ŞÛRA SÛRESİ

Bu sûre-i celile Kur'ân-ı Azîmüşşan'ın 42. sûresi olup, Mekke de nazil olmuştur ve 53 âyettir. Hâ, Mîm ile başlayan sûrelerin üçüncüsüdür Müslümanlar arasında meşveret usulünün cereyanını 58. âyet beyan buyurduğu için bu sûreye böylece «Şûra Sûresi» unvanı verilmiştir. Sûrenin ihtiva ettiği başlıca hususlar şunlardır:

1- Son Peygamber Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in de diğer peygamberler gibi vahye mazhar olduğu ve Kur'ân-ı Kerim'in hangi hikmete mebni Arapça olarak nazil olduğu.

2- îlâhî vahyin kısımlarına, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in vahiyden önceki hali ve tebliğine dair ma'lûmat.

3- Şeriatların usulen bir olduğunu beyan ile ilâhî dinde tefrikaya düşülmemesini ve ihtilâfların ilâhî hükümlerle halledilmesi.

4- Bir fenalığa karşı misliyle mukabelede bulunmanın cevazı.

5- Allahü teâlâ'nın varlığına, birliğine ve kudretine şehadet eden semavi ve arazi hilkat eserlerine nazarları celp.

6- Kıyametin ne zaman vuku bulacağını Allah'tan başka kimsenin bilemeyeceği. Kâfirlerin nasıl bir azaba uğrayacakları. Herkesin ameline göre mükâfat veya mücâzat göreceği. Sûrenin ihtiva ettiği başlıca konular bunlardır.

1

«Hâ, Mîm.»

2

«Ayın, Sin, Kâf.»

Hâ, Mim, Ayın, Sin, Kâf da müteşabihattandır. İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın rivayetine göre, harflerin mânâsı şöyledir. «H» hüküm sahibi Allah'tır. «M» mülk Allah'ındır. «Âyin» Allah yücelerin yücesidir. «Sin» hamd ve sena yalnız Allah'a mahsustur. «Kâf» kudret sahibi olan ve her şeye kadir olan yalnız Allah'tır. Buna göre mânâ; Hamd ve sena mülk, hüküm ve kudret sahibi olan Allah'a mahsustur. O, yücelerin yücesidir. O, «lâ ilahe illallah Muhammedün Resûlüllah» diyen ve sâlih amel işleyen kullarına asla azab etmez. İmam-ı Katade'ye göre ise, Hâ, Mim, Ayın, Sîn, Kâf Allahü teâlâ’nın isimlerinden biridir. Bazı tefsircilere göre ise Kur'ân-ı Kerîmin isimlerinden biridir.

3

«Aziz ve Hâkim olan Allah sana da, senden öncekilere de işte böyle vahy etmiştir.»

Yüce Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, Aziz ve Hâkim olan Allah sana da, senden önce geçen Peygamberlere de işte kitaplarını böyle vahyetmiştir.» Hiçbir insan kendiliğinden peygamber olmamıştır. Allahü teâlâ kulları arasından peygamberlerini kendisi seçmiştir. Ve onlara âyetlerini Cebrail vasıtasiyle vahyetmiştir. Peygamberler, kendilerine gelen vahiyleri kavimlerine tebliğ etmişlerdir. Onların görevi halkı imana davet edip, kendilerine gelen vahyi tebliğ etmektir. Bu davete uyanlar dünya ve âhiret mutluluğuna nail olmuşlar, uymayanlar ise ebedî azaba uğramışlardır. Allah, Azizdir, peygamberlerinin davetine uymayanlardan intikamını alır. Hâkimdir, mülkünde istediği gibi hükmeder. Kimse O'nun hükmüne müdahale edemez.

4

«Göklerde olanlar da, yerde olanlar da O'nundur. O yücelerin yücesidir.»

Ey insanlar, göklerde, yerde ve bu ikisinin arasında ne varsa hepsinin sahibi, maliki, halikı Allah'tır. O yücelerin yücesidir. O'ndan başka ibadete, hamd ve şükre lâyık yoktur. Her şey O'na muhtaçtır, O, hiçbir şeye muhtaç değildir.

5

«Gökler neredeyse tepelerinden çatlayacaklar. Melekler de Rablerine hamd ile tesbih ediyorlar. Yeryüzünde bulunanlar için O'ndan mağfiret diliyorlar. İyi bilin ki şüphesiz Allah çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir O.»

Hâlik-ı Zülcelâl, kıyametin yaklaştığını haber verip buyuruyor ki: «Allahü teâlâ'nın azametinden ve heybetinden gökler nerdeyse tepelerinden çatlayıp parça parça olacaklardı. Melekler de Rablerine hamd ile tesbih edip, yeryüzündekiler için mağfiret diliyorlar ve onların afvı için duâ ediyorlar. Melekler ibadetle mükellef olmadıkları halde Rablerine hamd ile tesbih ediyorlar da, ibadetle mükellef olan insan neden Rabbine ibadet edip hamd ile tesbih etmiyor?. Halbuki insanın asıl görevi Rabbine ibadet etmektir. Bu görevini yapmayanlar elbette cezalarını çekeceklerdir. İyi bilin ki, tevbe edip sâlih amel işleyenlerin günahlarını Allahü teâlâ ai'vader, kusurlarını bağışlar. Şüphesiz O, çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir.

6

«Allah'tan başka dostlar edinenlere gelince, Allah onların üzerinde daima gözetleyicidir. Sen onlara vekil değilsin.»

Allah'tan başkasını dost edinenlere gelince, Allah onların yaptıklarından haberdardır. Kıyamet günü yaptıkları karşılarına çıkacak, onlardan hesaba çekileceklerdir. Yaptıklarının hiçbirisi gizli kalmayacaktır. Yüce Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ey Muhammed, sen onlara vekil değilsin.» Çünkü peygamberlerin görevi, kendilerine vahyedileni ümmetlerine bildirmeleridir. Hidâyete erdirmek Allah'a aittir.

7

«Şehirlerin anası olan Mekke'de ve onun çevresinde bulunanları uyarman ve hakkında hiçbir şüphe bulunmayan o toplanma günüyle korkutman için sana böyle Arapça okunan bir kitap vahyettik. Bir fırka cennette, bir fırka da çılgın alevli cehennemdedir.»

Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine şehirlerin anası olan Mekke ve çevresindeki şehirlerin halkını uyarmak, hakkında hiç şüphe bulunmayan kıyamet günü ile korkutmak, iman edenleri cennet nimetleriyle müjdelemek, iman etmeyenleri ise cehennem azabı ile korkutmak için, hakkı bâtıldan, imanı küfürden, iyiyi kötüden, hayrı şerden, helâli haramdan ayırdeden insanların okuyup anlamaları için Arapça olarak Kur'an'ı indirmiştir. O, nurdur, kurtuluştur, kendisine tâbi olanları hidâyete, kurtuluşa, rahmete ve cennete götürür. Ona tâbi olanlar cehaletten, küfürden, sapıklıktan, azabtan, kötülüklerden, zulümden kurtulur. Uymayanlar ise helak olurlar, ebedi azaba uğrarlar. O, mü’minlere şifadır, rahmettir, kurtuluştur. Kâfirlere ise azabtır.

