeye çağırması, onların hoşuna gitmez. Bu davetten hoşlanmayan kavmi Lût (aleyhisselâm)'a şöyle der: «Ey Lût, eğer bu sözlerinden ve bu dâvandan vazgeçmezsen seni bu şehirden çıkartırız. Bu sözlerinden vazgeç ve bizim işimize de karışma. Senin çirkin diye vasıflandırdığın işten biz memnunuz.» Lût (aleyhisselâm) kavminin kendisine karşı kaba davranıp böyle söylemesinden çok üzülür. Halbuki o, kavmini hidayete, kurtuluşa, saadete, rahmete, güzel ahlâka ve insanlığa davet ediyordu. Kavmi ise bunu kabul etmeyerek çirkin işleri, kötü ahlâkı, süfli bir yaşantıyı tercih ediyorlardı. Kavminin işlediği bu rezaleti gören Lût (aleyhisselâm) onlara şöyle den «Ey kavmim, doğrusu ben yaptığınıza çok kızanlardanım. Çünkü siz helâlinizi bırakıp harama gidiyor, Allah'ın yasakladığı çirkin fiili işliyorsunuz. Bundan dolayı başınıza büyük bir azap gelecektir.» Kavminin imanından ümidini kesen Lût (aleyhisselâm), Rabbine şöyle dua ve niyazda bulunur: «Rabbim, beni ve ailemi bu azgın milletin çirkin amelinden kurtar." Bunun üzerine Allahü teâlâ, onu ve ailesini, kendisine iman edenleri kurtarır. Ancak kendisine iman etmeyen yaşlı hanımı ile çirkin fiillerde bulunan kavmini helak eder. Onların üzerine yağmur gibi taş yağdırarak helak etmiştir. Çünkü onlar peygamberleri Lût (aleyhisselâm)'u dinlemeyerek çirkin fiillerde bulunmuş ve imandan yüz çevirmişlerdir. Yaşlı hanımı da onları desteklemiş ve imandan yüz çevirmiştir. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Lût: 'Rabbim, beni ve ailemi bunların elinden kurtar' dedi. Bunun üzerine geride kalan yaşlı bir kadın dışında onu ve ailesini, hepsini kurtardık. Diğerlerini yerle bir ettik. Üzerlerine de yağmur yağdırdık. Uyarılan, fakat yola gelmeyenlerin yağmuru ne kötüdür. Şüphesiz bunda bir ders vardır, ama çoğu inanmamıştır. (Ya Muhammed!) hakikat senin Rabbin, mutlak galiptir, O, çok merhamet edicidir.» Bunda akıl sahipleri için ibretler ve hikmetler olduğu gibi, Allahü teâlâ'nın düşmanlarından intikamını almaya, dostlarına da rahmetle muamele etmeye delildir. Çünkü O, mutlak galiptir, her şeye kadirdir. Bundan sonra Şuayb (aleyhisselâm)'in kavminden haber verilmiştir. 176 «Ormanlık yerde oturanlar, Eykeliler de peygamberlerini yalanladı.» 177 «Şuayb onlara: 'Allah'a karşı gelmekten korkmaz mısınız?' demişti.» 178 «Şüphesiz ben size gönderilmiş emin bîr peygamberim.» 179 «Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin.» 180 «Ben buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım Âlemlerin Rabbinden başkasına ait değildir.» Şuayb (aleyhisselâm) da, Medyen yakınında ormanları sık düz bir arazide yerleşmiş olan Eyke halkına peygamber olarak gönderilmiştir. Medyen, Akabe boğazı yakınında Hicaz'la Filistin arasında kalan bölgedir. Eyke'liler de diğer milletler gibi peygamberlerim yalanlamışlardır. Şuayb (aleyhisselâm) onlara şöyle demiştir: «Ey kavmim, Allah'a iman edin, emirlerini yerine getirin. O'ndan başkasını ma'bud edinmeyin. Şüphesiz ben size gönderilmiş emin bir peygamberim. Allah'ın bana vahyettiklerini size olduğu gibi bildiriyorum. Artık putlara tapmayın ve haksızlık etmeyin. Allah'tan korkun ve bana itaat edin. Bu davetime karşılık sizden hiçbir şey ve ücret istemiyorum. Benim mükâfatım Âlemlerin Rabbine aittir.» Eyke'liler, Şuayb (aleyhisselâm)'ı yalanlamışlardır. O, kavminin kendisini yalanlamasına aldırmayarak, onları Allah'a imana ve kötülüklerden vazgeçirmeye çalışır. 