ZÜMER SÛRESİ Bu süre-i celîle Kur'an-ı Azimüşşan’ın 39. süresidir. Mekke'de nazil olmuş, ancak (53, 54, 55.) âyetlerinin Medine'de nazil olduğu rivayet edilmiştir. Tamamı 75 âyettir. Cennet ehli ile cehennem ehlinin, iman edenlerle, etmeyenlerin zümreler halinde cennet ve cehenneme sevk edileceklerini beyan buyurduğu için 'Zümer Sûresi» unvanını almıştır, ihtiva ettiği başlıca konular şunlardır: 1- Allahü teâlâ'nın emirlerine itaat edenlerle, etmeyenlerin akıbeti. 2- Kur'ân-ı Kerîm'in nasıl bir hidâyet vesilesi olduğu. 3- Kur'ânı Kerim'i kabul etmeyenlerin nasıl bir felakete maruz kalacakları. 4- Tevbe edenlerin ilâhi afva mazhar olacakları. 5- Kıyametin halini beyan ile, mü’minlerin cennete gireceklerini müjdeler, kâfirlerin de cehenneme sevk edileceklerini ihtar eder. 6- Meleklerin arşın etrafında Allahü teâlâ'yı tesbih ve hamd ile meşgul olduklarını beyan. 1 «Bu kitabın indirilmesi, o mutlak galip, o yegâne hüküm ve hikmet sahibi Allah'tandır.» Bu Kuran, Aziz, Galip, yegane hüküm ve hikmet sahibi Yüce Allah tarafından kulu Muhammed'e indirilmiştir. O, Aziz'dir, dilediğini yapar, nimetlerini istediğine verir. Hakim'dir, neye hükmederse o olur. Kimse O'nun hükmüne müdahale edemez. Aklı olanlar O'nun hükümlerine boyun eğer, emirlerine itaat eder, yasaklarından kaçınır. 2 «Ey Muhammed, şüphesiz ki, biz kitabı sana hak olarak indirdik. O halde, sen de, Allah'a ibadette, O'na ihlâsla kulluk et.» Allahü teâlâ'nın sevgili Peygamberine indirmiş olduğu Kur'an haktır. O Kur'an, Allah'tan başka Allah olmadığını, ibadetin yalnız O'na yapılacağını bildirdiği gibi, imanı küfrü, hayrı şerri, iyiyi kötüyü, helâli haramı, hakkı bâtılı, cennet ve cehennemi, mükâfatı ve mücâzatı, kıyametin ahvâlini, öldükten sonra tekrar dirilmeyi de bildirir. Kur'an’ın emirlerine uyanlar kurtulmuş, saadete kavuşmuş, uymayanlar ise helak olup gitmiştir. Yüce Halik, bunu sevgili Peygamberine şöyle beyan ediyor: «Ey Muhammed, şüphesiz ki, biz kitabı sana hak olarak indirdik. O halde, sen de. Allah'a ibadette, O'na ihlâsia kulluk et.» Bu emir Peygamberimizin şahsında bütün ümmetinedir. Çünkü peygamberler Allah'ın birliğini tasdikle görevli oldukları gibi, ibadetle de yükümlüdürler. 3 «Dikkat edin, halis din Allah'ındır. Onu bırakıp da kendilerine bir takım dostlar edinenleri 'Onlara, bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz' derler. Doğrusu Allah ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Allah şüphesiz yalancı ve inkarcı kimseyi doğru yola eriştirmez.» Ey insanlar, dikkat edin, halis din olan İslâm, Allah'ındır. İslam'ın dışındaki dinlerin hiçbiri Allah katında makbul değildir. Allah'tan başkasına tapanlar bilsinler ki, o taptıklarından kendilerine asla bir fayda gelmez. Fakat onlar bâtıl sözler uydurarak -bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz» derler. Halbuki o taptıkları şeyler kendilerini Allah'tan uzaklaştırıyor. Allah'a şirk koşanlar daima O'ndan uzaklaşırlar. Kimin doğru yolda, kimin bâtıl yolda olduğunu kıyamet günü Allahü teâlâ beyan edecektir. İşte o zaman her şey ortaya çıkacaktır. Hiç şüphesiz Yüce Halik, yalancıları ve inkarcıları yalan ve inkârlarından vazgeçip iman etmedikçe asla doğru yola eriştirmez. İman edenler kurtuluşa, saadete ve âhiret nimetlerine kavuşurlar, etmeyenler ise helak olup ebedi cezalarını çekerler. 4 «Eğer Allah bir evlât edinmek isteseydi, elbette yaratıklarından dilediğini seçerdi. O, münezzehtir, yücedir. O gücü her şeye yeten tek Allah'tır.» Şayet Allahü teâlâ, bir evlât edinmek isteseydi, yaratmış olduğu varlıklardan dilediğini evlât olarak seçerdi. O'nun çocuğu, ailesi, ortağı, yardımcısı, eşi, benzeri yoktur. O, bunlardan münezzehtir, yücedir, âlidir. O, gücü her şeye yeten, her şeyi yoktan var eden, istediğini istediğine veren, istediği zaman da alma gücüne sahip olandır. Kimse O'nun işine müdahale edemez. 5 «Gökleri ve yeri gerçekten yaratan O'dur, Geceyi gündüze dolar, gündüzü geceye dolar. Her biri belirli bir süreye kadar yörüngelerinde yürüyen güneş ve ayı emri altında tutar. Dikkat edin, O mutlak galiptir, çok yarlığayıcıdır.» Ey insanlar, gökleri, yeri ve bu ikisinin arasındakiler! yaratan; geceyi gündüzün, gündüzü de gecenin içine sokan Yüce Allah'tır. Bunların yaratılışında büyük hikmetler vardır. Dolayısıyla hiçbiri boşuna yaratılmamıştır. Geceler istirahatinizi te’min, gündüzler maişetinizi kazanmak için yaratılmıştır. Eğer devamlı gece olsa, bunu kim gündüz veya devamlı gündüz olsa, bunu kim gece yapabilirdi? Belirli bir zamana kadar ayı, güneşi, yıldızları ve bütün gezegenleri emri altında tutan O'dur. Ey insanlar, O mutlak galiptir, iman et-......... 6 «(Allah), sizi bir kişiden (Âdem’den) yarattı. Sonra Âdem’in kendisinden eşini (Havva’yı) yarattı. (Deve, sığır, koyun ve keçiden erkekli ve dişili olmak üzere) sizin için (bu) davarlardan sekiz çift yarattı. Sizi analarınızın karınlarında üç karanlık için» 7 «Eğer küfrederseniz, şüphesiz Allah sizden müstağnidir. Bununla beraber O, kullarının küfrüne razı olmaz. Eğer şükrederseniz bundan hoşnut olur. Hiçbir günahkâr diğerinin günahım çekmez. Nihayet hepinizin dönüp gidişi ancak Rabbinizedir. Yaptıklarınızı o zaman size haber verir. Çünkü O, göğüslerin içindeki her gizliyi hakkıyle bilendir.» Ey insanlar, eğer siz Allahü teâlâ'dan başkasına taparsanız, şüphesiz Allah sizin taptıklarınızdan müstağnidir, ibadetlerinize ihtiyacı yoktur. Bununla beraber O, kullarının küfrüne asla razı olmaz. İman edip, nimetlerine şükrederseniz, bundan hoşnut ve razı olur, sizin üzerinizdeki nimetlerini artırır. Küfrederseniz, nimetlerini alır ve azabı da çok elim olur. Kıyamet günü hiçbir günahkâr diğerinin günahını çekmez. Herkes kendi günahının cezasını çeker. Ancak hayra teşvik edenler, o hayrı yapmış gibi mükâfat görür, şerre teşvik edenler de o şerri işlemiş gibi ceza görür. Nihayet sonunda hepinizin dönüşü Rabbinizedir. İşte o zaman yaptıklarınızı size bir bir haber verir. Allah katında zerre kadar hayır yapan mükâfatını, zerre kadar şer yapan da cezasını görecektir. Çüakü O, göğüslerinizin içinde gizlediklerinizi de, açığa vurduklarınızı da bilir. O'nun bilgisinden hiçbir şey gizli kalmaz. 8 «İnsanın başına bir sıkıntı gelince Rabbîne yönelerek O'na yalvarır. Sonra Allah, katından bir nimet verince, önceden kime yalvarmış olduğunu unutuverir. Allah'ın yolundan saptırmak için O'na eşler koşar. Ey Muhammed, de ki: Küfrünle biraz eğlenedur. Çünkü sen muhakkak cehennemliksin.» insanoğlu o kadar acizdir ki, başına bir belâ, bir sıkıntı geldiği zaman nerede olursa olsun, hemen Rabbine yönelerek yalvarmaya başlar. Fakat bu sıkıntıdan ve musibetten kurtulduğu zaman, hemen Rabbini unutuverir, aklına bile getirmez. İçine düşmüş olduğu musibeti unutur, Allah'a şirk koşmaya başlar ve başkalarını da hak yoldan saptırır. Bu gibiler, küfürleriyle biraz eğlenedursunlar, sonunda onların gidecekleri yer, mutlaka cehennemdir. 