KASAS SURESİ Bu sûre-i celile Kur'ân-ı Azimüşşan’ın 28. sûresi olup 88 âyettir. Mekke'de nazil olmuştur, ancak İmam-ı Mukatil'e göre (52, 53, 54 ve 55.) âyetleri Medine'de, 85. âyeti de İbn Abbas'a göre Cehfe'de nazil olmuştur. Bu sûrede Musa (aleyhisselâm) ‘nın kıssasından çok geniş bir şekilde bahsedildiği için «Kasas sûresi» unvanını almıştır. Sûrenin ihtiva ettiği başlıca hususlar şunlardır: Hazret-i Musa (aleyhisselâm)’nın mucizeleri, vahy-i ilâhiye mazhar oluşu, peygamberlere cephe alanların ne elîm bir azaba uğradıklarına bir misal olmak üzere Firavun ile kavminin helak oluşu, fâni varlığa güvenerek gururlanıp halka büyüklük taslayanların, zulmedenlerin sonlarının ne olduğunu göstermek için Karun'un başına gelen felâket, Hazret-i Muhammed'in düşmanlarına galip geleceğini ve Mekke'den Medine'ye hicret edeceğine dair işaret. Hulâsa bu ulvî âyetler Kur'ân-ı Kerîm'in bir kitab-ı ilâhî olduğunu bildiriyor ve her âyetinde akıl sahipleri için ibretler olduğunu beyan ediyor. Bunlardan ibret alıp iman ederek Allah'a kulluk edenlere ne mutlu. 1 «Tâ, Sîn, Mîm.» 2 «Bunlar apaçık kitabın âyetleridir.» 3 «Sana Musa ile Firavun'un haberinden iman eden bir kavim için hak olarak anlatacağız.» İbn Abbas (radıyallahü anh)'a göre, Tâ, Sîn, Mim Allahü teâlâ'nın isimlerinden biridir. Allahü teâlâ onunla yemin ederek şöyle buyurmuştur: «Yemin olsun ki, bunlar apaçık kitabın âyetleridir. Ya Muhammed, biz sana Musa ile Firavun'un haberinden iman eden bir kavim için hak olarak anlatacağız.» Bu kitap, iman ile küfrü, hayır ile şerri, iyi ile kötüyü, haram, ile helâli, hak ile bâtılı, ceza ile mükâfatı bildirmektedir. Kur'ân-ı Azîmüşşan'da Musa (aleyhisselâm) ile Firavun'un ve benzerlerinin kıssalarının zikredilmesi işiten milletlerin ve kavimlerin bunlardan ibret alarak iman etmeleri içindir. Yüce Allah iman etmeyenlerin ve yeryüzünde bozgunculuk yapanların ne kötü bir akıbete uğradıklarını insanların gözlen önüne sermiştir. Bu olayların insanların gözleri önüne serilmesinde büyük hikmetler vardır. 4 «Gerçekten Firavun memleketinin başına geçti ve halkını bölüklere ayırdı. İçlerinden bir zümreyi güçsüz bularak oğullarını boğazlıyor, kızlarını diri bırakıyordu. Çünkü o bozgunculardandı.» Firavun saltanatına güvenerek kibirlenmiş, büyüklenmiş, tanrılık iddiasında bulunmuş ve Musa (aleyhisselâm)'ya muhalefet etmiştir. O, İsrailoğullarını çeşitli guruplara ayırarak kimine taş taşıtmış, kimine ustalık yaptırmış, kimine çiftçilik yaptırmış, bir şey yapamayanları da haraca bağlayarak her gün kendisine bir akçe vermelerini sağlamıştır. Bunu aksatanları cezalandırmak maksadıyla sağ ellerini boyunlarına zincirle bağlatmış, sol elleriyle çalışıp getirmelerini istemiştir. Bir kısım halkı da sarayında hizmetçi tutmuş onlardan doğan erkek çocukları öldürtmüş, kız çocukları da kendilerine hizmetçi olmaları için bırakmıştır. Hülâsa, Firavun'un zulmü ve küfrü halka göz açtırmamıştır. İmam-ı Süddî'nin rivayetine göre Firavun bir rüya görür. Rüyasında Şam tarafından bir ateş gelip Mısır'ın evlerini yakıp yok eder, fakat İsrailoğullarının evlerine bir şey yapmaz. Firavun kâhinleri ve müneccimleri toplar, rüyanın tabir edilmesini ister. Onlar, İsrail oğullarından birisinin gelip Firavun ve kavmini helak edeceğini, kendi kavmini kurtaracağını söylerler. Bunun üzerine Firavun, İsrailoğullarının doğan erkek çocuklarını öldürtür, kız çocuklarını ise bırakır. Onun işi yeryüzünde daima fesat çıkarmaktı. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Gerçekten Firavun memleketinin başına geçti ve halkını bölüklere ayırdı. İçlerinden bir zümreyi güçsüz bularak oğullarını boğazlıyor, kızlarını diri bırakıyordu. Çünkü o bozgunculardandı.» 5 «Biz ise istiyorduk ki güçsüz sayılanlara iyilikte bulunalım, onları önderler kılalım ve onları vârisler yapalım.» 6 «Onları memleketlerine yerleştirelim. Firavun'a, Haman'a ve ikisinin askerlerine çekinmekte oldukları şeyleri gösterelim.» Hâlik-ı Zülcelâî, Firavun ve kavmini helak edip güçsüz olan İsrailoğullarını onlara önder ve mirasçı kılarak memleketlerine yerleştirmiştir. Firavun ve kavmi Kızıl denizde boğulunca Mısır İsrailoğullarına kalmış, böylece onlar esaretten ve zilletten kurtulmuşlar, Firavun'un saltanatına sahip olmuşlardır. Allahü teâlâ imandan yüz çevirip yeryüzünde bozgunculuk yapanları giderir, onların yerine iman edip itaat eden bir kavim getirir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: 'Biz ise istiyorduk ki güçsüz sayılanlara iyilikte bulunalım, onları önderler kılalım ve onları vârisler yapalım. Onları memleketlerine yerleştirelim. Firavun'a, Haman'a ve ikisinin askerlerine çekinmekte oldukları şeyleri gösterelim.» 7 «Musa'nın annesine: 'Onu enızir. Başına gelecekten korktuğun zaman onu suya bırak, korkma, üzülme. Şüphesiz onu biz sana döndürecek ve peygamber yapacağız' diye vahyetmiştik.» 8 «Firavun'un adamları bunun üzerine onu aldılar ve o en sonunda kendileri için bir düşman ve tasa olacaktı. Firavun, Haman ve askerleri gerçekten suçlu idiler.» Firavun gördüğü rüyadan sonra İsrailoğullarının erkek çocuklarını öldürtür, kız çocuklarını ise bırakır. Bu zulmün ve cinayetin devam ettiği sırada annesi Musa'ya hamile kalır. Onun hamli diğer kadınlarmkine benzemez, hamile olduğunu yalnız kendisi bilir. Nihayet çocuğun doğum vakti gelir, o sıra bir rüya görür. Rüyasında çocuğunu üç ay enızirmesi ve etraftan duyulduğu zaman bir sandukaya koyup Nil nehrine bırakması kendisine ilham ve ta'lim edilir. Nitekim Hazret-i İbrahim'e oğlu İsmail'i rüyasında kurban etmesi ilham edildiği gibi. Çocuk dünyaya geldikten sonra anne, kendisine ilham edildiği gibi çocuğu enızirmeye ve bakmaya devam eder. Bir gün tandırda ekmek pişirirken annesiyle beraber Musa (aleyhisselâm) da tandırın yanında bulunmaktadır. Annesi yanından ayrıldığı zaman Firavun'un adamları çocuğu görürler ve almak için tandırın bulunduğu yere girerler, fakat çocuğu göremezler, çıkıp giderler. Arkalarından annesi girer, Musa'nın parmağı ile toprağı eşeleyip oynadığını görür, o zaman Allahü teâlâ'nın onu koruduğuna yakînen inanır. Hâlik-ı Zülcelâl, ona Musa'yı Nil nehrine bırakmasını, bundan dolayı korkup üzülmemesini, onu tekrar kendisine döndüreceğini ve peygamber olarak göndereceğini vahyetmiştir. Bunun üzerine annesi bir sanduka yapar, Musa (aleyhisselâm) 'yi içine koyar, ağzını da güzelce kapar ve Nil nehrine bırakır. Su onu alıp Firavun'un sarayının önüne getirir. Sanduka Firavun'un adamları tarafından nehirden çıkarılır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Musa'nın annesine: Onu enızir. Başına gelecekten korktuğun zaman onu suya bırak, korkma, üzülme. Şüphesiz biz onu sana döndürecek ve peygamber yapacağız' diye vahyetmiştik. Firavun'un adamları bunun üzerine onu aldılar ve o en sonunda kendileri için bir düşman ve tasa olacaktı. Firavun, Haman ve askerleri gerçekten suçlu idiler.» 9 «Firavun'un karısı dedi ki: Benim de, senin de gözün aydın olsun. Onu öldürmeyin. Belki bize faydası dokunur. Veya onu oğul ediniriz. Halbuki onlar işin farkında değillerdi.» Nil nehri Musa (aleyhisselâm)’nın sandukasını götürür, Firavun'un sarayının önüne bırakır. Nehirde görülen Sanduka Firavun'un adamları tarafından çıkartılır ve ağzı açılır, bir de ne görsünler, içinde nûr topu gibi bir çocuk. Firavun'un karısı Âsiye, çocuğu görünce hemen bağrına basar ve kocasına «sakın bunu öldürmeyin. Erkek çocuğumuz yok, belki bize faydası dokunur, onu oğul ediniriz, benim de, senin de gözün aydın olsun» der. Firavun da «senin gözün aydın olsun, benimki değil» diye cevap verir. İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın rivayetine göre, şayet Firavun «benim de gözüm aydın olsun» deseydi Musa (aleyhisselâm)'nın ona da faydası dokunacaktı. Fakat Musa (aleyhisselâm)'nın ona faydası dokunmayacağı için Allahü teâlâ hatırına ondan başka bir şey getirmedi. Firavun, Musa (aleyhisselâm)'yı sarayına aldı, onu en iyi şekilde yetiştirdi. Halbuki kendisinin ve kavminin helaki onun elindeydi. Zira Hâlik-ı Zülcelâl öyle takdir etmişti. Onlar küfürlerinin ve zulümlerinin cezasını mutlaka göreceklerdi. Nitekim öyle oldu. 10 «Musa'nın annesi yüreği bomboş sabah etti. Şayet iman edenlerden olması için kalbini pekiştirmeseydik nerdeyse onu açığa vuracaktı.» 11 «Musa'nın kız kardeşine dedi ki: 'Onu izle'. O da kimse farkına varmadan onu uzaktan gözetledi.» Annesi, Musa (aleyhisselâm)'yı Nil nehrine bırakınca endişeye düştü. Ne olacağını merak ederek kızı Meryem'i de onu takip etmek için arkasından gönderdi. O gece zor sabahlar. Eğer Allahü teâlâ kendisine sabır ilham etmeseydi nerdeyse «bu çocuk benimdir» diyecekti. Meryem kimseye çaktırmadan Musa (aleyhisselâm)'yi takip eder, içine konduğu sandık Firavun'un sarayının önüne gelince adamları tarafından alınıp saraya götürüldüğünü görür ve durumu gelip annesine haber verir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Musa'nın annesi yüreği bomboş sabah etti. Şayet iman edenlerden olması için kalbini pekiştirme şeydik nerdeyse onu açığa vuracaktı. Musa'nın kız kardeşine dedi ki: 'Onu izle'. O da kimse farkına varmadan onu uzaktan gözetledi.» Bazı tefsircilere göre, Musa (aleyhisselâm) sarayda oynamaya, gezip tozmaya başlayınca halk ona Firavun'un oğlu olarak bakar. Bu, annesinin çok zoruna gider, onun kendi oğlu olduğunu söylemek ister. O zaman Hâlik-ı Zülcelâl ona sabır ihsan eder ve Musa (aleyhisselâm)'nın kendi çocuğu olduğunu açığa vurmaz. 