NECM SÛRESİ Mekke'de nazil olmuştur. Altmış iki âyettir. 1 "Battığı dem yıldıza yemin olsun ki" İbn Abbas (radıyallahü anh) der ki: "Hak teâlâ Kur'an'a yemîn eder. O, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a sûre sûre, âyet âyet geldi. Bir olay olduğu zaman onunla ilgili âyet Veya sûre gelirdi. Ömrünün sonuna kadar, yirmi üçyılda bu böyle sürdü." Mücâhid (radıyallahü anh): "Allah süreyyâ yıldızı üzerine yemin ediyor," diyor. Bu yıldızlara yemin edilmesinin bir anlamı da şudur: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e Kureyşliler toplanıp geldiler. Dediler ki: Yâ Muhammed! Sen atalarının dinini terk ettin. Yoldan çıktın. Sen de azgınlaştın. Kendi kendine bir şeyler uydurup söylüyorsun. Bunun üzerine 2 "Sahibiniz (doğru yoldan) sapmadı. Bâtıla da inanmadı." 3 "Kendi nevasından konuşmaz." 4 "O, kendisine (Allah'tan) ilkâ edilegelen bir vahiyden başkası değildir." 5 "Onu müthiş kuvvetlere mâlik olan öğretti." 6 "(Ki o) akıl ve re'yinde kâmil (bir melek) dir. Hemen (kendi suretine girip) doğruladı." Yâni: Bu indirdiğimiz Kitap hakkı için, sizin arkadaşınız Muhammed atası İbrahim (aleyhisselâm)'in dinini terketmedi. Azmadı. Kimseyi de azdırmadı. Okuduğu Kur'an kendisinin uydurduğu birşey değildir. Onun bütün söyledikleri vahiy eseridir. O ancak kendisine vahyolunanı- Kur'an veya hadîs olarak- söyler. Ona bunu çok güçlü olan Allah öğretti. O çok kuvvetlidir. Hakkında acizlik, düşünülmez. 7 "O, en yüksek ufukta idi." 8 "Sonra (Cebrail ona) yaklaştı. Derken sarktı." 9 "İki yay kadar, yahut daha yakın oldu" Cebrail (aleyhisselâm), doğrudan kendi öz şekliyle Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e göründü. Onun iki kanadı vardı: Bir doğuda biri batıda. Rasûlümüze yaklaştıkça yaklaştı. Öyle ki, bir yayın iki başının birbirine yaklaştığı kadar yaklaştı. Nerdeyse yüzyüze geldiler. Kimi âlimlere göre, bunun mânası şudur: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) miraç gecesi Allahü teâlâ'ya iki arşın veya daha çok zamandan-mekândan münezzeh olarak yaklaştı. Yüce Allah buyurdu: 10 "(Allah'ın) kuluna vahyettiği neyse, onu vahyetti." 11 "Onun gördüğünü kalb(i) yalancı çıkarmadı." Rasûl (aleyhisselâm) zamandan ve mekândan münezzeh olarak Rabbine yaklaştı. Doğrudan doğruya o mükerrem ve muazzez kuluna vahyetti. Bir takım sırlardan vahyetmek dilerdi. Zîra, iki sevgili bir araya gelince aralarında konuştuklarına kimse sır erdiremez. Bunun için "O kuluna vahyettiğini vahyetti" dendi. Buyurdu ki: Muhammed Allah'ı veya Cebrail'i görmekte idi. Bunu da kalbi yalanlamadı. Muhammed ibn Kaab'dan rivayete göre, Rasûllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e soruldu: "Ya Rasûlallah! Rabbini gördün mü?" Dedi ki: "Ben Rabbimi gönül gözü ile gördüm. Baş gözü ile değil." Yüce Allah buyurdu: 12 "Şimdi siz onun bu görüşüne karşı da kendisiyle mücâdele mi edeceksiniz?" 