9 «Geceleyin secde ederken ve kıyamda dururken boyun büken, ahiretten çekinen, Rabbinin rahmetini dileyen kimse, inkâr eden kimse gibi olur mu? Ey Muhammed, de ki: Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak akıl sahipleri bunları hakkıyle düşünür.» Gece-gündüz Rabbine ibadet edip secdeye kapanan ve kıyamda dururken boyun büken, Allah'ın azabından korkan ve çekinen, Rabbinin nimetlerini dileyen ve o nimetlere şükreden kimse, Allah'a şirk koşan ve nimetlerine nankörlük yapan gibi olur mu? Elbette bir olmaz. Tıpkı bilenlerle bilmeyenlerin bir olmadığı gibi. Âlimle cahil asla bir değildir. Âlim gündüze, cahil ise gece karanlığına benzer. Âlim hem Allah'ın rızasını kazanmak için çalışır, hem de insanlığın kurtuluşu ve selâmeti için gayret gösterir. Gerçek ilim, marifettir. Marifetse hakkı idrak etmektir. Bu idrak basireti açar ve kâinat içindeki sabit hakikatlerle temas etmeyi sağlar. İlim, zihne doldurulan ve sahibini kâinatın büyük gerçeklerine ulaştırmayan, maddiyatın kabuğunu aşamayan bilgi parçaları değildir. Gerçek ilim, Allah'a boyun bükmek, hassas kalbe sahip olmak, âhiret azabından, korkmak, rahmet ve keremini beklemek, ve O'nu murakabe etmektir. İşte yol budur. Böylece insan özü bilir ve tanır. Âlim, ilmiyle Allah'ın rızasını kazanıp, âhiret saadetini, mutluluğunu ve nimetlerini arayan kimsedir, timini sadece geçici dünya menfaatini te’min için kullananlar ise en büyük cahildir. Çünkü bu bildiği halde, Allah'ın rızasını kazanmak ve âhiret saadeti için ilmini sarfetmiyorsa, cahilden daha da cahildir. Cahil bilmedğinden bunu yapıyor, âlim bildiği halde ilmini geçici dünya menfaati için kullanıyor. Elbette bu gibiler diğerlerinden daha cahildirler. Günümüz âlimlerinin birçoğu böyledir. Âlim olduklarını zannettikleri halde, cahilden daha da cahildirler. Zira ilimleri onları hakkı idrakten ve Allah'ın rızasını kazanmaktan uzaklaştırmış, sadece maddeye boyun eğdirmiştir. 10 «Ey Muhammed, (tarafımdan) şöyle söyle: «Ey iman eden kullarım, Rabbinize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlara iyilik vardır. Allah'ın yarattığı yeryüzü geniştir. Yalnız sabredenlere, ecirleri sonsuz olarak ödenecektir.» Yüce Halik» sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Ey Muhammed, (tarafımdan) şöyle söyle: Ey iman eden kullarım, Rabbinize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlara iyilik vardır. Allah'ın yarattığı yeryüzü geniştir. Yalnız sabredenlere, ecirleri sonsuz olarak ödenecektir.» Ey iman edenler, Allah'tan korkun, hiçbir zaman O'na isyan etmeyin. Kim dünyada iyi amel yaparsa, ahirette ona kat kat mükâfat verilir. İyi amelin birincisi kelime-i tevhîdtir. O olmayınca diğer ameller fayda vermez. Amelde aranan ihlâstır. İhlasın temeli ise tevhîdtir. Tevhîd olmayınca ihlâs, ihlâs olmayınca da amel bir mânâ ifade etmez. Ey iman edenler, Allah'ın yarattığı yeryüzü geniştir. Eğer kâfirlerin size yaptıkları haksızlıklara sabrederseniz, ecriniz sonsuz olarak ödenecektir. Bu âyette hicrete de işaret vardır. Şayet düşmanlarınız size zulmedip, işkence yaparlar da, siz onlarla başa çıkamazsanız, başka yerlere hicret edin. Vatanlarınızdan ve evlerinizden ayrıldığınız için üzülmeyin. Âhiret için sâlih amel yapın. Bunlara sabrederseniz, âhüetteki mükâfatınız cennettir. Ebû Süfyân, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'den şöyle rivayet etmiştir: Peygamberimiz, «ben, cennette havuzun başında sizin en üstününüzüm» buyurmuştur. O anda En'âm sûresinin 160. âyeti nazil olup şöyle buyurulmuştur-. «Kim bir iyilikle, güzellikle gelirse işte ona bunun on katı vardır.» Bunun üzerine Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): «Yâ Rabbi, benim ümmetime bunun fazlasını ver» diye duâ eder. Sonra Allahü teâlâ Bakara sûresinin 261. âyetini inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Mallarını Allah yolunda harcayanların hali, yedi başak bitiren, her başakta yüz tane bulunan bir tek tohumun hali gibidir. Allah kime dilerse ona kat kat verir.' Bunun, üzerine Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): «Yâ Rabbi, benim ümmetime daha ziyade ver» diye niyazda bulunur. Sonra Yüce Halik, «her kim malından Allah'a ödünç verirse, Allah yolunda gönül rızasıyle karşılıksız ödünç verene Allah onun sevabını kat kat artırır.» buyurmuştur. Yine Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): «Yâ Rabbi, benim ümmetimin hayrını daha ziyade et» diye duâ eder. Sonra Allahü teâlâ: «Yalnız sabredenlere, ecirleri sonsuz olarak ödenecektir» buyurunca, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) çok sevinir ve başka istekte bulunmaz. 11 «De ki: Dini Allah'a halis kılarak, O'na kulluk etmekle emrolundum.» 12 «Müslümanların ilki olmakla emrolundum.» Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Kureyşliler Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek «Ey Muhammed, sen atanın, dedenin dinine ve bu milletin ileri gelenlerine neden iltifat etmiyorsun?» derler. Bunun üzerine Yüce Halik, bu âyeti inzal ederek şöyle buyurur: «Yâ Muhammed, de ki: Dini Allah'a halis kılarak O'na kulluk etmekle emrolundum. Bu şehrin müslümanlarının ilki olmakla da emrolundum.» işte Allah Resulü müşriklere böyle cevap verir. Onlar, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den bu cevabı alınca donakalırlar. 13 «De ki: Rabbime karşı gelirsem, doğrusu büyük günün azabından korkarım.» 14 «De ki: Ben, Allah'a ibadetle, O'na ihlâsla kulluk ederim.» Ey kavmim, eğer ben Rabbime karşı gelir, emirlerine isyan ederek, sizin dininize girersem, o büyük günün azabından korkarım. O gün, herkese amelinin karşılığı verilecektir. Ben, Allah'a ibadetle O'na ihlâsla kulluk ederim. Siz, O'ndan başka kime taparsanız tapın. Bu zahirde emirdir, fakat hakikatte tehdittir, korkutmadır. Bu şuna benzer, bir kişi kölesine kızarak «sen git, istediğim yap» derse bu şu mânâya gelmektedir: «Ben, senin hakkından gelirim, bu yaptıklarını yanına bırakmam, hesabını sorarım» demektir. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'den, Kureyşliler bu haberleri duyunca «yâ Muhammed, sen atalarının, dedelerinin dinini terk etmekle hüsrana uğradın» demirlerdir. 15 «Ey Allah'a eş koşanlar, siz de O'ndan başka dilediğinize tapın. De ki: Hakikat hüsrana düşenler, kıyamet günü kendilerini de, ailelerini de hüsrana uğratanlardır. Dikkat edin, işte apaçık hüsran budur.» Ey kâfirler, siz Allah'tan başka dilediğinize tapıp, kulluk edin. Allah'ı bırakıp başkalarına tapmakla kendinizi de, ailelerinizi de, çocuklarınızı da cehennem ateşine müstahak ettiniz. İşte böylece kıyamet günü en büyük hüsrana uğrayacaksınız. Ey kâfirler, dikkat edin, apaçık hüsran budur. Bu, kâfirlere karşı bir tehdit ve onların Allah'tan başkasına tapmakta olduklarını ihtardır. Yüce Halik, bunu şöyle beyan ediyor: «Ey Allah'a eş koşanlar, siz de O'ndan başka dilediğinize tapın. De ki: Hakikat hüsrana düşenler, kıyamet günü kendilerini de, ailelerini de hüsrana uğratanlardır. Dikkat edin, işte apaçık hüsran budur.» 16 «Onların üstlerinde ateşten tabakalar, altlarında ateşten tabakalar vardır. İşte Allah kullarını bununla korkutuyor. Ey kullarım, benden korkun.» Kıyamet günü, cehennem ateşi kâfirler için bir örtü olacaktır. Onları altlarından ve üstlerinden ateş kaplayacaktır. İşte Allah, iman etmeyen kullarını böyle cezalandırır. Ey insanlar, Allah'ın azabından korkun. Çünkü kıyamet günü herkese, amelinin karşılığı verilecektir. İman edenler mükâfatını, etmeyenler de cezasını görecektir. 17 «Şeytandan, ona tapmaktan kaçınıp da Allah'a yönelenlere, onlara müjde vardır. O halde kullarımı müjdele.» Şeytana tapmaktan kaçınıp, iman ederek Allah'a yönelenlere gelince, kıyamet günü onlara büyük mükâfatlar vardır. Ölüm melekleri, ölüm anında onlara cenneti müjdeler. İşte onlar cennetle müjdelenmiştir. Hâlik-ı Zülcelâl bunu şöyle beyan ediyor: «Şeytandan, ona tapmaktan kaçıp da Allah'a yönelenlere, onlara müjde vardır. O halde kullarımı müjdele.» 18 «Ey Muhammed, dinleyip de, sözün en güzeline uyan kullarımı müjdele. İşte Allah'ın hidâyet edip doğru yola eriştirdiği kimseler onlardır. İşte onlar akıl sahipleridir.» Yüce Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ey Muhammed, Kur'an'ı dinleyip, onun emir ve yasaklarına uyan kullarımı müjdele.» İşte onlar Allah'ın hidâyet edip doğru yola eriştirdiği kimselerdir. Gerçek akıl sahipleri onlardır. İmam-ı Kelbî (radıyallahü anh) şöyle demiştir: «Bir adam bir kavme veya bir aileye gelip onlardan İslâm'a dair güzel sözler öğrenip onu gittiği yerdeki insanlara nakletse, hem kendisi, hem de o bilgiyi aldığı toplum bundan mükâfat görür.» însan bundan ibret almalı ve daima hayırlı işler yapmalıdır. Başkalarının hatalarım, suçlarını araştırmamalıdır. Yaptığı bir hatadan dolayı derhal tevbe etmelidir. 