KAMER SÛRESİ

Mekke'de nazil olmuştur. Ellibeş âyettir.

1

"Saat yaklaştı. Ay (ikiye) ayrıldı."

Allah'ın Rasûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekkeli "müşrikleri" (inançsızları) İslâm'a davet etti. Onlar da "sen hak peygamber isen bize mucizeler göster. Her peygamber bunu göstermiştir. Sen de mucize göster, sonra inanalım," dediler. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ne göstermemi istiyorsunuz?" dedi. Onlar: "Eğer sen hak peygamber isen bedir halinde olan Ayı ikiye böl. Bir parçası yere insin. Görelim. Sonra da göğe çıksın ve bütünleşsin," dediler. Allah'ın Rasûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bunun üzerine yüce Allah'a niyaz etti, dua eyledi. Allah'tan vahy geldi. Denildi ki "Yâ Muhammed! Bunu senden istiyeceklerini biz önceden biliyorduk. Senin işaret etmen, Bizim de iki parçaya ayırmamız da önceden takdir olunmuştur."

Mekke kâfirleri heyecanla toplandılar. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ay'a parmağıyla bir şeyi kesercesine bir işaret etti. Ay ileri, geri bir hareketlilik gösterdi. Ortasından ikiye ayrıldı. Cübeyr İbn Mut'ım der ki: "Biz de Rasûlullahla beraberdik. Ay iki parçaya ayrıldı. Hepsi yere indi. Yarısı da Hıra dağının bir yanına, yarısı da öbür yanına indi. Dağ ikisinin ortasında kaldı. Sonra da tekrar göğe çıktı. Bütünleşti. Sanki hiç bölünmemiş gibi eski hâline döndü. Bizi aydınlatmaya başladı. Sanki gülümsüyordu.

Mekkeli "müşrikler" (inançsızlar) bu apaçık mucizeyi gördüler. Sâdece: "Bu Muhammed bir sihirbaz ki benzeri görülmemiştir," dîyebildiler. Mel'un Ebû Cehil dedi ki: "Etrafa adamlar gönderelim. Bizden başka

(Ay)'ın ikiye ayrıldığını gören var mı? Şâyet, başka yerden parçalı olarak görülmediyse bizi Muhammed demek ki büyülemiş!" Bunun üzerine sağa-sola, çöle adamlar gönderdiler. Her taraftan aynı haber geldi: Falan gece, filan vakit biz Ayı iki parça halinde gördük, yere ikisi de indi. Sonra da göğe çıktı ve bütünleşti. Yine inanmadılar: "Demek ki Muhammed'in sihiri bütün âlemi büyüleyecek çapta kuvvetliymiş, diyebildiler. İnkarları büsbütün ortaya çıktı.

2

"Onlar bir mucize görürlerse yüz çevirirler. Ve kuvvetli bir büyüdür, derler."

3

"(peygamberi) tekzîb ettiler (yalanladılar). Hevâ (ve heves)lerine uydular..."

Kıyamet yaklaştı. Ay ikiye ayrıldı. Çünkü Rasûl (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi. Kendisinden sonra bir peygamber gelmemesi bakımından onun gelişi Kıyametin yaklaştığının alâmetidir. Ay'ın parçalanması da bir başka alâmet. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in gelişi Allah'ın âyetlerinden bir canlı âyettir. Kâfirler bu peygamberden yüz çevirdiler.

Hiçbir şeyin gerçeğini araştırmazlar. Düşünmeden peşin hükümle "küfür yobazlığı katılığı" ile inkâr ederler. Bütün âleme etkili bir sihirdir, derler. Bunlara rağmen "bizim âyetlerimizi, Rasûlümüzü, Kıyametin kopacağını" yalanladılar. Nefislerine uydular. Hiçbir şeye güç yetiremeyen o putlara tapmayı bırakmadılar.

Ve şöyle buyurdu Rabbimiz:

"Halbuki (hayır ve şer) her iş gayeye bağlıdır."

Allah'ın buyurduğu her kelâmın derin bir anlamı vardır. Bu da ya dünyâda gerçekleşecektir. Veya âhirette meydana gelecektir. Cennetliklere yaptıklarının karşılığı "Cennet ve Cemâlullah" olarak verilecektir. Cehennemlikler de yaptıklarının karşılığını "türlü azaplar şeklinde" ebedî olarak göreceklerdir.

