YÂSÎN SÛRESİ Bu sûre-i celile cin sûresinden sonra Mekke'de nazil olmuştur. Seksen üç âyettir. -Yasin» diye başladığı için bu ismi almıştır. Bu sûreye «Kaîb» ismi da verilmiştir. İtikada dair birçok esasları ihtiva ettiği ve okuyanların kalblerini nûrlandırdığı için de «Kalbü’l-Kur'an» adını almıştır. Birçok yanlış inançları ortadan kaldırdığı ve İslâmiyeti müdafaa ettiği için de «Dafia» unvanını almıştır. Gafilleri ikaz edip haklarındaki hükra-i ilâhîyi bildirdiği için de -Kaziye» adını almıştır. Kendisini, ihlâs ile okuyanların dünyevi ve uhrevî nimetlere nail olacaklarına vesile olacağı için «Muammime» unvanını da almıştır. Bu sûrenin ihtiva ettiği başlıca konular şunlardır: 1- Hazret-i Peygamberin risaletini tasdik ve ona muhalefet edenleri tehzir ve tehdit. 2- Önceki ümmetlerin inkârları yüzünden başlarına gelen felâketleri beyan ile arkadan gelenleri uyarmaya davet etmek. 3- Hâlik-ı Zülcelâl'in, bir kısım eserlerine insanoğlunun dikkatini çekerek akıl sahiplerini tefekküre sevk etmek. 4- Âhireti inkâr edenlerin nasıl pişman olacaklarını bildirmek ve mü’minlerin ne büyük bir mükâfata nail olacaklarını müjdelemek. 5- insanların mükellef oldukları dini vazifeleri irşad ile, bütün mevcudatın Allah'ın varlığına ve birliğine delâlet ettiğini bildirmek. 6- Her canlının kıyamet günü hesaba çekileceğini haber vermek. 1 «Yâ Muhammed, oku Yasin süresini.» Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'den şöyle rivayet edilmiştir: Kur'an’ın içinde bir sûre vardır ki, okuyana ve dinleyene kıyamet günü şefaat eder, onun ismi da 'Yâsin»dir. İbn Abbas’ın rivayetine göre, Yasin, Tay kabilesinin lisanında insan demektir. İbn Hanefiye'ye göre, Yasin «Yâ Muhammed» demektir. İmam-ı Katade'ye göre Yasin, Kur'an’ın isimlerinden biridir. İmam-ı Kâ'b'ın rivayetine göre, Yasin, yemindir. Allahü teâlâ gökleri ve yeri yaratmadan iki bin yıl önce Kur'an'a yemin etmiştir. «Ve’l-Kur'âni'l-Hâkim» buyurmuştur ki, buna delildir. 2 «O hikmet dolu Kur'an'a yemin ederim ki.» Bu Kur'an muhkemdir, İmanı küfrü, helâli haramı, hakkı bâtılı, hayrı şerri, iyiyi kötüyü, sevabı günahı, cenneti cehennemi beyan eder. Bunda tebdil ve tağyir yoktur. Helâli haram, haramı da helâl yapılamaz. Neyi ortaya koymuşsa o asla değişmez. Bazı tefsircilere göre, Hakim, hâkim manasınadır. Bu Kur'an kendisinden önce gönderilen kitaplar üzerine hâkimdir. Onları tasdik eder, onların içindekilerin hepsi bu Kur'an'da mevcuttur. Fakat bir kısmı nesh edilmiştir. Onlarda olmayan birçok hükümler Kur'an'da mevcuttur. 3 «Sen doğru yol üzere gönderilmiş peygamberlerdensin.» 4 «Sen doğru yol üzere gönderilmiş peygamberlerdensin.» Allahü teâlâ, Kur'an-ı Kerim'e yemin edip «Yâ Muhammed, hakikaten sen gönderilmiş peygamberlerdensin» buyurarak, kâfirlerin «'leşte mürselen' sen peygamber değilsin» sözlerini reddetmiştir. Yemin etmesinin hikmeti de budur. Şöyle buyurur sevgili Peygamberine «Yâ Muhammed, sen doğru yol üzerindesin ki, o da islâm'dır.» Bazı tefsircilere göre, Allahü teâlâ bu iki âyetle önceki peygamberlerin sıfatlarını belirtmiştir. Demek olur ki, Yâ Muhammed, sen o peygamberlerdensin ki, onlar doğru yol üzereydiler. Zira bütün peygamberlerin yolu budur. Bundan başka bir yola asla girmezler. Nitekim Yüce Halik Al-i îmran sûresinin seksen beşinci âyetinde «kim İslâm'dan başka bir din ararsa ondan bu din asla kabul edilmez ve o, âhirette de en büyük zarara uğrayanlardandır» buyurmuştur. Bütün Peygamberlerin Allah tarafından getirmiş oldukları din budur. Görülüyor ki, islâm'dan başka bir din Allah katında asla geçerli değildir. 5 «Bu Kur'an, aziz, rahîm olan Allah tarafından indirilmiştir.» Bu Kur'an, aziz ve rahîm olan Allah tarafından kulu Muhammed'e indirilmiştir. Aziz, hükmü galip padişah demektir. Kimse O'nun peygamberini peygamberlikten men edemez. Rahim, merhamet edici demektir. O, Peygamberi Muhammed'i esirgeyip Kur'an' ile, insanları hidâyete, doğru yola ve imana davet etmek için göndermiştir. 6 «Bunun hikmeti de ataları azab ile korkutulmamış, bu yüzden kendileri gaflet içinde kalmış olan bir kavmi korkutmandir.» Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, biz bu Kur'an'ı sana indirmemizin sebebi, ataları azab ile korkutulmamış, bu yüzden kendileri gaflet içinde kalmış olan bir kavmi korku îmandır.» Bu mânâya göre mâ ünzile deki mâ nefidir. Bazı tefsircilere göre bu âyetin mânâsı şudur: Yâ Muhammed, sen bu kavmi azab ile korkut, zira bunların ataları da korkutulmuş tu. Bunlar ataları korkutulduğu zaman kendileri gaflet içinde idiler. Mü’minlerin bundan alacakları ders, ölümü unutup dünyaya aldanmamahdırlar. Kim ölümü unutup dünyaya aldanırsa, sonu helaktir, perişanlıktır. Gerçek mü’min, dünya için âhiretini, âhîreti için de dünyasını terk etmeyen kimsedir. 7 «Yemin olsun ki, bunların çoğunun üzerine hüküm hak olmuştur. Artık bunlar iman etmezler.» iman etmeyenler üzerine and olsun ki, azab hak olmuştur. Çünkü Allahü teâlâ «izzetim ve Celâlim hakkı için and olsun ki, cehennemi cinlerden ve insanlardan iman etmeyip şeytana tâbi olanlarla dolduracağım» buyurmuştur. Bazılarına göre âyette geçen «kavlen' azab manasınadır. O zaman mânâ şöyle olur: Benim azabım cinlerden ve insanlardan çoğu üzerine vâcib oldu. Onlar Kur'an'ı ve Muhammed'i yalanlayıp, şeytana tâbi olmuşlardır. Bunun için onlara azab vâcib olmuştur. Şayet iman etmiş olsalardı, elbette kendilerine azab vâcib olmazdı. Mü’minlerin bundan alacağı ders şudur: Mü’min Kur'an'ın hükmüyle amel edecek, emir ve yasaklarına uyacak, içinde geçen kıssalardan ibret alacak, nasihatlarından öğütlenecek, haram ve helâle dikkat edecek, Peygamber ahlâkiyle ahlâklanacak ve onun yolundan gidecektir. İşte o zaman iman meyvesini verecektir, insan huzura kavuşacaktır. Mü’minin söylediği ile yaptığı birbirine muhalif olursa, o zaman iman meyve vermemiş, mü’minde münafıklık alâmeti belirmiş olur. 8 «Boyunlarına, çenelerine kadar varan demir halkalar geçirmişizdir. Şimdi bunlar, kafaları ve burunları yukarı kaldırılmış haldedirler.» İmam-ı Mukatil'e göre bu âyetin nüzul sebebi şudur: Ebû Cehil, «Muhammed'i yalnız görürsem basma bir taş vurup öldüreceğim» diye yemin eder ve onu takibe başlar. Peygamberimizin bir gün yalnız başına namaz kıldığını görür, eline bir taş alır, başına vurmak için yanına gelir, secdeye gittiği zaman taşı başına vurmak ister. Fakat taş eline yapışır, bir türlü taşı elinden koparamaz. Bu şekilde arkadaşlarının yanına döner, arkadaşları taşı elinden güçlükle koparırlar. Yine bir gün Beni Muğire kabilesinden bir kişi Peygamberimizi öldürmek için gelir. Tam onun yanına geldiği zaman Allahü teâlâ iki gözünü kör eder. Peygamber'in sesini duyar, fakat onu göremez, çaresiz kalır. Kavmine dönmek ister, ama yol bulup gidemez, sonra elinden tutup kavmine götürürler. Yüce Halik, bu iki kâfiri elleri boyunlarına bağlı olanlara teşbih etmiştir. Çünkü onlar hiçbir hayra yaklaşmazlar, işlemezler, daima şerre koşarlar ve onu yaparlar. Nitekim âyette: “ Biz bunların ellerini boyunlarına demirledik» buyurulmuştur. Âyette her ne kadar el zikredilmemiş ise de, boyuna demir halkanın takılması, elin varlığına işarettir. El olmadan boyuna bir şey takılmaz. Âyetteki: «İki elleri çenelerinin altına demirlenip, şimdi onlar, kafalarını ve burunlarını yukarı kaldırmış haldedirler.» Onlar asla imana, hidâyete, hayra yaklaşmazlar. Çünkü elleri, ayakları bağlanmıştır. Mü’minler bundan ibret alıp her zaman imanlarını tazeleyecekler. Allah ve Resulüne isyandan kaçınacaklar, hayra koşacaklar, iyilikte yarışacaklar, zekâtlarını verecekler, ibadetlerini yapacaklar, helâle ve harama dikkat edecekler, Allah yolunda tasadduktan geri durmayacaklardır, böylece elleri boyunlarına bağlı olanlara benzemeyeceklerdir. Bu sıfatlarla muttasıf olanlar Allah'ın zannettiği insanlardır. 