KAF SÛRESİ "KÂF": Katâde (radıyallahü anh), Allahü teâlâ'nın isimlerinden bir isimdir, dedi. Kimileri de Kur'an'in isimlerinden bir isim derler. İbn Abbas (radıyallahü anh): yeşilliği bütün bir âlemi saran yeşil zümrüt bir dağdır, dedi. Gökyüzünün yeşil gözükmesi bundandır. O dağ hicabın (perdelerin) arkasındadır. Gün o dağı dolanır. O dağ ile o hicâb arası bin yıllık yoldur. O dağı karanlıklar kaplamıştır. Onda daha neler olduğunu Allah'tan başkası bilemez. Göklerin etrafı o dağa ulaşıktır, bitişiktir. Bâzıları da, "Kaf demek, Allahü teâlâ'nın işlerinde adaletle kâim olmasıdır," demişlerdir. Buna göre Allah'ın zerre kadar zulmü yoktur. Müfessirlerden Dahhâk (radıyallahü anh): "O, dünyayı çevreleyen halka gibi bir dağdır. Yeryüzünde hiçbir il, hiçbir ilçe ve hiçbir köy yoktur ki, onda o dağdan bir damar olmasın! Onun üzerinde görevli bir fereşteh (melek) vardır. Allahü teâlâ bir kavmi helak etmeyi dilediğinde o meleğe emreder. O da o yerin (o dağa bağlı olan) damarını çeker, böylece zelzele olur, helak olurlar." dedi. 1 "O çok şerefli Kur'an'a yemîn ederim ki, (Mekke kâfirleri Peygambere îman etmediler)." "Vav" kasem, yemin içindir. Ey Mekkeli müşrikler Şerefli Kur'an'a yemin olsun ki, muhakkak sîzler öldükten sonra elbette dirileceksiniz. Çünkü onlar "öldükten sonra dirilmeyi inkâr ediyorlardı. Bundan gerçekten korkuyorlardı. Kâf hakkı için, Kur'an hakkı için bu olacaktır. Allahû Teâlâ'nın yemîn etmesi, içlerinden bâzılarının insafa gelerek îman etmeleri içindir. 2 "Bilâkis o kâfirler, kendilerine içlerinden korkutucu (bir peygamber) geldi diye, hayrete düştüler de "Bu (korkutma), dediler, şaşılacak bir şeyi" Bu Mekke müşrikleri yalnız "Öldükten sonra dirilmeyi" inkâr etmekle kalmadılar. Asıl onların hayret ettikleri şey: Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) bizim neslimizden biri. Bu nasıl olurda bizim başımıza buyruk Peygamber olur? Halbuki herşeyin hükmü, bu hükmü dilediği gibi kullanma hikmeti Allah'ın kudretindedir. Kimi isterse onu şerefli kılar. Aziz eder. Kimi de dilerse onu zelil (şerefsiz) eder. Ve yine buyurdu ki: 3 "Öldüğümüz ve bir toprak olduğumuz vakit mi (tekrar) hayata dönecek misiz? Bu, (İhtimalden) uzak bir dönüştür." Bu kâfirler Allah'ın kudretini inkâr ederek dediler ki: Demek, biz toz-toprak olduktan sonra tekrar diriltileceğiz? Gerçekten bu, tasavvuru bile uzak bir ihtimaldir. Olması asla mümkün değildir. Halbuki hiçbir akıl-basîret yoktur ki, hiç yokken ana rahmine yerleştirilen bir nütfe (erlik suyu) ile insanın doğması, inkâr edilemez bir gerçektir. Bu, öldükten sonra dirilmeyi anlamaya bir örnektir. Bunu iyi düşünenler inkârı bırakırlar. Hak teâlâ buyurdu ki: Bu kâfirlerin düşündüğünü biz bilmez miyiz? Ki toza-toprağa karıştıktan sonra, tekrar diriltmemizi mümkün görmezler! Yer, onların damarlarını, sinirlerim etlerini çürüttüğünde, "acem-ül zenb" denilen (el-'us'us) diye bir kemik vardır ki buna "kuyruk sokumu" denir. İlk yaratılan kemik budur. En son çürüyecek olan da bu kemiktir. İnsan tekrar yaratılacağı zaman bu kemik üzerine vücut teşekkül ettirilir. 4 "Toprak, onlardan neleri (yeyip) eksilttiğini biz muhakkak bilmişizdir. Nezdimizde de (herşeyi) hıfız (ve tesbit) eden bir kitap vardır." Bizim katımızda bir "kitap" (levh-i mahfuz) vardır ki herşey, bütün olacak şeyler takdîratımız olarak onda kaleme alınmıştır. 