AHZAB SÛRESİ

Bu sûre-i celîle Kur'ân-ı Kerîm'in 33. süresidir. Medine'de nazil olmuştur ve yetmiş üç âyettir. Hendek muharebesinde birçok düşman birlikleri gelip müslümanlara karşı cephe aldıkları için, o muharebeye «Ahzab» ismi verilmiştir. Bu sürede o muharebeye ait birçok âyet bulunduğu için 'Ahzab sûresi» adını almıştır. Sûrenin ihtiva ettiği başlıca konular şunlardır:

1- İslamiyete karşı düşmanların nasıl çalıştıkları ve sonunda nasıl hüsrana uğradıkları.

2- Aralarında din kardeşliği bulunan mü’minlerin Hakk'a nasıl tevekkül ettikleri ve temiz kalble yakın akrabalığa nasıl riayet ettikleri.

3- Resûl-i Ekrem'in mü’minlere kendi nefislerinden daha evlâ ve mübarek zevcelerinin mü’minlerin mânevi annesi olduğu.

4- Allahü teâlâ’nın sevgili Peygamberinden almış olduğu ahdü mîsak.

5- Ahzab muharebesinia başlangıcında müslümanların büyük bir ordu karşısındaki tereddütleri ve neticede galip gelmelsri.

6- Hendek muharebesinde mü’minlerin ne büyük bir imana sahip olup mükâfata nail oldukları, kâfirlerin ise ne elim bir hezimete uğradıkları ve cezaya müstehak olacakları.

7- Resûl-i Ekrem'in zevcelerinin ne gibi şerefi, vasfı ve ahlâkı haiz oldukları.

8- İslâm ile müşerref olan erkek ve kadınların Allah katında ne büyük mükâfata nail olacakları.

9- Resul-i Ekrem'in Hatemü'l-Enbiyâ olduğu.

10- Müslümanların nasıl bir zikir, tesbih ve tehlil ile mükellef bulundukları.

11- Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ne gibi yüksek vasfı haiz olduğu ve müslumanlara neleri müjdelediği.

12- Hanımlarını boşamış olan müslümanların nasıl hareket edecekleri.

13- Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e Allahü teâlâ'nın, meleklerin ve mü’minlerin salât-ü selâm getirmeleri.

14- Mü’minlerin, Peygamber'in evine nasıl girecekleri ve kimlerin evlerine girmede bir mesuliyetin bulunmadığı.

15- Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ve mü’minlere zulmedenlerin na büyük bir azaba müstehak olacakları.

16- Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in muhterem zevcelerinin ve mü’minlerin hanımlarının tesettüre nasıl riayet edecekleri.

17- Kalbleri nifak içinde olanların ne gibi bir cezaya müstehak olacakları.

18- Kıyametin ne zaman kopacağını Allah'tan başkasının bilemeyeceği ve o gün kâfirlerin ne elîm bir azaba uğrayacakları.

19- Allah'ın emir ve yasaklarına riâyet eden mü’minlerin ne büyük bir mükâfata nail olacakları.

20- Göklerin, yerin ve dağların kabul etmediği bir emâneti insanların kabul ettiği.

1

«Ey peygamber, Allah'tan kork. Kâfirlere ve münafıklara itaat etme. Şüphesiz ki Allan hakkıyle bilendir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir.»

Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Ebû Süfyân, İkrime ibn Ebûcehl ve Ebûlâveri Süllemî Uhud muharebesinden sonra Medine'ye gelirler ve münafıkların reisi olan Abdullah bîn Übey'e uğrarlar. Abdullah da bunları alıp yine münafıklardan olan Abdullah ibn Serah ve Tûmetübni Abayrak'a getirir. Bunlar hep beraber Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelirler ve şöyle derler: «Yâ Muhammed, san bizim ilâhlarımızı inkâr etme, onları da an. Çünkü onlar da kıyamet günü kendilerine tapanlara şefaat edeceklerdir. Biz de senin Rabbini zikredelim.» Onların bu teklifine Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) çok üzülür. O anda yanında Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) de vardır. O da bunların, teklifine çok kızar ve onları öldürmek için Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den izin ister. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem «ben, bunlara dokunmayacağıma söz verdim, ahdimi bozmak olmaz» diyerek Hazret-i Ömer'e izin vermez. Fakat onların Medine'den çıkarılmalarına izin verir. Hazret-i Ömer de «Ey Allah'ın düşmanları, Allah'ın laneti ve gadabı üzerinize olsun, buradan çıkın» diyerek, onları Medine'den çıkartır. Bunun üzerine Yüce Hâlık bu âyeti inzal ederek şöyle buyurur: «Ey Peygamber, Allah'tan kork. Kâfirlere ve münafıklara itaat etme. Şüphesiz ki, Allah hakkıyle bilendir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir.» Bazı tefsircilere göre, müslümanlar kâfirlerle aralarındaki antlaşmayı bozmaya karar vermişler ve Peygamber'den bu hususta izin istemişlerdir. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) de müşriklerle aralarındaki antlaşmanın bozulmasına meyletmiştir. Bunun üzerine bu âyet nazil olarak Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i antlaşmanın müddeti bitene kadar bozmaktan men etmiştir. Yüce Halik, Hakîm'dir, antlaşmayı tek taraflı bozmaktan men eder ve ahde vefa göstermesini emreder. Alîm'dir, kullarının ne yaptığını bilir. O'nun bilgisinden hiçbir şey gizli kalmaz.

2

«Sana Rabbinden vahyolunana uy. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.»

3

«Allah'a güvenip dayan. Koruyucu olarak Allah yeter.»

Yüce Allah, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, sana Rabbinden vahyolunana (Kur'an'a) uy. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır. Allah'a güvenip dayan. Koruyucu olarak Allah yeter.- Allah, sizin ahdinizi bozup bozmadığınızı bilir. Her işinizde O'na güvenin, dayanın. Koruyucu olarak O yeter. Sizi koruyan, muhafaza eden, besleyen, rızıklandıran, büyüten ve var eden O'dur. Her şey O'na muhtaçtır, O, hiçbir şeye muhtaç değildir.

4

«Allah bir adamın içinde iki kalb yaratmamıştır. Kendilerinden «zıhar» yaptığınız eşlerinizi, anneleriniz gibi kendinize haram saymanız için yaratmamıştır. Evlâtlıklarınızı da oğullarınız gibi tutmanızı meşru kümamıştır. Bunlar sizin dillerinize doladığınız boş sözlerdir. Allah, hakkı söyler ve O, doğru yola eriştirir.»

Bu âyet-i celîle Hamid ibn Ma’mer hakkında nazil olmuştur. Ma'mer çok zeki, hafızası çok kuvvetli, eskilerin masallarını çok iyi bilen ve Mekke'ye gelen yabancılara yol gösteren, iz takibinde mahir olan birisi idi. Meşhur olduğu kadar da Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e düşmandı. Kendisini üstün göstermek için halka iki kalbi olduğunu, birisi ile onların bildiklerini, diğeri ile de onların bilmediklerini bildiğini söylerdi. Halk da onun zekiliğine aldanarak gerçekten iki kalbi olduğuna inanmıştı. Böylece kendisini aklınca Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'den üstün görmüş «onun bir kalbi var, benîm ise iki kalbim var, ben her şeyi ondan daha iyi bilirim» demişti. Bedir muharebesine kadar Mekkeliler gerçekten onun iki kalbi olduğuna inanmışlardı. Bedir muharebesine o da iştirak etmiş, müşrik ordusu İslâm ordusu karşısında hezimete uğrayıp yetmiş ölü ve yetmiş de esir vermiş, geri kalanlar ise kurtuluşu kaçmakta bulmuşlardı. Ma’mer de kaçanlar arasındaydı. Hem öylesine kaçar ki, ayakkabısının biri elinde, biri de ayağmdadır. Fakat kendisi bunun farkında değildir. Bu şekilde, Mekke yolunda Ebû Süfyân'a rastlar. Ebû Süfyân «bu halin nedir, ayakkabının biri elinde, biri ayağında» der. Ma’mer de «ben ta Bedir'den beri böyle geliyorum, farkında değilim» diye cevap verir. O zaman bunun iki kalbi olmadığını, halkı kandırdığını anlarlar. Zaten o zamana kadar Hâlik-ı Zülcelâl bu âyeti inzal edip hiç kimsenin iki kalbi olmadığını beyan ederek şöyle buyurmuştur: «Allah bir adamın içinde iki kalb yaratmamıştır. Kendilerinden zıhar yaptığınız eşlerinizi, anneleriniz gibi kendinize haram saymanız için yaratmamıştır. Evlâtlıklarınızı da oğullarınız gibi tutmanızı meşru kılmamıştır. Bunlar sizin dilinize doladığınız boş sözlerdir. Allah, hakkı söyler ve O doğru yola eriştirir.- İslâm'dan önce Araplar zeki insanlarda iki kalbin olduğuna inanırlardı. Halbuki bir insanda iki kalbin bulunması, aklen muhaldir, mümkün değildir.

Yine İslâm'dan önce Araplar «zıhar» yaparak eşlerini haksız yere boşarlardı. Bu âyetle zihar vasıtasıyle boşama da kaldırılmıştır. Zıhar: Bir kimse, hanımının tamamını, boynunu, sırtını veya başka bir azasını, kendisine ebedi nikâhı haram olan bir kadına veya onun bakılması haram olan bir yerine benzetmesine denir. Meselâ: Bir insan, hanımına «sen bana anamın arkası gibisin, boynu gibisin» demesi gibi. Bu söz ile «zıhar- meydana gelir. Bunu yapanların ceza olarak oruç tutmaları gerekir. Bunun geniş izahı Mücâdele süresinde gelecektir. Oraya müracaat edilmelidir.

Evlât edinen insanların edinmiş oldukları evlâtlıkları, mirasta ve mahremiyette asla öz çocukları gibi olamaz. Evlât edinilen çocuk kız ise erkeğe, erkek ise evlât edinen kadına bulûğ çağından itibaren nâmahremdir. Yabancı berinden farkı yoktur. Bir çocuğu evlât edinmek, o çocuğu öz evlât gibi yapmaz. Bir yabancı ne ise evlât edinilen çocuk da öyledir. Mahremiyet ancak üç durumda olur. 1 — Neseben, 2 — Süt yoluyla, 3 — Nikâh yoluyla.

5

«Evlâtlıkları babalarına nisbetle çağırın. Bu, Allah katında en doğru olandır. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşi ve dostlarınız olarak kabul edin. İçinizden kasdederek yaptıklarınız bir yana, yanılmalarınızda size bir sorumluluk yoktur. Allah çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir.»

Hazret-i Zeyd (radıyallahü anh), Hatice validemizin kölesiydi. Peygamberimizle evlendikten sonra kölesini ona bağışlar. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de onu azad ederek evlâtlık edinir. Halk da onu Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e nisbet ederek -Zeyd, Muhammed'in oğludur» derlerdi. Yüce Halik bu âyeti inzal ederek, evlâtlıkları, evlât edinenlere nisbet etmeyi men ederek şöyle buyurmuştur: «Evlâtlıkları babalarına nisbetle çağırın. Bu, Allah katında en doğru olandır. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşi ve dostlarınız olarak kabul edin. İçinizden kastederek yaptıklarınız bir yana, yanılmalarınızda size bir sorumluluk yoktur. Allah çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir.» Evlâtlıkları unutarak ve hata ile başkalarına nisbet etmekte size bir vebal yoktur. Şayet bilerek kasten başkasına nisbet ederseniz, o zaman vebal vardır, günahtır. Allah hata ve bilmeyerek yapılan işleri afveder, fakat kasten yapılan işleri afvetmez, onlardan intikamını alır. Hatasn yapılan işleri bağışlar, çünkü O çok merhamet edici, çok bağışlayıcıdır.

6

«Mü’minlerin, Peygamfaer'i kendi nefislerinden çok sevmeleri gerekir, zevceleri de onların anneleridir. Akraba olanlar, miras hususunda, Allah'ın kitabında birbirlerine mü’minler ve muhacirlerden daha yakındırlar. Dostlarınıza yapacağınız uygun bir vasiyet bunun dışındadır. Bu, kitapta yazılı bulunmaktadır.»

Mü’minlerin Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i, kendi nefislerinden daha çok sevmesi gerekir. Onun tebliğ ettiklerine tâbi olmak, emirlerine uymak ve yolundan gitmek mü’minlerin en önemli görevidir. Çünkü mü’minlere kıyamet günü şefaat edecek olan odur. Hanımları da mü’minlerin manevî anasıdır. Akraba olanlar miras hususunda, Allah katında birbirlerine nıü’ıninlerden ve muhacirlerden daha ileri ve daha yakındır. Mekkeli müslümanlar, müşriklerin baskısına ve zulmüne dayanamayarak Medine'ye hicret etmek zorunda kalmışlardır. Hicret esnasında'her şeylerini Mekke'de bırakıp çıkmışlardır. Medine'ye geldikleri vakit yemeye, içmeye ve barınmaya hiçbir şeyleri yoktu. Medineli müslümanlar onları bağrına basıp evlerine almışlar, yerlerine yurtlarına ortak etmişlerdir. Hattâ öldükleri vakit kendi öz çocukları ve vârisleri gibi, onlar da vâris olmuşlardır. Bu âyetle ölüye kendi çocuklarından ve akrabasından başkasının vâris olması yasaklanmıştı. Ancak veraset iman ve karabetle olur. Mü’mine, kafir olan çocukları ve akrabaları vâris olamazlar. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «...Akraba olanlar miras hususunda, Allah katında birbirlerine mü’minlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar. Dostlarınıza yapacağınız uygun bir vasiyet bunun dışındadır. Bu, kitapta yazılı bulunmaktadır.»

7

«Hatırla o zamanı ki, biz peygamberlerden söz almıştık. Senden, Nûh'dan, İbrahim'den, Musa'dan, Meryem ofelu İsa'dan sağlam bir söz almıştık.»

8

«Allah, doğrulardan doğruluklarını sormak ve inkarcılara can yakıcı azab hazırlamak için bunu yapmıştır.»

