SÂD SÛRESİ

Bu sûre-i celîle Mekke'de Kamer sûresinden sonra nazil olmuştur Kur'ân-ı Kerîm'in 38. sûresi olup seksen sekiz âyettir. Saffat suresinin tamamlayıcısı gibidir. Çünkü bu sûrede de Dâvud ve Süleyman (aleyhisselâm)'ın kıssaları bildirilmektedir. -Sad- harfiyle başladığı için. .Sâd sûresi adını almıştır. Bir ismi da «Sûre-i Dâvud» dur. Bu sûrenin ihtiva ettiği başlıca hususlar şunlardır:

1- Müşriklerin, bâtıl iddialarını reddederek, kendilerini ilzam ediyor.

2- Nuh, Salih, Hûd, Şuayb, Dâvud, Süleyman. Eyyûb, ibrahim, İshak, Yakub, İsmail. İlyesa, Zülkifl ve Âdem (aleyhimüsselâm)in kıssalarına işaret edilmektedir.

3- Allah yolunda Peygamberlerin çektikleri eziyetler ve sonunda nusret-i ilâhiyeye nailiyetleri haber verilmektedir.

4- Kâfirlerin, münafıkların kıyamet günü ne elim bir azaba uğrayacakları anlatılmaktadır.

5- Adem (aleyhisselâm)e meleklerin secde ile mükellefiyetleri, şeytanın ise böbürlenerek bu secdeden kaçınması bildirilmektedir.

6- Kur'ân-ı Kerîm'in nasıl ilâhî bir mev'iza olduğu ilân edilmektedir.

1

«Sâd, O şanlı, şerefli Kur'an'a yemin ederim ki.»

Sâd, Hurûf-u mukattaadandır. Bunların hakiki mânâlarını Allahü teâlâ'dan başkası bilemez. Buna rağmen tefsirciler çeşitli mânâlar vermişlerdir. Bazılarına göre «Sâd»ın mânâsı şudur: Allahü teâlâ vaadinde sadıktır. Sözünde asla hilaf yoktur, iman edip sâlih amel işleyenleri cennet nimetleriyle mükâfatlandırır, etmeyenleri ise cehennem azabı ile cezalandırır. Şer işleyenlere ise günahlarının cezasını çektirir, sonra cennetine koyar.

Bazılarına göre -Sâd- kasemdir. Allahü teâlâ, and içerek «o, şanlı, şerefli Kur'an'a yemin ederim» buyurmuştur. İbn Mes'ud (radıyallahü anh)'a göre ise bunun mânâsı şudur: Ey iman edenler, siz Kur'an'ı tasdik edin. O, Allah tarafından gönderilip, imanı küfürden, hakkı bâtıldan, hayrı şerden, helâli haramdan, iyiyi kötüden ayırdeden bir kitaptır, İmam-ı Dahhak'a göre Yüce Hâlik’ın buyrukları haktır, gerçektir. O'nun sözünde asla hilaf yoktur. Bunun için sûrenin başında «Sâd»a ve şerefli Kur'an'a yemin etmiştir.

2

«Küfredenler bilakis gurur ve tefrika içindedirler.»

Kâfirlerin, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i yalanlayıp .Kur'an'ı inkâr etmeleri kibir, gurur ve tefrikaya düşmelerinden dolayıdır. Şeytan da kibrinden dolayı Âdem (aleyhisselâm)'e secde etmediği için, Allah'ın rahmetinden kovulmuştur. Tıpkı kâfirler de şeytan gibi, kibirlenerek, büyüklük taslayarak iman etmemişlerdir. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Küfredenler bilakis gurur ve tefrika içindedirler.»

3

«Onlardan önce nice nesilleri helak ettik. O zaman feryat ediyorlardı. Halbuki artık kurtulma zamanı değildi.»

Allahü teâlâ, Mekkeli müşriklerden önce nice nesilleri, iman etmedikleri ve peygamberlerini yalanladıkları için helak etmiştir. Azab onların üzerine geldiği vakit, kaçacak yer arıyorlardı. O gün ne mümkün, kaçacak yer bulmaları. Çünkü o gün kurtulma zamanı değildir. Hâlik-ı Mutlak, bunu şöyle beyan ediyor: «Onlardan önce nice nesilleri helak ettik. O zaman feryat ediyorlardı. Halbuki artık kurtulma zamanı değildi.»

4

«Aralarından bir uyarıcı gelmesine şaşmışlardı. Kâfirler: 'Bu, pek yalancı bir sihirbazdır.»

5

«Tanrıları tek bir tanrı mı yaptı? Doğrusu bu tuhaf bir şeydir' demişlerdi.»

Mekkeli müşrikler aralarından Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Peygamber olarak çıkmasına ve kendilerini Allah'ın birliğine imana davet etmesine şaşmışlardır. Son Peygamber'in Kureyşlilerden olmasını hazmedemeyen kâfirler, ona iftira ederek şöyle demişlerdir: -Bu pek yalancı bir sihirbazdır. Tanrılarımızı inkâr ederek, tek bir tanrının varlığından bahsetmektedir. Halbuki bu kadar işi tek bir tanrı nasıl yapabilir, bizim ihtiyaçlarımızı nasıl karşılayabilir? Doğrusu tek bir tanrı edinmek tuhaf bir şeydir. Biz buna inanmayız.» Müşrikler taptıkları putların hiçbir şey yapamadıklarını çek iyi biliyorlardı. Kendilerine «gökleri, yeri ve bu ikisi arasındakileri kim yarattı?» diye sorulsa hiç tereddüt etmeden «Allah yarattı » diyeceklerdir. Böyleyken yine de Allah'ın birliğini kabul etmeyerek, Ona ortak koşmuşlardır.

6

«Onların elebaşlarından bir gurub: 'Yürüyün, ma'büdlarınıza ibadette sebat edin. Şüphesiz ki, arzu edilecek budur' diyerek kalkıp gitmiştir.»

Ebû’l-Leys Semerkandi'nin İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan rivayetine göre, Mekkeli müşriklerin ileri gelenlerinden bir topluluk Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in amcası Ebû Talib'e gelerek şöyle demişlerdir: «Ey Ebâ Talib, kardeşinin oğlu Muhammed, bizim ma'büdlarımıza sövüp sayıyor, onları kötülüyor. Biz onun bu durumuna çok üzüldük ve kız: dik. Sen, kendisine söyle de ma'büdlarımıza sövmekten ve aşağılamaktan vazgeçsin. Şayet bundan vazgeçmezse, cihanı harap ederiz» diyerek tehditte bulunmuşlardır. Bunun üzerine Ebû Talib, yanında bulunan birisini Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'i davet için gönderir. Adamın yeri boş kalır. Ebû Cehil, Muhammed gelir de amcasının yanına oturur, onu kandırır da biziın sözlerimizi Ebû Talib hiçe sayar korkusu ile hemen o boşalan yeri kapar.

Ebü Talib'in elçisi, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelir ve «yâ Muhammed, amcan Ebû Talib'in sana selamı var, seni yanına çağırıyor» der. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) derhal kalkar, amcasının yanına gelir, oturacak yer bulamaz ve kapının yanına oturur. Ebû Talib yeğenine döner ve şöyle der: «Ey kardeşimin oğlu Muhammed, kavmin ve kabilen senden şikâyetçidir. Sen, bunların ma'bûdlarına sövüp sayıyor ve hakaret ediyormuşsun. Neden böyle yapıyorsun?» Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) amcasını dinledikten sonra şu cevabı verir:

«Ey amca, ben onlardan şu sözü söylemelerini istiyorum. Şayet bu sözü söylerlerse bütün Arap kabileleri bunlara itaat edip boyun eğecek ve haraç verecektir. Ben, bunların ne ilâhlarını kötülüyorum ve ne de bu sözden başka bir şey istiyorum.» Can kulağı ile Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'i dinleyen Ebû Talib bu sözün ne olduğunu sorar. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de, «Ben onlardan 'lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlüllah' demelerini istiyorum» der. Bu sözleri işiten Mekkeli müşrikler kendilerinden geçerler, şaşkınlıktan üzerlerindeki elbiseyi bile çıkarırlar. Ve ileri gelenleri «Muhammed, bir ilâhdan başkasını kabul etmez, bütün ilâhları terk eder. Bü ne acayip bir iştir. Bir ma'bûd bu kadar işleri nasıl başarabilir? Siz, ona inanmayın, ma'bûdlarınıza ibadete devam ederek, bunda sebat gösterin' diyerek, acziyetlerini ve taptıkları ma'bûdların bâtıl olduğunu ortaya koyarlar ve Ebü Talib'in yanından ayrılıp giderler. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e diyecek bir söz bulamazlar.