5 "Hayır, onlar, kendilerine hak (Kur'an) gelince (onu) tekzip ettiler. Şimdi onlar şaşırmış bir haldedirler." Bilakis onlar, hak kendilerine gelince yalanladılar. Şimdi onlar şaşırmış bir haldedirler. Kur'an veya Peygamber gelince, müşrikler bunlar hakkında çelişkili görüşler belirterek "büyü, büyücü, şiir, şair, kehânet, kahin" gibi ifadeler kullanmışlardı. Ayet yalanlayanların bu tutumlarına işaret etmektedir. Yani, bil ki, bu kâfirlerin inadı o noktaya erişti ki, öldükten sonrayı inkâr ettiler. Bununla da kalmadılar. İndirilen Kur'an'ı ve gönderilen Easûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) de inkâr eylediler. Halbuki bunların (ba'sin, Kur'an'ın ve Peygamberin) hepsi haktır. Kureyş kavmi çelişkili sözler söylüyorlar. Davranışlarında da tezat vardır. Bu bakımdan gönülleri de ızdırap içindedir. Ayrıca kararsızdırlar. Hak teâlâ onlara "ölümden sonra dirilmeye" delil olsun ve ayrıca Kudretini-Vahdaniyetini göstersin diye yerin-göğün yaratılışını örnek vermiştir. Akl-ı selîmi olan bu gerçeği kavrar. 6 "Üstlerindeki göğe bakmadılar mı, onu nasıl binâ ettik. Onu (yıldızlarla) nasıl donatdık. Onun hiçbir gediği de yok" 7 "Yere de (bakmadılar mi?) onu (nasıl) döşedik. Ona (nasıl) sabit dağlar koyduk. Onda her sınıfdan içe ferah verici (ne) çiftler bitirdik!" "Yeryüzü de döşedik ve ona sabit dağlar koyduk. Orada gönül açan her türden (bitkiler) yetiştirdik." Gök, küre şeklinde görünürken görme alanı içinde yeryüzü de onun altında ufka doğru özel bir uzama şekli île uzanmış görünür ve böyle görünmesi onun da bir küre olduğunu akıl ve delil ile anlamaya engel değildir. Ölümden sonra onları ve herşeyi tekrar dirilteceğimizi havsalalarına sığdıramayanlar dikkat etsinler, üzerlerinde direksiz duran (......) olan gökleri Biz Azimüşşan nasıl yarattık? Bunu düşünmezler mi? Onu yıldızlarla süsleyen de Biziz! Böylece gece Ay olmadığı zaman korkusuzca onların ışığında yol alalar. Biz onu öyle yarattık ki, ne yangı, ne deliği ve ne de boşluğu vardır. Altlarında olan üzerlerinde yürüdükleri, çiğnedikleri yeryüzüne hiç ibret bakışıyla bakmazlar mı? Biz onun üzerinde yüce dağlan çivi gibi yerleştirdik. Böylece yeri sabit tuttuk ki, üzerinde yararlansınlar diye. Yine biz o yerde binbir çeşit bitki ihsan eyledik ki gıdalansınlar diye. 8 "(Biz, bütün bunları) tâatımıza dönen her kulun kalp gözünü açmak (ona) İbret vermek için (yaptık)" Yerde-gökte bu yarattığımız sayısız varlıkları, Tevhîd üzere olan ihlâsla Bize itaata devam eden kullarımız içindir. Asıl onların faydalanmalarını dileriz,.. 9 "Gökten de bereketle su indirdik de onunla bahçeler, biçilecek taneler (ekinler) bitirdik. Ve tomurcukları birbiri üstüne binmiş uzun boylu hurma ağaçları (yetiştirdik). Ki (bunlar kullarına rızık olmak için (yaratılmışlardır). Biz onunla (o su ile) ölü bir toprağa can verdik. İşte (kabirden) çıkış da böyledir." 