FUSSILET SURESİ

Bu sûre-i celîle Mekke'de nazil olmuş ve 54 âyettir. Bu mübarek sûrenin birkaç ismi vardır. Bunlardan birincisi Fussılet'tir. Bir ismi Secde, bir ismi Mesâbih, bir ismi da Hâ, Mim harfleri ile başlayan sûrelerin ikincisi olduğu için, Hâ, Mim Sûresi unvanını da almıştır. Bu sûrenin ihtiva ettiği başlıca hususlar şunlardır:

1- Kâfirlerin müstahak oldukları cezayı ve, bazı kavimlerin başlarına gelen felâketleri ihtar.

2- Varlık içinde olan insanların varlıklarına güvenerek kibirli kibirli gezip dolaşırken Allah'ı pek az hatırladıkları ve başlarına bir musibet geldiği zaman tazarru ile Allah'a yalvarmalarına işaret eder.

3- Allahü teâlâ'nın varlığına, birliğine delâlet eden delilleri bildirir.

4- Kur'ân-ı Kerim hakkındaki yanlış telâkkileri reddeder.

5- Kâfirlerin kıyamet gününü ve öldükten sonra dirilmeyi inkâr etmelerini reddeder.

6- Allahü teâlâ’nın kudretinin eseri olan kâinata insanların nazarlarını celbeder. Sûrenin ihtiva ettiği başlıca hususlar bunlardır.

1

«Hâ, Mim.»

2

«Bu kitap Rahman ve Rahim olan Allah katından indirilmiştir.»

Bundan önce geçen sûrede de beyan edildiği gibi, Hâ, Mim'in mânâsı müteşâbihattandır. Böyle olmakla beraber tefsirciler Hâ, Mimlerin mânâları hakkında farklı açıklamalarda bulunmuşlardır. Bazılarına göre Hâ, Mim, kıyamete kadar olacak olan şeylerin Levh-i .Mahfûz'da yazılması demektir. Bazıları da Hâ, Mim'i şöyle tefsir etmişlerdir: Göklerin, yerin, mülkü, saltanatı, onları koruyan, içinde bulunanları rızıklandıran, her şeyi tanzim ve idare eden, yerli yerine koyan ve her şeye kadir olan Allah'tır. Bazıları da Hâ, Mim'in kasem olduğunu söylemişler ve şöyle tefsir etmişlerdir: «Bu sûre hakkı için Kur'an benim kelâmmıdır. Cebrail onu Rahman ve Rahim olan Allah katından indirmiştir.» O Rahman ve Rahim olan Allah, kullarını esirger, tevbe edenlerin günahlarını bağışlar, kusurlarını afveder.

3

«Öyle bir kitaptır ki bilen bir kavim için âyetleri uzun uzun açıklanmış Arapça bir Kur'an'dır.»

Rahman ve Rahim olan Allah tarafından indirilen bu kitap öyle bir kitaptır ki, bilen bir kavim için imanı küfrü, hakkı bâtılı, hayrı şerri, iyiyi kötüyü, helâli ve haramı, cenneti ve cehennemi, mükâfatı ve mücâzatı, kıyamet günü Allah'ın huzurunda hesaba çekilmeyi uzun uzun açıklayan Arapça bir Kur'an'dır. Buna uyanlar, hükmü ile amel edenler kurtuluşa ermiş, uymayanlar ise helak olmuştur. Bu Kur'an insanları hidâyete, doğru yola, hakka, kurtuluşa götürür. İman edenler için şifadır, rahmettir. İman etmeyenler için ise azabtır.

4

«Müjdeci ve uyarıcı olarak. Ama onların çoğu yüz çevirmiştir. Onlar işitmezler de.»

Bu Kur'an, iman edenleri cennet nimetleriyle ve iki cihan saâdetiyle müjdeler. İman etmeyenleri de cehennem azabı ile korkutur. Fakat insanların çoğu bu Kur'an'ın emirlerinden yüz çevirmiş, dünya zevkine dalmışlardır. Onlar şükrü terk ederek Allah'ın nimetlerine nankörlük etmişlerdir. Onlar hakkı işitmezler de.

5

«Ve dediler ki: Bizi çağırdığın şeye karşı kalblerimiz kapalıdır, kulaklarımızda ağırlık vardır. Bizimle senin aranda bir perde vardır. İstediğini yap, biz de yapacağız.»

Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) kâfirleri imana davet ettiği zaman, onlar şöyle demişlerdir: «Ey Muhammed, bizi çağırdığın şeye karşı kulaklarımız kapalıdır, biz senin söylediklerini anlamıyoruz, kulaklarımızda ağırlık var. Sen git kendi ma'bûdunun işi ile meşgul ol, O'nun emerlerini yerine getir. Biz de kendi ma'bûdlarımızın emirlerini yerine getirelim, onlara ibadet edelim. Hem seninle bizim aramızda bir perde vardır. Sen Rabbine bizim helak olmamız için yalvar, biz de ma'bûdlarımıza senin helak olman için yalvaralım. Bakalım hangimiz kârlı çıkacağız.»

Muhammed ibn Ka'b şöyle rivayet etmiştir: «Müşriklerin reislerinden olan Ukbe ibn Rebia bir gün Kureyşlilere şöyle der: «Ey Kureyşliler, ne dersiniz? Ben gidip Muhammed'e birkaç söz söylesem. O, benim sözlerime cevap veremez belki tekrar bizim dinimize döner.» Kureyşliler kendisine müsaade ederler. O da Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanına gelir ve şöyle der: «Ey kardeşimin oğlu, sen bizdensin. Bu kavmin üzerine bir din getirdin, bunların birliğini, beraberliğini, bütünlüğünü bozdun. Dedelerini, babalarını yalanladın ve onların dinlerini bâtıl saydın. Atalarını, analarını hep kâfir saydın. Bu din: getirmekten maksadın mal sahibi olmaksa, seni hepimizden zengin yapalım. İçimizde senden zengini olmasın. Şayet başımıza reis olmak istiyorsan reis yapalım. Güzel bir kadınla evlenmek istiyorsan evlendirelim. Yeter ki sen bu dinden vazgeç, bizim dinimize dön. Eğer akıldan bir şikâyetin varsa seni tabiplere götürelim, tedavi ettirelim. Eski haline dön ve dedelerinin, babalarının, kavminin dinini terk etme.» Böylece Utbe sözlerini bitirir. O sözlerini bitirdikten sonra Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): (......) âyetini okumuştur. Allahü teâlâ:

«Eğer yüz çevirirseniz ben de sizi korkuturum» buyurmuştur. Utbe bu âyetleri dinledikten sonra kavmine döner. Onun geldiğini gören kavmi «vallahi Utbe gittiği gibi güler yüzle gelmiyor, onda bir iş var» derler. Gerçekten de bu âyetler Utbe'de şok te'siri yapmıştı. Kavmi «Ey Utbe, sana ne oldu, bize haber ver» derler. Utbe «Ey Kureyşliler, ben bugüne kadar böyle bir söz duymadım. Vallahi bu söz ne şair sözü, ne sihirbaz sözü ve ne de kâhin sözüdür. Gelin Muhammed'i kendi haline bırakın, istediğini yapsın. Ona dokunmayın. Siz de bildiğinizi yapın.» Bunun üzerine Kureyşliler «Ey Utbe, vallahi Muhammed seni de büyüledi. Nerdeyse sen de onun dinine gireceksin.» Utbe de onlara şu cevabı verir: «Ben bundan sonra onun işine karışmam, hakkında kötü bir şey de söylemem. Çünkü o başka bir insan.» Müşriklerin reisi olan Utbe, Allah'ın kelâmını işitince kendisinden geçer, kavmine dönünce bu gerçekleri onlara söyler.