181 «Ölçüyü tam yapın, eksiltenlerden olmayın.» 182 «Doğru terazi ile tartın.» 183 «İnsanların hakkından bir şeyi kısmayın. Yeryüzünde fesatçılar olarak bozgunculuk etmeyin.» 184 «Sizi ve daha önceki nesilleri yaratandan korkun.» Şuayb (aleyhisselâm)'in kavmi ölçü ve tartıya riayet etmeyen, bunları eksik ölçüp tartan bir millet idi. Kavmini Allah'a imana davet ettikten sonra onlara şöyle demiştir: «Ey kavmim, ölçü ve tartılarınızı tam yapın. Başkasının hakkına tecavüz etmeyin, hiç kimsenin malına mülküne göz dikmeyin. Başkasının hakkına tecavüz ederek yeryüzünde fesat çıkarıp bozgunculuk yapmayın. Sizi ve sizden öncekileri yaratan Allah'tan korkun. Çünkü O, sizi yaptıklarınızdan hesaba çekecektir. Ona göre mükâfat ve mücâzatınızı verecektir. Şuayb (aleyhisselâm)'dan bu gerçekleri duyan kavmi, ona şu cevabı verirler. 185 «'Sen ancak fazla büyülenmişlerdensin' dediler.» 186 «Sen bizim gibi insandan başka bir şey değilsin. Doğrusu biz seni yalancılardan sanıyoruz.» 187 «Eğer doğru sözlü isen gökten üzerimize bir parça düşür.» 188 «Şuayb: 'Rabbim, yaptıklarınızı çok iyi bilir' dedi.» 189 «Ama onu yalanladılar. Bunun üzerine onları bulutlu bir günün azabı yakaladı. Gerçekten o gün, azabı büyük bir gündü.» 190 «Şüphesiz bunda bir ders vardır. Fakat çoğu inanmamıştır.» Kavmi Şuayb (aleyhisselâm)'a şöyle demiştir: «Ey Şuayb, gerçekten sen büyülenmiş ve delirmişsin. Şayet sen delirmeseydin bize böyle şeyleri konuşmazdın. Bu, senin büyülendiğinin alâmetidir. Hem sen de bizim gibi bir insansın, yiyor, içiyor, çalışıyor, geziyor, yatıyor, uyuyorsun. Böyle birisi nasıl peygamber olabilir? Biz senin yalancı olduğunu sanıyoruz. Eğer sözünde doğru isen gökten üzerimize bir parça bulut indir. O zaman senin peygamberliğine inanalım.» Şuayb (aleyhisselâm) da onlara şu cevabı verir: «Ey kavmim, Rabbim sizin yaptıklarınızı ve söylediklerinizi çok iyi bilir.» Kavmi, Şuayb (aleyhisselâm)'ın davetini ve ikazını dinlemeyerek yalanlarlar. Allahü teâlâ da onların üzerine kızgın bir rüzgâr gönderir. Onlar bu kavurucu rüzgârdan kurtulmak için mağaralar kazıp içine girerler. Fakat mağaralardaki sıcaklık dışardakinden daha fazla olur. Bu defa dışarı çıkarlar. O anda üzerlerine bir bölük bulut gelir, hepsi o bulutun altında toplanırlar. Sonra bulutun içinden üzerlerine ateş yağar ve hepsi o anda helak olup yok olur. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Şuayb (aleyhisselâm): Rabbim, yaptıklarınızı çok iyi bilir' dedi. Ama onu yalanladılar. Bunun üzerine onları bulutlu bir günün azabı yakaladı. Gerçekten o gün, azabı büyük bir gündü. Şüphesiz bunda bir ders vardır. Fakat çoğu inanmamıştır.» Bunda akıl sahiplen için ibretler ve ders alınması gereken hususlar vardır. İşte Allahü teâlâ iman etmeyen ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak zulmedenleri böyle cezalandırır. Önceki peygamberlerin kavimlerinin ilâhi azaba uğrayarak helak oluşları, peygamberlerinin davetine uymayarak imandan yüz çevirmelerinden yeryüzünde fesat çıkarıp bozgunculuk yapmalarından ve zulümlerinden dolayıdır. Peygamberlerin Allah tarafından zaman zaman gönderiliş sebepleri de, kavimlerini imana davet edip kötülüklerden alıkoymak içindir. Onlara itaat etmeyenler elbette ilâhî azaba uğrayacaklardır. 