19 «Ey Muhammed, hakkında azab hükmü gerçekleşmiş kimseyi, ateşte olanı sen nu kurtaracaksın?» Yüce Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ey Muhammed, kötü amelinden dolayı hakkında azab hükmü gerçekleşmiş kimseyi, ateşte olanı sen mi kurtaracaksın?» İşte, imandan yüz çevirip kötü amel işleyenlerin cezası budur. Onlar inkâr ve küfürlerinin cezasını göreceklerdir. 20 «Fakat, Rablerinden sakınanlara, üst üste bina edilmiş köşkler vardır, onların altlarından ırmaklar akar. Bu, Allah'ın verdiği sözdür. Allah verdiği sözden caymaz.» Îman edip sâlih amel işleyerek, Rablerinden sakınanlara, altlarından ırmaklar akan köşkler vardır. O ırmaklar ki, her biri ayrı EKSİK 295 21-22 «Ey insanlar, Allah kimin gönlünü İslâm'a açarsa, o, Rabbi katından bir nûr üzeredir. Kalbleri kararıp, imandan uzaklaşan kimselere yazıklar olsun. Onlar, iman edenler gibi olur mu hiç? Elbette olmazlar, İşte onlar apaçık sapıklıktadırlar. Sapıklıkta olanlar Allah katında cezalarını göreceklerdir.» Bu âyet-i celîle nazil olunca sahabe, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'den kimin gönlünün açıldığını sormuşlardır. O da «bir kalbe nûr girerse o kalb açılır» buyurmuştur. Bunun üzerine sahabe «Ey Allah'ın Resulü, bunun alâmeti nedir?» diye sorarlar. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) «kalbi nûrlanan dünyaya değer vermez, ondan yüz çevirir, âhiret için hazırlık yapar, dünyanın geçici, âhiretin ise ebedi olduğunu bilir, ebedi hayatı için çalışır» buyurmuştur. 23 «Allah, âyetlerini birbirine benzeyen ve mükerreren gelen kitabı sözlerin en güzeli olarak indirmiştir. Rablerinden korkanların, bu kitaptan tüyleri ürperir. Sonra Allah'ı anmakla hem derileri ve hem de kalbleri sükûna kavuşur. İşte bu kitap, Allah'ın doğruluk rehberidir. Onunla istediğini doğru yola eriştirir. Allah kimi de saptırırsa artık ona yol gösteren bulunmaz.» Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Yahudilerden yeni müslüman olanlar şöyle derler: «Öncekilerin ve sonrakilerin ilmini içinde toplayan Tevrat'tan bize bahsedin.» Bunun üzerine Allahü teâlâ yukarıdaki âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Allah, âyetlerini birbirine benzeyen ve mükerreren gelen kitabı (Kur'an'ı) sözlerin en güzeli olarak indirmiştir. Rablerinden korkanların bu kitaptan tüyleri ürperir. Sonra Allah'ı anmakla hem derileri ve hem de kalbleri sükûna kavuşur. İşte bu kitap, Allah'ın doğruluk rehberidir. Onunla istediğini doğru yola eriştirir. Allah kimi de saptırırsa, artık ona yol gösteren bulunmaz.» Kur'an, Allah tarafından gönderilen kitapların sonuncusu olup, hepsinden üstündür. Bundan önceki kitapların hepsinin hükmü nesh edilmiştir. Geçmiş peygamberlerin ve ümmetlerin kıssalarını nakleder. Ebedî hayatımızın devam edeceği âhiret yurdundan, cennet ve cehennemden haber verir. Âyetlerinden müteşabih olanların te'vilini ilimde zirveye ulaşanlar bile yapamazlar ve «bu âyetin hak olduğuna iman ettik, bunun te'vilini ancak Allah bilir» derler. Bu Kur'an, iman ile küfrü, helâl ile haramı, hayır ile şerri, hak ile bâtılı, iyi ile kötüyü ayırdeder. Cennet ile cehennemi, mükâfat ile mücâzatı bildirir. İman edenleri cennet nimetiyle müjdeler, etmeyenleri de cehennem azabı ile korkutur. Bu Kur'an’ın her harfini okuyana on sevap vardır. Ona uyanlar kurtuluşa, hidâyete, saâdets, huzura, rahmete kavuşur. Uymayanlar ise helak olur. 24 «Kıyamet günü kötü azabtan yüzünü korumaya çalışan kimse güven içinde olan kimse gibi midir? Zalimlere: 'Kazandığınızın karşılığını tadın' denir.» Kıyamet günü cehenneme atılıp yüzü ile ateşten korunmaya çalışan kimse, cennete girip, onun bütün nimetleri önüne gelen ve Allah'a nazar eden kimse gibi midir? Elbette bir değildir. Bundan maksat şudur: İmandan yüz çevirip sapıklığa düşen kimseyi, sapıklığı cehennem ateşine götürür. İman edip hidâyete eren kimseyi de, imanı cennete kavuşturur. Kıyamet günü zalimlere, cehennem bekçileri tarafından «şimdi kazandığınızın karşılığını tadın» denr. Böylece onlar da inkâr ve küfürlerinin cezasını görürler. Kıyamet günü bunların elleri, ayakları bağlanıp yüzüstü cehenneme atılacaklardır. Bunun sebebi Allah'tan başkasına kulluk etmeleridir, Allah'tan başkasına kulluk edip, tapanlar kendilerine zulmetmişlerdir. Kendilerine zulmedenler ise kıyamet günü yüz üstü cehenneme atılacaktır. 25 «Onlardan öncekiler de peygamberini yalanlamışlardı da farkına varmadıkları yerden onlara bir azab çatmıştı.» Yüce Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, kavminin seni yalanlamasına üzülme, onların yaptıkları karşılıksız kalmayacaktır. Senden önceki peygamberleri de kavimleri yalanlamıştı. Bundan dolayı farkına varmadıkları yerden onlara bir azab çatmıştı.» Peygamberlerini yalanlayan ümmetlerin hepsi helak olmuştur. Zira onlar, peygamberlerinin davetine uymadıkları gibi, hem peygamberlerine ve hem, de iman edenlere zulmetmişlerdir. Onlar küfür ve zulümlerinden dolayı helak olmuşlardır. 26 «Bu suretle Allah dünya hayatında onlara rüsvaylığı taddırdı. Âhiret azabı daha büyüktür. Bunu bilselerdi.» Hâlik-ı Zülcelâl, kâfirlere kötü fiillerinden dolayı dünya azabını taddırdı. Onların âhirette uğrayacakları azab ise daha büyüktür. Şayet bunu bilselerdi iman ederlerdi. Fakat onların aklı olmadığı için bunu anlayamazlar. Ancak aklı olanlar bunu anlar ve Allah'ın azabından kurtulmak için iman edip sâlih amel işlerler. Böylece Allah'ın rahmetine ve nimetlerine kavuşurlar. Dünyada da, âhirette de Allah'ın azabından ancak iman edenler ve sâlih amel yapanlar kurtulur. 27 «Yemin olsun, biz bu Kur'an'da, belki öğüt alırlar diye, insanlara her türlü misali verdik.» Yüce Halik, bu Kur'an'da, belki öğüt alıp iman ederler diye, insanlara her türlü misali vermiştir. Önceki peygamberlerin ve ümmetlerinin kıssalarım, peygamberlerin davetine uyup iman edenlerin kurtulduğunu, iman etmeyenlerin ise helak olduklarını beyan etmiştir. Bütün bunlar insanların öğüt alıp iman ederek helâk olmaktan kurtulmaları içindir. Hâlik-ı Mutlak, bunu şöyle beyan ediyor: «Yemin olsun, biz Kur'an'da, belki öğüt alırlar diye, insanlara her türlü misali verdik.» 28 «O, eğriliği olmayan, Arapça bir Kur'an'dır. Belki sakınırlar.» Ey insanlar, Allah tarafından gönderilen bu Kur'an'da hilaf yoktur. O, eğriliği olmayan Arapça bir kitaptır. Belki mânâsını anlar da şirk ve küfürden sakınırsınız diye indirilmiştir. Buna uyanlar kurtuluşa, hidâyete, saadete, huzura, selâmete kavuşur; uymayanlar ise dünyada da, âhirette de elim bir azaba uğrayarak helak olurlar. 29 «Allah, geçimsiz efendileri olan bir adamla, yalnız bir kişiye bağlı olan bir adamı misal olarak verir. Bu ikisi eşit midir? Hamd Ulah'a mahsustur. Fakat onların çoğu bilmezler.» Yüce Halik, mü’min bir kul ile müşrik bir kimsenin durumlarım, insanların ibret alması için, iki kölenin vaziyetlerini misal vererek belirtiyor. Bu kölelerden biri geçimsiz kişiler tarafından çalıştırılmaktadır. Bu kölenin hizmeti hususunda ortaklar bir türlü anlaşamazlar, birbirleriyle çekişir dururlar. Bu köleyi ortaklardan her biri bir yere çeker, her birinin köleye bir emri vardır. Köle bunların hangisinin işini yapacağını şaşırmış vaziyettedir. Çünkü efendilerinin istek ve arzularını yerine getirmeye gücü yetmez. İşte Hâlik-ı Zülcelâl'e kullukta bulunmayıp, bir takım putlara tapanlarnı hali de böyledir. Onlardan hangisini memnun edeceğini bilemez. Dolayısıyla birinin rızasını kazanamaz. Fakat ötekine gelince, onun efendisi bir tanedir. Bu köle, efendisinin istek ve arzularını bilir, onu memnun etmek için elinden geleni yapar. Vazifesini yapmanın sevinç ve huzuru içindedir. Şimdi bu iki köle eşit midir? Elbette eşit değildir. Efendisi tek olanın yapacağı iş bellidir. Yapacağı iş belli olduğu için de rahattır. Geçimsiz efendileri olan kölsye gelince, o hep işkence ve ızdırap içindedir. Bir kararda duramaz. Efendilerini memnun etmek şöyle dursun, bir tanesini bile hoşnut edemez. Bu misal tevhidin hakikatiyle, şirkin hakikatini bütün cepheleriyle tasvir etmektedir. Bir efendiye hizmet eden onu memnun edecek şeyi bilir ve yapar. O'nun gazabını çekecek işleri de bilir ve onlardan kaçınır. Bu, insanlar düşünsünler diye Kur'ân-ı Kerîm'in getirdiği misallerden biridir. Her misal insanları düşünmeye ve öğüt vermeye teşvik eder. Sonunda da hamdin yalnız Allah'a mahsus olduğunu beyan buyurur. 