12 «Biz daha evvel ona süt annelerin sütünü haram etmiştik. Bunun üzerine hemşiresi: 'Size, sizin adınıza ona bakacak ve iyi davranacak bir ev halkım tavsiye edeyim mi?' dedi.» Nil'in getirmiş olduğu küçük yavru, Firavun'un karısı Âsiye tarafından saraya alınır. Saraya alman çocuk henüz sütten kesilmediği için süt ister. Firavun süt anne bulmak için etrafa haber salar, bütün enızikli kadınlar gelir. Fakat küçük yavru hiçbirisinin sütünü almaz. Saray erkânı çaresiz kalır. O sırada Musa'nın ablası Meryem de orada bulunmaktadır. Çocuğun kimsenin sütünü almadığını görünce, Firavun ve ailesine «size, sizin adınıza ona bakacak ve iyi davranacak bir ev halkını tavsiye edeyim mi?» der. Bundan kuşkulanan Firavun, bu çocuğun kimin olduğunu Meryem'in bildiğini zanneder ve ona çocuğun kimin olduğunu sorar. Meryem- kimin olduğunu bilmediğini ve kendilerine tavsiye ettiği ailenin çocuk için değil kendileri için iyi davranan bir ev halkı olduğunu söylemek istediğini bildirir. Bunun üzerine Meryem, Musa (aleyhisselâm)'ya süt vermek üzere annesini getirir. Çocuk derhal annesinin sütünü alır. Böylece Allahü teâlâ'nın vaadi yerine gelir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Biz daha evvel ona süt annelerin sütünü haram etmiştik. Bunun üzerine hemşiresi: 'Size, sizin adınıza ona bakacak ve iyi davranacak bir ev halkını tavsiye edeyim mi? dedi.» Hâlik-ı Zülcelâl peygamberini böylece en itinalı bir şekilde kâfirin elinde yetiştirir. 13 «Böylece onu gözü aydın olsun, tasalanmasın ve Allah'ın vaadinin mutlak gerçek olduğunu bilsin diye annesine geri verdik. Ama onların çoğu bilmezler.» Kimsenin sütünü almayan Musa (aleyhisselâm), annesi süt verince hemen alır. Anne bundan çok memnundur, tekrar yavrusuna kavuşmanın mutluluğunu yaşar. Üzüntüsü, kederi, sıkıntısı gider, bundan dolayı Rabbine hamd ve şükür eder. Allah'ın vaadinin mutlak gerçek olduğunu bilir, gönlü ferahlar, huzura kavuşur. Firavun ve ailesi de bundan son derece memnun kalır, çocuğa süt verdiği için de ona dolgun bir ücret öderler. Böylece Hâlik-ı Zülcelâl, Firavun'a Musa ve annesini himaye ettirir. Fakat cahiller ve gafiller Allah'ın vaadinin hak olduğunu bilmezler. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Böylece onu gözü aydın olsun, tasalanmasın ve Allah'ın vaadinin mutlak gerçek olduğunu bilsin diye annesine geri verdik. Ama onların çoğu bilmezler.» 14 «Erginlik çağına erişince, olgunlaşınca, biz ona ilim ve hikmet verdik. İyi davrananları işte böyle mükâfatlandırırız.» Musa (aleyhisselâm), Firavun'un sarayında erginlik çağma erişip olgunlaşınca, Allahü teâlâ ona ilim, hikmet ve nübüvvet vermiştir. Hâlik-ı Mutlak iyi davranıp hareket edenleri böyle mükâfatlandırır. Çünkü O, her şeye kadirdir ve bunu şöyle beyan ediyor: «Musa erginlik çağma erişince, olgunlaşınca, biz ona ilim ve hikmet verdik. İyi davrananları işte böyle mükafatlandırırız.» 15 «O, halkının haberi olmadığı bir sırada şehre girdi ve birbiriyle döğüşen iki adam gördü. Şu kendi adamlarından, bu da düşmanlarındandı. Kendi tarafından olan, düşmanına karşı ondan yardım istedi. Bunun üzerine Musa düşmanına bir yumruk indirdi ve ölümüne sebep oldu. 'Bu, şeytanın işidir. Zira o apaçık saptıran bir düşmandır' dedi.» Musa (aleyhisselâm) bir gün akşam ile yatsı arası Mısır'a iki kilometre uzaklıkta bulunan bir beldeye gider. Orada iki kişinin kavga ettiğini görür, onların, birisi kendi milletinden, diğeri de kıbtilerdendir. Kendi milletinden olan Musa (aleyhisselâm)'dan yardım ister. Bunun üzerine o da kıbtîye bir yumruk indirir. Yumruğu yiyen kıbti yere düşer, ölür. Musa (aleyhisselâm) buna çok üzülür ve yaptığına pişman olur» bu şeytanın işidir. Zira o apaçık saptıran bir düşmandır» der. Çünkü o zaman Musa (aleyhisselâm)'ya kavgaya ve savaşa izin verilmemişti. Sonra yaptığına pişman olup tevbe eder. 16 «Dedi ki: 'Rabbim, doğrusu kendime zulmettim. Bağışla beni. Bunun üzerine onu bağışladı. Şüphesiz ki O çok yarlığayıcı, çok merhamet edici olanın ta kendisidir.» 17 «Dedi ki: Rabbim, bana verdiğin nimet hakkı için artık suçlulara asla yardımcı olmayacağım.» Musa (aleyhisselâm)’nın vurmuş olduğu yumruk neticesinde kıbtî ölür» ölümüne sebep Musa (aleyhisselâm)'nın yumruğudur. O, buna çok üzülür ve Rabbine şöyle niyaz eder: «Rabbim, bunu yapmakla doğrusu kendime zulmettim. Beni bağışla, hatamı affet, sen hataları bağışlayan ve günahları affedensin.» Musa (aleyhisselâm) yaptığına pişman olup tevbe ederek Allahü teâlâ'dan affını istemiştir. Yüce Halik da onun tevbesini kabul eder, hatasını ve kusurunu bağışlar. Çünkü O gafurdur yarlığar, rahimdir tevbe eden kullarını esirger ve bağışlar. Bunun üzerine Musa (aleyhisselâm) şöyle niyazda bulunur: «Rabbim, beni mağfiret edip bağışladın, bu nimetleri bana ihsan ettin. Bana verdiğin nimet hakkı için artık kâfirlere ve suçlulara yardım etmeyeceğim.» Musa (aleyhisselâm) bu sözleri söylerken «inşaallah» demeyi ihmal etmiştir. Kıbtiyi öldürdükten bir gün sonra buna benzer bir şeye tekrar mübtelâ olmuştur. «İnşaallah» lâfzını ihmal etmeseydi, belki de tekrar böyle bir şeye mübtelâ olmayacaktı. Mü’minlerin bundan ibret alarak yapacakları her işte «inşaallah, Allah nasip ederse, Allah izin verirse, Allah müsaade ederse» gibi lafızları söylemeyi ihmal etmemeleri gerekir. Çünkü insan, her şeyi Allah nasip ederse yapar; Allah nasip etmezse hiçbir şey yapamaz. 18 «Şehirde korku içinde etrafı gözetleyerek sabahladı. Bir de baktı ki dün kendisinden yardım isteyen kimse bağırarak ondan yine yardım istiyordu. Musa ona dedi ki: Doğrusu sen besbelli bir azgınsın.» 19 «Musa ikisinin de düşmanı olanı yakalamak isteyince: 'Ey Musa, dün bir cana kıydığın gibi bana da mı kıymak istiyorsun? Sen ıslâh edenlerden olmayı değil, yeryüzünde bir zorba olmayı istiyorsun' dedi.» Musa (aleyhisselâm) o gece korku içinde şehirde sabah eder. Fakat Firavun'un ekmekçisi olan kıbtîyi Musa (aleyhisselâm)'nın öldürdüğünü kimse bilmez. O, korku içinde şehirde dolaşırken kıbtînin ölümüne sebep olan adamın bir başkasıyla kavga ettiğini görür. O tekrar Musa (aleyhisselâm)'dan yardım ister, Musa (aleyhisselâm) da ona «doğrusu sen besbelli bir azgınsın, dün senin yüzünden bir adam öldürdüm. Şimdi bir daha mı adam öldüreyim?» diye çıkışır. Fakat yine dayanamaz, ona yardıma koşar. Yardımına koştuğu adam, kendisini de öldüreceği zannına kapılarak şöyle der: «Ey Musa, dün bir cana kıydığın gibi bana da mı kıymak istiyorsun?». Bunu duyan kıbtî derhal Firavun'a gider, durumu haber verir. Firavun, kavminin ileri gelenleriyle müşavere yapar ve Musa (aleyhisselâm)'nın öldürülmesine karar verirler. Firavun'un kavminden Hizbil adında iman eden birisi gelip bu kararı Musa (aleyhisselâm)'ya haber verir. 20 «Şehrin öte başından koşarak bir adam geldi. Ve dedi ki: Ey Musa, ileri gelenler seni öldürmek için aralarında görüşüyorlar. Hemen çık git. Doğrusu ben sana öğüt verenlerdenim.» 21 «Bunun üzerine korku içinde gözetleyerek oradan çıktı. Ve 'Rabbim, beni o zalimler güruhundan kurtar' dedi.» Firavun'un ekmekçisi kıbtînin, Musa (aleyhisselâm)'nın yumruk darbesiyle öldürüldüğü şehirde yayılır ve Firavun'a haber ulaşır. Firavun, kavminin ileri gelenlerini toplar, Musa (aleyhisselâm)'nın öldürülmesine karar verirler. Bu kararı Firavun'un adamlarından iman eden bir zat koşarak gelip Musa (aleyhisselâm)'ya, haber verir ve «Ey Musa, Firavun'un adamlarından ileri gelenler seni öldürmek için aralarında görüşüyorlar. Hemen bu şehirden çık git. Doğrusu ben sana hayırlı öğüt verenlerdenim» der. Bunun üzerine Musa (aleyhisselâm) korku içinde etrafı gözetleyerek oradan çıkar ve «Rabbim, beni zalimler güruhundan kurtar»- diye niyaz eder. 22 «Medyen tarafına yöneldiğinde dedi ki: Umarım ki Rabbim, beni doğru yola iletir.» 23 «Medyen suyuna varınca davarlarını sulayan bir insan topluluğu gördü. Ve onlardan başka sürülerini gözetleyen iki kadın buldu. Onlara: 'İşiniz nedir?' dedi. Onlar da çobanlar ayrılana kadar biz sulayamayız. Babamız çok yaşlıdır da ondan dediler.» 24 «Bunun üzerine onlarmkini suladı. Sonra gölgeye çekildi ve dedi ki: Rabbim, doğrusu bana indireceğin hayra muhtacım.» Musa (aleyhisselâm), hakkında verilen kararı duyunca Mısır'ı hemen terkeder ve Şuayb '(aleyhisselâm) ‘ın memleketi olan Medyen'e doğru yol alır. Ve «umarım ki Rabbim, beni doğru yola iletir» diye dua eder. Medyen, halkı Hazret-i ibrahim'in soyundan olup Mısır'a sekiz günlük bir mesafededir. Allahü teâlâ da duasını kabul edip Cebrail'i gönderir ve Şuayb (aleyhisselâm)'ın memleketi olan Medyen'in yolunu ona gösterir. O, bu istikamette ilerler ve şehre üç mil mesafede bulunan Medyen suyunun yanına gelir. Orada davarlarını sulayan bir insan topluluğu görür. Bunların yanıbaşında koyunlarını hapsetmiş, kimseyle ilgilenmeyen iki de kadın görür, onlara yaklaşır ve işlerinin ne olduğunu sorar. Onlar da koyunlarını sulamak için sıra beklediklerini, çobanlar kuyunun başından ayrılana kadar, oraya yaklaşamadıklarım, onlar ayrıldıktan sonra geri kalan su ile koyunlarını sulayacaklarını ve babalarının çok yaşlı olduğunu söylerler. Bu iki kız, Şuayb (aleyhisselâm)’ın kızlarıdır. Gerçekten de babaları çok yaşlanmıştı. Musa (aleyhisselâm) koyunlarını sulamak için onlardan müsaade alır ve kuyunun başına gelir. Kuyunun ağzında bulunan kürk kişinin kaldıramadığı taşı tek başına kaldırır, koyunları sular. Sonra bir ağacın altına çekilir ve Rabbine şöyle yalvarır: «Rabbim, doğrusu bana indireceğin hayra muhtacım.» O kızlar Musa (aleyhisselâm)'nın yalvarışını duyarlar, her günkünden daha erken eve dönerler. Babaları erken eve dönüş sebebini sorar, onlar da bir gencin gelip koyunlarını suladığım ve yaptığı duayı söylerler. Bunun üzerine Şuayb (aleyhisselâm) kızlarından birisini Musa (aleyhisselâm)'yi çağırmak üzere gönderir. 