ZUHRUF SURESİ

Bu âyet-i celîle Mekke'de nazil olmuştur ve 89 âyet-i celîleden ibarettir. Hâ, Mim ile başlayan sûrelerin dördüncüsü ve Kur'ân-ı Kerîm'in 43. sûresi olan «Zuhruf», Şûra sûresinden sonra nazil olmuştur. Sûrenin 35. âyetindeki yaldızlı zinet, altın ve gümüş mânâsına gelen «zuhruf» mânâsını taşıdığı için, bu sûreye de «Zuhruf Sûresi» ismi verilmiştir. Sûrenin ihtiva ettiği başlıca hususlar şunlardır :

1- Resûl-i Ekrem'in Kur'ân-ı Kerîm ile nasıl İslâm'a davete me’ınur olduğunu beyan.

2- Müşriklerin, Hazret-i Peygamber'i tekzip etmeleri ve meleklerin Allah'ın kızı olduğunu söylemeleri.

3- Müşriklerin gökleri ve yeri Allahü teâlâ'nın yarattığını söyledikleri halde, yine de putlara tapmaktan geri durmadıkları.

4- Kâfirlerin körükörüne atalarını taklit ederek imandan yüzçevirmeleri ve bu yüzden kıyamet günü nasıl bir azaba uğrayacaklarını ihtar ederek, mü’minlerin her türlü korku ve endişeden uzak olarak cennete nail olacaklarını müjdeler.

5- İnsanların üstünlüğünün maddî servet, altın ve gümüşle değil, iman, amel ve güzel ahlâkla olduğunu bildirir.

6- Peygamberliğin hangi zatlara verildiğini beyan eder.

7- Hazret-i İbrahim ve bazı peygamberlerin kıssalarına işaret eder.

8- Bâtıla karşı mü’minlerin hakimane ve vakar içinde hareket etmelerini tavsiye eder.

1

«Hâ, Mim.»

2

«Apaçık kitaba and olsun ki.»

Hâ, Mim'in mânâsı yukarda geçen sûrelerde beyan edilmiştir, oraya müracaat edilmelidir. Allah tarafından Cebrail vasıtasıyle Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gönderilen bu Kur'an insanlara imanı küfrü, helâli ve haramı, iyiyi kötüyü, hayrı şerri, hakkı bâtılı, cennet ve cehennemi, mükâfat ve mücâzatı, güzel ahlâkı beyan edsr.

3

«Düşünesiniz diye gerçekten biz onu Arapça bir Kur'an kılmışızdır.»

Ey insanlar, üzerinde düşünüp mânâsını anlamanız ve hükmüyle amel etmeniz için Yüce Halik Kur'an'ı Arapça olarak indirmiştir. Şayet başka lisan üzere indirilmiş olsaydı belki de insanlar onun mânâsını ve hükümlerini gereği gibi anlayıp tatbik edemezlerdi. Kur'ân-ı Kerîm, sadece bir millete veya bir topluma gönderilmemiş, bütün insanlığa gönderilmiştir. Bu bakımdan bütün insanlığa hitap eden bir kitabın lisanı cihanşümul olması lâzımdır. Lisanlar içinde en şümullüsü Arapça olduğu için Kur'ân-ı Kerîm Arapça olarak gönderilmiştir. Diğer lisanlara nisbetle okunması ve anlaşılması daha kolaydır. Bu Kur'an Yücedir, ona asla insan sözü karışmamıştır. Hâkimdir, helâl ve haramı, hakkı bâtılı, iyiyi kötüyü, hayrı şerri, imanı küfrü, mükâfatı mücâzatı, cennet ve cehennemi beyan eder. Helâl kıldığını haram, haram kıldığını helâl sayanlar dinden çıkarlar. Bu Kur'an, ilâhî kitapların sonuncusu olup, onlar üzerine hâkimdir. Onların aslı bozulmuştur, Kur'ân-ı Kerîm'in hükmü ise kıyamete kadar bakidir. Onun bir harfini, bir kelimesini veya bir âyetini inkâr eden kâfir olur. Beşer bugüne kadar onun benzerini getirememiş, bugünden sonra kıyamete kadar da getiremeyecektir. O kitapların anasıdır.

4

«O ana kitaptır, bizim nezdimizdedir. Şanı yücedir, hikmet doludur.»

Bu Kur'an ana kitaptır, Allah'ın nezdindedir. Şanı yücedir ve hikmet doludur. Her kelimesinde bir hikmet ve düşünebilenler için her kıssasında ibretler vardır. O, iman edenler için bir nûr bir öğüt ve ölü kalblere şifadır. O, insanlık için kurtuluş ve hidâyet rehberidir.

5

«Haddi aşan kimselersiniz diye sizi Kur'an'la uyarmaktan vaz mı geçelim?»

Ey insanlar, siz haddi aşan kimselersiniz diye Allahü teâlâ kullarına emir ve yasaklarını, helâl ve haramı, hayrı şerri, iyiyi kötüyü, mükâfatı ve mücâzatı Kur'an'la bildirip, uyarmaktan vaz mı geçsin? Kur'an, beşeriyet için bir hidâyet ve kurtuluştur. Kur'an mü'minler için şifa, kâfirler için azabtır. Onun hükmüne uyanlar kurtulur, uymayanlar ise helak olur.

6

«Daha önce geçenlere nice peygambe.-ler göndermiştik.»

Hâlik-ı Zülcelâl, her kavme bir peygamber göndermiştir. Onlara peygamberleri vasıtasıyle emir ve yasaklarını bildirip imana davet etmiştir. Peygamberlerin davetine uyup iman edenler kurtulmuş, iman etmeyenler ise helak olup gitmişlerdir. Peygamberler kavimlerini imana davet ederken, onlar tarafından birçok tepki görmüşler, tekzip edilmişler, hattâ tehdit edilmişlerdir. Fakat onlar asla kavimlerinn tehditlerine aldırmayarak Allah tarafından kendilerine gelen vahyi tebliğ etmişlerdir. Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in karşısına çıkan Nemrud gibi, her peygamberin karşısına bir Nemrud çıkmıştır. Onlar kendilerine gelen peygamberleri alaya almışlardır.

7

«Kendilerine gelen her peygamberi mutlaka alaya alırlardı.»

Kâfirler, kendilerine gelen her peygamberi mutlaka alaya alarak yalanlamışlardır. İşte onlar inkâr ve zulümlerinin cezasını görmüşlerdir. Allah'ın âyetlerini inkâr edip, peygamberlerini yalanlayanlar mutlaka cezalarını göreceklerdir.

8

«Biz de bunlardan daha güçlü olanları helak etmişizdir. Öncekilere dair nice misaller geçmiştir.»

Allahü teâlâ, peygamberleriyle alay edip, âyetlerini yalanlayanları helak etmiştir. Halbuki onlar bunlardan daha güçlü, daha kuvvetli, daha varlıklı ve daha çoktular. Buna rağmen onların güçlü, kuvvetli, varlıklı ve çok olmaları kendilerini asla Allah'ın azabından kurtaramamıştır. İnsanların ibret alıp helak olanların düştüğü duruma düşmemeleri için öncekilere dair Yüce Halik nice misaller vermiştir. Aklı olanlar bunlardan ibret alıp onların durumuna düşmez.

9

«Yemin olsun ki onlara: 'Gökleri ve yeri kim yarattı?' diye sorsan, muhakkak onlar 'onları Aziz ve Âlim olan yaratmıştır' diyeceklerdir.»

Kâfirlere, «gökleri ve yeri kim yarattı?» diye sorulsa, hiç şüphesiz «onları Aziz ve Âlim olan Allah yarattı» derler. Her şeyi Allahü teâlâ'nın yarattığını söylemelerine rağmen, yine de O'nu bırakıp putlara tapınışlardır. Yüce Halik, sevgili Peygamberine bunu şöyle beyan ediyor: «Yemin olsun ki onlara: 'Gökleri ve yeri kim yarattı?' diye sorsan, muhakkak onlar 'onları Aziz ve Âlim olan yaratmıştır' diyeceklerdir.» Allah, kullarının ne yaptığım bilir. Ona göre mükâfat ve mücâzat verir. Kimseye haksızlık yapmaz.

10

«O, size yeri beşik kılmış, doğru gidesiniz diye yollar açmıştır.»

Ey insanlar, Hâlik-ı Zülcelâl, geçiminizi te’ınin, ihtiyaçlarınızı gidermek için yeryüzünü size beşik kılmış, istediğiniz yerlere kolayca gitmeniz için de dağlarda, ovalarda, meralarda yollar açmıştır. Bütün bunlar sizin- hidâyete erip Allah'ın nimetlerine şükretmeniz içindir. O, şükredenlerin üzerindeki nimetlerini artırır, şükretme yenlerden de alır.

11

«Gökten bir ölçüye göre suyu O indirmiştir. Biz onunla kupkuru ölü bir memlekete yeni bir hayat veririz. İşte siz de böyle çıkarılacaksınız.»

Ey insanlar, Allahü teâlâ gökten bir ölçüye göre yağmur indirip, o yağmur vasıtasıyle kupkuru ölü bir memleketi, araziyi diriltir. Ona yeni bir hayat verir. Gökten inen yağmur ile bağlar, bahçeler, meyveler, meralar, bitkiler, sebzeler, otlaklar, ormanlar meydana gelir, hayat bulur. Gökten indirdiği yağmur ile ölü bir araziyi dirilten ve ona hayat veren Yüce Halik sizi de öldükten sonra böylece diriltip hesaba çekecektir. Ey kâfirler, bunu nasıl inkâr ediyorsunuz? Ölü bir araziyi dirilten Allah, öldükten sonra canlıları diriltmekten âciz midir? Her şeye kadir olan Hâlik-ı Mutlak, öldükten sonra canlıları tekrar diriltmeye elbette kadirdir.