6

«De ki: Ben de ancak sizin gibi bir beşerim. Bana sizin tanrınızın bir tek tanrı olduğu vahyolunuyor. Artık O'na yönelin, O'ndan mağfiret dileyin. Vay müşriklere.»

7

«Onlar zekâtı vermezler. Ahireti inkâr edenler de yalnız onlardır.»

Yüce Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ey Muhammed, insanlara de ki: Ben de sizin gibi bir insanım. Yalnız bana sizin tanrınızın bir tek tanrı olduğu vahyolunuyor'. O'nun şeriki, benzeri, ortağı yoktur. Artık O'na yönelin. Bu zamana kadar O'na koşmuş olduğunuz ortaklardan dolayı tevbe edip mağfiret dileyin. O'na ortak koşanların vay haline. Onlar cehennemde ebedî kalacaklardır. Çünkü onlar zekâtı vermezler ve âhireti inkâr edenler de yalnız onlardır.» Kâfirler, Allah'a eş koştukları gibi, âhireti de inkâr etmişlerdir, İşte onlar inkâr ve zulümlerinin cezasını göreceklerdir.

8

«Muhakkak ki iman edip sâlih amel işleyenler için kesilmeyen mükâfatlar vardır.»

îman edip de sâlih amel işleyenler için Allah katında tükenmeyen mükâfatlar vardır. Çünkü onlar iman edip Allah'ın emirlerine itaat edip, yasaklarından sakmmışlardır. Tükenmeyen mükâfat onların iman ve amellerinin karşılığıdır. Yüce Halik iman edenlere mükâfatını, etmeyenlere de cezasını verecektir.

9

«De ki: Siz yeri iki günde yaratanı mı inkâr ediyor ve O'na eşler koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.»

Hâlik-ı Zülcelâl, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ey Muhammed, de ki: Siz yeri iki günde yaratanı mı inkâr ediyor ve O'na eşler koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.» Allahü teâlâ kudretini izhar için yeri iki günde yarattığım beyan buyurmuştur. Yeri iki günde yaratan âlemlerin Rabbi olan Allah, bütün canlıları öldükten sonra tekrar diriltmeye kadir değil midir? Elbette kadirdir. Şayet dileseydi yeri ve gökleri bir anda bile yaratırdı. Gökleri ve yeri bir anda yaratmamasının sebebi, kullarına teenni ile hareket etmelerini talim içindir. Bir şeyde acele etmemek, o işin kemâline işarettir. Bununla beraber bazı mes'elelerde acele etmek daha evlâdır ki bunlar da şöyle sıralanır:

1- Günahlardan hemen tevbe etmek.

2- Borcu acele olarak ödemek.

3- Farzları anında eda etmek.

4- Misafire yemek ikramında acele etmek.

5- Cenazeyi definde acele etmek.

6- Evlilik çağma gelen kız çocuklarını evlendirmekte acele etmek.

7- Hayra niyet ettiği işlerde acele etmek.

10

«O yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Ve onu mübarek kıldı, rizıklarını arayanlar için yeryüzünün bitkilerini dört devre içersinde yetiştirmesini normal olarak koydu.»

Yeryüzünü yaratan Hâlik-ı Zülcelâl, onun sarsılmaması için üzerinde direk vazifesi yapan dağları yaratmıştır. Ki, insanlar üzerinde sarsılmadan, kolayca gezip dolaşsınlar ve geçimlerini te’ınin etsinler. Şayet yerin üzerinde dağlar olmasaydı beşik gibi sallanır, canlılar üzerinde kolayca hareket edemezler ve istedikleri yere gidemezlerdi. Bununla beraber Yüce Halik dağlarda insanlar için çeşitli rızıklar halk edip bereketli kılmış, onlarda su membalarını gizlemiş, hayvanlar için sığmak yapmıştır. Yeryüzünde kulları için rızık olarak çeşit çeşit bitkiler, meyveler, sebzeler, tahıllar, bağlar, bahçeler bitirmiştir. Her mevsimde bunların olması ve ayrı ayrı özellikler taşıması Allah'ın kudretinin eseridir. Allah yaratmış olduğu her mahlûkun rızkını takdir etmiştir. Hiçbir canlı, kendisine takdir edilen rızkı yemeden ölmez. Hâlik-ı Mutlak dünyada rızık bakımından mü'min ile kâfir arasında bir ayrım yapmamıştır. Herkese ezelde takdir ettiği rızkı vermiştir. İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle rivayet etmiştir: Allahü teâlâ kıyamete kadar takdir ettiği her şeyi Levh-i Mahfûz'da yazmıştır.

11

«Sonra buhar halinde olan göğe yöneldi. Ona ve yeryüzüne isteyerek veya istemeyerek ikiniz de gelin, dedi. İkisi de: 'İsteyerek geldik' dediler.»

Yüce Halik, yeri yarattıktan sonra hükmünü buhar halinde olan göklero yöneltmiştir. Zira o vakit Arş yaratılmıştır. Arşın altında sudan başka bir şey yoktur. Nitekim: «O'nun arşı su üzerindedir.» buyurulmuştur. Sonra ısıyı yaratmıştır, o ısı ile su buharlaşır ve o duman halindeki buhardan gökler meydana gelir. Yüce Halik gökleri yarattıktan sonra, suyun dalgalanmasından meydana gelen köpükten de yeryüzünü yaratır. Yaratma işlemi bittikten sonra göklere ve yere hükmedip şöyle buyurur: «İsteyerek veya istemeyerek bana itaate gelin.» Onlar da «isteyerek geldik, senin emirlerine muti olduk» demişlerdir. Allahü teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Sonra buhar halinde olan göğe yöneldi. Ona ve yeryüzüne 'isteyerek veya, istemeyerek ikiniz de gelin' dedi. İkisi de: 'İsteyerek geldik' dediler.»

Rivayete göre Allahü teâlâ göklere ve yere «kullarımın istifadesi için içinizdeki gizli hazineleri çıkarın» demiştir. Göklerin hazinesi yağmurdur. Yerin hazineleri de bitkiler, madenler ve su menbalarıdır. Onlar da «biz isteyerek çıkarırız, senin emirlerine boyun eğip itaat ederiz» demişlerdir. Gökyüzünün uzun bir süre içerisinde vücud bulduğu ve miktarını Allah'ın bildiği günlerden iki gun içerisinde meydana geldiği belirtilmiştir. Sonra göklere ve yere «isteyerek vuya istemeyerek ikiniz de gelin» buyurmuştur. Bu emre ikisi de derhal boyun eğerek «isteyerek geldik- diye cevap vermişlerdir. Bu ifade çok hayret verici bir şekilde kâinatın kanunlara boyun eğdiğini ve bu kâinatın aslında yaratıcısına tam olarak teslim olduğunu, O'nun emir ve iradesine bağlandığını ima etmektedr. Şu halde kâinatta insandan başka ilâhî emirlere zorla boyun eğen yoktur. İnsanoğlu zorla da olsa bu kanunlara mahkûmdur. Onların dışına çıkamaz. Ne var ki insanoğlu gökyüzünün ve yeryüzünün emre itaat edişi gibi itaat etmeyen bir varlıktır.

12

«Bunun üzerine iki gün içerisinde yedi gök yarattı. Ve her göğün işini ona bildirdi. Biz dünya semasını ışıklarla donattık. Ve bozulmaktan koruduk. İşte bu, O mutlak kadir, O her şeyi hakkıyle bilen Allah'ın takdiridir.»