191 «Hakikat senin Rabbin, mutlak galiptir. O, çok merhamet edicidir.» 192 «Şüphesiz Kur'an Âlemlerin Rabbi katından indirilmedir.» 193 «Ey Muhammed: Apaçık Arap diliyle uyaranlardan olman için onu, Cebrail senin kalbine indirmiştir.» 194 «Ey Muhammed: Apaçık Arap diliyle uyaranlardan olman için onu, Cebrail senin kalbine indirmiştir.» 195 «Ey Muhammed: Apaçık Arap diliyle uyaranlardan olman için onu, Cebrail senin kalbine indirmiştir.» 196 «O, daha öncekilerin kitabında da zikredilmiştir.» Kur'ân-ı Azîmüşşan, Âlemlerin Rabbi tarafından Cebrail vasıtasıyla Arapça olarak insanları inzar için Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kalbine ilham edilmiştir. O, iman edenleri müjdeleyici, etmeyenleri ise korkutucudur. Kur'an önceki peygamberlerin kitaplarında da zikredilmiş, Hazret-i Muhammed'in son peygamber olarak geleceği de haber verilmiştir. Ta ki insanlar son peygamberin geleceğini bilsinler. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «O, daha öncekilerin kitabında da zikredilmiştir.» 197 «İsrailoğulları bilginlerinin bunu bilmeye bir delilleri yok muydu?» 198 «Biz onu Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik de.» İsrailoğullarının bilginlerinin Tevrat'ta Hazret-i Muhammed'in ve Kur'ân-ı Kerim'in geleceğini okuyup haber vermeleri, bunların Allah tarafından gönderildiğinin delili değil midir? Tevrat'ta Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in son peygamber olarak gönderileceği ve sıfatları haber verilmiştir. Fakat bazı Yahudi bilginleri Peygamberimizle ilgili kısmı Tevrat'tan çıkarmışlardır, Araplar okuyup mânâsını anlasınlar ve iman etsinler diye Kur'ân-ı Kerim, Arapça olarak indirilmiştir. Buna rağmen birçoğu iman etmemiştir. Bu ifadeden Kur'ân-ı Azimüşşân’ın sadece Arap milletine gönderildiği anlaşılmamalıdır. O, bütün beşeriyete gönderilmiştir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «İsrailoğulları bilginlerinin bunu bilmeye bir delilleri yok muydu? Biz onu Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik de, onlara karşı bunu okusaydı yine de inanmazlardı.» 199 «Onlara karşı bunu okusaydı yine de inanmazlardı.» İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın rivayetine göre, Mekke'li müşrikler Medine Yahudilerinin bilginlerine adam göndererek Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in geleceğinin Tevrat'ta yazılı olup olmadığını sorarlar. Onlar da son peygamberin vasıflarının Tevrat'ta yazılı olduğunu söylerler. Mekke'li müşrikler, buna rağmen iman etmezler. 200 «Biz küfrü o günahkârların kalbine öyle bir soktuk ki.» 201 «Can yakıcı azabı görmedikçe o Kur'an'a inanmazlar.» 