25 «Derken o kadınlardan biri utana utana yürüyüp ona geldi, dedi ki: 'Babam sulama ücretini ödemek için seni çağırıyor.' Ona gelince başından geçeni anlattı. O da 'korkma, artık zâlimler güruhundan kurtuldun' dedi.» Evlerine erken dönen iki kız kardeş, Musa (aleyhisselâm)'nın yaptıklarını babaları Şuayb (aleyhisselâm)'a anlatır. O da kızlarından birisim Musa (aleyhisselâm)'yi evine çağırmak üzere geri gönderir. Kız utana utana ve eliyle yüzünü kapatarak Musa (aleyhisselâm)'nın yanına gelir, ona «babam koyunlarımızı sulama ücretini ödemek için seni çağırıyor» der. Musa (aleyhisselâm), bu daveti kabul eder, kızın arkasına düşer, Şuayb (aleyhisselâm)’ın evinin yolunu tutar. Aralarında üç mil kadar bir mesafe vardır. Önden giden kızın rüzgâr vasıtasıyla eteği kalkar uylukları gözükür. Hazret-i Musa bakmamak için gözünü sağa sola çevirir, bazen de kapatır. Kız bunun farkındadır. Önden kızı göndermesi bulundukları yerin vahşi hayvanlarla dolu olmasındandır. O'na bir zarar dokunmasın diye önden kızı göndermiştir. Tehlike gidince, o zaman Musa (aleyhisselâm) öne geçer kıza arkadan gelmesini söyler. Nihayet Şuayb (aleyhisselâm)'in evine gelirler, Musa (aleyhisselâm) eve girer, selâm verir, Şuayb (aleyhisselâm) selâmı alır ve misafirini ortada hazır bulunan akşam yemeğine davet eder. Bunun üzerine Musa (aleyhisselâm) «eûzü billahi» diye istiâze eder. Şuayb (aleyhisselâm), niçin istiâze ettiğini ve aç olup olmadığını sorar. Musa (aleyhisselâm) aç olduğunu, fakat bu yemeğin koyunları sulamanın karşılığında verildiğini, kendilerinin Ehl-i Beyt'ten olduğunu, dünya menfaati karşılığında hiçbir şey satmanın dinlerince caiz olmadığını ve bundan korktuğunu söyler. Cevaben Şuayb (aleyhisselâm) da, misafire yemek ikram etmenin dedelerinden gelen bir âdet olduğunu, bu yemeğin sadece bir ikram olduğunu söyler. Sonra Musa (aleyhisselâm) oturup yemeği yer, Firavunla arasında geçen hâdiseyi nakleder. O da «korkma, artık zalimler güruhundan kurtuldun» diye onu müjdeler. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Derken o kadınlardan biri utana utana yürüyüp ona geldi, dedi ki: 'Babam sana sulama ücretini ödemek için seni çağırıyor.' Ona gelince başından geçeni anlattı. O da 'korkma, artık zalimler güruhundan kurtuldun' dedi.» 26 «O ikiden biri dedi ki: Babacığım, onu ücretle tut. Çünkü ücretle tuttuklarının en iyisi bu güçlü ve emin kişidir.» 27 «O da dedi ki: Bana sekiz yıl çalışmana karşılık, bu iki kızımdan birini sana nikahlamak istiyorum. Şayet on yıla tamamlarsan o senden bir lütuf olur. Ama sana zorluk çektirmek istemem. İnşaallah beni iyi kimselerden bulacaksın.» İki kızdan Musa (aleyhisselâm)'yi çağıran babasına şöyle der: «Ey babacığım, bu Musa'yı ücretle tut. Çünkü ücretle tuttuklarının en iyisi bu güçlü ve emin kişidir. Koyunlarımızı otlatır, malımıza sahip çıkar, hanımını muhafaza eder» der. Bunun üzerine Şuayb (aleyhisselâm) kızına Musa (aleyhisselâm)'nın emin ve güçlü insan olduğunu nasıl anladığım sorar. Kızı da kuyuyu ve yoldaki olayı nakleder. Bu defa Şuayb (aleyhisselâm), Musa'ya «bana sekiz yıl çalışmana karşılık, bu iki kızımdan birini sana nikahlamak istiyorum. Şayet on yıla tamamlarsan o senden bir lütuf olur. Ama sana zorluk çektirmek istemem. İnşaallah beni iyi kimselerden bulacaksın.» der. Musa (aleyhisselâm) da ona şu cevabı verir. 28 «Dedi ki: Bu seninle benim aramdadır. Bu iki süreden hangisini doldurursam doldurayım bir kötülüğe uğramam. Söylediklerimize Allah vekildir.» 29 «Musa süreyi doldurunca ailesiyle birlikte yola çıktı. Tur yanında bir ateş gördü. Ailesine dedi ki: Durun, ben bir ateş gördüm. Olur ki, size ondan bir haber yahut ısınmanız için ateşten bir kor getiririm.» Musa (aleyhisselâm), Şuayb (aleyhisselâm)'a şöyle cevap verir: «Bu vade seninle benim aramdadır. Bu iki süreden hangisini doldurursam doldurayım bir kötülüğe ve bir zarara uğramam. Söylediklerimize Allah şahittir, bunda asla hilaf yoktur.» İbn Abbas (radıyallahü anh)’ın rivayetine göre Musa (aleyhisselâm) on yıl Şuayb (aleyhisselâm)'in koyunlarını otlatır. Fakat onuncu yılda doğacak olan kuzulardan semiz olanları kendisi almak şartıyla Şuayb (aleyhisselâm) ile anlaşır. Şuayb (aleyhisselâm) da bu şartı kabul eder. O sene bütün kuzular semiz olur ve hepsini Musa (aleyhisselâm) alır. Fakat Musa (aleyhisselâm)'nın şeriatında böyle bir anlaşma yasaktır. Ama Şuayb (aleyhisselâm) vaadini yerine getirmek için o senenin semiz olan kuzularını Musa (aleyhisselâm)'ya verir. Musa (aleyhisselâm), Şuayb (aleyhisselâm) ile anlaşıp koyun otlatmaya başlayınca, onları sürmek için bir değnek ister' Şuayb (aleyhisselâm)'in değnek kolleksiyonü vardı, kızına o kolleksiyonun içinden bir değnek alıp getirmesini ister. Kız da gider insan suretindeki bir meleğin getirip Şuayb (aleyhisselâm)'a teslim ettiği değneği alır, getirir. O âsâ cennetteki Mersin ağacından yapılmıştır. Şuayb (aleyhisselâm), bu değneğin değiştirilmesini kızından ister. Kızı gider, değneği yerine bırakır, başkasını almak ister, yine eline o gelir. Tekrar onu alıp getirir ve Musa (aleyhisselâm)'ya teslim eder. Musa (aleyhisselâm) on yıl boyunca hep o âsâyı kullanır ve oradan ayrılıp giderken de beraberinde asasını götürür. Musa (aleyhisselâm)’nın süresi bitince ailesiyle beraber koyunlarını da alıp kavminin bulunduğu Mısır'a doğru yola çıkar. Karanlık ve soğuk bir gecede Tur dağına yaklaştıkları vakit yollarını kaybederler. Musa (aleyhisselâm) sağa sola bakınırken Tur dağında bir ateş görür, ailesine «siz burada durun, ben bir ateş gördüm. Olur ki, size ondan bir haber yahut ısınmanız için ateşten bir kor getiririm» der ve ailesini orada bırakır, Tur-i Sina dağına gider. 30 «Oraya geldiğinde feyizli yerdeki vadinin sağ yanındaki ağaçtan 'Ey Musa, şüphesiz ben âlemlerin Rabbi olan Allah'ım' diye nida edildi.» 31 «'Ve âsânı bırak'. Onun bir yılan gibi deprendiğini görünce dönüp arkasına bakmadan kaçtı. 'Ey Musa, beri gel, korkma. Çünkü sen emniyette olanlardansın' denildi.» Musa (aleyhisselâm), Şuayb (aleyhisselâm)'in yanından ayrılıp yola çıkar, soğuk ve karanlık bir gecede Tur dağına yaklaştıkları zaman yolu kaybederler. O esnada Tur dağında bir ateş görür, ateşin yanına gelince sağ tarafından feyizli yerdeki ağaçtan «Ey Musa, şüphesiz ben âlemlerin Rabbi olan Allah'ım, elindeki âsâni bırak» diye nida olunur. Bu ilâhî emir gereği Musa (aleyhisselâm) elindeki âsâyı yere bırakır. Yere bıraktığı âsâ o anda koskoca bir ejderha oluverir. Bunu gören Musa (aleyhisselâm) arkasını dönüp hiç geri bakmadan kaçar. Çünkü o âna kadar hiç görmediği bir olayla karşı karşıya gelmiştir. Yüce Allah ona tekrar nida edip şöyle buyurur: «Ey Musa, beri gel, korkma. Çünkü sen emniyette olanlardansın.» Musa (aleyhisselâm) döner, ejderha gibi olan asasını alır ve o yine eski haline döner. 32 «Elini koynuna koy, lekesiz bembeyaz çıksın. Ellerini kendine çek. Korkun kalmasın. Bu ikisi Firavun ve erkânına karşı Rabbinden iki burhandır. Doğrusu onlar fâsıklar güruhudur, denildi.» Hâlik-ı Zülcelâl, Musa (aleyhisselâm)'yı Firavun ve kavmine peygamber olarak göndermeden önce, peygamber olduğunu isbat etmek için ona mucizeler ve deliller vermiştir. Bunlardan birisi, âsâsının ejderha oluşu, ikincisi de elini koynuna koyduğu zaman elinin bembeyaz lekesiz oluşudur. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Ya Musa, elini koynuna sok, lekesiz bembeyaz çıksın. Ellerini kendine çek, korkun kalmasın. Bu ikisi Firavun ve erkânına karşı Rabbinden iki burhandır.» Onun risalet ve nübüvvetini tasdik için verilmiştir. Bu burhanlar kendisine verilen Musa (aleyhisselâm), Firavun ve kavmini davet için görevlendirilmiştir. 33 «Dedi ki: Rabbim, doğrusu ben onlardan bir cana kıydım. Beni öldürmelerinden korkarım.» 34 «Kardeşim Harun'un dili benimkinden daha düzgündür. Onu benimle beraber yardımcı olarak gönder ki, beni tasdik etsin. Çünkü beni tekzip etmelerinden endişe duyuyorum.» Hâlik-ı Zülcelâl, Musa (aleyhisselâm)'yi Firavun'u imana davete görevlendirince, o endişeye düşer ve Rabbine şöyle niyaz eder: «Rabbim, doğrusu ben onlardan bir cana kıydım. Buna karşılık onların da beni öldürmelerinden korkuyorum. Kardeşim Harun'un dili benimkinden daha düzgündür. Onu benimle beraber yardımcı olarak gönder ki, Firavun'un karşısında beni tasdik etsin. Çünkü onların l?eni tekzip etmelerinden endişe duyuyorum.» der. Harun (aleyhisselâm) gerçekten çok fasih konuşan bir zattı. Musa (aleyhisselâm) ise dilindeki yanıktan mütevellit kekeme idi. Bunun için kardeşi Harun'un kendisine yardımcı olarak gelmesini istemişti. Hâlik-ı Züîcelâl de Musa (aleyhisselâm)'nın duasını kabul eder ve kardeşini ona yardımcı olarak gönderir. 35 «Buyurdu ki: Senin pazunu kardeşinle güçlendireceğiz. İkinize de öyle bir güç vereceğiz ki, onlar size erişemeyecekler. Âyetlerimizle ikiniz de, ikinize uyanlar da üstün geleceklerdir.» Hâlik-ı Zülcelâl, Musa (aleyhisselâm) 'nın duasını kabul edip kardeşi Harun'u ona yardımcı olarak göndermiştir. Yukarda da ifade edildiği gibi Harun (aleyhisselâm) çok fasih ve beliğ konuşan bir zattı. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Senin pazunu kardeşinle güçlendireceğiz. İkinize de öyle bir güç vereceğiz ki, onlar size erişemeyecekler. Âyetlerimizle ikiniz de, ikinize uyanlar da üstün geleceklerdir.» Böylece Musa (aleyhisselâm)'nın Firavun'a karşı galip geleceği müjdelenmiştir. 36 «Musa, onlara apaçık âyetlerimizle gelince “bu uydurulmuş bir büyüden başka bir şey değildir. Biz önceki atalarımızdan böylesini işitmemiştik dediler.» Musa (aleyhisselâm), Firavun ve kavmine apaçık âyetler ve mucizelerle gelir. Önce, Firavun'u imana davet etmek için sarayına gider. Bekçiler kendisini saraydan içeri almazlar, o kızar ve elindeki âsâyı sarayın kapısına şiddetle vurur. İçerdekiler korkudan telâşa düşerler. Bunun üzerine Firavun kapıcıya dışarda neler olduğunu sorar. Kapıcı, «bir genç geldi, âlemlerin Rabbinin resulü olduğunu söylüyor ve yanınıza girmek için müsaade istiyor» der. Firavun da müsaade eder ve Musa (aleyhisselâm) yanına girer «ben âlemlerin Rabbinin resulüyüm, seni imana davet etmek için görevlendirildim» der ve alâmetlerini gösterir. Fakat Firavun ve erkânı Musa (aleyhisselâm)'ya itiraz ederek, imandan yüz çevirirler ve «bu uydurulmuş bir büyüdür, başka bir şey değildir. Biz önceki atalarımızdan, dedelerimizden böyle bir şey görmedik ve işitmedik» derler. Bunun üzerine Musa (aleyhisselâm) da onlara şu cevabı verir. 