Allahü teâlâ yedi kat gökleri, miktarını ancak kendisinin bildiği iki gün içinde yaratmıştır. Göğün her katında bir muhafız ve meleklerden bir cemaat yaratmıştır. Bunlar Rablerini hamd ve tesbih ederek her biri bir ibadetle meşguldürler. Yüce Halik dünya semasını yıldızlarla süsleyip donatmış ve onlarla geceleri yeryüzünü bir kandil gibi aydınlatmıştır. Yıldızlar, göğün katlarına çıkıp, meleklerin gizlice aralarındaki konuşmalarını öğrenmek isteyen şeytanlara müsaade etmezler ve onları Şihap yıldızları kovalar, göğe yaklaştırmazlar. Bu gerçek şöyle ifade edilmiştir: «Biz dünya semasını ışıklarla donattık ve bozulmaktan koruduk.» Böylece gökler bozulmaktan korunmuş, şeytanlar ve cinler hiçbir zaman oranın sırrına vâkıf olamamışlardır.

13

«Eğer yüz çevirecek olurlarsa de ki: İşte sizi Âd ve Semûd'un başına gelen kasırgaya benzer bir kasırga ile uyarırım.»

Hâlik-ı Mutlak, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ey Muhammed, eğer kâfirler, bizim azametimizden ve kudretimizden, göklerden, yerden ve bu ikisinin arasmdakilerden ibret alıp iman etmezler, yüz çevirirlerse, de ki: Sizi Âd ve Semûd kavminin başına gelen kasırgaya ben?er bir kasırga ile uyarırım. Onları helak eden azab gibi bir azabın da sizi helak etmesinden korkarım.» Âd ve Semûd kavmi peygamberlerini yalanlayıp, Allah'ın âyetlerini inkâr etmişlerdi. Allahü teâlâ da, onları bu inkâr ve zulümleri yüzünden Üzerlerine kızgın kasırga göndererek iman etmeyenleri yakıp helak etmiştir. Bu, onların inkâr ve zulümlerinin cezasıdır.

14

«Onlara önlerinden ve arkalarından peygamberler gelmiş ve 'Allah'tan başkasına kulluk etmeyin' demişlerdi. Onlar da demiştiler ki: Şayet Rabbimiz böyle bir şey dileseydi melekler indirirdi. Doğrusu biz sizinle gönderilen şeyi inkâr ederiz.»

Âd ve Semûd kavmine önlerinden ve arkalarından peygamberler gelmiş, onları imana davet ederek «siz Allah'tan başkasına kulluk etmeyin. Sizin Rabbiniz, Halikınız Allah'tır.» demişlerdi. Onlar Peygamberlerinin bu davetini kabul etmeyerek şöyle cevap vermişlerdir: «Şayet Rabbimiz böyle bir şey dileseydi sizin gibi insanlardan değil, meleklerden peygamberler gönderirdi. Halbuki siz de bizim gibi birer insansınız. Siz nasıl peygamber olursunuz? Doğrusu biz sizinle gönderilen şeyleri asla kabul etmeyiz.» Onlar peygamberlerini böyle yalanlayıp, imandan yüz çevirip putlara taparak Allah'a eş koşmuşlardır. Allah da onları bu inkâr ve zulümleri yüzünden helak etmiştir. Bu, onların inkâr ve zulümlerinin cezasıdır. Onların neden iman etmedikleri şöyle açıklanmaktadır.

15

«Âd kavmine gelince yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamış 'bizden daha kuvvetli kim var? demişlerdi. Onlar kendilerini yaratan Allah'ın onlardan daha kuvvetli olduğunu görmüyorlardı öyle mi? Ve âyetlerimizi bile bile inkâr ediyorlardı.»

Âd kavmi yeryüzünde büyüklük taslayıp, peygamberlerini ve Allah'ın âyetlerini yalanlayarak «bizden daha kuvvetli, daha güçlü, daha üstün, daha becerikli kim var?» demişlerdi. Bu kuvvet ve üstünlüklerine güvenerek imandan yüz çevirmişler, peygamberlerini yalanlamışlardı. Onlar kendilerini yaratan Allah'ın onlardan daha üstün olduğunu görmüyorlardı her halde? Halbuki Allah onları bir damla sudan meydana getirmiş, onlara güç kuvvet vermiştir. Bütün varlıkları yoktan var eden Allah, elbette onlardan çok daha güçlü, kuvvetlidir. Onlar kendi yaratılışlarına bakıp da ibret almazlar mı hiç? Âdem'i balçıktan yaratıp, onun sulbünden de bütün insanları var eden Allah her şeye kadir değil midr? Hiç şüphesiz her şeye kadirdir. Fakat insanların çoğu O'nun âyetlerini bile bile inkâr edip kâfir olmuşlardır. O, iman etmeyenlerden intikamını alacaktır.

16

«Bunun üzerine biz de onların üzerine uğursuz günlerde şiddetli bir rüzgâr gönderdik. Ve dünya hayatında rüsvaylık azabını tattırmak istedik. Elbette âhiret azabı daha çok rüsvay edicidir. Ve onlara yardım da edilmez.»

Peygamberlerini yalanlayıp, Allah'ın âyetlerini inkâr edip, imandan yüz çeviren Âd kavmi üzerine Hâlik-ı Zülcelâl, uğursuz günlerde şiddetli bir rüzgâr gönderip, dünya hayatında rüsvaylık azabını tattırmışlar. Bu yakıcı kasırga onları yakıp yok etmiştir. Kâfirlerin âhiretteki azabları ise daha çok rüsvay edicidir. O gün kendilerine asla yardım da edilmeyecektir. Kâfirlerin başlarına azabın geldiği gün onlar için çok kötü ve uğursuz bir gündür. Çünkü onlar o gün azaba uğrayıp helak olmuşlardır. Fakat o gün mü’minler için ise en mübarek bir gündür. Zira o günde mü’minler Allah'ın düşmanlarının şerrinden kurtulmuşlardır. Bu bakımdan kâfirlerin helak olduğu gün, mü’minlerin en mübarek günüdür. Yüce Allah bunu şeyle beyan ediyor: «Bunun üzerine biz de onların üzerine uğursuz günlerde şiddetli bir rüzgâr gönderdik. Ve dünya hayatında rüsvaylık azabını tattırmak istedik. Elbette âhiret azabı daha çok rüsvay edicidir. Ve onlara yardım da edilmez.»

17

«Semûd kavmine gelince onlara doğru yolu göstermiştik ama onlar körlüğü doğru yola tercih ettiler. Ve yaptıkları yüzünden onları horlayıcı azabın yıldırımı çarptı.»

Hâlik-ı Zülcelâl, Âd kavmine Hûd (aleyhisselâm)'u, Semûd kavmine de Salih (aleyhisselâm)'i peygamber olarak göndermiştir. Bunlar kavimlerini imana davet ederek şöyle demişlerdir: «Allah'tan başkasına ibadet etmeyin. Sizin Halikınız, Ma'bûdunuz, Rabbiniz Allah'tır.» Fakat kavimleri bunların davetini kabul etmeyerek kendilerini yalanlamışlar ve Allah'ın âyetlerini inkâr etmişlerdir. Halbuki peygamberler kavimlerini, imana, kurtuluşa, saadete, rahmete, cennet nimetlerine davet etmektedirler. Kavimleri ise kurtuluşu, saadeti, hidâyeti, rahmeti bırakıp felâkete, ve helake gitmektedirler. Peygamberlerini yalanlayıp, Allah'ın âyetlerini inkâr edenlerin üzerine Allah şiddetli bir azab gönderip onları yok etmiştir. Onlar böylece dünyada helak olup yok olmuşlar, âhirette de elim bir azaba uğrayacaklardır. Bu, onların inkâr ve küfürlerinin cezasıdır. Allah katında iman edenler mükâfatını, etmeyenler de cezasını görecektir.