202 «Bu azap onlara haberleri olmadan geliverecektir.» Allahü teâlâ kâfirlerin kalbine küfrü öyle sokmuştur ki, onlar can yakıcı elîm bir azabı görene kadar Kur'ân-ı Kerîm'e asla inanmazlar. Bu azap onlara ansızın gelecek, o zaman «acaba bize hiç mühlet verilmeyecek mi? Tekrar geri dönsek de iman edip Kur'an'ı ve Hazret-i Muhammed'i tasdik etsek de, bu azabı görmesek» diyeceklerdir. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Biz küfrü o günahkârların kalbine öyle bir soktuk ki, can yakıcı azabı görmedikçe o Kur'an'a inanmazlar. Bu azap onlara haberleri olmadan geliverecektir. O zaman 'bize bir mühlet verilmez mi?' diyecekler.» İmam-ı Mukatil, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyet ile kafirleri inzar edince onlar 'Ya Muhammed, sen bizi bu azap ile korkutuyorsun. O azabın ne zaman geleceğini de söyle, hemen gelsin» derler. Bunun üzerine Allahü teâlâ «Ya Muhammed, senin kavmin bizim azabımızı mı acele istiyorlar» mealindeki âyeti inzal buyurur. 203 «O zaman 'bize bir mühlet verilmez mi' diyecekler.» 204 «Bizim azabımızı mı acele istiyorlardı?» 205 «Bana söylesene, ey Muhammed, biz onlara yıllar yılı nimetler vermiş olsak,» 206 «sonra da tehdit edildikleri şey başlarına gelse',» 207 «kendilerine verilmiş olan nimetler onlara bir fayda sağlar mı?» 208 «Hiçbir kasaba halkını onlara öğüt veren uyarıcılar olmadan yok etmedik. Biz zalim de değiliz.» 209 «Hiçbir kasaba halkını onlara öğüt veren uyarıcılar olmadan yok etmedik. Biz zalim de değiliz.» Yüce Allah sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ey Rasülüm Muhammed, bana söyle, biz onlara yıllar yılı nimet vermiş olsak da, sonra azabımız başlarına gelse, kendilerine verilmiş bunca nimetler onlara bir fayda sağlar mı? Biz hiçbir kasaba halkını onlara, öğüt veren uyarıcılar olmadan yok etmedik. Biz zalim de değiliz.» Hâlik-ı Zülcelâl, bütün nimetleri insanoğlu için yaratmış ve emirlerine vermiştir. Başlarına bir azap geldiği zaman, kendilerine verilen bunca nimet onlara bir fayda sağlar mı? Asla bir fayda sağlamaz. Eğer fayda sağlasaydı Nemrudların, Firavunların, Kanınların inkârları ve zulümleri yüzünden helak olmamaları gerekirdi. Halbuki bunlar haddinden aşkın zengin idiler. Fakat bu zenginlikleri, varlıkları kendilerine asla fayda vermemiştir. İnsana fayda veren ancak imandır. Bunun için de Allahü teâlâ her millete imanı ve küfrü, hayrı ve şerri, iyiyi ve kötüyü, helâli ve haramı, hakkı ve bâtılı bildiren uyarıcılar, peygamberler göndermiştir. Bunlara itaat edenler kurtulmuş, etmeyenler ise helak olmuştur. Allah hiçbir toplumu, peygamber gönderip emir ve yasaklarını bildirmeden helak etmemiştir. Emir ve yasaklarını bildirdikten sonra, emirlerine itaat edenleri kurtarmış, etmeyenleri ise helak etmiştir. 210 «Kur'an'ı şeytanlar indirmemiştir.» 211 «Bu onlara düşmez, zaten güçleri de yetmez.» 