13 "Yemin olsun ki, onu diğer bir defa da gördü o," Ey Mekkeliler! Siz inkâr ederek Muhammed (aleyhisselâm) in gördüğü şeyler hakkında tartışma mı yapıyorsunuz? Onun gördüğü gerçektir. Konuşmasında da asla yalan yoktur. Biz Ona, kudretimizi, simgeleyen ulu âyetlerimizi (delillerimizi) gösterdik. Cebrail (aleyhisselâm)'ı bir kez kendi hey'etiyle gördü. Bu Kâ'bü'l Ahbâr'ın yorumuna göre "Rabbini gördü" demektir. Hak teâlâ Musa (aleyhisselâm) ile iki kez konuştu. Bu haberi Hazret-i Âişe (radıyallahü anh) validemize sordular. Hazret-i Âişe anamız: "Bu öyle bir sözdür ki bundan dolayı ürperiyorum! Gönlüm titriyor." Dediler ki: Ey Mü’minlerin annesi! Hak teâlâ buyurdu ki: 14 "Sidretü'l- Münteha'nın yanında" 15 "ki Cennetü'l Me'va onun yanındadır." "Yemin olsun ki diğer bir defa da (Sidretül Müntehâda) gördü." Hazret-i Âişe (radıyallahü anh) dedi ki: "Ben bu hususu Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a sormuştum. (Cebrâili aslî şekliyle ve suretiyle iki kerre gördüm,) dedi" Çoğu müfessir de bunun birinin (mîraç) da, birinin de (ilk vahiy) de olduğunda birleşirler. Sidretül Müntehâ'da görmüştür, birinde "Sidretü'l Müntehâ"! Tuba ismi verilen bir ağaç'ın olduğu "son varış noktası" bir yerdir. "Sidretü'l Müntehâ": O kadar çaplı ve büyük bir yerdir ki, yürük bir atla bir kişi etrafını dolaşmak istese ihtiyarlar da bitiremez (Mukâtil). Şehitlerin ruhları ve melekler ancak buraya kadar ulaşabiliyorlar. Arşın sağında olan Sidretü'l Müntehâ'dan cennetin ırmakları çıkar. Cebrail'in makamı ordadır. Allahü teâlâ'nın hükmü ona gelir. O da Peygambere ulaştırır. Yerden-gökten ameller ve hayırlar ona kadar ulaşır. O bunları Allah'a arzeder. "Cennetü'l Me'vâ"da ordadır. Mü’minlerin ruhlarının oraya ulaştığı yapılan bir başka yorumdur. 16 "O (gördüğü) zaman Sidreyi bürüyordu. Onu bürümekte olan" 17 "(peygamberin) göz(ü gördüğünden) ağmadı, (onu) aşmadı da." Sidre ağacının her bir budağında bir melek bulunur. Onların hepsi Allah'a ibâdet ederler. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a "Sidre'yi bürüyen ne?" diye sordular. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ağacı bürüyen altından çekirgelerdir," dedi. Hak teâlâ kulu ve Resulü Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e Mirâcda ne gösterdiyse hepsi gerçektir. Onlara hep dikkat etmedi. Gözü kaymadı. Lüzumsuzluk yapmadı: Etrafla ilgilenmedi. 18 "Yemin olsun ki o, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını görmüştür." Yâni kulu ve Resulü Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), O'nun şaşmaz kudretini ve büyüklüğünü gösteren en büyük âyetlerini görmüştür. Miraç hâdisesinde Mekke-i Mükerreme'den Kudüs-ü Şerife kadar (Refref) adlı bir binite binmiştir. Yeşil renklidir. Çok azametli bir binittir. Cebrâilin de altıyüz kanadı vardı. O da çok heybetli bir ulu melektir. Olup bitenleri haber verince hayret edenler oldu. Halbuki onun sözünde gerçeğe aykırı bir husus yoktur. Rabbisinin kudretinin simgesi olan nice olağanüstü şeyler gördü. 19 "(Allah'ı bırakıp taptığınız) Lât (in), Uzzâ (nın) Bize haber verin." 20 "ve (bunların) üçüncüsü olan diğer Menat (in zerrece kudretleri var mı?)" 21 "Erkek sizin de, dişi Onun mu?!" 22 "O takdirde bu, insafsızca bir taksim!" Yâ Muhammed! de ki: Siz, Lât-Uzzâ-Menat'a taptınız. Âhirette bunlardan fayda bulacak mısınız?! Asla onların size orada ve burada yararları olmayacaktır. Bu putlar âciz varlıklardır. Tâiflilerin taptığı en çok taraftan olan (Lât) putudur. (Uzzâ) ise Kureyşlilerin putu idi. (Menât) da Medînelilerin putu idi. Bunlara bu isimlerin konulmasının da sebebleri vardır. "Lât" yerine "Âdullah" koymak istediler. Fakat bu isim tuttu. "Menat" yerine "Mennân" koymak istediler. Ama dillerine "Menât" daha kolay geldi. "Uzzâ" Tâifde bir hurma ağacının ismi idi. O hurma ağacının içinden saçları yerde sürünen bir kadın koymuşlardı. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hâlid ibn Velîd (radıyallahü anh)'ı gönderdi. O da onu kırdı. O kadını da öldürdü. Durumu Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a rapor etti. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sen onu öldürdün. Artık ona tapamazlar," buyurdu. Benî Müleyh kabilesi meleklere taparlardı. Onlara Allah'ın kızları derlerdi. Onlar bize Allah katında şafaat edeceklerdir şeklinde konuşurlardı. Bundan dolayı Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allahü teâlâ hakkında çok câhilsiniz: Sizin oğullarınız olsun da onlar Allah'ın kızları olsunlar! Bu ne saçma-sapan görüş! Bu taksîmi yapmanız bir zulümdür," dedi. 23 "Bu (putlar) sizin ve atalarınızın taptığınız adlardan başkası değildir. Allah onlara hiçbir hüccet indirmedi. Onlar, kuruntudan ve nefisler (in) in arzu ettiği hevâ (ve heves) den başkasına tâbi olmuyorlar. Halbuki, yemin olsun, kendilerine Rablerinden o hidâyet (rehberi) gelmiştir." O putların size bir yaran dokunamaz. Sizler atalarınıza uyarak onlara birer ad taktınız Yüce Allah size bir delil mi indirdi ki onunla sözlerinizi doğrulayasınız. Siz bir zanna uyuyorsunuz. Güçsüz varlıklara tapıyorsunuz. Hak din İslâmı, atalarınız gibi, siz de terkediyorsunuz. Halbuki İslâm hak dindir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelen Kur'an haktır. 24 "Yoksa insana her umduğu şey (e ulaşma imkânı) mı var?" 25 "İşte âhiret de, dünyâ da Allah'ındır." Onlar meleklerin şefaat etmelerini umuyorlardı. Bu, Allah'ı bırakıp meleklere tapmak demekti. Bu, bir saplantıdır. Mülk Allah'ındır. Yerde-gökte, dünyâda-âhirette yalnız Onun dilemesiyle bir şey olur. "şefaat etme"de onun iznine bağlıdır. Mükafatlandırmada da cezalandırmada da hüküm O'nundur. 26 "Göklerde nice melekler vardır ki, onların şefaatleri bile hiçbir şeye yaramaz. Meğer ki (o şefaat) Allah'ın dileyeceği ve razı olacağı kimseler için (ve ancak Onun) izin vermesinden sonra ola." Meleklerin şefaatini umarak onlara tapan nice kimseler vardır ki, bu saçmalıktan sakındırılırlar. Göklerde birçok melek vardır. Ancak onlara faydalı olamazlar. Yararlan dokunması için "Allah'ın izninin şart" olduğu unutulmamalıdır. Allah ondan razı olacak ki -müslüman olacak- o melekler veya başkaları şefaat edebilecekler. 27 "Hakikat, âhirete îman etmez olanlar, meleklere alabildiğine dişi ismi takarlar." 28 "Halbuki onların buna dâir de bilgisi yoktur. Onlar kuruntudan başkasına tâbi olmazlar. Kuruntu ise, şüphesiz haktan hiçbir şeyi ifâde etmez." Öte dünyaya inanmayan, öldükten sonra kalkışı reddeden, meleklere dişi diyen bu adamların geçerli bir delilleri yoktur. Kesin birşey varsa, o da: Onların çekecekleri azapları önleyemez olduklarıdır. O taptıkları şeylere "din câhili ve ahmak oldukları için" kul ve köle olmayı sürdürüyorlar. 