12

«Bütün çiftleri O yaratmıştır. Gemilerden ve hayvanlardan sizin için binek yaratmış olan da O'dur.»

Ey insanlar, Yüce Allah sizin için çeşit çeşit bitkiler, meyveler, sebzeler, mahsuller ve etinden, sütünden, derisinden, yününden istifade etmeniz için de hayvanlar yaratmıştır. Yine sizin için karada binek hayvanları, denizde ise istediğiniz yere binip gitmeniz için de gemiler halk etmiştir. Bütün bunlar Rabbinizin nimetlerine şükretmeniz içindir. O, nimetlerine şükredenlerin mükâfatını artırır, etmeyenlerin ise mücâzatını verir.

13

«Ta ki bunların üzerine oturunca Rabbinizin nimetlerini anarak 'bunları emrimize veren ne yücedir' diyesiniz. Yoksa biz onu zaptedemezdik.»

Ey insanlar, Allahü teâlâ sizin binip istediğiniz yere gitmeniz için hayvanlar yaratıp emrinize vermiştir. Siz onların üzerlerine binince Rabbinizin nimetlerini anarak «bunları emrimize veren ne yücedir» derler. Yoksa biz onları zaptedemezdik, Allah onları bizim emrimize verdi.» Şayet Yüce Halik onları insanların emrine vermeseydi elbette zaptedemezlerdi. Bütün bunlar Allah'ın üzerinizdeki nimetlerini anıp şükretmeniz içindir.

14

«Ve biz şüphesiz Rabbimize döneceğiz.»

Ey insanlar, hiç şüphesiz sonunda Rabbinize dönecek, bu dünyada yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz. Zerre kadar hayır yapan O'nun katında mükâfatını, zerre kadar şer yapan da «cezasını görecektir.

Osman ibn Esved'in İmam-ı Mücahid'den rivayetine göre, bir insan bineğine «bismillâhirrahmânirrahîm» demeden binerse şeytan da onun arkasına biner ve ona boş şeyler söyletir. Ali ibn Ebî Rebia şöyle demiştir: «Bir gün Hazret-i Ali ile dolaşıyordum, o atına binmek üzere ayağını üzengiye koyduğu zaman «bismillâhi» dedi, bineğine oturduğu zaman da «elhamdülillah» dedi, sonra: (......) âyetini okudu. Böylece şeytanı kendisinden uzaklaştırdı.» Mü’minlerin bundan ibret alıp hiçbir zaman besmeleyi dillerinden bırakmaması gerekir. Çünkü besmele ile başlanmayan işin sonu yoktur.

15

«Ama onlar kullarından bir kısmım O'nun bir cüzü kıldılar. Gerçekten insan apaçık bir nankördür.»

Kâfirler, Allahü teâlâ'nın kullarının bir kısmım O'nun bir cüzü kılmışlardır. Halbuki Yüce Halik her şeyden, münezzehtir, yücedir.

O'nun benzeri, ortağı, yardımcısı, eşi ve çocuğu yoktur. Her şey O'na muhtaçtır, O, hiçbir şeye muhtaç değildir. İnsan, O'na ortak koşmakla apaçık bir nankörlükte bulunur. Yaratanın üzerlerinde bunca nimetlerini gördükleri halde, onlara şükretmezler de Rablerine ortak koşup, nimetlerine nankörlük ederler. Allah'ın nimetlerine nankörlük yapanlar mutlaka cezalarını göreceklerdir. Şükredilmeyen nimet elden çıkar gider. Nimeti bağlayan şükürdür. Vahşi hayvanın bağdan çözülüp gittiği gibi, şükredilmeyen nimet de öylece sahibinin elinden çıkar gider. Aklı olanların bundan ibret alması gerekir.

16

«Yoksa Allah yarattıkları arasından kızları kendine alıp oğulları size mî ayırdı?»

17

«Ama Rahmân'a isnat edilen kız evlâtla onlardan biri müjdelenince hiddetinden yüzü kapkara kesilir.»

Bu âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur: Benî Melih kabilesi meleklerin Allahü teâlâ'nın kızları olduğunu söylemişlerdir. Onların bu iddiasını reddetmek için Yüce Halik bu âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Yoksa Allah yarattıkları arasından kızları kendisine alıp oğulları size mi ayırdı? Ama Rahmân'a isnad edilen kız evlâtla onlardan birisi müjdelenince hiddetinden yüzü kapkara kesilir.» Allahü teâlâ oğuldan, kızdan, eşden, yardımcıdan münezzehtir. Bunları Allah'a isnad etmek şirktir, küfürdür.

18

«Demek süs içinde yetiştirilerek, kavga edemeyecek olduğu için mi istemiyorlar?»

Ey kâfirler, siz kızlarınızı çeşitli zinetler içinde yetiştirerek, kendileriyle kavga edemeyecek olduğunuz için mi istemiyor, onları Allah'a isnat ediyorsunuz. Siz onları Allah'a isnad etmekle ne kötü söz söylüyorsunuz. Allah her şeyden münezzehtir, yücedir?

19

«Onlar Rahmân’ın kulları olan melekleri de dişi saydılar. Yaratılışlarını mı görmüşler? Onların bu şehadetleri yazılacak ve sorguya çekileceklerdir.»

Kâfirler, Allahü teâlâ'nın kulları olan melekleri de dişi saymışlardır. Yoksa onlar melekler yaratılırken yanlarında mı idiler? Veya Allah onlara sorup da mı yarattı? Meleklerin dişi veya erkek olduğunu nereden biliyorlar? Onların bu şehadetleri amel defterlerine yazılıp kıyamet günü bundan sorguya çekileceklerdir. Halbuki meleklerde erkeklik, dişilik yoktur. Onlar nûranî varlıklardır. Yemezler, içmezler, evlenmezler ve beşerî bir hayat onlar için söz konusu değildir. Onlar kendilerine verilen görevi noksansız yerine getirirler.

20

«Ve derler ki: 'Eğer Rahman dilemiş olsaydı biz onlara kulluk etmezdik.' Buna dair bir bilgileri yoktur onların. Onlar sadece vehimde bulunuyorlar.»

Kâfirler şöyle demişlerdir: «Eğer Rahman dilemiş olsaydı biz onlara kulluk etmezdik.» Halbuki buna karşı ellerinde bir bilgi ve delil yoktur. Kendilerine peygamberler gelip onları imana davet etmiş, fakat onlar bu daveti kabul etmeyerek elleriyle yaptıkları putlara ve meleklere tapınışlardır. Sonra da «Eğer Rahman dilemiş olsaydı biz onlara kulluk etmezdik» diyerek Allahü teâlâ'ya iftira etmişlerdir.

21

«Yoksa daha önce onlara bir kitap verdik de ona mı bel bağlıyorlar?»

Yoksa daha önce Allahü teâlâ kâfirlere bir kitap verip de onda puta tapacaklarını mı açıkladı? Hayır, Allah peygamberlerden başkasına kitap göndermemiş ve tevhîd inancından başkasını da emretmemiştir. Hazret-i Âdem'den son Peygamber olan Hazret-i Muhammed'e kadar Allah tarafından gönderilen din tevhid dinidir. Hiçbir peygamber bunun dışında bir din getirmemiştir.

22

«Hayır, dediler ki: Doğrusu biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk. Ve biz de onların izlerinden gitmekteyiz.»

Kâfirler şöyle demişlerdir: «Hayır, doğrusu biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk ve biz de onların dini üzere gitmekteyiz, onların dinini asla terk edemeyiz.» Onlar atalarının bâtıl dinleri üzere devam etmişler, kendilerine gelen peygamberleri yalanlayarak alaya almışlardır. Onlar bu inkâr ve zulümlerinin cezasını göreceklerdir.

23

«Senden önce herhangi bir kasabaya bir uyarıcı gönderdiğimiz vakit o kasabanın varlıklıları sadece dediler ki: Doğrusu biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk. Ve biz de onların izlerinden gitmekteyiz.»

Allahü teâlâ herhangi bir kasabaya bir peygamber gönderdiği zaman, o kasabanın ileri gelenleri «doğrusu biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk ve biz de onların izlerinden gitmekteyiz» demişlerdir. Halbuki babalarının gittiği yol bâtıldır, şeytanın yoludur. Kendilerine gelen peygamberleri yalanlayarak Allah'ın âyetlerini inkâr etmişler ve «doğrusu biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk ve biz de onların izlerinden gitmekteyiz» demişlerdir. Yüce Halik bunu sevgili Peygamberine şöyle beyan ediyor: «Yâ Muhammed, senden önce herhangi bir kasabaya bir uyarıcı gönderdiğimiz vakit o kasabanın varlıklıları sadece dediler ki: «Doğrusu biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk. Ve biz de onların izlerinden gitmekteyiz.»

24

«Şayet size babalarınızı üzerinde bulduğunuz şeyden daha doğrusunu da getirmişsem yine mi bana uymazsınız? deyince, dediler ki: Doğrusu sizin gönderildiğiniz şeyi biz inkâr ediyoruz.»

Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, kâfirlere de ki: Şayet size babalarınızı üzerinde bulduğunuz şeyden daha doğrusunu da getirmişsem yine mi bana uymazsınız?» Bu hitap karşısında kâfirler «doğrusu sizin gönderildiğiniz şeyi biz inkâr ediyoruz» demişlerdir. Her devirde kâfirler, kendilerine gelen peygamberleri yalanlayarak körükörüne babalarının dinini taklit etmişlerdir. Onlar da babalarının dininin asılsız olduğunu biliyorlar, hattâ «gökleri ve yeri kim yarattı?» diye kendilerine sorulduğu zaman hiç tereddüt etmeden «Allah yarattı» diyorlardı. Bu gerçeği bildikleri halde yine de putlara tapıp peygamberleri ve Allah'ın âyetlerini yalanlamışlardır. Kendilerine gelen peygamberleri ve Allah'ın âyetlerini yalanlayanlar mutlaka inkâr ve zulümlerinin cezasını görecekerdir.

25

«Biz de onlardan intikam aldık. Yalancıların sonunun nasıl olduğuna bir bak.»

Yüce Halik, peygamberlerinin davetini kabul etmeyen ve onları yalanlayan toplumları helak ederek intikamını almıştır. Ey insanlar, peygamberleri yalanlayanların sonlarının nasıl olduğuna bir bakın. Allah onları çeşitli azablara uğratarak helak edip intikamını almıştır. Hâlik-ı Zülcelâl, peygamberlerini yalanlayıp, âyetlerini inkâr edenlerden mutlaka intikamını alacaktır. İşte onlar için elim bir azab vardır. Bu, onların inkâr ve zulümlerinin cezasıdır. Biz de onlardan intikam aldık. Yalancıların sonunun nasıl olduğuna bir bak» buyurularak, peygamberleri yalanlayanların nasıl bir azaba uğradıklarına insanların dikkti çekilmektedir. Aklı olanlar bundan ibret alır.

26

«Hani İbrahim babasına ve kavmine demişti ki: Şüphesiz ben sizin taptığınız şeylerden uzağım.»

İbrahim (aleyhisselâm) babasına ve kavmine serzenişte bulunup «şüphesiz ben sizin taptığınız şeylerden uzağım. Onlara asla tapmam.» O, kavmini ve babasını imana davet etmişti. Fakat onlar bu daveti asla kabul etmemişlerdi. Ve onlara şöyle demişti.

27

«Beni yaratan müstesna. Şüphesiz ki O, beni doğru yola iletecektir.»

İbrahim (aleyhisselâm) babasına ve kavmine «ben ancak beni yoktan var eden Allah'a ibadet ederim. Şüphesiz ki O, beni doğru yola, İslâm'ın yoluna iletecektir» der.

28

«Ve bu sözü ardından geleceklere devamlı kalacak bir miras olarak bıraktı. Belki artık doğru yola dönerler.»

İbrahim (aleyhisselâm) kelime-i tevhidi ardından gelecek zürriyyeti için devamlı kalacak bir miras bırakmıştır. İbrahim (aleyhisselâm) hak üzere olduğu halde kelime-i tevhidi tekrar etmesi gerektir ki, ta kıyameto kadar neslinden iman ehlinin eksik olmayacağına işarettir. Kim kelime-i tevhidi dilinden bırakmazsa Allah onun ve neslinden iman edenlerin imanını korur. Mü’min bundan ibret alarak hiçbir zaman kelime-i tevhidi dilinden bırakmamalıdır.

29

«Belki ben bunları da, babalarını da hak ve hakikati açıklayan bir peygamber gelene kadar geçindiririm.»

Yüce Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur; «Yâ Muhammed, belki ben bunları da, babalarını da hak ve hakikati açıklayan bir peygamber gelene kadar geçindiririm.» Hâlik-ı Mutlak, hor kavme bir peygamber göndermiştir. O peygamberler kavimlerini imana davet etmiştir. Peygamberlerin davetine uyup iman edenler kurtulmuşlar, etmeyenler ise helak olmuşlardır. Allahü teâlâ peygamber gönderip emir ve yasaklarını bildirmeden hiçbir kavmi helak etmemiştir. Ancak peygamber gönderip onları imana davet ettikten sonra, peygamberlerin davetine uymayan ve onları yalanlayanları helak etmiştir. Bu, onların inkâr ve zulümlerinin cezasıdır, îman edenler mükâfatını, etmeyenler de cezasını görecektir. “Belki ben onları da, babalarını da hak ve hakikati açıklayan bir peygamber gelene kadar geçindiririm» buyurulmuştur.

30

«Hakikat kendilerine geldiği vakit 'bu bir büyüdür. Ve biz onu doğrusu inkâr ediyoruz' dediler.»

Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e peygamberlik gelip kâfirlere bu Kur'an'ı okuduğu vakit, onu inkâr edip «bu bir büyüdür. Ve biz onu doğrusu inkâr ediyoruz» diyerek «babalarımızın dininden asla dönmeyiz» demişlerdir. Halbuki babalarının yolu bâtıl yoldu. Onlar bunu bildikleri halde yine de hak dine dönmemişlerdir.

31

«Ve dediler ki: Bu Kur'an iki şehrin birinden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?»

Müşrikler, Allah Resulünün peygamberliğini kabul etmeyerek şöyle demişlerdir: «Bu Kur'an iki şehrin birinden bir büyük adama indirilmeli değil miydi de, Muhammed'e indirildi?» Onların büyük adam dedikleri Mekke'de Velid ibn Mugıyre, Taif de Ebû Mes'ud Sakafî'dir. Bu iki şahıs mal ve nesep itibariyle müşriklerin ileri gelenlerindendi. Kâfirler, Peygamber'in zengin ve kalabalık bir aileden geleceğini zannetmişlerdir. Bunun için de yetim birisinin peygamber olmasını kabullenememişlerdir. Halbuki peygamberlik ne zenginlikledir, ne varlıkladır ve ne de çoklukladır. Yüce Allah kimi dilerse onu peygamber seçer. O sadece Allah vergisidir. Kimsenin çalışmasıyla, elde edilmez. O, kullan içinden dilediğini peygamber seçer. Kimse de O'nun seçtiğine itiraz edemez ve «o neden peygamber oldu, ben olacaktım veya benim soyumdan gelecekti de» diyemez.

32

«Yoksa onlar Rabbinin rahmetini mi paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların maişetlerini biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini kimine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.»

Kâfirler, peygamberlik hususunda yoksa Allahü teâlâ’nın rahmetini mi dilediklerine paylaştırıyorlar? Allah, kulları arasından dilediğini peygamber seçer. Kimse O'nun yaptığına müdahale edemez. Halbuki Allah dünya hayatında onların ve bütün varlıkların maişetlerini paylaştırır. İnsanlar birbirlerinin ihtiyaçlarını karşılasınlar diye kimini kiminden üstün kılmıştır. Kimini padişah, kimini hizmetçi, kimini amir, kimini memur, kimini zengin, kimini fakir, kimini çiftçi, kimini işçi kılmıştır. Fakat Allah'ın rahmeti onların biriktirdikleri dünya malından, zinetinden, varlığından çok daha hayırlıdır. Çünkü dünya nimetleri geçicidir, âhiret nimetleri ise ebedîdir. Elbette ebedi olan nimetler geçici olan nimetlerden daha hayırlı ve daha üstündür. Yüce Halik, bunu şöyle beyan ediyor: «Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.»

33

«Şayet insanların bir tek inkarcı ümmet olması gibi bir mahzur olmasaydı, Rahmân'ı inkâr edenlerin evlerinin tavanlarını, üzerinde yükseldikleri merdivenleri, gümüşten yapardı.»

Kâfirler, dünyalığı çok olanın Allah katında bir üstünlüğe sahip olduğunu sanmasınlar. Şayet insanların bir tek inkarcı ümmet olması gibi bir mahzur olmasaydı, Rahman'ı inkâr edenlerin evlerinin tavanlarını, üzerinde yükseldikleri merdivenleri gümüşten yapardı. Bunları gümüşten veya altından yapmak Allahü teâlâ'ya zor değildir. Çünkü göklerin ve yerin sahibi, maliki ve anahtarları O'nun elindedir. Yüce Halik bu gerçeği şöyle ifade buyurmuştur: «Şayet insanların bir tek inkarcı ümmet olması gibi bir mahzur olmasaydı, Rahmân'ı inkâr edenlerin evlerinin tavanlarını, üzerinde yükseldikleri merdivenleri, gümüşten yapardı.»

34

«Evlerinin kapılarını ve üzerine yaslanacakları tahtları da.»

35

«Ve altına boğardık. Bunların hepsi sadece dünya hayatının geçimliğidir. Rabbînin katında âhiret müttekîler içindir.»

Şayet mü’minlerin gönülleri meyledip kâfirlerin ellerindeki mallara tamah etmeselerdi, Allahü teâlâ kâfirlerin evlerinin kapılarını, oturdukları koltukları altından yayar ve dünya nimetlerini onların üzerine yağmur gibi yağdırırdı. Hayatları boyunca onların başlarını ağrıtmaz ve hastalık vermezdi. Bütün bunlar dünya içindir. Âhiret nimetleri ise müttekiler içindir. İşte o nimetler daimîdir. Dünya nimetleri ise geçicidir. Hâlik-ı Mutlak, bunu şöyle beyan ediyor: «Ve altına boğardık. Bunların hepsi sadece dünya hayatının geçimliğidir. Rabbinin katında âhiret müttekîler içindir.» Aklı olanlar bundan ibret alıp ebedî kalacak olan nimetler için hazırlık yapmalıdırlar. Zira ebedî kalacağımız yer orasıdır. Dünya ise fanidir, geçicidir, nimetleri de öyledir. Ne yazık ki insanların birçoğu ebedî olan âhiret yurdunu unutup geçici dünya ile ömrünü bitirmektedir. Böylece onlar kendilerine yazık etmişlerdir.