18

«İman edip de Allah'tan sakınmış olanları da kurtardık.»

Peygamberlerin davetine uyup iman edenleri Allahü teâlâ helak olmaktan kurtarmıştır. Çünkü onlar iman edip Allah'ın emirlerine itaat ederek yasaklarından sakınmışlardır. Allah, iman edip sâlih amel yapan kullarını helak olmaktan kurtarmış ve onlara iki cihan saadetini taddırmıştır. Bu, onların iman ve amellerinin karşılığıdır.

19

«Allah düşmanları ateşe sürülmek üzere toplandıkları gün hepsi bir aradadır.»

Kıyamet günü Allah'ın düşmanları toplu halde cehenneme sürüleceklerdir. Ve orda cezalarını çekmek üzere ebedî kalacaklardır. Zerre kadar imanı olanlar cehennemde cezalarını çektikten sonra çıkacaklar, imanı olmayanlar ise ebedi kalacaklardır. Allah böyle vaad etmiştir. O, vaadmden asla dönmez.

20

«Nihayet oraya varınca kulakları, gözleri ve derileri, işledikleri şeye karşı aleyhlerinde şehadet ederler.»

Kâfirler ve münafıklar cehenneme sevk edildikleri zaman, oranın bekçileri onlara «ey kâfirler, Allah'ı bırakıp taptıklarınız şimdi gelip sizi bu cehennemin azabından kurtarsınlar. Siz dünyada iken ma'bûd edinmiştiniz, şimdi onları çağırın size yardım etsinler.» diyeceklerdir. O zaman kâfirler puta taptıklarını inkâr ederek şöyle diyeceklerdir: «Ey Rabbimiz, biz sana şirk koşanlardan değiliz, hiçbir zaman sana şirk koşmadık.» İşte o zaman bunların ağızları mühürlenecek; kulakları, gözleri, elleri, ayakları ve derileri kendi aleyhlerine şahitlik yapacaklar ve şöyle diyeceklerdir: «Bunlar yalan söylüyorlar, peygamberler gelip bunları imana davet ettikleri zaman, bunlar peygamberlerini yalanlayarak Allah'ın âyetlerini inkâr ettiler ve Allah'a şirk koştular, putlara taptılar.» Kıyamet günü kâfirlerin ağzına mühür vurulup elleri, ayakları ve diğer azaları konuşturulacak tır.

21

«Derilerine derler ki: 'Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?' Onlar da 'bizi her şeyi konuşturan Allah konuşturdu. O'dur sizi önceden yaratan ve O'na döndürüleceksiniz' derler.»

Kıyamet günü kâfirlerin aleyhine elleri, ayakları, kulakları, gözleri ve derileri şahitlik ederler. Onlar derilerine «niçin bizim aleyhimize şahitlik ettiniz? Halbuki siz bizim derilerimizdiniz.» derler. Derileri de onlara şu cevabı verir: «Biz kendiliğimizden konuşmadık. Her şeyi konuşturan Allah bizi konuşturdu. Önceden sizi yaratan O'dur. O'na döneceksiniz.» Allahü teâlâ kıyamet günü bütün azaları konuşturur. Azalar sahiplerinin aleyhine veya lehine şahitlik ederler. Ey insanlar, sizi bir damla sudan yaratıp, size dil verip söyleten, göz verip gördüren, kulak verip işittiren, ayak verip yürüttüren, el verip her şeyi yaptıran, akıl verip her şeye hükmettiren Allah kıyamet günü ellerinizi, ayaklarınızı, derilerinizi, gözlerinizi konuşturamaz mı? Onları konuşturmaya gücü yetmez mi? Elbette konuşturur. Dilin maddesiyle diğer azaların maddesi aynı değil midir? Dile konuşma özelliğini veren, ele, ayağa veremez mi? Bunda kimsenin şüphesi olmasın. Aklı olanların bundan ibret alıp kıyamet günü azalarını aleyhlerine şahitlik ettirmemeleri için çalışmalıdırlar. Düşünebilenler için bunda büyük ibretler vardır.

22

«Gözlerinizin, kulaklarınızın ve derilerinizin aleyhinize şahitlik edeceğinden çekinerek kötü şeyler yapmaktan çekinmiyordunuz. Hayır, Allah'ın yaptıklarınızın çoğunu bilmediğini sanıyordunuz.»

Ey insanlar, gözlerinizin, kulaklarınızın ve derilerinizin kıyamet günü aleyhinize şahitlik edeceğinden korkmayarak kötü şeyler yapmaktan çekinmediniz. Birçoğunuz peygamberlerinizi yalanlayıp, Allah'ın âyetlerini inkâr ettiniz ve Allah'a şirk koştunuz. Dünyada kötü şeyler yapmaktan çekinmediniz. Allah'a isyan edip, emirlerini çiğnediniz. Hattâ, yaptıklarınızın çoğunu Allah'ın bilmediğini sandınız. Halbuki Allah sizin yaptığınız her şeyden haberdardır. O'nun bilgisinden hiçbir şey gizli kalmaz. O, bütün azalarınızı kıyamet günü konuşturacaktır.

23

«İşte Rabbinizi böyle sanmanız sizi mahvetti de hüsrana uğrayanlardan oldunuz.»

Ey kâfirler, sizin Allah'ın yaptıklarınızın çoğundan haberi olmadığını sanmanızdır ki, âhireti inkâr edip, Allah'ın âyetlerini ve peygamberlerini yalanladınız. İşte bundan dolayıdır ki, bugün cehennem ateşine sürüklendiniz. Bu, sizin inkâr ve küfrünüzün cezasıdır.

24

«Sabretseler de, etmeseler de onların durağı cehennemdir. Hoş tutulmalarını isteseler de artık hoş tutulmaz onlar.»

İmandan yüz çevirip kâfir olanlar, bu hade sabretseler de etmeseler de kıyamet günü gidecekleri yer cehennemdir. Onlar dünyada birbirlerine «sabredin, sakın Muhammed'in dinine girmeyin ve atalarınızın dininden ayrılmayın» demişlerdir. Onlar dinlerinde sabretseler de sabretmeseler de âhirette gidecekleri yer cehennemdir. Çünkü Allah katındaki din ancak İslâm'dır. Aklı olanların bundan ibret alıp İslâm'a sarılması gerekir.

25

«Biz onların yanına bir takım yoldaşlar katarız da geçmişlerini, geleceklerini onlara güzel gösterirler. Söz, gerek cinlerden, gerekse insanlardan gelip geçmiş ümmetler içinde aleyhlerinde gerçekleşmiştir. Doğrusu onlar hüsranda idiler.»

Allahü teâlâ, kâfirlere şeytanlarını da yoldaş edip onlara, küfrü, bâtılı, şerri, kötülükleri güzel gösterip, hakkı, imam, hayrı ve âhireti inkâr ettirip, dünyayı sevdirmiştir. Bundan dolayı onlar azaba müstahak olmuştur. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: 'Biz onların yanına bir takım yoldaşlar katarız da geçmişlerini, geleceklerini onlara güzel gösterirler. Söz, gerek cinlerden, gerek insanlardan gelip geçmiş ümmetler içinde aleyhlerinde gerçekleşmiştir. Doğrusu onlar hüsranda idiler.»

26

«Ve küfredenler dediler ki: Bu Kur'an'ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın ki bastırasmız.»

