SAFFAT SÛRESİ Bu mübarek sûre Kur'ân-ı Kerîm'in 37. süresidir ve En'am Sûresi'nden sonra, Mekke'de nazil olmuştur. Yüz seksen iki âyettir. Birinci âyeti iman edenlerin saf bağlayıp Allahü teâlâ'ya karşı ubudiyette bulunduklarına işaret ettiği için, buna izafeten «Saffat» adını almıştır. Sûrenin ihtiva ettiği başlıca konular şunlardır: 1- Allahü teâlâ'nın vahdaniyetine, azametine şehadet eden ve gökyüzünü süsleyen yıldızların ve gezegenlerin yaratılışlarını beyan ed))r. 2- Bazı ilâhî sırlara vâkıf olmak isteyen şeytanların birer şimşek ile nasıl kovulduklarını ve Allah'ın âyetlerini inkâr edenlerin elim bir azaba uğrayacaklarını anlatır. 3- Peygamberleri yalanlayanların ne büyük bir azaba uğrayacaklarını, iman edenlerin ise ne gibi nimetlere kavuşacaklarını müjdeler, 4- Önceki ümmetlere gönderilen altı peygamberin kıssalarını beyan eder ve onlara muhalefet edenlerin akıbetlerinin nasıl olduğunu beyan ederek, arkadan gelenlerin onların uğradıkları akıbete uğramamaları için dikkatlerini celbeder. 5- Meleklerin Allah'ın kızları olduğunu iddia edenlerin, bu iddialarını reddederek, kıyamet günü uğrayacakları elim azabı bildirir. 6- Peygamberlerin ilâhî nusrete nail olacaklarını müjdeler, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e muhalefet edenlerin ne müthiş bir cezaya çarptırılacaklarını ihtar eder. 7- Hamd ve senanın yalnız Âlemlerin Rabbine mahsus olduğunu beyan eder, 1 «Saflar bağlayıp duranlar hakkı için.» İbn Abbas (radıyallahü anh)'a göre, Allahü teâlâ bu âyette meleklerin saflarına yemin etmiştir. Nitekim mü’minlerin namazda bağladıkları safa yemin ettiği gibi. Bazı tefsircilere göre, Allahü teâlâ savaşta saf, tutan gazilerin saffına yemin etmiştir. Bazılarına göre ise Allahü teâlâ, gök ile yer arasında saf tutup uçan kuşların saffma yemin etmiştir. Bazı tefsircilere göre ise, mescidlerde saf bağlayan mü’minlerin saffına yemin etmiştir. Âyette geçen; «saf', itaatte saf tutma» nın faziletine işaret eder ki, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bu hususta pek çok hadîsi vardır. Şayet Allah katında saffın fazileti olmasaydı, Yüce Halik saf'fa yemin etmezdi. Çünkü O, katında azz ve şerif olmayan şeylere yemin etmez. 2 «Fenalıklardan nehy ve men edenler hakkı için.» Âdemoğulları üzerine müvekkil olan ve onları şerre sapmaktan; men eden melekler hakkı için. Bazı tefsircilere göre, Yüce Halik, insanları hidâyete sevk etmek için göndermiş olduğu kitaplara and içmiştir. 3 «Kur'ân'ı tilâvet edenler hakkı için.» Peygamberlere Allah'ın âyetlerini okuyan Cebrail hakkı için. Bazı tefsircilere göre, Kur'an okuyan mü’minler hakkı için. Hâlik-ı Zülcelâl, bunlara da yemin etmiştir. Bütün bunlara yemin ottikton sonra, şu hakikati ifade ediyor. 4 “Hiç şüphesiz sizin ilâhınız birdir.” İmam-ı Mücahid'e göre, Allahü teâlâ'nın bunların hepsine ayn ayrı yemin etmesi, vahdaniyetini ve kudretini isbat içindir. Bu, şu demektir: Ey insanlar, melekler, günahlardan yarlığayıcı kitaplar, Allah'ın âyetlerini peygamberlerine getiren Cebrail ve Kur'an okuyan mü’minler hakkı için bilin ki, sizin Rabbiniz, Halikınız, sizi rızıklandıranınız, besleyeniniz, koruyanınız birdir; O'nun şeriki ve benzeri yoktur. 5 «O, göklerin, yerin ve bunların arasında ne varsa, hepsinin Rabbidir. Doğuların da Rabbidir O.» Yüce Halik, göklerin, yerin ve bu ikisi arasında ne varsa hepsinin yaratıcısı, terbiye edicisi, rızıklandıranı, koruyanı, muhafaza edeni, tertip edenidir. O, doğunun da, batının da Rabbidir. Her şeyi yoktan var eden O'dur. O'ndan başka yaratıcı, var edici, rızıklandırıcı yoktur. Her şey O'na muhtaçtır. 6 «Şüphesiz ki, biz en yakın göğü bir zinetle, yıldızlarla süsledik.» Allahü teâlâ göklerde ve yerde ne varsa hepsini insanlar için yaratmıştır. O, gece karanlığında yolunuzu bulup rahatlıkla istediğiniz istikamete gitmeniz için gökyüzünü bir zinetle, yıldızlarla donatıp süslemiştir. Bunların inciler gibi dizilip gece karanlığında yeryüzünü aydınlatması Allah'ın kudretinin eseridir. Düşünebilenler için, bunlarda hikmetler vardır. 7 «Onu, inatçı her türlü şeytandan koruduk.» Yüce Halik, o yıldızları, göğe çıkıp melefcût âleminin sırlarını öğrenmek isteyen her türlü şeytandan korumuştur. Onlar göğe çıkmak istedikleri zaman, melekler tarafından taşlanarak her taraftan sürülüp götürülürler, göğe çıkamazlar. Allah onların göğe çıkmasına asla izin vermez. Onlar, göğün sırlarını dinlemeye kalktılar mı her taraftan taş yağmuruna tutulurlar. El çabukluğu ile bir şeyler kapmak isterlerse, inişlerinde bir alev derhal onların peşine takılır, çarparak yakar, mahveder. 8 «Onlar yüce alemi asla dinleyemezler. Her yandan kovularak atılırlar.» 9 «Onlara ardı arası kesilmez bir azab vardır.» Melekler, şeytanların göğe çıkıp melekûtun sırlarına vâkıf olmasına mani olurlar. Şayet onlar melekût âleminin surlarına vâkıf olsalardı, onları gelip kendi yoldaşlarına haber verirlerdi ve onlar da şeytanlarından öğrendiklerini halka bildirirlerdi. Böylece gaipten haber vermiş olurlardı. Halbuki gaibi Allah'tan başkası asla bilemez. Bunlar göğe çıkmak istedikleri vakit, her taraftan taş yağmuruna tutulurlar ve bir şeye vâkıf oldukları zaman, hemen bir alev onların peşine takılır, çarparak yakar, yok eder. İşte bu Allah'ın kudretinin eseridir. İbn Abbas (radıyallahü anh)’ın rivayetine göre Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir akşam bir gurub sahâbesiyle otururlarken bir yıldızın battığını görürler. Resûlüllah, «bu batan yıldız hakkında ne dersiniz?» diye sorar. Yanında bulunanlar da «Ey Allah'ın Resulü, bu büyük bir insanın öleceğine işaret eder» derler. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara şu cevabı verir: «Yıldızların kayması (batması) ne bir kişinin ölmesine işaret eder ve ne de doğmasına işaret eder. Allahü teâlâ bir hüküm arzettiği zaman arşa götüren melekler onu işitirler, tesbihe başlarlar ve yedinci kat göğün meleklerine «Rabbimiz hükmetti» diyerek haber verirler. Her kattaki melekler bu hükmü bir alttakina ulaştırırlar. Böylece, bu haber dünya semasına ulaşır. Şeytanlar ve cinler o hükümleri öğrenmek için semaya yükselirler, melekler de onları kovmak için ateş atarlar. Fakat onlar, benden önce bu hükümlerden bir kısmını öğrenip yalan da katarak dostlarına haber verirlerdi. Şimdi oraya çıkmaya asla mecalleri yoktur. İşte bu yıldızların kayması, meleklerin şeytanları tamlamasıdır ve onlara atılan ateştir. 10 «Meğer ki bir çalıp çarpan olsun. Delip geçen bir alev onun peşine düşüverlr.» Cinler ve şeytanlar melekût âleminden asla haber alamazlar. Şayet çalıp çırpıp alacak olsalar bile hemen onları delip geçen, yok eden bir alev peşlerine düşüverir. Yakaladığı yerde yok eder. Bu bakımdan onlar hiçbir habere vakıf olamazlar. Çünkü «şihap» denilen parlak bir ateş parçası onları takip eder ve onları yakar. Ayette geçen hatf: Çalmak, sür'atle almak, hemen kapıp kaçırmak manasınadır. Sakıp: Işık verici, kuvvetli ziyası olan ve delik deşik edici demektir. Sakıp, aynı zamanda şeytanlara atılan bir ateş parçasıdır. 11 «Şimdi sor onlara, yaratılışta kendileri mi daha kuvvetli, yoksa bizim yarattıklarımız mı? Esasında biz kendilerini bir özlü çamurdan yarattık.» Yüce Halik, sevgili Peygamberine göyle buyuruyor; «Yâ Muhammed, şimdi o kıyameti inkâr edenlere sor, yaratılışta kendileri mi daha kuvvetli, yoksa bizim yarattıklarımız mı? Esasında biz kendilerini bir özlü çamurdan yarattık.» Kıyamet günü dirileceklerini inkâr eden kâfirler, ataları Hazret-i Âdem'in süzme çamurdan yaratıldığını hiç düşünmezler mi? Onu yoktan var eden Allah, insanları öldükten sonra tekrar diriltmeye kadir değil midir? Elbette kadirdir, Çünkü her şey O'nun yaratması ve dilemesiyle meydana gelmektedir. O, «ol» dedi mi her şey bir anda oluverir. Lazip: Yapışık, birbirine tamamen karışmış olan ve sabit bulunan şey demektir. İşte insanların asıl maddesi budur. Balçıktan yaratılan insan, neyine böbürleniyor? Neden Rabbine karşı hakkıyle kulluk görevini yerine getirmiyor? 12 «Fakat sen onlara şaşıyorsun. Onlar da seni alaya alıyorlar.» 13 «Onlara öğüt verildiğinde, düşünüp de kabul etmezler.» 14 «Bir mucize gördüklerinde onu eğlenceye alırlar.» Allahü teâlâ'nın bunca kudret eserleri meydanda iken kâfirlerin, öldükten sonra kıyamet günü tekrar dirileceklerini inkâr etmelerine Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şaşıyordu. Onlar ise Peygamber ile alay ediyorlardı. Kendilerine öğüt verilince, düşünüp kabul etmezlerdi. Peygamberimizden bir mucize gördükleri vakit (ayın ikiye bölünmesi, savaşta parmaklarından su akması, Ebû Cehil'in elinde taşın «lâ ilahe illâilah, Muhammedün Resûlüllah» diyerek ikiye bölünmesi) gibi, onu eğlenceye alırlar. Müşrikler, bunları gördükleri halde y'ne de inanmamışlar, yalanlamışlardır. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Bir mucize gördüklerinde onu eğlenceye alırlar.» İşte inanmayanların hali budur, hakkı gördükleri halde görmemezlikten gelirler. Onlar inkârlarının ve küfürlerinin cezasını göreceklerdir. 15 «Bu apaçık bir sihirdir.» Kâfirler, ayın ikiye bölünmesini, Peygamberimizin parmaklarından suyun akmasını, taşın kelime-i sehadet getirmesini ve daha birçok mucizeler görünce bunların Hazret-i Peygamber'in mucizeleri olduğuna inanmamışlar «bu apaçık bir sihirdir, demişlerdir. Halbuki bunların bir sihir olmadığını onlar da biliyorlardı. Buna rağmen inatları ve kinleri yüzünden inanmamışlardır. İman edenler mükâfatını, etmeyenler de cezasını göreceklerdir. 16 «Öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman biz mi dirilmiş olacağız?» 17 «Evvelki atalarımı» da mı? derler.» Kâfirler, kıyametin vukuunu inkâr ederek şöyle demişlerdir: «öldüğünüz, toprak ve kemik olduğunuz zaman biz mi dirilmiş olacağız? Bizden önceki atalarımız da mı dirilecekler? Akıl bunu asla kabul etmez.» Böylece öldükten sonra tekrar dirilmeyi inkâr etmişlerdir. Şayet onlar kendi yaratılışlarını düşünmüş olsalardı, elbette Ahiret hayatını ve öldükten sonra dirilmeyi inkâr etmezlerdi Onları yoktan var eden, Öldükten sonra tekrar diriltmeye kadir değil mi dir? Hiç şüphesiz kadirdir. 18 «De ki: Evet, hem de hepiniz hor ve hakir olarak.» 19 «Tek bir çığlık. Birdenbire gözleri açılıverecektir.» Kıyamet günü dirilmeyi ve hesaba çekilmeyi inkâr edenler için Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: “Yâ Muhammed, onlara de ki: Evet, hem de hepimiz hor ve hakir olarak. İşte o, tek bir çığlıktan ibarettir ki, onların birdenbire gözleri açıhverecektîr.» İsrafil'in sûra üfürmesiyle bütün canlılar oldukları yerden hemen kalkacaklar, mahşer yerinde hesaba çekilmek üzere toplanacaklardır. Orada herkes hakkında verilecek hükmü bekleyecektir. Dünyada zerre kadar hayır yapan mükâfatını, zerre kadar şer yapan da cezasını görecektir. Hiç kimseye haksızlık yapılmayacaktır. 