8

«Şayet Allah dileseydi hepsini tek bir ümmet yapardı. Ama O dilediğini rahmetine sokar. Zalimlerin ise hiçbir dostu ve yardımcıları yoktur.»

Şayet Allahü teâlâ dileseydi, bütün insanları tek bir ümmet yapıp müslüman ederdi. Fakat O, peygamberleri vasıtasıyle kullarına imanı, küfrü, iyiyi kötüyü, helâli ve haramı, hayır ve şerri, mükâfatı, cezayı, cennet ve cehennemi bildirmiş, onları muhayyer bırakmıştır. Dileyen peygamberlerin davetine uyar, iman edip mükâfata nail olur, dileyen de küfredip azaba müstahak olur. Fakat Allahü teâlâ dilediğini rahmetine sokar. Zalimlerin ise dünyada ve âhirette hiçbir dostu yoktur. Çünkü onlaç kendi nefislerine zulmedip kâfir olmuşlardır. Kıyamet günü kimse onları Allah'ın azabından kurtaramaz. Yüce Halik, bunu şöyle beyan ediyor: «Şayet Allah dileseydi, hepsini tek bir ümmet yapardı. Ama O dilediğini rahmetine sokar. Zalimlerin ise hiçbir dostu ve yardımcısı yoktur.»

9

«Yoksa onlar Allah'tan başkasını dostlar mı edindiler? Oysa dost ancak Allah'tır. O, ölüleri diriltir. O, her şeye kadirdir.»

Kâfirler yoksa Allah'tan başkasını mı dostlar edindiler? Halbuki dost ancak Allah'tır. O, ölüleri diriltir. O, her şeye kadirdir. O'ndan başkasını dost edinenler ebedî hüsrandadırlar. Kâfirlerin taptıkları putları kim yarattı? Allah yaratmadı mı? O'ndan başka yaratıcı, koruyucu, besleyici, rızıklandırıcı, ve gökten yağmur indirip yerden çeşitli bitkiler, meyveler, bağlar, bahçeler bitiren var mıdır? Elbette yoktur. Öyleyse O'ndan başkası nasıl ibadete layık olup, dost tutulur? O, her şeye kadirdir. Halbuki kâfirlerin dost tuttukları ise hiçbir şeye kadir değildir. Hiçbir şeye gücü de yetmez.

10

«İhtilâfa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek Allah'a mahsustur. İşte bu benim Rabbim Allah'tır. O'na güvendim ve yalnız O'na yönelirim.»

Ey insanlar, ihtilâfa düştüğünüz herhangi bir şeyde aranızda hükmetmek için Allah'ın kitabına müracaat edin. Zira hüküm vermek Allah'a mahsustur. O, kitabında sizin iht'lâf edeceğiniz mes'eleleri beyan etmiştir. O'na güvenin. Çünkü O'na döneceksiniz. O'nun hükmüne boyun eğmeyenler her zaman hüsrana düşmüşlerdir. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «İhtilâfa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek Allah'a mahsustur. İşte bu benim Rabbim Al- lah'tır. O'na güvendim ve yalnız O'na yönelirim.»

11

«Göklerin ve yerin yaratanı. Size içinizden eşler yarattı. Hayvanlardan da çift çift. Bu suretle çoğalmanızı sağlıyor. O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, hakkıyle işiten, kemâliyle görendir.»

Ey insanlar, gökleri ve yeri yaratan Allah sizin içinizden eşler yaratmıştır. Sizin etinden, sütünden, yağından, derisinden, yününden istifade etmeniz için davarlar, binmeniz ve yüklerinizi taşımanız için de çifter çifter hayvanlar yaratmıştır. O, bu suretle çoğalmanızı sağlıyor. Bütün bunları yaratan Yüce Hâlik'ın ortağı, benzeri, yardımcısı yoktur. Hiçbir şey O'na benzemez. Çünkü her şeyi yoktan var eden O'dur. O, hakkıyle işiten, kemâliyle görendir. Sizin yaptıklarınızı bilir ve görür. O'nun bilgisinden hiçbir şey gizli kalmaz. Söylediklerinizi de işitir. O'ndan başka ibadete lâyık yoktur.

12

«Göklerin ve yerin anahtarları O'nundur. Dilediğine rızkı yayar ve kısar. Muhakkak ki O, her şeyi bilendir.»

Göklerin ve yerin hazinelerinin anahtarları Allah'ındır. Gökten yağmur indirip yeryüzünde çeşit çeşit bitkiler, meyveler, otlaklar, ormanlar, mahsuller, meralar, bağlar, bahçeler bitiren O'dur. O, dilediğinin rızkım yayar, artırır. Dilediğinin rızkını da kısar, azaltır. Muhakkak ki O, her şeyi bilendir. Yüce Halik, bunu şöyle beyan ediyor: «Göklerin ve yerin anahtarları O'nundur. Dilediğine rızkı yayar ve kısar. Muhakkak ki O, her şeyi bilendir.'»

13

«O, 'dini doğru tutun, onda tefrikaya düşmeyin' diye dinden hem Nuh'a tavsiye ettiğini, hem sana vahyettiğimizi, hem İbrahim'e, Musa'ya, ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi sizin için de şeriat yaptı. Senin kendilerini davet etmekte olduğun şey müşriklerin üzerinde büyümektedir. Allah dilediğini kendine seçer. Kendisine yöneleni de doğru yola iletir.»

Ey insanlar, Allahü teâlâ, Nûh (aleyhisselâm)'a emrettiği şeyleri din olarak size de buyurmuş ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e vahyetmiştir. İbrahim (aleyhisselâm), Mûsâ (aleyhisselâm) ve İsa (aleyhisselâm)'ya da bu din üzere olmalarını, tevhîdden ayrılmamalarını, dinde ihtilâfa düşmemelerini ve ihlâsla, ibadet etmelerini tavsiye etmiştir. Yüce Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, putperestleri çağırdığın şey onların gözünde büyümektedir. Allah dilediğini kendine seçer. Kendisine yöneleni de doğru yola iletir.» Ey mü’minler, Peygamberin davetine uyun, müşrikler gibi dininizde ihtilâfa düşmeyin. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in müşrikleri ve kâfirleri İslâm'a davet etmesi kendilerine ağır gelmiştir. Onlar bu daveti kabul etmeyerek kendilerine zulmetmişlerdir. Feygamberlerin davetine uyanlar hidâyete erip kurtulmuşlardır, uymayanlar ise helak olup gitmişlerdir. Allah, dilediğini hidâyete erdirir, dilediğini de sapıtır.

14

«Onlar kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki ihtiras yüzünden ayrılığa düştüler. Şayet belirli bir süre için Rabbinin verilmiş bir sözü olmasaydı aralarında hemen hüküm verilirdi. Onlardan kitaba vâris kılınanlar da mutlak ondan bir şüphe ve tereddüt içindedirler.»