37 «Musa: 'Rabbim, katından kimin hidayetle geldiğini ve yurdun sonunun kimin olacağını daha iyi bilir. Doğrusu zalimler asla felâh bulmazlar' dedi.» 38 «Firavun da dedi ki: Ey ileri gelenler, sizin benden başka bir tanrınız olduğunu bilmiyorum. Ey Haman, haydi benim için çamurun üzerinde ateş yak da bana büyük bir kule yap' Çıkar, belki Musa'nın tanrısını görürüm. Doğrusu onu yalancılardan sanıyorum.» Firavun, Musa (aleyhisselâm)'nın davetini kabul etmez, onu yalancılıkla itham eder. O da, Firavun'a şöyle der: «Rabbim, katından kimin hidayetle geldiğini bilir. Ben, O'nun katından size hidayetle geldim. Kimin hidayete erip cennete, kimin de imandan yüz çevirip cehenneme gideceğini O, daha iyi bilir. Doğrusu zalimler ve kâfirler asla felah bulmazlar. Onlar Allah'ın azabından da asla kurtulamazlar.» Musa (aleyhisselâm)'dan bu sözleri işiten Firavun yanındakilere şöyle der: «Ey ileri gelenler, sizin benden başka bir tanrınızın olduğunu bilmiyorum. Ey Haman, haydi benim için pişmiş kerpiçten büyük bir kule yap da, ona çıkayım. Böylece belki Musa'nın tanrısını görürüm. Bu konuştuklarıyla ben onu yalancılardan zannediyorum.» Haman, Firavun'un vezirlerindendi. Firavun onun tuğladan büyük bir kule yapmasını istemişti. Haman'ın yapmış olduğu kule gerçekten çok yüksekti, o kadar ki üzerine çıkmaya kimse cesaret edemiyordu. Firavun aklınca kuleye çıkacak, oradan Musa (aleyhisselâm)'nın tanrısını görecekti. Şayet göremezse Musa (aleyhisselâm)'yı yalanlayacak, kendisinden başka tanrı olmadığını da ilân edecekti. O kadar azmıştı ki, kibrinden kendisini tanrı ilân etmişti. 39 «O da, askerleri de memlekette haksız yere büyüklük tasladılar. Ve gerçekten bize döndürülmeyeceklerini sandılar.» 40 «Biz de onu ve askerlerini yakalayıp suya attık. Bir bak zalimlerin sonunun nasıl olduğuna.» Mûsa (aleyhisselâm)’nın davetini kabul etmeyen Firavun ve askerleri memleketlerinde varlıklarına güvenerek büyüklük taslamışlar, her geçen gün zulüm ve küfürlerini artırmışlar, Allah'a döndürülmeyeçeklerini sanmışlardır. Peygamberlerinin davetine uymayarak imandan yüz çevirip zulümlerini artırdıkları için Yüce Allah ceza olarak onları yakalayıp suda boğmuştur. Bu, onların inkâr ve zulümlerinin cezasıdır. Ey insanlar, zalimlerin sonunun ne olduğuna bir bakın. Allah onlardan intikamını nasıl almıştır. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «O da, askerleri de memlekette haksız yere büyüklük tasladılar. Ve gerçekten bize döndürül meye çeklerini sandılar. Biz de onu ve askerlerini yakalayıp suya attık. Bir bak zalimlerin sonunun nasıl olduğuna.» 41 «Biz onları ateşe çağıran rehberler kıldık. Kıyamet günü de yardım göremezler.» 42 «Bu dünyada biz onların arkalarına lanet takdık. Kıyamet gününde de onlar iğrenç kimselerden olacaklardır.» İnsanları doğru yoldan sapıtıp dalâlete düşürenler, onları ateşe çağıran rehberlerdir. Çünkü onlar insanların birçoğunu imandan alıkoymuş, sapıtmış ve helak olmalarına sebep olmuştur. Dünyada da arkalarından lanet edilecektir. Kıyamet günü kendilerine asla yardım edilmeyeceği gibi hor ve hakir olarak cehenneme atılacaklardır. Bu, onların inkârlarının ve zulümlerinin cezasıdır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Biz onları ateşe çağıran rehberler kıldık. Kıyamet günü de yardım görmezler. Bu dünyada biz onların arkalarına lanet takdık. Kıyamet gününde de onlar iğrenç kimselerden olacaklardır.» 43 «Yemin olsun ki, biz önceki nesilleri yok ettikten sonra Musa'ya insanlar için burhanlar, hidayet ve rahmet olmak üzere kitabı verdik. Olur ki düşünürler diye.» Hâlik-ı Zülcelâl, önceki milletleri küfürleri ve zulümleri yüzünden helak edip arkalarından Musa (aleyhisselâm)'yı göndermiş, toplumların ibret alıp eskilerin düştükleri hatalara ve sapıklığa düşüp helak olmamaları için Tevrat'ı göndermiştir. Ona tâbi olanlar sapıklıktan, kurtulup hidayete, saadete, rahmete nail olmuş, tâbi olmayanlar ise sapıklığa düşüp helak olmuşlardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Yemin olsun ki, biz önceki nesilleri yok ettikten sonra Musa'ya, insanlar için burhanlar, hidayet ve rahmet olmak üzere kitabı verdik. Olur ki, düşünürler diye.» Allah tarafından kitapların gönderilişi, insanların düşünüp hükümleriyle amel ederek dünya ve âhiret mutluluğunu huzur ve saadeti sağlamaları içindir. 44 «Musa'ya emrimizi bildirdiğimiz vakit sen batı yönünde değildin. Görenlerden de değildin.» 45 «Ama biz daha nice nesiller yarattık. Onların ömürleri uzadıkça uzadı. Sen Medyen halkı arasında bulunup da onlara âyetlerimizi okumuyordun. Ancak o haberleri sana gönderen biziz.» Allahü teâlâ sevgili Peygamberine Kur'ân-ı Kerîm'de geçmiş peygamberlerin ve ümmetlerin kıssalarını bildirmiştir. Peygamberimiz onların kıssalarını kavmine haber verince, kavminin birçoğu kendisini yalanlamış ve «bunlar eskilerin düzmeleridir» diyerek iftira etmişlerdir. Kavminin kendisini yalanlamasından çok müteessir olan Peygamberimizi Hâlik-ı Zülcelâl teselli ederek şöyle buyurmuştur: 'Ya Muhammed, biz Musa'ya emrimizi bildirdiğimiz vakit sen o dağın batı tarafında değildin. Ve bizi görenlerden de değildin. Biz, Musa'dan sonra daha nice nesiller yarattık. Onların ömürleri çok uzun olduğu için Allah'ın ahdini unutup emirlerini terkettiler. Sen o zaman da Medyen halkı içinde bulunup âyetlerimizi okumuyordun. Ancak o haberleri sana gönderen biziz. Bunlar senin peygamberliğinin alâmetidir.» 46 «Biz ona seslendiğimiz vakit sen Tur'ün yanında da değildin. Sen, kendinden önce onlara uyarıcı gelmeyen bir kavmi uyarman için Rabbinden bir rahmet olarak gönderildin. Olur ki onlar düşünürler diye.» Hâlik-ı Mutlak sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Ya Muhammed, biz Musa'ya seslendiğimiz vakit sen Tur'un yanında da değildin ki, ona söylenenleri duyasın. Senden önce kendilerine peygamber gelmeyen bir kavmi uyarman için Rabbinden bir rahmet olarak gönderildin. Olur ki onlar düşünüp iman ederler.» Bazı tefsircilere göre bu âyetin mânâsı şudur: «Allahü teâlâ sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Ya Muhammed, senin ümmetinin vasıflarını Tur dağında nida edip Musa'ya haber verdiğim zaman sen orada değildin.» Bunun mahiyeti şudur: Hâlik-ı Zülcelâl Tur dağında Musa (aleyhisselâm)'ya Hazret-i Muhammed'in ümmetinin vasıflarını bildirince, o bu vasıfları haiz olan ümmeti görmeyi arzu eder. Bunun üzerine Allahü teâlâ ona nida edip «Ya Musa, sen onları göremezsin. Şayet dilersen, sen onların seslerini duyarsın» buyurur. Sonra Yüce Allah «Ey Muhammet ümmeti, bana dua etmeden duanızı kabul edip dileklerinizi ve ihtiyaçlarınızı yerine getirdim» diye nida eder. Ve o zaman Muhammed ümmetinin gaybdan gelen sesini Musa (aleyhisselâm)'ya işittirir. 47 «Yaptıklarından ötürü başlarına bir musibet geldiği zaman: 'Rabbimiz, bize bir peygamber gönderseydin de âyetlerine uysak ve mü'minlerden olsak olmaz mıydı?' derler diye.» Hâlik-ı Mutlak, her kavme bir peygamber göndermiştir. O peygamberi vasıtasıyla emir ve yasaklarını, imanı ve küfrü, helâli ve haramı, hayrı ve şerri, hakkı ve bâtılı, iyiyi ve kötüyü bildirmiştir ki, insanlar yaptıklarından ötürü başlarına bir musibet geldiği vakit «Rabbimiz, bize de bir peygamber gönderseydin de âyetlerini "bize okusa da ona uysak ve mü’minlerden olsaydık da bu azaba uğramasaydık» dememeleri için göndermiştir. Bunlar kıyamet günü azaba uğradıkları zaman hiçbir iddiada bulunamayacaklardır. Çünkü Peygamber kendilerine hakkı tebliğ etmiştir. 48 «Ama onlara katımızdan gerçek gelince: ‘ınusa'ya verilenler gibi ona da verilmeli değil miydi?' derler. Daha önce Musa'ya verileni de inkâr etmemişler miydi? Birbirine destek olan iki büyücü biz hepsini inkâr edenleriz demişlerdi.» 49 «De ki: Doğru sözlüyseniz şayet, Allah katından bu ikisinden daha doğru bir kitap getirin de ona uyayım.» Yüce Halik Kur'ân-ı Kerîm'i Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) 'e diğer kitaplar gibi bir defada değil, peyderpey olarak 23 yılda inzal buyurmuştur. Kur'an'ın peyderpey indiğini gören kâfirler «bu Kur'an da Musa'ya inen Tevrat gibi bir defada gönderilseydi daha iyi olmaz mıydı?» demişlerdir. Halbuki onlar Musa (aleyhisselâm)'ya indirilen Tevrat'a inanmamışlar ve «Tevrat ile Kur'an birbirini destekleyen iki büyücüdür, biz bunların hiçbirini kabul etmiyoruz» demişlerdir. Mekkeli müşrikler, Hazret-i Muhammed'in vasıflarının ve özelliklerinin Tevrat'ta yazılı olduğunu Yahudilerden öğrenince «bunlar birbirini destekleyen iki büyücüdür, biz bunların hiçbirini kabul etmiyoruz» demişlerdir. Bunun üzerine Yüce Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Ya Muhammed, onlara de ki: Şayet doğru sözlüyseniz, Allah katından bu ikisinden daha doğru bir kitap getirin de ona uyayım ve hükümleriyle amel edeyim.» Onlar Hazret-i Muhammed'e cevap veremeyerek donakalırlar. 50 «Şayet sana cevap vermezlerse bil ki, onlar sırf kendi heveslerine uymaktadırlar. Halbuki Allah'tan bir hidayet olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim vardır? Muhakkak ki Allah zalimler güruhunu doğru yola eriştirmez.» Hâlik-ı Zülcelâl sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ey Rasülüm Muhammed!, şayet kâfirler sana cevap veremezlerse bil ki, onlar sırf kendi heva ve heveslerine uymaktadırlar. Halbuki Allah'tan bir hidayet olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim vardır? Muhakkak ki Allah zalimler güruhunu doğru yola eriştirmez.» Ancak iman edip sâlih ameller işleyenleri felaha erdirir. 51 «Yemin olsun ki, belki düşünürler diye biz onlar için sözü ard arda yetiştirdik.» 52 «Kendilerine daha önceden kitap verdiklerimiz de buna inanırlar.» 