4

"Yemin olsun ki onlara vazgeçilecek nice mühim haberler gelmiştir "

5

"ki (herbiri) gayesine ermiş bir hikmet (ve ibret) dir. Fakat (onları) tehdit eden (bütün bu hâdise)ler asla fayda vermiyor."

Bu Mekkelilere geçmiş ümmetlerin hallerinden anlat. Vaazu nasihat eyle. Onları "şirkten" (Allah'a ortak koşmaktan), isyandan sakındır. Bu Kur'an "hikmetlerle" (özlü sözlerle) doludur. Gerçi onlar Kur'an'dan ve hikmetten (özlü sözden) ders almazlar.

"Mü’minler" (Müslümanlar) bu soysuzlardan uzak durmalılar.

6

"O halde (Habîbim) onlardan yüz çevir. O davet edicinin (misli) görülmemiş, tanınmamış bir şeye davet edeceği gün."

7

"Gözleri "zelil" (küçük) ve hakir" (değersiz) (dönmüş) olarak, (hepsi de) çıvgın (ve yaygın) çekirgeler gibi, kabirler(in) den çıkacaklar."

8

"O davet ediciye (boyunlarını uzatıp) koşarak. (İçlerinden) kâfir olarak (öyle) diyecek (ler): "Bu çok "sarp" (güç) bir gün."

Yâ Muhammed! Haberlerimizi seninle bildirdik. Ama sana uymadılar. Bu, aleyhlerine bir delildir. Bunları, kıyamete dek, İsrafil'in sûruna üfleyinceye dek, bırak. O ise her an emir bekliyor. Beydü'l Makdis'de bir kayanın üstünde beklediği rivayet edilmiştir, Bunları davet etmen sonunda senin heybetinden ve korkularından sana nefretleri artar. Gözleri, bilhassa Sûr'a üfürülünce, faltaşı gibi açılacak, yürümeye mecalleri kalmayacaktır. Kabirlerinden mâdenlerin çıkması gibi çıkacaklar.

Bölük bölük gâh o yana gâh bu yana gidip gelecekler. Birbirlerine girecekler. Belli bir yöne gidemeyecekler. Tam bir panik! Kabirlerinden çıkanların (40) yıl veya yüz yıl bekleyecekleri haberde yani hadiste geçer. Bu müddet içinde hiçbir şey yapamazlar. Bu bekleme o kadar canlarına tâk eder ki: "Cehennem de olsa biz burdan bir yere gidelim! Bu zahmetten yeter ki kurtulalım," derler.

O vakit onlar kendisinden sur'atle kaçtıkları kişinin İsrafil (aleyhisselâm) olduğunu sanırlar. Böylece kurtulacaklarını umarlar. Halbuki o sığındıkları yer; hiçbir kimsenin takat getiremeyeceği müthiş korkulu ve heybetli cehennemdir!...

9

"Onlardan evvel Nüh kavmi tekzîb etti. Onlar kulumuzu yalancı saymakta ısrar ettiler. Mecnûn' dediler. O (davetten cebren) vazgeçirilmişti."

10

"Nihayet o da Rabbine "Ben hakikaten mağlûbum. Artık (benim) İntikam(ımı) sen al diye duâ etti."

Yâ Mûhammed! Bunların seni yalanlamalarına gönlün daralmasın. Onlardan önce kulumuz Nûh (aleyhisselâm)'ı da kavmi yalanlamışlardı. Ona "deli" dediler. Böyle demekle de bırakmadılar. Üzerine yürüyüp gürültü yapıp çok bunalttılar. O da bu çaresizlikte bize (Allah'a) beddua niyetiyle sığındı, yalvardı: "Allah'ım! Bunlar bana galip oldular. Kahhâr olarak bana yardım eyle. Bunlara azap ver," dedi. Biz de onun duasını kabul ettik, İsteğini verdik.

11

"Bunun üzerine biz de şarıl şarıl dökülen bir suya gök kapılarını açtık."

12

"Yeri de kaynaklar hâlinde fışkırttık da (her iki) su (ezelde) takdir edilmiş bir emir üzerinde birleşiverdi."

Göklerin kapısını açtık, O "bardaktan boşanırcasma" yağmuru indirdik. Üstelik yerlerden de gözeler açtık, akıttık. Yer suyu ile gök suyu birbirine karıştı. Bu, bizim ezelî takdirimiz cümlesindendir.

