TUR SURESİ

Mekke de nazil olmuştur. 49 âyettir.

1

"Yemin olsun Tûr'a"

2

"O Neşredilmiş kağıt (lar) içinde yazılı kitaba."

3

"O Neşredilmiş kağıt (lar) içinde yazılı kitaba."

4

"Mâmur eve."

Allah, Medâyin şehrinde bulunan, adına "Zübeyr" denilen, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'in Allah ile konuştuğu meşhur "Tür dağı"na and içiyor. Levh-i Mahfûz'da bulunan ve insanoğlunun hayır-şer olarak işledikleri amellerinin "yazıldığı kitaba" yemin ediyor. Kıyamet günü âdemoğluna amel defterleri sahîfeler hâlinde okuması için gökten gönderilecek. Buna yüce Allah yemin ediyor. Bâzdan "Yazılmış Kitabı" (Kur'an) olarak yorumluyor. Sayfalara yazılmış olan Allah kelâmıdır. Buna da and içiyor. "Beyt-i Mâmur dördüncü katta tam Kabe'nin üstüne denk gelen bir yerdir ki, günde kıyamete dek sürecek yetmişbin meleğin tavaf ettikleri mekandır, Bir meleğe ikinci defa sıra gelmez. Henüz Hazret-i Âdem (aleyhisselâm) yaratılmazdan önce onu melekler 4. gökte îmar ederler.

5

"Yükseltilmiş tavana."

6

"Dolan denize."

Şöyle denilmiştir: Allahü teâlâ yakuttan bir ev yarattı. Kabe yerine koydu. Hazret-i Âdem (aleyhisselâm) onu tavaf ederdi. Sonraki soyu da tavaf ettiler, Tufan vaktine kadar böyle sürdü. Sonra o göğe götürüldü. Melekler onu tavaf ederler. Genişliği gökle yer arası kadardır. Yerden göğe beşyüz yıllık mesafe olan "yükseltilmiş tavan"a Allahü teâlâ yemin ediyor. Arşın altında olan "bahrül hayvan"da denilen "insan menisi gibi" bir suyu olan, Kıyamet günü ölüleri yağdırarak dirilteceği bildirilen "dolmuş denize" de yemin ediyor Yüce Rabbimiz. Allahü teâlâ bunların hepsine kasem ediyor.

7

"Ki Rabbinin azabı biç şüphesiz vukûbulacaktır."

8

"Onu geri çevirecek hiç bir şey yoktur."

O isyancılar ve kâfirler için azap kesinlikle gerçekleşecektir. Bunda şüphe yoktur. O azap gerçekleştikten sonra hiçbir kimse onu durdurmaya asla güç yetiremeyecektir. Sonra o azabın ne zaman gerçekleşeceği konusunda şöyle buyurdu;

9

"O gün gök sallanıp çalkanır."

10

"Dağlar (yerinden kopup) yürür."

O gün o azap gününde gök çalkalandığı zaman orda meskûn olan melekler birbirlerinin üzerlerine dalga gibi sallanıp yıkılırlar. Dağlar da yerlerinden kopacak, havada seyredecek. Yer dümdüz olacaktır.

11

"Vay artık o gün (peygamberleri önce) yalanlayanlara!"

O yalanladıkları Kıyamet günü, başlarına o katı-acımasız azap gelecektir.

12

"Ki onlar daldıkları batıl içinde oynayıp duranlardır."

Kıyamet gününü yalanladılar. Arzularına uydular. Bâtıl işlere daldılar. Hak söz söyleyen peygamberlerle alay ettiler.

13

"O gün onlar cehennem ateşine itilip kakılırlar."

14

"(Şöyle denilecektir): İşte sizin yalan saymakta olduğunuz ateş budur."

O yalanlayarak kaçtığınız Kıyamet gününün azabı kesinlikle sizi bulacak. Cehennem bekçileri onlara: Bakın, bu dünyada iken gerçekleşeceğini sürekli inkâr ettiğiniz azab-i ilâhîdir. Bunu bildiren peygambere de (bu Muhammed sihirbazdır) dediniz, diyeceklerdir.