9 «Önlerine ve arkalarına sed çekmişizdir. Gözlerini perdelediğimizden artık görmezler.» Hâlik-ı Zülcelâl, kâfirlerin önlerine ve arkalarına sed çekmiştir. Onlar hakkı görüp iman ederek hidâyete eremezler. Onlar tıpkı yolunu göremeyen körler gibidir. Gidecekleri yolu göremezler. Kâfirler de böyledir. Onlar da hak yolu, doğru yolu, hidâyet yolunu, kurtuluş yolunu, saadet yolunu bulmazlar. Haktan uzaklaşıp helak olurlar. Bu yüzden de Allah onları hidâyete ermekten uzaklaştırmıştır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Önlerine ve arkalarına sed çekmişizdir. Gözlerini perdelediğimizden artık görmezler.» Mü’minler, bundan ibret alıp Allah ve Resulünün yolundan ayrılmamaları gerekir. 10 «Onları ister korkutmuşsun, ister korkutmamışsın onlarca birdir. İman etmezler.» Yüce Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: -Yâ Muhammed, sen kâfirleri ister korkut, ister korkutma onlarca birdir. İmana gelmezler.» Çünkü onların kalbleri mühürlenmiştir. Peygamber'in davetini işitmezler, hakkı görmezler ve kabul etmezler. İman etmedikleri gibi, iman edenlere de mani olurlar. Küfürde ısrar ederler, bunun için de Allah'ın azabıyla korkutulması ve korkutulmaması kendileri hakkında bir şey değiştirmez. 11 «Sen ancak, Kur'an'a uyan ve görülmediği halde Rahmân'dan korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte sen onu hem bir mağfiret, hem çok şerefli bir mükâfatla müjdele.» Allahü teâlâ, her kavme uyarıcı bir peygamber göndermiştir. Peygamberler kavimlerini imana, ibadete davet etmiştir. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) de uyarıcı olarak bütün insanlığa gönderilmiştir. O, insanları imana davet etmiş, içlerinden bir kısmı bu davete icabet etmiş, bir kısmı ise davete icabet etmeyerek onu yalanlamışlardır. O, kavminin kendisini yalanlamasına çok üzülür. Yüce Halik, sevgili Peygamberini teselli için ona şöyle buyurur: -Yâ Muhammed, sen ancak, Kur'an'a uyan ve görülmediği halde Rahmân'dan korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte sen onu hem bir mağfiret, hem çok şerefli bir mükafatla müjdele.» İşte ilâhi mükâfata nail olacak olanlar peygamberlerin davetine uyup, Rahmân'dan korkanlardır. İlâhî mükâfata nail olmak isteyenler Allah'ın emirlerine itaat edip, yasaklarından sakınmalı, Peygamber'in yolundan gitmeli, Kur'an'ın emir ve yasaklarına uymalı, haramdan sakınmalı, ibadete devam etmelidir. Mü’min daima ümit ile korku arasında bulunmalıdır. Hiçbir zaman kendisinin cennetlik olduğunu veya cehennemlik olduğunu söyleyemez. Çünkü kimin cennetlik ve cehennemlik olduğunu ancak Allah bilir. 12 «Şüphesiz ölüleri dirilten, işlediklerini ve eserlerini yazıp tesbit eden biziz. Her şeyi apaçık bir kitapta saymışızdır.» Allahü teâlâ, kıyamet günü ölüleri diriltir, onlara dünyada yaptıklarını bir bir haber verir. Çünkü onların dünyada yapmış oldukları bütün işlerini ve eserlerini apaçık bir kitapta yazıp tesbit edip saymıştır, insanın sağında ve solunda iki melek vardır. Sağındakiler yapmış olduğu iyilikleri ve sâlih amelleri yazar, solundaki de yapmış olduğu kötülükleri yazar. Yüce Halik kıyamet günü: Oku kitabını, bugün sana karşı, iyi hesap görücü olarak kendi nefsin yeter.» buyurduğu zaman her şey meydana çıkacaktır. Şayet bir insan bir hayır yolu açarsa, o yolda gidenlerin ve amel edenlerin mükâfatı kadar Allahü teâlâ o yolu açana mükâfat ve sevap yazar. Nitekim Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): «Her kim sünnete uygun bir hayır yolu açarsa o yola uyanların yapmış olduğu amellerin sevabı kadar sevap alır. Kim de sünnete muhalif bir ser yolu açarsa o yola uyanların yaptıkları amellerin karşılığı kadar o yolu açana da günah yazılır.» buyurmuştur. Ayette geçen (......) mânâsı budur. İmam-ı Mücahid'e göre (......) mânâsı, -biz bunların adımlarını yazarızdır. Nitekim Mesrûk (radıyallahü anh), Peygamberimizden şöyle rivayet etmiştir: «Kul adımını attığı zaman ona ya bir sevap veya bir günah yazılıdır. Şayet hayra giderse sevap, şerre giderse günah yazılır.- Şu olay da bunun isbatıdır. Beni Seleme kabilesinin oturduğu mahalle Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın mescidine uzaktı. Onlar beş vakitte mescide gelmekte zorluk çekiyorlardı. Bu yüzden evlerini satıp mescide yakm bir yere gelmeye karar vermişlerdir. Peygamberimiz onları bu işten men ederek şöyle buyurmuştur: -Evlerinizi terk etmeyin, onlara sahip olun. Sizin her adımınıza bir sevap yazılmaktadır. Adımınız ne kadar çok olursa o kadar sevabınız artar» buyurmuştur. Zira Yüce Allah kullarının yapmış olduğu bütün amelleri muhafaza eder. Bunu şöyle beyan ediyor: «Şüphesiz ölüleri dirilten, işledilkerini ve eserlerini yazıp tesbit eden biziz. Her şeyi apaçık bir kitapta saymısızdır.» Kıyamet günü herkese amelinin kargılığı verilecektir. 13 «İnsanlara, o şehir sahiplerini misal getir. Hani oraya elçiler gelmişti.» Yüce Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: -Yâ Muhammed, insanlara o şehir sahiplerini (Antakya) misal getir. Hani oraya elçiler gelmişti.» Hazret-i İsa, havarilerine kendisinden sonra herbirisinin bir şehre gidip halkı imana davet etmelerini söyleyerek kendilerine dua etmiştir. Allahü teâlâ da onların her birine peygamberler mucizesi gibi mucize vermiştir. O havarilerden ikisi Antakya şehrine giderler ve halkı imana davet ederler. 14 «Onlara iki elçi göndermiştik. Onu yalanladıkları için üçüncü biriyle desteklemiştik. Onlar 'biz, size gönderildik' demişlerdi.» Yüce Halik, putperest olan Antakya halkına Terman ile Tâlus'u elçi olarak göndermiştir. Onlar Antakya'ya gelip halkı imana davet ederek «ey insanlar, siz putlara tapıp şeytana ibadet etmeyin. Allah'a ibadet edin, O'ndan başka ibadete lâyık yoktur» demişlerdir. Halk onların davetini kabul etmeyerek, kendilerini yalanlamışlar ve yakalayıp krallarına götürmüşlerdir. Onlar kralın yanına girince putları görmüşler ve «sizin taptığınız şu putlar bâtıldır. Onları asla ma'bûd edinmeyiniz. Sizin Ma'bûdunuz yerleri, gökleri yaratan ve her şeye sahip olan Allah'tır. O'ndan başka ma'bûdunuz yoktur. Kim O'ndan başka ma'bûd edinip ibadet ederse yeri cehennemdir» demişlerdir. Kral onların böyle konuştuklarını görünce gadaba gelir, ikisini de sopa ile döver ve zindana attırır. Bunlar zindana atılınca Hâlik-ı Mutlak, o kasaba halkına Şemun'u gönderir. Şemun Antakya'ya gelir, onların zindana atıldığını öğrenir ve hemen bulundukları yere gelir. Zindanın bekçisinden onlara yemek vereceğini söyleyerek izin ister ve yanlarına girer. Karınlarını doyurduktan sonra «ben sizi kurtarmak için geldim. Siz işe yanlış başladınız, onların size itaat edip etmeyeceğini hesap etmediniz, önce onları yumuşaklıkla davet edecektiniz. Siz ise korkutarak davet ettiniz. Sizin durumunuz şu kadının durumuna benzer: Genç yaşında çocuğu olmayan, yaşlandığı zaman bir oğlu olan ve hemen onun bir anda büyümesini isteyen, büyümesi için de onu aşırı şekilde yediren, fakat çocuk bakımını bilmediği için boğup öldüren kadın gibidir. Siz de, o kadın gibi acele ettiniz, krala geldiniz, davet vakti olmadan, hemen onu imana davet ettiniz ve başınıza belâ getirdiniz.» der. Sonra yanlarından ayrılır, puthaneye gelip oturur. Halkın gelmesini bekler. Halk puthansye gelip ibadet etmeye başlar, Şemun da gönlünü Allah'a yönelterek secdeye kapanır. Halk Şemun'u kendilerinden zannederler. Birkaç gün böyle devam eder, sonunda halk Şemun'un