Müşrikler, Yahudiler ve Hıristiyanlar Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e peygamberlik gelene kadar ayrılığa düşmemişler, ona peygamberlik geldikten sonra, kendi kavimlerinden ve soylarından gelmediği için hırs ve kinlerinden dolayı ayrılığa düşmemişlerdir. Halbuki onlar Tevrat'ta ve İncil'de Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in son peygamber olarak gönderileceğini ve vasıflarını öğrenmişlerdi. Buna rağmen sadece hırs ve kinlerinden dolayı onun peygamberliğini yalanlamışlardır. Böylece kendi heva ve arzularına uymuşlardır. Bununla da kalmayarak «biz, dedelerimizin ve babalarımızın dininden asla dönmeyiz ve onların yolundan ayrılmayız» demişlerdir. Bugün müslümanların çoğu da bâtıl örf ve âdetlerini, dinin fevkinde sayarak «örf ve âdetlerimizden asla vazgeçemeyiz» diyerek, bir nevi cahüiye devri insanının yaptığını yapmaktadırlar. Bu tip müslümanlar örf ve âdetlerine uyarak nice günahlar ve hatalar işlemektedirler. Bundan dolayı onlar ilâhî azaba uğrayacaklardır. Hiçbir örf ve âdet ilâhî nizamın fevkine çıkamaz. Dine zıd düşen her şey bâtıldır, memnudur. Yüce Halik bu âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Şayet belirli bir süre için ezelde bu ümmetten azabı geciktirmeseydik, şirndi bunların hepsi helak olup giderdi.» Allah, küfür ve zulümleri yüzünden onların azabını hemen vermemiş, belki iman edip tevbe ederler diye geciktirmiştir. Onlardan kitaba vâris olanlar da mutlak ondan bir şüphe ve tereddüt içindedirler.»

15

«İşte bunun için sen davet et. Ve emrolunduğun şekilde dosdoğru hareket et. Onların heveslerine uyma. Ve de ki: Allah'ın indirdiği kitaba inandım. Ve aranızda adalet etmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz de sizedir. Bizimle sizin aranızda tartışılacak hiçbir şey yoktur- Allah hepimizi bir araya toplar ve dönüş de O'nadır.»

Hâlik-ı Zülcelâl, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, sen bunları Kur'an'a ve tevhîd dinine davet et. Ve emrolunduğun şekilde dosdoğru hareket et. Onların heva ve heveslerine uy-. ma. Ve de ki: «Allah'ın indirdiği kitaba inandım. Ve aranızda adalet etmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz sîzedir. Bizimle sizin aranızda tartışılacak hiçbir şey yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar ve dönüş de O'nadır.» Ey insanlar, Allahü teâlâ'nın indirmiş olduğu Kur'an'a inanın, emirlerine tâbi olun. Aranızda adaletle hükmedin. Allah hepinizin Rabbidir. Şayet iman eder, sâlîh amel işlerseniz O'nun katında mükâfatınızı görürsünüz. İman etmez veya kötü amel işlerseniz ebedi cezaya uğrarsınız. Kıyamet günü Allah hepimizi bir araya toplayacaktır. İşte o gün kimin hak yolda, kimin de bâtıl yolda olduğu ortaya çıkacaktır. O gün herkes iman ve amelinin karşılığını alacaktır. İman edenler mükâfatını, etmeyenler de cezasını görecektir.

16

«Allah'ın dini hakkında kendisine icabet edilen şeyin ardından tartışmaya girişenlerin delilleri Rableri katında boştur. Onların üze rine hem bir gazab, hem de çetin bir azab vardır.»

İslâm'ın ilk yıllarında müşriklerden bazıları müslüman olduktan sonra tekrar eski dinlerine dönmüşlerdir. Bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyeti inzal buyurmuştur. Bazılarına göre bu âyetin nüzul sebebi şudur: Yahudilerden ve Hıristiyanlardan bir gurub Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek «bizim kitabımız ve peygamberimiz sizin kitabınız ve senden önce geldiler. Bu bakımdan bizim dinimiz sizin dininizden daha üstün ve daha hayırlıdır» demişlerdir. Bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Allah'ın dini hakkında kendisine icabet edilen şeyin ardından tartışmaya girişenlerin delilleri Rableri katında boştur. Onların üzerine hem bir gazab hem de çetin bir azab vardır.»

17

«Allah, hakkın ikamesine sebeb olmak üzere kitabı ve mizanı indirmiştir. Ne bilirsin, belki de kıyamet saati yakındır.»

Allahü teâlâ hakkın ikamesine sebeb olmak üzere Kur'an'ı ve mizanı indirip adaletle hükmedilmesin!, hükümlere ve hadlere uyulmasını emretmiştir. Bununla beraber kıyametin yakın olduğunu bildirerek Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Ne bilirsin, belki de kıyamet saati yakındır.» Fakat kıyametin ne zaman kopacağını Yüce Halik kimseye bildirmemiştir. Bilinen bir gerçek varsa son peygamberin gelmiş olmasıdır. Kıyametin ne zaman vuku bulacağım ise ancak Allah bilir. Mü’min her zaman kıyamet kopacakmış gibi hazır olmalıdır.

18

«Ona inanmayanlar çabucak gelmesini isterler. İman edenler ise O'ndan korku ile titrerler. Ve O'nun hakkın kendisi olduğunu bilirler. Dikkat edin, kıyamet günü hakkında tartışanlar derin bir sapıklık içindedirler.»

Kâfirlerin, Hazret-i Peygamber'e gelip «sizin vaadettiğiniz kıyamet ne zaman kopacak, eğer gerçekten doğru söylüyorsan kıyametin ne zaman kopacağım bize haber ver de, biz ona göre hazırlık yapalım» diyerek, kıyamet gününü inkâr etmişlerdir. Bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «O'na inanmayanlar çabucak gelmesini isterler. İman edenler ise ondan korku ile titrerler. Ve O'nun hakkın kendisi olduğunu bilirler. Dikkat edin, kıyamet günü hakkında tartışanlar derin bir sapıklık içindedirler.» Kâfirler, kıyamet gününü inkâr ederek, çabucak gelmesini istemişlerdir. Şayet kıyamet günü başlarına gelecek azabı bilmiş olsalardı, onun gelmesini asla istemezlerdi. Fakat onlar kıyamet günü inkâr ve küfürlerinin cezasını göreceklerdir. İman edenler ise kıyametin dehşetinden korku ile titrerler. Çünkü o gün hesap günüdür, iman edenler de, etmeyenler de hesaba çekileceklerdir. O gün mazlumların zalimlerden hakkını alacağı gündür. O gün iman edenlerin mükâfatını göreceği, etmeyenlerin de cezasını çekeceği gündür. O gün iman edenlerin cennete, etmeyenlerin de cehenneme sevk edileceği gündür. O gün zerre kadar hayır yapanın mükâfatını, zerre kadar şer yapanın da cezasını göreceği gündür. O gün kadının kocasından, kocasının hanımından, babanın oğuldan, oğlun babadan, kadının kızından, kızın annesinden kaçtığı gündür. O gün kâfirler dünya dolusu varlıkları olsa da cehennem azabından kurtulmaları için hepsini verseler bile zerre kadar azablarının hafiflemeyeceği gündür. O gün her şeyin ortaya çıktığı gündür.

19

«Allah kullarına çok lâtiftir, dilediğini rızıklandırır. Kuvvetli li olan da, Aziz olan da O'dur.»