Ebû Cehil arkadaşlarına şöyle demiştir: «Muhammed'in adamları Kur'an okurken, siz onlardan daha yüksek ses çıkarın, şiir soyleyin, gürültü yapın ki, başkaları onların ne okuduğunu anlayamasınlar.» Ebû Cehil ve arkadaşları akıllarınca Kur'ân-ı Kerîm'in okunmasına mani olacaklardı. Onlar mani olmaya çalışınca Allahü teâlâ'ya iman edenlerin ve Kur'an'ı okuyanların sayısını artırmıştır. Hâlik-ı Mutlak bunu şöyle beyan ediyor: «Ve küfredenler dediler ki: Bu Kur'an'ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın ki bastırasmız.»

27

«O küfredenlere şiddetli bir azabı tattıracağız. Ve yapmakta olduklarının en kötüsü ile onları cezalandıracağız.»

Allahü teâlâ, kâfirleri şiddetli bir azab ile cezalandıracaktır. Onları yapmakta olduklarının en kötüsü ile cezalandıracaktır. Dünyada onları helak edip yok etmekle, âhirette ise içinde ebedî kalacakları cehennem azabı ile cezalandırır. Bu, onların inkâr ve küfürlerinin cezasıdır. İman edenler mükâfatını, etmeyenler de cezasını görecektir.

28

«İşte böyle, Allah'ın düşmanlarının cezası ateştir. Âyetlerimizi bile bile inkâr etmelerinden dolayı ceza olarak onların temelli kalacakları yer orasıdır.»

Allah'ın âyetlerini inkâr edip, peygamberlerini yalanlayarak dinine düşman olanların cezası, içinde ebedi kalacakları cehennem ateşidir. Çünkü onlar Allah'ın âyetlerini yalanlamışlar, peygamberlerini inkâr etmişler ve dinine düşman olmuşlardır. Allah'ın dinine düşman olanlar O'nun düşmanıdır. Onlar dünyada da, âhirette de rüsvay olacaklar ve gidecekleri yer içinde ebedi kalacakları cehennemdir.

29

«Ve küfredenler derler ki: 'Rabbimiz, cinlerden ve insanlardan bizi saptırmış olanları göster. Onları ayaklarımızın altına alalım da altta kalanlar olsunlar.»

Kıyamet günü kâfirler cehenneme girdikleri zaman feryad edip şöyle diyeceklerdir: «Ey Rabbimiz, dünyada bizi senin yolundan saptıranları şimdi bize göster de, onları ayaklarımızın altına alalım da altta kalsınlar. Onlar cinlerden olsun, insanlardan olsun dünyada bizi senin yolundan alıkoydular. Bugün azaba uğramamıza sebeb oldular.» Kıyamet günü kâfirler böyle feryad edip Rablerine yalvaracaklardır. Fakat o günkü feryad asla fayda vermeyecektir. Aklı olanlar bundan ibret alıp Allah'ın dininden başkasını kabul etmezler.

30

«Muhakkak ki Rabbimiz Allah'tır deyip sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerlerine melekler iner. Onlara 'korkmayın, üzülmeyin diyerek 'size vaadolunan cennetle sevinin' derler.»

İman edip sâlih ameller işleyerek «Rabbimiz Allah'tır» deyip hak yoldan gidenler üzerine kıyamet günü melekler iner ve onları cennet nimetleriyle müjdeleyerek şöyle derler: «Ey Allah'ın dostları, bugün korkmayın, üzülmeyin, Allah, sizi cennet nimetleriyle mükâfatlandıracak. Dünyada size vaadolunan cennetlere girin, müjdeler olsun size.» İman edip sâlih ameller işleyenler melekler tarafından böyle müjdelenecektir. İmam-ı Mukatil'in rivayetine göre kıyamet günü amelleri yazan melekler mü’minlere gelip «bizi tanıdınız mı?» diye sorarlar. Mü’minler de tanımadıklarını söylerler. Onlar da «b"z, dünyada sizin amel defterinizi yazan melekleriz, size müjdeler olsun. Şimdi siz Allah'ın vaadettiği cennetlere gireceksiniz.» Mü’minlere bu müjde üç yerde yapılır. Biri ölüm anında, biri kabre girdiği zaman, biri de kıyamet günü. Ölüm anında mü’min gideceği yeri görür, sevinir ve «senin gideceğin yer burasıdır» diye müjde edilir. Kabre girdiği zaman Münker ve Nekir'in sualine cevap verir ve «kurtuldun» diye müjdelenir. Kıyamet günü de cennetle müjdelenir. Aklı olanlar bundan ibret alıp bu üç müjdeyi kazanmak için çalışmalıdırlar.

31

«Biz dünya hayatında da, âhiret hayatında da sizin dostlarınıziz. Burada canlarınızın çektiği şeyler sizindir. Ve burada umduğunuz şeyler sizindir.»

Amelleri yazan melekler kıyamet günü cennet ehline «biz dünyada da, şimdi de sizin dostlarınızız. Burada istediğiniz ve arzu ettiğiniz her şey sizindir. Size müjdeler olsun, Allah sizi cennet nimetleriyle mükâfatlandırdı» diyeceklerdir. Cennet ehli cennete girince istediği her şey önüne gelecektir.

32

«Gafur ve Rahim olan Allah'ın ikramı olarak.»

Amelleri yazan melekler, cennet ehline «bu size Gafur ve Rahim olan Allah'ın ikramıdır. Allah iman edip sâlih amel işleyenleri böyle mükâfatlandırır» diyeceklerdir. Bu, onların iman ve amellerinin karşılığıdır. Allah katında iman edenler mükâfatını, etmeyenler de cezasını görecektir.

33

«'Muhakkak ki ben müslümanım' diyerek sâlih amel işleyen ve Allah'a çağıran kimseden daha güzel sözlü kim vardır?»

Ey insanlar, iman edip sâlih amel işleyerek «ben müslümanım» diyen ve insanları imana ve Allah'a ibadete çağıran kimseden daha güzel sözlü, daha hayırlı kim vardır? İnsanları imana, hakka, doğruluğa, hayra ve Allah'a ibadete çağırandan daha hayırlı kim olabilir?» Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Muhakkak ki ben müslümanım» diyerek sâlih amel işleyen ve Allah'a çağıran kimseden daha güzel sözlü kim vardır?» Çünkü bir insanı hayra teşvik etmek o hayrı yapmak gibi olur, bir insanı şerre teşvik etmek de o şerri yapmak gibi olur. Bu bakımdan mü’min daima hayra teşvik edici olmalıdır.

34

«İyilikle kötülük bir olmaz. Sen fenalığı en iyi şekilde önle. O zaman göreceksin ki seninle arasında düşmanlık bulunan kişi yakın bir dost gibi olur.»

Bu âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur: «Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in en büyük düşmanı olan Ebû Cehil her zaman kötü sözleriyle Allah Resulünü üzerdi. O da Ebû Cehil'in yüzünü görmek istemezdi ve ona karşı düşmanlık beslerdi. Yüce Halik bu âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «İyilikle kötülük bir olmaz. Sen fenalığı en iyi şekilde önle. O zaman göreceksin ki seninle arasında düşmanlık bulunan kişi yakın bir dost gibi olur.» Bu âyetle İslâm'da hoşgörünün en güzel örneği verilmiştir. İyiliğe karşı iyiliği herkes yapar, kötülüğe karşı iyiliği ise ancak kâmil iman sahipleri yapar. Bu bakımdan mü'min daima hoşgörülü olmalıdır.

35

«Bu ancak sabredenlere vergidir. Ve bu ancak o büyük hazzı tadanlara vergidir.»