kendilerinden olmadığını anlarlar ve durumu krallarına bildirirler. Kralları, Şemun'u huzuruna davet eder, o da gider. Kral hangi milletten olduğunu sorar, o da, İsrailoğullarmdan olduğunu, onların- işlerini organizs ettiğini, hepsi öldüğü için kendilerine sığındığını söyler. Bunun üzerine kral ona bir kaç mes'ele sorar, hepsinden olumlu cevap alır, sonra onu yakınlarının arasına alır. Bir müddet geçtikten sonra Şemun, krala cezaevindekileri hatırlatır ve «ey kral, uzun zamandan beri iki kişinin hapiste olduğunu öğrendim. Onlar seni başka bir Hâna tapmaya davet etmişler. Onları getirseniz de ne demek istediklerini ben de öğrensem ve senin tarafından onlarla bu hususta mücadele yapsam- der. Bunun üzerine kral iki kişiyi getirtir. Şemun bunların kim olduğunu tanımamazlıktan gelir ve «sizin ilâhınızın kim olduğunu bana söyleyin.» der. Onlar da «bizim ilâhımız dilsizleri konuşturur, sağırları işittirir, alaca hastalığa yakalananları iyi eder» derler. Bunun üzerine Şemun -körleri nasıl gördüreceksiniz gösterin bakalım» der. Sonra bunların huzuruna bir âmâ getirirler, onlar dua ederler, Allahü teâlâ dualarını kabul eder ve anadan doğma kör olan zat görmeye başlar. Bu defa Şemun «ben de âmâları gördürürüm» der ve bîr kör çağırır, gizli dua eder o da görmeye başlar. Şemun onlara -ben de, sizin gibi görmeyeni gördürdüm. Bu bakımdan sizin benden hiçbir farkınız yok» der. Sonra bir alacalı hastayı getirmesini isterler, bunlar onu da iyi ederler. Şemun da aynı şekilde bir alacalı hastayı iyi eder. Yine onlara «sizin benden bunda da bir üstünlüğünüz yok, der. Başka yapacağınız bir şey var mı?» diye sorarlar. Onlar da «bizim Rabbimiz ölüleri diriltir, dirileri de öldürür- derler. Bu defa Şemun «benim buna gücüm yetmez. Ey kral, putları getirelim, belki onlar öldürmeye ve diriltmeye muktedir olurlar. Eğer buna muktedir olurlarsa üstünlük sende kalır bunlara mağlûp olmazsın» der. Kral «putlar ne körleri gördürür, ne sağırları işittirir, ne alacalıları iyi eder, ne de ölüleri diriltir. Onlar cansız şeylerdir, hiçbir şeye malik değillerdir' der. Şemun -ey padişah, bunlara sor, o söyledikleri şeye güçleri yeter mi bakalım' der. Padişah da «madem ki sizin Rabbiniz, ölüleri diriltiyor, bizim bir ölümüz var, öleli yedi gün oldu, babası tarlasına ekin ekmeye gittiği için yedi gündür onu defnetmediler, babasını bekliyorlar. Haydin bakalım, onu diriltin de sizi görelim, der. Sonra ölüyü getirirler. Bunlar aşikâr dua ederler, Şemun da gizli dua eder, ölü dirilir. Bunun üzerine Şemun «şahitlik ederim ki, bunların söylediklerinin hepsi doğrudur. Ma'bûdları haktır» der. Padişah ve adamları Şemun'un da onlardan olduğunu anlarlar ve her üçünü de öldürürler. Bunlar öldürüldükten sonra, ölünün babası Habibinneccar gelir, oğlunun dirildiğini görünce iman eder, kral onu da öldürtür. Antakya halkı Allah'ın elçilerine bu işi yapınca Yüce Allah üzerlerine Cebrail'i gönderir. Cebrail gelip onlara bir sayha atınca hepsi bîr anda helak olur. Böylece inkarcılar ve zalimler cezalarını görürler. Hâlik-ı Zülcelâl, bunu şöyle beyan ediyor: «Onlara iki elçi göndermiştik. Onu yalanladıkları için üçüncü biriyie desteklenmiştik. Onlar 'biz, size gönderildik' demişlerdi.- Onlar bu elçilerin davetini kabul etmeyerek yalanlamışlardı. 15 «Onlar: 'Siz, dediler, bizim gibi insandan başka değilsiniz. Rahman da bir şey indirmemiştir. Sadece yalan söylüyorsunuz' demişlerdi.» Putperest olan Antakyalılar kendilerine gelen elçilere şöyle demişlerdir: «Siz, bizim gibi birer insansınız. Rahman da size bir şey indirmemiş ve insanlardan peygamber de göndermemiştir. Sizi İsa kendiliğinden bize göndermiştir. Siz peygamber değilsiniz, yalan söylüyorsunuz.» Böylece kendilerine gelen elçileri yalanlamışlardır. Onlar da, kendilerini yalanlayanlara şu cevabı vermiştir. 16 «Elçiler de şöyle dediler! Rabbimiz biliyor ki, biz hakikaten size gönderilmiş elçileriz.» Elçiler Antakya halkına: «Bizi, size gönderenin İsa olmadığını Rabbimiz biliyor. Bizi, size O gönderdi. Biz, O'nun elçileriyiz- demişlerdir. Sonra şöyle devam etmişlerdir. 17 «Bize düşen, apaçık tebliğden başkası değildir.» Ey insanlar, bizim görevimiz Allah'ın emirlerini size tebliğ etmektir. Sizin bizi yalanlamanızdan bize bir zarar olmaz. Bize düşen sizi imana davet etmektir, imana getirmek değildir. Gönüllerinizi imana döndürecek olan Allah'tır. Çünkü biz O'nun elçileriyiz.» 18 «Onlar dedilers Doğrusu sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer vazgeçmezseniz, and olsun ki sizi taşlayacağız ve bizden size can yakıcı bir azab dokunacaktır.» Antakya halkı, kendilerine gelen elçilerin davetini kabul etmeyerek onları yalanlamışlar, azgınlıklarını, sapıklıklarını ve zulümlerini daha da artırmışlardır. Bu yüzden memleketlerinde yokluk, kıtlık, huzursuzluk baş göstermiş, yağmur yağmaz olmuş, ekinleri, meyveleri, otlaklıkları, meyve bahçeleri ve suları kurumuştur. Onlar, bunları kendi kötülüklerinin cezası olarak görmemişler, kendilerine gelen elçileri uğursuzlukla itham ederek şöyle demişlerdir: -Doğrusu sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer vazgeçmezseniz, and olsun ki sizi taşlayacağız ve bizden size can yakıcı bir azab dokunacaktır.» Elçiler de onlara su cevabı vermiştir. 19 «Elçiler: 'Uğursuzluğunuz kendinizdendir. Bu uğursuzluk size öğüt verüdiği için mi? Hayır, siz aşırı giden bir milletsiniz' demişlerdi.» Antakya halkı elçilere siz, bize uğursuzluk getirdiniz deyince, onlar da şöyle cevap vermişlerdir: -Uğursuzluğunuz kendinizdendir. Bu uğursuzluk size öğüt verdiğimiz için değildir. Siz aşın giden bir millet olduğunuzdan dolayı bu uğursuzluk başınıza gelmiştir. Çünkü siz Allah'a ortak koşup, elçilerinin davetini kabul etmiyorsunuz.» Her milletin, toplumun, ailenin basma gelen musibetler kendi amellerinin cezasıdır. 20 «Şehrin öbür ucundan koşarak bir adam gelmiş ve şöyle demişti: Ey milletim, gönderilen elçilere uyun.» 21 «Uyun sizden hiçbir ücret istemeyen o kimselere, onlar hidayete ermişlerdir.» Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak gelir ve kavmine şöyle der: «Ey milletim, sizden hiçbir ücret istemeyen bu elçilere uyun. Onlar, sizi Allah'a ibadete davet ediyor ve buna mukabil sizden de hiçbir ücret talep etmiyor. Onlar hidâyete ermiş insanlardır, uyun onlara.» Kavmini elçilerin davetine uymaya çağıran zatm Habibin-neccar olduğu rivayet edilmiştir. Bazılarına göre kavminin elçileri öldüreceklerini öğrenince koşarak onları bu işten men etmeye gelir. Çünkü o, oğlunun elçilerin duasıyle dirildiğini görünce hemen iman etmişti. Fakat kavmi onun sözlerini dinlemez. Kendisinin de onların dinine girdiğini öğrenirler ve «ey Neccar, sen de mi onların dinine girdin» derler. Neccar da onlara şu cevabı verir. 22 «Beni yaratana ne diye kulluk etmeyeyim? Siz de O'na döneceksiniz.» Neccar da onlara şu cevabı verir: 'Ey kavmim, beni yoktan yaratana neden kulluk etmeyeyim? Siz de öldükten sonra O'na döndürüleceksiniz. Şimdiden O'na dönün.- Bunun üzerine kavmi de ona şöyle der: «Ey Neccar, gel sen atalarının dinini terk etme, ona dön, dininden ayrılma, bunların dinini bırak.» Onun da kavmine cevabı şu olur. 23 «Ben Ondan başka tanrüar edinir miyim? Efeer Rahman olan Allah bana bir zarar vermek isterse, o tanrıların şefaati bana fayda vermez, beni kurtaramazlar.» Neccar'a, kavmi -atalarının dinine dön, onların dinini terk et» deyince, o da onlara şöyle cevap verir: 'Ben Allah'tan başka tanrılar edinir miyim? Eğer Rahman olan Allah bana bir zarar vermek isterse, o putların şefaati bana fayda vermez, beni O'nun azabından kurtarmaz. Onların hiçbir şeye gücü de yetmez, siz onların neyine tapıyorsunuz?» 