36

«Rahmân'ı anmaya göz yumana, yanından ayrılmayacak bir şeytanı arkadaş veririz.»

37

«Şüphesiz ki onlar, bunları yoldan alıkorlar. Bunlar da doğru yolda olduklarını sanırlar.»

Kim Rahmân'a ve Kur'an'a iman etmekten yüz çevirirse Allah, ona yanından ayrılmayan bir şeytanı arkadaş verir. Şeytan da onları Allah yolundan alıkoyar ve yaptıkları kötü amelleri kendilerine güzel gösterir. Onlar da doğru yolda olduklarını sanırlar. Yüce Halik, bunu şöyle beyan ediyor: «Rahmân'ı anmaya göz yumana, yarından ayrılmayacak bir şeytanı arkadaş veririz. Şüphesiz ki onlar, bunları yoldan alıkorlar. Bunlar da doğru yolda olduklarını sanırlar.»

38

«Nihayet bize gelince der ki: Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arasındaki kadar uzaklık olsaydı. Sen ne kötü arkadaşmişsın.»

Kıyamet günü şeytanın dostları onunla beraber Allahü teâlânın huzuruna gelip uğrayacakları azabı gördükleri zaman şeytana dönüp «keşke seninle benim aramda doğu ile batı kadar uzaklık olsaydı. Beni görüp kandırmasaydın ve ben de bugün bu azaba uğramasaydım. Ben, senin yüzünden hakkı inkâr edip peygamberleri yalanladım, imandan yüz çevirdim, şimdi de bu azaba uğruyorum. Sen ne kötü arkadaşmışsm» diyecekler ve nadim olduklarını söyleyerek, Yüce Hâlik'tan aflarını niyaz edeceklerdir. Hâlik-ı Zülcelöl onların bu isteklerini asla kabul etmeyecektir.

39

«İkiniz de zalim olduğunuz için bugün nedametin hiç faydası yoktur. Muhakkak ki azabta müştereksiniz.»

Kıyamet günü kâfirler nadim olup, şeytanın kendilerini saptırdığım söyleyerek Hâlik-ı Zülcelâl'e el açıp af dileyeceklerdir. Yüce Hark onların özürlerini kabul etmeyerek şöyle buyuracaktır: «İkiniz de zalim olduğunuz için bugün nedametin hiç faydası yoktur. Muhakkak ki azabta müştereksiniz.» Çünkü dünyada kendilerine peygamberler gelip onları imana davet etmiştir. Onlar peygamberleri yalanlayarak yapılan daveti kabul etmemişler, körükörüne şeytanın vesvesesine uyup Allah'a eş koşmuşlardır. Halbuki onlar ne şeytanı görmüşler ve ne de şeytan onlara bir elçi göndermiştir. Buna rağmen yine de onun vesvesesine uyup hak yoldan ayrılmışlardır. Bunun için onlar inkâr ve zulümlerinin cezasını göreceklerdir.

40

«Sen mi duyuracaksın sağırlara? Körleri ve apaçık sapıklıkta olanları yoksa sen mi doğru yola eriştireceksin?»

Peygamberlerin davetine uymayıp imandan yüz çevirenleri hakkı görüp işitmeyenleri Allahü teâlâ körlere, sağırlara, dilsizlere benzetip sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, sen mi duyaracaksan sağırlara? Körleri ve apaçık sapıklıkta olanları yoksa sen mi doğru yola eriştireceksin?» Allah'ın hidâyete erdirmediğini hiç kimse hidâyete erdiremez.

41

«Seni onlardan uzaklaştırsak da muhakkak ki biz onlardan intikam alırız.»

42

«Yahut da onlara vaadettiğimizi sana gösteririz. Çünkü biz onlara karşı gücü yetenleriz.»

Hâlik-ı Mutlak, iman etmeyenlerden mutlaka intikamını alacaktır. Kâfirlerden hem bu dünyada intikamını alır ve hem de âhirette onlar için içinde ebedî kalacakları elim bir azab hazırlamıştır, Bunu sevgili Peygamberine şöyle beyan ediyor: «Yâ Muhammed, seni onlardan uzaklaştırsak da muhakkak ki biz onlardan intikam alırız. Yahut da onlara vaadettiğimizi sana gösteririz. Çünkü biz onlara karşı gücü yetenleriz.» Allahü teâlâ’nın her şeye gücü yeter, bir anda bütün varlıkları yok eder. Kimse O'nun yaptığına müdahale edemez. Mü’min hiçbir zaman Allah korkusunu aklından çıkarmamalı ve her an hazırlıklı olmalıdır. Zira bu fanî âlemden ne zaman göç edeceğini kimse bilemez.

43

«Sen sana vahyolunana sarıl. Muhakkak ki sen dosdoğru yol üzerindesin »

44

«Doğrusu bu sana ve kavmine bir öğüttür. Ondan sorguya çekileceksiniz.»

Yüce Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, sen sana vahyolunana sarıl. Muhakkak ki sen dosdoğru yol üzerindesin. Doğrusu bu sana ve kavmine bir öğüttür. Ondan sorguya çekileceksiniz.» Bu emir Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şahsında ümmetinedir. Çünkü Kur'an nimettir. O, imam küfrü, hakkı bâtılı, iyiyi kötüyü, hayrı şerri, helâli ve haramı, mükâfatı ve mücâzatı, cenneti ve cehennemi, önceki kavimlerin helak olma sebeblerini bildirmiş ve onların uğradıkları azaba uğramamaları için kendilerini uyarmıştır. Bu nimetin şükrünü eda etmeyenlere Hâlik-ı Zülcelâl, soracaktır. Şükrünü eda edenlere mükâfatını, etmeyenlere de cezasını verecektir. Çünkü Kur'an Allah tarafından insanlara bir öğüt ve bir uyarıcı olarak gönderilmiştir. Onun emrine uyanlar kurtulmuş, uymayanlar ise helak olmuştur. Zira Kur'an’ın emri Allah'ın emridir, onun yolu Hazret-i Peygamber'in yoludur.

45

«Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerden sor. Biz Rahmân'dan başka ibadet edilecek tanrıları meşru kılmış mıyız?»

Hâlik-ı Zülcelâl, her kavme bir peygamber göndermiştir. O peygamberlerin hepsi insanları imana ve Allah'a ibadete davet etmiştir. Yüce Halik bunu sevgili Peygamberine şöyle beyan ediyor: «Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerden sor. Biz Rahmân'dan başka ibadet edilecek tanrıları meşru kılmış mıyız?» Bu hitap Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şahsında insanlaradır. Bundan maksat şudur: «Ey insanlar, siz sizden önceki ümmetlere sorun. Onlara gelen peygamberlerden hiçbiri insanları Allah'tan başkasına ibadete davet etmiş midir? Elbette o peygamberlerin hiçbiri insanları Allah'tan başkasına ibadete davet etmemiştir. Onlar etmediği gibi son Peygamber Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) de Allah'tan başkasına asla insanları ibadete davet etmemiştir. Fakat her peygamber kavmi tarafından yalanlanmış, alaya alınmıştır. Sonunda onlar inkâr ve zulümlerinin cezasını görmüşlerdir.

46

«Yemin olsun ki biz Mûsâ'yı âyetlerimizle Firavun'a ve erkânına göndermiştik. Ve demişti ki: Şüphesiz ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim.»

Allahü teâlâ, Mûsâ (aleyhisselâm)'yı mucizelerle beraber Firavun ve kavmine peygamber olarak göndermiştir. O, Firavun ve kavmine gelip «ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim. Sizi O'na imana davet ediyorum» demişti. Firavun ve kavmi bu daveti kabul etmeyerek ona gülmüşlerdi.

47

«Onlara âyetlerimizle gelince onlar bunlara gülüvermişlerdi.»

Mûsâ (aleyhisselâm), Firavun ve kavmine mucizelerle gelip onları imana davet edince, o mucizeleri gören Firavun ve kavmi, Mûsâ (a s)'yı alaya alarak gülmeye başlamışlar ve o mucizelerin sihir olduğunu söylemişlerdir. Allahü teâlâ, Mûsâ (aleyhisselâm)'ya öyle bir mucize vermiş ki, elindeki âsâ büyük bir ejderha oluyor, elini koynuna sokup çıkardığı zaman eli bembeyaz oluyor. Bunları gören kâfir toplum mucize olduğuna inanmıyor, sihir olduğunu söylüyordu.

48

«Onlara biri diğerinden daha büyük olmayan hiçbir âyet göstermedik. Doğru yola dönmeleri için azaba uğrattık.»

Allahü teâlâ onları iman edip doğru yola gelmeleri için çeşit çeşit azaba uğratmıştır. Bu azabın her biri bir sonrakinden daha şiddetlidir. Kavmi, Mûsâ (aleyhisselâm)’nın bütün ısrarlarına rağmen imandan yüz çevirip putlara tapmışlardır. Onlar peygamberlerini yalanlayıp putlara taptıkları için kendilerine zulmetmişlerdir. Yüce Halik de onların imana dönmeleri için zaman zaman üzerlerine azab göndermiştir. Bu azablar birbirinden farklı ve bir sonraki bir öncekinden daha şiddetlidir. Önce üzerlerine kızgın bir ateş göndermiş yine iman etmemişler. Ardından bağlarına, bahçelerine ve ekinlerine afat vermiş yine iman etmemişlerdir. Sonra büyük bir tufan göndermiş «ey Mûsâ, Rabbine duâ et de bizi bu musibetten kurtarsın, sana iman edeceğiz» demişler, o tufandan kurtulduktan sonra yine eski hallerine dönmüşlerdir. Sonra üzerlerine çekirgeyi musallat etmiştr. Çekirge onların bağlarını, bahçelerini, ekinlerini, yemeklerini, evlerinin kapılarını, elbiselerini, saçlarını, yatak ve yorganlarını yemiştir. Bu çekirge salgınından kurtulamayan zalimler «ey Mûsâ, Rabbine duâ et de bizi bu musibetten kurtarsın, sana iman ederiz» demişlerdir. Bu durumdan kurtulunca verdikleri sözden dönmüşler vaadlerini unutmuşlar ve yine eski hallerine dönmüşlerdir.