53 «Onlara Kur'an okunduğu zaman derler ki; Ona inandık, doğrusu o Rabbimizden gelen gerçektir. Şüphesiz biz daha önceden de nıüslüman olmuş kimseleriz.» Hâlik-ı Mutlak sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ey Rasülüm Muhammed, and olsun ki, belki düşünüp ibret alırlar diye imana davet ettiğin insanlar için biz sözü ard arda yetiştirdik. Kendilerine daha önceden kitap verdiklerimiz de bu Kur'an'a inanırlar. Onlar Kur'an okunduğu zaman derler ki «ona inandık, doğrusu o haktır, Rabbimiz tarafından gönderilmiştir. Şüphesiz biz daha önceden de Allah tarafından gönderilenlere iman edip müslüman olmuş kimseleriz.» Yukarıda da ifade edildiği gibi, insanlar düşünüp ibret alarak iman ederler diye Kur'ân-ı Kerim peyderpey indirilmiştir. Daha önceden Tevrat'a ve İncil'e inananlar, Kur'ân-ı Kerîm Hazret-i Muhammed'e gönderilmeye başlayınca ona da derhal inanmışlar ve yanlarında okunduğu zaman «bu Allah tarafından gönderilmiştir, ona inandık. Şüphesiz biz daha önceden de müslüman olmuş kimselerdeniz» demişlerdir. Çünkü Peygamberimizin bütün vasıfları ve özellikleri Tevrat'ta ve İncil'de anlatılmıştır. Onları okuyanlar mutlaka son peygamberin geleceğini biliyorlardı. Fakat birçoğu onun kendi milletlerinden geleceğini umuyorlardı. O, kendi milletlerinden gelmeyince düşmanlıklarından dolayı Tevrat'tan ve İncil'den onun vasıflarını ve özelliklerini çıkarmışlardır. Böylece kendi kitaplarını tamamen tahrif etmişlerdir. İman edenlerin ise mükâfatını Allah iki kat verecektir. 54 «İşte onlara sabrettiklerinden ötürü ecirleri iki defa verilir. Bunlar kötülüğü iyilikle sayarlar. Ve kendilerine verdiğimiz rızıktan da infak ederler.» 55 «Ve boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler. 'Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz sizedir. Selâm olsun size, biz cahilleri aramayız' derler.» Hâlik-ı Zülcelâl, Tevrat'a ve încil'e iman edip de, Hazret-i Muhammed'e peygamberlik geldikten sonra ona iman edenlere iki defa ecir ve mükâfat verecektir. Çünkü onlar kendilerinden önceki kitaplara da, son gelen peygambere ve kitaba da iman etmişlerdir. Bu bakımdan onların mükafatı iki kat olarak verilecektir. Onlar kötülükleri iyilikle savarlar. Kendilerine rızık olarak verilen şeylerden Allah yolunda infak ederler. Hakarete uğradıkları ve kendilerine kötü söz söylendiği zaman onlardan yüz çevirirler ve «bizim dînimiz bize, sizin dininiz de sizedir. Selâm olsun sizin üzerinize, biz cahilleri aramayız ve onlara asla tâbi olmayız» demişlerdir. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «İşte onlara sabrettiklerinden ötürü ecirleri iki defa verilir. Bunlar kötülüğü iyilikle savarlar. Ve kendilerine verdiğimiz rızıktan da infak ederler. Ve boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler. 'Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz sizedir. Selâm olsun size, biz cahilleri aramayız' derler.» Bu selâm rahmet mânâsına olan «tehıyyat» selâmı değildir, onlara karşı bir sulh ilânıdır. 56 «Muhakkak ki, sen her sevdiğini hidayete erdiremezsin. Ama Allah dilediğini hidayete erdirir. Ve hidayete erecekleri en iyi O bilir.» Bu âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur: «Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), amcası Ebû Talib ölüm döşeğinde iken yanına gelir, ona «la ilahe illallah Muhammedün Resûlüllah» de, diyerek Kelime-i Tevhid getirmesini ister. Ve «bununla müslüman olursun, ben de kıyamet günü sana şefaat ederim» der. O anda Ebû Talib'in yanında Peygamberimiz'in azılı düşmanlarından Ebû Cehil ile Abdullah ibn Ümeyye de bulunur. Onlar da Ebû Talib'i zorlayarak «sen baban Abdülmuttalib'in dinini bırakıp da Muhammed'in dinine mi gireceksin? Halbuki bugüne kadar önün dini üzereydin. Muhammed'in dinini boşver» diyerek Kelime-i Tevhid getirmesine mani olmuşlardır. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) onun iman etmeyeceğini anlayınca çok üzülür, bu üzüntü içinde yanından ayrılır. O zaman hu âyet-i celile nazil olur ve şöyle buyurulur: «Ya Muhammed, muhakkak ki, sen her sevdiğini hidayete erdiremezsin. Allah dilediğini hidayete erdirir ve hidayete erenleri en iyi O bilir.» Bu âyet-i celilenin nüzûlüyle Peygamberimiz teselli bulur. Allah hidayete lâyık olanlara hidayet eder, olmayanlara hidayet etmez. 57 «Dediler ki: 'Seninle beraber doğru yolda gidersek yerimizden oluruz. Katımızdan bir rızık olarak onları her şeyin mahsûlünün toplandığı korkusuz bir haremde yerleştirmedik mi? Ama onların çoğu bilmezler.» Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekkeli müşrikleri imana davet ettiği zaman, onların çoğu «eğer biz senin sözünle iman eder ve sana uyarsak kâfirler bizi yerlerimizden ve yurtlarımızdan çıkartırlar. O zaman biz perişan oluruz, bir daha da yerlerimize ve evlerimize dönemeyiz» diyerek imandan yüz çevirirler. Bunun üzerine Allahü teâlâ da bu âyeti inzal ederek şöyle buyuruyor: «Dediler ki: 'Seninle beraber doğru yolda gidersek yerimizden oluruz. Katımızdan bir rızık olarak onları her şeyin mahsûlünün toplandığı korkusuz bir haremde yerleştirmedik mi? Ama onların çoğu bilmezler.» Allah onları emin bir beldede, beytinin etrafında yerleştirmiş, çeşitli nimetlerle rızıklandırmıştır. Bu, Allah'ın onlara bir ihsanıdır. Buna rağmen onlar yine imandan yüz çevirip Allah'a şirk koşmuşlardır. Hâlik-ı Zülcelâl'in kendilerine vermiş olduğu bunca nimetleri yerler, fakat O'ndan başkasına taparlar. Onlar bu nankörlüklerinin cezasını çekeceklerdir. 58 «Biz, nimet ve refahıyla şımarmış nice kasabaları yok etmişizdir. İşte onların yerleri. Kendilerinden sonra çok az kimseler oturabilmiştir. Ve oralara vâris olanlar bizdik, biz.» Hâlik-ı Mutlak, kendilerine vermiş olduğu nimet ve refahla şımarmış, şükrü terkedip küfür ve isyana dalmış olan nice köy ve kasaba halkını inkâr ve nankörlükleri yüzünden helak etmiştir. Kendilerinden sonra onların yerlerinde ve yurtlarında çok az kimseler oturmaktadır. Hiç kimse bu yerlere, yurtlara asla vâris olmamıştır. Bunların vârisi, sahibi, maliki yalnız Allah'tır. İnsanların bunlardan ibret alarak yerlerinin ve yurtlarının hakiki sahibinin Allah olduğunu unutmamaları gerekir. Bir gün onlar da bu yurtlardan ayrılacaklardır. Allah nimetlerine şükretmeyip nankörlük yapanlardan mutlaka intikamını alacaktır. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Biz, nimet ve refahıyla şımarmış nice kasabaları yok etmişizdir. İşte onların yerleri. Kendilerinden sonra çok az kimseler oturabilmiştir. Ve onlara vâris olanlar bizdik, biz.» 59 «Rabbin, kasabaların merkezlerine onlara âyetlerimizi okuyacak bir peygamber göndermedikçe onları helâk etmiş değildir. Ve biz halkı zalim olan kasabalardan başkasını helâk edici de değiliz.» Allahü teâlâ emir ve yasaklarını bildirmek için her millete bir peygamber göndermiştir. Peygamber göndermeden, hiçbir toplumu yaptıklarından dolayı helak etmemiştir. Önce peygamber gönderip emir ve yasaklarını bildirmiş, emirlerine uymayanları daha sonra helak etmiştir. Bu, onların inkâr ve zulümlerinin cezasıdır. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Ya Muhammed, Rabbin, kasabaların merkezlerine onlara âyetlerimizi okuyacak bir peygamber göndermedikçe onları helak etmiş değildir. Ve biz halkı zalim olan kasabalardan başkasını helak edici de değiliz.» Önceki milletlerin helak ediliş sebebi, kendilerine gönderilen peygamberlere tâbi olmayarak yeryüzünde bozgunculuk çıkarıp zulmetmelerinden dolayıdır. Çünkü Allah hiçbir kuluna zulmetmez, her fert kendi zulmünün cezasını çeker. 60 «Size verilen herhangi bir şey dünya hayatının bir metaı ve süsüdür. Allah katında olan ise daha hayırlı ve devamlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?» Ey insanlar, size verilen herhangi bir şey dünya hayatının bir geçimliği, metaı ve süsüdür. Bunların hepsi geçicidir, bir gün yok olacaktır. Fakat Allah katında olanlar ise daha hayırlı ve bakidir. Siz baki olanı bırakıp da, geçici olanı mı istiyorsunuz? Geçici olandan size hiçbir hayır gelmez. Çünkü o yok olacak, Allah katındaki ise bakî kalacaktır. Bunu düşünüp hâlâ akıllanmayacak mısınız?. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Size verilen herhangi bir şey dünya hayatının bir metaı ve süsüdür. Allah katında olan ise daha hayırlı ve devamlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?» 61 «Şimdi kendisine güzel bir vaatte bulunduğumuz ve ona kavuşan kimse, dünya hayatında kendisine bir geçimlik verdiğimiz, sonra kıyamet gününde huzurumuza getirilen kimse gibi »midir?» İmam-ı Kelbî'ye göre bu âyet Ammar ibn Yasir ile Ebû Cehil hakkında nazil olmuştur. Her ne kadar bu ikisi hakkında nazil olmuşsa da hükmü umumidir. Yasir (radıyallahü anh) iman şerbetini içip İslâm'a gönül veren bir zattır. Ebû Cehil ise, İslâm'ın en azılı düşmanlarındandır. İman edip amel-i sâlih işleyenleri Hâlik-ı Züîcelâl cennet nimetleriyle müjdelemiştir. Onlar imanlarının ve amellerinin mükâfatını göreceklerdir. İmandan yüz çevirenler ise elîm bir azaba uğrayarak, cehennem ateşinde ebedî kalacaklardır. Bu onların inkâr ve zulümlerinin cezasıdır. İman edenlerle etmeyenler, Allah katında elbette bir değildir. Yüce Halik bunu şöyle beyan, ediyor: 'Şimdi kendisine güzel bir vaadde bulunduğumuz ve ona kavuşan kimse, dünya hayatında kendisine bir geçimlik verdiğimiz, sonra kıyamet gününde huzurumuza getirilen kimse gibi midir?» 62 «O gün Allah onlara seslenip: 'Benim ortağım olduklarını ileri sürdükleriniz nerededir?' der.» 63 «Aleyhlerine hüküm gerçekleşen kimseler: 'Rabbimiz, işte bunlar azdırdığımız kimselerdir. Kendimiz nasıl azmışsak onları da öylece biz azdırdık. Onlardan uzaklaşıp sana geldik, zaten onlar bize tapmıyorlardı' derler.» Yüce Halik kıyamet günü kendisine ortak koşanlara şöyle hitap edecektir: «Ey kâfirler, hani dünyada bana ortak koştuklarınız, şimdi getirin onları da sizi azaptan kurtarsın.» Bunun üzerine onlar da şöyle cevap verirler: «Rabbimiz, işte bunlar azdırdığımız kimselerdir. Kendimiz nasıl azmışsak biz onları da öylece azdırdık. Şimdi onlardan uzaklaşıp sana geldik, zaten onlar bize tapmıyorlardı.» Kâfirler kıyamet günü Allahü teâlâ'nın huzuruna toplandıkları zaman böyle diyeceklerdir. Çünkü o zaman herkesin yaptığı meydana çıkacaktır. Hiçbir şey gizli kalmayacaktır. 