24 «Doğrusu o takdirde apaçık bir sapıklık içinde olurum..» Kavmi, Neccar'ın tekrar babalarının dinine dönmesini isteyince o göyle cevap verir: «Şayet ben yine eskisi gibi sizin dininize döner, putlara taparsam, o zaman apaçık bir sapıklık içinde olurum. Şüphesiz ben Rabbinize inandım.» 25 «Şüphesiz ben Rabbinize inandım, iman ettim. İşte bunu benden duyun.» Ey kavmim, ben sizin Rabbinize iman ettim. Sizi yoktan var eden ve rızıklandıran O'dur. Bunu benden işitin ve siz de benim gibi, sizi yaratan Rabbinize iman edin. O'ndan başka ma'bûd yoktur.» İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın rivayetine göre kavmi, Neccar'dan bu sözleri işitince onu bir kuyuya atarlar. İmam-ı Katade'nin rivayetine göre, kavmi onu taşla öldürür. Kavmi, kendisini taşlarken onlar için Rabbine şöyle dua ve niyaz eder; «Ey Rabbim, bu kavme hidâyet ver. Onlar, bu işi bilmedikleri için beni öldürüyorlar.» Mukatil'e göre, kavmi Neccar'ı ayaklar altında ezerler, sonra kuyuya atarlar Üç elçiyi de böyle öldürürler. Neccar ruhunu teslim ederken Allahü teâlâ ona cennetteki makamını gösterir. O, kavminin imana gelmesini arzu ederek şöyle der. 26 «Ona 'cennete gir' denince, 'keşke milletim Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikrama mazhar olanlardan kıldığını bilseydi' demişti.» 27 «Ona 'cennete gir' denince, 'keşke milletim Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikrama mazhar olanlardan kıldığını bilseydi' demişti.» Neccar ruhunu teslim ederken, cennetteki makamı kendisine gösterilince şöyle demiştir: «Keşke kavmim, Rabbimin beni nasıl bağışlayıp mükâfatlandırdığını bilseydi, onlar da elçilere iman edip bu saadete ererlerdi.» Kavmi, kendisini öldürdüğü halde onlara yine hayır duada bulunmuştur. Mü’min bundan ibret alıp her zaman mü'min kardeşlerinin hidâyeti için dua etmeli, bedduadan sakınmalıdır. Bilhassa anne ve baba çocukları için daima hayır dua etmelidir. Hiçbir zaman onlara beddua etmemelidir. 28 «Ondan sonra milleti üzerine gökten bir ordu indirmedik. Zaten indirecek de değildik.» Allahü teâlâ, kavmi Neccar'ı öldürdükten sonra onların üzerine gökten bir ordu göndermemiştir, gönderecek de değildir. Sadece onları helak etmek için üzerlerine Cebrail'i göndermiştir. Cebrail'in bir sayhasıyle hepsi helak olup gitmiştir. 29 «Sadece tek bir çığlık. O kadar, hemen sönüp gittiler.» Hâlik-ı Zülcelâl, elçilerini ve Neccar'ı öldürenlerin üzerine gökten bir melek ordusu indirmemiştir. Onları cezalandırmak için sadece Cebrail'i göndermiştir. O gelip onlara bir çığlık atmıştır. O çığlıkla hepsi oldukları yerde donakalıp helak olmuşlardır. İşte inkarcıların akıbeti budur. 30 «Kendilerine gelen elçileri alaya alan toplumlara, milletlere yazıklar olsun.» Onlar kıyamet günü başlarına gelecek olan azabı gördükeri zaman «keşke bize gelen elçilere, peygamberlere iman etseydik de, şimdi bu azaba uğramasaydık» diyecekler ve dünyada yaptıklarına pişman olacaklardır. Fakat bu pişmanlıkları kendilerine asla fayda vermeyecektir. Allahü teâlâ Antakya kıssasını Peygamberine kavminin ibret alması için haber vermiştir. Onlar bundan ibret alıp peygamberlerinin davetine uysunlar ve böylece helak olmaktan kurtulsunlar. 31 «Kendilerinden önce nice nesilleri yok ettiğimizi, onların bir daha kendilerine dönmediklerini görmezler mi?» Allahü teâlâ'nın nice nesilleri inkâr ve küfürleri yüzünden helak ettiğini ve onların bir daha dönmediklerini kâfirler görmezler mi? Hiç kimse onları helak olmaktan kurtaramamıştır. Yüce Hâl)k, sevgili Peygamberine bunu şöyle beyan ediyor: «Yâ Muhammed senin kavmin kendilerinden önce nice nesilleri yokettiğimizi, onların bir daha kendilerine dönmediklerini görmezler mi?» Şayet görmüş olsalardı elbette kendilerinden öncekilerin durumuna düşmezlerdi. 32 «Onların hepsi de huzurumuza getirileceklerdir.» Kıyamet günü bütün insanlar Allah'ın huzuruna getirilecekler ve hesaba çekileceklerdir. Herkese dünyada yaptığının karşılığı verilecek, o gün kimseye haksızlık yapılmayacaktır. 33 «İşte onlara bir delili ölü yeri diriltir ve oradan taneler çıkarırız da ondan yerler.» Allahü teâlâ'nın, birliğinin delillerinden birisi de ölü yerleri diriltip oradan çeşit çeşit meyveler, mahsuller, bitkiler, taneler çıkarır da insanlar da onları yerler. Bütün bunların ölü araziden çıkması Allah'ın kudretinin eseridir. Allah her şeye kadirdir. 34 «Orada hurmalıklar ve üzüm bağları var ederiz, aralarında pınarlar fışkırtırız.» 35 «O mahsulden ve elleriyle yaptıklarından yemeleri için. Hâlâ şükretmeyecekler mi?» Allahü teâlâ yeryüzünde insanların istifade etmeleri için çeşit çeşit meyveler, bağlar, bahçeler, hurmalıklar, üzüm bağları, meralar, ormanlar var eder aralarında pınarlar fışkırtıp, nehirler akıtır. Bu mahsullerden ve elleriyle yetiştirdikleri meyvelerden yesinler ve şükretsinler diye Allahü teâlâ kullarına bütün nimetlerini ihsan etmiştir. İnsanlar hâlâ şükretmeyecekler mi? Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor; -Orada hurmalıklar ve üzüm bağları var ederiz, aralarında pınarlar fışkırtırız. O mahsulden ve elleriyle yaptıklarından yenikleri için. Hâlâ şükretmeyecekler mi?» 36 «Yerin yetiştirdiklerinden, kendilerinden ve daha bilmediklerinden çift çift yaratan Allah münezzehtir.» Ey insanlar, sizi yoktan var eden ve sizin için çeşit çeşit bitkiler, sebzeler, meyveler, rengârenk çiçekler, mahsuller, otlaklar, ormanlar, meralar yaratıp, bunlar arasından ırmaklar fışkırtıp sular akıtan Allah, bütün noksan sıfatlardan münezzehtir. Yeryüzünü süsleyen bu varlıklar Allah'ın varlığına, birliğine delildir. Çünkü her şeyi yaratan, var eden O'dur. 37 «Onlara bir delil de gecedîn Gündüzü ondan sıyırıp çıkarırız d» karanlıkta kahverirler.» Allahü teâlâ’nın varlığına ve birliğine delâlet eden delillerden biri de gecedir. Yüce Halik, geceyi insanların istirahatlerini te’ınin, gündüzü de ma'isetlerini kazanmak için yaratmıştır. Gündüzü geceden çıkarıp alınca, gecenin karanlığı kâinatı kaplar ve her yer kararır. «Gündüzü ondan sıyırıp çıkarırız da karanlıkta kalıverirler- buyuruyor. Gündüzün gelip gecenin bitmesi, gecenin gelip gündüzün gitmesi tesadüfi değildir. Allah'ın kudretinin eseridir. Onları bu şekilde plânlayan O'dur. Göklerde ve yerde olan her şey Allah'ın birliğine ve kudretine delâlet eder. 38 «Güneş de kendi yörüngesinde yürüyüp gitmektedir..Bu, aziz ve alîm olan Allah'ın takdiridir.» Güneş de kendi yörüngesinde yürüyüp gitmektedir. Müstakir, güneşin son menzilidir, oradan öteye geçemez. Güneş her gün aynı noktadan doğmaz, üçyüz altmış beş gün farklı yerlerden doğar. Bunun neticesi olarak da bazan gündüz uzun olur, bazan da gece uzun olur. Gündüzün uzayıp gecenin kısalması, gecenin uzayıp gündüzün kısalması, üçyüz altmış beş gün güneşin aynı noktadan doğmamasından' kaynaklanır. Güneşin kendi yörüngesinde akıp gitmesi, yaratıldığı günden bu yana kâinatı aydınlatması ve enerjisinin tükenmemesi hep Allah'ın kudretinin eseridir. Ebû Zer, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) 'den şöyle rivayet etmiştir: «Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile oturuyorduk, güneş battı. 'Yâ Ebâ Zer, bu günçşin şimdi nerede olduğunu biliyor musun?' dedi. Ben de “Allah ve Resulü bilir” dedim. O da ‘ınağripten dolanır, arşın altına gider, orada secdeye kapanır, tekrar doğması için Rabbinden izin ister, alınca doğar. Fakat kıyamete yakın doğudan doğması için izin verilmez, batıdan doğması için izin verilir ve batıdan doğar. Allahü teâlâ'nın 'güneş kendi yörüngesinde yürüyüp gitmektedir' buyurduğu işte budur'.» Güneş, ay ve yıldızlar ve bütün gezegenler aziz ve alîm olan Allah'ın takdiriyle kendi yörüngelerinde akıp giderler, kıyamete kadar da akıp gideceklerdir. 