10 «Birbirine girmiş, küme küme tomurcukları olan uzun boylu hurma ağaçları yetiştirdik» 11 «Kullara rızık olması için. Ve o su ile ölü toprağa can verdik. İşte hayata yeniden çıkış da böyledir.» (Su ile, ölen toprak canlanıyor, ağaçlara taze bir hayat geliyor, bitkiler yerden çıkıyor. İşte insanlar da kabirlerinden öyle çıkacaklardır). Göklerden indirdiğimiz yağmurun bereketi çoktur. Bütün canlıların yaşantısı onurdadır. Yağmurla çeşit çeşit bahçeler bağlar bitirdik ki size ve hayvanlara erzak-gıda ola. Yüce yüce hurma ağaçlan bitirdik. Onun kat kat biribiri üzerine binmiş, toplanmış taneleri vardır. Yiyenlere lezzet verir. Hepsini Biz kullarımıza rızık olmak için yarattık. Yesinler de Bize şükretsinler diye. Yağmuru da indirdik ki ölü olan toprak, kuru şeyler canlansınlar. Çeşit çeşit bitkiler ve renk renk çiçeklerle onu süsledik, terütâze kıldık ki, gören kişilerin gönüllerine bir ferahlık versin. Dikkat edilirse hepsi de topraktan oluşur. Bunca yıldır bunları yaratmağa Kaadir olan Allah onları da topraktan tekrar diriltmeye elbette kaadirdir. Nitekim yağmur suyu ile bu ölmüşleri yerden bitirip çıkarır... Bütün canlılardan ve insanlardan yeryüzü boşalır. Yer issiz kalır. O zaman Hak teâlâ gökyüzünde görevli meleklere emreder: Kırk gece-gündüz "insan menîsi gibi" yağmur yağdırır. Yer onları emer. Sonunda insanların etleri, siniden ve kemikleri teşekkül eder (insanın ölmeyen o kuyruk sokumu kemiği etrafında) hepsi toplanır. Tekrar yaratılış gerçekleşir. Kabirlerden çıkmanın, öldükten sonra dirilmenin anlamı budur. Bundan sonra, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hatırını almak ve kâfirlerin verdikleri zahmetlere sabretmesini sağlamak için şöyle buyurdu: 12 «Onlardan evvel Nûh kavmi, Rees yârânı, Semûd (kavmi) de tekzip ettiler.» 13 «Ad, Firavun ve Lûtun ihvanı.» 14 «Eyke yârânı ve Tübba kavmi dahi (tekzip ettiler). Herbiri peygamberleri tekrîp ettiler de benim tehdîdim (onlara) hak (vacip) oldu.» "Onlardan önce, Nuh kavmi Res halkı ve Semüd de yalanlamıştı.' Ya Muhammed! Kavminin seni yalanlamalarından dolayı gönlün daralıp üzülmeyesin. Senden önce Nuh'u da, kavmi yalanladılar. Ashâb-ür-rees de peygamberlerini yalanladılar. Bunlar Yemâme tarafında yaşayan bir kavimdir. Peygamberlerine, "kuyuya atarak" zulmettiler. Semûd kavmi de Hazret-i Salih (aleyhisselâm)'i yalanladılar. Tübbâ' kavmi, himyerilerdir. Onlar da peygamberlerini yalanladılar. Ebû Muâz'in rivayetine göre Abdullah ibn Abbas (radıyallahü anh) Abdullah ibn Selâma gelir ve Tübba' kavminden sorar. Abdullah ibn Selâm da şöyle cevap verdi: "Halk üzerine zahir olan Araptan bir kişidir O, Himyerîlerden bir grup genci esir aldı. Onlarla konuşmaya başlardı. Kavmi 'Tübba sizin dininizi terketti. Bu gençlerin dinine uydu," diye söylendiler. O gençler şöyle bir şeyi teklif ettiler: "Bir ateş yakalım. Ona girelim. Hangimizin dîni haksa, onun mensupları kurtulur. Bâtıl olan dîne bağlı olanlar da helak olurlar, yanarlar. Böylece ancak gerçek anlaşılır," dediler. Ve büyük bir ateş yaktılar. Tübba' o boyunlarına Mushaflarını takmış olan o yiğitlere: "Ateşe giriniz", dedi. Onlar da tereddütsüz ilk önce ateşe, boyunlarında hamail gibi sayfalar olduğu halde, girdiler. Ateş ikiye yarıldı. Onlara yol açıldı. Yanmadan öbür yandan çıktılar. Tübbâ: Şimdi de sizin girmeniz gerekir" dedi. Girdiler. Ateşin ortasına varınca ateş onları çepeçevre sardı ve kömür gibi onları kapkara hâle getirdi. Tübba' bu manzarayı görünce derhal müslüman oldu. Salih ameller işlemeye başladı. Hak teâlâ bunları Rasûlüne bildirdi ve dedi ki: Bunların hepsi peygamberlerimizi yalanladılar. Azabımız