7

«Biz bunu diğer dinde de işitmedik. Bu, ancak bir uydurmadır.»

Kâfirler şöyl« demişlerdir: «Biz, Allah'tan başka ilâh olmadığını Muhammed'den başkasından işitmedik. Yahudilerden de, Hıristiyanlardan da işitmedik. Muhammed, bunu kendisi uyduruyor. Böyle yalan uydurarak halkı kendisine inandıracak, taraftar toplayacak üne kavuşacaktır. Ona inanan müslümanlar da Allah'tan başka tanrı kabul etmiyorlar. Halbuki bu kadar işi bir tanrı nasıl yapabilir?» demişlerdir.

8

«O Kur'an aramızdan ona mı indirilmiştir? Hayır, onlar benim vahyimden şüphededirler. Hayır, onlar benim azabımı henüz tatmadılar.»

Kâfirler, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e haset ederek «bu Kur'an aramızdan sadece Muhammed'e mi indirildi, ona mı Peygamberlik verildi?» demişlerdir. Onlar, Allahü teâlâ'nın indirdiğine şüphe ettikleri için bunu söylemişlerdir. Fakat onlar Allah'ın azabını henüz tatmamışlardır. Şayet Allah'ın azabını tatmış olsalardı böyle söylemezlerdi. Allah, vahyini dilediğine indirir. Kimse O'nun hükmüne müdahale edemez. Yüce Halik, onların bu iddialarını reddederek şöyle buyurmuştur: «Hayır, onlar benim vahyimden şüphededirler.»

9

«Yoksa, aziz, vehhap olan Rabbinin rahmet hazineleri onların yanında mıdır?»

Yoksa, Allah'ın rahmet hazinelerinin anahtarları kâfirlerin elinde midir ki, peygamberliği istediklerine veriyorlar? Hâşâ Allah'ın rahmet hazinelerinin anahtarları kendi elindedir. Göklerde ve yerde hükümran O'dur. O, Peygamberliği dilediğine verir. O'nun hükmüne kimse müdahale edemez. Yüce Halik, bunu şöyle beyan ediyor: «Yoksa, aziz, vehhap olan Rabbinin rahmet hazineleri onların yanında mıdır?»

10

«Yahut, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların hükümranlığı onların elinde midir? Öyle ise sebeblere tevessül etsinler de hükümranlığı ele geçirsinler bakalım.»

Yoksa, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların hükümranlığı kâfirlerin elinde midir ki, Peygamberliği dilediklerine veriyorlar? Halbuki göklerin ve yerin sahibi, maliki, yaratanı, besleyeni, koruyanı Allah'tır. O, Peygamberliği dilediğine verir. Kimse O'nun hükmüne müdahale edemez. Şayet kâfirler Allah'ın hükmünü beğenmiyorlarsa, göklerin ve yerin hükümranlığını ellerine geçirip diledikleri gibi hükmetsinler ve Peygamberliği de istediklerine versinler. Eğer buna güçleri yetiyorsa, güçlerini denesinler. Bu, kâfirlere bir serzeniştir, onları zemmetmektir ve ne kadar aciz olduklarını göstermektir. Yüce Halik, bunu şöyle beyan ediyor: «Yahut, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların hükümranlığı onların elinde midir? öyle ise sebeblere tevessül etsinler de hükümranlığı ele geçirsinler bakalım.»

11

«Onlar derme çatma hiziplerden müteşekkil öyle bir ordudur ki, işte şurada hezimete uğratılmışlardır.»

Mekkeli müşrikler Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'i ve müslümanları ortadan kaldırmak için çeşitli tuzaklar kurmuşlardır. Yüce Halik, onların Peygamber hakkında kurmuş oldukları tuzakları kendi başlarına çevirmiştir. Peygamber'i ve iman edenleri ortadan kaldırmak için bir ordu hazırlayarak Medine üzerine yürümüşlerdir. Düşman ordusunu Bedir mevkiinde karşılayan Peygamber ordusu, onları görülmemiş bir hezimete uğratmış, yetmiş ölü ve yetmiş de esir almıştır. Halbuki sayı itibariyle müşrik ordusu, Peygamber ordusunun üç katından da fazlaydı. Allah'ın yardımı ile kendilerinden üç kat daha fazla olan müşrik ordusunu hezimete uğratmışlardır. Yüce Halik, bunu şöyle beyan ediyor: «Onlar derme çatma hiziplerden müteşekkil öyle bir ordudur ki, işte şurada hezimete uğratılmışlardır.»

12

«Onlardan önce Nûh milleti, Ad, sarsılmaz bir saltanatın sahibi Firavun,»

13

«Semûd, Lût kavmi, Eyke'liler de Peygamberlerini yalanlamıştı. İşte o toplulukların akıbeti.»

Yüce Halik, sevgili Peygamberini teselli için şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, kavminin seni yalanlamasına üzülme. Zira bunlardan önceki Nûh milleti, Âd, sarsılmaz bir saltanatın sahibi Firavun, Semûd, Lüt kavmi, Eyke'liler de Peygamberlerini yalanlamıştı, işte o toplulukların akıbeti.» Allah, onların her birisim bir azab ile helak etmiştir. Bu, onların inkâr ve zulümlerinin cezasıdır. Onlar hem dünyada hem ahirette ceza göreceklerdir.

14

«Onların her biri gönderilen Peygamberleri yalanladılar da, bu yüzden azabım hak oldu.»

O milletlerin her biri kendilerine gönderilen Peygamberleri yalanlamışlardır. Bu yüzden Allahü teâlâ'nın azabı onlara hak olmuştur. Çünkü Peygamberler, onlara Allah'ın emirlerini tebliğ için gönderilmiştir. Bu bakımdan onları yalanlayanlar ilâhi azaba uğramışlardır, Allah'ın âyetlerini inkâr edip Peygamberlerini yalanlayanlar mutlaka cezalarını çekeceklerdir.

15

«Bunlar da ancak, bir an gecikmesi olmayan tek bir çığlık beklemektedirler.»

Yüce Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Bunlar da ancak, bir an gecikmesi olmayan tek bir çığlık beklemektedirler.» İşte ilâhi azab tek bir çığlık gibi ansızın gelir. Başlarına geldiği zaman da ondan kurtuluş yoktur. İman etmeyenler hem dünyada, hem âhirette bu azaba uğrayacaklardır.

16

«Rabbimiz, bizim payımızı hesap gününden önce ver, derler.»

İbn Abbas (radıyallahü anh)a göre bu âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Kureyşlilere gelip «iman etmeyenlerin kıyamet günü amel defterleri sol ellerine verilecektir» demiştir. Onlar Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'i alaya alarak «Ey Rabbimiz, bizim beratıma zı dünyada acele olarak ver. Hesap günü gelmeden önce, hesabımızı gör' demişlerdir. Onlar işi alaya alarak bu sözleri söylemeler, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e inandıkları için söylememişlerdir. Onlar, hesap günü cezalarını mutlaka göreceklerdir. O gün iman edenler mükâfatını, etmeyenler de cezasını göreceklerdir. Kimseye haksızlık yapılmayacak, herkese amelinin karşılığı verilecektir.

17

«Ey Muhammed, onların söylediklerine sabret. Kulumuz, o kuvvet sahibi Davud'u hatırla. Çünkü o, Allah'a yönelirdi.»

Yüce Halik, sevgili Peygamberini teselli için şöyle buyurmuştur: "Ey Muhammed, kâfirlerin seni yalanlamalarına, sana söyledikleri kötü sözlere sabret. Kulumuz, o kuvvet sahibi Davud'u hatırla. Çünkü o, Allah'a yönelirdi.» Dâvud (aleyhisselâm) her an Rabbine yönelmiş, emirlerine itaat edip yasaklarından sakınmıştır. Bir an bile, dünya işi onu Allah'a ibadetten ahkoymamıştır. O, bu kadar hikmet ve kuvvet sahibi iken, nice üzüntülere, sıkıntılara mazhar kılmış, Allah korkusundan titreyerek Peygamberlik görevini yılmadan yerine getirmiştir.

18

«Doğrusu biz, akşam sabah onunla beraber tesbih eden dağları,»

19

«kuşları da toplu halde onun emri altına vermiştik. Her biri ona yönelmekteydi.»

Dâvud (aleyhisselâm) ile dağlar ve kuşlar Allahü teâlâ'yı tesbih ederlerdi.