13

"Onu (Nuh'u) levhalar ve mıhlarla yapılmış (gemiye) yükledik."

14

"Ki (o gemi hakkında) nankörlük edilmiş bulunan (o zât)a bir mükâfat olmak üzere, bizim gözlerimiz önünde akıp gidiyordu."

Biz, kulumuz Nuh'u ve mü’minleri tahtalarla, mıhlarla yapılmış gemi ile yürüttük.

Dediler ki, bu gemi (sâc) ağacından yapıldı. Kimisi de (gauz) ağacındandır, dedi. O, bizim inayetimizle nezâretimizle yapıldı. Su üzerinde de yürüdü. Onu incittikleri için kurtardık. Bu onların cezaları idi. Hak teâlâ'nın sünneti budur. Dostlarını inciteni ya dünyâda veya âhirette kahreyler. Zîra dost dostun incitilmesini istemez. Onun intikamını alır, Allah'ın düşmanlarının dostlarını inciltmeleri hayret verici değil. Fakat acâib olan şu: Müstümanız dedikleri halde Allah'ı seven ve Allah'ın da sevdiği kulları incitenlerin hâlidir. Allah o gerçek dostların hakkını o yalancı (müslümanız diyen) dostlardan alacaktır.

15

"Yemin olsun ki biz bunu (gemiyi) bir âyet olarak bırakmışızdır. O halde bir düşünüp ibret alan var mı?"

16

"İşte benim azabım ve tehditlerim nice imiş (düşünün)."

17

"Yemin olsun ki biz Kur'ân'ı düşünmek için kolaylaştırmışızdır. O halde bir düşünen var mı?"

Biz o gemiyi sonra gelenlerin ibret almaları için bıraktık. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın dünyayı teşriflerinde o gemiden bir kısım kalıntılar Cûdi dağında bulunuyordu. Bizim büyüklüğümüzü ve essiz kudretimizi anlasınlar diye biz onu örnek olarak bıraktık. Peygamberinizi yalanlayanların akıbetleri işte budur! Böylece ders alıp îman etsinler diledik.

Ayrıca biz bu Kur'ân'ı onların dilleri olan Arapça olarak indirdik. İnkâra bahaneleri kalmasın diye. Anlamalarını ve ezberlemelerini murat ettik. Kolaylaştırdık, Onun öğüdünü dinleyip de kurtulmayan hiçbir kimse yoktur. Hasan-ı Basrî (radıyallahü anh) Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)' in şöyle buyurduğunu nakleder:

"Allah Kur'ân'i kolay kılmasaydı hiçbir dil Kur'an'ı okuyamaz, hiçbir hafız da Kur'an'ı ezberleyemezdi!"

18

"Âd (kavmi de) tekzîb etti. İşte benim azabım ve tehditlerim nice imiş (düşünün)."

19

"Çünkü biz (haklarında) uğursuz (ve uğursuzluğu) sürekli bir günde onların üstüne çok gürültülü bir fırtına gönderdik."

20

"(Öyle ki) insanları, sanki onlar köklerinden sökülmüş hurma kütükleri imiş gibi, tâ temelinden kopar(ıp helak e)diyordu."

21

"İşte benim azabım ve tehditlerim nice imiş (düşünün)."

Âd kavmi de peygamberleri (Hûd (Aleyhisselam)'ı yalanladılar. Görün benim azabım ve korkutmam nasılmış? Onlara herşeyi yerle bir eden bir fırtınayı gönderdik. O gün onlar için "Uğursuz bir gün" oldu. O rüzgar 7 gece 8 gündüz esti.