Hâlik-ı Mutlak, bütün peygamberlerden, ümmetlerini imana ve Allah'a ibadete davet edeceklerine dair söz almıştır. Bu misakı bütün peygamberlerden aldığı gibi, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'den, Hazret-i Nuh'tan, İbrahim (aleyhisselâm)'den, Musa (aleyhisselâm)'dan, Meryem Oğlu İsa'dan da almıştır. Allah, doğrulardan doğruluklarını sormak ve iman etmeyen inkarcılara da can yakıcı azabı hazırlamak için bunu yapmıştır. Peygamberlerin davetine uyanlar mükâfatını, uymayanlar da cezasını göreceklerdir. Bundan dolayı Yüce Halik her kavme bir peygamber göndermiş, o peygamberi vâsıtasıyle onlara imanı ve küfrü, hayrı ve şerri, iyiyi ve kötüyü, hakkı ve bâtılı, cennet ve cehennemi bildirmiştir. O peygamberlere iman edenler kurtulmuşlar, iman etmeyenler ise inkâr ve zulümleri yüzünden helak olmuşlardır. Çünkü Yüce Allah, peygamber göndermeden hiçbir kavmi helak etmemiştir. Önce peygamber gönderip emir ve yasaklarını bildirmiş, emir ve yasaklarına uymayanları helak etmiştir.

9

«Ey iman edenler, Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın, üzerinize ordular gelmişti. Biz de onların üzerine rüzgâr ve görmediğimiz ordular göndermiştik. Allah yaptıklarınızı görüyordu.»

Bu ayet Hendek muharebesiyle ilgilidir.

Hendek muharebesinin sebebi şudur: Yahudiler, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamberliğini ve gün geçtikçe müslümanların sayısının artmasını, Bedir'de müşriklerin hezimete uğramasını, Uhud'da ise bir şey elde edememelerine üzülerek, onları tekrar müslümanlara karşı kışkırtmak için bir hey'et göndermişlerdir. Onlara gelen hey'et «Ey Kureyşliler, gelin Muhammed! ve ona tâbi olanları yok etmek için beraber onlarla savaşalım, Muhammed'i ve ona tâbi olanları yok edelim» diyerek Kureyşlileri kandırırlar. Bunun üzerine Kureyş-Tler de «Ey Yahudi topluluğu, siz ehl-i kitabın ilkisiniz, âlim ve bilgin sizdedir. Muhammed'in getirdiği din mi, yoksa bizim dinimiz mi haktır? Hangisinin doğru olduğunu biz bilmiyoruz. Bu yüzden de ihtilâfa düştük, bu dinlerin hangisinin hak olduğunu söyleyin, ona göre hareket edelim» derler. Yahudi hey'eti bunu fırsat bilerek «sizin dininiz haktır, Muhammed'in getirdiği dinin aslı yoktur» diyerek müşrikleri kandırırlar. Sonra diğer Yahudi ve müşrik kabilsleri de savaşa razı ederler, her kabile savaşa iştirak edeceğine söz verir. Yahudilerden, Kureyşlilerden ve diğer kabilelerden on iki bin kişilik bir ordu oluştururlar, islâm düşmanlarının büyük bir ordu hazırlığı içinde olduğunu Cebrâü, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e haber verir. Resûl-i Ekrem bunun üzerine sahabeyi toplar, istşareds bulunur. Kimisi düşmana karşı çıkmayı, kimisi düşmanı şehirde karşılamayı söyler. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) de «Ey Allah'ın Resulü, sen neyi emredersen biz onu yaparız» diyerek, Peygamber'in karar vermesini bekler. Son olarak da yeni müslüman olmuş İranlı Selmân-ı Fârisi Hazretleri söz alır ve “biz İran'da düşmana karşı şehri korumak için etrafına hendek kazar, öylece şehri savunurduk. Acaba şimdi de öyle yapsak, sizce nasıl uygun görülür» diyerek görüş beyan eder. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bu görüşü kabul eder, birlikte gidip hendek kazılacak yeri tesbit ederler. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) hendek kazılacak istikameti çizer ve her on kişiye kırk arşın yer verir. Ömer ibn Affan, Selmân, Huzeyfe, Numan ibn Müzeni ve Ensâr'dan on kişiye de kırk arşın yer verir. Onlar kendilerine düşen yeri kazarken Zünâp kuyusunun yanına geldikleri vakit kazdıkları yerin içinden beyaz bir taş çıkar. Bütün uğraşmalarına rağmen onu kıramazlar, yorgun düşerler, bırakıp geçemezler da. Neticede Peygamberimize durumu bildirmeye karar verirler. Selmân gelip durumu Allah Resûlüne bildirir. Beraber taşın bulunduğu yere gelirler. Peygamberimi (sallallahü aleyhi ve sellem) hendeğa girer, eline balyozu alır «bismillah» diyerek taşa vurur. Taş ortadan ikiye ayrılır ve içinden karanlık gecede etrafı aydınlatan bir nûr çıkar. O nuru gören Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) «Allahü ekber» diyerek tekbir getirir, müslümanlar da onunla beraber aynı şekilde tekbir getirirler. İkinci defa balyozu tekrar vurur, taşın bir kısmı kopar, yine içinden etrafı aydınlatan bir nür çıkar. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) yine tekbir getirir, yanındakiler de aynı şekilde tekbir getirirler. Üçüncü defa taşa balyozu vurur, taş parça parça olur ve içinden yine bir nûr çıkar. Resûl-i Ekrem yine tekbir getirir, yanındakiler de aynı şekilde tekbir getirirler.

Taşı mübarek elleriyle kıran cihan Peygamberi, Selmân’ın elini tutup hendektan çıkar. Peygamber'in yanındakiler taştan çıkan bu nurun ne olduğuna bir anlam veremezler. Fakat Hazret-i Selmân bunu sormadan edemez ve «Ey Allah'ın Resulü, anam-babam sana feda olsun. Ben bugüne kadar görmediğim bir şey gördüm, bu nedir?» der. Peygamberimiz ordusuna seslenerek 'ey sahabem, Selmân ne söylüyor bakın?» buyurur ve şöyle devam eder: -Taşa vurduğum zaman çıkan birinci nûr Şam tarafına sıçradı. Vallahi ben şimdi Şam'ın kırmızı köşklerini görüyorum, çünkü bana Şam'ın anahtarları verildi, ikinci vuruşumda çıkan nur İran tarafına sıçradı, bana Fars ilinin anahtarları verildi. Şu anda Medâin-i Kisra'nın beyaz köşklerini görüyorum. Üçüncü vuruşumda çıkan nûr ise Yemen tarafına sıçradı, bana Yemen'in anahtarları verildi, ben şimdi San'a'nın kapılarını görüyorum. Bütün buralar müslümanlara nasip olacaktır. Zira bunları bana Cebrail haber verdi” diyerek, müslümanlar tarafından bunların fethedileceğini sahabesine müjdelemiştir. Bu müjdeyi duyan mü’minler «elhamdülillah, Allah'a hamd olsun ki, bize zaferi müjdeledi, vaad etti. O'nun vaadi haktır» diyerek, Allah'a hamd etmişlerdir.

Beklenen gün gelir. Yahudi'ler ve müşrikler on iki bin kişilik bir ordu ile Medine üzerine yürürler. Onlar müslümanları bir anda yok etmeyi tasarlıyorlardı. O heyecan içinde geliyorlardı, fakat karşılarına, beklemedikleri şey çıktı. O da Allah Resulünün işaretiyle kazılan hendek. Düşman böyle bir şey beklemiyordu, zira bugüne kadar böyle bir şey görmemişti. O dev gibi ordu hendeğe kadar gelir, orada konaklar. Çokluğuna güvenen düşman ordusu, karşısında üç bin kadar olan mücâhid İslâm ordusunu bir anda yok etmek ister. Çünkü zamanın her türlü silâhı kendilerinde mevcuttur. Halbuki İslâm ordusunda onlardan daha farklı bir şey vardı, o da müslümanların sarsılmayan imanıydı. İşte onu hiçbir gücün ve kuvvetin yok etmesi mümkün değildi.

Düşman ordusu hendeğin dış kısmına karargâhım kurmuş, bütün hazırlıklarını yapmış hücum emrini bekliyordu. Peygamber ordusu da hazırlıklarını yapmış, emir bekliyordu. Tam o sırada Halik-ı Zülcelâl iki bin melekle Peygamber ordusunu takviye etmiş, o mânevi ordu, düşmanı kuşatmış, her taraftan manevî ordunun takbir sesleri semaya yükselmiş ve semaya yükselen tekbir sesleri düşman ordusunda korku ve heyecan meydana getirmiştir. İşte onlar korku ve heyecan içinde beklerken Hâlik-ı Mutlak üzerlerine sabah rüzgârını da göndermiştir. O rüzgâr çadırlarını başlarına geçirmiş, sürülerini ve hayvanlarını dağıtmış, ateşlerini söndürmüş, kendilsrini yerden yere atmıştır. Bu manzara karşısında düşman ordusu çareyi kaçmada bulmuştur. Sürülerini, eşyalarını ve birçok silâhlarını bırakıp kaçmışlardır. Onların sürüleri ve geride bıraktıkları İslâm ordusuna ganimet olarak kalmıştır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: -Ey iman edenler, Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın, üzerinize ordular gelmişti. Biz de onların üzerine rüzgâr ve görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah yaptıklarınızı görüyordu.»

Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) mü’minlere İran'ın, Şam'ın ve Yemen'in müslümanlar tarafından fethedileceği müjdesini verince münafıklar, onlarla alay ederek «Muhammed sizi kandırıyor, siz hendekten çıkmaya bile cesaret edemiyorsunuz da, nasıl oraları fethedeceksiniz? Muhammed size ümit veriyor, bu hayaldir» derler. Bunun üzerine Allahü teâlâ 12. âyeti inzal ederek münafıkların neler söylediğini sevgili Peygamberine haber vermiştir.

Enes (radıyallahü anh)'in rivayetine göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) soğuk bir sabahta hendek kazısını kontrol ederken sahabenin çok yorgun ve açlıktan halsiz düştüğünü görür ve onlara şu duayı yapar:

«Allahım, hayat âhiret hayatıdır, Ensâr'ı ve Muhacirleri mağfiret et.» Mübarek Peygamberimizin ağzından bu duayı duyan Ensâr ve Muhacir de şu cevabı verirler:

«Biz hayatta olduğumuz müddetçe Allah yolunda cihad edeceğimize Muhammed'e biat ettik ve söz verdik.»

Hendek muharebesi bir ay kadar sürer. Bu bir ay zarfında düşman ordusu birkaç defa saldırıya geçer, her defasında islâm müca-İrdleri tarafından püskürtülür. Uzun bekleyişten bir netice elde edemeyen müşrik ordusunda bölünmeler baş gösterir. Bu rolü müşrik ordusu arasında oynayan Gatafan kabilesinden Naim ibn Mes'ud'du. O, Önce Beni Kureyza Yahudilerini, sonra Kureyş'i, daha sonra da kendi kabilesi olan Gatafanlıları kandırmış ve onları birbirine düşürmüştür. Müşrik ordusu arasında bu ihtilâf meydana geldikten sonra birçok harb âletlerini, yiyeceklerini ve sürülerini bırakıp kaçmışlardır. Başkomutan olan Ebû Süfyân devesine binip «Ben gidiyorum, siz ne yaparsanız yapın» diyerek Mekke'nin yolunu tutmuştur. Kureyşliler de onu takip etmişler, bu ani panik birçok ganimet mallarını geride bırakmalarına sebeb olmuştur. Bu zaferle müslümanlar daha da kuvvetlenmiş, küfür bir defa daha hezimete uğramıştır. Böylece müşriklerin bütün hayalleri suya düşmüş ve islâm'ın yeryüzüne hâkim olacağına kanaat getirmişlerdir. Gerçekten de Hendek muharebesinden sonra sıra müslümanlara gelmiş, onların önünde hiçbir güç ve kuvvet Allah'ın inâyetiyle tutunamaz olmuştur. Çünkü Allah zaferi inananlara vaadetmişti.

10

«Onlar size yukarınızdan ve aşağınızdan gelmişlerdi, gözler de dönmüştü ve yürekler de ağızlara gelmişti. Ve siz Allah'a karşı çeşitli zanlarda bulunuyordunuz.»

11

«İşte orada, inananlar denenmiş ve çok şiddetli sarsıntıya uğratılmışlardı.»

Hendek muharebesinde düşman ordusu müslümanları yukardan ve aşağı taraftan kuşatmıştı. Onların çokluğunu gören münafıkların korkudan gözleri dönmüş, yürekleri ağızlarına gelmiş, titremeye başlamışlardı, O zaman Allah ve Resulüne karşı çeşitli zanlarda bulunmuşlar ve Allah'ın yardımından ümitlerini kesmişlerdi. Halbuki Hâlik-ı Zülcelâl, gerçek iman edenlerle etmeyenleri denemek için bunu yapmıştır. İman edenler çok şiddetli bir sarsıntıya uğratılmışlardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «(Ey mü’minler), onlar sizs yukarınızdan ve aşağınızdan gelmişlerdi, gözler de dönmüştü ve yürekler de ağızlara gelmişti. Ve siz Allah'a karşı çeşitli zanlarda bulunuyordunuz, işte orada, inananlar denenmiş ve çok şiddetli sarsıntıya uğratılmışlardı.»

12

«İki yüzlüler ve kalblerinde hastalık olanlar: 'Allah ve Resulü bize kuru vaadlerde bulundular' diyorlardı.»

Hendek muharebesinde münafıklar ve kalblerinde nifak ve hastalık olanlar Allah'ın yardımından ümitlerini keserek «Allah ve Resûlü bize sadece kuru vaadlerde bulunmuşlardır- diyorlardı. Halbuki Allah vaadinden asla dönmez. Eğer onlar gerçekten iman etmiş olsalardı böyle söylemezlerdi.

13

«İçlerinden bir takımı 'ey Yesripliler, tutunacak yeriniz yok, geri dönün demişti. İçlerinden bir topluluk da Peygamber'den: 'Evlerimiz düşmana açıktır' diyerek isün istemişlerdi. Oysa evleri açık değildi, sadece kaçmak istiyorlardı.»