Allahü teâlâ kullarına karşı çok lütûfkârdır. Dilediğini bol bol rızıklandırır. Mü’min, münafık, kâfir, âsi ve muti demeden rızkını verir. Kulları arasında inancından dolayı ayrım yapmaz. Ve hiçbir canlı da gittiği yere rızkını sırtında götürmez. Hiçbir canlı da açlıktan dolayı helak olmamıştır. Her canlının rızkını bulunduğu yerde halk etmiştir. Çünkü Allah'ın lütfunun sınırı yoktur. Denizler mürekkep, ağaçlar kalem olsa, göklerde ve yerde bulunanlar da kâtip olsalar, O'nun lütfunu yazmaya kalkışsalar, binde birini bile yazamazlar. O'nun lütfuna bakınız ki, kullarının rızkını bir defada vermiyor. Şayet bir defada vermiş olsaydı, onu koymaya yer bulamazlardı, muhafaza edemezlerdi, başlarına dert olurdu. İlâhi lütuf, her canlının gittiği yerde rızkını halk etmiştir. Hiçbir canlıyı ihmal etmemiştir. Fakat insanoğlu çok nankör olduğu için, kendisine verilen bunca nimetlere karşı şükretmez, nankörlük yapar. Tükenecek diye Allah yolunda tasadduk etmezler. Halbuki Allah'ın hazinesi asla tükenmez. Yüce Halik bunu böyle beyan ediyor: «Allah kullarına karşı çok lâtiftir, dilediğini rızıkiandırır. Kuvvetli olan da, Aziz olan da O'dur.»

20

«Kim âhiret kazancını isterse onun kazancını artırırız. Kim de dünya kârım isterse ona da bundan veririz. Ve onun âhirette hiçbir nasibi yoktur.»

Kim ilmiyle, ameliyle âhiret saadetini, mutluluğunu isterse Allah ona istediğini verir ve kazancını artırır. Kim de ilmiyle, ameliyle dünya hayatını ister, âhiret hayatını unutursa ona da istediği verilir ve onun âhirette hiçbir nasibi olmaz. Çünkü onun bütün çalışmaları, gayreti dünya için olmuştur. Bundan dolayı onun ârrrette hiçbir nasibi yoktur. Mü’minin şiarı ise dünya için âhireti, âhiret için de dünyayı terk etmemektir. Nitekim Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: «Kim âhiret saadetini, mutluluğunu kazanmak için çalışırsa Allah onun dağılmış işlerini, eksik işlerini tamamlar. Beklemediği yerden onu rızıkiandırır, darlıktan, yokluktan onu kurtarır. Kim de âhreti bırakıp dünya için çalışırsa, Allah onun işlerini boşa çıkarır, kanaati kaldırır, kendisine büyük bir hırs verir, hiçbir şeye kanaat getirmez olur. Dünyanın hepsinin kendisinin olmasını ister. Hayatının nasıl geçtiğini bilmez, büyük sıkıntılara düşer. Böylece hem dünyasını hem de âhiretini yitirir.» Aklı olanlar bundan ibret alıp sadece dünya için çalışmaz. Ebedi hayatı için de hazırlık yapar.

21

«Yoksa Allah'ın izin vermediği bir şeyi onlara dinde şeriat kılacak ortaklan mı vardır? Şayet kesin hüküm bulunmayacak olsaydı, aralarında hemen iş olup biterdi. Doğrusu zalimlere can yakıcı azab vardır.»

Kâfirlerin, Allah'ı bırakıp da taptıkları putları yoksa kendilerine bir din mi indirdi? Halbuki Allahü teâlâ onların taptıklarının hak olduğuna dair kendilerine bir kitap indirmemiş tir. Buna rağmen onlar Hak dini bırakıp bâtıl dinler edinmişlerdir. Şayet Allah onların azablarını te'hir edip âhirete bırakmasaydı, diğer peygamberlerin ümmetleri gibi onları da inkâr ve zulümleri yüzünden hemen helak ederdi. Doğrusu zalimlere can yakıcı bir azab vardır. Onlar yaptıklarının cezasını mutlaka göreceklerdir. Hâlik-ı Zülcelâl, bunu sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yoksa Allah'ın izin vermed'ği bir şeyi onlara dinde şeriat kılacak ortakları mı vardır? Şayet kesin hüküm bulunmayacak olsaydı, aralarında hemen iş olup biterdi. Doğrusu zalimlere can yakıcı azab vardır.»

22

«Göreceksin ki yaptıkları şeyler başlarına gelirken zalimler korkudan titrerler. İman edip sâlih amel işleyenler cennet bahçelerindedirler. Rablerinin katında onlara diledikleri vardır. Bu, işte büyük lütfün ta kendisidir.»

Hâlik-ı Mutlak, sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, sen kıyamet günü, yaptıkları başlarına geldiği zaman kâfirlerin titrediğini görürsün. İman edip sâlih amel işleyenler cennet bahçelerindedirler.» Kâfirler, Allah tarafından gönderilen kitapları inkâr edip, peygamberleri yalanlamışlardır. Onlar ömürlerini boş yere bâtıl amellerle geçirip kendilerine zulmetmişlerdir. Kendilerine zulmedenler mutlaka cezalarını göreceklerdir. Fakat iman edip sâlih amel işleyenler ise içinde ebedi kalacakları altlarından ırmaklar akan cennetlere gireceklerdir. Bu, onların iman ve amellerinin karşılığıdır. Allah iman edip sâlih amel işleyenleri işte böyle mükâfatlandırır. Rablerinin katında onlara istedikleri vardır. Bu, Allah'ın onlara büyük bir lütfudur. Allah katında iman edenler mükâfatını, etmeyenler de cezasını görecektir.

23

«İşte Allah'ın iman edip sâlih ameller işleyen kullarına müjdelediği budur. De ki: 'Ben sizden buna karşılık yakınlara sevgiden başka bir ücret istemem.' Kim bir güzellik kazanırsa biz onun güzelliğini artırırız. Muhakkak ki Allah çok yarlığayıcıdır ve mükâfat ile mukabele edicidir.»

Allahü teâlâ iman edip sâlih amel işleyen kullarına mükâfat olarak cennet nimetlerini müjdelemiştir. Bu, sadece iman edenlerin mükâfatıdır. İşte onlar iman ve amellerinin karşılığı olarak cennetlere gireceklerdir. Orada istedikleri her şey kendilerine verilecektir.

Peygamberler kendilerine gelen vahyi kavimlerine tebliğde bulunurken, onlardan buna karşılık bir ücret talep etmemişlerdir. Peygamberler bütün insanları hidâyete, kurtuluşa, hakka davet etmişlerdir. Yüce Halik, sevgili Peygamberine bunu şöyle beyan etmiştir: «Yâ Muhammed, de ki: 'Ben sizden buna karşılık yakınlara sevgiden başka bir ücret istemem.' Kim iman edip güzel amellerde bulunursa Allah onun yapmış olduğu amelin karşılığını kat kat verir. Çünkü Allah çok yarlığayıcıdır ve mükâfat ile mukabele edicidir.»