39 «Ay için de sonunda kuru bir hurma dalına döneceği konaklar tayin etmişizdir.» Yüce Halik, aya da menziller tayin etmiş, o tayin edilen menzillerde kıyamete kadar akar gider. Ay bazan hilâl şeklinde, bazan yarımküre, bazan da tam dolunay olur, bazan da görülmez olur. Bazılarına göre ay, yörüngesinde seyrini otuz günde tamamlar, bundan aylar meydana gelir. Güneş ise üçyüz altmış beş günde tamamlar, bundan da yıl meydana gelir. Bütün bunlar Allah'ın kudretinin eseridir. Her şey O'nun kudretiyle, dilemesiyle, tanzim ve takdiriyle olmaktadır. 40 «Ne güneşin aya erişip çatması, ne de gecenin gündüzü geçmiş olması gerekmez. Her biri bir yörüngede yüzerler.» Yüce Allah'ın kudret ve tanzimine bakınız. Ne güneş ayın yörüngesine girer, ne de ay güneşin yörüngesine girer. Bunların her biri kendilerine tahsis edilen mekânda akıp giderler. Hiçbiri diğerinin yörüngesine girmez. Şayet öyle bir durum olsaydı, o zaman denge bozulur, her şey alt üst olur. Bunların kendi yörüngelerinde yüzmesi, birinin diğerine müdâhale etmemesi, Allah'ın kudretinin eseridir, îkrime (radıyallahü anh) şöyle demiştir: «Güneşin ve ayın velayeti, hükmü ve saltanatı vardır. Güneşin velayeti ve saltanatı gündüzdür. Ayın hükmü ve saltanatı da gecedir. Güneşin gece, ayın da gündüz doğduğu vâki değildir. Her biri kendi saltanatında doğar, batar. Çünkü onlara öyle görev verilmiştir.» Yüce Halik, bunu şöyle beyan ediyor: «Ne güneşin aya erişip çatması, ne de gecenin gündüzü geçmiş olması gerekmez. Her biri bir yörüngede yüzerler.» 41 «Onlara bir delil de: Soylarını dolu gemiyle taşımamız» 42 «ve kendileri için bunun gibi daha nice binekler yaratmış olmamızdır..» Allahü teâlâ'nın varlığına, birliğine ve kudretine delâlet eden delillerden biri de Nûh (aleyhisselâm)'u ve iman edenleri gemi ile taşıyarak kâfirlerin zulmünden kurtarması, imam etmeyenleri ise inkar ve zulümleri yüzünden helak etmesidir. Nûh (aleyhisselâm) ilâhi emir gereği, bir gemi yapmış, iman edenleri gemiye bindirmiş ve her cins hayvandan da birer çift içeri almıştır. O, bu işlemi tamamladıktan sonra büyük bir tufan kopmuş, yeryüzünü su kaplamış, gemi yüzmeye başlamış, gemiye binenler kurtulmuş, kâfirler ise boğularak helak olup gitmiştir. Böylece iman edenler mükâfatını, etmeyenler de cezasını görmüştür, Hâlik-ı Zülcelâl bu gemiyi iman edenler içn bir kurtuluş vesilesi kılmıştır. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Onlara bir delil de: Soylarını dolu gemiyle taşımamız ve kendileri için bunun gibi daha n'ce binekler yaratmış olmamızdır.» Bu gemiler ihsanların yeryüzünün her köşesinde kolayca gezip dolaşmaları, ihtiyaçlarını gidermeleri, uzak mesafeleri daha kısa zamanda kat etmeleri için yaratılmıştır. Düşünebilenler için bunlarda ibret alınması gereken hikmetler vardır, İlâhî emir ile Nüh (aleyhisselâm)'un gemi yapması, kendisiyle beraber iman edenlerin içine binip kâfirlerden uzaklaşması, onların şerrinden ve zulmünden kurtulması, hem de kendisinden sonra gelen insanlara bu san'atı öğretip gemi yapmaya onları teşvik ederek Allah'ın âyetlerini açığa, çıkarmaktır. Her peygamber ayrı bir san'atın mucididir. 43 «Dilersek, onları suda boğarız. Ne kurtaran bulunur ve ne de kendileri kurtulabilirlerdi.» Ey insanlar, eğer Allahü teâlâ dileseydi, gemiyle beraber onları suya batırıp boğardı. Buna kimse mani olamazdı. Nitekim zaman zaman birçok gemiler suya gark olup içindekilerin birçoğu boğulmuştur. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Eğer dilersek, onları suda boğarız. Ne kurtaran bulunur ve ne de kendileri kurtulabilirler.» Hiç kimse Allah'ın afatından kurtulamaz, rahmetine de mani olamaz. 44 «Ama katımızdan bir rahmet ve bîr süreye kadar geçinme olarak onları geri bıraktık.» Yüce Halik, katından bir rahmet ve bir müddet dünyada, gezip tozmaları ve geçinmeleri için geri bırakmıştır. Muayyen bir müddet onları helak olmaktan kurtarmıştır. Aklı olanların bunlardan ibret alıp Allah'ın nimetlerine şükretmeleri gerekir. Çünkü her nimet şükrü gerektirir. Hâlik-ı Mutlak, bunu şöyle beyan ediyor: -Ama katımızdan bir rahmet ve bir süreye kadar geçinme olarak onları geri bıraktık.» Geri kalmaları kendi özelliklerinden değil, Allah'ın rahmetinin eseridir. Allah, kullarından dilediğine rahmet eder. 45 «Onlara: 'Önünüzdekinden de, arkanızdakinden de sakının, ta ki esirgerlesiniz' denildiği zaman yüz çevirirler.» İnsanlara, önünüzdeki âhiret azabından korkun, iman edip güzel amellerde bulunun, arkada bıraktığınız dünya malına da aldanıp gururlanmayın, o sizi Allah yolundan alıkoymasın. Böylece bağışlanıp azaba uğramaktan kurtulursunuz. Eğer iman edip sakınmazsanız, elîm bir azaba uğrarsınız. Fakat insanların çoğu bu davete uymayarak yüz çevirmişlerdir, işte onlar için elîm bir azab vardır. Yüce Halik onlara: «'önünüzdekinden de, arkanızdakinden de şakının, ta ki esirgenesiniz' denildiği zaman yüz çevirirler.» buyurmuştur, İmam-ı Mukatil'e göre, Allahü teâlâ'nın «önünüzdekinden korkun» buyurması, sizden öncekiler gibi isyan edip azaba uğramayın demektir, Arkanızdakinden de sakının demek, âhiret azabından korkun, olaki rahmet olunup azabtan kurtulursunuz. Fakat insanların çoğu buna itibar etmemiştir. 46 «Zaten Rabbinin ayetlerinden herhangi biri kendilerine geldiğinde ondan hep yüz çeviregelmişlerdir.» Allahü teâlâ'nın âyetlerinden herhangi biri onlara geldiği vakit hemen ondan yüz çevirirler. O âyetlerden bazıları ayın ikiye ayrılması, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in savaşta parmaklarından su akması, hurma kütüğünün dile gelip konuşması, Hendek muharebesinde bir parça arpa ekmeği ile bir keçi yavrusunun o kadar insanı doyurması. Hep bunlar Yüce Hâlik'ın Peygamberine vermiş olduğu âyetler ve mucizelerdir. Kâfirler bütün bunları görmelerine rağmen, iman etmeyip Peygamber'den yüz çevirmişlerdir. Hâlik-ı Mutlak bunu şöyle beyan ed'yor: «Zaten Rabbimin âyetlerinden herhangi biri kendilerine geldiğinde ondan hep yüz çeviregelmişlerdir.» 47 «Onlara: 'Allah'ın size verdiği rızıktan sarfedin' denince o küfredenler, iman edenlere: 'Allah dileseydi, O'nun yedireceği bir kimseyi biz mi yedirecekniişiz? Doğrusu siz apaçık bir sapıklıktasınız' derler.» Eu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Mü’minler, Mekkeli müşriklere «Allah için ayırdığınız mallarınızdan yoksullara, fakirlere yardım edin, tasâddukta bulunun» demişlerdi. Müşrikler ekinlerinden, koyunlarından, sığırlarından bir kısmını ayırıp -bunlar Allah için» derlerdi. Mü’minler, onlara «siz Allah için ayırdığını? mallardan fakirlere, yoksullara tasadduk edin» dedikleri zaman «Allah'ın yed'receği bir kimseyi biz mi yedirecekmişiz? Allah dileseydi, onları rızıklandırıp doyururdu. Bunu kudreti yeterken de rızıklandırmadı. Biz de O'na muvafakat ettik, fakirleri ve yoksulları rızıklandırıp, doyurmuyoruz. Allah yardım etmemiştir ki, biz de yardım etsek. Doğrusu siz apaçık bir sapıklıktasınız, atalarınızın dinini bırakıp Muhammed'in dinine girdiniz, fakir düştünüz ve bizim malımıza muhtaç oldunuz» demişlerdir. Kâfirler, bu sözleri müslümanlarla alay ederek şöyle söylemişlerdir. Aslında bunu bahane ederek fakirlere yardım etmemişlerdir. Halbuki Allahü teâlâ, kullarını denemek için nice insanları zengin, nice insanları da fakir kılmıştır. Şayet Allah katında dünyanın sivrisineğin kanadı kadar değeri olsaydı, kâfirlere bir içim su bile vermezdi. Halbuki dünyada herkese çalıştığının karşılığını vermiştir. Bu yüzden kimini zengin, kimini do fakir kılmıştır. Fakat kâfirler bu gerçeği anlamaktan çok uzaktırlar. Mü’minlere «doğrusu siz apaçık bir sapıklık içindesiniz» diyerek, kendilerinin ne büyük bir sapıklık içinde olduklarını bir defa daha ortaya koymuşlardır. 