Hâlik-ı Zülcelâl, onları Dâvud (aleyhisselâm)'un emrine vermişti. Kuşlar onun katında toplanıp emrine boyun eğerek, hep birlikte Allah'ı zikir ve tesbih ederlerdi, Dâvud (aleyhisselâm) 'un sesi çok gür ve güzel olduğu için, o, Allah'ı zikre başladığı zaman dağlar da, kuşlar da zikrine iştirak edip tesbih ederlerdi. Yüce Halik, bunu şöyle beyan ediyor: «Doğrusu biz, akşam sabah onunla beraber tesbih eden dağları, kuşları da toplu halde onun emri altına vermiştik. Her biri ona yönelmekteydi.»

20

«Onun hükümranlığını kuvvetlendirmiştik. Ona hikmet ve kesin hüküm verme selahiyeti vermiştik.»

Allahü teâlâ, Dâvud (aleyhisselâm)'a Peygamberlik verip ilim, anlayış, hüküm vermede isabet ve keskin görüş vermiştir. Böylece onun hükümranlığı kuvvetlenmiş, kesin hüküm verme selâhiyeti verilmiştir. İmam-ı Mukatil'e göre, Dâvud (aleyhisselâm) her gece mihraba çıktığı zaman, otuz üç bin kişi mihrabın etrafında nöbet tutarmış. Allahü teâlâ'dan «onun mülkünü kuvvetlendirdik» dediği işte budur.

Rivayete göre, bir adam bir çocuğa zulmederek zorla öküzünü elinden alır. Çocuk, adamdan öküzünü ister, adam hayvanı vermediği gibi, çocuğu sopa ile döver. Çocuk gelip Dâvud (aleyhisselâm)'a şikâyette bulunur. Dâvud (aleyhisselâm) aralarında hükmetmek için adamı çağırtır ve çocuğun öküzünü niçin aldığını sorar. Adam almadığını söyler. Çocuk o adamın öküzünü aldığına dâir şahid getiremez. Dâvud (aleyhisselâm) o gün aralarında hükmedemez, kararı ikinci güne bırakır. O akşam rüyasında Allahü teâlâ, o adamı öldürmesini ve öküzü alıp çocuğa vermesini ilham eder. Dâvud (aleyhisselâm) rüyanın rahmani olup olmadığında tereddüt eder ve «bu rüya ile hükmedilmez» diyerek böyle bir hüküm vermekten vazgeçer, O anda Cebrail gelir, aynı şekilde hükmetmesi için vahiy getirir. Dâvud (aleyhisselâm) bu hükmü İsrailoğullarına haber verir. Onlar, bu hükmü Dâvud (aleyhisselâm)'un verdiğini zannederek kızarlar ve şöyle derler: -Sopa ile çocuğu dövdü diye bîr adam öldürülür mü hiç?». Bunun üzerine Dâvud (aleyhisselâm) da onlara şu cevabı verir: -Bu, Allahü teâlâ'nın emridir. Benim hükmüm değildir.»

İsrailoğulları hükmün Allahü teâlâ'nın emri olduğunu duyunca teslim olurlar, bir şey söylemezler. Dâvud (aleyhisselâm) o adamı çağırır, hükmü bildirir. Adam şöyle der; -Ey Allah'ın Resulü, sen doğrusunu yapıyorsun. Ben bu çocuğun babasını kandırıp ormana götürdüm, orada öldürüp öküzünü aldım. Büyük haksızlık yaptım.» Böylece o adam katil olduğunu itiraf eder ve Dâvud (aleyhisselâm) da kısasa kısas olarak onu öldürür. Bundan sonra Dâvud (aleyhisselâm)'un heybeti büyük, padişahlığı kuvvetli olur. İsrailoğulları hükmüne hiç itiraz edemezler ve şöyle derler: «Davud'un bütün hükümleri doğrudur. O, hüküm lerini vahiy ile verir.» Bu olaydan sonra Hâlik-ı Mutlak, ona göktan bir zincir indirir, o zincir muallakta asılır ve şöyle buyurur: «Bundan sonra bu zincirle hükmedeceksin. Kimin eli zincire değerse o haklı, kiminki değmezse o haksızdır.» Haksız olan, zincire elini uzattığı zaman zincir yukarı toplanır, eli ona yetişemez. Haklı olan uzattığı zaman eli ona dokunur. Böylece haklı ile haksız meydana çıkar. Bir müddet bu zincirle hükmeder, Sonra bir kişi zorla bir adamın elinden incisini alır ve bir değneğin içini boşaltır, inciyi oraya saklar, ağzını da yapar. İncisi alınan adam Dâvud (aleyhisselâm)'a şikâyette bulunur, Dâvud (aleyhisselâm) her ikisini çağırır, aralarında hükmetmek için zincirin olduğu yere gelirler, önce incisi alınan, elini uzatır zincire dokunur. Sonra inciyi alan elindeki değneği inci sahibine verir, o da elini uzatır zincire dokunur. Dâvud (aleyhisselâm) bu manzara karşısında aralarında hükmedemez. O zaman zincir kaldırılır ve Yüce Halik, Dâvud (aleyhisselâm)'a şöyle buyurur. -Bundan sonra davacı ile davalı arasında yemin verdirerek ve şahid getirterek hükmet.» Dâvud (aleyhisselâm) bundan sonra bu yolu takip eder. Yüce Allah'ın «Biz. Davud'a hikmet ve faslı hitap verdik» buyurmasının sebebi işte budur.

21

«Sana o davacıların haberi geldi mi? Hani onlar duvardan mescide tırmanmışlardı.»

Hâlik-ı Zülcelâl, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: 'Yâ Muhammed, sana o davacıların haberi gelmedi mi? Hani onlar Davud'un mescidinin duvarından mihraba tırmanmışlardı.» Dâvud (aleyhisselâm) 'un mihrabı yüksekti, oraya kolayca çıkilmıyordu. O, mihraba namaza çıktığı zaman otuz üç bin kişi mihrabın etrafında nöbet tutuyordu.

Hasan-ı Basrî (radıyallahü anh)'nin rivayetine göre, Dâvud (aleyhisselâm) günlerini dörde ayırmıştır. Bir gün hanımları ile sohbet edip meşgul olur. Bir gün halkın işleriyle meşgul olur ve onların dâvalarına bakar. Bir gün aile efradıyle halvet edip, ibadet eder. Bir gün de İsrailoğullarıyle meşgul olur, onların sorularını cevaplandırır, bilmediklerini öğretir ve aralarında hükmeder.

Dâvud (aleyhisselâm) bir gün mihrabında iken insan suretinde iki melek gelir, onları görünce korkar. Zira mihraba girdiği zaman kapısını kilitler ve mihrabın etrafında da askerler nöbet tutarlardı. Bu bakımdan rastgele birisinin oraya girmesi mümkün değildi.

22

«O vakit Davud'un karşısına girivermişlerdi de o, bunlardan ürkmüştü. 'Korkma' dediler. Biz, birbirimizin hakkına tecavüz etmiş iki davacıyız. Şimdi sen aramızda adaletle hükmet. Aşırı gitme. Bizi doğru yola çıkar.»

Dâvud (aleyhisselâm) mihrabında iken yanına insan suretinde iki melek gelir. Melekleri görünce korkar. Melekler onun korktuğunu anlayınca «bizden korkma. Biz, birbirimizin hakkına tecavüz etmiş iki davacıyız. Şimdi sen aramızda adaletle hükmet. Aşırı gitme. Biz: doğru yola çıkar- demişlerdir. Dâvud (aleyhisselâm) onları dinledikten sonra dâvalarının ne olduğunu sorar.

23

«Bu kardeşimin doksan dokuz dişi koyunu var. Benim ise bir tek dişi koyunum var. Böyle iken onu da bana ver, dedi ve tartışmada beni yendi.»

Dâvud (aleyhisselâm) 'un yanına gelen iki melekten birisi dâvasını şöyle anlatır: -Bu kardeşimin doksan dokuz dişi koyunu var. Benim ise bir tek dişi koyunum var. Böyle iken onu da bana ver, benim olsun, dedi ve tartışmada beni yendi. Ey Dâvud, bu işe sen ne dersin? Dâvud (aleyhisselâm) onu dinledikten sonra şu cevabı verir.