onlara vacip oldu. Hepsini yokettik. Mekkeliler Râsûllerinini yalanlamaktan sakınsınlar, vazgeçsinler. Yoksa onları da, eskiler gibi, azabımızla imtihan ederiz. "Âd ve Firavun ile Lût'un kardeşleri de (yalanladılar)." "Eyke halkı ve Tübba' kavmi de. Bütün bunlar peygamberleri yalanladılar da tehdidim gerçekleşti.! (Ayetlerde geçen Semûd Hazret-i Salih'in Âd Hazret-i Hûd'un, Eyke Hazret-i Şuayb'ın kavimleri idiler. Burada önceki inkarcı milletlere gelen azap hatırlanarak, Kureyş'in durumundan üzülen Hazret-i Peygamber teselli edilmektedir) 15 "Ya Biz ilk yaratılışta acizlik mi gösterdik (ki tekrar diriltmekten âciz olalım)? Hayır, onlar bu yeni yaratılıştan (tekrar dirilmeden) şüphe içindedirler." Yani, bunlar, hiç yok iken biz onları yarattığımıza göre (bundan basit olan) ölümden sonra tekrar diriltmek hususunda, bizi âciz mi görüyorlar? Bir şeyin aslı ve resmi yok iken onu meydana getirmekte zorluk, zorlama vardır. Önceden bir aslı-resmi olan bir varlığın O şekil üzerine tekrar teşekkül ettirilmesi, terkibedilmesi daha kolay bir iştir. Kaldı ki Allahü teâlâ için bunların hiçbirisinin zorluğu yoktur. Emretmesi yeter. Öldürtmek dilerse öldürür. Diriltmek dilerse diriltir. Onun Kudretinde "acizlik" yoktur. Mekkeliler durumlarında hiçbir değişiklik yapmadan "ölümden sonra dirilmeyi" inkâr ettiler. 16 "Yemin olsun, insanı biz yarattık. Nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu da biliriz, (Çünkü) biz ona şah damarından daha yakınız." Öncelikle insanı yarattık. İnsanoğlunun gönlüne düşeni biz biliriz. İlmimizle -boyun damarları nasd' boyunlarına yakınsa- Biz onlara ondan da yakınız. Boyun damarına "ruh damarı"da denir. Bu yakınlık bundandır. Ne dediklerini biliriz. Hiçbir isleri Bize gizli değildir. 17 "Hatırla ki (insanın) hem sağında, hem solunda oturan, onun amellerini tesbit etmekte olan iki (melek) vardır. O bir söz atmaya dursun, mutlaka yanında hazır bir gözcü vardır." İnsanoğlu bir söz söyler söylemez, biri sağında, biri solunda duran iki melek hemen onu yazarlar. Hayır olsun-şer olsun onlar aksama dek yazarlar. Akşam olunca o iki melek defterlerini alırlar ve 'Allah'a arzetmeğe giderler. Onları biri sağında, biri solunda görevli gece melekleri izlerler. Hayır veya şer gece ne söylerse insanın bu sözlerini hemen yazarlar. Sağındaki fereşteh (melek) solundaki meleğe âmirdir. Günah işlediği zaman soldaki görevli melek hemen yazmaz. Altı saat bekler. Kul tevbe ederse günahı yazılmaz, bağışlanır. Yoksa bir günah yazılır. Aklı-fîkri olana şu yaraşır: Defterine neler yazıldığını gözönüne alır. Gündüzden Allahü teâlâ'ya hangi defteri gönderiyor. Kurtuluşuna mı sebeb oluyor, yoksa helâkma mı? Eğer yüzünü ağartacak amellerle dolu ise mutluluk onun içindir. Eğer kendisinin Allah katında, bütün enbiyâ, evliya, yer-gök ehli arasında rüsvay olmasını istemiyorsa, yüzünün kararıp, başının günahın mahcubiyetinden eğik kalmasını istemiyorsa, "tevbe suyu" ile günahlarına fırsat kaybolmadan pişman olsun, vazgeçsin, Allaha az günahlı defterler yollasın. Böylece yann hesap gününde dili dolaşıp cümle varlıklara rüsvay olmasın. 