Sonra onların üzerine bit ile ağaç kurtlarını göndermiştir. Bu haşaratlar onların bütün ekinlerini, yiyeceklerini yemiş ve kendilerini aşırı şekilde rahatsız etmiş, yemeye bir şey bulamaz olmuşlardır.

Bu musibetten kurtulmak için Mûsâ (aleyhisselâm)'ya müracaat ederek «ey Mûsâ, Rabbine duâ et de bizi bu musibetten kurtarsın. Biz de sana iman edelim» demişlerdir. Onlar bu musibetten kurtulunca yine iman etmemişler eski hadlerine dönmüşlerdir. Bu musibetlerden ders alıp iman etmeyen zalimlerin üzerine bu defa Allahü teâlâ kurbağa musallat etmiştir. Kurbağa onların evlerini, sokaklarını istilâ etmiş, basacak oturacak ve yatacak yer bulamamışlardır. Yattıkları zaman üzerlerine yüzlerce kurbağa yığılır, yiyeceklerini yer ve içeceklerini içermiş. Bu musibetten de kurtulmak için yine Mûsâ (aleyhisselâm)'ya koşmuşlar ve «ey Mûsâ, Rabbine duâ et de bizi bu musibetten kurtarsın, biz de sana iman ederiz» demişlerdir. Mûsâ (aleyhisselâm) duâ edip o musibetten kurtuldukları zaman vaadlerinden dönmüşler, sözlerinde durmamışlardır.

Bu defa Yüce Halik onların sularını kana çevirmiştir. İçecek, kullanacak su bulamazlar, kendileri ve hayvanları susuzluktan helak olacak duruma gelmiştir. Nereye koştularsa bir çare bulamamışlar, iman edenler, içtiği zaman suya dönüşür, kâfirler yaklaştığı zaman kan olur. Yine Mûsâ (aleyhisselâm)'ya koşarlar «ey Mûsâ, Rabbine duâ et de bizi bu musibetten kurtarsın, biz de sana iman edelim» derler. Mûsâ (aleyhisselâm) duâ eder üzerlerindeki musibet kalkar, fakat kâfirler sözlerinde durmazlar yine eski hallerine dönerler. Bunca azabın üzerlerine gelmesine rağmen, hatta iman edeceklerine söz verdikleri halde yine iman etmemişler, putlara tapıp kendilerine zulmetmişlerdi. Hâlik-ı Zülcelâl de, onları küfür ve zulümleri yüzünden helak etmiştir. Üzerlerine musibet geldiği zaman derhal peygamberlerine dönüp «bizi bu musibetten kurtar» diye yalvarıp boyun bükerlerdi.

49

«Ve dediler ki: Ey sihirbaz, sana verdiği ahde göre Rabbine bizim için duâ et de doğru yola erişelim.»

50

«Azabı üzerlerinden kaldırınca hemen sözlerinden caydılar.»

Mûsâ (aleyhisselâm)'ya inanmayan kâfirlerin üzerlerine azab geldiği zaman hemen koşup «Ey sihirbaz, sana verdiği ahde göre Rabbine bizim için duâ et de, bu azab üzerimizden kalksın ve biz de doğru yola erişelim,» demişlerdir. Mûsâ (aleyhisselâm)'nın duası ile üzerlerinden azab kalkınca hemen ahidlerinden dönerler ve sözlerinden cayarlar, eski hallerine dönerler. Onlar, bilginlerine ve mahirlere «sihirbaz» derlermiş. Mûsâ (aleyhisselâm)'a gösterdiği mucizelerden dolayı «sihirbaz» diye hitap etmişlerdi.

51

«Firavun kavmine seslendi ve dedi ki: Ey kavmim, Mısır mülkü ve altından akan şu ırmaklar benim değil mi? Hâlâ görmüyor musunuz?»

Mûsâ (aleyhisselâm), Firavun ve kavmine mucizelerle gelip onları imana davet edince o mucizeler karşısında şaşırıp kalırlar, söyleyecek bir şey bulamazlar. Bu manzara karşısında şaşkına dönen Firavun kavmini bir yere toplayarak onlara şöyle seslenir: «Ey kavmim, Mısır mülkü ve altından ırmaklar akan şu köşkler, bağ ve bahçeler benim değil midir? Siz bunların benim olduğunu görmüyor musunuz? Bütün bunlar benim Musa'dan daha üstün, daha varlıklı olduğumu göstermiyor mu? O fakir birisidir, bu haliyle nasıl peygamber olabilir? Siz bir fakirin sözüne uyup da babalarınızın dinini terk eder misiniz?» Firavun, Mûsâ (aleyhisselâm)'ya cevap veremeyince halkı böyle kandırmaya çalışır.

52

«Ben sözü açık söyleyemeyecek derecede zavallı olan şu adamdan değerli değil miyim?»

Mûsâ (aleyhisselâm) kekeme olduğu için kelimeleri anlatmakta zorluk çekiyordu. Bunun için Firavun kavmine «Ey kavmim, ben sözü açık söyleyemeyecek derecede zavallı olan şu adamdan daha üstün, daha değerli değil miyim?» diyerek kavmini Mûsâ (aleyhisselâm)'ya iman etmekten alıkoymaya çalışmıştır.

Hazret-i Mûsâ, Firavun'un sarayında çocukken bir gün o kâfirin sakatından tutmuş hınçla çekip birkaç tüy koparmıştır. Buna çok sinirlenen Firavun onu öldürmek istemiş, karısı «Bunu çocukluktan yaptı» diyerek ona mani olmak istemiştir. Fakat bunu hazmedemeyen Firavun «bunu bir deneyelim, o zaman çocukluktan yapıp yapmadığı ortaya çıkar» diyerek bir kabın içine altın, diğer bir kabın içine de ateşin korunu koyarlar ve getirip çocuğun önüne bırakırlar. Şayet o yavru elini altının bulunduğu kaba uzatacak olursa, Firavun bunu bilinçli yaptığım kabul ederek onu öldürecekti. Eğer elini ateşin bulunduğu kaba uzatırsa gerçekten çocukluktan yaptığına kanaat getirerek, ona bir şey yapmayacaktı. Tam o anda Cebrail gelir o küçük yavrunun elini ateşin bulunduğu kaba sokar ve Hazret-i Mûsâ oradan bir kor alır, ağzına atar. İşte o kor Mûsâ (aleyhisselâm)'nın ağzını ve dilini yakar, bu yanıktan mütevellid kekeme olur. Bunun için «(Ey Rabbim) dilimdeki düğümü çöz» diye duâ etmiştir. Firavun, kavmine şöyle diyor.

53

«Ona altın bilezikler verilmeli veya beraberinde ona yardım edecek melekler gelmeli değil mi?»

Firavun, Mûsâ (aleyhisselâm) 'yi yalanlayıp kavminin gözünde küçük düşürmek için onun varlıklı olmadığını ileri sürerek kavmine şöyle der: -Ey kavmim, şayet o peygamber ise neden ona altın bilezikler verilmedi? Veya beraberinde neden ona yardımcı melekler gelmedi? Bunların hiçbiri olmayan birisi nasıl peygamber olabilir? Halbuki ben varlıklı, avanesi çok, güzel konuşan, saygılı birisiyim. Bu bakımdan ben ondan daha üstünüm.» Firavun, peygamberliğin, izzet ve şerefin mal-mülk ile elde edileceğini zannediyordu. Halbuki peygamberlik Allah vergisidir. Yüce Halik, kularmdan istediğini peygamber seçer. Kimse de buna müdahale edemez. İzzet ve şeref ise ancak Allah'a iman iledir. Şayet Allah katında dünyanın sivrisineğin kanadı kadar değeri olsaydı kâfirlere bir yudum su bile vermezdi.

54

«Firavun kavmini küçümsedi ama onlar yine de kendisine itaat ettiler. Çünkü onlar fâsık bir kavim idi.»

Firavun kavmine «Ey kavmim, ben kendime lâyık gördüğümü size de lâyık görüyorum. Sakın Musa'ya tâbi olmayın. Çünkü onda hayır yoktur. Şayet onda hayır olsaydı önce ben ona tâbi olurdum. Ben tâbi olmadığıma göre siz de ona asla tâbi olamazsınız,:» Firavun böylece kavmini küçümsemiş, fakat onlar yine Firavuna tabi olmuşlardır. Çünkü onlar fâsık bir kavim idiler.

55

«Bizi öfkelendirince onlardan intikam aldık ve hepsini suda boğduk.»

Firavun kavmiyle beraber Mûsâ (aleyhisselâm)'yı yalanlayıp, Allah'ın âyetlerini inkâr edip haddi aşmışlardı. Allahü teâlâ da onları küfür ve zulümlerinden dolayı suda boğarak helak edip intikamını almıştır. Çünkü onlar kendilerine gelen peygamberi yalanlayıp Allah'ın âyetlerini inkâr etmişlerdir. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Bizi öfkelendirince onlardan intikam aldık ve hepsini suda boğduk.»

56

«Ve onları sonradan gelenlere bir örnek ve ibret kıldık.»