24

«Dâvud: 'Yemin olsun ki, senin dişi koyununu kendi dişi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlıkta bulunmuştur. Doğrusu ortakçıların çoğu birbirlerinin haklarına tecavüz ederler, iman edip de güzel amellerde bulunanlar müstesna. Bunlar da ne kadar azdır' demişti. Dâvud kendisini denediğimizi sanmıştı da, Rabbinden mağfiret dileyerek eğilip secdeye kapanmış, tevbe etmiş, Allah'a yönelmişti.»

Dâvud (aleyhisselâm) kendisine gelen bu iki kişiden davacıyı dinledikten sonra ona şöyle der: «Hakikat bu kardeşin, bir dişi koyununu alıp kendi doksan dokuz dişi koyununa katmakla sana zulmetmiştir. Doğrusu ortakçıların çoğu birbirlerinin haklarına tecavüz ederler, iman edip de güzel amellerde bulunanlar müstesna. Bunlar da ne kadar azdır.» İman ile müşerref olanlar, dünya malına tamah ederek birbirlerinin hakkına, hukukuna tecavüzde bulunmaz, birbirlerine zulüm etmezler. Dâvud (aleyhisselâm) bunu çok iyi bildiği için «bunlar da ne kadar azdır- demiştir.

Bunlar Hazret-i Davud'u denemek için gelen iki melekti. İnsanların yönetiminde, aralarında hak ve adalette hükmetmek ve bu hükmü vermeden evvel hak ve hakikati araştırmak üzere Allah tarafından vazifelendirilmiş olan hükümdar peygamberin imtihanıdır, imtihan için gelenler Dâvud (aleyhisselâm)'a dâvayı, mahsus açık ve tahrik edici biçimde arzetmeyi tercih etmişlerdir. Fakat hâkimin fevri davranmaması ve acele etmemesi lâzımdır. Dâvalıya konuşma ve delilini ortaya koyma fırsatı vermeden, birinin mücerret sözüyle hemencecik hükme varmaması lâzımdır. Çünkü mes'elenin bütün veçhesi veya bir kısmı, karşı taraf dinlenince değişebilir veya lehine hükmolunanın hilekâr, yalancı olduğu tebeyyün edebilir. Böylece gerçek ortaya çıkmış, taraflardan hiçbiri haksızlığa uğramamış olur, İşte burada Hazret-i Dâvud (aleyhisselâm) işin bir imtihan olduğunu anlar. İmtihan edildiğini anlayınca Rabbinden mağfiret dileyerek eğilip secdeye kapanır, tevbe eder, Allah'a yönelir.

25

«Böylece onu bağışlamıştık. Katımızda onun yüksek bir makamı ve güzel bir geleceği vardır.»

Allahü teâlâ, Dâvud (aleyhisselâm)'un dua ve niyazını kabul ederek kendisinden sadır olan zelleyi bağışlamıştır. Onun Allah katında yüksek bir değeri ve güzel bir geleceği, vardır. Cennette de onun için ulvî makamlar vardır. Yüce Halik, bunu şöyle beyan ediyor: «Böylece onu bağışlamıştık. Katımızda onun yüksek bir makamı ve güzel bir geleceği vardır.»

26

«Ey Dâvud, biz seni yeryüzünde bir halife yaptık. O halde insanlar arasında hak ve adaletle hükmet. Heva ve hevesine uyma, yoksa seni Allah'ın yolundan saptırır. Doğrusu, Allah'ın yolundan sapanlara, onlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin azab vardır.»

Allahü teâlâ, Dâvud (aleyhisselâm)'a peygamberlik verdiği gibi, halifelik de vermiştir. Onu yeryüzünde halife yapmıştır. Onun zamanına kadar peygamberler arasında halife yoktu. Peygamberlerden ilk olarak halife olan Dâvud (aleyhisselâm)'dur. Yüce Halik, lütfedip ona peygamberlik verdiği gibi, halifelik de vermiş ve şöyle buyurmuştur: -Ey Dâvud, biz seni yeryüzünde bir halife yaptık. O halde insanlar arasında hak ve adaletle hükmet. Heva ve hevesine uyma, yoksa seni Allah'ın yolundan saptırır. Doğrusu, Allah'ın yolundan sapanlara, onlara, hesap gününü unutmalarına kargılık çetin azab vardır.» Heva ve heveslerine uyarak hükmedenler ve Allah yolundan ayrılanlar, hak ve adaleti gözetmeyenler hesap gününü unuttukları için kıyamet günü elim bir azaba uğrayacaklardır. Hükmedenler daima hakkı, adaleti gözetip heva ve heveslerinden uzak olarak hükmetmeleri gerekir. Buna riayet etmeyenler hesap gününü unuttukları için elim bir azaba uğrayacaklardır.

27

«O göğü, o yeri ve bunların arasında bulunan şeyleri biz boşuna yaratmadık. Bu, o küfredenlerin zannıdır. Bu yüzden küfredenlere ateşten bîr helak vardır.»

Ey insanlar, Allahü teâlâ gökleri, yeri ve bu ikisinin arasmdakileri boş yere yaratmamış, düşünebilenler için bunların yaratılışının birçok hikmetleri vardır. Kâfirler bu âlemin boşa yaratıldığını iddia ederek, öldükten sonra tekrar dirilmeyi ve âhirette hesaba çekilmeyi inkâr etmişlerdir. Bu, onların bâtıl zannıdır. Bu bakımdan onlara ateşten bir helak vardır.

28

«Yoksa biz iman edip de güzel amel ve hareket edenleri yeryüzünde fesat çıkaranlar gibi mi tutacağız? Yahut Allah'tan korkanları doğru yoldan sapanlar gibi mi sayacağız?»

Bu âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur: Mekkeli müşrikler iman edenlerle alay ederek «bu fakirler, müflisler ve köleler mi iman ettikleri için âhirette izzet, ikram görüp mükâfata nail olacaklar? Şayet âhiret varsa, orda izzet, ikram ve şerefe lâyık olacak ancak bizim gibi varlıklı, zengin ve şerefli insanlar olur. Öyle fakirler, yoksullar ve Köleler nasıl olur da bizim olduğumuz yerde izzet, ikram görürler?» demişlerdir. Halbuki Allah katındaki izzet, ikram iman edenlere mahsustur. İman olmayınca dünya servetinin âhirette hiçbir faydası yoktur. Ancak sahibinin azabını artırır. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor; 'Yoksa biz iman edip de güzel amel ve hareket edenleri, yeryüzünde fesad çıkaranlar gibi mi tutacağız? Yahut Allah'tan korkanları, doğru yoldan sapanlar gibi mi sayacağız?» Âyet-i celîleden de anlaşılacağı gibi, Allah katındaki mükâfat ancak iman edenlerindir.

29

«Ey Muhammed, sana indirdiğimiz bu kitap mübarektir, âyetlerini düşünenler, aklı olanlar da ibret ve öğüt alsınlar.»

Allah tarafından. Cebrail vasıtasıyle Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e indirilen Kur'an-ı Kerîm, ilâhî kitapların sonuncusu olup mübarektir ve bereketi çoktur. Okuyanlar için her harfine karşılık on sevap yazılır. Ayetlerini ve içindekilerin! düşünebilen gerçek akıl sahipleri için hikmetler ve öğütler vardır. Kim Kur'an'ı okur da, âyetlerini düşünüp ibret almaz, günahlarından tevbe etmez, ibadetini artırmaz ve içindekilerle amel etmezse o ahmaktır, câhildir. İsterse bütün ilimleri öğrenmiş olsun, öörendiği ilimler onu Kur'an'ın âyetlerini düşünmeye ve içindekilerle amel etmeye sevk etmiyorsa işte o cahildir, Zamanımızdaki âlimlerin birçoğu böyledir. Onları dünya malı, makam hırsı, şan şöhret aldatmış, Kur'an'ın âyetlerini düşünmekten ve içindekilerle amel etmekten alıkoymuştur. İşte bunlar cezalarını göreceklerdir.

30

«Biz Davud'a Süleyman'ı verdik. O ne güzel bir kuldu. Doğrusu o daima Allah'a yönelirdi.»

Allahü teâlâ, Dâvud (aleyhisselâm)'a, Süleyman (aleyhisselâm)'ı vermiştir, O da babası gibi hem Peygamber, hem de hükümdardır. O ne güzel bîr kuldur. Çünkü o daima Allah'a yönelir, boş vakitlerini hep ibadetle geçirirdi. İbadetten asla gafil olmazdı.