64 «Denir ki: 'Koştuğunuz ortaklarınızı çağırın.' Onlar çağırırlar ama kendilerine cevap vermezler. Cehennem azabını görünce de doğru yolda olmadıklarına yanarlar.» Kıyamet günü kâfirlere «hani Allah'ı bırakıp da taptığınız putlarınız, şimdi onları getirin de sizi azaptan kurtarsın ve size yardımcı olsun» denir. Bunun üzerine onlar putlarını çağırırlar ve «gelin bizi azaptan kurtarın» derler. Fakat onlar asla cevap vermezler. Putlarından cevap alamayınca çok üzülürler. O zaman cehennem azabını görürler ve «keşke biz dünyada putlara tapmasaydık, iman edip sâlih ameller işleseydik de bugün bu azaba uğramasaydık» diyeceklerdir. Arna onların pişmanlıkları asla fayda vermez, kendilerini azaptan kurtarmaz. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Kıyamet günü kâfirlere denilir ki: «Allah'a eş koştuğunuz ortaklarınızı çağırın.» Onlar çağırırlar, ama kendilerine cevap vermezler. Cehennem azabını görünce de doğru yolda olmadıklarına yanarlar.» 65 «O gün Allah onlara seslenip: 'Peygamberlere ne cevap verdiniz' der.» 66 «Ama o gün onlara karşı bütün haberler kör olmuştur. Birbirlerine de soramazlar.» Kıyamet günü bütün mahîûkat mahşer yerine toplanıp haklarında verilecek kararı beklerler. O zaman Yüce Halik kâfirlere seslenir: «Size gelen peygamberlere ne cevap verdiniz?» Buna karşılık hiçbir şey söyleyemezler, birbirlerine de bir şey soramazlar. Çünkü o gün bütün yaptıkları karşılarına çıkacak ve ondan sorguya çekileceklerdir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «O gün Allah onlara seslenip: 'Peygamberlere ne cevap verdiniz'» der. İşte insanoğlu böylece dünyada yaptığı her şeyden Allah katında sorguya çekilecektir, îman edenler mükâfatını, etmeyenler de cezasını göreceklerdir. 67 «Ama tevbe edip inanan ve sâlih amel işleyen kimsenin kurtuluşa erenlerden olması ümid edilir.» Tevbe edip iman eserek sâlih ameller işleyenler kurtuluşa, saadete ererler. Onlar imanlarının ve amellerinin mükâfatını göreceklerdir. Bu, onların amellerinin karşılığıdır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Ama tevbe edip inanan ve sâlih amel işleyen kimsenin kurtuluşa erenlerden olması ümid edilir.» Kurtuluşun, yolu iman ve tevbedir. Küfür ve isyandan dönüp iman edip tevbe edenler hidayete, kurtuluşa ulaşırlar. İman etmeyenler ise dalâlete düşüp helak olurlar. 68 «Ve Rabbim, ne dilerse yaratır, seçer. Onlar için seçim hakkı yoktur. Onların koştukları ortaklardan Allah münezzehtir, yücedir.» Bu âyet-i celile Velid ibn Mugire hakkında nazil olmuştur. O şöyle demiştir: «Bu Kur'an, Muhammed'e değil de Mekke'de veya Medine'de hatırlı, mevki ve şöhret sahibi, zengin birisine indirilmeliydi.» diyerek, Kur'ân-ı Kerim'in kendisine veya Ürve ibn Sakafî'ye inmesini istemiştir. Yüce Halik onun bu iddiasını reddederek sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Ya Muhammed, senin Rabbin, ne dilerse yaratır, seçer. Onlar için seçim hakkı yoktur. Allah onların koştukları ortaklardan münezzehtir, yücedir.» Kâfirler, Allah'a ortak koşarak evlât isnat etmişlerdir. Allahü teâlâ bunlardan münezzehtir, yücedir. 69 «Rabbin göğüslerinin gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir.» 70 «O, öyle Allah'tır ki, kendinden başka tanrı yoktur. Önünde de, sonunda da hamd O'nundur. Hüküm de O'nundur. Siz ancak O'na döndürüleceksiniz.» Hâlık-ı Mutlak, insanların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir. O'nun bilgisinden hiçbir şey gizli kalmaz. Zira her şeyi var eden, yok eden ancak O'dur. O'ndan başka ilâh yoktur. Önünde de, sonunda da hamd ve şükür O'nadır. Rızıklandıran, besleyen, koruyan O olduğu gibi, hüküm de O'nundur. Bütün mahlûkat O'na döndürülecektir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Ya Muhammed, Rabbin göğüslerinin gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir. O, öyle Allah'tır ki, kendinden başka tanrı yoktur. Önünde de, sonunda da hamd O'nundur. Hüküm de O'nundur. Siz ancak O'na döndürüleceksiniz.» 71 «De ki: Şayet Allah geceyi kıyamete kadar, üzerinize uzatsaydi, Allah'tan başka size ışık getirecek tanrı kimdir? Bana haber verin? Hâlâ dinlemez misiniz?» 72 «De ki: Şayet Allah gündüzü kıyamet gününe kadar üzerinize mütemadiyen uzatsaydı size içinde dinleneceğiniz bir geceyi getirecek Allah'tan başka tanrı kimdir? Bana haber verin. Hâlâ görmeyecek misiniz?» 73 «O'nun rahmetindendir ki, dinlenmeniz için geceyi ve lütfedip verdiği rızkı aramanız için gündüzü yaratmıştır. Tâ ki şükredesiniz diye.» Hâlik-ı Zülcelâl kullarının istirahatı için geceyi, yeryüzünde gezip dolaşmaları, geçimlerini ve ihtiyaçlarını temin etmeleri için de gündüzü yaratmıştır. Şayet Allah geceyi kıyamete kadar uzatsaydı ve hiç gündüz olmasaydı, Allah'tan başka kim geceyi götürüp gündüzü getirebilirdi? Veya hep gündüz olsaydı, O'ndan başka kim gündüzü götürüp geceyi getirebilirdi? Gece ile gündüzün birbirini takip etmesi, mevsimlerin oluşumu hep Allah'ın kudretinin eseridir. Yüce Halik, insanların şükretmeleri için kudretinin eseri olarak geceyi istirahatleri, gündüzü de geçimlerini temin için yaratmıştır. Bütün bunlar O'nun varlığının ve birliğinin delilidir. Hâlâ insanlar bu hakikatleri görüp, dinleyip iman ederek nimetlerine şükretmeyecekler mi? Gerçek akıl sahipleri için bunlarda ibretler ve hikmetler vardır. Bunlardan ibret alanlar Allahü teâlâ'nın nimetlerine hakkıyla şükrederler. Çünkü bütün nimetler Yüce Hâlik’ın olup insanlar için yaratılmıştır. Böyle, nihayetsiz bir nimete mazhar olan insanın en birinci görevi yaratanına şükretmesidir. Şükredenler mükâfatını, nankörlük yapaniar da cezasını görecektir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Ya Muhammed, de ki: Şayet Allah geceyi kıyamete kadar üzerinize uzatsaydı, Allah'tan başka size ışık verecek tanrı kimdir? Bana haber verin? Hâlâ dinlemez inisiniz? De ki: Şayet Allah gündüzü kıyamet gününe kadar üzerinize mütemadiyen uzatsaydı, size içinde dinleneceğiniz bir geceyi getirecek Allah'tan başka tanrı kimdir? Bana haber verin? Hâlâ görmeyecek misiniz? O'nun rahmetindendir ki, dinlenmeniz için geceyi ve lütfedip verdiği rızkı aramanız için gündüzü yaratmıştır. Tâ ki şükredesiniz diye.» 74 «O gün onlara seslenip: 'Nerededir bana ortak olduklarını iddia ettikleriniz?' der.» 75 «Her ümmetten bir şahit çıkarmışız ve kesin delilinizi getirin demişizdir. O zaman gerçeğin Allah'tan olduğunu ve uydurduklarının kendilerini bırakıp kaçtığını anlarlar.» Hâlik-ı Mutlak kıyamet günü kâfirlere seslenip: «Nerede bana ortak koştuğunuz putlarınız, şimdi onları getirin de size yardım etsin ve azaptan sizi kurtarsın» diyecektir. Ne mümkün putları gelip kendilerine yardım etmesi. O gün her milletin peygamberi kendileri için şahit tutulur. Ve «kesin delilinizi getirin» denir. İşte o zaman gerçeğin Allah'tan olduğunu ve uydurduklarının kendilerini bırakıp kaçtığını anlarlar. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «O gün onlara seslenip: 'Nerededir bana ortak olduklarını iddia ettikleriniz? Biz, her ümmetten bir şahit çıkarmışız ve kesin delilinizi getirin demişizdir. O zaman gerçeğin Allah'tan olduğunu ve uydurduklarının kendilerini bırakıp kaçtığını anlarlar'.» O gün şeytanlarından ve putlarından kendilerine asla fayda olmaz, onların boş olduğunu, yalnız Allah'tan fayda olduğunu anlarlar. Gösterişle ibadet yapan mü’minlerin durumu da böyledir. Riya ile yaptıkları ibadetlerin kıyamet günü kendilerine asla faydası olmayacaktır. Çünkü Allah rızası için yapılmayan ibadetin sahibine faydası yoktur. Bundan sonra varlığına güvenip büyüklük taslayanların ibret almaları için Karun'un kıssası beyan edilmiştir. 76 «Gerçekten Karun, Musa'nın kavminden biriydi. Ama onlara karşı azdı. Biz ona anahtarlarını güçlü bir topluluğun zor taşıdığı hazineler vermiştik. Kavmi ona demişti ki: Şımarma, çünkü Allah şımarıkları sevmez.» Karun, Musa (aleyhisselâm)’nın amcasının oğlu olup son derece zengindir. Bundan dolayı kendisini halktan üstün görüp büyüklenmiş, kibirlenmiştir. Firavun ve kavminin helakinden sonra, Musa (aleyhisselâm) ve kavmi Mısır'a onların yerlerine ve yurtlarrıa yerleşmişler, Karun da orada kavminin en zengini olmuştur. İsrailoğulları Mısır'a yerleşince Musa (aleyhisselâm) başkanlığı ve kurban işlerini kardeşi Harun (aleyhisselâm)'a vermiştir. Bunu hazmedemeyen Karun, Musa (aleyhisselâm)'ya şöyle der: «Ey Musa, sen peygamber oldun, kardeşini de reis yaptın, bize bir şey yok mu?» Bunun üzerine Musa (aleyhisselâm) ona şu cevabı verir: Ey Karun, bunu ben kendi arzum ile yapmadım, Allahü teâlâ'nın emriyle yaptım.» Karun da «bu sözlerin doğru olduğunu bana ne ile isbat edeceksin» der. Musa (aleyhisselâm) sözlerinin doğruluğunu Karun'a isbat etmek için kavminin ileri gelenlerini toplar, onlara «herkes benim yanımdaki asasını alsın ve sabaha kadar yanında saklasın» der. Herkes asasını alır, geri kalanları da Musa (aleyhisselâm) biraraya toplar. Sabahleyin Harun (aleyhisselâm) 'un asasının yeşerip hareket ettiğini görürler. Musa (aleyhisselâm) kavmine ve Karun'a «bu âsânın yeşermesi ve hareket etmesi benim sözümün doğruluğunu ve Harun'un üstünlüğünü gösterir» der. Karun, peygamberini yalanlayarak «bu senin yapmış olduğun bir sihirdir, ondan dolayı Harun'un âsâsı yeşermiştir» der. Onun bu hareketine çok üzülen Musa (aleyhisselâm) oradan ayrılır, kavmi de kendisini takip eder. Hasan-ı Basrî (radıyallahü anh), Karun hakkında şöyle demiştir: Karun büyük bir bina yaptırır. Halkın takdirini kazanmak ve varlığını göstermek için onları