24

«Yoksa 'O, Allah'a karşı yalan yere iftira etti' mi derler? Allah dilerse senin kalbini mühürler ve bâtılı yok eder. Sözleriyle hakkı yerine getirir. Muhakkak ki O, kalblerde olanları bilendir.»

Kâfirler, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında şöyle demişlerdir: «Muhammed, Allah'a karşı yalan yere iftira ederek, bu sözleri kendiliğinden uyduruyor.» Halbuki onlar Allah tarafından Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e vahiy geldiğini biliyorlardı. Fakat inisimleri yüzünden ona iftira edip yalanlıyorlardı. Şayet Allah dilerse Peygamberinin kalbini, onların bâtıl sözlerinden korur, onun kalbinde hakkı yerleştirir ve yerine getirir. Muhakkak ki O, kalblerde olanı bilir. O'nun bilgisinden hiçbir şey gizli kalmaz. O, bunu şöyle beyan ediyor: «Allah dilerse senin kalbini mühürler ve bâtılı yok eder. Sözleriyle hakkı yerine getirir. Muhakkak ki O, kalblerde olanları bilendir.»

25

«O'dur kullarından tevbeyi kabul eden. Kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilen.»

Allahü teâlâ, kullarının yapmış olduğu bütün amelleri, tevbeleri, ibadetleri kabul eder. G, tevbesini kabul ettiği kulların günahlarını afveder, kusurlarını bağışlar, kullarının yaptıklarının hepsini bilir. Ona göre mükâfat veya mücâzat verir. Kimseye haksızlık yapılmaz, herkese amelinin karşılığı verilir. Biri şirkten dönüp yapılan tevbedir. Kâfirlerin ve mürtedlerin yaptıkları tevbe. Biri de şirkten başka günahlar için yapılan tevbe. Bu da ikiye ayrılır: Biri Allah ile kul arasında meydana gelen günahtan dolayı yapılan tevbe. Allah'ın emirlerinin terk edilip, yasaklarının yapılmasıyla meydana gelen günahtan dolayı yapılan tevbe. Bunların tevbesi terk edilen şeyleri kaza edip, yasaklardan sakınmak suretiyle tevbe istiğfar etmektir. İkincisi de kullar arasında meydana gelen günahtan dolayı yapılan tevbedir. Bu tevbenin kabulü hak sahibine hakkı verilmek suretiyle yapılır. Şayet hak sahibine hakkı verilmezse yapılan tevbe Allah katında kabul olmaz. Bunlar da şöyle sıralanabilir:

Kul hakkı, zina, hırsızlık, iftira, gıybet, başkalarını kandırmak, başkalarına küfretmek. Bunların hepsinden helâllik almadıkça, yapılan tevbe kabul olmaz. Çünkü bunlar kul hakkıdır. Tevbe, bir daha eski yapılanlara dönmemek şartıyle ihlâs ve samimiyetle yapılırsa o zaman kabul olur. Muhammed ibn Mutarrak şöyla demiştir: «Ben bazı muteber kitaplarda gördüm ki, Allahü teâlâ 'bu âdemoğulları ne acaiptir. Günah işlerler, benden başka günahları bağışlayan olmadığım de bilirler ve tevbe ederler. Fakat ne o günahları terk ederler ve ne de benim rahmetimden ümidini keserler, günah işledikçe tevbe ederler. Ben de melekleri, o kullarımın günahlarını bağışladığıma şahit tutarım'» buyurmuştur. Kullarım günah işledikçe yaptıkları tevbeleri kabul ederim buyurulmasının anlamı şudur. Allah, ihlâsla tevbe edenlerin tevbesini kabul eder. İhlâsla yapılmayan tevbeler belki de kulun yapmış olduğu günahtan daha büyüktür.

26

«İman edip sâlih amellerde bulunanlara icabet eder ve onlara fazlından artırır. Kâfirlere gelince onlar için çetin bir azab vardır.»

îman edip sâlih amel yapanların duasını Allahü teâlâ kabul eder, istediklerini verir. Mükâfat olarak onları cennetine koyar. Bu, onların iman ve amellerinin karşılığıdır. Kâfirlere ise çetin bir azab vardır. Bu, onların küfür ve zulümlerinin karşılığıdır. Allah katında iman edenler mükâfatını, etmeyenler de cezasını göreceklerdir. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «İman edip sâlih amellerde bulunanlara icabet eder ve onlara fazlından artırır. Kâfirlere gelince onlar için çetin bir azab vardır.»

27

«Şayet Allah kullarına rızkı bol bol vermeydi yeryüzünde azgınlık ederlerdi. Ama O dilediğine bir ölçüye göre indirir. Muhakkak ki O, kullarından haberdardır, onları görendir.»

Allahü teâlâ şayet kullarına çalışmadan bol bol rızık verseydi, onlar yeryüzünde azıp bozgunculuk yaparlardı. Fakat herkese çalıştığının karşılığını verir. İmam-ı Ebû’l-Leys Süfyân'dan, Süfyân da İbrahim'den rivayete göre bu âyetin mânâsını şöyle tefsir etmişlerdir: Şayet Allahü teâlâ hiç çalışmadan kullarına rızık verseydi, onlar hayra asla yaklaşmazlar, yeryüzünde fesad çıkarıp bozgunculuk yaparlardı. Bunun için herkese çalıştığının karşılığım vermiştir. Bunların herbirisini bir işle meşgul etmiştir ki, kendi işleriyle meşgul olup yeryüzünde fesat çıkarıp bozgunculuk yapmasınlar. Eğer insanlar geçimlerini te’ınin için çalışmazlarsa mutlaka başka şeylerle meşgul olurlar. Bunun neticesi de onları yeryüzünde fesada, huzursuzluğa, azgınlığa götürür.

Rızık mevzuunda insanlar üç kısma ayrılmışlardır. Bunlardan ikisinin görüşü bâtıldır. Birisinin görüşü haktır. Bâtıl olanların görüşleri şudur: Birincinin görüşü «rızkımı, ben kendim kazanıyorum. Elde ettiğim rızık çalışmamın karşılığıdır» diyerek Allahü teâlâ'nın Rezzâk u Âlem olduğunu unutur. Bu küfürdür. Bu iddiaya göre kul rızkım kendisi kazanmış ve elde etmiş olur. Halbuki her şeyi yaratan, var eden, rızkı veren Allah'tır. İnsanların çalışması o rızkın elde edilmesi için bir sebebtir. İkinci görüş «rızkı veren Allah'tır. Fakat benim kazancımın karşılığını bana veriyor» diyerek, kul kendi fiilini Allah'a ortak koşmuştur. Onun inancına göre kendisi çalışmadan Allah'ın rızık vermesi düşünülemez. Ba görüş bâtıldır. Çünkü kulun çalışması rızkın elde edilmesi için bir sebebtir. Hak olan üçüncü görüş ise «Allah, Rezzâk u Âlem'dir. Her varlığın rızkını veren ve her şeye kadir olan O'dur. Çalışmadan da rızkı verir. Fakat her şeyin bir sebebi vardır, benim çalışmam da rızkın elde edilmesi için bir sebebtir. Rızkı veren Allah'tır. O'ndan başka rızkı veren yoktur.» İşte bu itikat halis mü’minlerin inancıdır. Çünkü göklerde ve yerde olanların hepsinin rızkını veren Allah'tır. O, kullarından haberdardır. Mü’min, münafık, kâfir, mûtî, fâsık demeden hepsinin rızkını verir. Kulları arasında asla ayrım yapmaz. Herkese kazancının karşılığını verir.