Allahü teâlâ, Firavun ve kavmini inkâr ve zulümleri yüzünden denizde boğarak helak etmiştir. Böylece onlardan intikamını almıştır, înkâr ve zulümleri yüzünden helak oluşları sonradan gelen kavimler için bir örnek ve ibret kılınmıştır. Arkadan gelenler bunlardan ibret alıp iman etsinler ve kendilerinden öncekiler gibi peygamberlerini yalanlayıp Allah'ın âyetlerini inkâr ederek helak olmasınlar diye, Hâlik-ı Mutlak, Firavun ve kavmini bir örnek ve ibrat kılmıştır. Çünkü iman edenler mükâfatını, etmeyenler de mutlaka cezasını görecektir.

57

«Meryem oğlu misal verilince senin kavmin hemen bağrıştı.»

Hıristiyanlar, İsa (aleyhisselâm)'ya Allah'ın oğlu diyerek, ona ulûhiyet atfetmişlerdir. Mekkeli müşrikler de meleklerin Allahü teâlâ'nın kızları olduğunu söylemişlerdir. Onlar «Mademki Hıristiyanlar İsa'nın Allah'ın oğlu olduğunu söylüyorlar da, neden melekler Allah'ın kızları olmasın» demişler ve bu hususta da Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ile muaraza etmişlerdir. Yüce Halik bunu şöyle beyan buyurmuştur: «Meryem oğlu misal verilince senin kavmin hemen bağrıştı.»

58

«Ve bizim tanrılarımız mı, yoksa o mu daha iyidir? dediler. Sana sadece tartışmaya girişmek için böyle dediler. Hayır, onlar yaygaracı bir kavimdir.»

Kâfirler, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelip «Bizim tanrılarımız mı, yoksa İsa mı daha hayırlıdır? Eğer o Allah'ın oğlu olduğu için cehenneme girmeyecekse, bizim taptığımız melekler ve putlar da cehenneme girmezler. Çünkü biz onlara tapıyor ve onlar bizim ma'bûdumuzdur.» demişlerdir. Onlar sadece Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ile tartışmak için böyle söylemişlerdir. Kendileri de Hazret-i İsa'nın peygamber olduğunu biliyorlardı. Fakat onlar yaygaracı, haddi aşan bir toplum olduğu için Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile tartışmaya girmişlerdir. Hâlik-ı Mutlak, bunu şöyle beyan ediyor: «Ve bizim tanrılarımız mı, yoksa o mu daha iyidir? dediler. Sana sadece tartışmaya girişmek için böyle dediler. Hayır, onlar yaygaracı bir kavimdir.»

59

«O sadece kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğullarına misal kıldığımız bir kuldur.»

60

«Şayet dileseydik yeryüzünde yerinizi tutacak melekler var ederdik.»

Hıristiyanlar iftira edip İsa (aleyhisselâm)'nın Allahü teâlâ'nın oğlu olduğunu söylemişlerdir. Halbuki o, Allah'ın kuludur. Kudretinin eseri olarak onu babasız yaratmıştır. Bu, Yüce Hâlik'ın her şeye kadir olduğunu, O'ndan başka yaratıcı ve ibadete lâyık hiç kimse olmadığını gösterir. İsa (aleyhisselâm), Allah tarafından kendisine nimet verilip İsrailoğullarına misal kılınan bir kuldur. O, Allah'ın oğlu değildir. Zira Allah yaratıcıdır. Her şeyi yoktan var eden O'dur ve bütün noksan sıfatlardan münezzehtir, yücedir. Şayet Allahü teâlâ düeseydi yeryüzünde insanların yerini tutacak melekler yaratırdı. O, bunları yaratmaktan asla âciz değildir. Fakat O her şeyi yerinde yaratmıştır. Kimse O'nun işine müdahale edemez.

61

«Şüphesiz ki o beklenen saati bildirir. Ondan hiç şüphe etmeyin. Ve bana tâbi olun. İşte dosdoğru yol.»

Kıyamet alâmetlerinden biri de İsa (aleyhisselâm)'nın yeryüzüne inmesidir. O, kıyamete yakın yeryüzüne inecek, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şeriatı üzere insanları İslâm'a davet edecektir. Ona tâbi olanlar kurtulacak, tâbi olmayanlar ise sapıklığa düşüp helak olacaklardır. İsa (aleyhisselâm)'nın yeryüzüne inmesi kıyametin en büyük alâmetlerindendir. Kıyametin kopacağından hiç kimsenin şüphesi olmasın. Ey insanlar, o gün gelmeden önce Allah'ın Resulüne tâbi olun, bâtıl dinleri terk edin. Çünkü doğru yol ancak Allah ve Resulünün yoludur. İşte o da İslâm'dır. İslâm'ın dışındaki bütün dinler bâtıldır. Yüce Halik bunu sevgili Peygamberine şöyle beyan ediyor: «Şüphesiz ki o beklenen saati bildirir. Ondan hiç şüphe etmeyin. Ve bana tâbi olun. İşte dosdoğru yol.»

62

«Sakın şeytan sizi yoldan çevirmesin. Şüphesiz ki o size apaçık bir düşmandır.»

Ey insanlar, şeytan sizi Allah ve Resulünün yolundan alıkoymasın. Çünkü o sizin en büyük düşmanınızdır. Allahü teâlâ onu babanız Âdem'e secde etmediği için rahmetinden kovmuştur. Çünkü o ilâhî emre muhalefet etmiştir. Böylece o izzetten zillete düşmüş, ismi «Azazil» iken lanetlenip şeytan olmuştur. O, Âdem'in yüzünden ilâhî emre muhalefet ederek rahmetten kovulduğu için, onun zürriyyetine düşman olmuştur. Bütün arzusu kendisi gibi onları da isyan ettirip Allah'ın rahmetinden mahrum bırakmaktır. Şeytana uyanlar onun gibi ilâhi rahmetten mahrum kalıp ebedî azaba uğrarlar. Efendisinin emirlerine isyan eden bir köle nasıl onun yardım ve himayesinden mahrum kalırsa, Rabbinin emirlerine de isyan eden bir insan O'nun rahmetinden mahrum kalır. Aklı olanlar bundan ibret alıp Allah'ın emirlerine itaat etmelidirler. İşte o zaman Allah'ın rahmetine nail olurlar.

63

«İsa hüccetlerle gelince demişti ki: «Size bir hikmetle ve ihtilâfa düştüğünüz şeylerin bir kısmını açıklamak için geldim. Öyle ise Allah'tan korkun ve bana itaat edin.»

64

«Muhakkak ki Allah benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O'na itaat edin. İşte doğru yol.»

İsa (aleyhisselâm) çeşitli delillerle kavmine peygamber olarak gelince onlara «Size bir hikmetle ve ihtilâfa düştüğünüz şeylerin bir kısmını açıklamak için geldim. Ben Allah tarafından size gönderilen bir peygamberim. Öyleyse Allah'tan korkun ve bana itaat edin. Muhakkak ki Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. O'ndan başka ma'bûd yoktur. Öyleyse O'na itaat edin. İşte doğru yol O'nun yoludur.» demiştir. Allahü teâlâ her peygambere zamanına göre çeşitli mucizeler vermiştir. İsa (aleyhisselâm)'ya da ölüleri diriltmek, körleri, dilsizleri ve alaca hastalığına yakalanmış (ebrasları) iyi etmek, balçıktan kuş yapıp uçurmak gibi mucizeler vermiştir. İsa (aleyhisselâm)’nın kavmi içinde kimi helâl olan şeylere haram, kimi de haram olan şeylere helâl demiş ve bu yüzden aralarında büyük ayrılıklar meydana gelmiştir. O, kendisine gönderilen İncil'de kavmine haramı helâli, iyiyi kötüyü, hakkı bâtılı, imam küfrü, hayrı ve şerri açıklamıştır. Her peygamber kavmi tarafından yalanlandığı gibi, İsa (aleyhisselâm) da kavmi tarafından yalanlanmış ve zulme uğramıştır.

65

«Ama aralarında hizipler birbiriyle ihtilâfa düştüler. Vay haline zulmedenlerin. Acıklı bir günün azabından.»

İsa (aleyhisselâm) gelip kavmine peygamber olduğunu söyleyerek, onları imana davet edip mucizelerini gösterince, kavmi onu yalanlamış ve öldürmeye kastetmişlerdir. Hattâ onu nasıl öldürecekleri hususunda da hizipler aralarında ihtilâfa düşmüşlerdir. Kimi zulmedilerek, kimi asılarak öldürülmesini istemişlerdir. Böylece kendilerine zulmetmişlerdir. Onlar için şöyle buyurulmuştur: «Vay haline zulmedenlerin acıklı bir günün azabından.» Onlar için elim bir azab vardır.

66

«Farkında değillerken o günün kendilerine ansızın gelmesini mi bekliyorlar?»

İsa (aleyhisselâm)'nın peygamber olduğunu yalanlayıp Allah'ın âyetlerini inkâr edenler, iman etmek için farkında olmadan kıyamet gününün ansızın gelmesini mi bekliyorlar? İşte o zamanki pişmanlık kendilerine asla fayda vermeyecektir. Çünkü o gün iman edenler mükâfatını, etmeyenler de cezasını görecektir. Aklı olanlar bundan ibret alıp kıyamet günü nadim olmayacakları bir amel yapmalıdırlar.

67

«O gün müttekîlerin dışında dostlar birbirine düşman olurlar.»