Bu âyetin ışığı altında İbn Abbas (radıyallahü anh). şöyle demiştir: Çocuklanmız, bize Allah'ın ikramıdır. Bu ikramın şükrünü ancak, onlara dinini öğretir, güzel ahlâk sahibi yapar, Allah'a sadık kullar olarak yetiştirirsek, işte o zaman ödemiş oluruz. Aksi takdirde o nimetin şükrünü ödeyemeyiz. Yüce Halik, Süleyman'ı edebinden dolayı medh ü sena etmiştir.

31

«Ona bir akşam üstü çalımlı, cins koşu atları sunulmuştu.»

Süleyman (aleyhisselâm) hükümdarlığı zamanında kâfirlerle yapmış olduğu savaşların birinde büyük ganimet elde eder. Bu ganimetler arasında bir tane süslü, cins koşu Arap atı da vardır. Ordunun komutam tarafından bu atlar bir ikindi vakti Süleyman (aleyhisselâm)'a takdim edilir. O, bunlarla meşgul olurken ikindi vakti geçer, buna çok müteessir olur ve şöyle der:

32

«Gerçek ben mat sevgisine sırf Rabbimi zikretmek için düştüm, demişti. Nihayet (bu atlar) perdenin arkasına gizlenmişlerdi.»

Süleyman (aleyhisselâm) "a bu atlar ikindi vakti getirilir. O, bunlara karşı bir sevgi besler ve şöyle der: «Gerçek ben mal sevgisine sırf Rabbimi zikretmek için düştüm- demişti. Nihayet bu atlar perdenin arkasına gizlenmişlerdi. O atlar koşup gözden kaybolunca, adamlarına şöyle demişti:

33

«Onları bana döndürün, dedi. Hemen ayaklarını, boyunlarını okşamaya, taramaya başladı.»

Atlar gözden kaybolunca, Süleyman (aleyhisselâm) adamlarına «yeter artık, onları bana geri getirin.» demişti. Adamları da atları alıp Süleyman (aleyhisselâm)'a getirirler. O, bunların ayaklarını, boyunlarını okşamaya ve taramaya başlar. Bazı tefsircilere göre, bunların dokuz yüzünü keser ve Allah yolunda tasaddıak eder. O zaman at etini yemek mubahtı. Bunların yüzünden ikindi namazını geçirdiği için bunu yapar. Ancak bu görüşe pek itibar edilmemiştir.

34

«Yemin olsun, biz, Süleyman'ı imtihan da ettik: Tahtının üstüne bir ceset bırakıverdik. Sonra o, yine- eski haline döndü.»

Burada Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) 'nin Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) 'den rivayet ettiği bir hadîsi zikrederek âyetin izahına geçelim: 'Hazret-i Süleyman dedi ki: «Bu gece yetmiş karımı dolaşacağım. Her biri, Allah yolunda cihad edecek bir asker (erkek çocuk) doğuracaktır. (Bunu söylerken) Süleyman (aleyhisselâm) inşaallah demedi. Zevcelerine uğradı, ama hiçbiri hamile kalmadı. Ancak bir tanesi hamile kalır ve eksik bir çocuk doğurur. Nefsim yed-i kudretinde bulunan Yüce Allah'a yemin ederim ki, Hazret-i Süleyman inşaallah derniş olsaydı, hepsi de Hak yolda savaşan mücahidleri doğururdu.»

Buradaki ayetlerin işaret ettiği fitneden maksat, bu hâdise olabilir. Cesedden maksat da Süleyman (aleyhisselâm)’ın sakat doğan çocuğunun cesedi olabilir. Fakat bu bir ihtimaldir. İkinci görüş de şudur: Süleyman (aleyhisselâm)'in imtihanı şiddetli bir hastalığa yakalanmasıdır. -Kürsüsüno bir cesed bırakıverdik» denmesinden maksat, hastalıktan mütevellit adetâ onun cinsiz bir hale gelmiş olmasıdır. Araplar zayıf insanlara -et tahtası üzerine konmuş et parçası, ruhsuz, cansız- derlerdi. «Sunime enâb»dan murad ise, onun eski haline döndürüldüğünün beyanıdır. Süleyman (aleyhisselâm) bu şiddetli hastalığı çektikten sonra yine eski haline dönmüş, Rabbine dua ve niyaz ederek şöyle demiştir:

35

«Süleyman: 'Rabbim, beni bağışla, bana benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümdarlık ver. Sen şüphesiz, daima bağışta bulunan Vehhabsın' dedi.»

Süleyman (aleyhisselâm), Rabbine duâ ve niyazda bulunarak şöyle demiştir: «Rabbim, beni bağışla, kusurlarımı afvet. Bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümdarlık ver. Sen şüphesiz, daima bağışta bulunan Vehhabsın.' Süleyman (aleyhisselâm) bunu Peygamberliğine ve mucizelerine bir delil olması için istemiştir. «Bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümdarlık ver.» derken, böyle bir hükümdarlık ve saltanatın başkasına da verilmesini kıskanmamış, ancak böyle bir mes'uliyetin altından kalkamayarak Allah'a asi olurlar korkusu ile «benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümdarlık ver» demiştir. Allah'ın seçkin kulları hiçbir zaman başkalarına verilen saltanata ve hükümdarlığa karşı asla kıskançlık duymazlar. Nefisleri için de bir şey istemezler, her şeyi ümmetleri için- arzu ederler.

36

«Bunun üzerine biz de, istediği yere onun emriyle kolayca giden rüzgârı, onun emri altına verdik.»

37

«bina kuran ve dalgıçlık yapan şeytanları,»

38

«demir halkalarla bağlı diğerlerini»

Allahü teâlâ, Süleyman (aleyhisselâm)’ın duasını kabul edip emrettiği zaman istediği yere kolayca giden rüzgârı, binalar kuran ve denizin derinliklerine dalan, oradaki incileri çıkarıp getiren dalgıçları ki, bunlar şeytanlardır ve demir halkalarla bağlı diğerlerini onun emri altına vermiştir. Süleyman (aleyhisselâm) rüzgâra emrettiği zaman, tahtıyla beraber bir anda bir aylık yere ve istediği istikamete götürür. Şeytanlara emrettiği zaman istediği binayı yaptırtır ve denizden incileri çıkarttırıp getirtir. Bütün bunlar Süleyman (aleyhisselâm) 'a mahsustur, ondan başka hiçbir Peygambere verilmemiştir. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Bunun üzerine biz de, istediği yere onun emriyle kolayca giden rüzgârı, bina kuran ve dalgıçlık yapan şeytanları, demir halkalarla bağlı diğerlerini onun emri altına verdik.» işte Allah dilediği kulunu böyle mükafatlandırır. Allah'a tevekkül edip O'ndan isteyenleri asla mahrum bırakmaz, istediklerini verir. Mü’minler bundan ibret alarak, Allah'a tevekkül ederek yalnız O'ndan istemelidirler. Başkasına asla boyun eğmemelidirler.

39

«İşte bizim bağışımız budur. İster ver, ister verme tut, hesapsızdır, dedik.»

Allahü teâlâ, Süleyman (aleyhisselâm)'a sayısız nimetler verip şöyle buyurmuştur: «işte bizim bağışımız budur. İster dilediğine ver, ister verme, tut, hesapsızdır.» Hâlik-ı Mutlak, bunların tasarrufunu tamamen Süleyman (aleyhisselâm) 'a bırakmıştır.

40

«Doğrusu onun katımızda yüksek bir makamı ve güzel bir istikbali vardır.»

Süleyman (aleyhisselâm)'ın Allah katında yüksek bir makamı ve güzel bir geleceği vardır. Onun dönüp gideceği yer, Allah katında ne güzel bir yerdir. Mü’min, bundan ibret alarak, Allah katındaki yerini güzelleştirmeli, hiçbir zaman dünya malına aldanmamalı, Hazret-i Süleyman gibi, o malı Allah'ın rızasını kazanmak için harcamalıdır. Dünyanın kimseye bakî kalmadığını da bilmelidir. Hazret-i Süleyman'a bakî kalmayan dünya, elbette kimseye bakî kalmaz.

41

«Ey Muhammed, kulumuz Eyyûb'u da an, Rabbine: 'Doğrusu şeytan bana yorgunluk ve azab verdi' diye seslenmişti.»

Yüce Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ey Muhammed, kulumuz Eyyûb'u da hatırla. Rabbine: 'Doğrusu şeytan bana yorgunluk ve azab verdi' diye seslenmişti. Mekke müşriklerinin sana yaptıklarına sabret, darılma.» Eyyûb (aleyhisselâm) edebinden dolayı hastalığı ve çektiği ızdırabı şeytana nisbet etmiş, Allahü teâlâ'ya etmemiştir.