14

«Yanlarından üzerlerine varılmış olsa, sonra da kendilerinden fitne çıkarmaları istense hemen girişip derhal yapmaktan geri kalmazlardı.»

Hendek muharebesinde münafıklardan, bir gurub, Medine halkına: «Ey Medineliler, sizin tutunacak yeriniz yok, geri evlerinize dönün, siz bunlarla savaşamazsmız- diyerek içlerinde nifak dolu olanları savaşmaktan vazgeçirmeye çalışmışlardır. Bunun üzerine içleri fitne dolu olanlar, Peygamber'den izin isteyerek şöyle demişlerdir: «Bizim evlerimiz düşmana açıktır. Ailelerimizi koruyacak kimse de yoktur, eşkıya gelip onlara kötülük yapabilir. İzin ver de evlerimizi düşmana ve yabancılara karşı koruyalım.» Halbuki onların evleri açık değildi. Böyle bahaneler uydurarak savaştan kaçmak istiyorlardı. Mü’minlerin evlerinin muhafızı, koruyucusu hiç şüphesiz Allah'tır. Fakat bunlara gelinip kendilerini Allah'a şirk koşmaya ve dinden çıkmaya davet edilselerdi hemen dönerlerdi ve müşriklerin istediklerini de yaparlardı. Hâlik-ı Mutlak bunu şöyle beyan ediyor:

«İçlerinden bir takımı 'Ey Yesripliler, tutunacak yeriniz yok, geri dönün' demişti. İçlerinden bir topluluk da Peygamber'den: 'Evlerimiz düşmana açıktır' diyerek izin istemişlerdi. Oysa evleri açık değildi, sadece kaçmak istiyorlardı. Yanlarından üzerlerine varılmış olsa, sonra da kendilerinden fitne çıkarmaları istense hemen girişip derhal yapmaktan geri kalmazlardı.» Münafıkların durumu her zaman böyledir. Onlardan hiçbir zaman müslümana hayır gelmez. İslâm'a en büyük kötülüğü Yahudilerle onlar yapmışlardır. Bu durum, günümüz için de söz konusudur.

15

«Yemin olsun ki, daha önce, sırt çevirip kaçmayacaklarına dair Allah'a karşı taahhüt de etmişlerdi. Allah'a verilen söz sorulacaktır.»

16

«Ey Muhammed, de ki: Eğer ölümden yahut öldürülmekten kaçıyorsanız bilin ki, kaçmak size fayda vermeyecektir. Kaçsanız bile az bir zamandan fazla yaşatılmazsınız.»

Allahü teâlâ, önceden onların savaştan sırt çevirip kaçmayacaklarına dair kendilerinden söz almıştı. Onlar da bunu taahhüt etmişlerdi. Kıyamet günü, ahdini bozanlara niçin bozdukları sorulacaktır. Ey iman edenler, eğer ölümden yahut öldürülmekten kaçıyorsanız bilin ki, kaçmak size fayda vermez ve ölümden kurtarmaz. Kaçsanız bile dünyada az bir zamandan fazla yaşayamazsınız. Çünkü dünya geçicidir, ondaki ömür de azdır. Savaştan kaçmak sizi ölümden kurtarmaz. Allah'ın takdir ettiği ecel geldiği zaman, ne bir saniye öne geçer ve ne de bir saniye geri kalır.

Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) hicret etmeden önce Medineliler, kendisine biat ederek Allah'a eş koşmayacaklarına, O'ndan başkasına ibadet etmeyeceklerine, Peygamber'i koruyacaklarına, onu kendi canları gibi muhafaza edeceklerine, İslâm yolunda cihad edeceklerine, savaştan asla kaçmayacaklarına söz vermişlerdi.

17

«De ki: Allah size bir kötülük dilese veya bir rahmet istese, sizi O'na karşı kim savunabilir? Allah'tan başka dost ve yardımcı da bulamazsınız.»

Ey insanlar, Allah size bir kötülük verse veya bir rahmet dilese sizi O'na karşı kim koruyabilir? Sizin O'ndan başka yardımcınız ve dostunuz yoktur. Ancak sizi koruyan, besleyen, muhafaza eden, öldüren, dirilten, rızıklandıran O'dur. Yüce Halik bunu sevgili Peygamberine şöyle beyan ediyor: «Yâ Muhammed, de ki: Allah size bir kötülük veya bir rahmet istese, sizi O'na karşı kim savunabilir? Allah'tan başka dost ve yardımcı da bulamazsınız.»

18

«Allah, içinizden sizi alıkoyanları, size Allah'ın yardımını kıskanarak, kardeşlerine: 'Bize gelin, zorlanmadıkça savaşa gitmeyin' diyenleri bilir.»

19

«Kalbine korku gelince, ölüm baygınlığı ile gözleri dönerek, ey Muhammed, sana baktıklarını görürsün. Korkuları gidince iyiliğinizi çekemeyip sivri dilleriyle sizi incitirler. Bunlar iman etmemişlerdir. Allah, bu sebeble işlerini boşa çıkarmıştır. Bu, Allah için kolaydır.»

Ey iman edenler, Allah içinizden sizi savaştan alıkoyanları, yardımını sizden kıskananları ve kardeşlerine «siz Muhammed'le savaşa çıkmayın, bize gelin, sizin savaşta helak olmanızdan korkuyoruz. Muhammed, sizi helak ettirecektir, onu yalnız başına bırakın da helak olsun- diyenleri, bilir. İmam-ı Katade'ye göre bunu söyleyenler Medineli Ensâr'ın kardeşleri ve dostları olan münafıklardır. Onlar müslümanların kuvvetlenmesini ve düşmana karşı zafer kazanmasını istemiyorlardı. Bundan dolayı da savaşa iştirak eden mü’minleri alıkoymak için çeşitli entrikalar çeviriyorlardı. Peygamber ordusunu korkutmak için düşmanın çok güçlü olduğunu, Muhammed'in ordusunun zayıf olduğunu, Ebû Süfyân’ın İslâm ordusunu yok edecek güçte olduğunu, Muhammed'in kendilerini felâkete sürüklemek için savaşa soktuğunu söyleyerek müslümanlan yıldırmaya çalışıyorlardı. Bununla da kalmayarak münafıkların çoğu özür beyan ederek Peygamber'den evlerine dönmek için izin isterlerdi. Bütün niyetleri müslümanların araşma fitne sokup onları da kendileri gibi savaştan alıkoymaktı. Yüce Halik bu âyetleri inzal ederek onların müminlere neler söylediğini Peygamber'ine bildirmiş ve şöyle buyurmuştur :

«Allah, içinizden sizi alıkoyanlara, size Allah'ın yardımını kıskanarak kardeşlerine: 'Bize gelin, zorlanmadıkça savaşa gitmeyin' diyenleri bilir. Kalbine korku gelince, ölüm baygınlığı ile gözleri dönerek, ey Muhammed, sana baktıklarını görürsün. Korkuları gidince iyiliğinizi çekemeyip sivri dilleriyle sizi incitirler. Bunlar iman etmemişlerdir. Allah, bu sebeble işlerini boşa çıkarmıştır. Bu, Allah için kolaydır.. Münafıklar savaşta bir tehlikeye düştükleri zaman ölüm korkusundan gözleri döner, kalbleri ağızlarına gelir. Peygamber'in kendilerini bırakmaları için gözlerini ona dikerler. Fakat savaş bitip ganimet taksimine gelinoe hemen öne atılırlar, ganimetin çoğunu kendileri almak isterler, Peygamber'in taksimine razı olmazlar, ona dil uzatarak üzerler. Aslında onlar inanmamışlardır. Bu sebeble Allah, onların işlerini ve amellerini boşa çıkarmıştır. Onların amellerini boşa çıkarmak Allah'a çok kolaydır. İman edip sâlih amel işleyenler mükâfatını, iman etmeyenler ise cezasını çekeceklerdir.

20

«Bunlar, düşman birliklerinin gitmediklerini sanıyorlardı. Bu birlikler tekrar gelmiş olsalar, kendilerinin çöllerde bedevilerin yanında bulunup, sadece sizden haber sormayı dilerlerdi. Aranızda olsalar ancak pek az savaşırlardı.»

Hendek muharebesinden bir netice alamayan müşrik ordusu, kuşatmayı kaldırarak aniden geri çekilmiştir Peygamber ordusunun içindeki münafıkların, bir kısmı daha önceden özür beyan edip ayrılmış, bir kısmı da gizlice kaçmıştı. Düşman ordusunun çekildiğinden bunlar habersizdi, hâlâ düşman ordusunun çekilmediğini zannediyorlardı. Halbuki düşman ordusu çoktan çekilmişti. Şayet bu birlikler tekrar gelmiş olsalardı o münafıklar göllerdeki bedevilerin arasına kaçıp gelip geçenlerden müslümanların durumunu sormayı arzu ederlerdi. Müslümanların arasında olsalar bile pek azı savaşa iştirak ederdi. Çünkü onlar Peygamber ordusunun hezimete uğramasını istiyorlardı. Bunun için de her seferinde çeşitli bahaneler uydurarak Peygamber'den izin isteyip ordudan ayrılmışlardır. Hâlik-ı Mutlak, bunu şöyle beyan ediyor: «Bunlar, düşman birliklerinin gitmediklerini sanıyorlardı. Bu birlikler tekrar gelmiş olsalar, kendilerinin çöllerde bedevilerin yanında bulunup, sadece sizden haber sormayı dilerlerdi, aranızda olsalar ancak pek az savaşırlardı.»

21

«Ey iman edenler, and olsun ki, sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Resûlüllah en güzel örnektir.»

22

«İman edenler, düşman birliklerini gördüğü zaman 'işte bu, Allah'ın ve Peygamberinin bize vaad ettiğidir, Allah ve Peygamberi doğru söylemiştir' dediler. Bu, onların ancak imanını ve teslimiyetlerini artırdı.»

Ey iman edenler, and olsun ki, Allah'a, âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için Resûlüllah'ta güzel bir numune vardır ve o en güzel bir örnektir. O neyi emrederse, ona gönülden sarılın, sizin için onda hayır vardır. Neyi de sizden yasaklarsa, ondan kaçının, zira onda sizin için şer vardır. O, sizi daim t.-kurtuluşa, rahmete ve saadete çağırır. Gerçek mü’minler Hendek muharebesinde düşman birliklerini gördükleri zamiri «işte bu Allah ve Peygamberinin vaad ettiğidir. O gün geldi. Allah ve Peygamberi doğru söylemiştir- dediler. Bu, onların imanını ve Peygamber'e olan tesl’ıniyetini artırır. Çünkü onlar Akabe bîatında Peygamber'i koruyacaklarına söz vermişlerdi. Yüce Halik, bunu şöyle beyan ediyor: -Ey iman edenler, and olsun ki, sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Resûlüllah en güzel örnektir. İman edenler, düşman birliklerini gördüğü zaman 'işte bu, Allah'ın ve Peygamberinin bize vaad ettiğidir. Allah ve Peygamberi doğru söylemiştir' dediler. Bu, onların ancak imanını ve teslimiyetlerîni artırdı.»

23

«İman edenlerden, Allah'a verdiği ahdi yerine getiren adamlar vardır. Kimi bu uğurda canını vermiş, kimi de beklemektedir. Ahdlerini hiç değiştirmemişlerdir.»

24

«Bu sebeble Allah, doğruları, doğrulukları ile mükâfatlandırır. İki yüzlüleri de dilerse azablandırır. Veya tevbelerini kabul eder. Şüphe yok ki, Allah çok yarlığayıcı, cidden merhamet edicidir.»

Yüce Halik mü’minlerden ahdlerine vefa gösterenleri övmüştür. Medineli müslümanlar Akabe gecesi Peygamber'e biat ederek, onu mallarından, canlarından daha iyi koruyacaklarına ve Allah'a şirk koşmayacaklarına söz vermişlerdi. Onlar Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarına iştirak ederek canlarıyle, mallarıyle Allah yolunda Peygamber'le beraber cihad etmişlerdir. Böylece verdikleri sözde durmuşlar, içlerinden kimisi şehid olmuş, kimisi de salimen evlerine dönmüşlerdir. Fakat ahitlerini hiç değiştirmemişlerdir. Bundan dolayı Allahü teâlâ'nın övgüsüne mazhar olmuşlar ve doğrulukları yüzünden de ebedî mükâfata nail olmuşlardır. İki yüzlülük yapan münafıkları ise, dilerse afveder, dilerse azab eder. Şayet içlerinden tevbe edenler olursa onların da tevbesini kabul eder. Çünkü Allah çok yarlığayıcı, çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir. Herkese amelinin karşılığını verir, hiç kimseye haksızlık yapmaz. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «îman edenlerden, Allah'a verdiği ahdi yerine getiren adamlar vardır. Kimi bu uğurda canını vermiş, kimi de beklemektedir. Ahdlerini hiç değiştirmemişlerdir. Bu sebeple Allah, doğruları doğrulukları ile mükâfatlandırır. İki yüzlüleri de dilerse azablandırır. Veya tevbelerini kabul eder. Şüphe yok ki, Allah çok yarlığayıcı, cidden merhamet edicidir.»

25

«Allah inkâr edenleri, kinleriyle geri çevirdi, bir hayra ulaşamadılar. Savaşta, inananlara Allah'ın yardımı yetti. Allah kavidir, azizdir.»

Yüce Halik, bütün şiddet ve kinleriyle Medine üzerine yürüyen kâfirleri emellerine ulamadan geri çevirmiştir. Onlar Medine'deki müsiümanları yok etmek için toplanıp gelmişlerdi. Bütün arzulan Allah'ın dinini ortadan kaldırmak, Peygamber'i ve ona tâbi olanları yok etmekti. Allah, onların üzerine, görmedikleri mânevi bir ordu göndermiş, çadırlarını başlarına geçirmiş, sürülerini dağıtmış, ocaklarını söndürmüş ve kendilerini de dağıtmıştır. Onlar öyle bir hezimete uğramışlar ki, arkalarına bakmadan kaçmışlardır. İman edenlere ise Allah'ın yardımı yetişmişti. Onlar düşmanın bırakmış olduğu ganimetlere sahip olmuşlar, düşman tehlikesinden kurtulmuşlardı. O, kavidir, azizdir, hükmü galiptir. Kimse O'nun' yaptığına mani olamaz. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Allah inkâr edenleri, kinleriyle geri çevirdi, bir hayra ulaşamadılar. Savaşta, inananlara Allah'ın yardımı yetti. Allah kavidir, azizdir.»