Kıyamet günü mü’minlerden başkası birbirlerine düşman olurlar. Ancak Allah'ın müttekî kulları o gün dost olur ve birbirlerinin lehine şehadet ederler. Dünyada içki, kumar ve gayr-i meşru yollarda arkadaşlık kuranlar, dost olanlar, kıyamet günü düşman olup birbirlerini suçlayacaklardır. Aklı olanlar bundan ibret alıp kıyamet günü birbirini suçlayacak ve davacı olacak dostlar edinmemelidirler. Birbirlerinin lehine şahitlik edecek dostlar edinmelidirler.

Abdullah İbn Ömer üç çeşit dost olduğunu söylemiştir. Bunların her biri birbirinden üstün dostlardır. Kişi ölüm anında bunlardan birincisine gider «benim başıma böyle bir olay geldi, bana yardımcı ol ne olur?» der. O dostu «Bu mevzuda benim sana hiçbir yardımım olmaz, sen diğer dostlarına git, onlardan yardım iste» der. Bunun üzerine ikinci dostuna gider ve «Benim başıma böyle bir hal geldi, ne olur bana yardım et» der. İkinci dostu da «Ben seninle beraber bir yere kadar giderim, oradan geri dönerim, seni yalnız bırakırım» der. Ondan da bir netice alamayınca üçüncü arkadaşına gider ve «Ey dostum, benim başıma böyle bir hal geldi, ne olur bana yardımcı ol» der. O «ben her zaman seninle beraberim, hiçbir zaman senden ayrılmam. Çünkü beni kazanan sensin» der.

Birinci dost maldır. Ölümle beraber sahibinden ayrılır, mirasçılara kalır. Onlar, bunu istedikleri gibi sarfederler. Sahibini hiç tanımaz, bilâkis ona yük olur. Şayet haram yoldan kazanılmışsa sahibinin hakkında davacı olur. İkinci dost aile efradı, hısım-akrabadır. Bunlar da kabrin başına kadar giderler ve oradan geri donarlar, bir saat bile onu kabirde beklemezler. Hemen geri dönerler. Birinci dost maldır. Ölüm esnasında sahibinden ayrılır, onu hiç tanımaz, bilâkis sahibine yük olur. İkincisi aile efradı, hısım akraba ve çoluk çocuktur. Onlar da kabrin başına kadar gider, oradan geri dönerler. Üçüncü dost ameldir. O hiç sahibinden ayrılmaz, onunla kabre girer. Bu, ister sâlih amel olsun, ister kötü amel olsun sahibi ile kabre girer. Salih amel olursa sahibine şefaat eder, kötü amel olursa sahibinin aleyhine döner. Aklı olanlar bundan ibret alıp, kendi lehine şehadette bulunacak amel etmelidir. Bu âyetin mânâsından Hazret-i Ali'ye sorarlar, o bunu şöyle izah eder:

Mü’minlerden biri öldüğü zaman diğeri onun arkasından dua eder. O da öldüğü zaman kıyamet günü buluşup birbirlerini medh ü sena ederek, biri diğerine «Sen ne güzel dostsun, beni hiç unutmadın» der. Kâfirler ise kıyamet günü birbirlerini suçlayarak, birbirlerine «sen ne kötü arkadaşsın, beni bu duruma sen düşürdün» derler ve birbirlerinden kaçarlar. Mü’minlerin hem dünyada, hem de âhirette birbirlerine faydaları vardır. Yüce Halik onları medh ü sena etmiştir.

68

«Ey kullarım, bugün size korku yoktur. Ve siz üzülecek de değilsiniz.»

Yüce Halik kıyamet günü mü’min kullarına hitap edip şöyle diyecektir: «Ey kullarım, bugün size korku yoktur. Ve siz üzülecek de değilsiniz.» Kıyamet günü mü’minler Rableri tarafından işte böyle mükâfatlandırılacaklardır. Bu, onların iman ve amellerinin karşılığıdır. Çünkü Hâlik-ı Mutlak, iman eden kullarına iki korkuyu tattırmaz. Biri dünyada Allah korkusu, diğeri de kıyamet günü cehennem korkusudur. İman edip sâlih amel işleyerek Allah'tan korkanlar, âhirette felah bulurlar.

69

«Onlar ki, âyetlerimize iman etmiş ve müslüman olmuşlardır.»

Onlar, Allahü teâlâ’nın âyetlerine iman edip müslüman olmuşlardır. Böylece ebedî mutluluğa kavuşmuşlardır. İşte onlar için kıyamet günü ne korku ve ne de keder vardır. Onlar ebedi mutluluğa kavuşacaklardır. Zira onlara büyük mükâfatlar vardır.

70

«Siz ve eşleriniz ağırlanmış olarak cennete girin.»

Kıyamet günü mü’minlere «siz ve eşleriniz ağırlanmış olarak cennete girin» denecektir. Onlar altlarından ırmaklar akan köşklere girecekler ve her istedikleri önlerine gelecektir. Onlar cennette ebedî olarak sürür içinde yaşayacaklardır. Bu, onların iman ve amellerinin karşılığıdır.»

71

«Onlara altın kadehler ve tepsiler dolaştırılır. Canlarının istediği ve gözlerinin hoşlandığı her şey oradadır. Ve siz orada ebediyen kalacaksınız.»

Allahü teâlâ sâlih kullarını mükâfatlandırmak için cennetine koyacak ve orada altın kadehler ve tepsiler içinde çeşitli taamlar ve içecekler sunulur. Canlarının istediği ve gözlerinin hoşlandığı her şey onlarındır. Mü’minler orada ebedi kalacaklardır. Bu, onların iman ve amellerinin karşılığıdır.

72

«İşte o cennet ki işlediklerinize karşılık size miras kılındı.»

73

«Orada sizin için bol bol meyveler vardır. Onlardan yersiniz.»

Ey iman edenler, yapmış olduğunuz sâlih amellere karşılık cennet size miras kılınmıştır. Orada sizin için bol bol rızıklar, çeşit çeşit meyveler ve zevceler vardır. Onların her birinden istifade edersiniz. Her istediğiniz önünüze getirilir. İşte bu, sizin iman ve amelinizin karşılığıdır. İman edenler mükâfatını, etmeyenler de cezasını «örecektir.

74

«Muhakkak ki mücrimler cehennem azabında ebedî kalıcıdırlar.»

75

«Azablarına ara verilmeyecek ve orada tamamen ümitsiz kalacaklardır.»

Kâfirler, Allahü teâlâ’nın âyetlerini ve peygamberlerini inkâr ettikleri için ceza olarak cehennemde ebedi kalacaklardır. Onların azabı kesilmeyecektir. Ve Allah'ın rahmetinden tamamen ümitlerini keseceklerdir. Zira bu, onların inkâr ve küfürlerinin cezasıdır. İşte iman etmeyenler böyle cezalandırılacaklardır.

76

«Biz onlara zulmetmemiştik ama, onlar zalim kimselerin kendileriydiler.»

Allahü teâlâ hiçbir kuluna zulmetmez. Ancak kibir ve inatları yüzünden iman etmeyenler kendi nefislerine en büyük zulmü yapmışlardır. Çünkü iman etmeyenlerin yeri ebedî cehennemdir. İşte bu, onların inkâr ve zulümlerinin karşılığıdır. Kendilerine zulmedenler mutlaka cezalarını göreceklerdir. «Biz onlara zulmetmemiştik ama, onlar zalim kimselerin kendileriydiler.» buyurulmuştur. Bu da gösteriyor ki, Allah kuluna asla zulmetmiyor, zulmü kul kendisine yapıyor.

77

«'Ey nöbetçi, Rabbin hiç olmazsa bizi ölüme mahkûm etsin' diye çağırırlar. O da 'siz böyle kalacaksınız' der.»

Kıyamet günü kâfirler cehennemin azabını gördükleri vakit kendilerinden geçip akılları başlarına gelince hep beraber cehennemin bekçisine yalvararak şöyle nida ederler: «Ey nöbetçi, Rabbin hiç olmazsa bizi ölüme mahkûm etsin. Biz de yok olup bu azabtan kurtulalım, bu azaba biz dayanamıyoruz.» Cehennemin bekçisi onların bu isteklerine şöyle cevap verir: «Siz ebediyen bu azabı çekip böyle kalacaksınız. Sizin için asla buradan çıkış yoktur.» O gün kâfirlerin bütün istekleri reddedilecek ve cehennemde ebedî kalacaklardır, İbn Abbas'ın rivayetine göre, kâfirler bin yıl cehennemin bekçisine yalvaracaklardır. Onların bu isteklerine bin yıl cevap verilmeyecektir. Ancak bin yıl sonra «Siz burada ebedi kalacaksınız. Bu, sizin inkâr ve zulmünüzün cezasıdır» denecektir. Onlar bu cevabı aldıktan sonra her şeyden ümitlerini keseceklerdir. Kâfirler cehennemde ebedî kalacaklarını öğrenditen sonra kendilerine şöyle nida dilecektir.

78

«Yemin olsun ki, size gerçeği bildirdik. Fakat çoğunuz hakkı hoş görmüyordunuz.»

Kâfirler kıyamet günü cehennem azabını tattıkları zaman feryad edip o azabtan kurtulmak isteyeceklerdir. İşte o zaman kendilerine Yüce Halik şöyle nida edecektir: «Yemin olsun ki, size gerçeği bildirdik. Fakat çoğunuz hakkı boş görmüyordunuz.» Dünyada iken onlara peygamberler gelip hakkı tebliğ ederek kendilerini imana davet etmiştir. Fakat onlar aşla bu daveti kabul etmeyerek Allah'ın âyetlerini inkâr edip, peygamberlerini yalanlamışlardır. İman etmedikleri için inkâr ve zulümlerinin cezasını çekmek üzere cehennemde ebedî kalacaklardır. Bu, onların inkâr ve küfürlerinin cezasıdır. İman edenler mükâfatını, etmeyenler de Allah katında cezasını görecektir.