Böylece ruhlarını bedenlerinden ayırdık. Azalarını o yel yaktı kavurdu. Kökünden sökülmüş hurma ağacı gibi yapü. Yüzüstü düştüler. Onların boyları "oniki zira" veya bir rivayette "yetmiş zira" idi. Bu bakımdan hurma ağacına benzetilmiş. Hazret-i Hûd (Aleyhisselam) bu sarsıcı rüzgârın geleceğini kavmine haber verdi. Fakat onlar ders almadılar. Bilâkis alay ettiler. Gülüştüler. Bir sahraya çıktılar. Dizlerine kadar kuma gömüldüler. Sonra da Hazret-i Hûd (Aleyhisselam)'a: "O rüzgâra söyle! Gelsin bizi burdan söküp çıkarsın," dediler. Yüce Allah rüzgâra emretti. O da yerin altına girdi. Hepsini birden havaya kaldırmadan ibret için iki kişiyi kaldırıp birbirine vurup yere hızlıca bırakıverdi. Kalanları da bu manzarayı seyrediyorlardı. Buna rağmen küfürlerinden dönmediler." Bu kısmî helâktan ders almayınca hepsini topyekûn -tozu-toprağa katarak- yerlerinden alıp havalandırarak bırakıyordu. Hepsi toprak altında günlerce kaldılar. Hemen ölmediler. Günlerce toprak altından iniltileri geliyordu...

22

"Yemin olsun ki biz Kur'an'ı düşünmek için kolaylaştırmışızdır. O halde var mı bir düşünen?"

Yukarda aynı âyet-i kerîmenin anlamı ve tefsîri geçti. Tekrara gerek görmedik.

23

"Semûd (kavmi, kendilerini azapla) korkutan (emir) leri yalan saydı(lar) da,"

24

"Biz(im cinsimiz)den bir tek insana, ona mı tâbi olacağız? Bu takdirde biz muhakkak ki bir sapıklık ve delilik içinde (kalmış oluruz), dediler."

25

"Bizim aramızdan vahiy ona mı verildi?"

26

«Hayır, o, şımarık, aşın bir yalancıdır. Şımarık, aşırı yalancı kim mi, yarın bilecekler onlar.»

27

«Hakîkat, biz onlara, bir imtihan olmak üzere, o dişi deveyi gönderenleriz. Onları gözetle ve (ezâlarına) sabret.»

Yâ Muhammed! Semûd kavmi de peygamberleri sâlih (Aleyhisselam)'ı yalanladılar. Dediler ki: Bu adam bizden biridir. Bizim gibi bir adama, mı uyacağız?! Biz atalarımızı bırakarak bu yaratığa uyarsak, onun sözünü tutarsak açık bir hata, hatta sapıklık içinde olmuş sayılırız. İçimizde nice gözde adamlar, zenginler var iken, bunlardan birine peygamberliğin verilmeyişi, onun Allah üzerine bir iftirasıdır. Bu Sâlih yalancıdır. Ululanan biridir. Halbuki yalancı onlardır. Sâlih doğru sözlüdür. Kıyamette anlayacaklar.

28

"Bir de suyun her halde aralarında taksimli olduğunu kendilerine haber ver. Her su nöbetinde (sahibi) hazır (bulunsun dedik)."

29

"Binnetîce, arkadaşlarını çağırdılar, O da (kılıca) sarılarak (deveyi) kesti."

30

"İşte benim azabım ve (bundan evvel) tehditlerim nice imiş (düşünün)."

Sâlih (Aleyhisselam)'ın kavmi, ondan hak peygamber olduğuna bir delil, âyet getirmesini istediler: Kayadan bir deve çıkarsın. Hazret-i Sâlih (Aleyhisselam) Allahü teâlâ'ya yalvanp yakardı. Yüce Allah da ona vahyederek buyurdu ki: "Ya Sâlih! Biz onlara kayadan deveyi çıkarırız. Fakat bu deve onlar için bir imtihan olur. Bu imtihanı başaramayacakları için bu yüzden helak olurlar. Sen biraz daha onların zahmetlerine katlanıver. Sonlarını göreceksin. Bu deve onların içtikleri suya ortak olur. Nöbetleşe suyu içecekler. Kimse öbürünün nöbetinde suyu içmeyecek. Yüce Allah bu deveyi o kayadan çıkardı. Suya ortak oldular.

Onlar bunu doğru bulmadılar. O deveyi öldürmeyi plânladılar. İki zalim, fâsık (Mvsds/ve Kufâr bin Salif) deveyi öldürdüler. Hem de kaçınca okla vurup öldürdüler. Ve benim azabım niceymîş görsünler! Taberâni'nin rivayetine göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) "geçmiş ümmetlerin en betbahtı" buyur-

31

"Çünkü biz onların üzerine korkunç bir ses gönderdik de hayvan ağılına konan kuru çalıçırpı ve otlar gibi oluverdiler."

32

"Yemin olsun ki biz Kur'ân'ı düşünmek için kolaylaştırmışladır. O halde bir düşünen var mı?"