29 "Onun için sen (Habîbim) bizim zikrimize arka çeviren, dünyâ hayâtından başkasını arzu etmeyen kimselerden yüz çevir." 30 "Onların ilimden erebildikleri (son had) işte budur. Şüphesiz ki, Rabbin, yolundan sapan kimseleri çok iyi bilenin tâ kendisidir. O hidâyet bulan kimseleri de pek iyi bilendir." Yâ Muhammed! Bizim kitabımızı inkâr eden kimselerden yüz çevir. O kitaba bağlı olmadıkları için onunla amel etmezler. Sırf dünyâ hayâtını yaşarlar. Âhiret işlerinden gafildirler. Senin Rabbin İslâm dinine inanan ile inanmayanı "en iyi bilen"dir. 31 "Göklerde ne var, yerde ne varsa Allah'ındır. (Bunların yaratılması ve nizama getirilmesi ise Allah'ın) kötülük edenleri, yaptıklarına mukabil cezalandırması, güzel hareket edenleri de daha güzeliyle mükâfatlandırması içindir." Göklerin ve yerin tasarrufu kudret elinde olan Allah sizin ilâhınızdır. Kötülük işleyenleri cezalandıracaktır. İyilere de uçmak (cennet) vardır. 32 "(O güzel hareket edenler), ufak suçları hâriç olmak üzere, günahın büyüklerinden ve fuhuşlardan kaçınanlardır..." Onlar ki sakınmaları vacip olan günahlardan uzaklaşırlar. Allah korkusuyla onları işlemekten pişman olurlar. Kendilerini kınarlar ve istiğfar ederler. Kur'an'ı anlamakta hünerli "o ahiret âlimleri" demişlerdir ki: Onlar ne büyük-ne küçük hiçbir günahı işlemediler, titizlikle uzaklaştılar. Bunlara "ihsan ehli" denir. Buna Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın su sözü şahittir. "Günahların küçük görülenlerinden sakınınız:" Bilhassa dikkat edin, zîra Allah'ın azabı günahlar içinde gizlidir. Zehirli bir şeyin çoğundan kaçınıldığı gibi azından da sakınılır. Bu, akıllı olmanın gereğidir. Az da olsa zehir alan, bu dünya yaşayışını sona erdirir. Günahlar da "zehir" gibidir. Cür'etkârca günah işleyen ve tevbe etmeyen kimseler de "cennete girme" şansını kaybeder. Buna karşılık cehenneme girme ihtimali kalıyor. Akıllı olan bu "günah zehiri"nden uzak durur. Unutmakla, dalgınlıkla işlenen günahları Allah lûtfuyla bu ümmete bağışlamıştır. "İsm", hakkında cehennem tehdidi olan her günahdır. "fevâhiş" ise hakkında had (ceza) olan günahlardır. Bunların aynı anlamda olduğunu söyleyen de vardır. Çünkü her cehennem vaîd olunan fahişe büyük günahdır. Her büyük günah da fahişe "açık yüzsüzlük"dür. Büyük günahın neler olduğu hususunda İslâm âlimlerinin şöyle bir ölçüsü vardır. "Allah'ın yasakladığı her şey (günah) büyüktür." İbn Abbas (radıyallahü anh) bunu yetmişe kadar çıkarmıştır. İbn Mesûd (radıyallahü anh)' in rivayetine göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) büyük günahları yedi olarak bildirmiştir. "Allah'a ortak koşma; yalan söylemek; yalancı şahitlik yapmak; faiz yemek; namuslu kadınlara iftira etmek." Büyük günahlardan sakınmak şartıyla Allah küçük günahları bağışlayacağını müjdeliyor (Nisa sûresi, 31. âyeti). Beş vakit namaz ve Cumalar, bunları kılanlara "büyük günahlardan sakınmak şartıyla" küçük günahların bağışlanacağını Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bizlere müjdeliyor. Ancak günahı küçük görmek de asla doğru değildir. Nitekim Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu. "Devamlı işlemekle küçük