Kötülük yapanlara iyilik yapmak, suçlarını afvetmek, insanlara hakkı öğretip, onları kötü yoldan alıkoymak yapılan haksızlıklara, zulümlere sabretmek ancak iman edip o büyük hazzı tadanlara vergidir. Yüce Halik bunu şöyle beyan buyurmuştur: «Bu ancak sabredenlere vergidir. Ve bu ancak o büyük hazzı tadanlara vergidir.» Onlar yaptıklarının Allah yolunda zayi olmayacağını biliyorlardı. Çünkü zerre kadar hayır yapan mükâfatını, zerre kadar şer yapan da cezasını görecektir.

36

«Şeytan seni bir vesvese ile dürtecek olursa Allah'a sığın. Doğrusu O, bizzat hakkıyle işiten, çok iyi bilendir.»

Yüce Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, eğer şeytan seni bir vesvese ile dürtecek ve sabırsızlığa itecek olursa şerrinden Allah'a sığın. Doğrusu O, bizzat hakkıyle işiten, çok iyi bilendir. Kâfirlere azab edecek vakti bilir.» Bu âyet-i celîle mü’minlerin her zaman şeytanın şerrinden Allah'a sığınmalarına işaret eder. Çünkü şeytan, mü’minlerin en büyük düşmanıdır. O her zaman mü’minleri Allah yolundan alıkoymaya çalışır.

37

«Gece ve gündüz, güneş ve ay Allah'ın âyetlerindendir. Güneş ve aya secde etmeyin. Eğer Allah'a ibadet etmek istiyorsanız, onları yaratan Allah'a secde edin»

Ey insanlar, gece ve gündüz, güneş ve ay Allah'ın varlığına, birliğine ve kudretine delâlet eden âyetlerdendir. Onlar da diğerleri gibi Allahü teâlâ’nın yaratmış olduğu varlıklardır. Güneş ve aya secde etmeyin. Eğer ibadet etmek istiyorsanız her şeyi yoktan var eden, hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'a ibadet edip secde edin. İbadete lâyık ancak O'dur. Güneş ile ay O'nun emriyle yörüngelerinde seyrederler. Biri diğerinin yörüngesine giremez. Birinin gelip diğerinin gitmesi, gece ile gündüzün birbirini takip etmesi, birinin uzayıp diğerinin kısalması hep Allah'ın takdiriyl'edir. O'nun müsaadesi olmadan hiçbir şey yerinden hareket edemez. Rahman sûresinin beşinci âyetinde «güneş de, ay da hesapladır» buyurulmaktadır. Bu da gösteriyor ki hiçbir şey kendi başına hareket edemiyor.

38

«Eğer büyüklük taslarlarsa bilsinler ki Rabbinin nezdinde bulunanlar hiç usanmadan gece gündüz O'nu tesbih eder dururlar.»

İnsanlar büyüklük taslayıp Allah'a ibadet etmezlerse bilsinler ki Rabbinin nezdinde bulunanlar hiç usanmadan gece gündüz O'nu tesbih ederler. O'nun nezdinde olan melekler gece gündüz hiç usanmadan hamd ve tesbih ederler. Melekler bir an bile O'nun emrine muhalefet etmezler. Hâlik-ı Mutlak bunu şöyle beyan ediyor: «Eğer büyüklük taslarlarsa bilsinler ki Rabbinin nezdinde bulunanlar hiç usanmadan gece gündüz O'nu tesbih eder dururlar.» Halbuki Allah'a ibadet ile emrolunan insan ve cindir. Buna rağmen insanoğlu asıl görevini bırakıp büyüklük taslayarak Rabbine ibadetten kaçınmıştır.. Rabbine ibadetten kaçınıp isyan edenler elbette cezalarını göreceklerdir.

39

«Senin hakikaten boynunu bükmüş gördüğün yeryüzü de O'nun âyetlerindendir. Fakat biz üzerine suyu indirdiğimiz vakit o, harekete gelir, kabarir. Ona can veren Allah şüphesiz ki ölüleri de diriltir. Muhakkak ki O, her şeye kadirdir.»

Allah'ın varlığına, birliğine, kudretine delâlet eden âyetlerden biri de yeryüzüdür. Yüce Halik kupkuru yeryüzüne gökten su indirip, o su ile yerden çeşit çeşit meyveler, bitkiler, mahsuller, tahıllar, sebzeler, otlaklar, ormanlar, meralar, bağlar, bahçeler bitirir. Kupkuru bir yeri gökten su indirerek böylesine dirilten Allah öldükten sonra insanları tekrar diriltemez mi? Elbette diriltir. Çünkü O her şeye kadirdir. Hâlik-ı Mutlak bunu sevgili Peygamberine şöyle beyan ediyor: «Senin hakikaten boynunu bükmüş gördüğün yeryüzü de O'nun âyetlerindendir. Fakat biz üzerine suyu indirdiğimiz vakit o, harekete gelir, kabarır. Ona can veren Allah şüphesiz ki ölüleri de diriltir. Muhakkak ki O, her şeye kadirdir.»

40

«Âyetlerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp eğriliğe sapanlar bize gizli değillerdir. Kıyamet gününde ateşe atılan mı, yoksa güven içinde gelen mi daha iyidir? Dilediğinizi yapın. Doğrusu O, yaptıklarınızı görendir.»

Allah'ın âyetlerini inkâr edip yalanlayanlar O'nun azabından asla kurtulamazlar. Kıyamet günü ateşe atılan mı, yoksa güven içinde cennete giren mi daha üstündür? Elbette güven içinde cennete giren daha hayırlıdır. Ey insanlar, siz dünyada dilediğinizi yapın.

Doğrusu O, yaptıklarınızı nakkıyle bilen ve görendir. Ona göre kıyamet günü sizin mükâfatınızı veya cezanızı verecektir. O, zerre kadar hayır yapana mükâfatını, zerre kadar şer yapana da cezasını verir. Hâlik-ı Zülcelâl, bunu şöyle beyan ediyor: «Âyetlerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp eğriliğe sapanlar bize gizli değillerdir. Kıyamet gününde ateşe atılan mı, yoksa güven içinde gelen mi daha iyidir? Dilediğinizi yapın. Doğrusu O, yaptıklarınızı görendir.» .

41

«Kitap kendilerine gelince onlar onu inkâr etmişlerdi. Halbuki o aziz bir kitaptır.»

42

«Önünden de, ardından da bâtıl ona sokulamaz. O Hâkim ve Hâmid olan Allah katından indirilmiştir.»

Hâlik-ı Mutlak, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i peygamber olarak gönderince Mekkeli müşrikler onun peygamberliğini yalanlamışlar ve Allah'ın âyetlerini inkâr etmişlerdir. Halbuki Kur'an mü’minler katında aziz, Allah katında ise kerim bir kitaptır. O, bütün kitapların sonuncusu olup onların hükmünü kaldırmıştır. Onun içinde bâtıl söz yoktur. Önceki kitaplar onun geleceğini müjdelemişlerdir. Mü’minler için şifadır ve birçok faydalar vardır. Her harfini okuyana on sevap vardır. Bu Kur'an ilâhi kanundur, hükmü ile amel edenler kurtulur, etmeyenler ise helak olur. Dünya ve âhiret saadeti onunla kazanılır. O, hakkı bâtıldan, hayrı şerden, imanı küfürden, helâli haramdan, iyiyi kötüden ayırır. Bütün ilimler onda dercedilmiştir. O, ilmi öğrenmeyi, adaletli davranmayı, ahlâklı olmayı, çalışmayı emreder. Cehli, adaletsizliği, haksızlığı, başkalarının hakkına, namusuna göz dikmeyi yasaklar. Allah'tan başkasına ibadet etmeyi, puta tapmayı, haksız yere cana kıymayı, ana-babaya âsi olmayı şiddetle men eder. Büyüklere saygıyı, küçüklere sevgiyi ve güzel ahlâkı öğretir. Tembelliği, cehli yerer, ilmi teşvik eder, çalışmayı ibadet kabul eder. Nesli korur, nefsi ıslâh eder, O, nurdur, rahmettir. Kendisinden önce geçen ilâhî kitapları tasdik eder.