42

«Ayağını yere vur. İşte yıkanacak ve içecek soğuk bir su, dedik.»

Eyyüb (aleyhisselâm), öyle bir illete yakalanmıştı ki, bütün vücudu hastalıktan erimiş, kurtlanmış, çürümüştü. O, bu durumda dahi Rabbini zikrederek dua ve niyazda bulunuyordu. Yedi yıl bu hastalığı çekmişti, malı mülkü elinden gitmiş, çoluk çocuğu dağılmıştı. O, bunların hiçbirinden Rabbine şikâyetçi olmuyor, durmadan zikir ve niyazda bulunuyordu. Yüce Halik, onun niyazını kabul ederek şöyle buyurmuştu: -Ayağını yere vur. İşte yıkanacak ve içecek soğuk bir su.» Bu su onun derdine deva idi. Eyyûb (aleyhisselâm) ilâhî emri aldıktan sonra ayağını yere vurur, oradan bir su çıkar, onunla vücudunu yıkar şifa bulur. Tekrar Cebrail'in delaletiyle ayağını yere vurur, oradan da buz gibi soğuk bir su çıkar, onu da içer ve bütün hastalıklardan şifa bulur. Böylece yedi yıllık hastalıktan kurtulur, sıhhatine kavuşur. Hâlik-ı Mutlak, ona aile efradını ve fazlasıyla beraber mülkünü iade eder.

43

«Ona hem ehlini, hem onlarla beraber bir mislini, bizden bir rahmet ve temiz akıl sahipleri için de bir ibret olmak üzere, bağışladık.»

Eyyûb (aleyhisselâm) hastalanıp çoluk çocuğunun dağılması, malının mülkünün elinden gitmesiyle büyük bir imtihan geçirmiştir. Bu hastalığında sağlam olarak sadece bir dili kalmıştı. Buna rağmen haline hamd edip Rabbini zikrederek duâ ve niyazda bulunmuş, hiçbir zaman halinden, şikâyetçi olmamıştır. Hâlik-ı Zülcelâl, onu haline razı olmasından ve sabrından dolayı sıhhatine kavuşturmuş, aile efradını, malını mülkünü, eskisinin bir misli daha fazla olarak vermiştir. O, bunu şöyle beyan ediyor: «Öna hem ehlini, hem onlarla beraber bir mislini, bizden bir rahmet ve temiz akıl sahipleri için de bir ibret olmak üzere, bağışladık.» İşte Allahü teâlâ sabreden kullarını böyle mükâfatlandırıyor, Temiz akıl sahipleri için bunda ibretler vardır. Yedi yıl hastalık çekip vücudunun her tarafını kurtlar yiyen ve yalnız dili sağlam kalan Eyyûb (aleyhisselâm) bu haline hamd eder ve bir an Allah'ı zikirden geri durmaz. Onun bu hali bizler için en büyük bir ibret levhasıdır.

44

«Eline bir demet sap al da onunla vur. Yemininde durmazlık etme, dedik. Doğrusu biz onu sabırlı bulduk. O ne iyi kuldu. Daima Allah'a dönendi.»

Eyyûb (aleyhisselâm)'un aşın rahatsızlığı devam ederken bir gün hanımı bir yere gitmiş, orada fazlaca kalmış. Fakat Eyyûb (aleyhisselâm) ihtiyacından dolayı onun bir an evvel gelmesini istemiş, hanımının gelmesi gecikince, canı sıkılmış, ona yüz sopa vuracağına dair yemin etmiş. Sıhhatine kavuştuktan sonra, bu yeminini yerine getirmek için Rabbine niyaz eder. Allahü teâlâ, onun dua ve niyazını kabul edip şöyle buyurur: «Eline bir demet sap al da onunla vur.» Bunun üzerine Eyyûb (aleyhisselâm) eline yüz tane kuru ot sapı alır onları bir demet yapar, hanımına bir defa vufur. Böylece yemini yerine gelmiş olur. Eyyûb (aleyhisselâm) ne iyi bir kuldu. O, her halinde Rabbins hamd ve zikretmekle, Allah'ın medhine ve nimetlerine mazhar olmuştur. Mü’minler de bundan ibret alıp her hallerine hamd edip, Allah'ı zikretmelidirler, işte o zaman Eyyûb (aleyhisselâm) gibi, hem medhe, hem de nimete lâyık olurlar.

45

«Ey Muhammed, güçlü ve basiretti olan kullarımız İbrahim, İshak ve Yakub'u da an.»

Hâlik-ı Zülcelâl, sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Ey Muhammed, güçlü ve basiretli olan kullarımız İbrahim'i, İshak'ı ve Yakub'u da hatırla.» Bunlar ibadette kuvvetli, dinde de basiret sahibidirler. Her an Rablernıe ibadette bulunup şükretmişlerdir.

46

«Biz, onları âhiret yurdunu düşünen ihlâslı kimseler kıldık..»

47

«Doğrusu onlar katımızda seçkin, iyi kimselerdendirler.»

Allahü teâlâ, onları âhiret yurdunu düşünen, ihlâslı, yalnız Allah'ın rızasını kazanmak için çalışan kimseler kılmıştır. Onlar Allah katında seçkin, iyi kimselerdir. İbadetlerinde ihlâslı, amellerinde samimi ve Allah katında da seçkin insanlardır.

48

«Ey Muhammed, ismail'i, Elyesa'i, Zülkifli de an. Hepsi iyilerdendir.»

Yüce Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Ey Muhammed. İsmail'i, Elyesa'i, Zûlkifl'i de an. Hepsi iyilerdendir.» İsmail (aleyhisselâm) vaadinde sadıktı. Elyesa, Uyas (aleyhisselâm)'ın halifesiydi. Zülkifl yüz Peygambere bakmayı üstlenmişti. Bunların hepsi iyilerdendir. Allah yolunda çok cefalar çekip sabretmişler ve görevlerini yerine getirmek için son gayretleriyle çalışmışlardır. Hâlik-ı Zülcelâl de onlara lâyık oldukları mükâfatı vermiştir.

49

«İşte bu onlan anıştır. Doğrusu Allah'a karşı gelmekten sakınanlara güzel bir gelecek vardır.»

Bu sûre-i celîlede isimleri geçen peygamberleri zikretmek suretiyle kıssalarını nakletmek onları bir anıştır ve Allahü teâlâ'nın azametini beyandır. Basiret sahipleri bundan ibret alıp takva azığını hazırlamak için müttekîler arasına girmelidirler. Mü’min her haline hamd edip Allah'ın nimetlerine şükrederek ibadetten ve zikirden asla gafil olmamalıdır.

50

«Kapıları onlara açılmış Adn cennetleri vardır.»

Allah'ın mütteki kulları için kapıları açılmış Adn cennetleri vardır. Onlar istedikleri kapıdan oraya girerler ve kendilerine çeşit çeşit nimetler ikram edilir. Orada istedikleri önlerine gelir. Bu, onların iman ve amellerinin karşılığıdır.

51

«İçlerinde yaslanıp kurulacaklardır onlar. Orada birçok yemişler, içecekler isteyecekler.»

Allah'ın müttekî kulları cennette tahtlar üzerine oturup yaslanacaklar, orada çeşit çeşit meyvelerden yiyecekler ve cennet şarabından içeceklerdir. Her istedikleri önlerine gelecektir. Onlara Huri kızları hizmet edecektir. İşte ünan edip sâlih amel işleyenler böyle mükâf atlandırılacaklar.

52

«Yanlarında, gözlerini eslerine dikmiş yaşıt güzeller vardır.»

Yüce Halik, mükâfat olarak cennette kullarına zevceler verir. Onlar aynı yaşta olup gözlerini sadece eşlerine çevirmişlerdir. Onlar güzeldir, dilberdir.

53

«İşte hesap günü için size vaadolunagelen şeyler bunlardır.»

54

«Doğrusu, verdiğimiz, bu rızıklar tükenecek değildir.»

Allahü teâlâ'nın kıyamet günü mü’min kullarına vaadettiği nimetler işte bunlardır. Onlara verilen bu nimetler asla tükenecek, bitecek değildir. Orada ebedi olarak kalacaklar ve istedikleri de önlerine gelecektir. Bu, onların iman ve amellerinin karşılığıdır. İman edenler mükafatını, iman etmeyenler de cezasını görecektir.

55

«Bu böyle, ama azgınlara kötü bir gelecek vardır.»

56

«Cehennem, onlar buraya girecekler. Ne kötü bir konaktır.»