18 "İnsan hiçbir söz seylemez ki, yanında gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın." 19 "(Birgün bakarsın ki) ölüm baygınlığı gerçek olarak gelmiş, 'İşte bu, senin kaçıp durduğun şey (denilmiş) dir." Hak teâlâ geleceği "geldi" diye haber verdi. Zîra, bir şeyin gelmesi kesin ise, onun olmasında şüphe olmaz. Sanki önce olmuş gibidir. Ölüm hastalığı (sekeratülmevt) şüphesiz gelecek. Bugün veya yarın olmuş pek birşey değişmez. O gün gelip çattığında ya "saadet" (kurtulmuş), ya da "şekavet" (kaybetmiş) olur insan... Bu iki halden biri ölüm ânında meydana gelir. O kimseye "İşte sen hep bu akıbetten kaçardın! Ondan korku ile kaçtıkça başına geldi, denir. 20 "Sûr'a üfürülmüstür. İşte bu, tehdidin (gerçekleştiği) gündür. " 21 "(O gün) herkese, beraberinde sürücü ve şâhid (iki melek) bulunduğu halde, (mahşere) gelmiştir." Müfessirlerin açıklaması Ayette geçen "sürücü" ve "şahitler"in iki melek oldukları, birinin mahşere sevketmekte, diğerinin de amellere şahitlik etme görevini yerine getirdikleri söylenmiş; ayrıca "şahit" hafaza meleklerinden sayılmıştır. Bir yoruma göre de "sürücü" kötülüğü yazan melek, "şahit" iyiliği yazan melektir." Ölümden sonra geri kalkmak, diriltmek için Sûr'un çalınmasından sonra, O âsilere vadolunan azaplarla o mûtflere vaadolunan sevapların gerçekleşeceği gündür. O günde her nefis mahşer yerine sürülür. Beraberinde şeytanlar ve tanıklar olan melekler vardır. Gece gündüz Hayır-şerri üzerlerinde işledikleri yerler de ona tanıklık ederler. Onları cennete veya cehenneme sevkeden görevliler vardır. Her nefsin günah işleyerek değerlendiremediği ömrüne pişman olacağını önceden haber vererek Allahü teâlâ şöyle buyurdu. Beraberinde şaytanlar ve tanıklar olan yazıcı melekler vardır. Gece ve gündüz hayır-şerri yazarlar. Şüphesiz ki her insan günahının ve sevabının karşılığını alacaktır. Onları cennete veya cehenneme sevk eden görevli melekler vardır. İnsanlar yaptıklarının karşılığını muhakkak alacaklardır. Cenab-ı Allah insanlara ayetlerle şöyle buyuruyor: 22 "Yemin olsun ki sen (dünyada) bundan gaflette idin. İşte senden (gaflet) perdeni kaldırıp açtık. Bugün gözün (ne kadar) keskindir!" Ey bîçâre insanoğlu! Sen bugünün gelip çatacağından gafildin. Haber verenleri yalanladın. İman etmedin. Dünyadaki gerçekleri göstermeyen gaflet perdelerini gözünden açıverdik. Bugün apâşikâr gördün. Şüphe perdesi kaldırıldı. Hayır-şer sana tam gösterildi. 23 "Onun yanında olan (melek) der ki: "İşte yanımda (yazılı) olan şey karşındadır." 24 "(Ey iki melek, hakka karşı) alabildiğine inadeden, hayra bütün hızıyla engel olan, zâlim, şüpheci her nankörü atın cehenneme!" 25 "(Ey iki melek, hakka karşı) alabildiğine inadeden, hayra bütün hızıyla engel olan, zâlim, şüpheci her nankörü atın cehenneme!" 26 "Allah ile beraber başka ilâh edineni, şiddetli azaba birlikte atın!" O melek ki, onun yaptıklarını yazardı. O defteri dürüp Allahü teâlâ'ya sundu. Dedi ki: "Yarabbi! Bu beni kendisinin yaptıklarını yazmaya görevli kıldığın kişidir. Onu getirdim." Yüce Allah o iki meleğe emreder ve: "Onu ve her kâfiri cehenneme atın! Onlar bizim Vahdaniyetimizi inkâr ettiler. Peygamberimizi ve kitabımızı yalanladılar. Haktan yüzçevirdiler. Kendi nefislerine uydular, zulmettiler. Cimrilik gösterdiler, İslama gelmediler. Böylece zâlim, hâin oldular. Birliğimizden şüphe eylediler. Bizim mülkümüzde bize ortaklar koştular Onu kendilerine Mâbud saydılar. Bırakın onları o cehenneme ki dünyada yaptıklarının tadını (!) çıkarsınlar." Bunu işiten o cehennemlikler: "Bizi ancak şeytan azdırdı" dediler. 