Hazret-i Ali (radıyallahü anh), Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'den şöyle rivayet etmiştir: «Sahâbe-i kiram, Peygamberimize: «Ey Allah'ın Resulü, senden sonra bu ümmetin mezheblere ayrılacağını, bölük bölük olacağını söylüyorsunuz. O zaman bu ümmetinin kurtuluşunun ne ile olacağını bize haber verir misin?» demişlerdir. Allah Resulü de onlara şu cevabı verir: «O zaman kurtuluş aziz kitapladır. Kendisinden önce geçen kitapların hiçbirisi onun gönderileceğini yalanlamadı. Kendisinden sonra da hiçbir kitap gelmeyecektir. O Hâkim ve Hâmid olan Allah katından indirilmiştir.» Onun hükmünü bırakıp başkalarının hükmüyle amel edenler helak olur. O, nurdur, iman edenleri küfür karanlıklarından kurtarır. Sizden önceki peygamberlerin ve ümmetlerin bir kısmının kıssası onun içindedir. Onda bâtıl söz yoktur. Zamanın geçmesi onun hükmünü eskitemez.

43

«Senin için söylenenler senden önceki peygamberler için de söylenmiştir. Elbette ki Rabbin mağfiret sahibi ve elîm bir azab sahibidir.»

Yüce Halik, sevgili Peygamberini teselli için şöyle buyuruyor: «Ey Muhammed, kâfirlerin senin için söylediklerine sabret, üzülme. Senin için söylenenler senden önceki peygamberler için de söylenmiştir. Elbette ki Rabbin mağfiret sahibi ve elîm bir azab sahibidir.» Hâlik-ı Mutlak iman edip tevbe eden kullarının günahlarını afveder, kusurlarını bağışlar. İmandan yüz çevirenleri ise elim bir azaba uğratarak cezalandırır.

Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e Peygamberlik geldiği zaman, kâfirler hakkında olur olmaz şeyler söylemişlerdir. Kâfirlerin bu ithamlarına Allah Resulü çok üzülmüş, onu teselli için yukardaki âyet nazil olmuştur. Her Peygamber kavmi tarafından bu gibi iftiralara maruz kalmıştır. Allahü teâlâ, Peygamberlerini ve âyetlerini yalanlayan kavimleri, inkâr ve zulümleri yüzünden helak etmiştir.

44

«Biz onu yabancı bir dil ile ortaya koysaydık diyeceklerdi ki: Âyetleri tafsilâtlı olarak açıklanmalı değil miydi? Hem yabancı, hem de Araba mı hitap etmektedir? De ki: Bu iman edenlere hidâyet ve şifadır. İman etmemiş olanların ise kulaklarında ağırlık vardır. Ve bu onlara kapalıdır. Sanki bunlara uzak bir mesafeden sesleniliyor da anlamıyorlar.»

Hâlik-ı Zülcelâl, Kur'ân-ı Azîmüşşan'ı Arapça olarak indirmiştir. Şayet onu Arapça lisandan başka bir lisan üzere indirmiş olsaydı o zaman kâfirler diyeceklerdi ki: «Âyetleri tafsilâtlı olarak açıklanmalı değil raiydi? Bu kitap hem yabancılara, hem de Araplara mı hitap etmektedir? Kitap yabancı, peygamberi Arap, bu nasıl bir kitaptır?» Onların bu iddialarını reddetmek için Yüce Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ey Muhammed, de ki: Bu kitap iman edenlere hidâyet ve şifadır. İman etmemiş olanların ise kulaklarında ağırlık vardır ki, onlar bu Kur'an'ı işitip anlamazlar. Ve bu onlara kapalıdır. Sanki onlara uzak bir mesafeden sesleniliyor da anlamıyorlar.» Kâfirler, Kur'ân-ı Azîmüşşan’ın Allah kelâmı olduğunu bildikleri halde yine de iman etmemişlerdir. Çünkü onların kulakları sağır, gözleri kör ve kalbleri mühürlüdür. Bu bakımdan iman edemezler. Allah iman etmeyenlerden intikamını alacaktır.

45

«Yemin olsun ki, Musa'ya kitabı vermiştik de onda ihtilâfa düşülmüştü. Şayet Rabbinin verilmiş bir sözü olmasaydı aralarında iş olur biterdi. Muhakkak ki onlar bundan şüphe ve endişe içindedirler.»

Hâlik-ı Zülcelâl, Mûsâ (aleyhisselâm)'ya Tevrat'ı verip, kavmine peygamber olarak göndermiştir. Kavminin bir kısmı ona iman etmiş, bir kısmı ise iman etmemiştir. Eğer Allahü teâlâ, o iman etmeyenlerin azabını âhirete te'hir etmeseydi, onların hepsini inkâr ve küfürleri yüzünden hemen helak ederdi. Nitekim insanlara ibret olması için önceki ümmetlerden peygamberlerini yalanlayanları helak etmiştir. Kâfirler hâlâ Kur'ân-ı Azîmüşşan'ın Allah kelâmı olduğunda tereddüt etmektedirler. Allah'ın âyetlerini inkâr edip peygamberlerini yalanlayanlar cezalarını mutlaka göreceklerdir. Bu, onların inkâr ve zulümlerinin cezasıdır.

46

«Kim sâlih amel işlerse kendisinedir. Kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. Ve Rabbin kullara zulmedici değildir»

Ey insanlar, iman edip sâlih amel işleyenlerin mükâfatı kendilerinedir. Kim de iman etmez veya kötülük yaparsa küfrünün ve yapmış olduğu kötülüklerin cezası kendisinedir. Çünkü Allah kullarına asla zulmedici değildir. Herkese amelinin karşılığım verir. İman edenler mükâfatını, etmeyenler de cezasını görecektir.

47

«Kıyamet gününün bilgisi O'na aittir. O'nun ilmi olmadıkça hiçbir meyve kabuğundan ayrılmaz. Hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz. Onlara 'nerede benim ortaklarım?' diye seslendiği gün derler ki: Buna dair bizden hiçbir şahit olmadığını sana arz ederiz.»

Kâfirler, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e «yâ Muhammed, bize haber verdiğin kıyamet günü ne zaman kopacaktır? Şayet doğru söylüyorsan kıyametin ne zaman kopacağını bize haber ver» demişlerdir. Bunun üzerine Hâlik-ı Zülcelâl, bu âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Kıyamet gününün bilgisi O'na aittir. O'nun ilmi olmadıkça hiçbir meyve kabuğundan ayrılmaz. Hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz. Onlara 'nerede benim ortaklarım?' diye seslendiği gün derler ki: Buna dair b'zden hiçbir şahit olmadığını sana arz ederiz.» Allahü teâlâ'nın bilgisi olmadan hiçbir meyve kabuğundan çıkmaz, bir yaprak düşmez, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz. Her şey O'nun bilgisi dahilindedir. Kıyamet günü kâfirlere «nerede beni bırakıp da taptığınız putlarınız ve bana koştuğunuz ortaklar? Şimdi getirin onları da sizi bu azabtan kurtarsın» diyecektir. Onlar putlarını ve ortaklarını inkâr ederek şöyle diyeceklerdir: «Buna dair bizden hiçbir şahit olmadığını sana arz ederiz.» Kâfirler uğrayacakları azabı görünce dünyada putlara taptıklarını ve Allah'a eş koştuklarını inkâr edeceklerdir.