Kâfirler, cehenneme gireceklerdir. Orası ne kötü bir yerdir. Bu onların inkâr ve küfürlerinin cezasıdır. İman etmeyenler için çok kötü bir gelecek vardır.

57

«İşte bu kaynar su ve irindir. Artık onu tatsınlar.»

58

«Bunlara benzer daha başkaları da vardır.»

Cehennem ehli oraya girdikleri zaman içecekleri çok kaynar sudur. Onu içtikleri vakit derilerini yüzer, içlerini yakar kavurur. Diğer içecekleri de irindir. Artık onlar onu tadacaklardır. Bunlara benzer daha başka yiyecekleri ve içecekleri de vardır. Cehennem ehlinin yiyeceğinin birisi de zakkumdur.

59

«İnkarcıların ileri gelenlerine! 'İşte bu topluluk sizinle beraber gerçeğe karşı göğüs gerenlerdir. Onlar rahat yüzü görmesinler. Behemahal ateşe gireceklerdir' denir.»

Kıyamet günü kâfirler hesaba çekildikten sonra cehenneme sevk edilecekler ve onların ileri gelenlerine, cehennem bekçileri tarafından «işte bu topluluk sizinle beraber hakkı inkar edip küfredenlerdir. Onlar rahat yüzü görmesinler. Siz de, onlar da mutlaka cehenneme gireceksiniz» denir.

60

«Toplulukta bulunanlar ise: 'Hayır, siz rahat yüzü görmeyin. Bizi buraya süren sizsiniz, ne kötü bir duraktır' derler.»

Kıyamet günü hesaba çekildütten sonra cehenneme sevk edilenler reislerine «hayır, asü siz rahat yüzü görmeyin. Bizi buraya süren sizsiniz. Biz sizin yüzünüzden buraya giriyoruz. Burası ne kötü bîr duraktır. Şayet size tâbi olmasaydık, şimdi bu azaba düşmezdik. Bizi kandırıp imandan alıkoydunuz» diyeceklerdir. İşte kıyamet günü cehenneme sevk edilenler reislerine, önderlerine, kendilerini Allah yolundan saptıranlara böyle feryat edeceklerdir. Fakat o zamanki feryat asla fayda vermeyecektir. Onlar cehennem azabını gördükleri vakit şöyle diyeceklerdir.

61

«Rabbimiz, bizi buraya kim sürdüyse ateşte onun azabını kat kat artır, derler.»

Kıyamet günü cehenneme sevk edilenler, uğrayacakları azabı gördükleri vakit şöyle diyeceklerdir: «Rabbimiz, bizi buraya kim kandınp sürdüyse ateşte onların azabını kat kat artır. Çünkü onlar bizi dünyada kandırıp imandan alıkoydular, sana isyan ettirdiler. Biz onların yüzünden bu azaba uğradık. Eğer onlar olmasaydı, biz de iman edip şimdi cennet nimetlerine kavuşacaktık.» işte cehennemliklerin feryadı böyledir. Aklı olanlar bundan ibret alıp Allah'a döner ve iman-ı kâmil sahibi olmaya çalışırlar. Böyle olmayanlar kıyamet günü aynı akıbete uğrayacaklardır.

62

«Şöyle derleri Kendilerini dünyada iken kötü saydığımız kimseleri burada niçin göremiyoruz?»

Kıyamet günü kâfirler, dünyada müslüman oldukları için alay ettikleri insanları yanlarında göremeyince şöyle derler: «Kendilerini dünyada iken kötü sayıp alay ettiğimiz kimseleri şimdi burada niçin göremiyoruz? Halbuki biz onları dünyada hakir görüyorduk.» Onların hakir gördükleri insanlar Allah'a iman ettikleri için cehennem azabından kurtulup mü’minlere vaadedilen cennet nimetlerine nail olmuşlardır. Bundan dolayı kıyamet günü iman edenlerle, etmeyenler elbette bir arada bulunmayacaklardır. İman edenler mükâfatını görmek için cennete, etmeyenler de cezalarını çekmek üzere cehenneme sevk edileceklerdir.

63

«Biz onları alaya alırdık, yoksa şimdi gözlere görünmezler mi?»

Kâfirler, dünyada alay ettikleri fakir müslümanlar için kıyamet günü şöyle diyeceklerdir: «Biz onları alaya ahp gülerdik. Şimdi onları göremiyoruz. Yoksa gözlere görünmezler mi?» Halbuki kıyamet günü iman edenlerle, iman etmeyenler birbirlerinden ayrılacaklar, iman edenler mükâfatlarını görmek üzere cennete, etmeyenler de cezalarını çekmek için cehenneme gireceklerdir. O gün herkese amelinin karşılığı verilecektir.

64

«İşte cehennemliklerin bu şekilde tartışması kat’î bir gerçektir.»

Kıyamet günü cehennem ehil birbiriyle tartışacaklar ve birbirlerini suçlayacaklardır. O gün hiç kimse suçu kabullenmeyecektir. Reislerinin yakasına sarılıp «bizi bu azaba götüren sizsiniz- diyecekler. Onlarda bu suçlamayı kabul etmeyerek şöyle diyecekler: “Siz niçin Allah'ın peygamberlerini dinlemediniz de, bizi dinlediniz? Biz, sizi zorla mı imandan çevirdik?» Böylece aralarında tartışma devam edecektir.

65

«Ey Muhammed, de ki: Ben sadece bir Peygamberim. Kahhar olan tek Allah'tan başka hiçbir tanrı yoktur.»

Bütün Peygamberler, Allahü teâlâ'nın emir ve yasaklarını insanlara tebliğ için gönderilmiş, iman edenleri cennet nimetleriyle müjdelemiş, etmeyenleri de cehennem azabı ile korkutmuştur. Ey insanlar, kahhar olan Allah'tan başka, hiçbir ilâh yoktur. Her şeyi yoktan var eden O'dur. Dilediği zaman bütün mevcudatı kahhar sıfatı ile bir anda yok eder. Buna kimse mani olamaz. O, bunu şöyle beyan ediyor:' «Ey Muhammed, de ki: Ben sadece bir Peygamberim. Kahhar olan tek Allah'tan başka hiçbir tanrı yoktur.»

66

«Göklerin, yerin ve bu ikisi arasmdakilerin Rabbt, O mutlak galip, O çok yarlığayıcı Allah'tır.»

Ey insanlar, göklerin, yerin ve bu ikisi arasmdakilerin Rabbi, O mutlak galip, O çok bağışlayıcı Allah'tır. O'ndan başka ilâh yoktur. Her şeyi var eden, besleyen, rızıkîandıran, koruyan, muhafaza eden, tedbir eden, dirilten, öldüren O'dur. Her şey Onun iradesiyle olur.

67

«De ki: Bu Kur'an en büyük ve mühim bir haberdir.»

68

«Ama siz ondan yüz çeviriyorsunuz.»

Ey insanlar, bu Kur'an en büyük ve mühim bir haberdir. Allah kelâmıdır. O'nun azameti mahlükat üzerine nasılsa, Kur'ân-ı Kerim'in azameti de insanların kelâmı üzerine öyledir. Fakat kâfirler bundan yüz çevirmişlerdir. Halbuki Kur'ân-ı Kerîm'de geçen kıssalar ve geleceğe dair beyanlar, onun Allah kelâmı olduğunun açık delilidir. Böyle bir kitabın ümmi bir insan tarafından insanlara tebliğ edilmesi de, o zatın peygamber olduğunun en büyük delilidir. Bunu kim inkâr edebilir? Kur'ân-ı Azimüşşân’ın gönderildiği günden zamanımıza kadar hiç kimse bunun bir ayetinin veya bir sûresinin benzerini getirememiş, kıyamete kadar da getiremeyecektir. Şayet Kur'an insan sözü olsaydı, elbette bir benzerini veya daha üstününü getiren olurdu. Bugüne kadar bir benzerini getiremeyişleri Kur'ân-ı Kerîm'in Allah kelâmı olduğunun delili değil de nedir?

69

«Yüce aleme, onlar aralarında münazara ve münakaşa ederlerken, benim hiçbir bilgim yoktu.»

Allahü teâlâ, meleklere «ben yeryüzünde halifem olan insan yaratacağım- dediği zaman, melekler şöyle demişlerdi: «Biz, seni noksan sıfatlardan tenzih edip hamd ederken, yeryüzünde fesad çıkartacak, biribirinin kanını akıtacak insanlar mı yaratacaksın?» Hâlik-ı Mutlak ile melekler arasında bu konuşma geçerken Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) onların yatında değildi. Peygamber bunu ne görmüş ve ne de duymuştu. Yüce Halik, bunu Peygamberine vahiy ile bildirmiştir.