günah, küçük günah olarak kalmaz (büyür) Tevbe etmekle de büyük günah büyük günah olarak kalmaz (bağışlanır)." "Şüphesiz ki Rabbin, mağfireti bol olandır. O, sizi daha topraktan yarattığı zaman ve henüz analarınızın karınlarında döller hâlinde olduğunuz sırada siz(in ne olduğunuzu) çok iyi bilendir. Bunun için kendinizi (beğenip) temize çıkarmayın. O, (fenalıktan) sakınan kimdir, çok iyi bilendir." Yâ Muhammed! Bu günahkârlar, benim rahmetimden, günahlarının çokluğu sebebiyle ümitlerini kesmesinler. Rabbinin ihsanı boldur. Tevbe ederek bizim huzurumuza gelerek niyaz edenleri yadigarız. Sizin Allah'ınız atanız Âdem (aleyhisselâm)'ı topraktan yarattığı zaman onun zürriyetinden geleceğinizi biliyordu. Babanız sulbünden ananızın o karanlık rahmine düşeceğinizi de biliyordu. Orda siz teşekkül ettiniz. Size can verdi. Sizin bütün hallerinizi siz yokken biliyordu. Hanginizin itaatli, hanginizin isyancı olacağını da biliyordu. Birbirlerinizi övüp durmayın. Biz, hanginizin "sâlih" ve hanginizin "salîh değil", bunu en iyi bileniz. Hanginiz bizden korkup günahdan sakınıyor, onu da iyi biliriz. Siz kendi kendinizi ayıplayın. Sizin hanginizin tertemiz olduğunu Allah bilir. Hanginiz "olgun" hanginiz "ham" onu da yaradanınız çok iyi bilir. İnsanları yüzlerine karşı övmenin kötülüğü hususunda Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu. "(İnsanları yüzlerine karşı) övenleri gördüğünüz zaman yüzlerine karşı toprak saçınız!" Bundan maksat onu bu davranıştan alıkoyunuz. İnsanları methetmek (övmek) üç şekilde olur: Yüzüne karşı övmek. Bir kimseyi bir başkasına övmek, O kimsenin de bu sözü övülen kişiye ulaştırması şeklinde olan methetme. Bu ikisi yasaktır. Bunda gıyabî övme vardır. Söylenen sözler o kişiye ister ulaşsın, ister ulaşmasın, o kimse buna önem vermez. Çünkü sözünde abartma yoktur. Bu tür bir methetmekte mahzur yoktur. Fakat bu bahsedilenler onda yoksa veya olduğundan fazla övülüyorsa o zaman da "yalancılardan olur. Bu çeşit bir methetmeden uzak durmak gerekir. 33 "Şimdi (îmandan) dönen adamı gördün mü?" 34 "(malından) biraz (ını) verip de gerisini sert kaya gibi elinde tutan" Velîd ibn Mugîre malından fakîre çok verirdi. Kalanı ise "sert kaya gibi" vermezler, Bütün cimriler bu tutum içinde olurlar. 35 "Gaybın ilmi onun nezdîndedir de kendisi mi görüyor?" Onlar âhiret ahvâlinden anlıyorlar mı? "Levh-i Mahfuz"da olan yazgılarına vâkıf mıdırlar? 36 "Yoksa Musa'nın sahifelerinde olan (şûn)lardan haberdar mı edilmedi? " 37 "ve (Allah dan aldığı emri ve) vazifesini tastamam îfade eden İbrahim'in " 38 "Hakîkaten hiçbir günahkar diğerinin günah yükünü çekmez." Bu âyet-i kerîmenin iniş sebebi şudur: Hazret-i Osman (radıyallahü anh) malını çokça Allah yoluna infâk etti. Bunu gören Velîd ibn Utbe dedi ki: "Sen malını çarçur ediyorsun, Yarın muhtaç duruma düşeceksin. Harcama." Hazret-i Osman (radıyallahü anh): "Benim günahım çoktur. Bu sarfımla günahlarıma keffâreti düşünüyorum," dedi. Velîd dedi ki: "O malının bir kısmını bana ver. Ben de senin günah yükünü üzerime alayım. Onun günahı benim omuzumda olsun. Sen de bu yükten kurtulursun," dedi. Bunun üzerine Osman ibn Affan (radıyallahü anh) ona istediği kadar