30 «Ey Muhammed, şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler.» Bu âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur: Mekkeli müşrikler Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'i öldürmek için çeşitli tuzaklar hazırlamışlar ve «Muhammed ölürse, ondan kurtuluruz» demişlerdir. Bunun üzerine Allahü teâlâ, bu âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Ey Muhammed, şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler.» Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ölecek de, Mekkeli müşrikler bakî mi kalacaklar? Hayır, her canlı ölümü tadacaktır. Bakî kalacak olan yalnız Allah'tır. Hiç kimse Allah'tan başkasına güvenmesin. Her an ölümü tadacakmış gibi hazırlık yapsın. Mal da, mülk de, makam da, mevki de, ilim de, çocuklar da hepsi geçicidir, bu dünya içindir. Her canlı kıyamet günü, Allah'ın huzurunda, bu dünyada yaptıklarından hesaba çekilecektir. 31 «Ey insanlar, sonra siz, kıyamet günü Rabbinizin huzurunda duruşmaya çıkacaksınız» Ey insanlar, öldükten sonra kıyamet günü tekrar dirilip Allahü teâlâ'nın huzurunda toplanıp duruşacaksınız. Mü’min ile kâfir, mazlum ile zalim, haklı ile haksız duruşacak, hak sahibi hakkını alacaktır. O gün kimseye haksızlık yapılmayacaktır. Mazlum zalimden, boynuzsuz koyun boynuzlu koyundan hakkını alacaktır. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) 'den şöyle rivayet edilmiştir: Kıyamet günü insanlar arasındaki husumet ve şikâyet bitmeyecektir. Öyle ki, ruh bedenden, beden de ruhtan şikâyetçi olacaktır. Beden ruha «ben yabana atılmış bir ağaç gibi idim, elimden hiçbir şey gelmezdi, bu işleri bana yaptıran sendin» diyerek şikâyetçi olacaktır. Ruh da ona «ben bir rüzgâr gibiydim, elimden hiçbir şey gelmiyordu, bir iş yapacak gücüm de yoktu. Bütün bu işleri bana yaptıran sensin» diyerek davacı olacaktır. Bu ikisinin hali kör ile kötürümün haline benzer. Kör ile kötürüm bir araya gelip, kötürüm körün omuzlarına biner bir bağa giderler. Bağa girip bir miktar bağın mahsulünü aldıktan sonra malsahibi onları yakalar ve cezalandırır. Kör, kötürümü suçlamaya başlar ve «ben kör bir insanım, burada bağ olduğunu bilmiyordum, beni kandırıp buraya getiren sensin, benim suçum yok» der. Kötürüm de aynı şekilde körü suçlayarak şöyle der: «Ben kötürüm bir insanım, bu bağa gelmeme imkân yok, beni sırtına alıp buraya getirmesen, ben buraya asla gelemezsim. Benim suçum yok, suç senindir.» Halbuki ikisi de suçludur. Tıpkı ruh ile beden misali. Ruh, köre benzer, beden de âmâya. Şayet beden olmasaydı, ruh bu suçu işlemeyecekti. Fakat ruh da olmasaydı beden işleyemezdi. Bağ da bu dünyadır. Ruh ile beden ikisi de bu dünya bağında suçu işlediler, günah kazandılar ve ilâhi azaba müstahak oldular. Aklı olanlar için bu misallerde büyük ibretler ve öğütler vardır. Ey insan, kıyamet günü ruhun bedenden, bedenin de ruhtan şikâyetçi olmamasını istiyorsan, Allah'ın rızasını kazanmak için çalış, bunları Allah yolunda harca. 32 «Allah'a karşı yalan uydurandan, kendisine gelmiş olan gerçeği yalan sayandan daha zalim kimdir? Kâfirler için cehennemde bir karargâh mı yoktur?» Allah'a karşı yalan uydurup, O'na şirk koşan veya çocuk isnat edenden ve kendisine gelmiş olan gerçeği Kur'an'ı yalan sayandan daha zalim kimdir? En büyük zalim işte budur. Kâfirler için cehennem bir karargâhtır. Onların gidecekleri yer orasıdır. Bu, onların inkâr ve küfürlerinin cezasıdır. 33 «Gerçeği getiren ve onu doğrulayanlar, işte onlar, Allah'a karşı gelmekten sakınmış olan müttekilerdir.» Gerçeği getiren ve onu tasdik eden, işte onlar Allah'a karşı gelmekten sakınan müttekilerdir. Bu zatlar da Hazret-i Ebû Bekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman, Hazret-i Ali ve diğer sahabe veya kâmil mü’minlerdir. Onlar, Allah tarafından gönderilen Kur'an'ı tasdik edip, iman etmişler, emirlerine uyup yasaklarından sakınmışlar ve Allah'ın rızasını kazanmak için sâlih amelde bulunmuşlardır. İşte Allah'tan gerçek mânâda korkan müttekîler onlardır. Çünkü onlar, Allah'a iman ederek Peygamberini tasdik edip Kur'an’ın yolundan gitmişlerdir. 34 «Rableri nezdinde dileyecekleri her şey onlarındır. İşte bu iyilerin mükâfatıdır.» Allahü teâlâ, müttekî kullarına cenneti vaadetnıiştir. Orada istedikleri önlerine gelecektir. Bu, onlara Allah'ın lütfudur. Allah, iman edip sâlih amel işleyenleri böyle mükâfatlandırır. 35 «Çünkü Allah onların geçmişte yaptıkları en kötü amel ve hareketleri bile örtecek, yapmakta olduklarının en güzeliyle mükâfatlarını ihsan edecektir.» Allah'ın müttekî kulları ibadetlerini O'nun rızasını kazanmak için yaparlar. Emirlerine itaat edip, yasaklarından sakınırlar. Allah da onların geçmişte yaptıkları en kötü amel ve hareketleri bile bağışlar, günahlarını afveder. Yapmakta olduklarının en güzeliyle mükâfatlarını kat kat verir. Bu, onların amellerinin karşılığıdır. İman edp sâlih amel işleyenleri, Allah yaptıklarının çok fazlasıyle mükâfatlandırır. 36 «Allah, kuluna kâfi değil mi? Seni O'ndan başka şeylerle korkutuyorlar. Allah kimi saptırırsa onun yolunu bir doğrultucu yoktur.» Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Mekkeli müşrikler, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e «yâ Muhammed, sen durmadan bizim ma'bûdlarımıza dil uzatıp sövüyorsun. Sakın bunlardan sana bir zarar, bir belâ gelmesin.» demişlerdir. Bunun üzerine Yüce Halik, bu âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «(Ey Muhammed), Allah, kuluna kâfi değil mi? Seni, O'ndan başka şeylerle korkutuyorlar. Allah kimi saptırırsa onun yolunu bir doğrultucu yoktur.» Hâlik-ı Mutlak, kullarının bütün işlerini yerine getirmeye ve onları her türlü belâlardan, musibetlerden korumaya kadirdir. Kâfirler, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'i putlarıyla korkutmak istemişlerdir. Halbuki putlarının hiçbri şeye gücü yetmez, sadece onları doğru yoldan saptırmaya yarar. Allah kimi saptırırsa, onun yolunu bir doğrultucu yoktur. Kimi de hidâyete erdirirse, onu da saptıracak yoktur. Fakat hayrı da, şerri da kul kendisi kazanır. Kıyamet günü kul, fiilinin cezasını göreesktir. Tıpkı hırsızlık yapanın elinin kesildiği, zina yapanların recmedildiği, adam öldürenlerin kısasa kısas olarak öldürüldüğü gibi. İşte bütün bunlar kulun fiilinin cezasıdır. İnsan oğlu cüz'î iradesiyle hayrı da, şerri de işlemektedir. Bunların karşılığında mükâfat veya mücâzat olacağını da bilmektedir. İradesini hayra kullananlar mükâfatını, şerre kullananlar ise mücâzatını görecektir. «Şerri bana Allah yaptırdı» demek, Allah'a zulüm isnat etmektir ki, bu da küfürdür. Zira: «Allahü teâlâ kimseye zerre kadar zulmetmez» Duyurulmuştur. Başka bir âyette de : Allahü teâlâ kimseye zulmetmedi, fakat onlar kendi nefislerine zulmettiler» buyurulmuştur. Âyette de ifade edüdiği gibi, Allah kimseye zulmetmez, kul ancak kendine zulmeder. 37 «Allah'ın doğru yola eriştirdiğini de saptıracak yoktur. Allah intikam sahibi, mutlak galip değil midir?» Allah'ın doğru yola eriştirdiğini saptıracak yoktur. Kimse onu doğru yoldan saptıramaz. Allah'ın saptırdığını da kimse doğru yola eriştiremez. Allah hükmünde hâkimdir, hükmünü icra etmekten âciz değildir. O, düşmanlarından intikamını alır. Mü’min kullarına da merhamet eder, onların günahlarını bağışlar, kusurlarını afveder. 