20 «Eyvah bize, derler. İşte bu ceza ve hesap günüdür.» Kâfirler kıyamet günü mahşer yerine toplandıkları zaman «eyvah bize. İşte bugün, ceza ve hesap günüdür. Dünyada iken biz bugüne inanmadık, peygamberleri yalanladık ve alaya aldık. Allah'ın âyetlerini inkâr ettik. Şimdi bu inkâr ve küfrümüzün cezasını çekeceğiz. Keşke iman edip peygamberleri yalanlama saydık da, şimdi bu azaba uğramasaydık» diyeceklerdir. Fakat o günkü pişmanlık asla fayda vermeyecek, herkes amelinin karşılığını görecektir. 21 «Onlara 'işte bu, yalanladığınız hüküm günüdür' denir.» Kıyamet günü kâfirlere «işte bu, yalanladığınız hüküm günüdür. Size haber verildiği halde bugünü yalanladınız, inkâr ettiniz, şimdi azabınızı çekin» denir. O gün iman etmeyenler, edenlerden ayrılır. Mü’minler cennete, kâfirler ise cehenneme sevk edilirler. Herkes dünyada yaptığı amelin karşılığını görür. 22 «(Meleklere) şöyle emredilir: O zulmedenleri, onlara eş olanları ve Allah'ı bırakıp da taptıkları şeyleri bir araya toplayın.» 23 «Onları cehennem yoluna koyun.» Allahü teâlâ kıyamet günü azab meleklerine şöyle nida eder: «Kâfirleri, onlara eş olanları, Allah'ı bırakıp da ilâh edindikleri şeyleri ve onları azdırıp saptıran şeytanları bir araya toplayın. Onların hepsini 'Hamim' denen cehennem yoluna koyun.» Azab melekleri de onların hepsini bir araya toplar «Hamim» denen cehenneme doğru sürerler. Sonra başka bir melek gelir, azab meleklerine Yüce Allah'ın şu enirini duyurur. 24 «Onları hapsedin. Çünkü onlar mes'uldürler.» Kıyamet günü azab melekleri, kâfirleri, taptıkları putları ve onları azdırıp saptıran şeytanları bir araya toplayıp Hamim denen cehenneme doğru sürüp götürürken, bir melek tarafından «onları hapsedin. Çünkü onlar mes'uldürler» diyecektir. Bunun üzerine azab melekleri de onları hesaba çekilmek üzere hapsedeceklerdir. Hapsedildikten sonra «siz dünyada iken peygamberlerimizi yalanladınız, onlara ve getirdiklerine iman etmediniz, âhireti de inkâr ettiniz. Şimdi inkârınızın ve küfrünüzün cezasını çekin» denecektir. Onlar bu suallerin hiçbirisine cevap veremeyecekler ve birbirlerinden kaçacaklardır. Bu kaçış dünyadaki gibi, bana şerri dokunmasın diye olacaktır. 25 “Şöyle sorulur: Size ne oldu ki, birbirinizle yardımlaşmıyorsunuz?” 26 «Hayır, bugün onların hepsi teslim olmuşlardır.» Kıyamet günü kâfirlere «neden şimdi birbirinize yardım etmiyorsunuz? Halbuki dünyada birlikte putlara tapıyor, onlun ilâh kabul ediyor ve bu hususta da onlarla yardımlaşıyordunuz. Şimdi nedan yardımlaşmıyorsunuz?» denir. Onlar hiçbir cevap veremezler. Hepsi haklarında verilecek olan hükmü beklerler. Şeytanları, putları ve reisleri kendilerinden uzaklaşır. Hiçbirinden bir yardım göremezler. Başlarına gelecek olan azabı gördükleri vakit, birbirlerini mes'ul tutarlar. 27 «Onlardan kimi kimine yönelip birbirini mes'ul tutmaya kalkışırlar.» Kafirler, kıyamet günü başlarına gelecek olan azabı gördükleri vakit, birbirlerini suçlayarak, kendilerini Allah yolundan alıkoyan reislerine, ileri gelenlerine ve şeytanlarına «bizi peygamberlere iman etmekten. Allah yolundan siz alıkoydunuz. Şimdi gelin, bu azabtan bizi kurtarın. Biz bu azaba sizin yüzünüzden düştük. Neden şimdi bize yardım etmiyorsunuz?» diyeceklerdir. Reisleri, ileri gelenleri ve şeytanları da, onlara şöyle derler: -Bugün biz de sizin gibiyiz, şayet bize ruhsat verilip müsaade edilirse, size de hidâyet ederiz. Biz de sizin gibi azab içindeyiz, şimdi buna hepimiz katlanacağız.» derler. Reislerinden bu cevabı alınca, putlarına dönerler ve «ey ilâhlarımız, biz dünyada size taptık, şimdi bizi bu azabtan kurtarın. Neden bizi azabtan kurtarmıyorsunuz?» derler. Putlar da dile gelip onlara şu cevabı verirler: «Bizim ne sizden ve ne de taptıklarımızdan haberimiz vardır. Biz cansız şeylerdik. Elimiz, dilimiz yoktu, bize tapın da demedik. Siz, kendiliğinizden bize taptınız. Şimdi bizden ne istiyorsunuz? Sizi, bize taptırtan şeytanlarınızdı, gidin, onlardan yardım isteyin. Bizi de Allah katında suçlu duruma düşürdünüz.» Putlarından bu cevabı alan kâfirler, bu defa şeytanlara dönerler ve «ey şeytanlarımız, gelin bizi bu azabtan kurtarın. Bu yola bizi sevk eden sizdiniz.» Şeytanlar da onlara şu cevabı verir: «Siz, dünyada bizi görmediniz, size peygamberler ve kitaplar geldiği halde onları yalanladınız, iman etmediniz. Biz, size bir alâmet göstermedik, bir kitap da getirmedik, peygamber de göndermedik. Sizi zorla putlara da taptırmadık. Bizden bir söz de işitmediniz. Sadece bizim bir vesvesemize uydunuz. Böylece Allah'ın peygamberlerini, kitaplarını, âhiret gününü yalanladınız. Şimdi biz kendimizi kurtaramıyoruz ki, sizi kurtaralım.» Şeytanlarından da böyle cevap alınca «eyvah» derler ama, o zamanki pişmanlık asla fayda vermez. 28 «'Doğrusu siz, bize sağdan gelirdiniz' derler.» Kıyamet günü kâfirler, reislerine ve şeytanlarına şöyle derler: «Doğrusu siz, bizi kandırmak için sağımızdan gelirdiniz. Biz de size uyduk; Allah'a, peygamberlere ve âhiret gününe iman etmedik. Şayet siz olmasaydınız, biz iman eder, bugünkü azaba, da uğramazdık. Şimdi bizi kurtarın.» İmam-ı Kurtubî'ye göre bu sözleri şeytana söyleyeceklerdir. Çünkü şeytan cennetten kovulunca and ederek şöyle demiştir: «Ben, onların (Âdem oğullarının) önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından gelir, onların çoğunu sen şükredici bulamazsın.- İşte şeytan cennetten tardedildiği zaman, Rabbinden kıyamete kadar mühlet istemiş, kendisine mühlet verildiği zaman, bu itirafta bulunmuştur. Tefsircilere göre, Âdem oğluna şeytanın sağdan gelmesi, bâtıl olan şeyleri hak göstermesidir. Soldan gelmesi ise, zekâttan, Allah yolunda tasadduk etmeden, fakirlere yardımdan alıkoymasıdır. Bunu da fakirlik korkusu ile yaptırtır. Önden gelmesi ise, âhireti, cennet ve cehennemi inkâr ettirerek, her şeyin dünyada başlayıp dünyada bittiğini telkin etmesidir. Kıyamet günü azabı gördükleri vakit kâfirler, birbirlerini suçlayacaklar, o zaman reisleri ve şeytanları kendilerine şöyle diyecektir. 29 «Onlar da şöyle derler: Hayır, siz inanmış kimseler değildiniz.» Kıyamet günü reisleri ve şeytanları, kendilerine tâbi olanlara şöyle derler: -Siz, bizi neden suçluyorsunuz? Dünyada iken Allah'a ve Peygamberlerine inanmış kimseler değildiniz. Hem biz, sizi imandan alıkoymadık, men etmedik. Size bir delil de getirmedik. Neden bize uydunuz? Peygamberleri dinlemediniz? Şimdi bizim size hiçbir faydamız olmaz. İşte o zaman hepsi sapıklıkta olduğunu anlayacaklardır. Sonra onlara reisleri şöyle der. 30 «Ve bizim, size karşı bir hâkimiyetimiz de yoktu. Bilakis siz, az çınlar güruhu idiniz.» Kıyamet günü, kâfirlere, reisleri ve şeytanları şöyle derler: «Ve bizim, size karşı bir hâkimiyetimiz de yoktu. Bilâkis siz, azgınlar güruhu idiniz. Putlara tapmanız için size cebir de etmedik. Bizim yolumuzdan gidin de demedik. Siz kendi isteğinizle bize uydunuz, bizim ne suçumuz var? Şimdi neden bizi suçluyorsunuz? Haydin uzaklasın bizden.» İşte o zaman hepsi iman etmediklerine pişman olacaklar, iman etmek için dünyaya geri dönmeyi isteyeceklerdir. Fakat o günkü pişmanlık asla fayda vermeyecektir. Her fert dünyada yaptığının karşılığını görecektir, îman edenler mükâfatını, etmeyenler de cezalarını göreceklerdir. Sonra reisleri onlara şöyle diyecektir. 31 «Bu sebeple Rabbimizîn sözü hepimizin üzerine hak olmuştur. Şüphesiz azabı tadacağız.» 32 «Çünkü biz, sizi baştan çıkardık. Zira biz de azgın kimselerdik.» Kıyamet günü kâfirlerin ileri gelenleri ve onları azdırıp saptıranlar söyle diyeceklerdir: -Bugün Rabbimizin sözü (azabı) hepimizin üzerine hak olmuştur. Şüphesiz azabı tadacağız. Çünkü Allah, şeytana «ben cehennemi seninle ve sana uyanlarla dolduracağım» buyurmuştu. Biz şeytana uyduk, Allah'ın yolundan ayrıldık, peygamberlerini yalanladık, sizi de imandan ve hidâyet yolundan alıkoyduk. Şimdi hepimiz bu azabı tadacağız.» 33 «O gün hepsi azabta müşterektirler.» Kıyamet günü kâfirlerin hepsi cehenneme atılacaklardır. Reisleri de, onlara tâbi olanlar da cehennem ateşine atılacaktır, O gün kimsenin özrü kabul edilmeyecektir. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: 'O gün hepsi azabta müşterektirler.» İşte o gün iman etmeyenler böyle cezalandırılacaklardır. 34 «Biz mücrimlere böyle yaparız.» Yüce Halik, kıyamet günü iman etmeyen mücrimleri işte böyle cezalandıracaktır. Aklı olanların bu âyetlerden ibret alıp kendilerini hak yoldan saptıranlara asla uymamaları ve Allah'ın rızasının dışına çıkmamaları gerekir. Kendilerini Allah yolundan alıkoyanlara uyanlar, şeytanın dostu olup ilâhî rahmetten uzaklaşırlar ve azaba müstahak olurlar. Kendilerini Allah yoluna çağıranlara uyanlar ise rahmete, cennet nimetlerine ve iki cihan saadetine kavuşurlar. Cenneti, rahmeti, kurtuluşu, saadeti, huzuru isteyenleri imana sarılsınlar, bunları istemeyenler ise bildikleri gibi hareket etsinler. Her fert dünyada yapmış olduğunun karşılığım Allah katında mutlaka görecektir. Bunlardan ibret alıp hakkı bulanlara ne mutlu. 35 «Çünkü onlar 'Allah'tan başka hiçbir tanrı yok' denildiği zaman büyüklük taslıyorlardı.» Kâfirlerin azaba uğramaları şundan dolayıdır. Peygamberler kendilerine gelip Allahü teâlâ'nın birliğine iman edin, «lâ ilahe illallah» deyin, dedikleri zaman, onlar büyüklük taslayarak iman etmekten kaçınmışlardır. İste onların azaba müstahak olmaları iman etmediklerinden dolayıdır. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: -Çünkü onlar 'Allah'tan başka hiçbir tanrı yok' denildiği zaman büyüklük taslıyorlardı.» 36 «Deli bir şair yüzünden tanrılarımızı mı bırakalım? diyorlardı.» Kafirler, küfür ve inatları yüzünden Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'i mecnunlukla itham ederek şöyle demişlerdir: «Deli bir şairin yüzünden ibadet ettiğimiz tanrılarımızı mı bırakacağız? Babalarımız, dedelerimiz de bunlara tapıyordu, Biz de onların yolundan gidiyoruz, putlarımızdan asla vazgeçmeyiz.» Halbuki en büyük mecnun puta, ağaca, taşa, hülâsa Allah'tan başkasına tapanlardır. Onlar elleriyle yaptıklarına tapıyorlar da, kendilerini yoktan var edene tapmıyorlar. Elleriyle yaptıkları cansız ve hiçbir şeyden haberi olmayan şeylere tapmaktan daha büyük delilik ve aptallık olur mu? Gökleri, yeri ve bunlar arasında olan her şeyi yoktan var eden Allah'ı bırakıp da hiçbir şeyden haberi olmayan ve hiçbir güce sahip bulunmayan cansız şeylere tapmak ne kadar deliliktir. Aklı olan bu duruma düşmez. Aklı olanların bundan ibret alıp Allah'tan başkasına asla kulluk yapmamaları gerekir.' 