Biz onlara Cebrail (Aleyhisselam)'ı gönderdik. Gitti ve müthiş bir avazla bağırdı. Sesin şiddetinden birden darmadağın oldular. Yâ Muhammed! Bu Kur'ân'ı senin kavmine öğüt vermek için gönderdik. Ama kim ibret alır!

"Lût kavmi (kendilerini azâb ile) korkutan (emir)leri yalan saydılar. Biz onlara taş (yağdıran bir fırtına) gönderdik. (Helak ettik). Lûtun ailesi müstesna. Onları, tarafımızdan bir nîmet olarak bir seher vakti kurtardık. İşte şükredenleri biz böyle mükâfatlandırırız."

33

"O Lût kavmi de peygamberimizi yalanladılar. Bizim birliğimizi kabullenip ona inanmadılar."

34

"Onların üzerine taş yağdırdık. Ancak Lût (Aleyhisselam)' in kızları ve inananları kurtardık. Bu seher vakti kurtarmamız"

35

"onlar için bir ihsan, nîmet idi. Şükreden kulları yalandan saklar ki Âhirette küfredenler ile azap görmemeleri için."

36

"Yemin olsun ki (Lût) onlara (kendilerini) azap ile yakalayacağımızı da haber vermişti. Fakat onlar bu korkutmaları şüphe ile tekzip ettiler."

37

"Yemin olsun ki onlar misafirlerine (bile) kötülük yapmayı kasdetmişlerdi. Biz de gözlerini silme kör ediverdik. İşte (dedik), azabımı ve tehditlerimi(n akıbetini) tadın."

38

"Yemin olsun ki onlara bir sabah, (yakalarını) asla bırakmayacak olan bir azap baskın yaptı."

39

"İşte tadın benim azabımı ve tehditlerimi (n akıbetini)."

Lût, kavmini bizim azabımızla korkuttu. Onlar ise onu yalanladılar. Azabımızın gelmesinden şüphe ettiler. O melekleri Cebrail'in başkanlığında helak etmeye gönderdik. Lût (Aleyhisselam)' in evine konuk oldular. O azgın kavmi geldiler. Lût (Aleyhisselam)' dan konuklarını istediler. Hemen Cebrail'e emrettik. Kanadı ile yüzlerini sıvadı. Hepsinin gözlerini kör ettik. Korkutucu azabı onlara tattırdık. Sabah vaktinde onlara o azap geldi ve kapladı. Cebrail, şehirleri, dağları, yerleri koparıp havaya kaldırdı. Baş aşağı çevirip ansızın bırakıverdi. Ânında yok oldular. Âhirette de azap var. Bu dünya azabı da kıyamete dek sürecek. Cehennemde zebânîler "Allah sizi dünyada bu azap ile korkutmadı mı? Ama siz bu günün geleceğini inkâr etmiştiniz. Şimdi ise yaptıklarınıza karşılık tadın azabı" derler.

40

"Yemin olsun ki biz Kur'ân'ı düşünmek için kolaylaştırmışızdır. O halde var mı düşünen?"

41

"Yemin olsun ki firavun hanedanına da tehditler gelmiştir."

42

"Onlar bizim âyetlerimizin hepsini tekzip ettiler. Biz de kendilerini çok kuvvetli, kudretli bir yakalayışla yakaladık."

43

" (Ey Kureyş), sizin kâfirleriniz (bütün) bunlardan daha mı hayırlıdır? Yoksa (semavî) kitaplarda sizin için bir berât mı var?"

O Firavuna, Hazret-i Musa ile Hazret-i Harun (ikisine de selâm olsun) korkutucu geldiler. Onlara verdiğimiz dokuz âyetin hepsini inkâr ettiler, yalanladılar. Böylece bizim azabımıza müstehâk oldular. Hem de Allah'ın "intikam" İsmiyle tecellî eden azabı kendine ve Rasûllerine itaat etmeyenlerden intikamını alır.

Yüce Allah Mekkeli kâfirleri tehdit ederek buyurdu ki: Sizin bedenininiz, bahsettiğimiz kişilerin bedeninden daha mı şiddetli, ağırdır? Sizi de yok etmeğe muktedirdir. Sizin azaptan kurtulmağa bir berâtınız mı var? Bu, onların kısır döngü zardandır.