27 "Arkadaşı (olan şeytan): "Ey Rabbimiz! Onu ben azdırmadım. Fakat o, (zâten haktan) uzak bir sapıklık içinde idi" dedi." Dünyada onun yakını olan o şeytan: Yârabbî ben bunu azdırmadım. Bilâkis kendisi Haktan uzaklaştı ve azgınlıklara düşmüştü. Böylece bunlar Allah'ın huzurunda biribirleriyle çekişirler. 28 "Allah buyurur: "Benim huzurumda çekişmeyin. Ben size önceden uyarı tehdid göndermiştim." 29 "Benim yanımda söz değiştirilmez. Ben kullara zulümkâr da değilim." Hak teâlâ buyurur ki: Ey şeytan ona uyan insan! Benim huzurumda çekişmeyin. Ben size bundan önce kitap göndermiş ve hep olacak şeyleri bildirmiştim. Bu çekişmenin faydası yoktur. Benim hükmüm, takdirim elbette değiştirilemez. Ben Azîmüşşan kimseye asla zulmetmem. Ben bunların ne kadar sapık olduklarını "ezelî ilmimle" bilirim. Ve nice kişileri yoldan çıkardılar. Bunun karşılığı olarak cehenneme atılacaklar. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle dediğini Ebû Salim rivayet ediyor: "Sizden hiçbir kimse yoktur ki, onunla bir cinnî (şeytan) ile bir melek yoldaş olmasın. Sahabeler: "Ey Allah'ın Rasûlü senin için de durum aynı mıdır?" Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Evet, var. Ancak Hak teâlâ bana yardım eyledi ve o cinnim de müslüman oldu. Bana ancak hayır şeyler söyler" dedi. 30 "O gün cehenneme: "Doldun mu?" diyeceğiz, o da 'daha var mı?' diyecek." Hak teâlâ cehennemlikleri oraya koyduktan sonra buyurur ki: "Ey cehennem! Seni (imansız ve tevbesiz ölen bütün günahkârlarla) dolduracağım, vaadimi tam yerine getirdim mi?" Cehennem der ki: "Daha ziyâde varsa getir!" Denilmiştir ki: Dolduktan sonra "daha var mı?" demesi, cehennemin Yaratıcılarının buyruklarına karşı gelerek isyan edenlere ve içindekilere gazaplanarak katı azap içinde olduğundan dolayıdır. Ebû Hureyre (radıyallahü anh) dedi ki: "Cehennem, dolmaya doymaz. Daha daha ister. Ona (Hak teâlâ sizi doldurmak için geçmiş kavimlerden bir kavim koyacak) deyiniz. Öyle ki bir kişilik bile yer kalmayacak. İçi daralacak. Nihayet Cehennem (yeter artık yeter!) diyerek dolar." — Cennetliklerin çeşitli nimetleriyle sefa sürdüğü görülür. Onlar şirk koşmaktan ve diğer büyük günahlardan sakınanlardır. Şu müjde de onlara: 31 "Cennet, takva sahiplerine, uzak olmayarak, yaklaştırılmıştır." "Cennet de takva sahiplerine yaklaştırılır, (onlardan) uzakta olmayacaktır." 32 "İşte size vaad olunan cennettir ki (o, Allah'ın taatına) dönen, Onun (ahkâmına) riayet eden içindir." "İşte söze vaadolunan cennettir ki (o, Allah'ın taatına) dönen, Onun (ahkâmına) riayet edenedir." Açıklama: İşte size vâdedilen cennet! Ki o, Allah'a yönelen, emirlerine riayet eden, görmediği halde Rahman'dan korkan ve Allah'a yönelmiş bir kalp ile gelen kimselere mahsustur. 33 "Çok merhamet edici Allah'a gıyabî saygı gösteren Hakkın taatına yönelmiş bir kalp ile gelen kimselere mahsustur." 34 "Selâmetle girin oraya. İşte bu, ebedilik günüdür." 