38 «Ey Muhammed, and olsun ki, onlara 'gökleri ve yeri kim yarattı' diye sorsan 'Allah'tır' derler. De ki: Öyleyse bana bildirin, Allah, bana bir zarar vermek isterse, Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, O'nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut bana bir rahmet dilerse, O'nun rahmetini önleyebilir mi? De ki: Bana Allah yeter. Güvenip dayanacaklar da ancak O'na güvenip dayanırlar.» Ey insanlar, and olsun ki, kâfirlere «gökleri ve yeri kim yarattı» diye sorulsa, hiç şüphesiz «Allah yarattı» diyeceklerdir. Onlar hiçbir zaman «bizim putlarımız yarattı» demezler. Çünkü onlar da putlarının hiçbir şey yapamayacağını çok iyi biliyorlardı, inatlarından onları terk etmiyorlardı. Yüce Halik, bu gerçeği gözler önüne sermek için, sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «De ki: Öyleyse bana bildirin, Allah, bana bir zarar vermek isterse, Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, O'nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut bana bir rahmet dilerse, O'nun rahmetini önleyebilir mi? De ki: Allah bana yeter. Güvenip dayanacaklar da ancak O'na güvenip dayanırlar.» Kâfirler «bu putlarımız bizi Allah'a götürecek ve O'nun yanında bize şefaat edecek» derler. Allah, kullarına yetmez mi ki? O'ndan başkasından şefaat bekliyorlar? Allah'ı bırakıp da başkalarından medet umup güvenenler mutlaka hüsrandadırlar. Çünkü göklerde ve yerde Allah'tan başka hükümran yoktur. Göklerin, yerin ve bunların arasındakilerin yaratanı, koruyanı, besleyeni, rızıklandıranı, muhafaza edeni, var edeni ve yok edeni Allah'tır. Aklı olanlar Allah'tan başkasına tapmaz ve O'ndan başkasından yardım talep etmez. 39 «Ey kavmim, durumunuzun gerektirdiğini yapın. Doğrusu ben de yapacağım.» 40 «Kendisini rezil edecek azab kime gelecek, kime sürekli azab inecek bileceksiniz.» Mekkeli müşrikler Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e şöyle demişlerdir: 'Ey Muhammed, eğer putlarımıza sövmekten ve onları kötülemekten vazgeçmezsen, seni helak ederiz.» Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de onlara «ey kavmim, beni helak etmek için elinizden geleni yapın. Ben de sizin helak olmanız için elimden geleni yapacağım. Allah'ın azabının kime geleceğini ve kime sürekli azab ineceğini yakında göreceksiniz. İşte o zaman kimin hak yolda olduğu, kimin bâtıl yolda olduğu meydana çıkacaktır.» buyurmuştur. 41 «Şüphesiz ki biz o kitabı insanların faydası için, hak olarak sana indirdik. Artık kim doğru yolu seçerse kendi lehinedir. Kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur. Sen onların üzerinde bir vekil değilsin.» Allahü teâlâ, Kur'ân-ı Kerîm'i sevgili Peygamberine insanların faydalanması için, hak olarak indirmiştir. Kim iman edip Kur'an’ın emirlerine uyarak doğru yolu seçerse, kendi lehinedir. Kim imandan yüz çevirip Allah'ın Resulünü ve kitabını yalanlarsa, hak yoldan sapmış olur. Bu da ancak kendi aleyhinedir. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) kimseye zorla imanı kabul ettirmemiştir. Bunun için Yüce Halik «sen onların üzerinde bir vekil değilsin» buyurmuştur. Peygamberlerin göreyi, emir ve yasaklarını insanlara bildirmek, onları imana davet etmektir. Bu davete uyanlar kurtuluşa ve hidâyete ererler, uymayanlar ise helak olup ebedî azaba uğrarlar. Hâlik-ı Zülcelâl, bu gerçeği şöyle beyan ediyor: «Şüphesiz ki, biz o kitabı insanların faydası için, hak olarak sana indirdik.» Kitapların gönderilmesinin sebebi, insanların onlardan istifade edip dünya ve âhiret saadetini te’min içindir. 42 «Allah - ölenin - ölümü zamanında, ölmeyenin de uykusunda ruhlarını alır. Bu suretle hakkında ölüm hükmettiği ruhu tutar, diğerini muayyen bir vakte kadar salıverir. Şüphe yok ki, bunda iyi dü şünecek bir kavim için, kati ibretler vardır.» İmam-ı Kelbi (radıyallahü anh)'ye göre, Allahü teâlâ insanoğlundan ölenin ölüm anında ruhunu kabzeder, ölmeyenlerin de uyku halinde ruhlarını kabzeder. Ölenlerin ruhunu geri iade etmez, uyuyanların ruhunu ise iade eder, insan o zaman uyanır. Şüphe yok ki, bunda iyi düşünen kavimler için, ibretler vardır. Bütün bunlar Allah'ın birliğine, varlığına ve kudretine delâlet eder. Bunu ancak gerçek akı) sahipleri idrak eder. 43 «Yoksa onlar Allah'tan başkasını şefaatçiler mi edindiler? De ki: Hiçbir şeye güç yetiremezler ve akıl erdiremezlerse de mi?» Kâfirler, yoksa Allah'tan başkasını şefaatçiler mi edindiler? Halbuki onların şefaatçi edindikleri putlar ağaçtan ve taştan yaptıkları putlardır. Onların hiçbir şeye gücü yetmez ve bir şeyden de haberleri yoktur. Onların nesinden şefaat bekliyorlar? Bunlar hiç mi akıl edip düşünmezler? Elleriyle yaptıkları ağaç ve taş parçalarından medet umarlar. Yüce Halik, bunu şöyle beyan ediyor: «Yoksa onlar Allah'tan başkasını şefaatçiler mi edindiler? De ki: Hiçbir şeye güç yetiremezler ve akıl erdiremezlerse de mi?» 44 «De ki: Bütün şefaat Allah'ındır. Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. Sonra O'na döndürüleceksiniz.» Ey insanlar, bütün işlerde emir ve hüküm Allah'ın olduğu gibi, şefaat de Allah'ındır. O'nun izni olmadan kimse şefaat yetkisini elde edemez. Kıyamet günü, ancak Allah'ın izin verdikleri şefaat edebilir. Onlardan başkası asla şefaat edemez. Nitekim Bakara Sûresi'nin 255. âyetinde: «O'nun izni olmadıkça nezdinde şefaat edecek kimmiş?.»..-. buyurulmuştur. 45 «Allah tek olarak anıldığı zaman, âhirete inanmayanların kalbleri nefretle çarpar, ama Allah'tan başkası anıldığı zaman, hemen yüzleri güler.» Kâfirlere «lâ ilahe illallah deyin» denildiği zaman, onların kalbleri nefretle çarpar, yüzleri ekşir. Fakat putları anıldığı zaman, hemen yüzleri güler, gönülleri ferahlar. Bu âyetin kıssası şudur: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Necm sûresini okurken, kâfirler, Allah'ın azametini ve Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Allah'a yakınlığını işitince, üzüntülerinden kahrolurlar. Fakat sûrede geçen: âyetlerini okuyunca -Allah, putlarımızı Kur'an'da zikrediyor» diyerek sevinçten yerlere kapanırlar ve birbirlerine müjdelerler. Bunun izahı Necm sûresinde gelecektir, oraya müracaat edilmelidir. 46 «De ki: Ey gökleri ve yeri yaratan, gizliyi de, aşikârı da bilen Allah, kullarının arasında ihtilâf etmekte oldukları şeyler hakkında hükmü sen vereceksin.» Ey insanlar, gökleri ve yeri yaratan, gizliyi de, aşikârı da bilen Allah'tır. Kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını da bilen, ihtilâf etmekte oldukları şeyler hakkında kıyamet günü hüküm verecek olan da O'dur. O'nun bilgisinden hiçbir şey gizli kalmaz. 47 «Eğer yerde ne varsa hepsi ve onunla birlikte bir misli daha o zulmedenlerin olsaydı, kıyamet gününde azabın kötülüğünden - kurtulmak için - elbette bunları feda ederlerdi. Halbuki o gün, onlar için Allah'tan hiç de zannedemeyecekleri şeyler zuhura gelecektir.» Kıyamet günü kâfirler, azabtan kurtulmak için, yeryüzünün bütün hazineleri ve bir o kadarı daha kendilerinin olsa da, hepsini feda etseler, yine azabtan kurtulamazlar. Onların azabtan kurtulması asla mümkün değildir. O gün, onlar için Allah'tan hiç de zannedemeyecekleri daha şiddetli azab zuhura gelecektir. Çünkü bu, onların inkâr ve zulümlerinin cezasıdır. Allah katında iman edenler, mükâfatını, etmeyenler de cezasını göreceklerdir. 48 «Onların - dünyada - kazandıkları kötülükler o gün açığa çıkmış, eğlence edinmekte oldukları şey kendilerini çepeçevre kuşatıp sarmıştır.» Kâfirlerin kazandıkları kötülükler kıyamet günü açığa çıkacak, alay ettikleri cehennem azabı ise kendilerini çepeçevre kuşatıp saracaktır. Onlar öldükten sonra tekrar dirilmeyi inkâr ederek, cehennem azabını da, mü’minleri de alaya almışlardır. İşte alay etmekte oldukları şey, kıyamet günü onları kuşatacaktır. Bu, onların inkâr ve zulümlerinin cezasıdır. Yüce Halik, bunu şöyle beyan ediyor: «Onların - dünyada - kazandıkları kötülükler, o gün açığa çıkmış, eğlence edinmekte oldukları şey kendilerini çepeçevre kuşatıp sarmıştır.» 