48 «Doğru sözlü iseniz bu vaad ne zamandır bildirin, derler.» Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) kâfirleri azab ile korkutunca, onlar alay ederek «doğru söylüyorsanız, bu söyledikleriniz ne zaman vuku bulacak, bize haber verin' demişlerdir. Onlar, kıyametin kopacağına, o gün bütün canlıların dirileceklerine inanmamışlardır. 49 «Onlar birbiriyle itişip dururlarken kendilerini yakalayacak bir tek çığlık beklerler.» Kâfirlerin, birbirlerine husumet duymak suretiyle alışveriş yaparken ansızın kendilerini bir çığlık yakalayacaktır. İbn Abbas (radıyallahü anh)'a göre, bu sayhadan maksat birinci sûrdur. Ona İsrafil üfürdüğü zaman, bütün canlılar bir anda oldukları yerde cansız alarak kalırlar. Hiçbir canlı hayatta kalmaz. Abdullah ibn Ömer de, kimse ne zaman sûra üfürüleceğini bilmez. Herkes işinin başındadır. Kimi yolda, kimi pazarda, kimi tarlasında, kimi alışverişindedir. Vallahi sûra üfürüldüğü zaman bütün canlılar oldukları yerde kalırlar.» Kıyametin ne zaman kopacağını Allahü teâlâ kimseye bild'rmamiştir. Onun zamanını ancak kendisi bilir. 50 «O zaman, artık ne vasiyet edebilirler ne de ailelerine dönebilirler.» Sûra üfürüldüğü zaman ne birbirlerine vasiyet edebilirler, ne de taşrada olanlar evlerine ailelerine dönebilirler. O anda herkes olduğu yere cansız yıkılıp kain-. İsrafil (aleyhisselâm) birinci sûra üfürdüğü zaman, bütün canlılar ölür, ikinci sûra üfürdüğü zaman ise tekrar dirilirler. 51 «Sûra üfleyince kabirlerinden kalkıp Rablerine doğru akın ederler.» «israfil ikinci kez sûra üfürünce bütün canlılar mezarlarından kalkıp Rablerinin huzuruna doğru koşarlar. Ve mahşer yerine toplanırlar, O zaman şöyle derler. 52 «Eyvah bize, uyuduğumuz yerden bizi kim kaldırdı? derler. Onlara: 'İşte Rahman olan Allah'ın vaadettiği budur, peygamberler doğru söylemişlerdir' denir.» Kıyamet günü ikinci sura üfürülünce bütün canlılar mezarlarından kalkarlar ve insanlar «dünyada bize haber verilip korkutulan gün gelmiştir' diyerek feryat ederler ve «-eyvah bize, uyuduğumuz yerden bizi kim kaldırdı?» derler. Onlar kabirde kaldıkları süreyi uykuda geçirdiklerini zannederler. Bunun için -uyuduğumuz yerden bizi kim kaldırdı?» derler. O zaman, dünyada amellerini yazan melekler kendilerine şöyle derler: «İşte Rahman olan Allah'ın vaadettiği budur. Peygamberler doğru söylemişlerdi. Fakat siz dünyada iken buna inanmadınız, şimdi gözünüzle gördünüz, azabınızı çekin.» O zamanki pişmanlık asla fayda vermeyecektir. Çünkü kıyamet günü tekrar dünyaya dönüş yoktur. 53 «Tek bir çığlık kopar, hepsi hemen huzurumuza getirilmiş olur.» Kıyamet günü sura üfürüldüğü zaman, hemen hepsi mahşer yerine Allah'ın huzuruna hesap vermek için toplanırlar. Kimae hesaba çekilmekten kurtulamaz. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Tek bir çığlık kopar, hepsi, hemen huzurumuza getirilmiş olur.» 54 «Artık bugün kimseye hiçbir haksızlıkta bulunulmaz. İşlediklerinizden başkasıyle karşılanmazsınız.» Kıyamet günü herkes dünyada yaptığı, amelin karşılığını alır, kimseye haksızlık yapılmaz. Dünyada sâlih amel işleyenler mükâfatını, kötü amel işleyenler de cezasını görür. Kimsenin zerre kadar ameli zayi olmaz. Aklı olanların bundan ibret alması gerekir. Allah katında yüksek derecelere ulaşmak isteyenler, sâlih amel işlesinler. İyi amel sahipleri hesaba çekilmeden cennete gideceklerdir. Kötü amel işleyenler ise cezalarını çekmek üzere cehenneme sevk edileceklerdir. O gün kimseye haksızlık yapılmayacaktır. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: -Artık- bugün kimseye hiçbir haksızlıkta bulunulmaz, işlediklerinizden başkasıyla karşılanmazsınız.» 55 «Doğrusu bugün, cennetlikler eğlenceyle meşguldürler.» Kıyamet günü cennetlikler, cehennemliklerden ayrılıp cennetlikler cennete, cehennemlikler de cehenneme sevk edilirler. Cennete girenler oradaki bütün nimetlerden istifade ederek eğlenirler. İmam-ı Mukatil ile İmam-ı Kelbî'ye göre cennet ehli perdeler içinde bakire hurilerle sohbet ederler. Cehennem ehlini unuturlar, cennet nimetlerinin zevkinden hiçbir şey hatırlamazlar. Zeyd ibn Erkam’ın Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'den rivayetine göre, Allahü teâlâ cennet ehlinin her birine yüz kişilik şehvet kuvveti verir. Yeme içmede de böyledirler. Ehl-i kitaptan birisi Peygamberimize gelip «ey Allah'ın Resûlü, bir kimse yer, içer de nasıl onun ihtiyacı olmaz?' der. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de şu cevabı verir: «Yedikleri ve içtikleri misk kokusu gibi bedenlerinden ter olarak süzülüp çıkar. Sonra karınları acıkır hiç yememiş gibi olur.» işte cennet ehli böyle mükâfatlandırılır. Bu, onların dünyada yaptıkları sâlih amellerin karşılığıdır. İman edip sâlih amel işleyenler Allah katında mükâfatını, iman etmeyenler de cezasını göreceklerdir. 56 «Onlar ve eşleri gölgeliklerde tahtlar üzerine kurulup yaslanmışlardır. » Cennet ehli ve eşleri gölgeliklerde kendileri için hazırlanmış tahtlar üzerine kurulup yaslanmışlardır. Onların eşleri huriler olup köşkler içinde kurulmuş tahtlar üzerinde otururlar. İstediklerini yerler içerler. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Onlar ve eşleri gölgeliklerde tahtlar üzerine kurulup yaslanmışlardır.» Bu, onlara Allah'ın lütfü ve ihsanıdır. 57 «Orada meyveler ve temenni ettikleri her şey onlarındır.» Cennet ehline çeşit çeşit meyveler ve temenni ettikleri her şey verilir. Arzu ettiklerini yerler içerler, Neyi isterlerse önlerine gelir. Bu, onların amellerinin karşılığıdır. 58 «Rahmeti çok geniş olan Rablerinden bir de selâm vardır.» Cennet ehline rahmeti bol olan Rablerinden bir de selâm vardır. Melekler onlara Allah'ın selâmını ulaştırırlar. Onlar huzur içinde cennette istedikleri yerde gezerler ve altlarından ırmaklar akan köşkler içinde otururlar. 59 «Allah şöyle buyurur: Ey günahkârlar, bugün siz ayrılın.» 60 «Ey Âdemoğulları, ben size şeytana tapmayın, o sizin için apaçık bir düşmandır.» 61 «Bana kulluk edin, bu doğru yoldur, diye bildirmedim mi?» Yüce Halik, kıyamet günü, kâfirleri ve günahkârları mü’minlerden ayırıp günahkârlara «Ey Âdemoğulları, ben size şeytana tapmayın, o sizin için apaçık bir düşmandır. Bana kulluk edin, bu doğru yoldur, diye bildirmedim mi?» diye buyuracaktır. Allahü teâlâ, göndermiş olduğu kitaplarda şeytanın, Âdemoğlunun en büyük düşmanı olduğunu bildirmiş ve ona tâbi olmamalarını emretmiştir. Kim ona tâbi olursa, Allah'tan uzaklaşıp şeytana dost olmuştur. Şeytana dost olup, yolundan gidenler için elim bir azab hazırlanmıştır. Çünkü o insanları Allah yolundan alıkoyup kendisine taptırmıştır. Ona tapanlar ise elbette elîm bir azaba uğrayacaklardır. İbn Abbas (radıyallahü anh) «bir kimseye tâbi olup dediklerini yapmak, yolundan gitmek, ona tapmaktır» demiştir. Demek ki şeytanın yolundan gitmek, onun istediği istikamette hareket etmek, ona tapmak demektir. 62 «Yemin olsun ki, o sizden nice nesilleri saptırmıştı. O vakit niye düşünmüyordunuz?» Şeytan Âdemoğullarından birçoğunu azdırıp Allah yolundan alıkoymuş, onları azaba ve felâkete sürüklemiştir. Çünkü o, insanların en büyük düşmanıdır. Ey insanlar, onun sizi saptırıp Allah yolundan alıkoymasını neden düşünmüyorsunuz? Şeytan sizden önce nice insanları azdırıp Allah yolundan sapıtmıştır. Bunlardan ihrot alıp neden Allah'ın dinine sarılıp şeytandan uzaklaşmıyorsunuz? Halbuki o, sizi felâkete sürükleyerek Allah'ın rahmetinden uzaklaştırıyor. Yüce Halik, bunu şöyle beyan ediyor: «Yemin olsun ki, o sizden nice nesilleri saptırmıştı, O vakit niye düşünmüyordunuz?» Şeytan, Âdemoğlunu kandırıp kendisi gibi Allah'ın rahmetinden uzaklaştırmak için kıyamete kadar mühlet istemişti. 