15

"Peki bu da mı sihir?! Yoksa siz (yine büyülendiniz de) görmüyor musunuz?!"

16

"Girin oraya! İster dayanın, İster dayanmayın. Sizce birdir. Siz ancak yapa geldiklerinizin cezasına çarpılıyorsunuz."

Şu sizi yakan ateşi "sihir midir- değil midir" bizzat tadın. Dünyada bunu haber veren Peygamberimize (sihirbaz) dediniz. Başınıza gelecek bu gerçeğe akıl erdiremediniz. Şimdi bu ateşte sonsuza dek kalacaksınız. Artık bu azaba katlanacaksınız. Sabretmeniz veya etmemeniz de bu gerçeği değiştiremez. Bugün, o ortak koştuğunuzdan, küfrünüzden ve nifakınızdan dolayı, azabı çekeceksiniz. Bunlar bize ders olsun diye bildiriliyor.

Bundan sonra da itaatli ve muttaki kulların mertebelerini beyan ederek buyurdu ki:

17

"Şüphesiz ki (fenalıktan) sakınanlar cennetler, nimetler içindedirler."

18

"Rablerinin kendilerine verdiği ile zevkyâp olarak. Rableri onları o çılgın cehennemin azabından korumuştur."

Şirk koşmaktan ve fuhşiyyâttan uzak duran muttaki kullar, bağlar ve bahçeler içindeki sayısız nimetlerle zevkleneceklerdir. Cennet meyvalarından yiyeceklerdir. Allah onlara (Cemalullah)'ı da lütfetti. Cehennem azabını onlardan uzaklaştırdı. Onları korudu.

19

"(Şöyle denilir): (İyi) amel (ve hareket) etmiş olduğunuz için afiyetle yeyîn, için"

Cennetin nimetlerinden istediğinizi yeyin. Arzu ettiğiniz meyvaları da afiyetle yeyin. Dünya nîmetlerinin -aşırı yenmesinden ve içilmesinden- meydana gelen zararı bunlarda yoktur. Dilediğiniz gibi ve istediğiniz zaman yeyiniz içiniz. Çeşitli yiyecekler, bol içecekler sizin için hazırlanmıştır. Siz dünyada benim rızamı kazanmak için ihlâsla güzel ameller yaptınız. İnsanlara yararlı işler yaptınız. Bunların karşılığı olarak Allah'ın size bir ikramıdır bu.

20

"Sıra sıra dizilmiş tahtlara yaslananlar olarak. Biz onları şahin gözlü hurilere eş yaptık."

Cennettekiler, cevahirle yakutlarla süslenmiş tahtlar üzerinde nîmetlenmek suretiyle hoş vakit geçirirler. Sıra sıra tahtlar üzerinde karşılıklı oturarak hoş sohbet ederler.

İki dost birbirini görmek istediği takdirde bu tahtlar onları götürecektir. Sohbet bittikten sonra aynı tahtlar bir binek gibi yerine geri getirecektir. Biz aynca görgülü, bembeyaz şahin gözlü eşleri onlar için hazırlamışızdır. Onlarla diledikleri gibi eğlenecekler, zevkleneceklerdir.

21

"îman edip de zürriyetlerl de îman ile kendilerine tâbi olanlar (yok mu?) Biz onların nesillerini de kendilerine kattık. Kendilerinin amelinden bir şey de eksiltmedik."

O muttaki kullar, Allah'a, Rasûlüne ve öldükten sonra kalkışa inandılar. Soy ve sopları da onları îmanla hayır ameller işleyerek izlediler. İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan rivayete göre o, şöyle demiştir: "Mü’minlerin kendilerini izleyen mü’min soyları- dereceleri aşağı da olsa- ile beraber olacaktır. Tâ ki atalarının gördükleri hoş olsun."

Sonra gelen nesilleriyle birleşirler. Onların amelî yönleri zayıf olsa bile aynı derecede birleşirler. Hiçbirinin amellerinde bir eksiklik olmaz. Mertebeleri aynı olur. Sonra gelen nesil, erginlik çağına ermeyenler, diye yorumlandı.

"Herkes kazancı karşılığında bir ipotektir."