212 «Doğrusu onlar vahyi dinlemekten uzak tutulmuşlardır.» Bu âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur: Mekkeli müşrikler «bu Kur'an'ı Muhammed'e şeytanlar indirmiştir. O da şeytanlardan aldıklarını bize haber veriyor» demişlerdir. Allahü teâlâ, onların bu iddialarını reddetmek için bu âyetleri inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Kur'an'ı şeytanlar indirmemiştir. Bu onlara düşmez, zaten buna güçleri de yetmez. Doğrusu onlar vahyi dinlemekten uzak tutulmuşlardır.» İmandan nasibi olmayanlar, Kur'ân-ı Kerîm'in şeytanlar tarafından Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e indirildiğini söylemişlerdir. Halbuki Kur'ân-ı Kerîm her zaman ve her yerde bir âyetinin veya bir sûresinin benzerlerini getirmeleri için münkirlere meydan okumuş, fakat bugüne kadar hiç kimse onun bir âyetinin bile benzerini getirememiştir. Getirmeleri de mümkün değildir. Böyle bir kitap nasıl olur da şeytanlar tarafından Hazret-i Muhammed'e indirilir? Bir âyetin dahi benzeri getirilemeyen bir kitabı Allah'tan başka peygamberine kim indirebilir? Kâfirler inatlarından dolayı bu bâtıl iddiada bulunmuşlardır. Onlar da Kur'ân-ı Azîmüşşan’ın Allah tarafından Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e indirildiğini biliyorlar, bu gerçeği küfürlerinden dolayı inkâr ediyorlardı. 213 «Sakın, Allah'ın yanında başka tanrı tutup O'na yalvarma, yoksa azap göreceklerden olursun.» Hâlik-ı Zülcelâl sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ey Rasülüm Muhammed, sakın Allah'ın yanında başka tanrı tutup O'na yalvarma, yoksa azap göreceklerden olursun.» Bu emir Peygamberimizin şahsında mü’minleredir. Allah'tan başka tanrı edinenler elbette elim bir azaba uğrayacaklardır. 214 «Önce en yakın hısımlarını uyar.» 215 «Sana uyan mü’minleri kanatların altına al.» 216 «Sana baş kaldırırlarsa: 'Yaptıklarınızdan uzağım' de.» 217 «Sen, O mutlak galip, O çok merhamet edici Allah'a güvenip dayan.» 218 «Secde edenler (namaz kılanlar) içinde dolaşmanı da...» 219 «O, senin kalkıp namaz kılanlar arasında bulunduğunu görendir.» 220 «Çünkü hakkıyla işiten, hakkıyla bilen bizzat O'dur.» Hazret-i Ali (radıyallahü anh), bu âyet nazil olduğu zaman Resûlüllah beni çağırdı ve bana «Ya Ali, Allahü teâlâ bana önce yakın hısım ve akrabamı uyarmamı ve inzar etmemi buyurdu. Onları uyarmam ve inzar etmem bana çok ağır geldi, kendilerine bir şey söylemedim. Bunun üzerine Cebrail bana gelip «Ya Muhammed, eğer sen kavmini davet etmezsen Allahü teâlâ saha azap eder» dedi. Şimdi sen git, bir kap yemek hazırla, üzerine de koyun butlarını koy ve büyük bir bardak da süt al, bana getir. Sonra git Abdulmuttalib kabilesini topla, yanıma getir, «bana vahyolunanları onlara haber vereyim» dedi. Ben de emredileni yerine getirdim. Abdulmuttalib oğullarını toplayıp Allah Resulüne getirdim. O zaman onların sayısı kırk kişiydi. İçlerinde amcaları Ebû Talib, Haraza, Abbas ve Ebû Leheb de vardı. Bunlar gelip Allah Resulünün etrafında oturdular. Sonra Peygamberimiz hazırlamış olduğum yemeği getirmemi söyledi, ben de getirdim önlerine koydum. İçinden bir parça et alıp dişleriyle iki parçaya ayırdı ve yemek kabının kenarına koydu. Sonra yanındakilere «Allah'ın adını anarak yiyin» dedi. Onlar da Allah'ın adını anarak yemeye başladılar. Doyasıya yediler. Hazırlamış olduğum yemeği bitiremediler. Allah'a yemin ederim ki, o yemeği sadece bir kişi yerdi, fakat o kadar insan yedi, doydu, yemek yine bitmedi. Sonra sütü getirmemi istedi, onu