49 «insana bir zarar dokunduğu zaman, bize yalvarır. Sonra kendisine tarafımızdan bir nimet verdiğimiz vakit: 'Bu, bana ancak bilgimden dolayı verilmiştir' der. Hayır, o bir imtihandır, fakat çokları bilmezler.» İnsana bir musibet, bir zarar, bir hastalık geldiği zaman, hemen Rabbine yalvarmaya başlar. Sonra bu musibet, bu belâ, bu hastalık kendisinden giderilip, yerine bir nimet verildiği vakit, önceki yalvarmalarını unutur «bu, bana ancak bilgimden dolayı verilmiştir, ben buna lâyıktım» diyerek nankörlük eder. Hayır, bu bir imtihandır. Allahü teâlâ, kullarını böyle musibetlerle dener, bakalım bu musîbetlere sabır mı edecekler, yoksa isyan mı edecekler diye imtihana tâbi tutar. Arkasından da nimetlerini verir ki, bu nimetlere şükür mü edecekler, yoksa nankörlükte mi bulunacaklar diye yine onları imtihan eder. Şükredenlerin nimetini artırır, nankörlük edenlerinkini ise alır. Fakat çokları bunu bilmezler. Bundan dolayı kendilerine verilen nimetlere karşı şükretmezler, bu, nimetlerin kendi bilgilerinden dolayı verildiğini zannederler. Halbuki bütün nimetleri kullarına veren, Yüce Allah'tır. Öyleyse verilen nimete şükür vâcibtir. 50 «Bunu onlardan öncekiler de söylemişti, ama kazandıkları şeyler onlara fayda vermedi.» Mekkelilerden öncekiler de «Bu mal, bana ancak bilgimden dolayı verilmiştir.» Mallarının çokluğuyla övünen, kibirlenen, herkese çalım satan Firavun, Nemrud, Karun ve Şeddad gibi kimselere işaret edilmektedir. Halbuki malları, kendilerini asla helak olmaktan kurtaramamıştır. Allah, onların kimini bir sivrisinekle, kimini denizde boğarak, kimini malıyla beraber yere batırarak helak etmiştir, İşte o zaman kazandıkları asla kendilerine fayda vermemiştir. Hâlik-ı Mutlak, bunu şöyle beyan ediyor: «Bunu onlardan öncekiler de söylemişti, ama kazandıkları şeyler onlara fayda vermedi.» 51 «Bunun için, işledikleri kötülükler başlarına geldi. Bunlar içinde zulmedenlerin de kazandıkları kötülükler başlarına gelecektir. Bu hususta Allah'ı âciz bırakamazlar.» Bunun için, öncekilerin işledikleri kötülükler başlarına gelmiştir. Onlar kötü amellerinin cezasını görmüşlerdir. Sonrakiler içinde zulmedenlerin de kazandıkları kötülükler başlarına gelecektir. Onlar da, öncekiler gibi inkâr ve küfürlerinin cezasını göreceklerdir. Bu hususta Allah'ı asla âciz bırakamazlar. Allah'iman etmeyenlerden intikamını alacaktır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Bunun için, işledikleri kötülükler başlarına geldi. Bunlar içinde zulmedenlerin de kazandıkları kötülükler başlarına gelecektir. Bu hususta Allah'ı âciz bırakamazlar.» 52 «Allah, kimi dilerse onun rızkını yaymakta, kısmakta olduğunu hâlâ bilmediler mi? Şüphesiz bunda iman edecek bir kavim için kat'î ibretler vardır.» Ey insanlar, Allahü teâlâ, kullarından dilediğinin rızkını bol bol verir, dilediğinin rızkım da kısar, azaltır. Size, rızkı bol bol veren de, kısan da Allah olduğunu bilmiyor musunuz? İman edenler için, bunda Allah'ın birliğine, kudretine delil olduğu gibi, düşünebilenler için de birçok ibretler vardır. O, dilerse zengini fakir, fakiri de zengin kılar. Kimse O'nun hükmüne karşı çıkamaz. Aklı olanların bundan ibret alıp içinde bulundukları her hallerine hamd ve şükür etmeleri gerekir. 53 «De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine israf etmiş kullarım. Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları mağfiret buyurur. Şüphesiz ki O, çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir.» Ey kendi nefislerine zulmederek, günaha dalmış insanlar, Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. «Ben bu kadar günah işledim, Allah beni afvetmez» demeyin. Çünkü O, tevbe edip, yaptıklarına pişman olan kullarının günahlarını afveder, kusurlarını bağışlar. Zira O'nun rahmeti boldur, her şeyi kaplamıştır. Şüphesiz ki O, çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir. Allah'ın rahmet deryası, günahın büyüğünü küçüğünü ve her çeşidini içine alır. Bu âyet, yanlış yoldan dönmeye davet ediyor. Nefsine zulmeden israfçı günahkârlara çağrıda bulunuyor. Onları Allah'ın afvına güvenmeye çağırıyor. Şüphesiz Allah kullarına karşı çok merhametlidir. Hâlik-ı Mutlak bunu şöyle beyan ediyor: «De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine israf etmiş kullarım. Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları mağfiret buyurur. Şüphesiz ki O, çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir.» 54 «Size azab gelip çatmazdan evvel Rabbinize dönün, O'na teslim olun. Sonra yardım edilmezsiniz.» Ey insanlar, size azab gelip çatmazdan evvel günahlarınızdan tevbe ederek Rabbinize dönün, O'nun emirlerine sarılın, yasaklarından sakının. Şayet böyle yapmazsanız O'nun azabından asla kurtulamazsınız ve sizi kurtaracak da yoktur. Sonunda dönüşünüz de O'nadır. 55 «Rabbinizden size indirilenin en güzeline, kendiniz farkında olmayarak, ansızın başınıza azab gelmezden önce tâbi olun.» Ey insanlar, kendiniz farkında olmayarak, ansızın başınıza azab gelmezden önce, Rabbinizden size indirilenin en güzeline, Kur'an'a ve içindekilere tâbi olun. Şayet onun hükümlerinden yüz çevirirseniz, sizden evvelkilerin başına ansızın azabın geldiği gibi, sizin de başınıza gelir ve hepiniz helak olursunuz. O'nun azabından sizi kurtaracak yoktur. Hâlik-ı Zülcelâl, bunu şöyle beyan ediyor: «Rabbinizden size indirilenin en güzeline, kendiniz farkında olmayarak, ansızın başınıza azab gelmezden önce tâbi olun.» 56 «Kişinin: 'Allah'a karşı aşırı gitmemden ötürü bana yazıklar olcun. Gerçekten ben eğlenenlerdenim' diyeceği günden sakının.» Ey insanlar, siz Rabbinizden indirilen kitabın, Kur'ân-ı Kerîm'in hükümlerine uyun, azaba uğramadan evvel Allah'tan korkun, emirlerine itaat edin, yasaklarından sakının, O'na asla eş koşmayın. «Allah'a karşı aşırı gitmemden ötürü bana yazıklar olsun. Gerçekten ben kıyamet gününü inkâr edip, cehennem ile eğlenenlerdendim» diyeceğiniz günden sakının. Zira o gün duyulan pişmanlık asla fayda vermeyecektir. İşte o gün gelmeden önce Allah'ın azabından korkun, talaşla ibadet yapın. O'na asla ortak koşmayın. 57 «Veya: 'Allah bana hidâyet verseydi her halde sakınanlardan olurduk' diyeceği,» 58 «yahut, azabı gördüğünde: 'Keşke benim için dönüş imkânı bulunsa da iyilerden olsam' diyeceği günden sakının.» Ey insanlar, Allah'ın emirlerine itaat edin, yasaklarından salcının, indirmiş olduğu Kur'an’ın hükümleriyle amel edin. Kıyamet günü «dünyada Allah bana hidâyet verseydi ben de sakınanlardan olurdum» diyeceğiniz günden veya azabı gördüğünüz zaman «keşke benim için dünyaya dönüş imkânı olsa da, ben de iman edip sâlih amel işlesem ve şimdi cennet nimetleriyle mükâfatlandırmaydım, cehennem azabı ile cezalandırılmasaydım» diyeceğiniz gün gelmeden önce, Allah'ın azabından sakının. Emirlerine itaat edip, sâlih amel işleyin. Çünkü kıyamet günü hiçbir istek ve arzu kabul edilmeyecektir. Herkese bu dünyada yaptığının karşılığı verilecektir. Hayır işleyenler mükâfatını, şer işleyenler de cezasını göreceklerdir. Kâfirler, kıyamet günü azabı gördükleri zaman böyle temennide bulunacaklardır. Fakat onlara «ey kâfirler, size dünyada bizim Peygamberlerimiz ve kitaplarımız gelmedi mi? Onlar, size kıyametin varlığını ve cehennem azabını haber vermediler mi? Siz, bunca delilleri inkâr etmediniz mi? Şimdi ne istiyorsunuz?» denecektir. 59 «Hayır, ey insanoğlu, sana âyetlerim gelmişti de, onları yalanlamış, kibirlenmeye kalkmış ve kâfirlerden olmuştun.» Kıyamet günü azabı gördükleri zaman feryad eden ve tekrar dünyaya gelmek için müsaade isteyen kâfirlere şöyle denecektir: «Hayır, ey insanoğlu, sana bizim kitaplarımız ve peygamberlerimiz gelmedi mi? Halbuki sana âyetlerimiz gelmişti de, sen onları yalanlamış, kibirlenmeye kalkmış ve kâfirlerden olmuştun. Şimdi ne istiyorsun? Siz şeytana tâbi olup, beni inkâr ettiniz. Gidin, kime taptınızsa ondan yardım dileyin, sizi azabtan kurtarsın.» Kıyamet günü kâfirlere işte böyle cevap verilecektir. Ey mü’minler, bu duruma düşmemek için şimdiden tedbirinizi alın, Allah'a ihlâsla kulluk yapın, O'na asla isyan etmeyin. Çünkü kıyamet günü zerre kadar hayır yapana mükâfatı, zerre kadar şer yapana da cezası verilecektir. 