Kıyamet gününde herkese ameline göre karşılık verilir. Allah rızası ameller işleyenlere cennette; köşkler, sarayları, tahtlar, bağlar bahçeler, ipek giysiler vardır. Gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve gönüllerden geçmeyen nimetler vardır. Onda peygamberler ile, velîler ile ve salihlerle sohbet edeceklerdir. Ayrıca "Cemâlullah" ile taltif olunacaklar.

Fâsıklık, şerbazlık ve zalimlik yapan kimseler de cehennemdeki yerlerine hazırlanıyorlar. Ateşten, dereler, köşkler ve yılanlar-çıyanlar ve katrandan giysiler arasında birbirleriyle konuşurlar. Böylece azapda "ateş içinde azap" çektiler. Hasretleri arttıkça artar.

22

"Onlara canlarının isteyeceği meyveleri, etleri de bol bol verdik."

23

"Orada birbirleriyle öyle kadeh çekiştirirler ki. Onda ne bir saçmalama ne de bir günaha sokma yoktur."

Yani, dünyada bize itaatından dolayı azabımızdan korkan kullarımıza cennette çeşit çeşit meyvalar ikram edeceğiz. Öyle ki, bütün organları ondan lezzet alacaktır. Arzuladıkları kuş ve koyun vs. etlerini de onlar derhal önlerinde hazır bulacaklardır. Cennette bir araya toplanacaklar, kadeh tokuşturacaklar ve karşılıklı sohbet ederek içki içeceklerdir. Fakat hiçbir saçmalama hali görülmez.

24

"O sedefleri içinde gizlenmiş inci gibi civanlar da kendilerine (hizmet için) etraflarında dönerler."

25

"(Cennetlikler) birbirlerine yönelip (hallerini ve amellerini) soruştururlar."

26

"(Şöyle) diyerek: Biz hakîkat bundan önce (dünyada) ailelerimiz içinde (akıbetimizden) korkanlardık."

Cennet civanları ellerinde kadehlerle ehline hizmet ederler. Her kişinin mertebesine göre hizmetçisi vardır. Onlar görgülü ve sadef içinde el dokunmamış ve göz değmemiş beyaz inciler gibi güzeldirler. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyet-i kerîmeyi okuyup "gilmân ve civânlar"ın özelliklerini açıkladı. Saîd'in Katâde'den rivayetine göre bir adam peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)' ti Yâ Rasûlallah! Hizmetçilerin özellikleri bunlar. Hizmeti görülenlerin durumu nasıl olacak" dedi, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle cevapladı: "Canimi kudret elinde tutan Allah'a yemin olsun ki onlar, (ay)'ın (yıldızlar) üzerindeki üstünlüğü gibidir. Onlar cennette karşılıklı oturup birbirlerine dünyâ hallerinden soruştururlar. Dünyâda çektikleri çileleri söyleşirler. Dünyanın türlü türlü sıkıntılarına uğramıştık. Rahat yüzü görmemiştik. Hamdolsun, Allah'a bizi bunlardan kurtardı. Bu izzete, bu mertebeye ulaştırdı. Keşki ömrümüzü Allah'a itaatte geçirsek de sâlihlerin sohbetinden hiç ayrılmasaydık!"

27

"İşte Allah bize (mağfiret ve rahmetini) lütfetti. Bizi samyeli azabından korudu."

Biz bundan önce katı azaptan korkardık. O cehennem azabına giriftar olup saadetten mahrum olabilirdik. Şükür, o Allah'a ki lûtfuyla bu makamı ihsan etti. O yakıcı azabdan bizi kurtardı.

28

"Gerçek biz bundan evvel (muvahhid olarak) Ona ibâdet ediyorduk. Şüphesiz ki O, (evet) o, (vadinde sâdık) ihsanı bol, çok merhamet edicidir."

Biz dünyâda Allah'a niyaz ederdik: Bizi azaptan koruyup rahmetiyle yarlığaya. Bize rahmet kıldı. Bu saadete ve devlete ulaştırdı.