48

«Önceden taptıkları şeyler onlardan uzaklaşmıştır. Ve kendilerinin kaçacak yerleri olmadığını anlamışlardır.»

Kâfirlerin taptıkları putları kıyamet günü kendilerinden uzaklaşacaktır. O gün Allah'ın azabından kaçıp kurtulacakları ve sığınacakları bir yer de olmadığını anlayacaklardır. Çünkü o gün hesap günüdür. Herkes hesaba çekilecek, iman edip sâlih amel işleyenler mükâfatını alacak, iman etmeyenler ve kötü amel yapanlar da cezasını görecektir. Bu bakımdan kimsenin kaçıp sığınacağı bir yer yoktur.

49

«İnsan iyilik istemekten usanmaz da kendisine bir kötülük gelince ümitsizliğe düşer, meyus olur.»

İnsan hiçbir zaman iyilik istemekten usanmaz. Her zaman iyilik ister ve «Rabb’ın, bana afiyet ver, sıhhat ver, rızkımı bol et. Çocuklarımı hayırlı eyle, beni ve çocuklarımı her türlü musibetlerden koru» diye duâ eder. Fakat kendilerine bir kötülük, bir musibet isabet ettiği zaman hemen ümitsizliğe düşerler ve Allah'ın rahmetinden ümidini keserler, meyus olurlar. Hayrın da, şerrin de Allah'tan olduğunu bilmezler. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «İnsan iyilik istemekten usanmaz da kendisine bir kötülük gelince ümitsizliğe düşer, meyus olur.» İnsana bir kötülük dokunduğu zaman hemen ümitsizliğe düşmemeli ve kendisine bir nimet verilip, bolluğa çıktığı zaman da şımarmamalıdır. Çünkü nimeti veren de, alan da, musibeti veren de Allah'tır. Her şey O'nun iradesiyle olur. Bunlar bazan insana imtihan için verilir, bazan da lâyık olduğu için verilir. Niçin verildiğini insan bilemez.

50

«Başına gelen sıkıntıdan sonra kendisine katımızdan bir rahmet tattırırsak 'elbette bu benim hakkımdır, kıyametin kopacağını sanmıyorum. Rabbime döndürülürsem muhakkak ki O'nun nezdinde de güzel şeyler bulacağım' der. Yemin olsun ki biz muhakkak küfredenlere yaptıklarını bildireceğiz. Ve and olsun ki muhakkak biz onlara ağır bir azab tattıracağız.»

İnsanın başına gelen sıkıntı ve musibetten sonra kendisine Allah katından bir rahmet, bir nimet, bir refah verilince, hemen başına gelenleri unutur ve «elbette bu benim hakkımdır, emeğimin karşılığıdır, kıyametin kopacağına da inanmıyorum. Şayet kıyamet kopar Rabbinıin katına gidersem O'nun nezdinde de çok güzel şeyler bulacağım ve herkesten üstün olacağım» der. Şüphesiz ki Allah küfredenlere yaptıklarının cezasını verecektir, onları şiddetli bir azab ile cezalandıracaktır. Hâlik-ı Mutlak bunu şöyle beyan ediyor: «Yemin olsun ki biz muhakkak küfredenlere yaptıklarını bildireceğiz. Ve and olsun ki muhakkak biz onlara ağır bir azab tattıracağız.» Bu, onların küfür ve kötü amellerinin cezasıdır.

51

«İnsana nimet verdiğimiz zaman da yüz çevirerek yan çizer. Başına bir fenalık gelince uzun uzun yalvarır.»

Hâlik-ı Zülcelâl, insana nimet verdiği zaman birçoğu büyüklenir, kibirlenir, varlığına ve servetine güvenip imandan yüz çevirir, yan çizer. O servetin elinde ebedî kalacağını zanneder, ölümü unutur, o serveti vereni hiç hatırlamaz. Fakat basma bir fenalık, bir felâket geldiği zaman hemen Rabbine döner, uzun uzun yalvarmaya başlar. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «İnsana nimet verdiğimiz zaman da yüz çevirerek yan çizer. Başına bir fenalık gelince uzun uzun yalvarır.»

52

«De ki: Şayet o, Allah katından gelmiş de siz onu inkâr etmişseniz söyleyin bana, derin bir çıkmazda bulunan kimseden daha sapık kim vardır?»

Yüce Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, kâfirlere de ki: Şayet bu Kur'an Allah katından gelmiş de siz onu inkâr etmişseniz söyleyin bana, derin bir çıkmazda bulunan kimseden daha sapık kim vardır?» O sapıkları kıyamet günü cehennem azabından kim kurtaracak? Kur'an'ı inkâr edip, peygamberleri yalanlayanlardan daha sapık kim vardır? Onlar, bu inkâr ve küfürlerinin cezasını çekeceklerdir.

53

«Onun hak olduğunu anlayıncaya kadar âyetlerimizi onlara hem dış dünyada hem de kendi içlerinde göstereceğiz. Rabbimin her şeye şahit olması yetmez mi?»

Bu âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur: Ebû Cehil, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) 'e gelerek «yâ Muhammed, eğer gerçekten peygamber isen bize bir mucize, peygamber olduğuna dair bir alâmet göster. O zaman peygamber olduğuna inanalım. Şayet açık bir alâmet gösteremezsen peygamber olduğuna inanmayız» demiştir. Bunun üzerins Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) sağ elinin şehadet parmağını aya işaret ederek ayı ikiye bölmüştür. Ayın bir parçası doğuya, bir parçası da batıya gitmiş ve sonra tekrar birleşmiştir. Ebû Cehil ve adamları bu manzarayı görürler. Bunu gören Ebü Cehil hayrete düşer, hemen adamlarının yanına döner, onlara ayın ikiye bölündüğünü görüp görmediklerini sorar. Ayı ikiye bölünmüş olarak gördüklerini söylerler. O, bunun mucize olduğuna inanmaz «Muhammed, sihir yaparak gözümüzü boyadı» der ve etraf kasabalara adamlar göndererek ayın ikiye bölündüğünü görenlerin olup olmadığını tetkik ettirir. Etraftaki şehirlerin halkının da ayın ikiye bölündüğünü görmüş olmaları Ebû Cehil'i çileden çıkarır ve «bu bir sihirdir, mucize değildir» diyerek küfrünü bir kat daha artırır. Bunun üzerine Yüce Halik bu âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Onun hak olduğunu anlayıncaya kadar âyetlerimizi onlara hem dış dünyada, hem de kendi içlerinde göstereceğiz. Rabbimin her şeye şahit olması yetmez mi?» Allah, her şeye şahittir. O, insanların yaptıklarını da, gönüllerinde gizlediklerini de bilir. O'nun bilgisinden hiçbir şey gizli kalmaz.

54

«İyi bilin ki onlar Rablerine ulaşmaktan şüphededirler. Dikkat edin, muhakkak ki O, her şeyi bilgisiyle kuşatır.»

Kâfirler kıyametin kopacağını Ve Allah'ın huzurunda hesaba çekileceklerini inkâr etmektedirler. Ey insanlar, iyi bilin ki Allah'ın ilmi her şeyi kuşatmıştır. Hiçbir şey O'nun bilgisinden gizli kalmaz. O, her şeyi bilir. Yüce Halik, bunu şöyle beyan ediyor: «Dikkat edin, muhakkak ki O, her şeyi bilgisiyle kuşatır.»

0 ﴿