63 «İşte bu, tehdit edilegeldiğiniz cehennemdir.» 64 «Küfür edişinize mukabil girin oraya.» Kıyamet günü kâfirlere «işte bu, tehdit edilegeldiğiniz cehennemdir, îmandan yüz çevirip âhireti inkâr ettiğiniz için şimdi ona girin. Bu, küfrünüzün karşılığıdır- denir. Kâfirler de ona girerler ve lâyık oldukları cezayı görürler, iman edenler mükâfatını, etmeyenler de cezasını göreceklerdir. 65 «O gün ağızlarının üstüne mühür basarız. Bizimle elleri konuşur, ayakları da yaptıklarına şahidlik eder.» Kıyamet günü kâfirlerin ağzına mühür vurulur, elleri ve ayaklan aleyhlerine şahidlik yapar. Dünyada yaptıklarını bîr bir haber verirler. Allahü teâlâ kıyamet günü her insana çocuklarını, hanımlarını, hısım akrabalarını, komşularını şahid tutar. Yaptıklarını bir bir haber verirler. Kâfirler, Allah'a ortak koşmadıklarını söylerler. İşte o zaman ağızlarına mühür vurulur, elleri ve ayaklan konuşturulur, bütün uzuvları kendi aleyhlerine şahidlik yapar. Bunu görünce «siz helak olasınız, ben sizi kurtarmak için çalışıyorum, halbuki siz kendi aleyhinizi şahidlik ediyorsunuz» der. Eller, ayaklar ve diğer azalar da «b'zim elimizden ne gelir? Allah bütün nesneleri konuşturuyor, bizi konuşturan da O'dur» derler. Hakiki mü’min bundan ibret alıp, nefsine «ey nefsim, yarın Allah'ın huzuruna çıktığın zaman bütün azaların senin lehine veya aleyhine şahidlik edeceklerdir. Âzalarının aleyhine şahidlik etmemeleri için şimdiden tedbirini al, Allah'ın emirlerine sarıl, yasaklarından sakın, asla isyan etme ve azalarını hayır yolda kullan ki, kıyamet günü senin lehine şehadette bulunsunlar. İşte o zaman saadete, rahmete, nimete kavuşur, Allah'ın huzurunda mahcup olmazsın. Herkes bundan ibret almalı ve ona göre amel etmelidir. 66 «Eğer dileseydik, onlan gözlerinin üzerinden silme kör yapardık da yol bulmaya çalışırlardı. Nasıl görebilirlerdi?» Şayet Allahü teâlâ dileseydi, kâfirlerin kalblerini küfür ve zulmetle kaplayıp kör ettiği gibi, gözlerini de silme kör ederdi de, yol bulmak için itişip kakışmaya başlarlardı. O durumda yollarını nasıl görebilirlerdi? Körler yollarını bulamadıkları gibi, kalbleri küfür ve zulmetle dolu olanlar da hidâyet yolunu asla bulamazlar. Hidâyet yollarını bulabilmeleri için, kalblerini kaplayan küfür perdesi yırtılacak, iman nuru ile aydınlanacaktır. İşte o zaman hidâyete ererler. Gözü kör olanlar başkalarının yardımıyle de olsa yollarını bulup hedeflerine ulaşabilirler. Kalbleri kör olanlar ise asla hidâyete ulaşamazlar. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Eğer dileseydik, onları gözlerinin üzerinden silme kör yapardık da yol bulmaya çalışırlardı. Nasıl görebilirlerdi?» 67 «Yine dileseydik, kendilerini oldukları yerde dondururduk da, ne ileri gidebilirler ve ne de geri dönebilirlerdi.» Eğer Allahü teâlâ dileseydi, kâfirlerin yüzlerini taşa çevirir, hepsini oldukları yerde dondurur bırakırdı. O zaman ne ileri gidebilirler ve ne de geri dönebilirlerdi. Cansız olarak bulundukları yerde taş gibi kalırlardı. Veya suratlarını domuz ve maymuna benzetirdi de oldukları yerde kalırlardı. Nitekim Mûsâ (aleyhisselâm) ile İsa (aleyhisselâm)'nın kavimlerini böyle yapmıştı. Küfredenleri taş gibi dondurmak veya suretlerini başka şekle sokmak Allahü teâlâ için çok kolaydır. Bunu şöyle beyan ediyor: «Yine dileseydik, kendilerini oldukları yerde dondururduk da, ne ileri gidebilirler ve ne de geri dönebilirlerdi.» 68 «Uzun ömürlü yaptığımızın hilkatini tersine çevirmiştedir. Akıllan ermiyor mu?» Yüce Halik, uzun ömür verdiği insanin yaşlandıkça güçlerini, kuvvetlerini ellerinden almış, onları tekrar çocukluk halindeki durumlarına çevirmiştir. Kimse buna mani olamamıştır. Çünkü bu, Allah'ın değişmeyen kanunudur. Kimse buna engel olamaz. İnsanların aklı buna ermiyor mu? ömürleri ne kadar uzun olursa olsun, sonunda yine Allah'a döndürüleceklerdir. Kimse ömrünün uzun olmasına, kuvvetine, gücüne, varlığına güvenmesin ve bunlarla öğünmesin; bunların hepsi geçicidir. İnsan ile gidecek olan, yaptığı amellerdir. İnsanlar hâlâ bu gerçekleri anlamayacaklar mı? Hani asırlarca saltanat sürenler, nerede (hâşâ) Allah'lık iddiasında bulunanlar, hepsi helak olup gitmediler mi? Şimdi onların yerlerinde baykuşlar ötmüyor mu? 69 «Biz ona şiir öğretmedik. Bu ona yaraşmaz da. Bu bir öğüt ve apaçık Kur'an'dan başka değildir.» Kâfirler, Kur'ân-ı Kerîm'e şiir, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e de şair demişlerdir. Allahü teâlâ bu âyeti inzal ederek onların iddialarını reddetmiş ve şöyle buyurmuştur: «Biz ona şiir öğretmedik. Bu ona yaraşmaz da. Bu bir öğüt ve apaçık Kur'an'dan başkası değildir. Muhammed, bizim felçimizdir. Okuduğu hakkı bâtıldan, helâli haramdan ayırdeden ve insanları hidâyete götüren Kur'an'dır.» Kur'an'a şiir diyenler, bunun bir benzerini getirsinler. Bugüne kadar bir benzerini getiremediler, bugünden sonra da getiremeyeceklerdir. Rivayete göre Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) hiçbir zaman şiir söylememiştir. Fakat bazı sözleri tertip itibariyle şiire benzemektedir. Meselâ: «Ben peygamberim, asla yalanım yoktur. Ben, Abdülmuttalib'in oğlu Abdullah'ın oğluyum.» Yine bir gün mübarek ayaklan taşa dokunur, parmağı kanamaya başlar, o zaman da şöyle der : Ancak bunlar şiir değil, sadece şiire benzerler. İmam-ı Katade (radıyallahü anh) şöyle rivayet eder: Âişe validemizden Peygamberimizin şiir söyleyip söylemediğini sordum. Şöyle cevap verdi: «Resûlüllah hiç şiir söylemedi, ancak bazan kardeşim Beni Kays'ın şiirlerini okurdu. Onları da tertip üzere okumazdı. Ebû Bekir 'Ey Allah'ın Resulü, bu beyt böyle değildir' dediği zaman 'ben şair değilim, bana lâyık da değildir' derdi» demiştir. Bu ifadeden şiir söylemenin tamamen yasak olduğu da anlaşılmamalıdır. İçinde şeriata aykırı ve şehveti körükleyecek sözler bulunursa o gibi şiirleri söylemek ve okumak haramdır.. Şayet insana öğüt veren ve İslâm'a sevkeden şiirler olursa, onları söylemek ve okumak mahzurlu değil aksine faydalıdır. Çünkü o gibi şiirlerde ders alınması gereken sözler vardır. Aklı olanların bunlardan ibret alarak, hangi şiirin günah, hangisinin günah olmadığına hükmetmelidir. 70 «Diri olan kimseyi uyarsın ve verilen söz de kâfirlerin aleyhine çıksın.» Hâlik-ı Mutlak, Kur'ân-ı Kerim'i, akl-ı selim sahiplerini uyarmak, imanı küfrü, hayrı şerri, iyiyi kötüyü, helâli haramı bildirmek ve kâfirler hakkındaki vaadinin hak olduğunu belirtmek için, sevgili Peygamberine indirmiştir, Allahü teâlâ yemin edip «peygamberlerime iman etmeyenlerle cehennemi doldururum» buyurmuştur. Ayetteki (......) kelimesinden maksat, canlı demektir. Fakat burada bahsededilen ruh taşıyan canlı demek değildir. Şayet öyle olsaydı kâfirler de, hayvanlar da ruh taşıyan canlılardandır, onların da bu Kuruba girmesi gerekirdi. Bundan maksat kalbleri diri olanlardır. İşte onlar Kur'an'ın nasihatini ve öğütlerini dinlerler, imanı kalblerine yerleştirirler, Allah'tan başkasına asla tapmazlar: Bu bakımd; Allahü teâlâ kâfirleri ölüye benzetmiştir. Çünkü onlar hakkı iş mezler, görmezler, söylemezler ve kalblerinde de hiçbir dirilik alameti yoktur ki, onunla hak bildiklerini kabul etsinler. Onlar tıp ölüler gibidirler, ölü ise işitmez, görmez, söylemez, düşünmez, hiç bir hareket göstermez. Aklı olanların bundan ibret alması gerek ilâhî daveti ancak diri kalbler duyarlar. 