29

"(Habîbim) sen hemen öğüt vermekte devam et. Öyle ya, sen Rabbinin nimeti sayesinde ne bîr kâhin ne de bir mecnûnsun."

30

"Yoksa (o) bir şairdir. Biz onun, zamanın felâketli hadiselerini gözetliyoruz mu diyorlar?"

Yâ Muhammed! Mekkelilere, Cenneti mü’min kullarımıza tahsis ettiğimizi bildir. Cehennemi de kâfirlere ve sapıklara ayırdık... Bunlar sana "kâhin-mecnûn" derler. Üzülme. Senin Rabbinin hakkı için sen mecnûn değilsin. Söylediklerin ise kâhin sözü değildir. Ancak Allah'ın gönderdiği vahiydir onlar. Onlar senin kendi kendine uydurduğunu söyleyen bir "şâir" olduğunu da söylerler. Biz bunlara sabredelim. Sabırla onların sonunu bekleyelim. Onların helakim görünceyedek sabır gösterelim.

31

"De ki: Bekleyin. Çünkü ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim."

Siz benim helakimi bekleye durun. Ben de sizin helakinizi bekliyorum. Bakalım Allah'ın takdiri ne olacak? Müfessirlerin bildirdiğine göre, hepsi Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) in ölümünü istiyorlardı. Ama hepsi Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) den önce yok oldular. Buna göre, insan bir kimseye hayır dilemeli. Tâ ki kendine de hayır dilensin. Yoksa kötülük dileyene, eninde sonunda kötülük erişir.

32

"Yahut bunu kendilerine akılları mı emrediyor? Yoksa onlar azgınlar güruhu mudur?"

33

"Yahut onu kendisi mi uydurup söyledi diyorlar? Hayır, onlar îman etmezler."

Yâ Muhammed! Bunların akılları bizi inkâra ve seni incitmeye çalışıyor. Bunlar Allah'a isyanda haddi aşmış bir şaşkın kavimdir. İnsafsızdırlar. Bu Muhammed ne söylerse kendi uyduruyor, dediler. Ona indirilen bizim gönderdiğimiz gerçeklerdir. Zalimliklerinden ve hasetlerinden inkâr ettiler.

34

"Öyleyse onlar da, eğer doğru söyleyenlerse, onun gibi bir söz söylesinler!"

Onların zanlarına göre, şayet bu Kur'an senin uydurduğun bir kitapsa bir benzerini de onlar söylesinler. Eğer bunu samimi olarak söylüyorlarsa, buyursunlar. Hodri meydan!

35

"Yoksa onlar bir şeysiz olarak mı yarattılar? Yahud (kendilerinin) yaratıcıları kendileri midir?!"

Bunlara ne oluyor ki kendi yaratılışlarına ibretle bakmıyorlar? O'nun birliğini tanıyıp Ona ibadet etmeleri için dikkatlice baksınlar. O, bunları boşuna yaratmadı. Onlar hesaba çekilmeyecek mi? Onlara birşey emredilmeyecek mi? Kötülüklerden yasaklanmayacaklar mı? Kendikendilerine mi yaratıldılar. Yaratan mutlak Allah'tır. Kıyamet günü ancak itiraf edecekler.

36

"Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır, onlar (Allah'ın birliğini, kudretini) iyi bilmiyorlar."

37

"Yahud Rabbinin hazîneleri onların yanında mı? Veya onlar (eşyayı diledikleri gibi tedbîre) hâkim ve galip kimseler mi?"

Bizim kudretimizi inkâr eden bu adamlar iyi bir nazar kılıp düşünsünler: Bu gökleri ve yerleri onlar mı yarattı? Yoksa biz mi yarattık? Gerçekte bu hususta da âciz olduklarını onlar da bilirler. Hepsinin halikı biziz. Ama onlar da "yakîn (gözle görürcesine tam inanma) yoktur. İnanmazlar. Veya senin Rabbinin rızık hazînelerinin, rahmet ve inayet hazînelerinin anahtarı onların elinde mi? Bunlara tasarrufları var mı? Peygamberliği kime dilerlerse ona mı verirler?

Yoksa bu halkın ahvâlini gözeten üzerlerine hükümrân mıdırlar?