79

«Yoksa bir işe mi karar verdiler? Doğrusu biz de kararlıyız.»

Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Mekkeli müşriklerin toplanıp her türlü karan aldıkları, «Dârünnedve» dedikleri bir meclis binaları vardı. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e Peygamberlik geldikten sonra putlara tapmanın bâtıl olduğunu, ibadetin ancak Allahü teâlâ'ya yapılacağım söyleyip onları imana davet edince, müşrikler kendisine çok kızarlar, bu işten vazgeçmesi için birçok girişimde bulunurlar. Fakat Allah Resulü onların baskısına aldırmayarak Hak dini yaymaya devam eder. Allah Resulünün İslâm'ı yaymasından endişelenen müşrikler bir an önce onu aralarından yok etmek isterler ve ismi geçen meclis binalarında gizli bir toplantı yaparlar. Bu toplantının öncüleri Ebû Cehil, Ömer ve Ebû'l-Buhterî'dir. Buradaki alacakları kararın çok gizli kalmasını ve yaptıkları konuşmaların da fısıltı şeklinde olmasını kararlaştırırlar. Bu konuşmalar gizli yapılmadığı takdirde Muhammed'in Tanrısının işitip ona haber vermesinden korkarlar. Bu şartlar altında toplantı başlar. Toplantıya şeytan yaşlı bir insan suretinde iştirak eder. Onlar bunu görünce aralarından çıkarmak isterler, o «Ben bugüne kadar sizin hiçbir sırrınızı açığa vurmadım ve size bir kötülüğüm dokunmadı, bugün de dokunmaz- diyerek aralarında kalmayı sağlar. İçlerinden birisi -Muhammed! tutup bir eve hapsedelim, kapısını da birlikte yapalım, ölene kadar kalsın» der. İhtiyar kılığına giren şeytan buna itiraz ederek şöyle der: «Bu olmaz, zira onun akrabası çoktur, gelip onu hapsettiğiniz yerden çıkartırlar- cevabını verir. Bunun üzerine bir başkası «Muhammed'i ıssız bir yere götürelim, orada vahşi bir deveys bağlayalım, onu koşturalım, deve koşarken Muhammed ağaca ve taşa çarparak ölür, böylece de ondan kurtulmuş oluruz» der. O yaşlı bunu da kabul etmez, O'nun akrabası çoktur, size savaş açar, onlarla başa çıkamazsınız» der. Onlar adamın dediklerini kabul ederek tecrübeli ve görgülü olduğunu söylerler.

Bu defa Ebû Cehil, «Gelin her kabilenin gençlerinden birer delikanlı seçelim, bunların ellerine birer kılıç verelim, hepsi birden Muhammed'e saldırsınlar ve bir anda onu öldürsünler. Bu arada kimin öldürdüğü belli olmaz, böylece ondan kurtuluruz. Akrabası da bu kab'lelere savaş açamaz, ancak diyetini istemek zorunda kalır. Biz de onlara yüz deve verir, böylece meseleyi halletmiş oluruz» der. İhtiyar kılığındaki şeytan bunu tasvip ederek «işte en uygunu budur» diyerek onları Allah Resulünü öldürmeye teşvik eder ve aralarından ayrılıp gider. Bunun üzerine Yüce Halik bu âyeti inzal ederek «yoksa bir işe mi karar verdiler? Doğrusu biz de karar veririz» buyurmuştur.

80

«Yoksa kendilerinin sırlarını ve gizli konuşmalarını işitmiyoruz mu sanıyorlar? Hayır, böyle değil. Yanlarındaki elçilerimiz yazmaktadır.»

Kâfirler gizli konuşmalarını ve sırlarını Allahü teâlâ'nın işitmeyeceğini mi sanıyorlar? Allah göğüslerde gizleneni de, sırları da, gizli konuşmaları da bilir. O'nun bilgisinden hiç bir şey gizli kalmaz. İnsanların sağ ve sol omuzlarındaki «Kiramenkâtibîn» melekleri de yaptıkları bütün amelleri ve konuşmaları yazar. O, bunu şöyle beyan ediyor: «Yoksa kendilerinin sırlarını ve gizli konuşmalarını işitmiyoruz mu sanıyorlar? Hayır, böyle değil. Yanlarındaki elçilerimiz yazmaktadır.»

81

«De ki: Eğer Rahmân'ın çocuğu olsaydı, kulluk edenlerin ilki ben olurdum.»

Eğer Hâlik-ı Zülcelâl'in çocuğu olsaydı, O'na çocuk olmaya lâyık olanların ilki Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) olurdu. O, bunu sevgili Peygamberine şöyle beyan ediyor: -Ey Muhammed, kâfirlere de ki: Eğer Rahmân'ın çocuğu olsaydı, kulluk edenlerin ilki ben olurdum.» Yüce Halik her şeyden münezzehtir. O'nun oğlu, kızı, eşi, benzeri, ortağı ve yardımcısı yoktur. O, yaratıcıdır, her şey O'na muhtaçtır. O, hiç bir şeye muhtaç değildir.

82

«Göklerin ve yerin Rabbi, arşın Rabbi onların tavsiflerinden münezzehtir.»

Ey insanlar, göklerin, yerin, arşın ve bu ikisi arasındakiler in Rabbi, Halikı, Mâliki olan Allah her şeyden münezzehtir. O'nun ortağı, benzeri, yardımcısı, eşi yoktur. O, kâfirlerin vasfedegeldiklerinden münezzehtir, yücedir.

83

«Bırak onları, kendilerine vaadedilen güne ulaşıncaya kadar dalsınlar, oynayıp dursunlar.»

Yüce Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ey Rasülüm Muhammed, kâfirleri bırak kendi hallerine. Onlara vaadedilen güne ulaşıncaya kadar dalsınlar, oynayıp dursunlar.» Çünkü onlar inkârlarının ve zulümlerinin cezasını göreceklerdir. Kendilerine ölüm gelip çatana kadar oynasınlar, oyalansınlar.

84

«O'dur gökte de ilâh, yerde de ilâh. O, yegâne hüküm ve hikmet rahibidir, hakkiyle bilendir.»

Göklerde ve yerde Allah'tan başka ilâh yoktur. İbadete lâyık olan da ancak O'dur. O, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir. Hakkıyle bilen, gören ve işiten O'dur. Göklerin ve yerin tasarrufu O'nun elindedir. O'ndan başka ilâh yoktur.

85

«Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların mülkü kendisine ait olan Allah ne yücedir. Kıyamet saatini bilmek O'na mahsustur. Ve hepiniz O'na döndürüleceksiniz.»

Allah, kâfirlerin vasfettiklerinden münezzehtir. O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin sahibi, mâliki, besleyeni, rızıklandıranı ve koruyanıdır. O, bütün noksan sıfatlardan münezzehtir. Har şey: besleyen, rızıklandıran ve tanzim eden O'dur. Kıyamstin ne zaman kopacağını da ancak O bilir. Ey insanlar, hepiniz O'na döndürüleceksiniz. İşte o zaman iman edip nimetlerine şükredenlor mükâfatını, iman etmeyenler de cezasını görecektir. Azaba uğrayanlar küfür ve zulümlerinin cezasını göreceklerdir. Zira kıyamet günü hiç k’ınseye zulmedilmez. Ancak herkese amelinin karşılığı verilir.

86

«O'ndan başka tapındıkları şeyler şefaat edemezler. Ancak hakikate şehadet edenler bunun dışındadır. Ve onlar bilirler.»

Kâfirlerin taptıkları putlar kıyamet günü kendilerine şefaat edip onları asla cehennem azabından kurtaramazlar. Ancak Allahü teâlâ'nın izin verdikleri kıyamet günü şefaat edecekiordir. Onlardan başkası şefaatçi olamayacaklardır. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «O'ndan başka taptıkları şeyler şefaat edemezler. Ancak hakikate şehadet edenler bunun dışındadır. Ve onlar bilirler.»

87

«Yemin olsun ki onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan «Allah» diyeceklerdir. O halde niye döndürülüyorlar?»

Yemin olsun ki kâfirlere gökleri, yeri ve kendilerini kim'a yarattığı sorulsa hemen «Allah yarattı» derler. O halde neden Allah'tan başkasına tapıyorlar? Halbuki taptıkları şeyler, bir zerreyi var etmeye veya yok etmeye kadir değildir. Hâlik-ı Zülcelâl bunu sevgili Peygamberine şöyle beyan ed'yor: «Ya Muhammed, and olsun ki onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan «Allah» diyeceklerdir. O halde niye döndürülüyorlar?»

88

«Peygamber der ki: Ey Rabbim, bunlar inanmayan bîr kavimdir»

89

«Sen onları geç. Ve «Selâm» de. Yakında bileceklerdir.»

Allah Resulü kâfirler: imana davet etmiş, onlar bu daveti kabul etmeyerek onu yalanlamışlardır. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) «Ey Rabbim, bunlar inanmayan bir kavimdir» diyerek üzüntüsünü beyan etmiştir. Hâlik-ı Zülcelâl, sevgili Peygamberini teselli için «sen onları geç. Ve «selâm» de. Yakında bileceklerdir» buyurmuştur. Kâfirler yakında inkâr ve zulümlerinin cezasını göreceklerdir. Allah katında iman edenler mükâfatını, iman etmeyenler de cezasını göreceklerdir. Zira kıyamet günü herkes amelinin karşılığını görecek, kimseye zerre kadar haksızlık yapılmayacaktır.

0 ﴿