71 «Kudretimizle kendileri için hayvanlar yarattığımızı görmezler mi? Onlara sahip olmaktadırlar.» Ey insanlar, Allahü teâlâ'nın sizin için hayvanlar yarattığını görmediniz mi? Siz onların etlerinden, sütlerinden, yağlarından, derilerinden, yünlerinden istifade ediyorsunuz ve onlara maliksiniz Bunlar sizin için yaratılmış nimetlerdir. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: 'Kudretimizle kendileri için hayvanlar yarattığımızı görmezler mi? Onlara sahip olmaktadırlar.' 72 «Biz, onları kendilerine müsahhar kıldık. İşte binecekleri bunlardan, yiyecekleri bunlardandır.» Yüce Hâlik, hayvanları kullarının emrine vermiştir. Onlar hayvanların etlerinden, sütlerinden, yünlerinden, yağlarından, derilerinden istifade ektikleri gibi, binek olarak da kullanırlar, yüklerini taşıtırlar, çiftlerini sürdürürler. Bunların hepsi insanların istifadeleri için yaratılmıştır. Düşünebilenler için hikmetler vardır. 73 «Bunlarda kendileri için daha nice menfaatler ve Içtcekler vardır. Hâlâ şükretmezler mi?» Ey insanlar, bu hayvanlarda sizin için daha nice menfaatler ve içecekleriniz vardır. Siz hâlâ bunca nimetlerin sahibin» şükretmeyecek misiniz? Bütün bunlar sizin için yaratılmıştır. Her nimet şükrü gerektirir. Vüce Halik, bunu şöyle beyan ediyor: «Bunlarda kendileri için daha nice menfaatler ve içecekler vardır. Hâlâ şükretmezler mi?» 74 «Allah'ı bırakıp da, kendilerine yardımı dokunur diye, başka tanrılar edindiler.» Kâfirler, Allah'ı bırakıp da, kendilerine yardımı dokunur diye, başka tanrılar edinmişlerdir. Halbuki ma'bûd edindiklerinin ne kendilerine bir faydası dokunur ve ne de kendilerini Allah'ın azabından kurtarabilir. Bütün bu nimetlerin sahibi olan Allah'a, putlarını eş koşarlar. Halbuki putlar kendilerini Allah'tan uzaklaştırmadan başka bir işe yaramaz. O küfredenler hâlâ bundan ibret almayacaklar mı? 75 «Oysa onlar yardım edemezler, ancak Kendileri o tanrılara koruyuculuk için nöbet beklerler.» Kâfirlerin tapmış oldukları putlar kendilerini Allah'ın azabından asla koruyamazlar. Çünkü onların hiçbir şeye güçleri yetmez, sadece putlarına bekçilik yaparlar. Putları, onları ne var edebilir, ne yok edebilir, ne kendilerini rızıklandınr, ne de koruyabilir. Bütün bunları yapan Allah'tır. Bütün bunlara rağmen Allah'ı bırakıp putlara taparlar. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Oysa onlar vardım edemezler, ancak kendileri o tanrılara koruyuculuk için nöbet beklerler.» 76 «O halde bunların sözü seni üzmesin. Biz onların gizlediklerini ite, açığa vurduklarını da şüphesiz biliriz.» Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, kâfirlerin seni yalanlamalarına üzülme. Biz onların senin hakkında gizlediklerini de, açığa vurduklarını da biliriz. Ve onlardan intikamımızı alırız.» Kâfirlerin, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında besledikleri kini de, açığa vurduklarını da Allah bilir. O'nun bilgisinden hiçbir şey gizli kalmaz. Ve onlardan intikamını alır. Yüce Allah bu âyeti, Peygamberini teselli için inzal buyurmuştur. 77 «İnsan kendisini bir nutfeden yarattığımızı görmez mi ki, hemen apaçık bir hasım kesilir» 78 «ve kendi yaratılışını unutur da: 'Bu çürümüş kemiklere kim can verecekmiş' diyerek, bize misal vermeye kalkar?» Ey insanlar, Allahü teâlâ'nın sizi bir nutfeden yarattığını görmez misiniz? Buna rağmen O'na apaçık bir düşman kesilirsiniz ve kendi yaratılışınızı unutursunuz da: «Bu çürümüş kemiklere kim can verecekmiş, bunlar dağılmış, toprağa karışmış» diyerek, Allah'a misal vermeye kalkışırsınız. Sizi bir damla sudan var eden Allah, öldükten sonra tekrar diriltmeye kadir değil midir? Her şeyi yoktan var eden Allah elbette çürümüş kemikleri tekrar var etmeye kadirdir. Bunu inkâr edenler kendi yaratılışlarına bir baksınlar? Bir damla suya şekil verip insan haline getiren ve onu akıl nimetiyle süsleyen Allah, çürüyüp toprağa karışan insanı tekrar eski haine getiremez mi? Bu, bir damla sudan koskoca insanı yaratmaktan daha mı zordur? Halbuki var olan bir şeyi eski hâline getirmek, yoktan var etmekten daha kolaydır. 79 «Ey Muhammed, de ki: Onları ilk defa yaratan diriltecektir. O, her türlü yaratmayı bilendir.» Ey insanlar, sizi ilk defa yaratan kıyamet günü tekrar diriltecektir. O, her türlü yaratmayı bilen ve her şeye kadir olandır. Sizi yoktan var ettiği gibi, kıyamet günü tekrar diriltecektir. Yüce Halik, bunu sevgili Peygamberine şöyle beyan ediyor: «Yâ Muhammed, de ki: Onları ilk defa yaratan diriltecektir. O, her türlü yaratmayı bilendir.» 80 «Yaş ağaçtan size ateş çıkarandır. Ondan ateş yakarsınız.» Ey insanlar, yaş ağaçtan ateş çıkartan Allah, kıyamet günü sizi tekrar diriltmeye kadir değil midir? Siz o kibrit ağacından ateş yakarsınız, o, sizin için büyük bir nimettir. Ateş olmasaydı, siz ne ile yiyeceklerinizi pişirip ısınacaktınız? Her şeye kadir olan Allah, öldükten sonra sizi tekrar diriltmeye de kadirdir. 81 «Gökleri ve yeri yaratan, kendilerinin benzerini yaratmaya kadir olmaz mı? Elbette olur. Çünkü O, her şeyi yaratandır ve hakkıyle bilendir.» Gökleri direksiz olarak yaratan, yeri var eden ve her şeyi noksansız meydana getiren Allah, kıyamet günü bütün canlıları tekrar yaratmaya kadir olamaz mı? Elbette olur. Çünkü O, her şeyi yaratmaya yoktan var etmeye kadirdir. Bu kâinatı yoktan var eden, gök kubbeyi direksiz tutturan, insanları öldükten sonra tekrar yaratamaz mı? Hâlik-ı Mutlak, bunu şöyle beyan ediyor: «Gökleri ve yeri yaratan, kendilerinin benzerini yaratmaya kadir olmaz mı? Elbette olur. Çünkü O, her şeyi yaratandır ve hakkiyle bilendir,» 82 «Bîr şeyi dilediği zaman. Onun emri, ancak 'Ol' demesinden ibarettir. O da oluverir.» Hâlik-ı Zülcelâl, bir şeyi dilediği zaman, ona sadece «ol» der. O da, o anda oluverir. Hâlik-ı Mutlak’ın var etmesi bu kadar kolaydır. Çünkü her şey O'nun emrindedir. Dilediğini bir anda var eder, dilediğini de bir anda yok eder. O'nun için hiçbir zorluk yoktur. Ha yoktan var etmiş, ha ölüleri diriltmiş. Var etmek, veya ölüleri diriltmek sadece -ol» emrine bakar. O anda dilediği odur. 83 «Her şeyin hükümranlığı elinde olan ve sizin de kendisine döneceğiniz Allah'ın şanı ne kadar yücedir.» Gökleri, yeri ve içindekileri yaratan, her şeyin hükümranlığı elinde olan ve öldükten sonra sizin, de kendisine döneceğiniz Allah'ın gani ne kadar yücedir. Her şeyi yoktan var eden O'dur. O, hiçbir şeye muhtaç değildir, her şey O'na muhtaçtır. Kıyamet günü amelinize göre sizi mükâfatlandıracak veya cezalandıracaktır. O gün, herkese amelinin karşılığı verilecektir. Kimseye zulmedilmeyecektir. Çünkü her şeyin hükümranlığı O'nun elindedir. O, adildir, adliyle hükmeder. İmam Ebû’l-Leys Semerkandî (radıyallahü anh), Übey ibn Kab'dan şöyle rivayet etmiştin Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), her şeyin bir kalbi vardır, Kur'ân-ı Kerim'in kalbi de -Yasin» dir. Kim Yâsin'i Allah'ın rızasını kazanmak için okursa, Kur'an'ı on iki defa okumuş olur ve günahları bağışlanır. Şayet can çekiştiren bir hasta üzerine okunursa, Yâ-sin'in her harfi adedince Allahü teâlâ on melek gönderir. Onlar hastanın karşısında saf bağlayıp afvı için dua ederler. Ruhunu teslim edene kadar yanından ayrılmadıkları gibi, yıkanırken, kefenlenirken, namazı kılınırken, mezara konurken de cemaatine iştirak ederler. Azrail ruhunu kabzedeceği zaman, cennetten bir melek cennet şarabiyle beraber gelir, doyasıya ona içirir, o kimse artık cennete girene kadar asla susamaz. Allahü teâlâ'dan niyazımız mü’min kullarına cennet şarabım içerken ruhlarını teslim etmek nasip etsin. |
﴾ 0 ﴿