26

«Allah, kitap ehlinden, kâfirleri destekleyenleri kalelerinden indirmiş, kalblerine korku salmıştı. Onların kimini öldürüyor, kimini esir alıyordunuz.»

27

«Yerlerini, yurtlarını, mallarını ve henüz ayağınızı basmadığınız yerleri Allah size miras olarak verdi. Allah her şeye kadir olandır.»

Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Medine'de bulunan Benî Kureyza Yahudileri Uhud muharebesinden sonra Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ile şehri her türlü tehlikeye karşı koruyacaklarına dair bir antlaşma yapmışlardır. Fakat bu antlaşma çok sürmemiş, tek taraflı olarak Yahudiler tarafından bozulmuş ve Hendek muharebesine iştirak eden müşrikler arasında yer almışlardır. Düşman ordusu Hendek muharebesinden bir netice alamayınca, geri çekilmek zorunda kalmıştır. Beni Kureyza Yahudileri de onlarla beraber geri çekilmiştir. Düşmanın tehlikesi kalktıktan sonra, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ordusu ile birlikte Medine'ye, evlerine dönerler. Henüz daha silâhını çıkarmadan Cebrail gelip «Ey Allah'ın Resulü, silâhını çıkarma. Allahü teâlâ senin Benî Kureyza üzerine yürümeni emretti» demiştir. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) evinden çıkar, sahabeyi toplar -atlarınıza binin, ikindi namazını Beni Kureyzahların mahallesinde kılacağız» emrini verir. Verilen talimata göre ordu toplanır, Allah Resulü ordunun önünde ve sancak Hazret-i Ali'nin elinda Benî Kureyza istikametine doğru yola çıkarlar. Beni Adî kabilesinden geçerken, o kablenin de müslümanları silâhlanıp Peygamber ordusunu beklediklerini görürler ve kendilerine «biz, Benî Kureyza kabilesine gidiyoruz, size bizim oraya gittiğimizi kim haber verdi» derler. Onlar da «bize "Dihyetü'l-Kelbî" haber verdi» diye cevap verirler ve Peygamber ordusuna iştirak ederler. Cebrail insan suretine girdiği zaman Dihyetü'l-Kelbi'ye benzerdi. Yani onun suretine girerdi. Yine onun suretine girip Benî Adî kabilesinin müslümanlarma Peygamber'in Benî Kureyza kabilesine yürüdüklerini haber vermiştir. Onlar da hazırlanıp Peygamber ordusunu beklemeye koyulmuşlardır. Ordu gelince ona iştirak etmişlerdir. Hazret-i Ali ordudan önce gidip sancağı Beni Kureyza kalesinin kapısının önüne dikmiştir. Onlar bunu görünce çok kızmışlar, ağızlarını bozarak küfretmeye başlamışlardır.

Benî Kureyzahlar, çok kibirli, harb san'atını iyi bilen, bundan dolayı da diğer kabilelerden çekinmeyen bir kavimdi. İslâm ordusuna da karşı geleceklerini zannetmişlerdi. Hazret-i Ali'nin arkasından Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de ordusu ile birlikte kalenin önüne gelir. Hazret-i Ali «ey Allah'ın Resulü, bunlarla savaşmayı bana bırak, onların kötü sözlerini işitmemek içn buradan uzaklaş» der. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Benî Kureyzalıların taşkınlığını görünce «ey domuz ve maymunun kardeşleri, kaleden aşağı inin ve Allah'ın hükmüne razı olun' der. Onlar bu sözleri Peygamber'in söylediğini anlayınca «yâ Muhammed, yâ Ebelkâsım, sen böyle kötü söz söylemezdin» derler. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem). Evs kabilesinden Ebû Lübâbe'yi onlarla anlaşmak için arabulucu olarak gönderir. Çünkü Evs kabilesiyle Beni Kureyzalılar ittifak halindeydiler, Kureyzahlar Lübâbe'ye son derece itimat ediyorlardı. Lübâbe bunlara gelip Peygamber'in söylediklerini haber verir. Onlar «ey Lübâbe, sen her zaman bizim iyiliğimize ve yararımıza hükmedersin. Sen neyi istersen biz onu yaparız» derler. Bunun üzerine Lübâbe parmağı ile boynunu işaret ederek, eli silâh tutanların hepsinin katledileceğini ifade eder. Bu işareti veren Lübâbe, Allah ve Resulüne ihanet ettiğini anlar. Sonra dönüp Peygamberimize gelir. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ona “Ey Lübâbe, Allah ve Resulüne ihanet ettin- der. Lübâbe -Ey Allah'ın Resulü, ne söylersen haklısın» der. Bunun üzerine şu âyet-i celile nazil olur.

«Ey iman edenler, Allah'a ve Peygamberine hainlik etmeyin. Siz, kendiniz bilip dururken, kendi emânetlerinize hainlik eder misiniz?»

Lübâbe yaptığına pişman olur, tevbe eder, Allahü teâlâ onun tevbesin, kabul eder. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) onu huzurundan uzaklaştırır. Benî Kureyzahların reisi Ka'b ibn Üseyd'di. O, kavmine şöyle dar «bu işten kurtuluş yok, bize kimseden yardım da gelmez. Biz yalnız başımıza Muhammed'e karşı koyamayız. Çünkü o çok müthiş bir savaşçıdır, nice kaleleri yıkıp harap etmiştir. Bütün Arap kabilelerini dağıtmış veya kendisine bağlamıştır. Sıra bize geldi, bizim şu üç şeyden birisini yapmamız gerekir. Başka hiç bir kurtuluş yolumuz yoktur.» Kavmi o üç şeyin ne olduğunu sorarlar. O da «biz, Muhammed'in Haşimî kabilesinden gelecek olan son peygamber olduğunu ve sıfatlarını kitabımızda görüp okuduk. Gelin hep birlikte ona iman edip müslûman olalım, onun dostları arasına girelim, böylece hem ölümden kurtulalım hem de yerimizden - yurdumuzdan olmayalım» der. Kavmi bunu kabul etmeyerek «biz, kendi milletimizden başkasına tâbi olmayız. Çünkü biz ehl-i kitabız, ümmi bir peygambere asla tâbi olamayız. Bize böyle bir teklifte bulunma» derler. Bunun üzerine Ka'b, ikinci görüşünü ortaya atar ve «bu fikrimi kabul etmediniz. Bakalım buna ne diyeceksiniz. Bu gece cuma gecesidir, siz bu gece hiçbir şey yapmayın, müslümanlar içn bu gece önemli bir gecedir. Onlar sizin bir şey yapmadığınızı görünce kılıçlarını ve silâhlarını bırakıp gaflete dalarlar. Siz onların bu gafletinden istifade ederek gizlice kaleden iner, onlara saldırır ve dağıtırsınız» der. Kavmi bunu da kabul etmezler. Sonra onlara Ka'b şöyle der: «Siz, cuma günü oğullarınızı, kanlarınızı, kızlarınızı öldürün. Eli silâh tutan kaleden insin ve onlara saldırsın.» Onlar bunu da kabul etmeyerek «biz ellerimizle karılarımızı, oğullarımızı ve kızlarımızı öldüremeyiz- derler.

Görüşlerini kabul etmeyen kavmine Ka'b «siz bilirsiniz, bundan sonra bildiğinizi yapın» der. Muhasara on beş gün sürer, yiyecek, içecek bir şeyleri kalmaz, bir an önce bu işin bitmesini isterler. Peygamberimiz de muhasaranın uzamasını istemez ve onlara bir elçi göndererek kimin hakemliğine razı olacaklarını sorar. Onlar Sa'd ibn Muaz'ın hakemliğini ve onun vereceği hükme razı olacaklarını bildirirler. Daha önce Sa'd, Benî Kureyzahlar tarafından yaralanmıştı. O, Allahü teâlâ'ya dua edip -yâ Rabbi, Benî Kureyzalıların başına bir musibetin geldiğini görmedikçe ruhumu kabzetme- diye dua etmişti. Sa'd ibn Muaz, Beni Kureyzalılar tarafından hakem tayin edildiğini duyunca bir hayvana binip yola çıkar. Kureyzahları sevenler Sa'd'a onların lehine karar vermesini isterler. Sa'd onlara cevap vermez. Benî Kureyzalıların kalesine yaklaştığı zaman «Allah yolunda kınananların kınanmasından korkmayın», der. Sa'd'dan bu sözleri işitenlerin onlara hiçbir faydası olmayacağını anlarlar ve geri dönüp giderler. Sa'd ibn Muaz, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e yaklaştığı zaman, Peygamberiniz yanında bulunan Ensar'a, «Seyyidinizi karşılayın ve onu indirin» der. Sahabe de onu karşılar ve merkebinden indirir. Doğruca Peygamberimizin yanına gelir. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ona «yâ Ebâ Amr, Benî Kureyza hakkında hükmünü ver, buyurur. Bunun üzerine Sa'd ibn Muaz «ey Kureyzalılar, benim vereceğim hükme razı olur musunuz?- der. Onlar razı olduklarını söylerler. Sa'd tekrar «Allahü teâlâ'nın ahdi ve misakı boynunuza olsun mu?' der. Onlar da -evet boynumuza olsun- derler. Sonra Sa'd, Peygamberimize iltifat ederek «onların, üzerine benim hükmettiğim gibi ahd olsun mu?» der. Bu sözü Sa'd, Peygamberimize hitaben veya ona bakarak söylememiştir. Fakat Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bu hitabın kendilerine yapıldığını kabul ederek «evet, bu ahit bizim üzerimize de olsun» buyurur.

Sonra Sa'd Kureyzalıları çağırır, bunun üzerine onlar kaleden inerler. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Sa'd'e «Yâ Ebâ Amr, bunlar hakkındaki hükmünü ver» buyurur. Sa'd de «Ey Allah'ın Resulü, benim bunlar hakkındaki hükmüm, eli silâh tutanların tamamını katletmeniz, çocuklarını ve ailelerini esir almanız, mallarını da ganimet olarak taksim etmenizdir» der. Peygamberimiz de «Ey Sa'd, Allah'ın hükmüyle bunlara hükmet» der. Sa'd'in onlar hakkındaki bu hükmü bu şekilde olur. Bunun üzerine ilk önce onların reisi olan Hay ibn Ahtap esir olarak alınır. Ensâr'dan bir zat onun sırtındaki elbisesini çıkarır, sırtında sadece gömleği kalır. O, «ben Allah'ın hükmüne bağlıyım- der. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) «ey Allah'ın düşmanı gel, müslüman ol, Ölümden kurtul» der. Hay ibn Ahtap da «Ben bugüne kadar birçok izzet ve şerefe nail oldum. Bir defa hakarete uğramakla müslüman olacağımı mı zannediyorsun? Bugüne kadar seninle yaptığım hiçbir şeye pişman' değilim. Benden öncekiler ne büyük hakaretlere ve zulümlere uğradılar, ben de uğrasam ne olur? Ben asla müslüman olmuyorum, elinden geleni yap» der. Bu hareketiyle müslüman olmayacağı anlaşılmıştır. Müslüman olmayacağı anlaşılınca, Peygamberimizin emriyle boynu vurulmuştur. Sonra Allah Resûlü, Sa'd'e «Ey Sa'd, bunlar hakkında dilediğini yap» buyurur. Bunun üzerine Sa'd «Bana bir kılıç verin' der. Kılıcı alır, eli silâh tutanlardan yedi yüz kişinin boynunu vurur. Dokuz yüz elli kişiyi de çocuklarıyla beraber esir ederler. Mallarını ve yerlerini de ganimet olarak Peygamberimiz müslümanlar arasında taksim eder. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor:

«Allah, kitap ehlinden, kâfirleri destekleyenleri kalelerinden indirmiş, kalblerine korku salmıştı. Onların kimini öldürüyor, kimini de esir alıyordunuz. Yerlerini, yurtlarını, mallarını ve henüz ayağınızı dahi basmadığınız yerleri Allah size miras olarak verdi. Allah her şeye kadir olandır.» Allahü teâlâ, kadirdir, kudreti her şeye yeter. Kâfirleri kalelerinden indirip onların yerine, yurduna, mallarına müslümanları miras kılar. Onları zillete düşürür, iman edenlere esir eder. Kâfirleri dünyada da âhirette de zelil ve hakir eder. Bu onların inkâr ve zulümlerinin cezasıdır. Küfredenler mutlaka cezalarını göreceklerdir.

28

«Ey Peygamber, hanımlarına şöyle söyle: Eğer dünya hayatını ve zinetinî istiyorsanız, gelin sizi donatayım ve güzellikle bırakıp salıvereyim.»

29

«Yok eğer Allah'ı, Resulünü ve âhiret evini istiyorsanız şüphe yok ki, Allah içinizden iyilik edenlere pek büyük bir mükâfat hazırlamıştır.»

Bu âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hanımlarından bazıları nafakalarının artırılmasını, zinetli elbiseler ve diğer zinet eşyaları verilmesini istemişlerdir. Bu hususta Allah Resulünü üzmüşlerdir, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de bir ay onlarla görüşmemeye yemin etmiştir. Hattâ eskisi gibi sahabenin yanına da çıkmaz olmuştur. Aralarında Peygamberlerini göremeyen sahâbe «Peygamber'e ne oldu, eskisi gibi bizim aramıza çıkıp oturmuyor, bizimle konuşmuyor, herhalde hanımlarını boşadı da onun için aramıza çıkıp, bizimle oturmuyor» derler.