bir hafta davet edip yedirir içirir. Maksadı halkın sempatisini kazanıp onları kendisine celbetmekti. İbn Abbas (radıyallahü anh) da Karun hakkında şöyle der: Allahü teâlâ, Musa (aleyhisselâm)'ya zekâtı emrettiği vakit Karun'a gider ve «Allah bana zekâtı emretti. Malının her iki yüz dirhemine mukabil beş dirhemini, zekât olarak vereceksin» der. Karun bunu kabul etmez. Bu defa Musa (aleyhisselâm), «her iki yüz dirhem karşılığı bir dirhemini zekât olarak vereceksin» der. Karun bunu da kabul etmez ve halkı Musa (aleyhisselâm) 'ya karşı kışkırtarak şöyle konuşur: «Ey kavmim. Mûsa sizin elinizdeki mallara da göz koydu, onları da sizden alacak. Bu hususta ne düşünüyorsunuz, ne yapmamız lâzımdır?» Kavmi de «biz seninle beraberiz, ne dersen onu yaparız» derler. Kavminden cesaret alan Karun «biz ona iftira ederek zina isnat edelim, kendisini temize çıkaramayınca zina suçundan dolayı recmederek öldürelim ve böylece onu aramızdan çıkartalım» der. Kavmi de Karun'un bu görüşünü kabul eder. Daha sonra Mûsa (aleyhisselâm) 'ya iftira atmak için tuzak hazırlarlar. Ve bir zâniye kadın bulup onu kandırarak «Mûsa benimle zina etti» diye halkın içinde bağırmasını isterler. Kadın da bunu kabul eder. Bunun üzerine Karun ve arkadaşları, Mûsa (aleyhisselâm)'nın yanına gelip «Ey Mûsa, bir insan hırsızlık yaparsa bunun cezası nedir?»' diye sorarlar. Mûsa (aleyhisselâm) da «hırsızın cezası elinin kesilmesidir» der. Onlar «bunu sen yapsan da hüküm aynı mıdır?» diye tekrar sorarlar. Mûsa (aleyhisselâm) da «evet» cevabını verir. Onlar daha sonra zina hakkındaki hükmü sorarlar. Mûsa (aleyhisselâm) da «zina yapan kadın olsun erkek olsun, eğer başlarından nikâh geçmiş ise ceza olarak recmedilmeleri gerekir der. Onlar yine «bu sen olsan da hüküm aynı mıdır?» diye sorarlar. Mûsa (aleyhisselâm) da «evet» cevabını verir. Bunun üzerine Karun ve arkadaşları «Ey Mûsa, sen zina ettin» diye bağırmaya başlarlar. Hiç beklemediği bir anda böyle bir iftiraya maruz kalan Mûsa (aleyhisselâm)'nın canı çok sıkılır ve “ben mi zina ettim?» diye onlara sorar ve kendilerini isbata davet eder. Onlar da kandırdıkları o zâniye kadını çağırırlar ve Mûsa (aleyhisselâm)'nın huzuruna getirerek «işte sen bununla zina ettin» derler. Mûsa (aleyhisselâm)'nın huzuruna giren zâniye kadın onun azametli bakışları karşısında donakalır, dili tutulur, bir şey söyleyemez. Mûsa (aleyhisselâm) bunun kendisine bir tuzak olduğunu anlar ve kadına 'ey kadın, denizi ikiye ayırıp İsrailoğullarını selâmete çıkaran, Firavun ve kavmini helak eden, bana Tevrat'ı Hak kitap olarak gönderen Allah hakkı için doğru söyle. Bunlar niçin bize iftira ediyorlar?» der. Mûsa (aleyhisselâm)'nın bu ifadesi karşısında sarsılan kadın, şaşkına döner ve şöyle der: «Ey Mûsa, sen gerçekten peygambersin. Bunlar beni kandırıp sana iftira etmemi istediler. Sen bütün bunlardan berisin. Halbuki ben yanılmışım, bunlar yalancılar ve müfterilerdir.» Bunun üzerine Mûsa (aleyhisselâm) secdeye kapanıp Rabbine yalvararak gözyaşı döker. O gözyaşı dökerken Yüce Halik vahyedip şöyle buyurur: «Ey Mûsa, niçin ağlıyorsun? Yeri senin emrine verdim, ona hükmet ne dilersen onu yapsın.» Sonra Mûsa (aleyhisselâm), Karun'un yanına gelir, o sırada adamları da oradadır. Karun'a kızarak «ey Allah'ın düşmanı, bana iftira edip halk arasında fesad çıkardın» der. Gurur içinde tahtında oturan Karun, Mûsa (aleyhisselâm)'ya daha ağır söz söyler. Buna çok üzülen Musa (aleyhisselâm) yere «ey yer, bunları yut» der. Yer yarılır Karun ve arkadaşları dizlerine kadar toprağa gömülürler. Bu meyanda evleri ve sarayları da toprağa gömülür. Karun ve arkadaşları kurtulmaya çalışırlar, fakat kurtulamazlar. Kurtulamayacaklarını anlayınca Musa (aleyhisselâm)'ya yalvarmaya başlarlar ve «Ey Musa, bizi kurtar» diye nida ederler. Onlar yalvardıkça Musa (aleyhisselâm)’nın kızgınlığı daha da artar «ey yer, bunları yut» diye emreder. Bu defa yer biraz daha açılır ve göbeklerine kadar batarlar. Kendi uğraşmalarıyla kurtulamayacaklarını anlayınca, Musa (aleyhisselâm)'ya daha fazla yalvarmaya başlarlar. Bu defa Musa (aleyhisselâm) «ey yer, onları yut» diye tekrar nida eder. Yer biraz daha yarılır, koltuğa kadar yere batarlar. Aynı nisbette evleri ve sarayları da yere batar. Artık kurtulma şansları azalan insanlar avaz avaz Musa (aleyhisselâm)'ya yalvarmaya devam ederler. Fakat Musa (aleyhisselâm) onların yalvarışına aldırmaz ve «ey yer, bunları yut» der. Bu defa yer, biraz daha açılır, boyunlarına kadar onları yutar. Her şeyden ümidini kesen Karun «Ey Musa, Allah hakkı için bana acı, beni kurtar, sana yalvarıyorum» der. O anda Karun'a ne malı, ne serveti, ne sarayı fayda verir. Musa (aleyhisselâm) yalvarmasına aldırmaz ve yere «ey yer, bunları yut» diye nida eder. Yer biraz daha açılır, onları evleriyle, saraylarıyla yutar, yok eder. Yerlerinde hiçbir şey kalmaz. Bunu gören Musa (aleyhisselâm) oradan sevinçle ayrılır, gider. O anda Allahü teâlâ vahyedip şöyle buyurmuştur: «Ey Musa, sen ne kadar katı kalblisin. Kullarım yetmiş kere senden medet dilediler de sen onları bağışlamadın. Azametim ve celâlim hakkı için benden bir defa medet dileselerdi onları bağışlardım.» Bundan sonra Hâlik-ı Mutlak yeri kimsenin emrine müsahhar kılmamıştır. Karun ve adamları kıyamete kadar her gün yerin dibine aşağı boyları nisbetinde batacaklardır. İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan şöyle bir rivayet varid olmuştur: Musa (aleyhisselâm)'ya zekât âyeti geldiği vakit Karun yanına gelir. Musa ile bin altına bir altın, bin dirhem gümüşe bir dirhem gümüş, bin koyuna bir koyun ve diğer mahsullerde de binde bir olmak üzere anlaşırlar. Karun evine dönüp vereceği zekâtı hesap edince gözüne çok gelir, kıyamaz, bu işten vazgeçer. Sonra Musa (aleyhisselâm)'ya iftira etmek için israil oğullarını kandırır ve bir zâniye bulup ona iftira ettirirler. Bunun üzerine Allahü teâlâ yeri Musa (aleyhisselâm)'nın emrine verir. O, Karun'un yanına gelip orada hazır bulunan halka «ey İsrailoğulları, Allah beni Firavun'a peygamber olarak gönderdiği gibi, size de peygamber olarak gönderdi. Karun'u sevenler onun yanında kalsın, bana inananlar da benimle beraber gelsin» der. Musa (aleyhisselâm)'dan bu sözleri duyan kavmi Karun'u terkedip onun yanında yer alırlar. Ancak iki kişi Karun'un yanında kalır. Onlar da Karun ile yere batıp helak olurlar. Karun helak olduktan sonra İsrailoğullarmdan bir gurup Musa (aleyhisselâm) hakkında şöyle derler: Musa, Karun'un hazinelerine göz koydu, onları elde etmek için Karun'a beddua etti, Allah da duasını kabul edip Karun'u yerin dibine batırdı, Musa da hazinelerine kondu.» Bu haberi işiten Musa (aleyhisselâm) çok üzülür. Halbuki onun niyeti Karun'un hazinelerini elde etmek değildi. Karun'un yere batması şımarıklığından ve azgınlığındandı. Bunun üzerine Musa (aleyhisselâm) Rabbine, Karun'un bütün malının mülkünün yok olması için dua eder, Hâlik-ı Zülcelâl de duasını kabul edip onun yeryüzündeki bütün servetini, hazinelerini yok eder. İsrailoğulları içinde Karun'dan daha zengini yoktu. Onun hazinelerinin sadece anahtarını kırk yiğit delikanlı ancak taşıyabiliyordu. Hazinesinin sayısının dörtyüz bin olduğu söylenmektedir. Âmeş'in rivayetine göre hazinelerinin anahtarını kırk hayvan taşıyordu. Gittiği yere hazinenin anahtarlarını beraberinde götürüyordu. Malının çokluğu onu azdırmış, şımartmış, kibirlendirmiş, böbürlendirmiş, halka karşı büyüklük taslamaya başlamış, kimseyi beğenmez olmuş, yeryüzünde fesad çıkarmaya başlamış, peygamberini dinlemez olmuştu. Hasılı, her türlü menhiyatı işlemeye başlamıştı. Karun'un azdığını gören İsrailoğulları ona şu nasihati yaparlar: «Ey Karun, kibirlenme, büyüklenme Allah kibirlenenleri ve büyüklenenleri sevmez.» Buna rağmen o daha da, kibirlenmiş, azmış, büyüklenmiş, şımarmıştı. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Gerçekten Karun, Musa'nın kavminden biriydi. Ama onlara karşı azdı. Biz ona anahtarlarını güçlü bir topluluğun zor taşıdığı hazineler vermiştik. Kavmi ona demişti ki: «Şımarma, çünkü Allah şımarıkları sevmez.» 77 «Allah'ın sana verdiği şeylerde âhiret yurdunu da gözet, dünyadaki nasibini de unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun. Yeryüzünde bozgunculuk arama. Doğrusu Allah bozguncuları sevmez.» Karun'un serkeşliğini gören İsrailoğulları başına bir musibetin, bir felâketin geleceğini anlamışlar ve ona şu nasihatta bulunmuşlardır: Ey Karun, Allah'ın sana verdiği mal ile böbürlenme, kibirlenme, yeryüzünde bozgunculuk yapma. Onu Allah yolunda harca, âhiret yurdunu da gözet ve iki cihan saadetini kazan. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de fakirlere, yoksullara, kimsesizlere ve yetimlere ihsanda, ikramda bulun. Üzerindeki nimetlere şükret, O, nimetlerine şükredenlerin nimetini artırır. Nankörlük yapanların üzerindeki nimetlerini ise alır. Malını Allah'ın razı olacağı yerlere harca, yeryüzünde fesat çıkarma. Çünkü Allah yeryüzünde fesat çıkaranları, bozgunculuk yapanları, şımaranları, büyüklenenleri, haddi aşanları sevmez.» Musa (aleyhisselâm)’nın kavminin ileri gelenleri Karun'un azgınlığını ve şımarıklığını görünce başına gelecek olan felâketi anlamışlar, onu uyarıp ikaz etmişlerdir. Buna rağmen o, bu nasihatlardan etkilenmemiş, daha da şımarmış, azmış, kibirlenmiş, halka karşı büyüklük taslamış ve fesatçılığa devam etmiştir. Bozgunculuğu ve şımarıklığı yüzünden Hâlik-ı Mutlak da onu yere batırarak helak etmiştir. Varlığına güvenip azanların, bozgunculuk yapanların, şımaranların, büyüklenenlerin sonu budur. İnsanlar bundan ibret alıp hiçbir zaman varlıklarına, servetlerine güvenip büyüklenmemelidirler. Kendilerine verilen nimetlerin şükrünü eda ederek Allah yolunda tasadduk etmelidirler. İşte gerçek mü’minin özelliği budur. Çünkü dünya malı boştur, buna kapılanlar neticede helak olmuşlardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Allah'ın sana verdiği şeylerde âhiret yurdunu da gözet, dünyadaki nasibini de unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun. Yeryüzünde bozgunculuk arama. Doğrusu Allah bozguncuları sevmez.» Buna karşılık Karun da kavmine şu cevabı verir. 