28

«O'dur, ümitlerini kestikten sonra yağmuru indirmekte ve rahmetini yaymakta olan, O'dur övülmeye lâyık olan dost.»

Ey insanlar, size rızık veren Allah'tır. O, rızkın sebeblerini halk edip, tanzim etmiştir. Bunlardan biri de yağmurdur. Yeryüzünün kuruyup, susuzluktan kavrulduğu zaman yağmuru gökten indirir, o yağmur vasıtasıyle yerden çeşit çeşit bitkiler, meyveler, sebzeler, tahıllar, ormanlar, meralar, bağlar, bahçeler bitirir. Bütün bunları sizin istifadeniz ve sahibine şükretmeniz için emrinize vermiştir. Şayet Allah'ın nimetlerine karşı nankörlük eder, şükretmezseniz, O, üzerinizdeki nimetlerini azaltır, yağmuru indirmez, keser. İşte o zaman tazarru ile yalvarıp boyun eğersiniz. O, sizi denemek için üzerinizdeki nimetlerini bazan azaltır, bazan da artırır. Bütün bunlar Rabbinizin nimetlerini düşünüp şükretmeniz içindir. Eğer O yağmuru indirmezse, onu sizin üzerinize kim indirecektr? Yüce Halk bunu şöyle beyan ediyor: «O'dur, ümitlerini kestikten sonra yağmuru indirmekte ve rahmetini yaymakta olan. O'dur övülmeye lâyık olan dost.»

29

«Göklerin, yerin ve bunlar içinde yayıp ürettiği canlıların yaratılışı O'nun âyetlerindendîr. O, dileyince bunları toplamaya da hakkıyle kadirdir.»

Ey insanlar, göklerin, yerin ve bunlar içindeki varlıkların yaratılışı ve nizamı Allah'ın varlığına, birliğine, kudretine delâlet eden âyetlerdendir. O, kıyamet günü bunları bir araya getirmeye kadirdir. Gökleri, yeri ve bunlar arasındakileri yoktan var eden Allah, öldükten sonra tekrar bu canlıları diriltmeye kadir değil inidir? Elbette kadirdir. Münkirler, gökleri, yeri ve bunların içindekileri kimin yarattığım hiç düşünmüyorlar mı ki, öldükten sonra kıyamet günü tekrar dirilmeyi inkâr ediyorlar? Her şeye kadir olan Allah öldükten sonra tekrar diriltmeye kadir değil midir? Bunda şüphe edenler neden yaratılışlarını düşünmüyorlar?

30

«Başınıza gelen bir musibet kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. Bununla beraber O çoğunu afveder.»

31

«Yeryüzünde O'nu aciz bırakamazsınız. Allah'tan başka bir dostunuz ve yardımcınız da yoktur.»

Ey insanlar, başınıza gelen musibetler ellerinizle işlediklerinizin cezasıdır. Bununla beraber O günahlarınızın çoğunu afveder, bağışlar. Siz yeryüzünde O'nu aciz bırakamazsınız. Sizin O'ndan başka yardımcınız ve dostunuz da yoktur. İmam-ı Dahhak’ın rivayetine göre: Kur'an'ı öğrenip unutanların başlarına gelen musibetler onu unuttukları içindir. Allahü teâlâ dilerse Kur'an'ı unuttukları için onlara azab eder, dilerse bağışlar. Allah'ın azabını sizden giderecek hiç kimse yoktur. Sizin veliniz ve yardımcınız da yalnız O'dur.

32

«Denizde dağlar gibi akıp giden gemiler de O'nun âyetlerindendir.»

33

«Dilerse O, rüzgârı durdurur da denizin yüzünde durakalırlar. Muhakkak ki bunlarda sabırlı olan ve şükreden kimseler için âyetler vardır.»

Ey insanlar, batmadan denizin yüzünde dalgalar arasında dağlar gibi yüzen ve rüzgârlar vasıtasıyle sizi istediğiniz yere götüren gemiler de Allah'ın âyetlerindendir. O dilerse gemileri sevk eden rüzgârı durdurur da denizin üstünde durakalırsınız. Veya denizin dalgalarıyla sizi gemide beşik gibi sallar da korkudan ne yapacağınızı şaşırır kalırsınız. Muhakkak ki bunlarda sabırlı olan ve şükreden kimseler için âyetler ve hikmetler vardır. Aklı olanlar bunlardan ibret alıp Allahü teâlâ'nın kudretini anlar.

34

«Yahut yaptıklarına karşılık onları helak eder. Birçoğunu da bağışlar.»

35

«Âyetlerimiz üzerinde tartışanlar kendilerine kaçacak bir yer olmadığını bilsinler.»

Yüce Halik, kullarının yaptığı küfür ve isyana karşılık dilerse anında onları helâk eder. Fakat onları yaptıklarına karşılık hemen helak etmemiş iman edip tevbe ederler diye mühlet vermiştir. Birçoğunun kusurlarını da bağışlamıştır. Âyetlerini inkâr edip, yalanlayanlar kıyamet ganü kaçıp, azabından kurtulacak yer bulamayacaklardır. Onlar muclaka inkâr ve küfürlerinin cezasını göreceklerdir. O'nun azabından kurtulmak için kaçacak yer yoktur. Ve kimse de O'nun azabından bir başkasını kurtaramaz. Hem Allah'ın zelil kıldığını kimse aziz edemez, aziz kıldığını da kimse zelil edemez. İzzet de şeref de ancak Allah'a iman edenlerindir.

36

«Size verilen herhangi bir şey yalnızca dünya hayatının bir geçimliğidir. Allah katında olan ise hem daha iyi, hem de daha bakîdir; Bu iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler içindir.»

Ey insanlar, size verilen herhangi bir şey dünya hayatının bir geçimliğidir. Bir müddet ondan istifade edersiniz. Sonra onu terk edersiniz. Allah katında olan ise hem daha iyi, hem daha hayırlıdır ve bakîdir. Allah iman edip sâlih amel işleyenlerin ecrini asla zayi etmez. Onların mükâfatını kat kat verir. İman etmeyenler ise elim bir azaba uğrayacaklardır. Bu, onların inkâr ve küfürlerinin cezasıdır.

37

«Büyük günahlardan ve hayâsızlıktan çekinenler, öfkelendiklerinde bile bağışlayıcıdırlar.»

îman edip sâlih amel işleyenler, büyük günahlardan ve hayâsızlıktan sakınanlar öfkelendikleri zaman bile, öfkelerini yutup bağışlayıcıdırlar. Buğz edip kimseden intikam almayı düşünmezler.

38

«Rablerine icabet edenler ve namazı dosdoğru kılanların işleri aralarında müşavere iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da onlar infak ederler.»

Rablerinin emrine uyup namazlarını dosdoğru kılanlar ve Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği şeylerden infak edenler işlerini aralarında müşavere ile yaparlar. Kendi nevalarına uymazlar, her işlerinde Allah'ın rızasını kazanmak için hareket ederler.