35 "Orada onlara ne dilerlerse var. Nezdimizde daha fazlası da var." (Son cümlede işaret edilen nimetten maksadın "Allah'ı görme" olduğu âlimlerin çoğunluğunca ifade edilmiştir. Ayrıca ziyadelik, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, hiçbir insanın hatırına gelmeyecek sonsuz nimetler şeklinde de yorumlanmıştır.) Yâni, Cennet; Allah'ın azabını görmeden önce, ondan korkarak buyruklarını tutan o kimseler içindir. Onlar yasakladıklarından da kaçındılar Allahü teâlâya ihlâsla yönelmişler ve sürekli itaatte berdevam olmuşlardır. Onlar azaptan kurtulmuşlardır. Artık orada ölmek yoktur. Hastalık yoktur. Yorgunluk yok. Artık sonsuza dek yaşamak vardır, o cennette Onlar için "bizim katımızda dahası da var": Cemâlullâhı görmek! Bütün ikramlarımızla... Hediyelerimiz ki, bitmez-tükenmez. 36 "Biz, bunlardan, evvel nice nesilleri helak ettik ki, Onlar kuvvetçe kendilerinden daha (üstün ve) çetin idiler. (Ölümden kurtulmak için) memleketlerde delikler aramışlardı. (Fakat) firara bir (çare) var mıydı?" "Biz, onlardan önce kendilerinden daha güçlü olan, diyar diyar dolaşan nice nesilleri helak etmişizdir. Kurtuluş var mı?" Açıklama: "Diyar diyar dolaşan nice nesiller" diye tercüme edilen toplulukların dolaşmalarının sebebi, Ölümden kurtulma çarelerini aramalarıdır. Yâ Muhammed! Bu Mekkelilere şöyle! Onlardan önce birçok azgın kavmi yokettik! Onlar kendilerinden daha güçlü-kuvvetliydiler. Ticarî yolculuklarında ibret gözüyle baksınlar: Onlar Allah'ın azabından kaçarak bir sığınak bulmuşlar mıdır? Asla kurtulamamışlardır. Ticaretlerinde, seferlerinde gezip gösrünler, Allah'ın azabından kaçacak ve sığınacak yer bulamadılar ki. 37 "Şüphesiz bunda aklı olan, yahut kendisi huzur(-u kalp) içinde olarak, kulak veren kimseler için elbette bir öğüt vardır." Yâ Muhammed! Geçen ümmetlerin duçar oldukları azapları sana Kur'anla bildiriyoruz. Böylece düşünürler de ders almış öğüt dinlemiş olurlar. Kur'anı, gönülleri uyanık, akıllı ve "korku dolu bîr ruhla" dinlemiş kimseler gâfıl değillerdir. Kur'an'ı gönlü şahit olarak ve kavrayışla dinlemiştir. Asıl akıllı o kimseye derler ki, basit bir söze bile -ona candan kulak verir ve onu anlar. Ondan maksadı kavrar. Ona göre amel eder. Sonsuz mutluluk hazinesiyle zengin olur. Böyle olmazsa bitmez sıkıntılarla sonsuz yokluk kaçınılmaz olur. 38 "Yemin olsun ki biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunan şeyleri altı günde yaratmışızdır. Bize hiçbir yorgunluk da dokunmamıştır." Bu âyet-i kerîmenin nüzul sebebi şudur: Yahudiler, Allah yerleri, gökleri ve bu ikisi içindeki varlıkları yaratınca yoruldu. Yedinci günü Cumartesi Arşın üstüne bağdaş kurup oturdu. Onlar Allah'a "acizlik ve yorgunluk" nisbet ettiler. Allah ise bunları reddetti: Biz gökleri, yerleri ve ikisi içindeki canlı-cansızları hiçbir yorgunluk, acizlik olmaksızın yarattık. Biz, yorulmuyoruz ki dinlenelim. Aklı olan bunu, böyle doğru anlar. Her kim-Allah korusun- bu yahûdîler gibi düşünse ve konuşsa o gruba girer ve onlardan yazılır. Sonunda ebedî cehennemlik olur. Mü’mine vacip olan, itikadı üzerinde titizlikle durmak ve asla şüpheye düşmemektir. Böyle olmaz ise îmanında boşluklar olur. 39 "(Habibim) ne derlerse sen (şimdilik) sabret. Rabbini, güneşin doğusundan evvel ve batışından önce, hamd ile tesbih et" (Resulüm!) Onların dediklerine sabret. Güneşin doğuşundan önce de batışından önce de Rabbini hamd ile tesbih et." Yâ Muhammed! Bu Mekke kâfirlerinin seni incilterek yalanlamalarına sabret. Ne derlerse desinler, sen