Sahabenin kendi aralarında böyle konuştuğuna şahit olan Hazret-i Ömer «ben size bu işin neticesini bildiririm» diyerek arkadaşlarından ayrılıp Resûlüllah'ın evine gider. Ona “ey Allah'ın Resulü, sen hanımlarını boşadm mı?» diye sorar. Allah Resulü başamadığmı söyler. Hazret-i Ömer «bunu mesciddekilere haber vereyim mi?» der. Peygamberimiz de «evet, dilersen haber ver» buyurur. Hazret-i Ömer mescide gelip yüksek sesle «Peygamber, hanımlarını başamamıştır' diye bağırır. Bunun üzerine bu âyet-i celîle nazil olur. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyet nazil olduktan sonra, ilk önce Âişe validemize gelir «Ey Âişe, sana bir kelime söylememi ister misin? Fakat bu kelimenin cevabını ana-baban ile görüşmeden acele olarak vermeyeceksin» buyurur. Bunun üzerine Hazret-i Âişe validemiz «ey Allah'ın Resulü, o nedir?« diye sorar. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de bu âyetleri okur. Bu âyetleri dinleyen Hazret-i Âişe validemiz «ey Allah'ın Resûlü, ben bunu mu ana-babama danışacağım? Vallahi ben Allah'ı, Resulünü ve âhiret yurdunu isterim. Senden dileğim, benim tercihimi diğer hanımlarına haber verme, bakalım onlar neyi tercih edecekler- der. Bunun üzerine Peygamberimiz «onlardan hiçbiri bana böyle bir şey sormadı, fakat ben umarım ki, Allah Aişe'ye Resulünü, cenneti ve âhiret yurdunu dünya nimetlerine karşı tercih ettirdi» buyurur. Sonra diğer hanımlarını toplar, bu âyeti onlara okur ve onları bu hususta muhayyer bırakır. Ve «Aişe, Allah'ı, Peygamber'i, âhiret yurdunu dünya nimetlerine karşı tercih etti. Sizin tercihiniz nedir?» der. Onlar da. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e şu cevabı verirler: «Biz de, Allah'ı, Resulünü ve âhiret yurdunu tercih ederiz.»

Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in zevcelerinin sayısı on bir olup, şunlardır: 1- Haticetü'l-Kübrâ binti Hüveylid. 2- Sevda binti Zer'a. 3- Âişe-i Sıddika. 4- Hazret-i Hafsa. 5- Zeyneb binti Hüzeymetü'l-Hilâliye. 6- Ümmi Seleme binti Ebi Ümeyye. 7- Zeyneb binti Cahş. 8- Cüveyriye. 9- Ümmi Habibe. 10- Safiye. 11- Meymune binti Haris.

30

«Ey Peygamber'in hanımları, sizden her kim açık bir terbiyesizlik ederse onun azabı iki kat olur. Bu, Allah'a göre kolaydır»

Bu âyet-i celile Peygamber'in hanımlarını uyarıyor, ikaz ediyor, temkinli hareket etmeye teşvik ediyor. Şayet onun hanımlarından bir hata veya çirkin bir fiil meydana gelirse, onun azabı, cezası ?ki kat olur. Diğer kadmlarmki gibi olmaz. Çünkü onların Allah katındaki mükâfatı, değeri, şerefi de çok büyüktür. Bu bakımdan onların küçük hataları büyük olur. Her külfet bir nimete göredir. Nimet arttıkça külfet de artar. Alimin işlediği bir hata ile cahilin işlediği bir hatanın cezası bir değildir. Alim, bilerek işlediği için onun cezası cahilinkinden daha fazladır. Peygamber'in hanımlarının durumu da böyledir. Onlar Peygamber'in hanımı olmakla bütün mü’minlerin anasıdır ve kıyamete kadar da rahmetle anılacaklardır. Bundan dolayı en küçük hataları büyük olur. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: 'Ey Peygamber'in hanımları, sizden her kim açık bir terbiyesizlik ederse onun azabı iki kat olur. Bu, Allah'a göre kolaydır.» Kullarını mükâfatlandırmak da, cezalandırmak da Allah'a kolaydır. O'nun için bîr zorluk yoktur.

31

«Sîzden her kim de Allah'a ve Resulüne itaat eder, iyi amel işlerse, ona da ecrini iki kere veririz. Hem biz ona çok şerefli bir fizik da hazırlanmışızdır.»

Ey iman edenler, sizden her kim Allah'a ve Resûlüne itaat ederek iyi amel işlerse, Allah ona iki kere ecir ve mükâfat verir. Cennette de onlar için sayısız nimetler hazırlamıştır. O nimetlerin hesabı yoktur. Yüce Halik, bunu şöyle beyan ediyor. -Sizden her kim de Allah'a ve Resulüne itaat eder, iyi amel işlerse, ona da ecrini iki kere veririz. Hem biz ona çok şerefli bir rızık da hazırlamışızdır.»

32

«Ey Peygamber'in hanımları, sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Eğer korunur, takvâlı olursanız, yumuşak söylemeyin. Sonra kalbinde bir maraz bulunanlar kötü ümide kapılmasınlar. Sözü uygun ve münâsip şekilde doğru söyleyin.»

Allahü teâlâ, Peygamberinin hanımlarına şöyle buyurmuştur: «Ey Peygamber'in hanımları, sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Eğer korunur, takvâlı olursanız (yabancı erkeklere karşı) yumuşak söylemeyin. Sonra kalbide bir maraz bulunanlar (bundan dolayı) bir kötü ümide kapılmasınlar. Sözü uygun ve münâsip şekilde doğru söyleyin.» Peygamber'in hanımları elbette diğer kadınlar gibi olamaz. Çünkü onlar bütün mü’minlerin anasidır. Bu emir sadece Peygamber'in hanımlarına mahsus değil, onların şahsında mü’mine kadınların hepsine mahsustur. Bir kadının nâmahram bir erkeğe karşı süslenip püslenmesi, onu celbedecek şekilde sesini inceltmesi, kırıtarak konuşması, erkekle yalnız bir yerde kalması ve evinde kimse yokken yabancı bir erkeği evine çağırması yasaktır. Kadının erkeğe cevap vermesi gerektiği yerlerde çok kısa ve erkeğin dikkatini çekmeyecek şekilde cevap vermesi gerekir. Diğer hususlar fitne ve fücurun doğmasına sebeb olur. Zira insandaki nefs-i emmâre daima insanı kötülüğe sevk eder. Şeytan da onun yardımcısıdır.

Bu gibi hatalara düşmemek için, kadın ve erkeğin şehveti kamçılayacak hususlardan daima kaçması lâzımdır.

33

«Hem de vakar ve haşmetinizle evlerinizde oturun da, evvelki cahiliye devri kadınlarının kınla döküle zinetlerini göstererek yürüyüşü gibi süslenip çıkmayın. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin. Allah ve Resulüne itaat edin. Ey Ehli Beyt, Allah sizden sadece şunu istiyor: Sizden her türlü kiri gidermek ve sizi tertemiz bir hâle getirmek.»

Bu emir de Peygamber'in hanımlarının şahsında bütün mü’min kadınlaradır. Yüce Halik onlara şöyle hitap ediyor: «Ey Peygamberin hanımları, siz vakarla, haya ve edeble evlerinizde oturun. Cahiliye dönemi kadınları gibi süslenip püslenip, zinetlerinizi takıp başkalarına göstermek için sokaklara çıkmayın. Beş vakit namazınızı dosdoğru kılın, zekâtınızı verin. Allah ve Resulünün emirlerine itaat edin, yasaklarından sakının. Ey Ehl-i Beyt, Allah sizden har türlü kiri gidermek ve sizi tertemiz bir hâle getirmek istiyor. Siz de Allah ve Resulünün emirlerine itaat ederek temizlenin. Allah ve Resulünün emirlerine itaat edip yasaklarından sakınanlar her türlü kirden temizlenip mükâfata nail olurlar. İtaat etmeyenler ise cezalarını görürler. Vakar içinde evlerinde oturup Allah ve Resulünün emirlerine itaat edip yasaklarından sakınan kadınlara ne mutlu. Onlar için Allah katında büyük mükâfat ve ecir vardır. Allah onların amellerini asla boşa çıkarmaz.

34

«Evlerinizde okunan Allah'ın âyetlerini ve hikmetlerini hatırlayın. Şüphesiz ki, Allah, her şeyin mahiyetini bilendir, hakkıyle haberdardır.»

Ey Peygamber'İn hanımları, siz evinizde okunan Allah'ın âyetlerini ezberleyin, helâli ve haramı, iyiyi ve kötüyü, hayrı ve şerri, hakkı ve bâtılı,-şer'î hükümleri beyan eden âyetleri ve hikmetlerini daima hatırlayın. Allah'ın ve Peygamberin emirlerine sarılın. Şüphe yok ki, Allah her şeyin mahiyetini bilir ve her şeyden haberdardır. O'nun bilgisinden hiçbir şey gizli kalmaz.

35

«Muhakkak ki, erkek ve kadın bütün müslümanlar, erkek ve kadın mü’minler, Hakk'ın emrine itaat eden erkekler ve kadınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevâzi erkeklerle mütevâzi kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, iffetlerini koruyan erkeklerle iffetlerini koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve kadınlar, işte bunlar için bir mağfiret ve bir büyük mükâfat hazırlamıştır.»

Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Ümmü Seleme (radıyallahü anh), Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelip 'ey Allah'ın Resulü, Rabbimiz, kitabında hep erkekleri zikrediyor, kadınları hiç zikretmiyor. Kadınların hayırlı bir işi olmadığından korkuyorum. Bundan dolayı mı Allah kadınları kitabında zikretmiyor?» der. Bunun üzerine bu âyet nazil olur.

Bazılarına göre bu âyetin nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hanımları hakkında gelen âyetleri gören mü’min kadınlar, onlar şöyle derler; «Allah kitabında sizi zikredip, övdü. Şayet bizde bir hayır olsaydı, bizi de kitabında zikredip överdi. Bizde hayır olmadığı için kitabında zikretmemiştir.» Bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Muhakkak ki, erkek ve kadın bütün müslümanlar, erkek ve kadm mü’minler, Hakk'ın emrine itaat eden erkekler ve kadınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevâzi erkeklerle mütevâzi kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, iffetlerini koruyan erkeklerle iffetlerini koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve kadınlar, işte bunlar için bir mağfiret ve bir büyük mükâfat hazırlanmıştır.» İman edin sâlih amel yapan erkek ve kadınlar için Allahü teâlâ cennette altlarından ırmaklar akan köşkler hazırlamıştır. Bu, onların iman ve amellerinin karşılığıdır. İman edenler mükâfatını, etmeyenler de cezasını görecektir.

36

«Allah ve Peygamberi bir şeye hükmettiği zaman, gerek mü’min bir erkek, gerek mü’min olan bir kadın için işlerinde kendilerine muhayyerlik yoktur. Kim, Allah'a ve Resulüne isyan ederse, muhakkak ki, o apaçık bir şekilde sapmış olur.»

Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) halasının kızı Zeyneb binti Cahş'ı, azatlı kölesi Zeyd ibn Harise ile evlendirmek istemiş ve «Ey Zeyneb, seni Zeyd ibn Harise ile evlendirmek istiyorum, ne dersin?» diye sormuştur. Zeyneb buna rıza göstermeyerek şöyle der: «Ey Allah'ın Resulü, ben Kureyş'in ileri gelenlerinin kızı olduğum gibi, senin de halanın kızıyım. Zeyd ise bir köledir. Ben Zeyd'i kendime münasip görmüyorum, beni sen ona nasıl lâyık görürsün?» Zeyneb, Peygamberin teklifini kabul etmediği için üzülür. Bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyeti inzal ederek şöyle buyurur: «Allah ve Peygamberi bir şeye hükmettiği zaman, gerek mü’min bir erkek, gerek mü’min olan bir kadın için işlerinde kendilerine muhayyerlik yoktur. Kim, Allah'a ve Resulüne isyan ederse, muhakkak ki, o apaçık bir şekilde sapmış olur.. Cahş kızı Zeyneb bu âyeti işitince hemen Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelip -Ey Allah'ın Resulü, senin emirlerine boyun eğip itaat ediyorum. Hakkımda ne dilersen onu yap- der.

37

«Habibim, Allah'ın nimet verdiği ve senin de nimetlendirdiğin kimseye: 'Zevceni kendine sıkı tut ve Allah'tan kork' diyordun da, Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde gizliyordun. İnsanlardan çekmiyordun. Halbuki Allah kendisinden korkmana daha çok lâyıktı. Şimdi mademki Zeyd o kadından alâkasını kesti, biz onu sana zevce yaptık. Ta ki, evlâtlıkları, eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenmek hususunda mü’minler üzerine günah olmasın. Allah'ın emri de yerine gelmiş bulunuyor.»

Bu âyet-i celîle Cahş kızı Zeynep (radıyallahü anh) hakkında nazil olmuştur. Bunun kıssası şudur: Zeyd (radıyallahü anh) sekiz yaşmda Hatice validemiz tarafından Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e hibe edilmiş, Allah Resulü de onu çok sevdiği için azad etmiştir. Evlilik çağına geldiği zaman Peygamberimiz halasının kızı Zeyneb ile onu evlendirmek istemiştir. Zeyneb, ilk anda Peygamberimizin kendisini istediğini zannederek kabul etmiş, Zeyd'e istendiğini anlayınca, kendisi de, kardeşi de bunu kabul etmemişlerdir. Çünkü Zeyneb, hem çok güzel, hem de Kureyş'in leri gelenlerinin kızı idi. Zeyd ise azadlı bir köleydi. Bu bakımdan onu kendisine denk görmüyordu. İsteğini geri çevirdiği için, Allah Resulü üzülür. Sonra Zeyneb'in hakkında bu âyet nazil olur. Hakkında âyet nazil olunca kendisi de, kardeşi de Zeyd'le evlenmesine razı olurlar. Peygamberimiz de onu Zeyd'e nikâhlar. Bu nikâhta ona on altın, altmış dirhem dinar, bir gömlek, bir peştemal, bir ayakkabı, elli ölçek buğday, otuz ölçek de hurma verir.