38

"Yoksa onlara hâs bir merdiven vardır da onun üstünden mi dinliyorlar? Öyleyse dinleyicileri açık bir burhan getirsinler!"

Bunların bir vâsıtaları mı vardır ki göğe çıkıyorlar ve âlemlerin Rabbinden söz işitiyorlar, sonra da yere inip onunla hükmediyorlar? Eğer onların dedikleri gibi ise, bir zahir delil getirsinler. Biz de Allah katında onların ne yakınlığı var, öğrenelim. Yoksa, buna gururlanıp kendilerini kurtulmuşlardan mı sayıyorlar?

39

"Yoksa kızlar Onun, oğullar sizin mi?"

Yâ Muhammed! Onlara de ki: "Siz ne terbiyesiz insanlarsınız! Meleklere (Allah'ın kızları) diyorsunuz. Eğer sizden birinizin kızı doğsa, size bunu müjdeleseler, yüzünüzün rengi değişir, üzülürsünüz. Fakat oğlan çocuğu doğsa sevinir, neş'elenirsiniz. Kızları Allah'a nisbet etmeyi nasıl uygun görürsünüz? Bu, sizin çok cahilliğinizi gösterir. Sizde olgunluk ne gezer! Kafanız işlemiyor. Bir topluluk ki Allah'a kızlar nisbet ederler. Kendilerine ise oğlanları münâsip görürler. Bu ne mantıksız hüküm! Çünkü Allahü teâlâ bütün bu mânâsız lâkırdılardan uzaktır. Onların sözlerinden ve işlerinden de uzaktır...

40

"Yoksa sen kendilerinden bir ücret istiyorsun da onlar (bundan doğan) borçdan dolayı ağır bir yük altına mı girmişlerdir?"

Yâ Muhammed! Sen bunlara dinî hükümleri bildirme. Şerîat emirlerini öğretme" ki, sen bunlardan bir ücret istersin de onlar o borcu ödeyemezler. Bundan dolayı îmana gelmediklerini özür olarak ileri sürüyorlar. Ama buna bir delilleri yoktur. Çünkü sen, bunların inanmaları karşılığında bir hak ve ücret istemiyorsun. Böyle bir güçsüzlük sözkonusu olamaz.

41

"Yahut gayb (in ilmi) kendilerinin yanındadır da (bunu) onlar mı yazıyorlar?"

Onlar (Levh-i Mahfuz) da olan kitabı mı okuyorlar? Veya böyle bir kitap mı yazdılar? Buna göre konuşuyorlar, hükmediyorlar. Bunları ispatlayamazlar. Bizim içyüzünü bildiğimiz bir "Levh-i mahfuz"da olan kitabımız vardır. Onlar da ondan hebersizdirler.

42

"Yoksa (sana) bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Fakat o küfredenler (kurdukları o) tuzağa düşüp mağlûb olmuşlardır."

43

"Yahud onların Allah'dan başka bir Tanrıları mı var? Allah onların katmakta oldukları ortaklardan münezzehdir."

Bunlar sana bir tuzak kurarak zarar vermek istiyorlar. Bu komplonun kendilerini kurtuluşu imkânsız bir azaba uğratacağını bilemezler. Ne insafsız adamlar! Bunların kendilerini rızıklandıran Allah'tan başka bir ilâhları mı var? Ki O, bizim azabımızı engelleyebilsin... Yüce Allah, kâfirlerin yakıştırdıkları bu nesnelerden çok çok uzaktır. Hâşâ Ona eş ve evlâd ve ortak isnad ederler. O, birdir. Ortağı yoktur. Allahü teâlâ mü’min ve müslüman olanların kâfirlerin bu hallerinden, inançlarından uzak durmaları için böylece (soru sorarak) sakındırıyor. Bunun sonunda Allah'a, peygambere ve Kitaba tam gönülden inansınlar. Bu îmana bağlı sâlih ameller ve iyi işler yapsınlar. Uyarı ve öğüt dinlemeyen katı yürekli inkarcılar gibi olmasınlar. Topyekûn kurtulsunlar.