malından verdi, Hak teâlâ bu yanlış alış-verişi düzeltmek için bu âyet-i kerîmeyi indirdi. O Velîd'in gayb ilmine nüfuzu mu var ki, böyle kesin tavırlı ahkâm kesiyor, Yoksa Musa (aleyhisselâm)'a indirilen (Tevrat) ta veya İbrahim (aleyhisselâm)'a indirilen (suhuf) da mı onun lehine hüküm var? Halbuki bunlarda "bir kimsenin günahı başka bir kimseye yüklenemez." yazılıydı. O İbrahim ki görevini tam yerine getiren "ululazim" peygamberlerden biridir. Vefası, tam olduğu için vazifesini eksiksiz yaptı. Kuştuk vakti dört rekat namaz kılardı. Bundan dolayı da kendine "vefalı" denildi. 39 "Hakîkaten insan içip kendi çalıştığından başkası yoktur." 40 "Hakîkaten çalıştığı ilerde görülecek." 41 "Sonra buna en kâmil mükafat verilecektir." 42 "Şüphesiz ki en son gidiş ancak Rabbinedir." Yâni, Âhirette hayır ve şer olarak kişi, dünyâda işlediğinin karşılığım görecektir. Ama az, ama çok mutlaka cezâlanacaktır. Yapılanın tam karşılığı eksiksiz görülecektir. Bu âyet-i Kerîme, her kişinin yaptığını tam göreceğine işaret etmektedir. Ancak başka bîr kişinin günah işlemesine yardım eden, ortam hazırlayan kimse de o kişinin ve kişilerin günahlarından pay sahibidir. Ama kötülüğü engellemek isteyip mâni olamayan bu vebalden kurtulur. Buraya kadar Hazret-i Musa ile Hazret-i İbrahim'in sayfalarında da geçmektedir. Kur'an onlardan hikâye yoluyla bahsediyor. 43 "Hakîkat şu: Güldüren de, ağlatan da O'dur." 44 "(Dünyâda) öldüren de (âhirette) dirilten de O'dur." O öyle bir Allah'tır ki, cennetlikleri cennette güldürecek. Cehennemlikleri de orada ağlatacaktır. Cennettekilere nîmet ve rahatlık vererek güldürecek de O'dur. Aksine cehennemlikleri de orada binbir çeşit azapla ağlatacaktır. Dünyâda öldürüp âhirette diriltecek O'dur. Herkesi öldürüp âhirette tekrar diriltip herbirini ameline göre hesaba çekip karşılığını tastamam verecek O'dur. 45 "Hakîkaten, erkek ve dişi iki çifti O yarattı." 46 "Menîden (rahme) döküldüğü zaman" 47 "Şüphesiz ki (ölümden sonra) tekrar diriltmek de ona aittir." O öyle kudretli bir Allahtır ki, bir damla "erlik suyundan" hem erkek hem dişi yaratır. Ölümünden sonra insanı diriltmeye de gücü yeten ancak O'dur. İnsanı yoktan var eden Allah'ın ikinci defa onu tekrar diriltmesi normaldir. Bu âyet-i kerîme bunu ispat ediyor. Mevcut bir şey yok olmaz. Ancak şekil değiştirir. Onu yaratmak ise daha kolaydır. 48 "Hakikat şu: (İnsanları) başkalarına muhtaç olmaktan O kurtardı. Ve O, sermâye sahibi kıldı." 49 "Hakîkat şu: Şi'râ yıldızının Rabbi de O." O öyle zengin bir Allah'dır ki kime dilerse kat kat elbise, ev, bağ ve bahçe vererek zengin eder. Cezvâ yıldızından sonra doğan ve parlak bir yıldız olan, İbn Abbas’ın dediğine göre, Huzaalıların taptıkları "Şi'râ'yı yaratan da O'dur. O, bir yaratıktır. Mâbutluğa lâyık değildir. Allah onu yok olmak için yaratmıştır. Yokolacak olan da hâlık olamaz. Herşeyin Yaratıcısı benim. Ölümsüz varlık benim! Herşeyle herşeyin arasını Kıyamet günü açacak ve yalnız hükmü geçecek olan da benim! Onları korkutarak şöyle buyurdu: 50 "Hakikat şu: Evvelki Âd'ı O helak etti." 51 "Semûd'u da. Öyle ki (onlardan hiçbirini) bırakmadı." 