70

«Ben ancak gelecek tehlikeleri apaçık haber verici olduğum içindir ki, bana vahy olunuyor.»

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gelecek tehlikeleri apaçık haber verici olduğu için Allah tarafından kendisine vahy olunmuştur. O, kendi hevasmdan hiçbir şey söylemez. Ona uyanlar kurtulur, uymayanlar ise helak olur. Yüce Halik, bunu şöyle beyan- ediyor: -Ben ancak gelecek tehlikeleri apaçık haber verici olduğum içindir ki, bana vahy olunuyor.»

71

«Rabbim, o münazara zamanında meleklere demişti ki: Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım.»

Hâlik-i Mutlak, meleklere «ben yeryüzünde bir insan yaratacağım» demişti. Onlar da şöyle cevap vermişlerdi: «Biz, seni bütün noksan sıfatlardan tenzih edip hamd ederken, yeryüzünde birbirinin kanını akıtacak, orada fesat çıkaracak insanlar mı yaratacaksın?» Yüce Halik da onlara «sizin bilmediğiniz her şeyi ben bilirim- demişti.

72

«Artık onu tamamlayıp içerisine de ruhumdan üfürdüğüm zaman kendisi için derhal ona secdeye kapanın.»

Allahü teâlâ, Âdem (aleyhisselâm)'i balçıktan yaratıp insan suretine sokar ve içine de kendi ruhundan üfürür. O zaman meleklere ona secde etmelerini emreder. Melekler de derhal bu emir gereği Âdem (aleyhisselâm)'e secde ederler. Bu secde ibadet maksadıyle yapılan secde değil, tehıyyat secdesidir. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: -Artık onu tamamlayıp içerisine de ruhumdan üfürdüğüm zaman kendisi için derhal ona, secdeye kapanın.»

73

«Bütün melekler toptan secde etmişlerdi.»

74

«İblisten başka. O, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.»

Melekler ilâhî emir gereği derhal Adem (aleyhisselâm)'e secde etmişler, fakat iblis büyüklük taslayarak secde etmemiştir. Allah'ın emrins karşı gelmiştir. Bunun, için de lanetlenerek cennetten kovulup kâfirlerden olmuştur. Halbuki o, Allah'ın emrine karşı gelmeseydi, cennetteki makamından asla tard edilmeyecekti. Çünkü o cennette meleklerin hocası idi. İsyanından dolayı o makamdan kovulup lanetlenmiştir. Allah'ın emrine isyan edenler aynen bunun gibi cezasını göreceklerdir.

75

«Allah: 'Ey İblis, kudretimle yarattığıma secde etmekten seni men eden nedir? Böbürlendin mi? Yoksa gururlandın mı?' dedi,»

Allahü teâlâ, Adem (aleyhisselâm)'e secde etmeyen İblise şöyle der; «Ey İblis, kudretimle yarattığıma secde etmekten seni men eden nedir? Böbürlendin mi? Yoksa gururlandın mı? Benim emrime neden muhalefet ettin?» Bu hitap iblisi azarlamadır. Bunun üzerine İblis şu cevabı verir.

76

«İblis; 'Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın' dedi.»

Allahü teâlâ İblise «neden Âdem'e secde etmedin» dediği zaman, iblis şöyle cevap verir: «Ben, ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan. Benim aslım aydınlıktır, onun aslı ise karanlık ve balçıktır. Ben asıl itibariyle ondan daha üstünüm, daha faziletliyim. Neden böyle çirkin bir surete secde edeyim.» Kibrinden dolayı Âdem (aleyhisselâm)'e secde etmekten imtina eden İblis, lanetlenerek ilâhî rahmetten kovulmuştur.

77

«Allah: 'Çık oradan, sen artık kovulmuş birisin.»

78

«Ceza gününe kadar lanetim senin üzerinedir' buyurdu.»

İblis, Allahü teâlâ'nın emrine muhalefet edip «ben ondan daha hayırlıyım» deyince. Yüce Halik: «'Çık oradan, sen artık kovulmuş birisin. Ceza gününe kadar lanetim senin üzerinedir' buyurmuştur.» Böylece İblis cennetten kovulmuş melek sureti de değiştirilmiştir. O, büyük bir saygısızlık örneği sergileyerek kıyamete kadar Hâlik-ı Zülcelâl'den mühlet istemiştir.

79

«Ey Rabbim o halde tekrar diriltilecekler! güne kadar bana mühlet ver, dedi.»

Şeytan cennetten kovulduktan sonra Adem (aleyhisselâm)'in zürriyetinden intikam almak için Rabbine şöyle der: «Ey Rabbim, o halde tekrar diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver, beni öldürme.» Yüce Halik de dileğini kabul ederek ölene kadar ona mühlet verir.

80

«Allah: 'Haydi, sen mühlet verilenlerdensin' buyurdu.»

81

«bilinen güne kadar»

İblis, cennetten kovulunca Allahü teâlâ'dan kıyamete kadar mühlet istemiştir. Yüce Halik da onun isteğini kabul edip şöyle buyurmuştur: «Haydi, sen bilinen güne kadar mühlet verilenlerdensin.» Böylece şeytana kıyamet gününe kadar mühlet verilmiştir. Şeytan bu müsaadeyi aldıktan sonra şöyle der.

82

«İblis: 'Senin mutlak kudretine and olsun ki, hepsini muhakkak azdıracağım' dedi.»

83

«onlardan ihlasa erdirilmiş kulların bir yana»

İblis, Allahü teâlâ'dan kıyamete kadar mühlet aldıktan sonra şöyle der: «Rabbim, sen beni Âdem'in yüzünden lanetleyip rahmetinden kovdun, mutlak kudretine and olsun ki, ben de onun zürriyetinin hepsini azdırıp saptıracağım ve sana şükretmeyeceğim. Ancak ihlasa erdirdiğin kulların müstesna.» Şeytan bu şekilde beyanda bulunduktan sonra, Yüce Halik and edip şöyle buyurmuştur:

84

«Allah: 'İşte bu doğrudur. Ben hakikati söylüyorum' buyurdu.»

85

«and olsun sen ve sana uyanların hepsiyle cehennemi dolduracağım.»

İblis, «senin kullarını azdırıp saptırıp sana ibadet ettirmeyeceğim» deyince Yüce Allah ona şu cevabı verir: «Ey mel'ûn, ben hakikatı söylüyorum ve sözüm haktır. Yemin olsun, cehennemi sen ve sana uyanların hepsiyle dolduracağım.» Mü’minin bundan ibret alıp şeytanın vesvesesine aklanmayarak, Allah'ın emirlerine ittiba etmesi gerekir. Çünkü Allahü teâlâ and ederek şeytana uyanların hepsiyle cehennemi dolduracağını bildiriyor. Allah'ın vaadi haktır, O'nun sözünde asla hilaf yoktur. Peygamberler ve evliyalar bile her zaman onun vesvesesinden Allah'a sığınmışlardır. Ey mü’min, sefl nasıl olur da onun vesvesesinden emin olursun? Sen de her zaman şeytanın vesvesesinden Allah'a sığın ve kendini salihler zümresine katmaya çalış.

86

“Ey Muhammed, de ki: Buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Ve ben size kendiliğimden bir şey teklif edenlerden de değilim.”

Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ey Muhammed, de ki: Buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Ve ben size kendiliğimden bir şey teklif edenlerden de değilim.- Yüce Halik, Peygamberleri ümmetlerine davetçi olarak göndermiştir. Onlar bu daveti yaparken ümmetlerinden hiçbir ücret talep etmemişlerdir. Sadece Allah'ın emrini onlara tebliğ edip imana davet etmişlerdir. Onların birçoğu bu daveti kabul etmeyerek yine putlara tapmaya devam etmişlerdir.”

87

«Bu Kur'an, ancak dünyalar için bir öğüttür.»

88

«Onun verdiği haberin doğruluğunu bir zaman sonra öğreneceksiniz.»

Ey insanlar, bu Kur'an, cinler ve insanlar için bir öğüt, bir nasihattir. Emirlerine uyanlar kurtulur, saadete kavuşur, uymayanlar da helak olur. Bu Kur'an'ın hak olduğunda şüphe yoktur. Onun verdiği haberin doğruluğunu bir zaman sonra öğreneceksiniz. Aklı olanlar, öğütlerinden nasibini alır.

0 ﴿