37 «Hayır, o hakkı getirmiş, bütün peygamberleri de tasdik etmişti.» Müşriklerin mecnun dedikleri zat, Allahü teâlâ'nın en sevgili kulu olan Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'dir. O, insanlığı karanlıklardan aydınlığa, küfürden imana, şerden hayra, kötülüklerden iyiliğe, ahlâk-' sızlıktan ahlâka, cehaletten ilme, felâketten kurtuluşa, zulümden hakka, saadete davet eden Kur'ân-ı Kerim'i ve imanın temeli olan Kelime-i Tevhid'i getirmiştir. Bunları tasdik edenler, mü’min etmeyenler ise kafirdir. Kâfirler inkâr ve küfürlerinin cezası olarak ebedî azaba uğrayacaklardır. Onlar küfrettikleri için kendilerine yazık etmişlerdir. İman edenler ise, imanlarının ve amellerinin karşılığını mutlata göreceklerdir. 38 «Elbette siz, o can yakıcı azabı tadacaksınız.» 39 «Yaptığınızdan başka bîr şeyle cezalanmayacaksınız.» Ey kâfirler, elbette siz kıyamet günü o can yakıcı azabı tadacaksınız. Bu, sizin küfür ve inkârınızın karşılığıdır, inkâr edenler cezasını, iman edenler de mükâfatını göreceklerdir. Kıyamet günü her fert, dünyada yaptığı amelin karşılığını görecektir. O gün kimseye haksızlık yapılmayacak, herkese amelinin karşılığı verilecektir. Zerre kadar hayır yapan mükâfatını, zerre kadar şer yapan da cezasını görecektir. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Elbette siz, o can yakıcı azabı tadacaksınız. Yaptığınızdan başka bir şeyle cezalanmayacaksınız.» Her insan bunu ölçü alarak hareket etmelidir. 40 «Ancak Allah'a içten bağlı kullar bunun dışındadır.» Kıyamet günü, Allah'ın azabından ancak iman edip ihlâsla amel edenler kurtulur. Çünkü onlar dünyada iman edip ihlâsla amel -ederek Allah'ın rızasını kazanmışlardır. Ancak Allah'ın rızasını kazananlar azabtan kurtulurlar. 41 «İşte bunlar için, (özellikleri) belli bir rızık vardır» 42 «Türlü meyvalar... Onlar hep ikram olunurlar» 43 «Naîm Cennetlerinde» 44 «Karşılıklı tahtlar üzerinde...» Cennete ancak Allah'ın muhlis kulları girer. Orada kendilerine çeşit çeşit rızıklar ve meyveler sunulur. Nimet cennetlerinde karşılıklı tahtlar üzerine oturup sohbet ederler. Orada kendilerine izzet ve ikram edilir. Arzu ettikleri her şey önlerine gelir. Bu, onların iman ve amellerinin karşılığıdır. İman edip sâlih amel yapanlar işte böyle mükâfatlandırılır. 45 «Göze şarabından dolu bir kadehle, (hizmet için) etraflarında dolaşılır.» 46 «Bembeyaz, içenlere lezzetli...» 47 «Onu içmekte bir gaile yok ve onlar, ondan sarhoş da olmazlar.» Cennette mü’minlere çeşitli nimetler ve içecekler ikram edilir. Bunların içinde, mü’minlere içtikleri zaman lezzet veren, fakat asla sarhoş ve baş ağrısı yapmayan bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kadehler içinde cennet şarabı da vardır. Huriler bütün bunları cennet ehline sunarlar, etraflarında dönerler ve her istediklerini anında getirirler. Bütün bu nimetler dünyada iken kendilerine vaadedilmişti. Bunlar iman ve amellerinin karşılığıdır. Yüce Halik, bunu şöyle beyan ediyor: «Baş ağrısı vermeyen, sarhoş etmeyen, içenlere zevk veren bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kadehler sunulur.» 48 «Yanlarında, bakışlarını kocalarına hasretmiş iri gözlü hanımlar var.» 49 «Sanki onlar (tüylerle örtülü kalıb toz toprak değmiyen) berrak yumurtalar gibidirler.» Cennet ehlinin yanında el değmemiş, kuş tüyleriyle örtülüp saklanmış yumurtalar gibi, bakışlarını yalnız erkeklerine çevirmiş, ceylân gözlü huriler vardır. Onlar yalnız kendi erkekleriyle meşgul olurlar. Onlara yabancı bir el değmemiştir. Yüzleri bembeyaz, gözleri iridir. Onların beyazlığı deve kuşu yumurtasına benzer. Bunun için de Allahü teâlâ onları Arapların lisanı üzere beyan etmiştir. Çünkü Araplar katkısız beyazları deve kuşu yumurtasına benzetirlerdi. Cennet ehli sedirler üzerinde karşılıklı olarak oturup dünyadaki hallerinden birbirlerine anlatırlar. 50 «Birbirlerine dönüp sorarlar.» Cennet ehli tahtlar üzerine oturup birbirleriyle konuşurlar, anlaşırlar. Tebessümle birbirlerine bakarlar, içinde bulundukları nimetlerden dolayı çok sevinçlerini belli ederler. Dünyadaki hallerinden birbirlerine anlatırlar. 51 «İçlerinden bir sözcü şöyle der: 'Gerçekten benim (dünyada) bir arkadaşım vardı.» 52 «(Bana) derdi ki, sen cidden (hesap gününe) inananlardan mısın?» 53 «Biz öldüğümüz ve bir toprakla çürümüş bir yığın kemik olduğumuz vakit, gerçekten biz cezalanacakmıyız?'» Cennet ehli birbirleriyle konuşurken içlerinden biri arkadaşlarına şöyle der: -Dünyada benim bir arkadaşım vardı. O, bana 'sen de mi, ölüp toprak ve kemik olduktan sonra dirilerek ceza göreceğimize inanıyorsun?' demişti. Acaba şimdi onun hali ne oldu?» Aralarında bu konuşma vuku bulduktan sonra tekrar onlara bu adamın halini sorar. 54 «Yanındakilere: 'Nasıl, siz onu bilir misiniz?' der.» Cennet ehli de arkadaşlarına şu cevabı verirler: «Onu en iyi sen bilirsin. Bizim öyle birisinden haberimiz yok, şayet onu görmek istersen görürsün.- Arkadaşının durumunu merale edince Yüce Halik ona arkadaşının ne durumda olduğunu gösterir. 55 «Bir bakar, onu cehennemin ortasında görür.» Cennette olan mü’min, arkadaşının durumunu görmeyi arzu ettiği zaman, Allahü teâlâ cehennemle aralarındaki perdeyi kaldırır ve ona arkadaşının cehennemde çektiği azabı gösterir. Dehşetli bir manzarayla karşılaşır: Arkadaşının yüzü simsiyah olmuş, yanarak azab çekmektedir. Bu felâketi görünce Allah'a hamd eder ve yemin ederek şöyle der. 56 «O da der ki: Allah'a and olsun ki, az kalsın beni de mahvedecektin.» Cennet ehli arkadaşının cehennemdeki durumunu görünce şöyle der: «Allah'a and olsun ki, az kalsın beni de mahvedecektin. Senin ağzma bakmadım. Şayet ağzına bakmış olsaydım, şimdi ben de senin gibi azab içinde olacaktım. Rabbimin nimeti ve ihsanı beni bu azabtan kurtardı.» 57 «Eğer Rabbimin nimeti olmasaydı, ben de oraya götürüleceklerden olurdum.» Cennet ehli, arkadaşının cehennemdeki durumunu görünce «eğer Rabbimin nimeti olmasaydı, ben de oraya götürüleceklerden olurdum. Elhamdülillah, Allah beni korudu. Dünyada ben onlara uymadım, onların yolundan gitmedim. Allah'ın rızasını kazanmak için çalıştım, işte şimdi de Allah, bana mükâfatını verdi.» diyecektir. 58 «Birinci ölümden sonra bir daha ölmeyeceğiz değil mi?» 59 «Azap da görmeyeceğiz.» Cennet ehli aralarında konuşurken içlerinden biri birine «ölümden sonra bir daha ölüp cehennem ehli gibi azab da görmeyeceğiz değil mi?» der. Cennet ehli cennete, cehennem ehli de cehenneme girdikten sonra orada ebedi kalacaklardır. Bulundukları yerden bir daha çıkmayacaklardır. Çünkü zerre kadar imanı olanın cehennemde ebedi kalması, imanı olmayanın da cennete girmesi mümkün değildir, îmanı olanlar cennette, olmayanlar da cehennemde ebedî kalacaklardır. 60 «Muhakkak ki bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir.» 61 «Çalışanlar bunun için çalışsın.» Cennet ehli birbirine şöyle derler: -Muhakkak ki bu, büyük bir kurtuluşun ta kendisidir. Allah bize lütfedip cehennem azabından bizi kurtardı, bu nimetlere nail etti. Dünyada çalışan bunun için çalışsın, boşuna çalışıp kendisine zulmetmesin.» İşte cennet ehlinin birbirine sevinç müjdesi böyledir. 62 «Böyle bir nimete konmak mı hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı?» Ey insanlar, kıyamet günü cennete girip Allah'ın vaadettiği bütün cennet nimetlerinden istifade etmek mi daha hayırlı, yoksa cehenneme girip onun zakkum ağacından yemek ve ebedi azaba uğramak mı daha iyidir? Elbette cennete girip onun bütün nimetlerinden istifade etmek daha iyidir, daha hayırlıdır. İman edip sâlih amel işleyenler, Allah'ın kendilerine vaadettiği cennete girip bütün nimetlerinden istifade edeceklerdir. İman etmeyenler ise, inkârlarının ve küfürlerinin cezası olarak cehennemde ebedî kalacaklardır. 63 «Biz onu zalimler için bir fitne kılmışızdır.» Allahü teâlâ, zakkum ağacım kâfirler için bir fitne kılmıştır. Müşrikler, Allah'ın âyetlerini inkâr edip Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'i yalanlayarak, alaylı alaylı birbirlerine şöyle demişlerdir: «Muhammed, cehennemde ağaç olduğundan bahsediyor. Ateşin içinde ağaç bittiğini de ondan öğrendik. Ateşin içinde hiç ağaç biter mi? Bu, onun deliliğine işarettir.» Kâfirler, Allah'ın kudretini idrakten aciz oldukları için, bunu yalanlamışlardır. Ateşi yaratan ve ona bütün özellikleri veren Allah, ateşin içinde ağaç yaratmaya kadir değil midir? Nemrud, Hazret-i İbrahim'i ateşe attığı zaman, ateşin gül bahçesine döndüğünü bilmiyorlar mı? Ateşi gül bahçesine döndüren Yüce Halik, onun içinde ağaç bitiremez mi? Elbette bitirir. Her şey O'nun dilemesiyle olur. O, istemeden bir çöp bile yerinden kımıldamaz. Sonra Yüce Halik, zakkum ağacının vasfını beyan etmiştir. 64 «O, cehennemin dibinde çıkan bir ağaçtır.» 65 «Tomurcuklan şeytanların başlan gibidir.» Zakkum, cehennemin ortasında biten bir ağaçtır. Meyveleri şeytanların başları gibi olup çok çirkin ve tadı çok kötüdür. Görenler ondan ürker ve tiksinir. Cehennemliklerin yiyeceği odur. 66 «İşte cehennemlikler bundan yerler, karınlarını onunla doldururlar.» Cehennem ehlinin yiyeceği zakkumdur. Karınlarını onunla doldururlar. Onların en iyi yiyeceği budur. İbn Abbas (radıyallahü anh), Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'den şöyle rivayet etmiştir: «Ey insanlar, Allah'tan korkun, Ölümünüz İslâm üzere olsun. Eğer küfür üzere olursa, onların cehennemde yiyecekleri zakkumdur. Şayet onun bir damlası yeryüzüne düşecek ulursa, oradaki bütün yiyecekleri zehire döndürür. Hal böyle olunca cehennemde onu devamlı yiyenlerin durumu ne olur?» İşte bu manzara cehennem ehlinin ne büyük azaba uğrayacağını göstermektedir. 67 «Sonra üzerine de onlar için çok sıcak bir su ile karıştırılmış içki vardır.» 68 «Sonra dönüp gidecekleri yer, şüphesiz yine cehennemdir.» Cehennem ehli zakkumu yedikten sonra, üzerlerine de çok sıcak su ile karıştırılmış içki içeceklerdir. Onların ebedi yiyecekleri ve içecekleri budur. O azabtan kurtulmayı çok isteyecekler, fakat sonra dönüp gidecekleri yer, yine orası olacaktır. Onların başka gidecekleri yer yoktur. Cehennemde ölüm de yoktur; bir müddet azab çektikten sonra ölmeleri ve azabtan kurtulmaları mümkün değildir. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: -Sonra dönüp gidecekleri yar, şüphesiz yine cehennemdir.- 69 «Şüphesiz atalarını sapık kimseler bulmuşlardı.» 70 «Kendilerini yine de onların izlerinden kovalarcasına koşturuyorlardı.» Kâfirler, atalarını, dedelerini sapık, hak yoldan ayrılan kimseler bulmuşlardı. Buna rağmen kendileri de onların yolundan, ayrılmamıştır. Halbuki Allah tarafından kendilerini hakka davet eden peygamberler geldiği halde, onları yalanlamışlar, atalarının yolundan ayrılmamışlardır. Atalarının ve dedelerinin sapık yolda olduklarını bildikleri halde, peygamberlerin davetine uymayarak atalarının izinden gitmeleridir ki, kendilerini ebedî cehennem azabına müstahak etmiştir. Hakkı bırakıp sapık kimselerin arkasından gidenler, mutlaka cezalarını göreceklerdir. 