39

«Onlar ki, kendilerine zulüm vâki olunca elbirlik olurlar.»

İman edenler, kendilerine zulüm vâki olunca elbirlik olurlar. Ellerine fırsat geçtiği halde intikam almak arzusuna düşmezler. Aklı olanlar bütün bunların güzel ahlâktan ileri geldiğini bilirler. Mü’mine yakışan da budur.

40

«Bir kötülüğün karşılığı ona denk bir kötülüktür. Kim de bağışlar ve barışı sağlarsa ecri Allah'a aittir. Muhakkak ki Allah zulmedenleri sevmez.»

Bir kötülüğün karşılığı ona denk bir kötülüktür. Kim de kendisine kötülük yapanı bağışlar, afveder ve barışı sağlarsa onun ecri Allah'a aittir. Muhakkak ki Allah zulmedenleri sevmez. Ancak tevbe edip sâlih amel yapanlar müstesnadır. Allah onların tevbesini kabul eder, günahlarını bağışlar, kusurlarını afveder. Zeyd ibn Eslem'in rivayetine göre tevbe edip, bağışlayıcı ve afvediciler üç gurubtur: Bunların bir gurubu Medine'de, iki gurubu da Mekke'dedir. İki gurubtan birinin âdeti, kendilerine yapılan zulümlere sabredip sahiplerini af etmeleridir. Diğer gurub ise kendilerine yapılan haksızlığın intikamını almak isterler. «Rablerine icabet edenler ve namazı dosdoğru kılanların işleri aralarında müşavere iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da onlar infak ederler.» âyeti bunlar hakkında nazil olmuştur. Medine'dekiler hakkında da:

«Onlar ki, kendilerine zulüm vâki olunca elbirlik olurlar.» âyeti nazil olmuştur. Onlar kendilerine yapılan zulüm ve haksızlıklara sabredip sahiplerini bağışlamışlardır. Allahü teâlâ onları överek «kim de bağışlar ve barışı sağlarsa ecri Allah'a aittir. Muhakak ki Allah zulmedenleri sevmez.» buyurmuştur.

Rivayete göre bir gün Ebû Bekir (radıyallahü anh), Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanında otururken münafıklardan tanımadığı biri gelir ve ona sövüp hakaret etmeye başlar. O söverken Allah Resulü de tebessüm eder. Ebû Eskir (radıyallahü anh) kendisine karşı yapılan hakarete dayanamaz, karşılık verir. Bunun üzerine Peygamberimiz oradan kalkar gider. Arkasından Ebû Bekir de gider ve «Ey Allah'ın Resulü, o adam bana söverken siz gülüyordunuz, ben ona cevap verince hemen kalktınız, bunun sebebi nedir?» diye sorar. Allah Resulü de «o sana söverken bir melek inmiş, senin tarafından ona cevap veriyordu, onun için gülüyordum. Sen ona cevap vermeye başlayınca melek gitti, yerine şeytan geldi. Ben, şeytan ile aynı yerde oturamam, onun için kalktım» der. İşte o zaman kim de bağışlar ve barışı sağlarsa ecri Allah'a aittir.» âyeti nazil olmuştur.

41

«Zulüm gördükten sonra hakkını alanlara, işte onlara karşı durulmaz.»

Kim kendisine yapılan zulmün ardından hakkını alırsa bunlar aleyhinde mes'uliyete bir yol yoktur. Fakat zulme mukabil zulmetmek helâl değil, haramdır. Zulme uğrayanlar adaletle haklarını aldıkları takdirde mes'ul değillerdir. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Zulüm gördükten sonra hakkını alanlara, işte onlara karşı durulmaz.»

42

«Ancak insanlara zulmedenlere ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere karşı durulmalıdır. İşte onlara elîm azab vardır.»

Allah'ın emirlerine isyan edip, insanlara zulmedenlere ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık yaparak fesat çıkaranlara karşı durulmalıdır. Allah'ın emirlerine isyan edip yeryüzünde taşkınlık yaptıkları için onlara elim bir azab vardır. Bu, onların zulümlerinin cezasıdır. Yeryüzünde fesat çıkarıp zulmedenler mutlaka cezalarını göreceklerdir.

43

«Bununla beraber kim de sabreder ve bağışlarsa işte bu şüphesiz azmedilmeye değer işlerdendir.»

Bununla beraber kim kendisine yapılan zulme sabreder ve bağışlarsa, işte bu şüphesiz azmedilmeye ve övülmeye değer işlerdendir.

44

«Kimi de Allah saptırırsa bundan sonra artık onun bir dostu yoktur. Göreceksin ki o zalimler azabı gördükleri zaman 'geri dönecek bir yol yok mudur' diyeceklerdir.»

Allah kimi saptırırsa, bundan sonra artık onun bir dostu yoktur. Allah'tan başka onu hidâyete erdirecek kimse de yoktur. Kıyamet günü kâfirler azabı gördükleri zaman «acaba geri dünyaya dönecek bir yol yok mu? Oraya dönsek de iman edip sâlih amel işlesek ve bu azaba uğramasak» diyeceklerdir. Fakat onların bu istekleri asla kabul edilmeyecektir. Çünkü kıyamet günü herkes amelinin karşılığım görecektir. Bu bakımdan o gün hiçbir özür kabul edilmez.

45

«Göreceksin ki zilletten başları öne eğilmiş göz ucuyla gizli gizli çevreye bakarken ateşe sunulurlar. İman etmiş olanlar da derler ki; Hüsranda olanlar işte kıyamet günü kendilerini de, ailelerini de hüsranda bırakanlardır. İyi bilin ki muhakkak zalimler sürekli bir azab içindedirler.»

Yüce Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, kâfirleri göreceksin ki zilletten başlarını öne eğmişler göz ucuyla gizli gizli çevreye bakarken ateşe sunulurlar. İman etmiş olanlar da derler ki: Hüsranda olanlar, işte kıyamet günü kendileri de, ailelerini de hüsranda bırakanlardır.» Ey iman edenler, iyi bilin ki kâfirler ve zalimler sürekli bir azab içindedirler. Kıyamet günü kâfirler zillete düşüp başlarını öne eğerek göz ucuyla gizlice etraflarına bakarken cehennemin bekçileri tarafından ateşe atılırlar. Onlar ateşe atılınca cennetlik olanlar «hüsranda olanlar, hem kendilerini, hem de ailelerini hüsranda bıraktılar» derler. İman etmeyenler kıyamet günü hüsrana uğrayacaklardır. Onlar için ebedî bir azab vardır. Bu, onların inkâr ve zulümlerinin karşılığıdır.

46

«Onların Allah'tan başka kendilerine yardım edecek dostları da yoktur. Allah'ın saptırdığı kimsenin çıkar yolu yoktur.»

Kıyamet günü, azabta olanları Allah'ın azabından kurtaracak kimse yoktur. Allah'ın saptırdığı kimsenin çıkar yolu da yoktur. Kullarını hidâyete erdirecek olan ancak Allah'tır. O'ndan başkasını dost edinenler her zaman hüsrana uğrayacaklardır. Aklı olanlar bundan ibret alıp Allah'tan başkasını dost edinmesinler. Allah'ı dost edinenler kıyamet günü O'nun azabından emin olurlar. O, dostlarına rahmetiyle muamele eder. Hidâyete erdirdiğini kimse saptıramaz, saptırdığını da kimse hidâyete erdiremez.