Rabbine hamdederek (Sübhânallah) de! Takdîs eyle, kutsallaştır. Gündoğmazdan önce "sabah namazını" kıl. Güneşin batışından önce de "öğle ile ikindi namazlarını" kıl. Gecenin bir bölümünde de "akşam ile yatsı namazlarını" kıl. Vitiri de kıl. Bütün bu vakitlerde farzlara-nâfilelere devam et. Onların acı vermelerine aldırma. Onların âkibetlerini düşün... Akıllı olan mü’mine, gece gündüzü, Allah'a itaat ile geçirmesi yaraşır. Halkın ileri-geri konuşmalarına aldırmaz. Çünkü inananları, incitenler, Kıyamet gününde ilk önce kendileri söylediklerine sonu gelmez pişmanlık içinde olacaklar. Fakat bunun hiçbir faydası olmayacak. 40 "Gecenin bir cüz'ünde ve secdelerin arkalarında da onu tesbîh et." "Gecenin bir bölümünde ve secdelerin ardından da O’nu tesbih et." (Bu âyetle de akşam, yatsı ve teheccüd namazlanyla, farz namazlarının ardından kılınan sünnet ve nafile namazlar veya vitir namazı kastedilmiştir). 41 "Nida edenin yakın bir yerden ünleyeceği güne kulak ver. O gün (bütün halk) o hak sayhayı işiteceklerdir. İşte bu, (kabirden) çıkış günüdür." Seslenenin yakın bir yerden sesleneceği güne kulak ver. (Semadan, Sûr'a üfürecek olan İsrafil (aleyhisselâm)'ın çağrısına işaret olunmaktadır). Yâ Muhammed! İsrafil (aleyhisselâm)ın Sûr'a yere daha yakın bir yerden (Beytü’l-Makdis'ten) üfleyeceği gün gelip çatmadan önce amel etmeye bak. Onu bütün varlıklar işitir. Bu, gerçektir. Olacağından hiç şek-şüphe yoktur. Canlılar kabirlerinden çıkacaklar. Hesap yerine (mahşere) gelecekler. Bir kısmı Cennete girecek. Bir bölüğü de her türlü sıkıntı yeri olan cehenneme girecektir. 42 "O gün insanlar bu sesi gerçekten işiteceklerdir. İşte bu, çıkış günüdür." (Buna göre insanlar, israfil'in ikinci Sür'a üfurüşünü işitecekler, işte bu ses ve işitme ile kabirlerinden dirilip çıkacaklardır). 43 "Öldürecek de, diriltecek de şüphesiz ki, biziz, biz. Dönüş de ancak bizedir." "Şüphesiz biz diriltir ve öldürürüz. Dönüş de ancak bizedir." Yâni, biz onları bir damla nûtfe (sperma) dan yarattık. Dünyaya getirdik. Sonra öldürdük. Ölümden sonra da dirilteceğiz. Bütün varlıklar dönüp dolaşıp bizim huzurumuza gelecekler. Gökler parça parça olacak. Yer ise içindeki mevtaları atacak, ölüler hızlı hızlı bizim huzurumuza gelecek. Bütün yaratıkları derlemek-toparlamak bizim için çok kolaydır. 44 "O gün hepsi sür'atle çıkmak üzere yer kendilerinden ayrılır. İşte bu, bize göre kolay olan bir haşirdir." 45 "Biz onların neler demekte olduklarını çok iyi bileniz. Onların üstünde bir zorba değilsin sen. Onun için benim tehdidimden korkacaklara (sadece) Kur'an ile öğüt ver." "Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'anla öğüt ver." Yâ Muhammed! Sen üzülme. Biz bunların ne dediklerini biliriz. Biz, seni ve öldükten sonra kalkışı da yalanladıklarını biliriz. Biz seni bunların üzerine musallat kılmadık. Böylece sen bunları zorla inandırasın... Biz seni inananlara, cenneti rahmetimizle vereceğimizi müjdelemen için gönderdik. Bize kavuşacağına inanmayanları da korkutman için gönderdik. Sen bildiricisin. Sen şimdilik onları sırf Kur'an ile korkut. Azabımızdan korkanlar îman ederler. Maksat böylece gerçekleşir. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Kim ki Kâf Sûresini çok okursa sekeratülmevti (can çekişmesi) kolaylaşır. |
﴾ 0 ﴿