“üduhüm li abaihim” âyet-i celîlesi gelene kadar ona -Zeyd ibn Muhammed» denirdi. Zeyneb ve Zeyd bunlarla bir müddet geçinirler, fakat aralarında bir ülfet meydana gelmez. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün bir ihtiyaçtan dolayı Zeyd'in evine gider, evde Zeyneb'i gecelikle görür ve eve girmeden «sübhânallah» diyerek geri döner. O anda Zeyd (radıyallahü anh) de evde yoktur. Zeyd eve döndüğü zaman, Zeyneb (radıyallahü anh), Peygamber'in gelip kendisini gecelikle görünce «sübhânallah diyerek eve girmeden geri döndüğünü söyler. Bundan sonra aralarındaki bağ daha da çözülür. Çünkü Zeyd (radıyallahü anh) baştan beri, Zeyneb (radıyallahü anh)'in şerefli bir aileye mensup olduğunu, kendisinin ise böyle bir aile hayatım devam ettiremeyeceğini biliyor ve zaman zaman Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek bundan ayrılmak istediğini söylüyordu. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de ona «hanımını tut» buyuruyordu. Bu evliliğin yürümeyeceğini anlayan Zeyd (radıyallahü anh) kendi isteği ile Zeyneb (radıyallahü anh)'den ayrılmıştır. Şerefli bir aileye mensup, aynı zamanda Peygamberimizin halasının kızı olan Zeyneb (radıyallahü anh) 'e bu ayrılık ağır gelmiştir. Onun bu üzüntüsünü gidermek için Allah Resûlü onu kendi nikâhına almıştır. Böylece o lâyık olduğu yeri bulmuş böylece Araplar arasında, oğullukların boşamış olduğu kadınlarla evlenilmez fikri ilâhi emirle ortadan kalkmış olur.

Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, Zeyneb (radıyallahü anh)'e kalben bir temayülde bulunduğu söylenemez. Onun ulvi yaratılışı, ahlâk güzelliği ve ismet sıfatı buna manidir. Şayet böyle bir temayül olsaydı, daha önce onu kendisi alırdı, hiç oğulluğuna vermezdi. Fakat o mübarek vâldemiz, vaktiyle Peygamberimizin emrine itaat ederek Zeyd ile evlenmiştir. Daha sonra bu evliliğin yürümeyerek Zeyd'den ayrılması onu bir hayli üzmüştür. Bu üzüntüsünü gidermek, ona bir iltifat ve bir teselli olmak üzere Allah Resulü onu nikâhı altına almıştır, Bu ona olan temayülünden değil, onun ezikliğini ve üzüntüsünü gidermek içindir. Yüce Halik, bunu şöyle beyan ediyor; «Habibim, Allah'ın nimet verdiği ve senin de nimetlendirdiğin kimseye: 'Zevceni kendine sıkı tut ve Allah'tan kork' diyordun da, Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde gizliyordun. İnsanlardan çekmiyordun. Halbuki Allah kendisinden korkmana daha çok lâyıktır. Şimdi mademki Zeyd o kadından alâkasını kesti, biz onu sana zevce yaptık. Ta ki, evlâtlıkları, eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenmek hususunda mü’minler üzerine günah olmasın, Allah'ın emri yerine getirilmiştir.»

Hazret-i Âişe validemiz, Zeyneb (radıyallahü anh) hakkında şöyle demiştir: «Diyânette Zeyneb'den hayırlı kadın yoktur. O, muttaki ve doğru sözlü idi. Sadakayı çok verir ve sıla-i rahme çok riâyet ederdi.» Bu mübarek validemiz hicretin yirminci yılında vefat etmiştir.

Araplarda evlât edinmek onların hayatına o kadar girmiş ki, bir hamlede bunu söküp atmak çok zordu. Hele hele evlâtlığının boşamış olduğu hanımla evlenmek bundan daha da ağırdı. Allahü teâlâ evlâtlık edinme nizamının toplumda bıraktığı derin izleri silme görevim de sevgili Peygamberine tevcih etmiştir, Bu görevi yerine getirmek için ilâhi emir gereği evlâtlığı Zeyd ibn Harise'nin boşadığı Zeyneb (radıyallahü anh) ile evlenmiştir. Böylece evlâtlıklardan boşanan kadınlarla evlenmede bir mahzur olmadığı belirtilmiştir. Zeyneb (radıyallahü anh), Peygamberimizin diğer kadınlarına karşı övünerek «sizi Peygamber ile ebeveyniniz evlendirdi, beni de Rabbim nikahladı» dermiş.

38

«Allah'ın Peygamber'e farz kıldığı şeylerde ona bir güçlük yoktur. Bu, Allah'ın öteden beri, gelmiş geçmişlere tatbik ettiği bir kanundur. Allah'ın emri mutlak surette gereği gibi yerine gelecektir.»

39

«Allah'ın göndermiş olduğunu tebliğ edenler, O'ndan korkarlar, Allah'tan başka kimseden korkmazlardı. Allah hesap gören olarak yeter.»

40

«Muhammed, içinizden herhangi bir adamın babası değil, fakat o Allah'ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyle bilendir.»

Allahü teâlâ'nın Peygamber'e, farz kıldığı, takdir ettiği şeylerde ona bir güçlük, bir,vebal ve bir günah yoktur. Cahş kızı Zeyneb'le evlenmek de böyledir. Bu, Hâlik-ı Zülcelâl'in öteden beri gelmiş geçmiş peygamberlere tatbik ettiği bir kanundur. Nitekim önceki peygamberler arasında da çok kadınla evlenenler olmuştur. Allah'ın takdiri, emri mutlak surette yerine gelecektir. Allah'ın göndermiş olduklarını insanlara tebliğ edenler O'ndan başkasından korkmazlar. Ancak Allah'tan korkarlar. Allah hesap gören olarak yeter. Ey insanlar, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) hiç kimsenin babası değildir. O. Allah'ın kulu, Resulü ve Peygamberlerin sonuncusudur. Ondan sonra asla peygamber gelmeyecektir. O son peygamberdir. Allah, kimin peygamberliğe lâyık olduğunu, kimin lâyık olmadığını bilir. Kullarının gönüllerinde sakladıklarını da, açığa vurduklarını da bilir. O'nun bilgisinden hiçbir şey gizli kalmaz.

41

«Ey iman edenler, Allah'ı çok zikredin.»

42

«O'nu sabah akşam tesbih edin.»

Ey iman edenler, gece gündüz Allah'ı çok zikredin. O'nun zikrini dilinizden bırakmayın. Baş vakit namazınızı dosdoğru kılm. O'nu bütün noksan sıfatlardan tenzih ederek, tazimde bulunun. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'den şöyle rivayet edilmiştir: «Gönüller, demirin pas tuttuğu gibi pas tutar. Siz Allah'ı zikretmekle onu cilâlandırın. Zira zikirden daha büyük ibadet yoktur. Her ibadetin bir miktarı vardır, zikrin miktarı yoktur. Her hâlinizde Allah'ı çok zikredin.» Hakiki mü’min gece gündüz Allah'ın zikrini dilinden bırakmayandır. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: “Ey iman edenler, Allah'ı çok zikredin. O'nu sabah akşam tesbih edin.»

43

«O, sizi karanlıklardan nura çıkarmak için üzerinize melekleri ile beraber rahmetini gönderendir. O, mü’minlere çok merhametli olandır.»

44

«Kendisine kavuşacakları gün, onlara olacak iltifatı selâmdır. Allah, onlar için çok şerefli mükâfat hazırlamıştır.»

Ey iman edenler, Allahü teâlâ sizi küfür karanlığından iman nuruna çıkarıp iman üzere sabit kılmış ve gönlünüzü de mağfiret nuruyla aydınlatmıştır. O, size rahmet edip günahlarınızı bağışlar, melekler afvınız için O'ndan mağfiret dilerler. O, mü’min kullarına çok merhametlidir, kıyamet günü kendisine kavuşacakları an onlara iltifatı ve hediyesi selâmdır. Cennetin bekçileri de mü'minleri cennetin kapısında böyle karşılarlar. Bu, onların iman ve amellerinin karşılığıdır. İşte iman edenleri Hâlik-ı Mutlak, böyle mükâfatlandıracaktır. O, bunu şöyle beyan ediyor: «O, sizi karanlıklardan nura çıkarmak için üzerinize melekleri ile beraber rahmetini gönderendir. O, mü’minlere çok merhametli olandır. Kendisine kavuşacakları gün, onlara olacak iltifatı selâmdır. Allah onlar için çok şerefli mükâfat hazırlamıştır.» O, mü’min kullarına cennette sayısız nimetler hazırlamıştır.

45

«Ey Peygamber, biz seni hakikaten bir şahid, bir müjdeci ve bir uyarıcı gönderdik.»

46

«Allah'ın izniyle bir davetçi ve nurlar saçan bir kandil olarak gönderdik.»

47

«Mü’minlere müjdele: Onlara Allah'tan büyük bir lütuf vardır.»

Allahü teâlâ, Peygamberini insanlara emirlerini tebliğ edan bir şahid, iman edenlere Allah'ın yardımını ve cennet nimetlerini müjdeleyici, iman etmeyenleri ise elîm bir azab ile korkutucu ve uyarıcı olarak göndermiştir. O, Allah'ın izniyle bir davetçi, iman edenler için bir önder, bir rehber ve nurlar saçan bir kandildir. O, hidâyet rehberidir. Ona tâbi olanlar dünyada da, âhirette de karanlıklardan, küfürden, masiyetten kurtulup ebedî nura, saadete kavuşurlar. Mü’minlere Allah'tan büyük bir lütuf ve büyük bir mükâfat vardır. Bu, onların iman ve amellerinin karşılığıdır. Yüce Halik bunu şöyb beyan ediyor: «Yâ Muhammed, mü’minlere müjdele: Onlara Allah'tan büyük bir lütuf vardır.»

48

«Kâfirlere ve münafıklara itaat etme. Onların eziyetlerine de aldırış etme. Allah'a güvenip dayan. Koruyucu olarak Allah yeter.»

Yüce Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor; «Yâ Muhammed, kâfirlere ve münafıklara itaat etme. Onların eziyetlerine de aldırış etme. Allah'a güvenip dayan. Koruyucu olarak Allah yeter.» Bu âyet-i celilede mü’minlerin, kâfirlere ve münafıklara asla itaat etmemeleri emredilmiştir. Şayet mü’minler onlardan bir eziyet görürlerse, onların eziyetlerine ve işkencelerine boyun eğmeyerek Allah'a güvenip dayansınlar. Kâfirlerden ve münafıklardan medet ummasınlar. Koruyucu olarak Allah yetsr, Allah mü’min kullarının yardımcısıdır.

49

«Ey iman edenler, mü’min kadınlarla nikahlanıp onları, temasta bulunmadan boşadığınızda, artık onlar için size iddet saymaya lüzum yoktur. Kendilerine bağışta bulunarak onları güzel bir şekilde serbest bırakın.»

Ey iman edenler, siz mü’min kadınlarla nikahlanıp şayet onları, temas etmeden boşarsanız, iddet beklemeleri gerekmez. Kendilerine bağışta bulunarak en güzel şekilde onları serbest bırakın. Halvet olmayınca duhul olması da mümkün değildir. Eğer halvet olduktan sonra boşanma olursa İbn Mes'ud ve Abbas (radıyallahü anh)’ın rivayetine göre yine iddet beklemek gerekmez. Çünkü duhûl vâki olmamıştır. Fakat Hazret-i Ömer, Ali, Muaz, Zeyd ibn Sabit ve bir gurub sahabinin rivayetine göre halvetten sonra boşanan kadının iddet beklemesi gerekir. Halvet esnasında duhûl olma ihtimali söz konusudur. Sahih olan görüş de budur. O zaman, boşanan kadının tam mehrini alması gerekir ve başayan erkeğe de mehrin tamamını vermesi vâcibtir. Şayet halvet sırasında kadın hayızlı, hasta, nifaslı ise, o halvet sahih olmaz. Böyle bir halvetten sonra boşanma vuku bulursa, boşayana mehir lâzımdır, boşanan kadının ise ihtiyaten iddet beklemesi gerekir. Bu âyet-i celilede mü’min kadınların zikredilmesi, mü’min erkeklerin mü’min kadınlarla evlenmeyi tercih etmelerine işaret vardır.

Sahih olan halvet erkekle kadının bir evde, bir odada veya kapısı kapalı bir yerde yalnız başlarına kalmasıdır.

50

«Ey Peygamber, mehirlerini verdiğin hanımlarını, Allah'ın sana ganimet olarak verdiği cariyeleri, seninle beraber hicret eden amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını, teyzelerinin kızlarını, ve Peygamber, nikâhlanmayı dilediği takdirde -mü'mînlerden ayrı yalnız sana mahsus olmak üzere - kendi mehrini Peygamber'e hibe eden mü’min kadını almanı helâl kılmışızdır. Bir zorluğa uğramaman için mü’minlerin zevceleri ve cariyeleri hakkında onların üzerine neyi farz kılmış olduğumuzu bildirmiştik. Allah çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir.»

Bu âyet-i celile Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hangi kadınlarla evlenebileceklerini beyan buyurmaktadır. Yüce Halik bunu sevgili Peygamberine şöyle beyan ediyor: -Ey Peygamber, mehirlerini verdiğin hanımlarını, Allah'ın sana ganimet olarak verdiği cariyeleri, seninle beraber hicret eden amcanın kızlarını, halalarının kızlarını,' dayının kızlarını, teyzelerinin kızlarını, ve Peygamber, nikâhlanmayı dilediği takdirde - mü’minlerden ayrı yalnız sana mahsus olmak üzere - kendi mehrini Peygamber'e hibe eden mü’min kadını almanı helâl kılmışızdır. Bir zorluğa uğramaman için mü’minlerin zevceleri ve cariyeleri hakkında onların üzerine neyi farz kılmış olduğumuzu bildirmiştik. Allan çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir.» Peygamber'in dört kadından fazlası ile evlenmesine müsaade edilmesine rağmen, ümmetinin ancak bir nikâhta dört kadın ile evlenmesine müsaade edilmiştir. Çünkü peygamberlerin dörtten fazla evlenmesinin hikmetleri vardır.