60 «Allah'a karşı yalan söyleyenlerin kıyamet günü yüzleri, göreceksin ki, kapkaradır. Böbürlenenler için cehennemde bir durak olmaz olur mu?» Allah'a karşı yalan söyleyerek eş koşup, çocuk isnat edenlerin kıyamet günü yüzleri kapkara olacaktır. İmandan yüz çevirip böbürlenenlerin yeri cehennemdir. Kıyamet günü en ş;ddetli azaba uğrayacak olanlar, Allah'a karşı yalan söyleyip ortak koşanlardır. Bu, onların inkâr ve yalanlarının cezasıdır. Onlar bu azabı ebedî olarak çekeceklerdir. Yüce Halik, bunu şöyle beyan ediyor: «Allah'a karşı yalan söyleyenlerin kıyamet günü yüzleri, göreceksin ki, kapkaradır. Böbürlenenler için cehennemde bir durak olmaz olur mu?» 61 «Allah, takva sahiplerini, imanları sebebiyle kurtuluşa erdirir. Onlara hiçbir fenalık dokunmaz. Onlar mahzun da olmazlar.» Allahü teâlâ, kıyamet günü takva sahiplerini, imanları ve amelleri sebebiyle kurtuluşa erdirir. O gün, onlara hiçbir azab ve fenalık dokunmaz, mahzun da olmazlar. Bu, onların iman ve amellerinin karşılığıdır. İman edenler mükâfatını, etmeyenler de cezalarını göreceklerdîr. Hâlik-ı Zülcelâl, bunu, şöyle beyan ediyor: «Allah, takva sahiplerini imanları sebebiyle kurtuluşa erdirir. Onlara hiçbir fenalık dokunmaz. Onlar mahzun da olmazlar.» 62 «Allah her şeyin yaratanıdır. O, her şeye vekildir.» Ey insanlar, her şeyi yoktan var eden, bir ölçüye göre yaratan, besleyen, koruyan, rızıklandıran Allah'tır. O, her şeye vekildir. O, gizliyi de, aşikârı da bilir. Hiçbir şey O'nun bilgisinden gizli kalmaz. Hamd ve şükre lâyık olan da O'dur. İbadet de yalnız O'na yapılır. O'ndan başka ibadete lâyık yoktur. 63 «Göklerin ve yerin anahtarları O'nundur. Allah'ın âyetlerini inkâr edenler, işte onlar hüsrandadırlar.» Ey insanlar, göklerin ve yerin hazineleri, anahtarları O'nundur. Göklerin hazinelerinden birisi yağmurdur. O yağmur sebebiyle yerin hazinelerinden biri olan meyveler, sebzeler, otlaklar, bağlar, bahçeler, meralar, ormanlar, tahıllar meydana gelir, oluşur. Onlarda hayvanlar ve insanlar için birçok menfaatler ve rızıklar vardır. Allah'ın âyetlerini inkâr edenler, gökten yağmuru Allah'ın indirip yeryüzünü o yağmur vasıtasıyle dirilttiğini, bunca nimetler meydana getirdiğini görmüyorlar mı? Onlar hâlâ Allah'ın varlığına, birliğine inanmayacaklar mı? İşte onlar nefislerine yazık edip en büyük hüsrana uğrayanlardır. Çünkü onlar, cennet nimetlerini bırakıp cehennem azabını tercih etmişlerdir. İmandan yüz çevirip Allah'ın âyetlerini inkâr edenler, mutlaka cezalarını göreceklerdir. Bu, onların inkâr ve zulümlerinin cezasıdır. 64 «De ki: Ey cahiller, siz bana Allah'tan başkasına mı tapmamı emrediyorsunuz?» Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Kâfirler, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, «Ey Muhammed, dedelerinin, babalarının ve kavminin dinini bırakıp azdın, başka bir din edindin. Halbuki kimse senin dinini kabul etmiyor. Sen gel, bu dâvadan vazgeç, atalarının dinine dön, sana istediğini verelim. Seni reis yapalım, istediğin kadar sana mal-mülk verelim ve arzu ettiğin kadınla seni evlendirelim. Yalnız sen bu dinden vazgeç, bizim dinimize dön» derler. Bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyeti inzal ederek şöyle buyurur: «Yâ Muhammed, de ki: Ey cahiller, siz bana Allah'tan başkasına mı tapmamı emrediyorsunuz?» Allah Resulü, müşriklere şöyle seslenir: «Ey cahiller, eğer sizin zerre kadar aklınız olsaydı ellerinizle yaptığınız putlara tapmazdmız. Siz beni, Allah'dan başkasına tapmaya mı çağırıyorsunuz? Ben, sizden reislik, mal-mülk, kadın istemiyorum. Sizi Allah'a imana, kurtuluşa, hidâyete, cennete çağırıyorum. Şayet bu dini kabul ederseniz kurtuluşa erer, helak olmaktan kurtulursunuz. Kabul etmezseniz helak olur, ebedî azaba uğrarsınız.» 65 «Ey Muhammed, and olsun ki, sana da, senden önceki Peygamberlere de - şu hususlar - vahyolunmuştur': Yemin olsun, eğer Allah'a ' ortak koşarsan işlerin şüphesiz boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun.» Hâlik-ı Zülcelâl, bütün peygamberlere şu hususu vahyetmiştir: «Allah'a ortak koşmayın. Eğer Allah'a ortak koşarsanız, bütün amelleriniz hiç şüphesiz boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursunuz.» Ey mü’minler, Peygamberler Allahü teâlâ'ya asla ortak koşmazlar. Bu emir Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şahsında ümmetinedir. Şayet bir mü’min Allah'a şirk koşar veya İslâm dairesinin dışına çıkarsa, yapmış olduğu bütün ameller, ibadetler, hayırlar, iyilikler boşa gider, bâtıl olur. Onların Allah katında hiçbir değeri olmaz. Tıpkı şu misalde olduğu gibi. Bir vezir, padişaha karşı bir suç işlese, padişah onu işlemiş olduğu suçundan dolayı makamından azleder, bütün yetkiyi elinden ahi. Onu ya hapse atar veya idam ettirir. O suçu işleyene kadar yapmış olduğu bütün hizmetler, iyilikler boşa gider, hiç yapmamış gibi olur. Bir insan elindeki yetkiyi kullanarak bir başkasını böyle cezalandırırsa, acaba padişahlar padişahı olan Hâlik-ı Zülcelâl, kendisine şirk koşanları ve isyan edenleri nasıl cezalandırır? Aklı olanların bundan ibret alması gerekir. 66 «Hayır, yalnız Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol.» Hâlik-ı Zülcelâl, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ey Muhammed, kâfirlerin sözüne uyma, yalnız Allah'a ibadet et, sana verilen. Peygamberlik ve nübüvvet nimetlerine de şükret.» Bu hitap Peygamberimizin şahsında ümmetinedir. Çünkü Allah Resulü, yalnız Rabbine ibadet edip, her an şükrederdi. Bu emir ümmetinin de, yalnız Allah'a ibadet edip, nimetlerine şükretmelerini te’ınin içindir. Allah, şükredenlerin nimetini artırır, etmeyenlerinkini de alır. O'nun azabı çok elimdir ve çok şiddetlidir. 67 «Onlar Allah'ı gereği ve lâyıkı veçhile takdir etmediler. Halbuki kıyamet günü bütün yeryüzü O'nun tasarrufundadır. Gökler O'nun kudretiyle dürülmüş olacaktır. Putperestlerin ortak koşmalarından O, yüce ve münezzehtir.» Bu âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur: Yahudiler, Allahü teâlâ'ya ortak koşarak şanına yakışmayan sözler söylemişlerdir. Bunun üzerine Yüce Halik, bu âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Onlar, Allah'ı gereği ve lâyıkı veçhile takdir etmediler. Halbuki kıyamet günü bütün yeryüzü O'nun tasarrufundadır. Gökler O'nun kudretiyle dürülmüş olacaktır. Putperestlerin ortak koşmalarından O, yüce ve münezzehtir.» Kâfirler, Allah'a ortak koşup, çocuk isnat ettiler ve O'nu gereği gibi takdir etmediler. Halbuki O, her şeyden münezzehtir. Kıyamet günü göklerin ve yerin tasarrufu O'nun kudret elindedir. Gökler O'nun kudretiyle dürülecek, dağlar taşlar O'nun hükmüyle tarumar olacaktır. O, kâfirlerin kendisine ortak koşmalarından münezzehtir. Ortağı, yardımcısı yoktur. Her şey O'nun var etmesiyle meydana gelmiş, yok etmesiyle de yok olacaktır. O'nun varlığına ve birliğine iman edenler kurtuluşa kavuşacaklar, iman etmeyenler de helak olup ebedî azaba uğrayacaklardır. 