47

«Allah'tan geri çevrilmesi imkânsız olan bir gün gelmezden önce Râbbinize icabet edin. O gün hiçbiriniz sığınacak yer bulamaz, inkâr da edemezsiniz.»

Ey insanlar, geri çevrilmesi imkânsız olan bir gün gelmezden önce Rabbinizin emirlerine icabet edin, yasaklarından sakının. O gün Allah'ın azabından kaçıp sığınacak bir yer bulamazsınız ve inkâr da edemezsiniz. İşte o gün iman edenler mükâfatını, iman etmeyenler de cezasını göreceklerdir.

48

«Eğer yüz çevirirlerse biz seni onların,üzerine bekçi olarak gönderdik ya. Senin vazifen sadece tebliğdir. Gerçekten biz insana katımızdan bir rahmet tattırırsak o bununla sevinir. Ama elleriyle işledikleri yüzünden başlarına bir fenalık gelirse işte o zaman insan cidden pek nankördür.»

Yüce Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, kâfirler eğer imandan yüz çevirirlerse sen onların iman etmeyişlerine üzülme. Biz, seni onların üzerine bekçi göndermedik ya. Senin vazifen sadece tebliğdir. Gerçekten biz sana katımızdan bir rahmet tattırırsak o bununla sevinir. Ama elleriyle işledikleri yüzünden başlarına bir fenalık gelirse işte o zaman insan cidden pek nankördür.» Allah, katından insanlara bir rızık ve bir bolluk verirse hemen buna sevinirler. Fakat elleriyle işledikleri yüzünden başlarına bir fenalık ve yokluk gelirse işte o zaman hemen nankörlük yaparlar. Kendilerine verilen bunca nimetleri inkâr ederler ve sahibine karşı nankörlük yaparlar. Aklı olanların bundan ibret alıp Allah'ın kendilerine verdiği nimetlere nankörlük yapmazlar. Gerçek mü’min her haline hamd edip, Allah'ın kendisine verdiği nimetlere şükreder.

49

«Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Dilediğini yaratır. Dilediğine kız çocuğu, dilediğine de erkek çocuk verir.»

50

«Veya hem kız hem erkek çocuk verir. Dilediğini de kısır bırakır. Muhakkak ki O Âlim'dir, Kadir'dir.»

Bu âyet-i celîlelerde Hâlik-ı Zülcelâl, azametine ve büyüklüğüne işaret ederek kullarının ne kadar aciz olduğunu beyan ile şöyle buyurmuştur: «Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Dilediğini yaratır. Dilediğine kız, dilediğine de erkek çocuk verir. Veya hem kız, hem erkek çocuk verir. Dilediğini de kısır bırakır. Muhakkak ki, O Âlim'dir, Kadir'dir.» Ey insanlar, her şeyi yaratan Allah'tır. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur, her şeyi yaratan da O'dur. Erkek çocuğu ve kız çocuğu yaratan da O'dur. O, dilediğine erkek çocuğu, dilediğine de kız çocuğu verir. Kimini de kısır yapar. Her şey O'nun yaratması, dilemesi ve iradesiyle olur.

51

«Allah, bir insanla ancak vahiy suretiyle veya perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderir de, izniyle dilediğini vahyeder. Muhakkak ki O, çok yücedir, mutlak bir hüküm ve hikmet sahibidir.»

Bu âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur: Yahudilerden bir gurub Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek «Ey Muhammed, peygamber olduğunu söylüyorsun, şayet peygamber isen, niçin Allah seninle konuşmuyor veya sana nazar etmiyor? Halbuki Mûsâ da peygamberdi, onunla Allah konuştu» demişlerdir. Bunun üzerine Yüce Halik onların bu bâtıl iddialarını reddetmek için bu âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur.- «Allah, bir insanla ancak vahiy suretiyle veya perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderir de, izniyle dilediğini vahyeder. Muhakkak ki O, çok yücedir, mutlak bir hüküm ve hikmet sahibidir.» Allahü teâlâ, kullarından kimse ile konuşmamıştır. Ancak peygamberlerine Cebrail aracılığı ile vahyetmiştir. İşte Allah tarafından peygamberlere gönderilen kitaplar vahiy suretiyle gelmiştir.

52

«İşte böylece sana da emrimizle bir ruh vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu, kullarımızdan dilediğimizi doğru yola eriştirdiğimiz bir nûr kıldık. Şüphesiz ki sen de doğru bir yolu göstermektesin.»

Yüce Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ey Muhammed, işte böylece sana da emrimizle bir ruh vahyettik. Sen kitap nadir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu, kullarımızdan dilediğimizi doğru yola eriştirdiğimiz bir nûr kıldık. Şüphesiz ki sen de doğru bir yolu göstermektesin.» Allahü teâlâ, diğer peygamberlere vahyettiği gibi, sevgili Peygamberi Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e vahyetmiştir. Ona vahyetmeden önce, O Peygamber-i Zîşan Kur'ân-ı Kerim'in mahiyetini de, imanın hakikatini da bilmiyordu. Bunlar vahiyden önce onun için meçhuldü. İslâm dininin bütün esasları vahiy ile Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bildirilmiştir. Vahiy mahsulü olan Kur'an, insanlar için bir kurtuluş vesilesi, iman edenler için bir nûr, hasta gönüller için şifadır. O Kur'an, iman ile küfrü, hak ile bâtılı, hayır ile şerri, iyi ile kötüyü, helâl ile haramı, birbirinden ayırdeder. İnsanlığı hidâyete davet eder, iman edenleri ilâhî mükâfat ile müjdeler, iman etmeyenleri ise elim bir azab ile tehdit eder. İnsanlara ilmi, ahlâkı, iyiliği, fazileti, hakkı, ibadeti, hayrı, şerri, doğruluğu, saygıyı, sevgiyi öğretir. İnsanları kurtuluşa, hidâyete, hayra, imana davet eder. Onun emrine uyanlar kurtuluşa erer, uymayanlar ise helak olur, gider.

53

«Göklerde ve yerde olanların kendisine ait olduğu Allah'ın dosdoğru yolunu iyi bilin ki, bütün işler Allah'a döner, varır.»

Ey insanlar, göklerde ve yerde olanların hepsi kendisine ait olan Allah'ın dosdoğru yolunu bilin. Çünkü bütün işler Allah'a dönüp varacaktır. Zerre kadar hayır yapanlar O'nun katında mükâfatını, zerre kadar şer yapanlar da cezasını görecektir. Aklı olanlar bundan ibret alıp Allah'ın doğru yolundan ayrılmamalıdırlar. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Göklerde ve yerde olanların kendisine ait olduğu Allah'ın dosdoğru yolunu iyi bilin ki, bütün işler Allah'a döner, varır.» İşte kurtuluş yolu, saadet yolu, hidâyet yolu ve rahmet yolu budur. Allah'ın yolundan ayrılanlar mutlaka helak olacaklardır.

0 ﴿