78 «Demişti ki: 'Bu bana ancak bende olan bilgiden ötürü verilmiştir.' Bilmez mi o, Allah önceleri ondan daha güçlü ve topladığı daha fazla olan nice nesilleri yok etmiştir? Suçlulardan günahları sorulmaz.» Karun, kavminin nasihatini dinlemeyerek onlara şöyle cevap verir: «Bu servet, mal, mülk bana ilmimden dolayı verilmiştir. Allah benim buna lâyık olduğumu biliyordu, onun için bana bu serveti verdi.» İsrailoğulları içinde Hazret-i Musa'dan ve Harun'dan sonra Tevrat'ı en iyi bilen Karun'dur. Bazılarına göre Karun kimya ilmini çok iyi biliyordu, ondan istifade ile altın, gümüş ve cam eşyası yapardı. Bundan dolayı da çok zengin olmuştu. O ilmine güvenip bundan dolayı zengin olduğunu ileri sürünce Hâlik-ı Zülcelâl ona şu cevabı verir: «O, bilmez mi Allah önceleri ondan daha güçlü ve topladığı daha fazla olan nice nesilleri yok etmiştir? Suçlulardan günahları sorulmaz.» Karun'dan önce nice servet sahibi, ilim, mevki ve makam sahibi insanlar azgınlıkları, şımarıklıkları, nankörlükleri, bozgunculukları ve küfürleri yüzünden helak olmuşlardır. Kıyamet günü onlara günahları sorulmaz. Çünkü o gün her şey meydana çıkacaktır. Hiçbir şey gizli kalmayacaktır. 79 «Debdebe içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını isteyenler: 'Keşke Karun'a verildiği gibi, bize de olsaydı. Doğrusu o büyük bir varlık sahibidir.' demişlerdi.» Karun kendisine yapılan nasihatleri hiçe sayarak, varlığını ve zinetlerini göstermek için büyük bir debdebe içinde, yüz çeşit zinet ile süslü bir hayvanın üzerine biner ve kavminin huzuruna çıkar. Etrafında da aynı şekilde süslenmiş dörtbin atlı ve kırmızı ipek elbiseler giymiş üçyüz de cariyesi vardı. Ayrıca dörtyüz de hizmetçi ve her hizmetçinin elinde altın ibrik vardı. Karun'u böyle bir debdebe içinde gören ve dünya hayatını arzulayan mü’minler şöyle derler: «Keşke bizim de böyle bir varlığımız olsaydı. Ona verilen bize de verilseydi. Bugüne kadar kimseye böyle bir varlık verilmemiştir.» Onlar Karun'un debdebeli, şatafatlı hayatına imrenmişler, kendilerine de böyle bir servetin verilmesini istemişlerdi. Fakat içlerinden gerçek iman ve ilim sahipleri ise Allah katında olanın daha hayırlı olduğunu söyleyerek, Karun gibi olmayı hiç istememişlerdi. Onlar biliyorlardı ki, ebedi olan fani olandan her zaman üstündür. 80 «Kendilerine bilgi verilmiş olanlar da şöyle demişti: Yazıklar olsun size. Allah'ın mükâfatı iman edip sâlih amel işleyenler için daha hayırlıdır. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir.» Karun'un durumuna imrenen cahil mü’minlere, gerçek iman ve ilim sahipleri şöyle demiştir: «Eyvah size. Siz dünya nimetlerini, servetini, varlığını arzu ediyorsunuz. Halbuki Allah'ın mü’min kullarına vaadettiği âhiret nimetleri daha üstün, daha hayırlı ve ebedîdir. Bu nimetlere de ancak iman edip sâlih amel işleyerek, Allahü teâlâ’nın emirlerini yerine getirip yasaklarından sakınan ve sabredenler kavuşur. Siz bunu bırakıp da geçici olan dünya nimetlerini mi arzu ediyorsunuz?» Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Kendilerine bilgi verilmiş olanlar da şöyle demişti: Yazıklar olsun size. Allah'ın mükâfatı iman edip sâlih amel işleyenler için daha hayırlıdır. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir.» 81 «Nihayet onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Allah'a karşı kendisine yardım edebilecek kimsesi de yoktu. Bizzat kendisini koruyabileceklerden de değildi.» 82 «Daha dün onun yerinde olmayı isteyenler: 'Vay demek ki, Allah kullarından dilediğinin rızkını genişletip bir ölçüye göre veriyor. Eğer Allah bize lütfetmemiş olsaydı bizi de yerin dibine geçirirdi. Vay demek ki, kâfirler asla felah bulamazlar' demeye başladılar.» Yüce Halik, Karun'u kibir ve şımarıklığından ötürü saraylarıyla, hazineleriyle beraber yerin dibine geçirmiştir. Çünkü kendisine verilen nimetlere şükretmemiş, büyüklenmiş, kibirlenmiş, azmış, haddi aşmış, kendisini üstün göstermek için halkın arasında şaşaalı bir biçimde gezmeye başlamış ve bu servetin kendisine ilminden dolayı verildiğini ileri sürmüştür. Fakat malı ile, mülkü ile yere batarken kimse kendisini bu azaptan kurtaramamış ve yardım da edememiştir. Böylece o azgınlığının ve şımarıklığının cezasını görmüştür. Bir gün önce kendisine imrenenler onun yere batıp helak olduğunu görünce şöyle demişlerdir: «Vay demek ki, Allah kullarından dilediğinin rızkını genişletip bir ölçüye göre veriyor. Bunu kimine az, kimine çok verir, hüküm O'nundur. Eğer Allah bize lütfetmemiş olsaydı bizi de yerin dibine geçirirdi. Vay demek ki, kâfirler asla felah bulmazlar- demişlerdi. Elbette kâfirler, azgınlar, fesatçılar, yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar, zalimler, büyüklenenler asla felah bulmazlar. Allah'ın azabından da kurtulamazlar. Bu onların amellerinin karşılığıdır. Salih amel işleyenler mükâfatını, kötü amel işleyenler de cezasını görecektir. 83 «İşte âhiret yurdu. Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyen ve bozgunculuğu istemeyen kimselere veririz. Akıbet müttekilerindir.» Hâlik-ı Zülcelâl, âhiret nimetlerini iman edip sâlih amel işleyenlere, yeryüzünde böbürlenmeyen, bozgunculuk yapmayan, zulmetmeyen, isyan etmeyen, Allah'ın emirlerine itaat edip yasaklarından sakınan, küfür ve şirkten uzak olanlar için hazırlamıştır. Akıbet, takva sahipler inindir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «İşte âhiret yurdu. Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyen ve bozgunculuğu istemeyen kimselere verdik. Akıbet müttekîlerindir.» 84 «Kim bir iyilikle gelirse ona daha hayırlısı verilir. Kim de bir kötülükle gelirse o kötülükleri işleyenler ancak yaptıkları kadar ceza görürler.» Kıyamet günü herkes yaptığının karşılığını görecektir. Kim, Allah'ın huzuruna bir iyilikle gelirse ona daha hayırlısı ve daha güzeli verilir. Kim de bir kötülükle gelirse, o kötülükleri işleyenler ancak yaptıkları kötülük kadar ceza görürler. Ondan fazlasını görmezler. Çünkü o gün kimseye haksızlık yapılmaz, herkes amelinin karşılığını görür. Zerre kadar hayır yapan mükâfatını, zerre kadar şer yapan da cezasını görecektir. Kim bir iyilik yaparsa ona en az on sevap vardır, yukarısının haddi yoktur. Allah onun ameline ve niyetine göre mükâfat verir. Bu belki yediyüz, belki daha fazladır. Bunu Allah'tan başka kimse bilemez. Hâlik-ı Mutlak bunu şöyle beyan ediyor: «Kim bir iyilikle gelirse ona daha hayırlısı verilir. Kim de bir kötülükle gelirse, o kötülükleri işleyenler ancak yaptıkları kadar ceza görürler.» 85 «Kur'an'a uymayı sana farz kılan Allah elbette seni döneceğin yere döndürecektir. De ki: Kimin doğrulukla geldiğini, kimin apaçık sapıklıkta bulunduğunu en iyi bilen Rabbimdir.» Bu âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'den Medine'ye hicret ettiği zaman kendisini bir hüzün kaplamıştır. Doğup büyüdüğü, hısım akrabasının bulunduğu ve ilk peygamberlik geldiği yerden bir anda ayrılmak kolay olmamıştı. Bu üzüntü içinde yoluna devam ederken baba vatanı olan Mekke'ye doğru zaman zaman dönüp bakar. Bunun üzerine Hâlik-ı Zülcelâl bu âyeti inzal edip şöyle buyurur: «Ya Muhammed, Kur'an'a uymayı sana farz kılan Allah elbette seni döneceğin yere döndürecektir. De ki: Kimin doğrulukla geldiğim, kimin apaçık sapıklıkta bulunduğunu en iyi bilen Rabbimdir.» Mekkeli müşrikler Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'i itham ederek dedelerinin dinini terkettiği için sapıttığım, kendilerinin ise doğru yolda olduklarını söylemişlerdir. Kimin hidayette, kimin dalâlette olduğu kıyamet günü meydana çıkacaktır. Çünkü o gün hiçbir şey gizli kalmayacak, her şey meydana çıkacaktır. Ancak iman edip sâlih amel işleyenler hidayette, iman etmeyenler ise dalâlettedir. Çünkü hidayetin yolu imandır. İman olmayınca Allah katında hiçbir amel değer kazanmaz. Bu âyet-i celilede Mekke'nin fethine işaret vardır. 86 «Sen, sana bu kitabın verileceğini ummazdın. Bu ancak Rabbinin bir rahmetidir. Öyle ise sakın kâfirlere yardımcı olma.» Hâlik-ı Mutlak sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Ya Muhammed, sen, sana bu kitabın ve nübüvvetin verileceğini ummazdın. Bu ancak Rabbinin bir nimetidir. Öyleyse sakın kâfirlere yardımcı olma ve onların yolundan gitme.» Allahü teâlâ peygamberliği dilediğine vermiştir. Hiç kimse kendi çalışmasıyla, ilmiyle ve varlığı ile peygamber olamamıştır. Allah kullarından dilediğini peygamber seçmiş, o peygamberleri yine kendi milletlerine ve kavimlerine göndermiştir. Peygamberlere peygamberlik gelmeden önce hiçbirisi peygamber olduğunu söylememiştir, söyleyemez de.» 87 «Allah'ın âyetleri sana indirildiği vakit seni, onlardan alıkoymasınlar. Rabbine davet et ve sakın putperestlerden olma.» 88 «Allah ile birlikte başka tanrı edinip tapma. O'ndan başka tanrı yoktur. O'ndan başka her şey helak olacaktır. Hüküm O'nundur ve O'na döndürüleceksiniz.» Hâlik-ı Mutlak sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ey Rasülüm Muhammed, Cebrail sana Kur'an'ı indirdikten sonra halkı Rabbine davet et. Seni Rabbine davetten hiçbir şey alıkoymasın ve sakın putperestlerden de olma. Allah ile birlikte başka tanrı edinip tapma. O'ndan başka tanrı yoktur ve O'ndan başka her şey helak olup yok olacaktır. Hüküm O'nundur ve O'na döndürüleceksiniz.» Allahü teâlâ'nın zatından başka her şey yok olacaktır. Yalnız O bakî kalacaktır. Çünkü her şeyi yaratan, var eden, koruyan, besleyen, muhafaza eden yalnız O'dur. Bundan dolayı her şey yok olacak, yalnız O bakî kalacaktır. Sonunda her şey O'na döndürülecektir. Çünkü hüküm O'nundur. |
﴾ 0 ﴿