68 «Sûra üflenince, Allah'ın diledikleri müstesna olmak üzere, göklerde kim varsa, yerde kim varsa hepsi düşüp ölmüş olacaktır. Sonra ona bir daha üflenince hemen ayağa kalkıp bakışıp dururlar.» Her şeyin bir sonu olduğu gibi, bu kâinatın da bir sonu olacaktır. Bu kâinatın bozulup tarumar olmasına, göklerin parçalanıp dağılmasına, yerin toz bulutu haline gelmesine, kıyametin kopması denir. Kıyamet kopacağı zaman, Hâlik-ı Mutlak, İsrâfiî adındaki meleğe Sûra üfürmesini emreder. Bu emir gereği, İsrail Sûra üfürür, bütün canlılar ölür. Buna ilk üfürme denir. Bu ilk üfürmeds ancak Allahü teâlâ'nın diledikleri müstesna, onlar ölmeyeceklerdir. Bütün canlılar öldükten sonra gökler ve yer tarumar olur. Sonra ikinci defa, İsrafil Sûra üfler, o zaman bütün canlılar mezarlarından başlarını kaldırıp göğe doğru nazar ederler ve göğün parça parça olup her bir parçasının bir yere düştüğünü görürler. Sonra yere nazar ederler, bir de görürler ki mahşer yeri kurulmuş, kendilerini oraya çağırıyorlar. Büyük bir telâşla mezarlarından kalkarlar, herkes kendi başının telâşına düşmüş, kimse kimseye dönüp bakmıyor, herkes «nefsî nefsi» diye feryat ediyor. O gün herkes hesaba çekilir, kimsenin hakkı zayi olmaz, kimseye de haksızlık yapılmaz. Zerre kadar hayrı olan onun mükâfatını, zerre kadar şer yapan da onun cezasını görür. Herkes amelinin karşılığını alır. Çünkü o gün hesaplaşma günüdür. İşte o gün iyilerle kötüler birbirlerinden ayrılacaklardır. İyiler cennete, kötüler de cehenneme sevk edilecektir. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) 'den Sûrun ne olduğu sorulur, o şöyle cevap verir: «Sûr, boynuz gibi bir şeydir, sesi çıkar. Ses çıkan yerin yuvarlaklığı yer ile gök arası kadardır. Birinci üfürüşte bütün mahlûkat korkuya düşer, kendilerinden geçerler. İkinci üfürüşte gök ve yer ehlinin hepsi ölür. Üçüncü üfürüşte bütün canlıların ruhu Sûrun içinde toplanır. Dördüncü üfürüşte arının kovandan çıktığı gibi çıkarlar, her ruh gider, kendi cesedine girer ve dirilir.» Birinci Sûra üfürüldüğü zaman, ölmeyenler dört büyük melektir. Bazılarına göre, arşın etrafındaki şehidlerdir. 69 «Yeryüzü Rabbinin nuruyla aydınlanır, kitap açılır, peygamberler ve şahitler getirilir ve onlara haksızlık yapılmadan, aralarında adaletle hüküm verilir.» Kıyamet günü mahşer yeri, Allahü teâlâ'nın nuruyla aydınlanır ve herkesin amel defteri gözler önüne serilir. Peygamberler ve şahitler getirilir, her peygamber kendi ümmetine şahitlik' eder. Kimseye haksızlık yapılmadan adaletle hükmedilir. O gün kiminin amel defteri sağ yanlarından, kiminin amel defteri sol taraflarından verilir. Herkes yaptıklarını amel defterinde görür. Kimseye haksızlık yapılmaz, amel defterindekilerle hesaba çekilip, mükâfat veya mücâzat görürler. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Yeryüzü Rabbinin nuruyla aydınlanır, kitap açılır, peygamberler ve şahitler getirilir ve onlara haksızlık yapılmadan, aralarında adaletle hüküm verilir.» 70 «Herkes ne yaptıysa tamamen karşılığı verilir. Esasen Allah onların yaptıklarını en iyi bilendir.» Kıyamet günü bütün insanlar mezarlarından kalkıp hesaba çekilmek üzere mahşer yerine toplanırlar. Orada Hâlik-ı Zülcelâl, kullarının amel defterlerini ellerine verir ve «kitabını oku» buyurur. Herkes amel defterinde yaptığını görür ve ona göre tamamen karşılığı verilir. O gün kimseye zerre kadar haksızlık yapılmaz. İnsanlar hesaba çekildikten sonra, Allah'ın muttaki kullan cennete, günahkârlar da cehenneme sevk edilirler. Cehenneme sevk edilenlerden imanı olanlar cezalarını çektikten sonra, oradan çıkarılıp cennete sevk edilir, imanı olmayanlar ise cehennemde ebedî kalırlar. Allah kullarının yaptıklarını en iyi bilendir. Yüce Halik, bunu şöyle beyan ediyor: «Herkes ne yaptıysa tamamen karşılığı verilir. Esasen Allah onların yaptıklarını en iyi bilendir.» 71 «O küfredenler ayrı ayrı bölükler hâlinde cehenneme sürülür. Oraya vardıklarında kapıları açılır. Bekçileri onlara: 'Size içinizden Rabbinizin âyetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı ihtar eden peygamberler gelmedi mi?' derler. Onlar 'evet, geldi' derler. Fakat azab sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.» Kıyamet günü bütün canlılar hesaba çekildikten sonra, cennetlikler cennete, cehennemlikler de cehenneme bölük bölük sevk edilirler. İşte o zaman Yüce Halik, zebanilere emredip, «bunlara hakaret ederek cehenneme sürün» buyurur. Cehenneme geldikleri zaman, onun kapıları bunlara açılır ve cehennemin bekçileri onlara şöyle sorar: «Ey kâfirler, size kendi içinizden peygamberler gelip, karşınızda Allah'ın kitabını size okuyup kıyamet gününü ve cehennem azabını haber vermediler mi? Ey şakiler, siz onların davetine kulak verip uysaydınız da şimdi bu azaba uğramasaydmız iyi olmaz mıydı?» Bunun üzerine kâfirler şu cevabı verirler: «Evet, bize içimizden peygamberler geldi ve Allah'ın âyetlerini getirip okudular, cenneti ve cehennemi haber verdiler. Biz, onları yalanladık, söylediklerini kabul etmedik.» Allahü teâlâ'nın, and edip «kudret ve azametim hakkı için, ben kâfirlerle cehennemi dolduracağım» dediği azab sözü işte o zaman kâfirlerin üzerine hak oldu. Sonra kâfirlere şöyle denir. 72 «Onlara: 'içinde temelli kalacağınız cehennemin kapılarından girin, kibir taslayanların karargâhı ne kötüdür' denir.» Kıyamet günü kâfirlere «içinde ebedî kalacağınız cehennemin kapılarından girin. İmandan yüz çevirip kibirlik taslayanların gidecekleri yer ne kötüdür.» denir. Onlar dâ bu kapılardan girerler. Aklı olanların bunlardan ibret alması gerekir. Dünyada iken cehennemi değil, cenneti kazanmalıdır. Çünkü kıyamet günü herkes amelinin karşılığını: görecektir. 73 «Rablerine karşı gelmekten sakınanlar ise gurub gurub cennete sevked;iirler. Oraya varıp da kapıları açıldığında, bekçileri onlara: 'Selâm size, tertemiz geldiniz. Artık ebedî kalmak üzere girin buraya' derler.» Allah'a iman edip, şirk ve küfürden sakınanlar ise kıyamet günü gurub gurub cennete sevkedilirler. Cennetin kapısına gelip, kapılar açıldığı zaman bekçiler onlara: «Allah'ın selâmı sizin üzerinize olsun, şirkten, küfürden sakındınız ve sâlih amel işleyerek her türlü kirden temizlenip geldiniz. Artık ebedi kalmak üzere girin buraya» derler. Onlar da sevinç içinde ebedî kalacakları makama gireceklerdir. İşte kıyamet günü cennetliklere böyle muamele yapılacaktır. Onlar altlarından ırmaklar akan cennetlere girecekler, orada her istedikleri önlerine gelecektir. Çünkü Yüce Halik, bu nimetleri iman edip sâlih amel yapan kullarına dünyada vaadetmişti. Cennete girenler oradaki nimetleri görünce, Rablerine hamd ü sena ederler. 74 «Onlar: 'Bize verdiği çözde sadık olan ve bizi bu yere vâris kılan Allah'a hamd olsun. Cennette istediğimiz yerde oturabiliriz. İyi amelde bulunanların mükâfatı ne güzelmiş' derler.» Kıyamet günü hesaba çekildikten sonra mü’minler cennete girdikleri zaman, gözlerinin görmediği, kulaklarının duymadığı, nimetleri, makamları, köşkleri, hurileri görünce hayrete düşerek şöyle derler: «Bize verdiği sözde sadık olan -ve bizi bu yere vâris kılan Allah'a hamd olsun. Cennette istediğimiz yerde oturabiliriz. İyi amelde bulunanların mükâfatı ne güzelmiş.» Cennetlikler, kendileri için hazırlanan nimetleri gördükleri vakit Rablerine karşı olan sevinçlerini böyle ifade edeceklerdir. İşte bu, onların iman ve amellerinin karşılığıdır, îman edenler mükâfatını, etmeyenler de cezasını görecektir. 75 «Melekleri görürsün ki, Rablerine hamd ile tesbih ederek arşın etrafını kuşatmışlardır. Artık aralarında adaletle hükmolunmuştur.' Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun' denir.» Yüce Hâlık, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Melekleri görürsün ki, Rablerine hamd ile tesbih ederek arşın etrafını kuşatmışlardır. Artık aralarında adaletle hükmolunmuştur. 'Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun denir.» Hâlik-ı Zülcelâl'in, meleklerin arşın etrafını kuşatıp, O'nu hamd ile tesbih etmelerini Peygamberlerine bildirmesi ümmetinin de aynı şekilde Allahü teâlâ'yı hamd ile tesbih etmeleri içindir. Çünkü Allah'a kulluk görevi ancak insanoğluna verilmiştir. İnsanoğlunun asıl yaratılış gayesi budur. İnsan, Rabbine kulluk ettiği müddetçe değer kazanır, yükselir. Bunun için kıyamet günü herkese amelinin karşılığı verilir. Kimseye haksızlık yapılmaz. Her şeyin sahibi, maliki, halikı olan âlemlerin Rabbine hamd ü senalar olsun. Hamd ve şükür yalnız O'nadır. O'ndan başka ibadete ve hamde lâyık yoktur. |
﴾ 0 ﴿