71 «Onlardan önce geçenlerin çoğu, and olsun ki sapıtmıştı.» Kâfirler, kendilerinden önce geçen milletlerin, kavimlerin, atalarının birçoğunun sapıtıp hak yoldan ayrıldıklarını biliyorlardı. Buna rağmen kendileri de onların yolundan giderek «biz atalarımızın dinini asla bırakmayız. Çünkü biz, onları bu din üzere bulduk- demişlerdir. Kendileri atalarının ve dedelerinin sapıklıkta olduğunu çok iyi bildikleri halde, yine de onların yolundan ayrılmamışlardır. Onlar da ataları gibi, ebedi cezalarını çekeceklerdir. 72 «Yemin ederim ki, biz, içlerinde korkutucu peygamberler de gönderdik.» Allahü teâlâ, her topluma imanı küfrü, hakkı bâtılı, hayrı şerri, iyiyi kötüyü, helâli haramı, cenneti ve cehennemi öğretmek için peygamberler göndermiştir. Peygamber göndermeden hiçbir milleti cezalandırmamıştır. Ancak peygamberler gönderip emir ve yasaklarını bildirmiş, iman edenleri cennet nimetleriyle müjdelemiş, etmeyenleri ise cehennem azabı ile korkutmuştur. Peygamberlerin davetine uyanlar kurtulmuş, uymayanlar ise küfür ve zulümlerinin cezası olarak helak olmuşlardır. Onlar âhireite de ebedî azaba uğrayacaklardır. 73 «Ey Muhammed, uyarıldığı halde yola gelmeyenlerin sonunun nasıl olduğuna bir bak.» 74 «Allah'ın ihlaslı kulları müstesna.» Yüce Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, kendilerine peygamber gelip uyarıldığı halde yola gelmeyenlerin sonunun nasıl olduğuna bir bak.» Onlar, peygamberlerin davetini kabul etmedikleri için helak olup perişan olmuşlardır. Ancak Allah'ın ihlâslı kulları helak olmaktan kurtulmuşlardır. Çünkü onlar kendilerine gelen peygamberlerin davetini kabul edip iman ederek sâlih amel işlemişlerdir. İman edip sâlih amel işleyenler, hidâyete erip kurtulmuşlardır. Mü’minlerin bunlardan ibret almaları, Allah ve Resulünün emirlerine sarılıp, yasaklarından kaçınmaları gerekir. Allah'ın ve peygamberlerinin emirlerine uyanlar hidâyete erip kurtulmuşlardır, uymayanlar ise helak olup perişan olmuşlardır. 75 «Yemin olsun ki, Nüh bize niyaz etmişti de, duasına ne güzel icabet etmiştik.» Nûh (aleyhisselâm) kavmini dokuzyüz elli sene imana davet etmişti. Onlar, Peygamberlerinin bu davetini kabul etmeyerek, ona her türlü zulüm ve işkenceyi yapmışlardır. Nûh (aleyhisselâm) kavminin imanından ümidini kesince, zulümlerinden kurtulmak için Rabbine duâ ve niyazda bulunmuştu. Yüce Halik onun duâsmı kabul ederek şöyle buyurmuştur: «Yemin olsun ki, Nûh, bize niyaz etmişti de, duasına ne güzel icabet etmiştik.» 76 «Biz hem onu, hem ehlini o büyük sıkıntıdan kurtardık.» Yüce Halik, Nûh (aleyhisselâm)'un duasını kabul ederek, hem onu, hem de iman edenleri o büyük tufandan ve kavminin zulmünden kurtarmıştır. İman etmeyenleri de tufanda boğarak helak etmiştir. Bu, onların dünyadaki cezalarıdır. Ahirette ise küfür ve zulümlerinin cezasını cehennem azabında ebedî olarak göreceklerdir. Nûh (aleyhisselâm)'a kavmi içinde iman edenlerin sayısı 78 veya 80 kişidir. Tufan başlamadan önce onları gemiye almış, tufan başlayınca her tarafı su kaplamış, gemi yüzmeye başlamış, iman edenler selâmet içinde kurtulmuş, etmeyenler de boğularak helak olmuşlardır. 77 «Hem zürriyetini baki kalanlar kıldık.» Nûh (aleyhisselâm) insanoğlunun ikinci babasıdır. Bütün kavimler tufandan sonra onun üç oğlundan türemiştir. Semre ibn Cündüb'ün Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'den rivayetine göre, Sam Arapların, Ham Habeşlilerin, Yâfes de Rumların atasıdır. Diğer bütün kabileler Kuralara dahildir. Türkler'in dedesi de Yâfes'tir. Yüce Halik, Nûh (aleyhisselâm)'un zürriyetini devamlı kılmıştır. 78 «Hem de Nûh için, sonradan gelenler içinde iyi bir yâd bıraktık.» 79 «(Onu şöyle yâd ederler): 'Bütün âlemler içinde Nûh’a selam olsun...'» Nûh (aleyhisselâm)'u, kendisinden sonra gelenler kıyamete kadar rahmetle, minnetle ve iyilikle anacaklardır. Yüce Halik, bunu şöyle beyan ediyor: «Sonra gelenler içinde 'âlemlerde Nuh'a selâm olsun' diye ona iyi bir nam bıraktık.» Saadet, bereket, âlemler içinde Nûh (aleyhisselâm)'un üzerinedir. 80 «Şüphesiz biz iyi hareket edenleri de böyle mükâfatlandırırız.» Allahü teâlâ iman edip amel-i sâlih yaparak iyi hareket edenleri böyle mükâfatlandırır. O, her şeye kadirdir. İman edenleri mükâfatlandırır, etmeyenleri ise, küfür ve inkârları yüzünden cezalandırır. 81 «Şüphesiz o, mü’min kullarımızdandı.» Nûh (aleyhisselâm), Allahü teâlâ'nın mü’min ve müvahhid kullarmdandır. Onun için övgüye lâyık olmuştur. 82 «Nihayet ötekilerini suda boğduk.» Yüce Halik, Nûh (aleyhisselâm)'u ve iman edenleri tufandan kurtarmış, etmeyenleri ise suda boğarak helak etmiştir. İman etmeyenler böylece inkâr ve zulümlerinin cezasını görmüşlerdir. 83 «İbrahim de şüphesiz onun yolunda olanlardandı.» 84 «Çünkü o, Rabbine tertemiz bir kalb ile gelmişti.» Yüce Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, bil ki, İbrahim de onun etbamdan ve milletindendir. Çünkü o, Rabbine tertemiz bir kalb ile gelmişti.» İbrahim (aleyhisselâm), Nuh (aleyhisselâm)'un soyundandır. Yukarda da ifade edildiği gibi, bütün kavimlerin ve milletlerin ikinci babası Nuh (aleyhisselâm)'dur. İbrahim (aleyhisselâm) dili dönmeye başladığı zaman annesine, kendisini kimin yarattığını sormuş, ondan kesin bir cevap alamayınca, çocuk kafasıyle annesinin ve babasının taptığı putları tanrı olarak kabul etmemiş, gece gökyüzünde gördüğü yıldızları, arkasından ayı ve sonra güneşi tanrı kabul etmiş, bunların battığını görünce «hayır, bunlar Allah olamazlar. Ancak, bunların hepsini yaratan Allah olur» diyerek Rabbini bulmuştur. Yeni konuşmaya başlayınca yavru, annesinin ve babasının yanlış yolda olduğunu ve gerçek Rabbin kim olduğunu böylece onlara anlatmıştır. O, tertemiz bir kalble Rabbine yönelmiş ve O'na gelmiştir. 85 «O zaman babasma ve kavmine demişti ki: 'Siz nelere tapıyorsunuz?'» 86 «Allah'ı bırakıp uydurma tanrılara mı tapıyorsunuz?» 87 «Âlemlerin Rabbi hakkında zannınız nedir?» İbrahim (aleyhisselâm), babasının ve kavminin tapmış oldukları putları tenkit ederek «siz nelere tapıyorsunuz, Allah'ı bırakıp da uydurma tanrılar mı istiyorsunuz? Bu taptıklarınızın size ne faydası var? Âlemlerin Rabbi hakkında zannınız nedir? öldükten sonra O'nun huzuruna çıkacaksınız. O zaman ne cevap vereceksiniz? Taptığınız putlarınız sizi O'nun azabından kurtarabilecek mi? Halbuki taptığınız tanrılarınız hiçbir işe yaramıyor, onların size hiçbir faydası olmayacaktır,» demiştir. 88 «İbrahim yıldızlara bir göz attı» 89 «ve 'ben hastayım' dedi.» 90 «O vakit arkalarını dönüp gittiler.» Bazı tefsircilere göre ibrahim (aleyhisselâm), bu sözleri kavminin bayram günü kendilerine söylemiştir. Onların muayyen bayram günleri vardı. O günlerde başta Nemrud olmak üzere kavmi topluca bayram yerine çıkarlar orda çeşitli şenlikler ve eğlenceler yaparlardı. Bayram münasebetiyle İbrahim (aleyhisselâm)'i de aralarına alıp dinlerini sevdirmek istiyorlardı. İbrahim (aleyhisselâm) de bir bahane uydurarak kavminden uzaklaşmak istiyordu. Bunun için de «ben hastayım» demişti. Kavmi bu, hasta sözünü duyunca ondan hemen uzaklaşır. Çünkü onlar hastalık bize bulaşmasın diye hastadan kaçarlardı, ibrahim (aleyhisselâm) de, bunun için «hastayım- demişti. Ebû Hüreyre (radıyallahü anh), Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'den şöyle rivayet etmiştir: «ibrahim Peygamber, hayatında üç yerde düşmanı yanıltıcı söz söylemiştir. İkisi Allahü teâlâ'nın zatına taallûk eden mes'elede, birisi de Hazret-i Sare hakkındadır. Birincisi, hasta olmadığı halde «ben hastayım' demesi. İkincisi, puthanedeki putları kırarak baltayı büyük putun boynuna asıp 'sizin putlarınızı şu büyük put kırmış' demesidir. Aslında ikisi de doğrudur, fakat zahire göre yalandır. Çünkü dünyadaki bütün insanlar her an ölüm döşeğindedir, bu bakımdan hepsi hastadır. Yüce Halik, İbrahim (aleyhisselâm)'e hastalık vermemiştir, bunu mecazi olarak söylemiştir. -Sizin putlarınızı şu büyük put kırmıştır- dediği zaman onlar bunu doğru zannetmişlerdir. Halbuki o bunu mecazi anlamda söylemiştir. Mecazi anlamda ise bu doğrudur. Üçüncüsü de Sare validemiz hakkındadır. Onu alıp Şam'a giderken, yolda zalim bir kralın memleketinden geçmek zorunda kalırlar. Sare validemiz o asrın en güzel kadını idi. Ondan daha güzeli düşünülemezdi. Zalim kralın memleketine yaklaştıkları zaman ibrahim (aleyhisselâm) hanımına 'ey Sare, bu zalim kral bana galip gelip seni benim elimden alırsa, ona, benim hanımım olduğunu değil de, kız kardeşim olduğunu söyle. Zira sen benim müslüman kardeşimsin. Şu anda yeryüzünde ikimizden başka müslüman yok» der. Onlar zalim kralın memleketinde yollarına devam ederken, kralın adamları kendilerini görür, hemen gidip krallarına «ey padişahımız, senin memleketine yabancı bir kadın ile bir adam girdi. O kadından daha güzeli bugüne kadar gelmedi, o ancak sana lâyıktır- derler. Kral derhal kadının yakalanıp kendisine getirilmesini emreder, onlar da hemen Sare validemizi ibrahim (aleyhisselâm)'in yanından alıp krallarına getirirler. İbrahim (aleyhisselâm) bu manzara karşısında çaresiz kalır, onlara karşı koyamaz. Rabbine müracaat eder ve namaz kılmaya başlar. Sare validemizi zalim kralın huzuruna çıkarırlar. Zalim, Sare validemizi görünce el ile sarkıntılık yapmak ister, o anda eli kurur, kendisinden geçer. Aklı başına geldiği zaman eski haline dönmesi için, Sare validemizin Rabbine dua etmesi için yalvarmaya başlar ve «sana asla dokunmayacağım, seni serbest bırakacağım» der. Sare validemiz de dua eder, Allabü Teâlâ duasını kabul eder ve zalim eski haline döner. Ama yine eliyle sarkıntılık yapmak ister, eli yine kurur. Sare validemize tekrar yalvarmaya başlar. Sare validemiz dua eder, iyi olur. Fakat yine eliyle sarkıntılık etmek ister. Bu defa eli kolu eskisinden daha fazla kurur ve kendinden geçer. Aklı başına geldiği zaman, Sare validemizden dua etmesini ve elini bir daha asla ona uzatmayacağını, kendisini serbest bırakacağını söyler. Sare validemiz de Rabbine duâ eder. Allahü teâlâ duasını kabul eder, zalim eski haline döner. Derhal Sare validemizi kendisine getirenlere -siz bana insan getirmemişsiniz. Alın bunu kimden aldınızsa ona götürün, teslim edin. Bizim kendisine bir hediyemiz olarak Hacer adındaki köleyi de ona verin- der. Bunun üzerine kralın adamları her ikisini de alır ibrahim (aleyhisselâm)'e getirirler. Onlar geldiği zaman İbrahim (aleyhisselâm) yine namazdadır. Namazı bitirdikten sonra Sare validemize olup bitenleri sorar, o da durumu olduğu gibi anlatır, Rablerine şükrederek yollarına devam ederler. Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) bu hadîsi rivayet ederek «ey Araplar, sizin ananız Hacer'dir. Sare, Hacer "i İbrahim (aleyhisselâm)'e hediye etti ve ondan İsmail doğdu. Hepiniz onun soyundansmız.» 