51

«Onlardan kimi dilersen geri bırakır, kimi de dilersen yanına alabilirsin. Geri bıraktıklarından kimi istersen onu almanda bir mahzur yoktur. Bu, onların gözlerinin aydın olmasını, üzülmemelerini, hepsine verdiğin şeylere razı obualarını daha iyi sağlar. Allah kalbinizde olanı bilir. Allah hakkıyle büendir, ukubette acele etmeyendir.»

Hâlik-ı Zülcelâl, sevgili Peygamberini hanımları hususunda serbest bırakmıştır. Onlardan dilediğini tatlik etmesinde, dilediğini de yanında bulundurmasında, kendisine bir vebal yoktur. Bu, onların gözlerinin aydın olmasını, üzülmemelerini, hepsine verdiği şeylere razı olmalarını daha iyi sağlamak içindir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yaptığı her şeyi Allahü teâlâ'nın hükmüyle yapar. İlâhî emir olmadan bir şey yapmaz. Bundan dolayı hanımlarından hiçbirini boşamamış ve nafakalarını da kesmemiştir. Onları dünya ve âhiret nimetleri hususunda muhayyer bırakmış, hepsi de dünya nimetlerine karşı âhiret yurdunu tercih etmiştir.

Ey insanlar, Hâlik-ı Mutlak, sizin kalblerinizde gizlediklerinizi de, açığa vurduklarınızı da bilir. Çünkü O, her şeyi hakkıyle bilendir. Kâfirlerin ve kendisine isyan edenlerin cezalarını hemen vermez. Belki dönerler diye bir müddet cezalarını tehir eder. Bu müddet içnde yaptıklarına pişman olup küfürden dönmezlerse o zaman cezalandırır. Nitekim geçmiş ümmetlerde olduğu gibi.

52

«Bundan sonra kadınları alman ve bunları başka bir zevce ile değiştirmen, güzellikleri hoşuna gitse de, sana helâl olmaz. Cariyelerin müstesna. Allah her şeyi gözetendir.»

İmam-ı Mücahid'e göre bu âyetin mânâsı şudur: Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine Yahudi ve Hıristiyan kadınlarla nikâhlanmasmı yasaklamıştır. Çünkü onun nikâhlanacağı kadın mü’minlerin anası olacaktır. Yahudi ve Hıristiyan kadınlar, mü’minlerin anası olmaya- lâyık değillerdir. Allah Resulünün, müslüman bir kadını boşayıp da, güzelliğinden ötürü de olsa Yahudi ve Hıristiyan bir kadını müslüman bir kadın üzerine tercih etmesi caiz değildir. Ancak ganimet olarak alınan köleler veya kendisine hibe edilen köleler müstesnadır. Çünkü onlar ganimet malıdır, ganimet mallan ise helâldir. Bazı tefsircilere göre ise bu âyetin mânâsı şudur: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarını dünya nimetleri ile âhiret yurdu arasında serbest bırakmıştır. Onlar dünya nimetlerine karşı âhiret yurdunu tercih etmişlerdir. Âhiret yurdunu tercih ettikleri için, onlardan birisini boşayıp y«rine Yahudi veya Hıristiyan bir kadınla evlenmeyi Yüce Halik sevgili Peygamberine yasaklamıştır. İbn Abbas ve Katâde'nin görüşü budur. Fakat diğer sahabi bu görüşe katılmamıştır Ömer ibn Dinar ile Atâ’nın Hazret-i Âişe (radıyallahü anh)den rivayetlerine göre, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) dünyadan ayrılana kadar kendisine nikâh yasaklanmamıştır.

53

«Ey mü’minler. Peygamber'in evlerine yemeğe davet olunmaksızın girip de yemeyin, pişmesini beklemeye kalkışmayın. Fakat davet edilirseniz girin ve yemeği yiyince dağılın. Söz diniemek veya sohbet etmek için de - izinsiz - girmeyin. Çünkü bu hâliniz Peygamber'i üzüyor, o da size bir şey söylemeye çekiniyordu. Allah ise hakkı söylemekten çekinmez. Peygamberin hanımlarından bir şey isteyeceğiniz vakit, onu perde arkasından isteyin. Bu sayede sizin kalbleriniz de daha temiz kalır. Bundan sonra ne Allah'ın Peygamberini üzmeniz ve ne de onun hanımlarını nikahlamanız asla caiz değildir. Bu, Allah katında büyük bir günahtır.»

Bu âyet-i celîlenîn nüzul sebebi şudur: Müslümanlardan bir gurub Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)in yemek saatini gözetip o yemeğe başladığı zaman izinsiz eve girip oturmuşlar ve yemeğe iştirak etmişler, hattâ bazan da yemeğin pişmesini beklemişlerdir. Yemekten sonra da uzun müddet beklemişler ve Peygamber'in huzurunda varlıklarından, mal ve mülklerinden bahsetmişlerdir. Onların bu hareketleri Allah Resulünü huzursuz etmiş, fakat kendilerine bir şey söyleyememiştir. Bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Ey iman edenler, Peygamber'in evlerine yemeğe davet olunmaksızın girip de yemeyin, pişmesini beklemeye kalkışmayın. Fakat davet edilirseniz girin ve yemeği yiyince dağılm. Söz dinlemek veya sohbet etmek için de - izinsiz- girmeyin. Çünkü bu hâliniz Peygamber'i üzüyor, o da size bir şey söylemeye çekiniyordu. Allah ise hakkı söylemekten çekinmez. Peygamber'in hanımlarından bir şey isteyeceğiniz vakit, onu perde arkasından isteyin. Bu sayede sizin kalbleriniz de daha temiz kalır. Bundan sonra ne Allah'ın Peygamberini üzmeniz ve ne de onun hanımlarını nikahlamanız asla caiz değildir. Bu. Allah katında büyük bir günahtır.» Bu âyet-i celîlede mü’minlerin edebli olmasına işaret vardır. Mü’min çağrılmadığı yere gitmemeli, gittiği zaman ev sahibini usandıracak harekette bulunmamalı ve ev sahibini üzecek her türlü hareketten kaçınmalıdır. Bu âyetteki emir bütün mü’minleredir.

54

«Bir şeyi açıklasanız da, gîzleseniz de şüphe yok ki Allah her şeyi hakkıyle bilendir.»

Ey mü’minler, siz bir şeyi açıklasanız da, gizleseniz de hiç şüphesiz Allah her şeyi hakkıyle bilir. Ona göre mükâfat ve mücâzat verir.

55

«Kadınların: Babaları, oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, hizmetçi kadınları ve cariyeleri hakkında bir vebal, bir mesuliyet, yoktur. Ey kadınlar, Allah'tan korkun, çünkü Allah her şeye şahiddîr.»

Bu âyet-i celîle, müslüman kadınların kimlerle bir arada oturup görüşebileceklerini beyan ediyor: Kadınların, babaları, oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, hizmetçi kadınları ve cariyeleri ile bir arada bulunmalarında vebal yoktur. Müslüman kadınların da bir arada bulunmasında bir vebal, bir mesuliyet yoktur. Ey kadınlar, Allah'ın hükmüne itaat edin. Bu, zikredilenlerden başkasına kendinizi göstermeyin. Allah'tan korkun. Çünkü Allah her şeye şahiddir. O, sizin yaptıklarınızı görür, gönüllerinizde gizlediklerinizi de bilir. Ona göre mükâfatınızı ve cezanızı verir.

56

«Şüphesiz ki Allah ve melekleri Peygamber'e çok salât ve sena ederler. Ey mü’minler, siz de ona salât edin. Tam bir teslimiyetle selâm verin.»

Hâlik-ı Mutlak, sevgili Peygamberi için şöyle buyuruyor: «Şüphesiz ki Allah ve melekleri Peygamber'e çok salât ve selâm ederler. Ey mü’minler, siz de ona salât edin. Tam bir teslimiyetle selâm verin.- Salât: Allahü teâlâ'dan kullarına rahmettir, mağfirettir. Meleklerden istiğfardır. Mü’minlerden ise duadır. Böylece Yüce Halik, Peygamberine rahmet ve mağfiret edip meleklerine ona istiğfar etmelerini, mü’minlere ise salât ve selâm getirmelerini buyurmuştur.

Nitekim Ebû Hüreyre'nin rivayetine göre, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) «bana salâvat getirin. Bana salât getirmeniz, günahlarınızın afvına ve derecelerinizin yükselmesine sebeb olur. Benim için vesile dileyin.» buyurmuştur. «Ey Allah'ın Resulü, vesile nedir?» diye sorulunca, «Vesile cennet içinde en yüce bir makamdır ki, oraya, ancak bir kişi ulaşacaktır. Umarım ki o kişi de ben olayım» demiştir. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: -Kim benim üzerime bir salât ü selâm getirirse, Allah da ona on salâvat getirir ve on günahını afveder.» İşte Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e salât ve selâm getirmenin mükâfatı bu kadar büyüktür.

57

«Allah'ı ve Peygamberini incitenlere, Allah, dünyada da, âhirette de lanet eder ve onlara horlayıcı bir azab hazırlamıştır.»

58

«Erkek mü’minlerle, kadın mü’minlere yapmadıkları bir şeyden ötürü eziyet edenler de şüphesiz iftira etmiş ve apaçık bir günah yüklenmiş olurlar.»

Allahü teâlâ'ya çocuk isnat ederek, «Allah'ın eli hayra yanaşmıyor, Muhammed, sihirbazdır, delidir ve kâhindir» diyenler üze-r"ne Allah dünyada da, âhirette de lanet eder ve onlar için elim bir azab hazırlar. Mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara da yapmadıkları şeyleri isnat ederek iftira etmek suretiyle eziyet edenler büyük bir günaha girmişlerdir. Onlar, Allah'a, Peygamber'e ve mü’minlere yaptıkları iftiraların ve eziyetlerin cezasını göreceklerdir. Bazılarına göre Allah'ı incitenler, heykel yaparak «işte biz de Allah'ın yarattığı gibi yaratıyoruz» demek suretiyle, Allah'a eş koşanlardır. Onlar bu hareketleriyle kendilerine yaratıcılık isnat etmişlerdir. Halbuki Allah'tan başka yaratıcı yoktur. Onlar kendilerine yaratıcılık isnat ettiklerinden dolayı elim bir azaba uğrayacaklardır. Bu, onların inkâr ve zulümlerinin karşılığıdır. Müslümanları kandıranlar, iftira edenler, yalan söyleyenler, namusa göz dikenler, hakları gasp edenler, eziyette bulunanlar en ağır şekilde cezalarını göreceklerdir.

59

«Ey Peygamber, hanımlarına, kızlarına ve mü mirilerin kadınlarına dışarı çıkarken üstlerine örtü almalarını söyle. Bu, onların tanınmasını ve bundan dolayı incitîlmemelerini sağlar. Allah çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir.»

Bu âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur: Muhacirler Medine'ye gelip Ensâr'ın evlerine, yerlerine yerleşirler. Bunların, Medinelilerin evlerine yerleşmesiyle evler ihtiyaca cevap veremez hale gelir. Bundan mütevellit kadınlar gündüzleri ihtiyaçlarını gideremez olurlar ve gece ihtiyaçlarını gidermek için evden çıkıp boş olan yerlere giderlerdi. Bunu fırsat bilen Medine'nin ayak takımı ve fâsıkları mü’min kadınların geçtikleri yerleri gözetler veya geçtikleri yollara saklanıp onları köle zannederek kendilerine fuhuş yapmayı teklif ederler veya bu hususta rahatsız ederlerdi. Çünkü onlar hür kadınlarla cariyeleri gece karanlığında, birbirinden ayırtedemezlerdi. Zira her ikisinin giydiği elbise de o âna kadar birdi. Şayet kadınlardan bir tepki gelirse arkasından ayrılırlardı, tepki gelmezse ardınca giderlerdi. Müslüman kadınlar bu durumdan rahatsız olup kocalarına veya babalarına durumu bildirmişlerdir. Onlar da. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)e gelip bu olayı haber vermişlerdir. Bunun üzerine Yüce Halik, bu âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Ey Peygamber, hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına dışarı çıkarken üstlerine örtü almalarını "söyle. Bu, onların tanınmasını ve bundan dolayı incitilmemelerini sağlar. Allah çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir.» Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hanımlarının ve kızlarının ve mü’min kadınların örtünmeleri, kendilerini cariyelerden, kölelerden ayırteder. Başkaları tarafından eziyete uğramamalarını ve rahatsız edilmemelerini sağlar, örtü, mü’min kadınları her türlü kem gözden ve rahatsız edilmekten korur. Onu muhafaza eder. Mü’min kadın örtünmekle, hem Allahü teâlâ’nın emrini yerine getirmiş olur, hem de kendisini korumuş olur. Bu bakımdan örtü kadının zinetidir, namusudur, koruyucusudur, Allah'ın emirlerine itaatin bir ifadesidir, dininin tamaml?. yicisıdır. Allah, tevbe edip yaptıkları kötü fiillerden dönenleri afveder. Onların günahlarını ve kusurlarını bağışlar. Çünkü O, çok yariigayıcı, çok merhamet edicidir.

60

«Yemin olsun, eğer münafıklar, kalblerinde maraz bulunanlar, şehirde bozguncu haber yayanlar, bundan vazgeçmezlerse, mutlak ve muhakkak seni kendilerine musallat ederiz. Sonra çevrende az bir zamandan fazla kalamazlar.»

61

«Hepsi de lanetlenmiş, Allah'ın rahmetinden koğulmuş olarak, nerede ele geçirilirlerse yakalanırlar ve öldürülürler.»

Allah ve Resulüne düşmanlık yapanlar, münafıklar, kalblerinde İslâm'a ve mü’minlere karşı hastalık bulunanlar ve müslümanlar arasında fitne fücur çıkarmak için asılsız haber yayanlar, şayet bu yaptıklarından vazgeçmezlerse Allah onların üzerine öyle bir şey musallat kılar ki, onları târ u mar ederek helak eder. Hepsi de lanetlenmiş, Allah'ın rahmetinden koğulmuş olarak yakalandıkları yarde öldürülürler. Bulundukları yerlerde pek az kalırlar. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Yemin olsun, eğer münafıklar, kalblerinde maraz bulunanlar, şehirde bozguncu haber yayanlar bundan vazgeçmezlerse, mutlak ve muhakkak seni kendilerine musallat ederiz. Sonra çevrende az bir zamandan fazla kalmazlar. Hepsi de lanetlenmiş, Allah'ın rahmetinden koğulmuş olarak, nerede ele geçirilirlerse yakalanırlar ve öldürülürler.»