da getirdim, herkes kanasıya içti, o da bitmedi. O da ancak bir kişilikti, fakat o kadar insanın içmesine rağmen bitmedi. Yemekten sonra Allah Resulü onların konuşmasını bekledi, hiçbiri konuşmadı. O zaman Ebû Lehep «ey kavmim, sahibiniz Muhammed sizi büyüledi, neden burada oturuyorsunuz, kalkın gidelim» dedi. Bunun üzerine hiçbir konuşma olmadan dağılıp gittiler. Onlar gittikten sonra Allah Resulü «Ey Ali, gördün ya hiçbir şey konuşmadan dağılıp gittiler. Bu adam bizden ürktü. Sen yarın, aynı şekilde yemek hazırla ve onları davet et» dedi. Ben de aynısını yaptım, onları davet ettim ve yemeği getirip önlerine koydum. Yine Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir parça et alıp dişleriyle iki parçaya ayırdı ve yemek kabının kenarına koydu. «Bismillah diyerek başlayın» buyurdu. Herkes yemeye başladı, doyasıya yediler ve içtiler yine o yemek ve süt arttı. Yemekten sonra Allah Resulü söze başlayarak şunları söyledi: «Ey Abdulmuttalib oğulları, bilin ki, ben size âhireti haber vermeye geldim. Allah, sizi imana davet etmemi emretti. Hanginiz bana itaat edip işlerimde yardımcı olacak ve halifelik yapacaktır?» Onların hiçbiri bunu kabul etmedi. O zaman ben «Ey Allah'ın Nebisi, ben bütün söylediklerini kabul ediyor ve vezirin oluyorum» dedim. Halbuki içlerinde en küçükleri bendim. Bunun üzerine Allah Resulü boynumu tutup «ey kavmim, Ali benim kardeşim, yoldaşım, yardımcım ve vezirimdir. Bunun sözlerini dinleyin ve kendisine itaat edin» buyurdu. Abdulmuttalib oğulları bu sözleri işitince alaylı alaylı gülmeye başladılar, babama dönerek «Ey Ebâ Talib, Muhammed, sana mı oğlun Ali'ye itaat etmeni emrediyor?» dediler. Onların alaylı alaylı güldüğünü gören Peygamberimiz şöyle dedi: «Ey kavmim, şu dereden bir bölük süvari gelip sizi öldürecek, kılıçtan geçirecek desem inanır mısınız?» Onlar hep bir ağızdan «belâ' «evet inanırız. Çünkü sen bugüne kadar hiç yalan söylemedin, bir defacık olsun yalan söylediğini duymadık» dediler. Öyleyse beni dinleyin, şimdi ben sizi gelecek olan büyük günün azabından korkutuyorum. O azaptan kurtulmanız için Allah'a iman edin putlara, tapmaktan vazgeçin ve emirlerine itaat edin ve benim de söylediklerimi tutun. Şayet bunları yapmazsanız dünyada da, âhirette de elim bir azaba uğrayıp helak olacaksınız.» Allah Resulünün bu sözlerine canı sıkılan Ebû Leheb şu cevabı verir: «Azap senin başına olsun, sen bunun için mi bizi buraya topladm?» Bunun üzerine hepsi dağılıp gider. O zaman bu kâfir hakkında Leheb Sûresi nazil olur. Allahü teâlâ her şeye kadirdir. Hiçbir şey O'nun bilgisinden ve işitmesinden gizli değildir. 221 «Şeytanların kime indiğini size haber vereyim mi?» 222 «Onlar, günahkâr müfterilerin hepsine iner.» 223 «Bunlar şeytanlara kulak verirler, çoğu yalancıdırlar.» «Şairlere ancak azgınlar uyar.» 224 «Şairlere ancak azgınlar uyar.» 225 «Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını» 226 «ve yapmadıkları şeyleri yaptıklarını söylediklerini görmez misin?» Bu âyet-i celilelerin nüzul sebebi şudur: Kureyşli müşrikler, «Muhammed'e şeytan iniyor, bize söylediklerini ona telkin ediyor, o da kalkıyor, şeytandan öğrendiklerini bize söylüyor ve halka anlatıyor» demişlerdir. Bunun üzerine Allahü teâlâ onların bu bâtıl iddialarını reddetmek için bu âyetleri inzal edip şöyle buyurmuştur: «Şeytanların kime indiğini size haber vereyim mi? Onlar, günahkâr müfterilerin hepsine iner. Bunlar şeytanlara kulak verirler, çoğu yalancıdırlar. Şairlere ancak azgınlar uyar. Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve yapmadıkları şeyleri yaptıklarını söylediklerini görmez misin?» Şeytanlar günahkâr, asi, yalancı ve müfterilere iner. İşte onlar şeytanların sözlerine kulak verirler. Bilmeden gaybdan konuşurlar. Halbuki onların çoğu yalancıdırlar. Yıldızlardan haber verenler, suya bakanlar ve fal açanlar gibi. Bunların hiçbirisinin sözüne inanılmaz. Çünkü gaybı Allah'tan başkasını bilmesi mümkün değildir. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında bazı şairler şiirleriyle İslama hücum etmişler ve yeni müslüman olacaklara mani olmuşlardır. Onlar da tıpkı şeytanlar gibi insanları Allah yolundan alıkoymuşlardır. İnsanları Allah yolundan alıkoyanlar şeytanın ta kendisidir. Bundan dolayı Allahü teâlâ «şairlere ancak azgınlar uyar» buyurmuştur. 227 «Ancak îman edip amel-i sâlih işleyenler, Allah'ı çok çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında haklarını alanlar bunun dışındadır. Haksızlık eden kimseler nasıl bir yıkılışla yıkılacaklarını anlayacaklardır.» Hakkı söyleyenler ancak iman edip sâlih ameller işleyenle Allah'ı çok çok zikredenlerdir. Onların şiir ve diğer şeylerle me; gul olmaları kendilerini Allah'ı zikirden alıkoymaz, bilâkis bunlar Allah'ı daha çok zikretmeye sebep olur. Mü’minlere karşı haksızlık yapıp onları zemmedenler nasıl bir yıkılışla yıkılacaklarını anlayacaklardır. Onların gidecekleri yer ne kötüdür. Onlar kıyamet günü içinde ebedî kalacakları elim bir azaba uğrayacaklardır. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Ancak iman edip amel-i salih işleyenler, Allah'ı çok çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında haklarını alanlar bunun dışındadır. Haksızlık eden kimsele nasıl bir yıkılışla yıkılacaklarını anlayacaklardır.» Hazret-i Âişe (radıyallahü anh)'nin rivayetine göre, Hassan ibn Sabit, Peygan berimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şairiydi. Onun için mescidin ön kısmına bir küı su kurmuştu, Hassan o kürsünün üzerine çıkıp Allah Resulün öven şiirler söylerdi. Peygamber hakkında söylenen kötü şiirlerin sahiplerini zemmederek onlara düşmanlık beslerdi. Peygamberimi onun için şöyle dua etmiştir.- «Allah, Hassan'a yardım etsin ve güzel sözler ihsan buyursun.» Bundan sonra buyurdu ki, Peygamber'e ve mü’minlere hücum edip zulmedenlerin gidecekleri yer ne kötü dür.» İbn Abbas (radıyallahü anh) «onların gidecekleri yer cehennemdir» demiştir. Bu âyet-i celilede, şairlerin ve şiirlerinin hepsinin zemme dilmediğine işaret vardır. Ancak içinde yalan, küfür, kabih, zen kelimeleri bulunan şiirler zemmedilmiştir. İçlerinde Allah ve Resülünü metheden, insanlara nasihat ve öğüt veren ve hayra teşvik eden şiirler memduhdur, böyle şiirlerin sahipleri Allah katında makbuldür. |
﴾ 0 ﴿