91 «O da onların tanrılarına yönelip: 'Hani yemek yemiyorsunuz,» 92 «ne oluyor size, konuşmuyorsunuz?' dedi.» Nemrud ve kavmi bayram yerine gittikten sonra İbrahim (aleyhisselâm) puthanenin yolunu tutar. Her putun önünde çeşitli yiyecekler olduğunu görür. Buna çok canı sıkılan İbrahim (aleyhisselâm) -hani yemek yemiyorsunuz, haydin yiyin, bunlar size bırakıldı. Ne oluyor size ki, konuşmuyorsunuz? Haydin konuşun.» der. Taştan, ağaçtan, tunçtan, gümüşten ve altından yapılan putların bir şey yiyip, içmeyeceğini ve konuşamayacağını İbrahim (aleyhisselâm) çok iyi biliyordu. Ö, putlara «neden yemiyorsunuz? Neden konuşmuyorsunuz?» demekle kavminin ne büyük bir ahmaklık içinde olduğunu ortaya koyuyordu. 93 «Nihayet onlan sağ eliyle vurup kırdı.» İbrahim (aleyhisselâm), putlara böyle konuştuktan sonra sağ elindeki balta ile onların hepsini vurup kırar, sadece içlerinde en büyük olanı bırakır ve baltayı da onun boynuna asar. Sonra puthaneden çıkıp gider. Nemrud ve kavmi bayram yerinden döndükten sonra puthaneye gelirler, bakarlar ki, bütün putları kırılmış, sadece büyük putları kalmış. Bu manzarayı görünce derhal İbrahim (aleyhisselâm) "e koşarlar. 94 «Bunun üzerine putperestler koşarak ona gelirler.» Bayram yerine dönen Nemrud ve kavmi putlarının kırıldığını görünce derhal koşarak İbrahim (aleyhisselâm)'e gelirler ve «ey İbrahim, putlarımızı sen mi kırdın?» derler. O, soğukkanlılıkla onlara şu cevabı verir. 95 «İbrahim dedi ki: Yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?» 96 «Halbuki sizi de, yonttuklarınızı da Allah yaratmıştır.» Kavmi, İbrahim (aleyhisselâm)'e gelip «ey İbrahim, putlarımızı sen mi kırdın?» dedikleri zaman, İbrahim (aleyhisselâm) de onlara şu cevabı verir: «Yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz? Halbuki sizi de, yonttuklarınızı da Allah yaratmıştır. Siz, bunları ellerinizle yaptınız, sizi yaratanı bırakıp da ellerinizle yaptığınız ve hiçbir şeyden haberi olmayan şeylere mi tapıyorsunuz?» ibrahim (aleyhisselâm) 'e cevap veremeyen kavmi, işi tehdide döker. 97 «Onun için bir bina yapın da alevli ateşe atın odu, dediler.» Kavmi, ibrahim (aleyhisselâm)'e cevap veremeyince, onu yıldırmak için kaba kuvvete baş vurdular. Kavminin ileri gelenleri -onun için bir bina yapın, içine de büyük bir ateş yakın, herkesin gözü önünde onu ateşe atın» derler. 98 «Bunun üzerine ona bir tuzak kurmak istediler. Biz de tuttuk kendilerini daha alçak duruma düşürdük.» İbrahim (aleyhisselâm)i cezalandırmak için yaptıkları binanın içine büyük bir ateş yakarlar, halkın gözünün önünde Allah dostunu, yüksek bir yerden ateşin içine atarlar, ibrahim (aleyhisselâm) için ateşe atılmak, bayrama gitmek gibiydi. Allahü teâlâ ateşi onun için gül bahçesine döndürür. Görenler hayrete düşerler, çılgına dönerler. Böylece Yüce Halik onların tuzaklarını alt üst eder. «Bunun üzerine ona bir tuzak kurmak istediler. Biz de tuttuk kendilerini daha alçak duruma düşürdük.» buyurulmuştur. 99 «İbrahim: Ben, dedi, doğrusu Rabbime gideceğim. O, bana yol gösterir.» Kavmi, İbrahim (aleyhisselâm)'i ateşin yakmadığını görünce hayrete düşerler. Buna rağmen iman etmezler ve ellerinden gelen her türlü zulmü yapmaya devam ederler. Hâlik-ı Zülcelâl, onun kavmini inkarları ve zulümleri yüzünden helak eder. İbrahim (aleyhisselâm) de o beldeden ayrılarak «Rabbime gideceğim, O'na taatta bulunacağım, O beni muhafaza edip doğru yola iletir. Kendinden başkasına beni asla muhtaç etmez, O, her şeyi yoktan var edendir» diyerek Sare validemizi de alır Şam'a gider ve Rabbine şöyle duâ ve niyaz eder. 100 «Rabbim, bana sâlihlerden olacak bir çocuk ver, diye duâ etti.» 101 «Biz de ona yumuşak huylu bir oğlan müjdeledik.» İbrahim (aleyhisselâm)'in yaşı ilerlemişti, o zamana kadar hiç çocuğu olmamıştı. Bâbil'den Kudüs'e hicret edince, yerini tutacak bir oğlan çocuğunun olmasını istiyor ve Rabbine şöyle dua ediyordu: «Rabbim, bana sâlihlerden olacak bir çocuk ver.» Hâlik-ı Mutlak da duasını kabul edip ona halim, selim ve yumuşak huylu bir oğlan müjdeledi. Oğlu İsmail (aleyhisselâm) dünyaya geldiği zaman, İbrahim (aleyhisselâm) doksan dokuz yaşındaydı. 102 «Çocuk kendisinin yanı sıra yürümeye başlayınca 'Ey oğulcuğum, doğrusu ben uykuda iken seni boğazladığımı görüyorum, bir düşün, ne dersin?' dedi. 'Ey babacığım, ne ile emrolundunsa yap, Allah dilerse, beni sabredenlerden bulacaksın' dedi.» Yüce Halik, İbrahim (aleyhisselâm)'in duasını kabul edip ona nur'topu gibî bir oğlan çocuğu vermiştir. O, kendisine verilen ilk çocuğu, Allah yolunda kurban edeceğini nezretmişti. Çocuğu olunca ona karşı aşırı bir muhabbet besler. Allahü teâlâ, İbrahim (aleyhisselâm)'in kalbindeki çocuk sevgisini azaltmak ve kendisine olan muhabbetini artırmak için oğlu İsmail (aleyhisselâm)'i kurban etmesini rüya âleminde emreder. Hem "de istemiş olduğu salih evlâdı böylece kendisine göstermek ister ki, kalbi de mutmain olsun. Bu rüya üç kez tekrarlanır. Birincisinde rüyanın rahmani olup olmadığında şüphe ettiği için, o güne terviye günü denmiş, ikinci gece rüyanın rahmani olduğunu anladığı için o güne arefe günü denmiş, üçüncü gece de böyle bir rüya gördüğü için oğlunu kurban etmeye karar verdiğinden o güne de «Yevmü'n-nahr» denmiştir. Rüyasını oğluna açan İbrahim (aleyhisselâm) şöyle der: -Ey oğulcuğum, doğrusu ben uykuda iken seni boğazladığımı görüyorum, bir düşün, ne dersin?» Sâlihlerden olan yavru hiç tereddüt etmeden babasına şu cevabı verir: «Ey babacığım, ne ile emrolundunsa yap. Allah dilerse, beni sabredenlerden bulacaksın.» Böylece her ikisi de Allahü teâlâ’nın emrine muti olurlar. Sahâbe-i kiramdan Hazret-i Ali, İbn Abbas, Katade, İkrime ve Abdullah ibn Selâm, İshak (aleyhisselâm)'ın kurban edildiği görüşündedirler. Fakat Kur'ân-ı Kerim'de İsmail (aleyhisselâm)'in kurban olayı zikredildikten sonra «biz ona (İbrahim'e) İshak'ı müjdeledik» buyurulmuştur. Bu da gösteriyor ki, kurban edilen İsmail (aleyhisselâm)'dir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şu hadîsi de buna delildir: «Ben iki kurbanlığın oğluyum» buyurmuştur. Bunlardan birisi ismail (aleyhisselâm), diğeri de babası Abdullah'dır. Yukarda da ifade edildiği gibi, İbrahim (aleyhisselâm)'e bir gece rüyasında Allahü teâlâ tarafından oğlunu kurban etmesi emredüdiği söylenir. Bu rüyanın rahmani değil, şeytani olduğuna hükmederek kalkar, sabaha kadar ibadet eder. İkinci akşam aynısını görür, «Şeytandan Allah'a sığınırım» diyerek, yine kalkar sabaha kadar ibadet eder. Üçüncü akşam yine aynısını görünce «şayet bu rüya şeytani olsaydı, defolur giderdi. Bu hüküm Allah'tandır. Bize, emrolunanı yerine getirmek düşer» diyerek sabahı bekler. Sabah olunca hanımına «ey Hacer, Allah'ın emrini yerine getirmem gerekiyor, onun için çıkıyorum» der ve İsmail (aleyhisselâm)'i de beraberinde götürmek ister. Her şeyden habersiz olan Hacer validemiz biricik yavrusunu süsler, babasına katar. Her ikisi Mine'nin yolunu tutar ve Hacer validemizden uzaklaşırlar. Onlar gözden kaybolunca şeytan hemen Hacer validemize gelir, oğlunun nereye gittiğini sorar. O da, babasıyla beraber gittiğini söyler. Şeytan «babası onu kurban etmek için götürdü» der. Bunun üzerine Hacer validemiz «niçin kurban edecek?» diye sorar. Şeytan «Rabbinin emri olduğu için kurban edecek- der Hacer validemiz hiç tereddüt etmeden «Rabbi emrettiyse, emrini derhal yerine getirmesi gerekir» der. Hacer validemizden bu cevabı alan şeytan söyleyecek bir şey bulamaz yanından kaçar. Doğru ismail (aleyhisselâm)'e gelir. Ona nereye gittiğini sorar. O da, babasıyla beraber bir ihtiyaç için gittiklerini söyler. Şeytan -baban seni kurban etmeye götürüyor, seni öldürecek» der. İsmail (aleyhisselâm) de, şeytana babasının kendisini niçin kurban edeceğini sorar. Şeytan da, «Rabbinin emri olduğu için seni kurban edecek» der. Küçük yavru hiç tereddüt etmeden «babamın beni kurban etmesi Rabbimin emri ise, derhal yerine getirmesi gerekir» der. Şeytan onu da kandıramayınca bu defa İbrahim (aleyhisselâm)'e sokulur ve «ey ibrahim, sabahın erken saatinde bu çocuğu alıp nereye götürüyorsun- diye sorar. İbrahim (aleyhisselâm) bir ihtiyaç için gittiklerini söyler. Şeytan «sen, bunu bir ihtiyaç için değil, kurban etmek için götürüyorsun» der. İbrahim (aleyhisselâm) de hiç tereddüt etmeden «evet ben onu Rabbimin emri olduğu için kurban etmeye götürüyorum. Rabbimin emrine boyun eğip hükmünü yerine getireceğim» der. Şeytan onu da kandıramayınca emeline ulaşamadan yanlarından ayrılıp gider. Baba-oğul Minâ'ya geldikleri zaman ibrahim (aleyhisselâm) oğluna «ey oğulcuğum, seni kurban etsem ne dersin?» diyerek görüşünü sorar. O halim, selim ve Rabbinin emrine teslim olan yavru «ey babacığım, sana emrolunanı yap, inşaallah beni sabredenlerden bulacaksın» diye cevap verir. Eöylece Rabbimin emrine teslim olmanın sevincini yaşar. Her ikisi de bu hareketleriyle Rablerine olan teslimiyetlerini gösterirler. Allah da onları en güzel şekilde mükafatlandırır. 103 «Böylece her ikisi de Allah'a teslimiyet gösterip, babası oğlunu alnı üzerine yere yatırdı.» İbrahim (aleyhisselâm) ile İsmail (aleyhisselâm) Rablerinin emrine razı olurlar. İbrahim (aleyhisselâm), Rabbine oğlunu, İsmail (aleyhisselâm) de canını teslim eder. Oğlunu kurban etmek için alnı üzere yere yatırır, ellerini yanına uzatır. O anda Allahü teâlâ, İsmail (aleyhisselâm)'e vahyedip «şu anda benim katımda dua müstecaptır, dua et kabul edeyim' buyurur. Bunun üzerine İsmail (aleyhisselâm) duâ edip şöyle niyazda bulunur: «Rabbim, başlangıçtan sonuna kadar iman ile huzuruna gelen kullarının günahlarını bağışla, onları cennet nimetlerinle mükâfatlandır, duamı da kabul buyur.» İbrahim (aleyhisselâm) oğlunun bu manidar duasını duyunca ağlamaya başlar, bir an kendisinden geçer. Fakat ilâhi emri yerine getirmek için de geri durmaz, yavrusunun saçından tutup boğazlamak ister. O anda İsmail (aleyhisselâm) babasına «babacığım, sana üç vasiyetim var. Onları yerine getirmen senin için daha iyi olur» der. Sonra nasihatlarını şöyle sıralar: İki elimi bağla, belki can acısı ile bir yerine çarpıp sana eziyet veririm. Bu şekilde sana eziyet edersem, Allah katında onun azabından korkarım. Gözümü bağla ki, gözümü açık görüp bana merhamet etmeyesin. Şayet bana merhamet edip kurban etmekten vazgeçersen, Allah'a isyan etmiş olursun. Allah'a isyan edenler asla felah bulmazlar. Beni kurban ettikten sonra gömleğimi anama götür, beni özlediği zaman ona bakar, hasretini giderir ve beni unutmaz.» Oğlunun vasiyetini yerine getiren İbrahim (aleyhisselâm) bıçağı oğlunun boğazına bütün şiddetiyle çalar, bıçak kesmez. Bir daha çalar, yine kesmez, bu işlemi üç defa tekrarlar. Fakat bıçak kesmez. Bu defa ensesinden kesmek ister, yine bütün şiddetiyle bıçağı ensesine çalar. Aynı şekilde bıçağın kesmediğini görür ve kızarak bıçağı taşa çalar. Taşı baştan başa ikiye ayırır. Bunu gören İbrahim (aleyhisselâm) hayrete düşer ve «bu nasıl bıçak, nazik eti kesmiyor da, taşı kesiyor?» der. O anda bıçak dile gelir: «Yâ İbrahim, bunu bana kestirmeyen Yüce Hâlik'tır. O izin vermeden ben nasıl kesebilirim?» der. Onlar aralarında böyle konuşurken Allahü teâlâ'dan müjde gelir. 