62

«Allah'ın bundan evvel geçenler hakkındaki kanunu budur. Allah'ın kanununu değiştirmeye imkân bulamazsın.»

Allahü teâlâ, önceki milletlerden iman etmeyenlerin, münafıklık yapanların ve kalblerinde maraz bulunanların üzerine peygamberlerini musallat kılıp onları helak etmiştir. Allah'ın kanunu budur. O'nun kanununu değiştirmeye kimsenin gücü yetmez. Allah, imandan yüz çevirip, münafıklık yaparak kalblerinde maraz bulunanlar üzerine peygamberlerini musallat kılarak onları helak eder. Bu, onların inkâr ve zulümlerinin cezasıdır.

63

«İnsanlar sana kıyametin zamanını sorarlar, de ki: Onun ilmi ancak Allah'ın nezdindedir. Ne bilirsin belki de zamanı yakındır.»

Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e kıyametin ne zaman kopacağa sorulur. O da -sorulan kisi kıyamet saatini sorandan daha iyi bilmiyor» cevabını verir. Bunun üzerine Allahü teâlâ bu ayeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: ”insanlar, sana kıyametin zamanını sorarlar, de ki: Onun ilmi ancak Allah’ın nezdindedir. Ne bilirsin belki de zamanı yakındır.» Abdullah ibn Ömer, kıyamet alâmetlerini şöyle belirtmiştir: Boş sözlerin çoğaldığı, amellerin azaldığı, şerir insanların rağbet gördüğü, hayra koşanların azaldığı, yağmurun azalıp bağların-bahçelerin ve otlakların kuruduğu, yer altı sularının azaldığı, mescidlerde fâsıkların çoğaldığı, zinanın alenîleştiği, gayrimeşru çocukların meydana çıktığı, ani ölümlerin çoğaldığı zaman kıyamet yakındır. Bugün bunların hemen hepsi zuhur etmiştir.

64

«Şu muhakkak ki, Allah kâfirleri rahmetinden kovmuş, onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır.»

65

«Kendileri orada ebedi kalıcı olarak. Onlar ne bir yâr, ne de bir yardımcı bulamayacaklardır.»

66

«O gün yüzleri ateşte evrilip çevrilirken “Eyvah bize, keşke Allah'a itaat etseydik, Peygamber'e itaat etseydik' diyeceklerdir.»

67

«'Ey Rabbimiz, hakikaten biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk. Onlar da bizi yoldan saptırdılar' diyeceklerdir.»

68

«Ey Rabbimiz, onlara iki kat azab ver, onları büyük bir lanetle rahmetinden kov.»

Yüce Halik, iman etmeyenleri rahmetinden kovar, dünya'da onların başına daima bir şeyi musallat eder. Böylece onları ya lanetler veya esir ettirir. Âhirette ise kendilerine elim bir azabı hazırlamıştır. Onlar kıyamet günü kendilerine yardımcı olacak kimse bulamayacaklardır. O gün yüzleri ateşte evrilip çevrilerek yaptıklarına pişman olacaklar ve «Eyvah bize, keşke biz de Allah'a ve Peygamber'e iman edip emirlerine itaat etseydik de bugün azaba uğramasaydık. Ey Rabbimiz, bizi hakikaten büyüklerimiz ve reislerimiz, senin yolundan çevirdiler, bizi sapıttılar, sana iman ettirmediler, onlara iki kat azab ver. Onları büyük bir lanetle rahmetinden kov, kendilerine lâyık oldukları cezayı ver.» diyeceklerdir. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: -Şu muhakkak ki, Allah kâfirleri rahmetinden kovmuştur, onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır. Kendileri orada ebedi kalıcı olarak kalacaklardır. Onlar ne bîr yâr, ne de bir yardımcı bulamayacaklardır. O gün yüzleri ateşte evrilip çevrilirken: 'Eyvah bize, keşke Allah'a itaat etseydik, Peygamber'e itaat etseydik' diyeceklerdir. 'Ey Rabbimiz, hakikaten biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk. Onlar da bizi yoldan saptırdılar' diyeceklerdir. Ey Rabbimiz, onlara iki kat azab ver, onları büyük bir lanetle rahmetinden kov.» İşte Allah'ın yolundan insanları sapıtanlar, sapıttıkları insanlar tarafından kıyamet günü Allah'ın huzurunda böyle dava olunacaklardır. Bu âyet-i celile, insanları kötü yola sevk edenlerin, o insanların işlemiş oldukları günaha ortak olacaklarına, delâlet eder. Bir insanı hayra teşvik eden, o hayrı yapmış gibi mükâfat görür, şerre teşvik eden de o şerri yapmış gibi ceza görür.

69

«Ey iman edenler, siz de Musa'yı incitenler gibi olmayın. Nihayet Allah onu dedikleri şeyden temize çıkardı. O, Allah'ın katında değerli bir zat idi.»

Yüce Halik, İsrailoğullarının Peygamberleri Mûsâ (aleyhisselâm)'yı incittikleri gibi, iman edenlere Peygamberlerini incitmemelerini emrediyor. Allahü teâlâ, Mûsâ (aleyhisselâm)'yı kavminin dediği şeyden temize çıkarmıştır. Gerçekten Mûsâ (aleyhisselâm), Allah katında değerli bir zat idi. Kavminin haksız yere kendisine iftira etmesi Mûsâ (aleyhisselâm)'yi çok üzmüştü.

Ebûlleys Semerkandî Hazretleri'nin rivayetine göre, İsrailoğulları herkesin gözü önünde çırılçıplak yıkanırlarmış. Bu şekildeki yıkanma onların âdetlerindenmiş. Mûsâ (aleyhisselâm) ise kimsenin olmadığı kapalı bir yerde yıkanırmış. Zaten bir peygambere yakışan da budur. Onlar bunu fırsat bilerek Hazret-i Mûsâ hakkında dedikodu etmeye başlamışlar ve şöyle demişlerdir: «Mûsâ özürlü olduğu için bizim aramızda yıkanmıyor. Şayet özürlü olmasaydı bizim gibi açıkta yıkanırdı» demişlerdir. Hakkında bu şekilde konuşulması Mûsâ (aleyhisselâm)'ı üzmüştü. Buna rağmen yine kavmini imana davet etmekten geri durmadı. Bir gün yıkanmak için bir nehrin kenarına gider, elbselerini çıkarıp bir taşın üzerine kor, yıkanırken taş yuvarlanıp elbisesini alır götürür. Müsâ (aleyhisselâm) da aryan olarak taşın arkasından koşar. O zaman kendisini görenler özürlü olmadığım anlarlar ve söyledikleri sözlerden dolayı utanırlar.

Bazı tefsircilere göre ise kavminin Hazret-i Musa'yı incitmesi şöyle olmuştur: Mûsâ (aleyhisselâm) ila kardeşi Harun (aleyhisselâm) bir yolculuğu çıkarlar. O yolculukta Harun (aleyhisselâm) ölür. Kavmi, -Harun'u Mûsâ öldürdü» diyerek her tarafta yaygara etmeye başlarlar. Buna çok üzülen Mûsâ (aleyhisselâm) kavminin ileri gelenlerinden bir kısmım alıp Harun (aleyhisselâm)'un kabrinin başına giderler. Mûsâ (aleyhisselâm) orda Rabbine dua ve niyaz eder. Allahü teâlâ duasını kabul ederek Harun (aleyhisselâm)'u diriltir. O, kavmine Allah'ın emriyle canını teslim ettiğini söyler ve tekrar ölür. Bunu gören kavmi yaptıklarına pişman olurlar. Böylece Mûsâ (aleyhisselâm) onların dedikodularından, iftiralarından kurtulur.

70

«Ey iman edenler, Allah'tan korkun ve sözü doğru söyleyin.»

71

«Ki, Allah işlerinizi iyiye götürsün ve günahlarınızı afvetsin. Kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse, muhakkak ki, o hakikaten murada ermiş, kurtulmuştur.»

Yüce Halik iman eden kullarına şöyle buyuruyor: ."Ey iman edenler, Allah'tan korkun, emirlerine itaat edin. Sözü doğru söyleyin, adaletten ayrılmayın. Şayet böyle yaparsanız Allah işlerinizi iyiye, hayra götürür ve günahlarınızı affeder. Kim Allah'a va Resulüne itaat ederse muhakkak ki, o hakikaten muradına ermiş kurtulmuştur." İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demiştir: «Her kim, kalbinden ve dilinden ihlâs ile 'La ilahe illallah Muhammedün resûlüllah' derse, Allah o kimsenin amellerini ihlâs ile kabul eder, günahlarını bağışlar, derecesini artırır.» Allah'ın ve Resulünün emirlerine itaat edenleri Allah, bütün hayırlara ulaştırır.»

72

«Biz emâneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de, onlar bunu yüklenmekten çekindiler, bundan endişeye düştüler de, insan onu yüklendi. Çünkü o, çok zulümkâr, çok cahildir.»

İmam-ı Mücahid'in rivayetine göre, Allahü teâlâ emâneti yaratıp göklere, yere ve dağlara teklif etmiştir. Onlar, bu yükü hakkıyle taşıyamayacaklarından korktukları için, bu teklifi kabul etmemelerdir. Sonra o emâneti insanoğluna teklif etmiş, onlar ise hemen kabul etmiştir. Bu emâneti kabul ettikten sonra Hazret-i Adem öğle ile ikindi vakti arası kadar bir zamanda cennetten çıkarılmıştır. İbn Abbas (radıyallahü anh)’ın rivayetine göre, bu emânet farzlardır. Allahü teâlâ bu emâneti içindekilerle beraber göklere, yere ve dağlara teklif edip «bu emâneti içindekilerle beraber kabul edin- buyurmuştur.

Gökler, yer ve dağlar bu emâneti yüklenmekten imtina ederek «Ey Rabbimiz, bu emânetin içindekiler nedir?» derler. Yüce Halik onlara şu cevabı verir: «Şayet bu emânetin içindekileri iyi muhafaza eder, saklarsanız hayırlara ulaşıp mükâfat görür, sayısız nimetlere nail olursunuz. Onu muhafaza etmez, onda bir noksanlık yaparsanız, o zaman cezalandırılırsınız.» Bunun üzerine onlar şöyle derler: «Ey Rabbimiz, bu teklif ihtiyarî ise bizim onu götürmeye gücümüz yetmez. Şayet bu teklif icbarı ise elimizden hiçbir şey gelmez, onu götürmeye ve muhafaza etmeye gayret gösterir, çalışırız.» Bu teklif ihtiyari olduğu için Allahü teâlâ şuur sahibi olmayanlardan onu kaldırmıştır. Bu teklifi şuur sahibi insanoğlu kabul ettiği için onlara yüklenmiştir. İbn Abbas'ın rivayetine göre, emâneti bir taş şeklinde yaratıp bırakmış, sonra göklere, yere ve dağlara onu yüklenmeleri için emretmiştir. Gökler, yer ve dağlar «bizim bunu götürmeye gücümüz yetmez» diyerek, onu götürmekten çekinirler. Sonra Adem (aleyhisselâm) gelip o taşa yapışır, yerinden kaldırır ve «şayet bana emredilirse, ben onu taşırım» der. Bunun üzerine Âdem (aleyhisselâm)'e «emaneti götür» denir. O da alıp dizine kadar kaldırır tekrar yerine bırakır, «eğer daha fazla götürmem emredilirse, daha fazla götürürüm» der. Bunun üzerine daha fazla götürmesi istenir, o da taş şeklindeki emâneti alıp beline kadar kaldırır ve «şayet daha fazla götürmem emredilirse, daha fazla götürürüm» der. Bu defa daha fazla götürmesi emredilir. O zaman emâneti alıp ağzının üstüne kadar kaldırır, tekrar yere bırakmak ister, o zaman Hâlik-ı Zülcelâl, «Ey Âdem, emâneti bırakma, yerinde dursun. Biz onu kıyamete kadar sana ve zürriyyetine yükledik» buyurur. Böylece bu emânet âdemoğluna yüklenmiş olur. Bunu kabul etmekle Adem kendisine zulmetmiştir. Çünkü o, yüklenmiş olduğu emânetin sonunun ne olacağını bilmiyordu. O, öyle bir emânet ki, gökler, yerler ve dağlar onu yüklenmekten imtina etmiştir.

İbn Abbas (radıyallahü anh)'a göre bu emânet şunlardır: Beş vakit namase, oruç, zekât, hacc, doğru söylemek, adaletli ve her işde âdil olmak, borcu zamanında ödemek, ölçü ve tartıyı tam yapmak, cünüplükten yıkanmak. Bu emânetleri iyi muhafaza edip, noksansız yor'ne getirmek lâzımdır. Bunlarda noksanlık yapan emânete ihanet etmiş olur. Bazılarına göre kişinin azaları da kendisine emânettir. Onları en iyi yerlerde kullanmak görevidir. Şayet bunları meşru olmayan yerlerde kullanırsa, o zaman kendisine zulmedip emânete ihanet etmiş olur. O zaman Hâlik-ı Zülcelâl, emânete ihanet edenlere hesabını sorar.

73

«Allah erkek münafıklarla kadın münafıkları, erkek müşriklerle kadın müşrikleri azaba uğratacak, erkek mü’minlerle kadın müminlerin de tevbelerini kabul edecektir. Allah çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir.»

Allahü teâlâ, bu emâneti kullarına şunun için emretmiştir: Münafıklarla müşriklerin, iman edenlerden ayrılıp azaba uğratılmaları içindir. Allahü teâlâ kullarına emâneti emretmekle iman edenleri ve etmeyenleri bilir. Ona göre iman edenlere mükâfat, etmeyenlere ise mücâzatını verir, iman edenlerin tevbesini kabul eder. Çünkü O tevbeleri kabul edendir.

0 ﴿