52 "Daha evvel Nûh kavmini de (O helak etti). Çünkü bunlar çok zâlim ve çok azgın (insan) ların tâ kendileri idi." 53 "(Lût kavminin) altı üstüne gelen kasabalarını da o kaldırıp yere çarptı da." Hûd (aleyhisselâm)'in kavmi azgın Adlıları yok eden O'dur. Onlardan sonra da bir Âd kavmi geldiği için bunlara "birinci Âd" denildi. Salih (aleyhisselâm)' in kavmi Semûd'u da yok eden O' dur. Onlardan bir kişi bile kalmadı. Bunlardan önce geçen Nûh kavmini de helak eyledi. Bunlar daha katı sapıklık içinde idiler. Zîra Hazret-i Nûh onların arasında (950) yıl kaldı. Kendilerini hak dîne davet etti. Bîr kişi bile ona inanmadı. Üstelik çocuklarına "biz ölür, siz kalırsanız sakınola onun dinine girmeyiniz," diye öğütlerlerdi, vasiyyet ederlerdi. Mü'tefika, Lût kavmidir. Bunlar da azgın cinsî sapıktılar. Allah'ın gazabını üzerlerine çektiler. Allah Cebrail (aleyhisselâm)'a emretti. O da kanatlan üstüne aldı ve göklere çıkardı, tersyüz yere hızla bıraktı. Düşünce param parça oldular! 54 "Onlara giydirdiğini giydirdi." 55 "Şimdi (ey insan) Rabbinin nimetlerinden hangisi hakkında şüphe edersin?" Yâni o azgın cinsî sapık Lûtilerin üzerine taş yağdırdık. Onların helaki taşla oldu. Fakat mü’minleri kurtardık. Ey insanoğlu! Rabbinin hangi nîmetini "bu Onun verdiği nîmet değil" diye inkâr edebilirsin? Her nimetin şükrünü yerine getiremezsiniz. Yaptığınız kulluk ve ibâdet nimetler yanında "devede kulak" bile değildir. 56 "İşte bu (zât) da (Allah'ın azabından) korkutan evvelki (peygamber) lerden (sonuncusu olmak üzere aynı şeyle) korkutucu (bir peygamber) dir." 57 "Yaklaşan yaklaşdı." 58 "Onu Allah'tan başka açığa çıkaracak yoktur." Bu Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i size korkutucu olarak gönderdik. Nitekim yolumuzdan sapan, azgın ve taşkın kavimlerini de Nûh, Hûd, Musa, İbrahim ve diğerleri (Hepsine selâm olsun) müthiş azabımızla korkutmuşlardı. Davete uymayan hepsini yerlebir ettik. Muhammed bizden size bir korkutucudur! Dediğine uyarsanız yokolmaktan kendinizi kurtarırsınız, Değilse, yolundan gitmeye can attığınız öbürlerinin uğradığı âkibete uğrarsınız. O vaadettiğimiz Kıyametin kopması yakındır. Kimse onun vaktini bilemez. 59 "Şimdi siz bu söze mi şaşıyorsunuz?" 60 "Ve gülüyorsunuz? (Günahlarınıza) ağlamıyorsunuz?" 61 "Siz gâfîl, oyuna meclûb adamalarsınız." 62 "Haydi (Allah'a) secde edin. (Ona) kulluk edin." Siz Kur'an'ı işitir, sonra gülüşür müsünüz? Onun âyetlerini işittiğiniz halde ağlamaz mısınız? Halbuki siz, Kur'anı duyunca alay ediyorsunuz. Bu, bir gaflettir. Bunu terkedin. Yalnız Allah'a secde ediniz. Onun birliğini kabulleniniz. Yoksa bâtıl işlerle uğraşmanızdan, inkârınızdan dolayı siz de helak olursunuz. Kur'an'ı işittiği halde gereken saygıyı göstermeyen, buyruklarına uymayan kimseler de -eski batan kavimlerin özelliklerini taşıdıkları için- helak olurlar. İkrime'nin İbn Abbas'dan rivayetine göre o şöyle dedi, Müşrikler Kur'an'ı işittikleri halde şarkı, türkü söylüyorlar ve oynuyorlardı." Şâ'bî'den rivayete göre o şöyle dedi: "Bu sûrenin bitiminde Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) secde etti. Mü’minler de secde ettiler. Müşrikler de (putlarına niyet ederek) secde ettiler. İnsanlar ve cinler de secde ettiler." |
﴾ 0 ﴿