44

"Eğer gökten bir parça düşer görseler: (Bu), derler, birbiri üstüne yığılmış bir buluttur."

45

"Artık onları çarpılacakları günlerine kadar (hallerine) bırak."

Bu kâfirler dediler ki: Sen bizim üzerimize bir parça bulut indirmedikçe inanmayız. Ya Muhammed! Onlar öyle katı yürekli kimseler ki, biz onların dediklerini yapsak da, onlar gözleriyle görseler de bu, "birbiri üstüne binmiş bir buluttur," derler. Onların kalpleri, katılık bakımından, kendilerine faydasız bir kaya gibidir. İman etmezler.

46

"O gün tuzakları hiçbir şeyle kendilerine fayda vermeyecek. Onlara yardım da edemeyecekdir." Muhakkak ki, o zulmedenlere bundan evvel de bir azap var. Fakat onların çoğu (bunu) bilmezler."

Yâ Muhammed! Bu kâfirleri hallerine bırak. Onlar gözleri ile görmeden inanmazlar. Onlar ölümlerini gözleriyle görsünler. Ölümden sonra da azap görürler. O gün öyle bir gündür ki, hiçbir hile ve çâreleri onları azabımızdan kurtaramaz. Hiçbir kimsede onlara yardımcı olamayacaktır. Onlara şefaat yoktur.

47

"Muhakkak ki o zulmedenlere bundan evvel de bir azap var. Fakat onların çoğu (bunu) bilmezler."

Onlar kâfir olarak kendilerine yazık ettiler. Onlara cehennem azabından önce de azap vardır. Dünyada çeşitli huzursuzluklara ve taşkınlıklara ve belâlara uğrarlar. Muktedir mü’minlerin kılıçları altında âciz kalırlar, ölürler. Oğulları ve kızları esîr olurlar. Kabirlerde çekeceklere bunların îmanları yoktur.

Bundan sonra bu kâfirlerin verdikleri zahmetlere sabretmesi hakkında Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a şöyle buyurur:

48

"Sen Rabbinin hükmüne (rızânla) sabret. Çünkü muhakkak sen bizim gözlerimiz (önün) desin. Kalkacağın zaman da Rabbine hamd ile tesbih (ve tenzih) et."

49

"Gecenin bir kısmında ve yıldızların batışından sonra dahi tesbih et"

Yâ Muhammed! Hak teâlâ'nın buyruklarını yerine getir. Yasakladığı şeylerden de uzaklaş. Kâfirlerin seni yalanlamalarına ve incitmelerine de sabret. Biz seni gözetliyoruz. Ona gizli birşey yoktur. Sen bizim korumamız altındasın. Sana zarar veremezler. Gün doğmadan önce "sabah" namazını kıl. Geceden de "akşam ve yatsı" namazlarını yerine getir. "Tesbîh et" (namazda sübhâne oku) anlamına gelir. "Yıldızların batışından sonra"dan maksat, akşam namazından sonraki iki rekat ile sabah namazından önce kılınan iki rekat sünnettir, denildi (Bunu İbn Abbâs söyledi). Buna göre yatsı namazını geciktirmek daha faziletlidir.

Aklını çalıştıran kimse bu âyet-i kerîmeyi iyi anlar. Dünyâda elden geldiği müddetçe iyilikleri yaymalı. Kötülükleri de engellemeli. Kâfirlerin fâsıkların, zâlimlerin eziyetlerine, incitmelerine sabretmelidir. Üstelik bununla da yetinmemelidir. Gece-gündüz Allah'a kulluğu sürdürmelidir. Şayet kâfirler irşâd olmazlarsa, o zaman da kişi kendini daha çok ibâdete vermelidir. Allah'a duâ ve niyazdan da geri durmamalıdır. Böylece mü’min kendini daha derin muhasebe etmiş olur.

Peygamberlerin sonuncusu Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, ailesine, ashabına çokça salât-ü selâmlar hediyye ediyoruz. Gerçekten kurtuluş muttakî kullar içindir. Düşmanlık ancak zâlim kâfirleredir. Allah bize yeter. O ne güzel vekildir! Hamdolsun Âlemlerin Rabbi Allah'a.

0 ﴿