104 «Biz ona: 'Yâ İbrahim, diye nida ettik,» 105 «rüyana sadakat gösterdin. Şüphesiz ki, biz iyi hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız'.» Hâlik-ı Zûlcelâl, İbrahim (aleyhisselâm)'i denemiştir. Onlar Allahü teâlâ'nın emrine sadakat gösterip boyun eğerek teslim olmuşlardır. Böylece ilâhî emri yerine getirmiştir. Hâlik-ı Mutlak, emrini yerine getirenleri en iyi şekilde mükâfatlandırır. O, bunu şöyle beyan ediyor: «Biz ona: 'Yâ ibrahim, rüyana sadakat gösterdin. Şüphesiz ki, biz iyi hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız diye nida ettik.» Allah, ihsan edenlerin mükafatını ihsan olarak verir, şer işleyenlerin cezasını da şer olarak verir. 106 «Doğrusu bu, apaçık ve kat'î bir imtihandır.» 107 «Ona fidye olarak büyük bir kurbanlık verdik.» Hâlik-ı Mutlak, dostu ibrahim (aleyhisselâm)'i böylece çetin bir imtihana tâbi tutmuştur. Çünkü o «Rabbim, bana sâ'ihlerden bir oğul ver» demişti. Oğlunun sâlihlerden olduğunu göstermek için onu kurban etmesini emretmişti. O da, oğlunu Allah yolunda kurban ederek, onun sâlihlerden olduğunu Rabbi kendisine göstermiş ve «ona fidye olarak büyük bir kurbanlık verdik' buyurmuştur. Böylece İbrahim (aleyhisselâm), Rabbine olan sadakatini göstermiş; oğlu da, babasının emrine boyun eğerek Allah'a teslimiyetini ve sâlihlerden olduğunu isbat etmiştir. İbrahim (aleyhisselâm), oğlunun yerine kurbanlık için gelen koçu gördüğü zaman Allahü teâlâ'ya şükrederek tekbir getirir, sonra koçu kurban eder. İşte Hâlik-ı Mutlak, iyi hareket edenleri böyle mükâfatlandırır. 108 «Sonra gelenler içinde ona iyi bir nam bıraktık.» 109 «'İbrahim'e selâm olsun' diye.» Allahü teâlâ, İbrahim (aleyhisselâm)'in teslimiyetinden dolayı kendisinden sonra gelenler arasında üzerine selam olsun, diye iyi bir namını bırakmıştır. Böylece kendisinden sonra gelen peygamberler ve milletler onu rahmetle, hayırla yâd ederlerdi. Yüce Halik, bunu şöyle beyan ediyor: «Sonra gelenler içinde 'ibrahim'e selam olsun' diys ona iyi bir nam bıraktık.» 110 «Biz iyi hareket edenleri işte böyle mükafatlandırırız.» 111 «Şüphesiz o, mü’min kullanmızdandı.» İbrahim (aleyhisselâm), Rabbine iman edip emirlerine boyun eğip teslim olmuştu. Gördüğü rüyânın rahmani olduğunu anlayınca yerine getirmişti. O, asla inancında ve teslimiyetinde Rabbine karşı zaaf göstermemişti. Hâlik-ı Zülcelâl de onu en iyi şekilde mükafatlandırmıştı. 112 «Ona sâlihlerden bir peygamber olmak üzere de İshak'ı müjdeledik.» Allahü teâlâ, İbrahim (aleyhisselâm)'e İsmail (aleyhisselâm)'den sonra sâlihlerden bir peygamber olmak üzere Sare validemizden İshak'ı vermiştir. O dünyaya geldiği zaman İbrahim (aleyhisselâm) yüz on iki yaşındaydı. İsmail (aleyhisselâm)'den de on üç yaş küçüktü. İbrahim (aleyhisselâm)'in soyundan birçok peygamber gelip geçmiştir. 113 «Hem ona, hem İshak'a bereketler verdik. Her ikisinin neslinden iyi hareket edeni de vardır, nefsine apaçık zulmedeni de.» Allahü teâlâ, İbrahim (aleyhisselâm)'e de, lahak (aleyhisselâm)'a da bol rızıklar, bereketler ve sayısız zürriyet vermiştir. Her ikisinin soyundan peygamberler göndermiştir. Soylarından peygamberler geldiği gibi, mü’minler de gelmiştir. Bununla beraber kendi nefsine zulmedip kâfir olanlar da olmuştur. Onlar Allahü teâlâ'nın âyetlerini, peygamberlerini inkâr ederek kâfir olmuşlardır. Onlar en büyük zulmü kendi nefislerine yapmışlarda-. Küfretmekle Allah'ın rahmetinden uzaklaşıp gadabına uğramışlardır. Onlar inkâr ve zulümlerinin cezasını mutlaka göreceklerdir. İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın rivayetine göre İsmail (aleyhisselâm) için kurban edilen koç, Cebrail tarafından cennetten getirilmiştir, İsmail (aleyhisselâm)'in kıssası bittikten sonra, insanların ibret alması için Mûsâ (aleyhisselâm) ile Harun (aleyhisselâm)'un kıssaları zikredilmiştir. 114 «Yemin olsun, taiz Musa'ya da, Harun'a da nimetler verdik.» 115 «Hem onları, hem kavimlerini o büyük sıkıntıdan kurtardık.» Allahü teâlâ, Mûsâ (aleyhisselâm) ile kardeşi Harun (aleyhisselâm)'a peygamberlik vermiş ve onları Firavun ve kavmini imana davet için göndermiştir. Onlar, kendi kavimlerini imana davet ettikleri gibi. Firavun ve kavmini de imana davet etmişlerdir. Fakat Firavun ve kavmi onların davetini kabul etmeyerek yalanlamışlardır. Allahü teâlâ da anları inkâr ve zulümleri yüzünden helak etmiştir, iman edenleri ise boğularak helak olmaktan kurtarmıştır. Böylece iman edenler mükâfatını, etmeyenler de cezasını görmüşlerdir. Yüce Halik, bunu şöyle beyan ediyor: -Hem onları, hem kavimlerini o büyük sıkıntıdan kurtardık.» 116 «Kendilerine yardım ettik de galebeyi kazananlar onlar oldular.» Allahü teâlâ, Mûsâ (aleyhisselâm) ile kardeşi Harun (aleyhisselâm)'a peygamberlik verip Firavun ve kavmini davet için göndermiştir. Onlar Firavun ve kavmini davet edince, Firavun ve kavmi onların davetini kabul etmeyerek, kendilerine karşı koymuş, bütün avanesiyle onları ve iman edenleri öldürmek için arkalarına düşmüştür. Mûsâ (aleyhisselâm), Firavunun şerrinden kurtulmak için kavmini alarak Kızıldeniz istikametine doğru yola çıkmış, denizin kenarına geldikleri vakit Firavun da arkalarından onlara yetişir. O zaman Mûsâ (aleyhisselâm) ilâhi emir gereği elindeki asayı denize vurur ve denizden on iki yol açılır. Kavmi o yollardan denize girer ve denizi geçerler. Firavun ve kavmi de aynı yollardan onları takip etmek için denize girerler, onların hepsi denize girdikleri vakit Allahü teâlâ denizi birleştirir, işte o zaman Firavun ve kavmi boğularak helak olur. Böylece Musa (aleyhisselâm) ve kavmi Allah'ın nusret ve yardımı ile Firavun ve kavmine galebe çalmışlardır. 117 «Her ikisine de, apaçık anlaşılan bir kitap vermiştik.» Yüce Halik, Musa (aleyhisselâm) ile kardeşi Harun (aleyhisselâm) "a Tevrat'ı vermiştir. Tevrat, Allah tarafından gönderilen dört büyük kitabın ilkidir. O, imanı küfürden, hakkı batıldan, hayrı şerden, iyiyi kötüden, helâli haramdan ayırdeden ve apaçık anlaşılan bir kitaptır.» 118 «Her ikisini de doğru yola eriştirdik.» Allahü teâlâ, Mûsâ (aleyhisselâm) ile kardeşi Harun (aleyhisselâm)'u doğru yola, islâm yoluna eriştirmiştif. Onlara peygamberlik verip kavimlerine ve Firavun'a göndermiştir. Kendilerinden sonra gelen milletler ve toplumlar arasında onlara iyi bir nam bırakmıştır. 119 «Sonra gelenler içinde iyi bir nam bıraktık.» 120 «'Mûsâ ve Harun'a selâm olsun' diye.» 121 «Doğrusu biz, iyileri böylece mükâfatlandırırız.» 122 «İkisi de şüphesiz mü’min kullarımızdandı.» Yüce Halik, Mûsâ (aleyhisselâm) ile Harun (aleyhisselâm)'u, kendilerinden sonra gelenler içinde üzerlerine «selâm olsun» diye onların iyi bir namını bırakmıştır. Onlar gerçekten Allah'ın mü’min kullarındandı. Rablerine teslim olmuşlar, kendilerine verilen görevi hakkıyle yerine getirmeye çalışmışlardır. Allah, iman edip salih amel işleyerek iyi hareket eden kullarını böyle mükâfatlandırır. Hâlik-ı Mutlak, bunu şöyle beyan ediyor: «Sonra gelenler içinde ‘Musa ve Harun'a selâm olsun' diye iyi bir nam bıraktık.» 123 “İlyas da şüphe yok ki, gönderilmiş peygamberlerdendi.” İlyas (radıyallahü anh), İsrailoğulları peygamberlerinden olup «Bâlebek» adında bir beldeye peygamber olarak gönderilmiştir. İlyas (aleyhisselâm), Yuşa ibn Nün soyundandı. Kavmi «Ba'l» adındaki altından yapılmış büyük bir puta tapıyorlardı. O, kavmini Allah'a imana davet edip hiçbir işe yaramayan putlara tapmaktan alıkoymaya çalışmıştı. Kavmi ise, kendisini yalanlamış, putlara tapmaya devam etmişti. Allahü teâlâ, onları inkâr ve zulümleri yüzünden yokluk ve kıtlıkla helak etmiş ve İlyas (aleyhisselâm)'a nida edip «ey İlyas, benden dilediğin nedir» buyurur. İlyas (aleyhisselâm) da «Rabbim, beni göğe yükselt» diye niyaz eder. Yüce Halik de duasını kabul edip onu göğe yükseltir. O, bundan sonra hem yer ehli, hem de gök ehli olur, meleklerle beraber uçar. Bazı tefsircîler, onun Hızır olduğunu söyler. Sahih olan görüşe göre İlyas (aleyhisselâm) peygamberdir. Fakat Arefe günü Hizır (aleyhisselâm) ile Arafat'ta buluştukları rivayet edilir. O, kavmine şöyle demişti. 124 «Milletine: 'Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?» 125 «Yaratanların en iyisi olan, Allah'ı bırakıp da «Ba'l' isimli puta mı tapıyorsunuz?' demişti.» 126 «sizin de Rabbiniz, önceki babalarınızın da Rabbi bulunan Allah'ı bırakıp da.» İlyas (aleyhisselâm), Bâlebek halkına gelip «ey kavmim, Allah'ın emirlerine karşı gelmekten sakının. Siz O'na karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Şayet O'nun emirlerine karşı gelmekten sakınmazsanız, azaba uğrar, helak olursunuz. Yaratanların en iyisi olan sizin de, sizden önceki babalarınızın da yaratanı, halikı, rızıklandıranı, koruyanı olan Rabbinizi bırakıp da ellerinizle yaptığınız «Ba'l' adındaki puta mı tapıyorsunuz? Halbuki onun size hiçbir faydası, yardımı olmayacaktır. Allah'ın azabından sizi de asla kurtaramayacaktır. Böyleyken siz hâlâ Allah'ı bırakıp da onlara mı tapıyorsunuz?- der. Onlar, İlyas (aleyhisselâm)’ın bu davetini ve nasihatini asla kabul etmezler. 127 «Bunun üzerine onu yalanlamışlardı. Bunların hepsi cehenneme götürüleceklerdir.» 128 «Allah'ın ihlâslı kulları bir yana.» İlyas (aleyhisselâm), kavmini davet edince, onlar bu daveti kabul etmeyerek onu yalanlamışlardır. Allahü teâlâ, peygamberlerini yalanlayanları en ağır şekilde cezalandırmıştır. Kavmi, İlyas (aleyhisselâm)'ı yalanlayınca onları da aynı şekilde cezalandırmıştır. Allah'ın iman edip salih amel işleyen kullan müstesna, diğerleri inkâr ve zulümlerinin cezasını çekmek üzere cehenneme götürülecekdir. İman edenler Allah katında her fert amelinin karşılığını görecektir. Kimseye zerre kadar haksızlık yapılmayacaktır. 129 «Sonra gelenler içinde iyi bir nam bıraktık..» 130 «'İlyas'a selâm olsun' diye» Yüce Halik, İlyas (aleyhisselâm) 'ı kendisinden sonra gelenler içinde, üzerine selâm olsun diye iyi bir nam bırakmıştır. Allah'ın selâmı, rahmeti İlyas (aleyhisselâm)'in ve ona tâbi olanların üzerinedir. O, Allah'ın salih kullarındandır. 131 «Şüphe yok ki, biz iyi hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız.» 132 «O, muhakkak ki mümin kullanmızdandı.» İlyas (aleyhisselâm), Allah'ın muhsin, muti ve mü’min kullarındandır. Bunun için Yüce Halik, onu mükafatlandırmıştır. Allah, ihsan edenleri ihsaniyle mükâfatlandırır, şer işleyenleri de işledikleri şer ile cezalandınr. O, her şeye kadirdir. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Şüphe yok ki, biz iyi hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız.» 133 «Lût da gerçek ve şüphesiz gönderilmiş peygamberlerdendi.» 134 «Lût'u ve ailesinin hepsini kurtarmıştık.» 135 «Geridekiler arasında kalan yaşlı bir kadın dışında,» 136 «Sonra diğerlerini yok etmiştik.» Lût (aleyhisselâm) da kavmine peygamber olarak gönderilmiştir. O, kavmini imana davet edip, her türlü terbiyesizlikten, edepsizlikten ve ahlâksızlıktan alıkoymaya çalışmıştır. Fakat kavmi Lût (aleyhisselâm)'u dinlemeyerek, yine o hayâsızlıklarına devam etmişlerdir. Ancak içlerinden çok azı iman etmiştir. Allahü teâlâ da onları, bu hayâsızlık ve terbiyesizlikleri yüzünden başlarına taş yağdırarak helak etmiştir. Helak olanlar arasında Lût (aleyhisselâm)'un yaşlı karısı da vardı. Çünkü o da iman etmeyenlerdendi. Lût (aleyhisselâm), ailesinin hepsi ve iman edenler helak olmaktan kurtulmuştur. Böylece iman edenler mükâfatını, iman etmeyenler de cezasını görmüşlerdir. 137 «Ey insanlar, elbet siz de sabah ve akşam onlara uğruyorsunuz. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?» 138 «Ey insanlar, elbet siz de sabah ve akşam onlara uğruyorsunuz. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?» Ey insanlar, siz sabah ve akşam helak olan kavimlerin, milletlerin köylerine ve kasabalarına uğruyorsunuz. Şimdi onların beldelerinde baykuşlar ötmektedir. Siz, onların bu hallerinden ibret alıp hâlâ iman etmeyecek misiniz? Ne ahmak insanlarsınız ki, bunlardan ibret alıp iman etmiyorsunuz. Halbuki onların her hali sizin için en büyük ibrettir. İşte onlar arasında iman edenler helak olmaktan kurtulmuş, etmeyenler ise inkâr ve zulümlerinin karşılığı olarak helak olup gitmişlerdir. Onlar için âhirette de elim bir azab vardır. Bu, onların inkâr ve zulümlerinin karşılığıdır. Allah, iman edenleri cennet nimetleriyle mükâfatlandıracağı gibi, iman etmeyenleri de cehennem azabı ile cezalandıracaktır. 139 «Doğrusu Yûnus da Peygamberlerdendir.» Yûnus (aleyhisselâm) da Ninova halkına Peygamber olarak gönderilmiştir. Ninova yüz bin nüfuslu bir şehirdi Yûnus (aleyhisselâm), kavmine gelip onları imana davet etmişti. Kavmi onun davetini kabul etmeyerek yalanlamışlardır. Yûnus (aleyhisselâm) kavminin iman etmesi için elinden gelen bütün gayreti sarfetmiş, ne yazık ki, onlar yine iman etmemişler, hattâ. Yûnus (aleyhisselâm)'a zulümde bile bulunmuşlardır. Çaresiz kalan Yûnus (aleyhisselâm), Rabbine niyaz edip kavminin zulmünden kurtulmak için duâ etmiştir. Allahü teâlâ duasını kabul edip üzerlerine azab indireceğini bildirir ve Yûnus (aleyhisselâm)'a iman edenlerle beraber kavminin içinden çıkmasını emreder. Yûnus (aleyhisselâm) son olarak kavmine üç gün içinde üzerlerine büyük bir azabın geleceğini bildirir. Onlar yine umursamazlar ve peygamberlerini yalanlarlar. O da iman edenleri alır, kavminin arasından ayrılır. Yûnus (aleyhisselâm) kavminin içinden ayrıldıktan sonra, birinci gün azabın kendilerine yaklaştığını görürler, hiçbir tedbir almazlar. İkinci gün daha fazla yaklaştığını görünce, «Yûnus'un söylediği gerçektir» diyerek onu aramaya başlarlar. Üçüncü gün ilâhî azabın kendilerini kuşattığını görünce, her yerde Yûnus (aleyhisselâm)'u aramaya başlarlar. Fakat hiçbir yerde bulamazlar. Bunun üzerine büyük küçük hepsi bir yere toplanır, «Yûnus kayıpsa, Rabbi bakîdir, O'na yalvaralım, O, bizim duamızı ve niyazımızı kabul eder- diyerek baş açık ihlâsla Allahü teâlâ'ya dua ve niyaz ederek iman ederler. 140 «Hani o, dolu bir gemiye kaçmıştı.» Yüce Halik, onların duasını kabul eder ve üzerlerinden azabı kaldırır. Yûnus (aleyhisselâm) üç gün içinde kavminin üzerine azabın gelmediğini öğrenince kızar ve mahcup olur. O, Allahü teâlâ'nın takdirine üzülmez, kavmi içinde yalancı olduğuna üzülür. Onların âdetine göre bir kimsenin yalancı olduğu tesbit edilince, o insanı yalancılığından dolayı katlederlerdi. Yûnus (aleyhisselâm), kavminin içinde hem yalancı olduğu, hem de öldürülmekten korktuğu için üzülmüştür. Halbuki kavmi iman ettikleri için üzerlerinden azab kalkmıştır. Kavmi, Yûnus (aleyhisselâm) içlerinden ayrıldıktan sonra iman ettikleri için, onların iman ettiklerini bilmediğinden dolayı tekrar kavmine dönmemiştir. Yoluna devam etmiştir. Giderken bir denizin kenarına gelir, orada içi insanlarla dolu, harekete hazır bir gemi görür, binmek ister. Sahibi kabul eder ve gemiye alır. Fakat Yûnus (aleyhisselâm)'a gemiye binme emri verilmemişti. O, kendi isteği ile hareket etmişti. İzinsiz hareket ettiği içn de bunun sıkıntısını çekecekti. Nitekim öyle olmuştur. Geminin hareketinden bir müddet sonra büyük bir dalga kabarır, herkes paniğe kapılır. Geminin sahibi «içimizde uğursuz birisi var, onun için başımıza bu felâket geldi. Onun kim olduğunu bulalım» der. Sonra yolcular arasında kur'a çekilir. Her defasında kur'a Yûnus (aleyhisselâm)'a isabet eder. Bunun üzerine onu tutup denize atarlar. 141 «Gemide olanlarla karşılıklı kur'a çekmişti de yenilenlerden olmuştu. Bu sebeble denize atılmıştı.» Yûnus (aleyhisselâm) gemiye biner, bir müddet gider. Denizde büyük bir dalga patlar. Gemidekiler «içimizde uğursuz birisi olduğu için, bu felakete yakalandık, bunun kim olduğunu tesbit edelim» derler ve yolcular arasında kur'a çekilir. Her defasında Yûnus (aleyhisselâm)'a isabet eder ve «uğursuz budur» diyerek denize atarlar. O anda bîr balık Yûnus'u yutar. Yüce Halik, bunu şöyle beyan ediyor: «Gemide olanlarla karşılıklı kur'a çekmişti de yenilenlerden olmuştu. Bu sebeble denize atılmıştı.» 142 «Yenilgiye uğramışken onu bir balık yutmuştu.» Yûnus (aleyhisselâm) denize atılınca, Allahü teâlâ balığa onu yutmasını emreder, balık da onu yutar. Yûnus (aleyhisselâm) kavminden niçin kaçtığına pişman olur ve balığın karnında Rabbini tesbih ve takdis etmeye başlar, zikirle meşgul olur. Balığın karnında zifiri karanlık içinde Rabbine şöyle dua ve niyaz eder; «Yûnus (aleyhisselâm), karanlıklar içinde kalıp, 'senden başka hiçbir Tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Hakikat ben haksızlık edenlerden oldum diye Allah'a niyaz etmişti.» Böylece Yûnus (aleyhisselâm) hem yaptığına pişman olur, hem zifiri karanlıkta Rabbini zikreder, hem de balığın karnından kurtulmak için Rabbine duâ ve niyaz eder. 143 «Eğer Allah'ı tesbih edenlerden olmasaydı,» 144 «tekrar dirilecekleri güne kadar onun karnında kalıp gitmişti.» Şayet Yûnus (aleyhisselâm) balığın karnında Allahü teâlâ'yı zikredip tesbih etmeseydi ta kıyamete kadar kalacaktı. Yaptığı hatayı anlayınca balığın karnında Allah'ı zikir ve tesbihe başlamış, yaptığına pişman olmuş, dolay isiyle Yüce Halik de onu karanlıklardan ve sıkıntıdan kurtarmıştır. Hâlik-ı Mutlak, bunu şöyle beyan ediyor: -Eğer Allah'ı tesbih edenlerden olmasaydı, tekrar dirilecekleri güne kadar onun karnında kalıp gitmişti.» Bundan da anlaşılıyor ki, Allah'a hakkiyle ibadet edip zikirle meşgul olanlar hem dünyanın belâ ve musibetlerinden, hem de âhiret azabından kurtulur. İbadeti terk edip isyan içinde olanlar hem dünyada musibetten kurtulmaz, hem de ahirette elim bir azaba uğrar. 145 «Halsiz bir vaziyette iken kendisini dışarı çıkardık.» Yûnus (aleyhisselâm) balığın karnında kırk gün kalır, bu müddet zarfında durmadan Rabbini tesbih eder ve yaptığına pişman olur. Allahü teâlâ da onu, yaptığına pişman olduğundan ve getirdiği tesbihten dolayı balığın karnından çıkartır. Balık onu denizin kenarında kızgın kumun üzerine bırakır. Orada kendisini güneşten koruyacak hiçbir şey yoktu. Hattâ yeşil ot bile bulunmuyordu. O, balığın karnında erimiş, zayıflamış, hastalanmış ve ayağa kalkacak hâli kalmamıştı. Kenara çıktığı zaman çaresizdi, güneşin sıcağına dayanacak halde değildi. Tam o anda Halik, onun olduğu yerde bir kabak ağacı bitirir. 146 «Onun için geniş yapraklı bir nebat bitirdik.» Balık, Yûnus (aleyhisselâm)'u, denizin kenarında, sıcak kuma bırakınca, sıcaktan etkilenmesin diye Allahü teâlâ onu gölgeletmek için olduğu yerde bir kabak bitirmiştir. O kabak bir anda büyür, gelişir, onu gölgelemeye başlar. Bazı rivayetlere göre onun olduğu yerde biten «mevz'» adındaki Şam üzümüdür. Onun altında hem gölgelenir, hem de meyvesinden yer. Bazı tefsircilere göre Yûnus (aleyhisselâm)'un yerinden kalkacak mecali olmadığı için, Yüce Halik, ona bir yaban keçisi gönderir. O keçi her gün gelip onu enızirir ve gider. Bir müddet böyle devam eder, eski haline geldikten sonra kabak ağacı kurur. Yûnus (aleyhisselâm) kabak ağacının kurumasına çok üzülür, müteessir olur ve ağlamaya başlar. 147 «Onu, yüzbin veya daha çok kişiye Peygamber olarak gönderdik.» 148 «Sonunda ona iman ettiler, bunun üzerine biz de onları bir süreye kadar yaşattık.» Allahü teâlâ, Yûnus (aleyhisselâm)'u sayıları yüzbin veya daha fazla olan Ninova halkına Peygamber olarak göndermiştir. O, kavmini imana davet etmiş, kavmi bu daveti kabul etmeyerek onu yalanlamışlardır. Yûnus (aleyhisselâm) da kavminin iman etmediğini görünce, aralarından ayrılıp gitmiştir. Balığın kârnından çıktıktan sonra kendisini gölgeleyen ağacın kuruduğuna üzülen, müteessir olan ve ağlayan Yûnus (aleyhisselâm)'a, Allahü teâlâ şöyle hitab eder: «Ey Yûnus, sen sayıları yüzbin veya daha fazla kişiye Peygamber olarak gönderildin. Onlara iman etmediklerinden dolayı helak olmaları için duâ ettin. Sonra onları kendi haline bırakıp gittin, bu kadar üzülmedin. Bir kabak ağacının kurumasına neden bu kadar üzülüyorsun? Halbuki bırakıp gittiğin kavim iman ettiler. Bunun üzerine biz de onlardan azabı kaldırdık ve ömürlerinin sonuna kadar onları yaşattık. Sonra ölümü tatdırdık.» Dünyaya gelen herkas ölümü tadacaktır, asla kurtulamayacaktır. Bin yıl da yaşasa sonunda ölecektir. Bunun üzerine Yûnus (aleyhisselâm), Ninova şehrine doğru yola çıkar, giderken yolda koyun otlatan bir çoban görür, hangi milletten olduğunu sorar. Çoban, Yûnus'un kavminden olduğunu söyler. Yûnus (aleyhisselâm) çobanın kendi milletinden olduğunu öğrenince soyla der: «Evine döndüğün zaman Yünus'u gördüğünü söyle.» Çoban da ona şu cevabı verir: «Şayet ben, milletime Yünus'u gördüğümü söyler de, bunu isbat edemezsem, yalancı diyerek beni öldürürler. Senin Yûnus olduğunu, ben onlara nasıl isbat ederim ve bana kim şahidi ik yapar?- Yûnus (aleyhisselâm) da, «beni gördüğüne şu ağaçlar tanıklık yapar» der. Çoban, evine döndüğü zaman derhal padişahın huzuruna çıkar ve Yûnus (aleyhisselâm)'u gördüğünü haber verir. Padişah ve halk buna inanmaz, o da «benim şahidim falanca yerdeki ağaçlardır' diyerek padişahı ve halkı alıp oraya getirir. Çobanın Yûnus (aleyhisselâm) ile görüştükleri yere geldikleri vakit ağaçlar dile gelip çobanın Yûnus'u gördüğünü söylerler. Padişah ve halk bunun gerçek olduğuna inanırlar. Bunun üzerine padişah tahtına o çobanı oturtur ve «bu tahta ancak sen yakışırsın, çünkü Yunus'u gören sensin. Yûnus'u gören varken ben padişahlık yapamam» diyerek çobana hürmette bulunur. Çoban, Yûnus (aleyhisselâm)'un kavmine tam kırk yıl padişahlık yapar. Padişahın çobana tahtını bırakması, çobanın padişahın iman ettiği zatı görmesinden dolayıdır. Padişah, peygamberine o kadar âşık olmuştu ki, o, peygamberi için her şeyi feda edebilirdi. Nitekim de öyle olmuştur. Mü’minler de bundan ibret alıp Allah ve Resulüne öylece bağlanmaları gerekir. Allah ve Peygamber sevgisi sadece dil ile söylemekle olmaz, emirlerine sarılıp yasaklarından sakınmak gerekir. İşte o zaman iman kalbte kökleşir, ziyasını her tarafa saçar. 149 «Putperestlere son Kızlar senin Rabbinin de, erkekler onların mı?» Mekkeli müşrikler, meleklerin Allah'ın kızları olduğunu söylemişlerdir. Yüce Halik, onların bu iddialarını reddederek sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, putperestlere sor, kızlar senin Rabbinin de, erkekler onların mı?» Müşriklerden bir gurub, meleklerin ve cinlerin Allahü teâlâ’nın kızları olduğunu söylemişlerdir. Onların bu sözlerini işiten Ebû Bekir, «bu kızların anaları kimdir?» diye sorar. Müşrikler de, cinlerin büyükleri olduğunu söyler. 150 «Yoksa melekleri kıa olarak yarattığımızda onlar hazır mı idiler?» Allahü teâlâ, kâfirlerin bâtıl iddialarını reddederek sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: -Yâ Muhammed, yoksa biz melekleri kız olarak yarattığımızda onlar hazır mı idiler?» Müşrikler, meleklerin kız mı, erkek mi olduğunu ne biliyorlar? Yüce Hâlik, bunları yaratırken onlar yanında mıydılar? Halbuki meleklerde erkeklik-dişilik söz konusu değildir. Onlar nurdan yaratılmış varlıklardır. Dolayısıyla kız veya erkek olduklarını söylemek en büyük hatadır, küfürdür. 151 «Dikkat edin, doğrusu onlar yalan uydurup söylüyorlar.» 152 «'Allah doğurdu' diyorlar. Onlar şüphesiz yalancıdırlar.» Kâfirler, Allahü teâlâ'ya yalan uydurup -Allah doğurdu- demişlerdir. Yüce Halik onların bu iddialarını reddederek sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, dikkat edin, doğrusu onlar yalan uydurup söylüyorlar. 'Allah doğurdu' diyorlar. Onlar şüphesiz yalancıdırlar.» Halik-ı Mutlak, bütün noksan sıfatlardan; oğuldan, kızdan, kadından münezzehtir. O'nun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Her şeyi yaratan O'dur. 153 «Allah kızları, oğullara tercih mi etti?» Allah, kızları istiyor da, oğulları istemiyor mu? Yoksa kızları, oğullara tercih mi etti? Hayır, ne oğulları kızlara, ne de kızları oğullara tercih etmiştir. Hâşâ O, oğuldan da, kızdan da münezzehtir. 154 «Ne oluyor size? Ne biçim hükmediyorsunuz?» 155 «Hiç düşünmez misiniz?» Ey kâfirler, size ne oluyor ki, Allah'a çocuk isnat ediyorsunuz? Bu ne biçim hükümdür? Siz hiç Allah'ın oğuldan, kızdan münezzeh olduğunu düşünmez misiniz? O'nun hiçbir şeye muhtaç olduğunu siz bilmiyor musunuz? Her şeyi yaratan O'dur. Siz hâlâ düşünmeyecek misiniz? 156 «Yoksa apaçık bir deliliniz mi var?» 157 «Doğru sözlülerden iseniz, kitabınızı getirin bakalım.» Ey kâfirler, Allah'ın oğlu ve kızı olduğuna dair elinizde bir deliliniz mi var? Şayet doğru söylüyorsanız delilinizi get'rin bakalım. Kimsenin elinde böyle bir kitap yoktur. 158 «Bir de Allah ile cinler arasında bir hısımlık uydurdular. Yemin olsun ki, cinler de, kendilerinin hesap yerine götürüleceklerini bilirler.» 159 «Allah, onların isnat edegeldiklerinden yücedir, münezzehtir.» 160 «Allah'ın, ihlâsa erdirmiş kulları bunlar gibi değildir.» Kâfirler, meleklerin Allah'ın kızları olduğunu iddia ettikleri gibi, Allah ile cinler arasında bir hısımlık, bir yakınlık olduğunu söylemişlerdir. Yemin olsun ki, çifter de, kendilerinin kıyamet günü hesaba çekileceklerim çok iyi biliyorlardı. Allah, kafirlerin kendisine isnat ettiklerinden yücedir, münezzehtir. Onlar, Allah'a eş koştukları için, cehennemde ebedî kalacaklardır. Bu onların inkâr ve küfürlerinin cezasıdır. Fakat Allah'ın ihlâsa erdirmiş olduğu kulları bunlar gibi değildir. Onlar sâlih ameller işleyerek, Allah'ın emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınırlar. 161 «(Ey Mekke’liler), siz ve Allah’dan başka taptıklarınız,» 162 «Allah’a karşı kimseyi kandırıb ifsad edemezsiniz.» 163 «Meğer ki, (Allah’ın ezelî ilminde) cehenneme girecek kimse olsun.» Ey kâfirler, sizler ve taptığınız putların hepsi cehenneme girecektir. Taptığınız şeylerin hiçbiri sizi Allah'ın azabından asla kurtaramaz ve size hiçbir yardımları da dokunamaz. Çünkü kıyamet günü onlar da, siz de beraber cehenneme sevk edileceksiniz. Fakat iman edip salih amel işleyenler müstesnadır. Onlar iman ve amellerinin karşılığını göreceklerdir. Kıyamet günü kimseye haksızlık yapılmayacak, herkese amelinin karşılığı verilecektir. Zerre kadar hayır yapan mükâfatını, zerre kadar şer yapan da cezasını görecektir. Ehl-i Sünnet'in görüşü budur. Cebriye'nin görüşü ise çok farklıdır. Onlara göre her şeyi yaptıran Allah'tır, insanın elinde bir şey yoktur, hayrı da, şerri de yaratan Allah'tır, derler. Allah, hayır iş işleyene hayrı murad eder, şer işleyene de şerri murad eder. İnsan cüz'î irade ile hayır islerse mükâfatını, şer işlerse cezasını görecektir. Cebriye'nin görüşü bâtıldır. 164 «Melekler şöyle derler: Bizim her birimizin bilinen bir makamı vardır.» 165 «Şüphesiz bir sıra sıra duranlarız.» 166 «Şüphesiz biz Allah'ı tesbih edenleriz.» Meleklerin her birinin, gökte, bilinen bir makamı vardır. Orada toplanıp namaz kılarlar, saf saf olup Allahü teâlâ'ya ibadet ederler, tesbihde bulunurlar. Onlar yüce Allah'ın kullarıdır. İmam-ı Mücahid'in rivayetine göre gökte bir karış yer yoktur ki, orada bir melek elini koyup secdeye varmasın. Bundan da anlaşılıyor ki, bütün melekler Allahü teâlâ'ya ibadet ve tesbih etmektedirler. 167 «(Peygamberin gelmesinden önce Mekke halkı) şöyle diyorlardı:» 168 «Putperestler 'öncekilerde olduğu gibi, bizde de bir kitap olsaydı» 169 «Allah'ın ihlâslı kulları olurduk' derlerdi.» Mekkeli müşrikler şöyle demişlerdir: «Şayet Yahudilere ve Hıristiyanlara verilen kitap gibi, bize de verilmiş olsaydı, biz de Allah'ın ihlâslı kulları olurduk. Bize kitap verilmediği için iman etmedik, putperest olduk.» Halbuki Allah Resulü, ilk önce onları İslâm'a davet etmiştir. Fakat onlar bu daveti kabul etmeyerek Peygamberlerini ve Allah tarafından gönderilen Kur'an'ı yalanlamışlardır. 170 «Böyleyken onu inkâr ettiler. Ama ilerde bileceklerdir.» Kâfirler, buna rağmen Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i ve Kur'ân-ı Kerîm'i inkâr etmişlerdir. Fakat onlar bu inkâr ve zulümlerinin cezasını göreceklerdir. Çünkü onlar Allah'ın âyetlerini inkâr edip Peygamberini yalanlamışlardır. Yüce Halik, bunu şöyle beyan ediyor: «Böyleyken onu inkâr ettiler. Ama ilerde bileceklerdir.» 171 «Yemin olsun ki, Peygamber kullarımıza söz vermişizdir.» 172 «Şüphesiz onlar, behemahal mensur ve muzafferdirler.» 173 «Bizim ordumuz şüphesiz üstün gelecektir.» Allahü teâlâ, Peygamber kullarına yardım edeceğine söz vermiştir. Şüphesiz onlara yardım olunmuş ve düşmanlarına galip gelmişlerdir. Orduları da mutlaka galip geleceklerdir. Nitekim Mücâdele sûresinin 21. âyetinde Allah yazmıştır ki: »Ben ve Peygamberlerim elbette galip geleceğiz- buyurmuştur. Allah'ın yardımı peygamberleri ve iman eden kulları üzerinedir. Hiç şüphesiz, Allah'ın ordusu düşmanları üzerine galip gelecektir. Çünkü peygamberlerin ve mü'minlerin yardımcısı ancak Allah'tır. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Yemin olsun ki, Peygamber kullarımıza söz vermişizdir. Şüphesiz onlar, behemahal mensur ve muzafferdirler. Bizim ordumuz şüphesiz üstün gelecektir.» 174 «Onun için sen bir süreye kadar onlardan yüz çevir.» 175 «Onlara inecek azabı gözetle, onlar da göreceklerdir.» Yüce Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, kâfirlerden bir süreye kadar yüz çevir. Onlara inecek azabı gözetle, onlar da göreceklerdir.» Bu âyet-i celîle Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) 'e savaşa izin verilmeden önce nazil olmuştur. Bunun için muayyen bir zamana kadar kâfirlerden yüz çevir» buyurulmuştur. Kâfirler dünyada da, âhirette de başlarına gelecek olan azabı göreceklerdir. Bu, onların küfür ve inkârlarının karşılığıdır. İman edenler mükâfatını, etmeyenler de cezasını göreceklerdir. 176 «Şimdi onlar çarçabuk bizim azabımızı mi istiyorlar?» Kâfirler. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ile alay ederek «yâ Muhammed, bize vaadettiğin azabı üzerimize getir de görelim» demişlerdir. Yüce Halik, vaadinden asla dönmez. Onların istedikleri azab başlarına mutlaka gelecektir. Allah'ın azabı üzerlerine geldiği zaman, kimse onları bu azabtan kurtaramaz. 177 «O azab, yurtlarına indiğinde, uyarılan fakat yola gelmeyenlerin sabahı ne kötü olur.» Kâfirlerin istedikleri azab yurtlarına indiği zaman, o yola gelmeyenlerin sabahı ne kötü olur. Onlar önceden uyarıldıkları halde, bunu alaya alıp çarçabuk gelmesini istemişlerdir. Yüce Halik, bunu şöyle beyan ediyor: «O azab, yurtlarına indiğinde, uyarılan fakat yola gelmeyenlerin sabahı ne kötü olur.» 178 «Sen bir zamana kadar onlardan yüz çevir.» 179 «İnecek azabı gözetle, onlar da göreceklerdir.» Yüce Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, sen bir zamana kadar kâfirlerden yüz çevir. Onların üzerine inecek azabı gözetle, onlar da göreceklerdir.- îman etmeyenler, inkâr ve küfürlerinin cezasını mutlaka göreceklerdir. 180 «Senin güçlü olan Rabbin onların isnat etmekte oldukları vasıflardan yücedir, münezzehtir,» Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, senin azamet sahibi olan Rabbin, onların isnat etmekte oldukları vasıflardan yücedir, münezzehtir.- Yüce Halik, bütün noksan sıfatlardan, çocuk edinmekten münezzehtir, yücedir. Onun eşi, benzeri, ortağı, yardımcısı yoktur. Her şeyi yaratan, vareden O'dur. 181 «Gönderilen bütün Peygamberlere selâm.» Allah'ın selâmı bütün Peygamberlerin üzerinedir. Onlar, Allahü teâlâ’nın seçkin kullarıdır. O'nun emirlerini kullarına tebliğ ederler. Bunu yaparken birçok güçlüklere katlanırlar, sıkıntılara göğüs gererler. Allah'ın selâmı Peygamberlerin ve onlara tâbi olanların üzerinedir. 182 «Ve âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun.» Hamd ve şükür yalnız âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. O, bütün nimetlerini kullarına vermiştir. Nimetlerine şükredenlerin nimetini artırır, etmeyenlerinkini de alır. İman ederek şükredenler mükâfata nail olacaklar, nimetlerine karşı nankörlükte bulunanlar ise elim bir azaba uğrayacaklardır. |
﴾ 0 ﴿