44

"Yoksa onlar (Biz (peygamberlerden) intikamı almaya muktedir bir cemiyetiz) mi diyorlar?"

45

"Yakında o cemiyet bozulacak, onlar arkalarını dönüp kaçacaklardır."

46

"Daha doğrusu onlara vaad olunan asıl (azabın) vakti, o saattir. O saat (in azabı) daha belâlı, daha acıdır."

Yoksa bunlar, biz biribirimize kenetlenerek gelecek azâbı zararsız savabiliriz mi sanıyorlar?! Kimse bize galip olamaz. Hak teâlâ buyurdu ki: Onların cemiyetleri Bedir gününde dağılıp bozguna uğrayacaklar. Dağıldılar, kaçtılar.

Hazret-i Ömer: "Bu âyet-i kerîme geldi. Ben hangi anlama geldiğini anlamadım. Fakat Bedir gününde Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti okudu ve okunu gerdi, düşmana fırlattı. O gün gerisin geriye dönüp kaçtıkları zaman ancak anladık", dedi. Allah buyurdu ki: Biz bunları yalnız dünya azabıyla bırakmayız, kıyamet günü hepsini bir yere toplarız. O azap ise daha büyük ve daha acıdır.

47

"Şüphe yok ki günahkârlar (dünyada) sapıklık ve (âhirette) çılgın ateşler içindedirler."

48

"O gün onlar yüzleri üstü ateşte sürüklenirler. (Onlara) Tadın cehennemin dokunuşunu denilir."

49

"Şüphesiz ki biz herşeyi bir takdir ile yarattık."

50

"Ve bizim emrimiz (başka dağil) birdir. Bir göz kırpması gibi (süratli) dir."

dermekten bu mücrim kâfirler dünyâda katı sapıklık içindedirler.

Âhirette de yakıcı cehennem işkencesi içinde olacaklardır. Cehennem zebanileri onları yüzükoyun içeri atacaklar. Ve: "Dünyada inkâr ettiniz. Bundan hareketle her türlü hevaî ve nefsanî işleri doludizgin yaptınız. Şimdi hepsinin karşılığı olarak tadın azabı" derler. Hak teâlâ'nın yarattığı her şey bir uyum ve ahenk içindedir. "Herşeyi biz bir takdir içinde yarattık" âyet-i kerîmesinin Muhammed ibn Kaab'a göre Kaderîcileri reddetmek için inmiştir. Bunlar "Herkes kendi kaderini çizer. Allah'ın kudretinin yapılanda yeri yoktur, derler. Böylece inkâr etmiş olurlar. Kıyamet günü onlar da cehennemdedirler. Güçlerinin hiçbir şeye yaramadığını ancak o gün anlayacaklar. Bütün kullarımızın fiillerinin (kudretini) yaratan biziz. Yapan ise onlar. İbn Abbas (radıyallahü anh): "Bu âyette yüce Allah kullara, varlıklara rızkı veren Allah'dır, demektir" der. Bu dünyanın sonu (ol!) denir, o da (Oluverir!) Bu, "göz açmaktan ve kapamaktan daha hızlı" olacak.

51

"Yemin olsun ki biz, sizin benzerlerinizi helak etmişizdir. O halde bir düşünen var mı?"

52

"Bununla beraber işledikleri herşey defterlerde (kayıtlı) dır."

53

"Küçük-büyük herşey yazılıdır."

Biz sizi ve benzerinizi helak eyledik. Peygamberlerini yalanlayan bir kimse bundan acaba ibret alır mı? Bunlar haktır. Cezalarına müstehaktıriar, diye düşünüp îmana geleniniz pek görülmemiştir.

Onlar ne yaparlarsa yanlarına kâr kalacağını sanmasınlar. Ne isterler, ne söylerler ise kitapda yazılıdır. Büyük-küçük ne varsa "Levh-i Mahfûz"da bilgimiz dahilindedir.

Ve şimdi de cennetlikleri müjdelemek üzere yüce Rabbimiz şöyle buyurur;

54

"Şüphesiz ki takva sahipleri cennetlerde, ırmaklar (kenarların) da,"

55

"Hak meclisinde (ve) kudret sahibi, mülkü çok yüce olan (Allah)' in yanındadırlar."

Sirkten, çirkinlik tasıvan günahlardan, küçük günahlardan bile sakınan kimseler cennette bahçelerde-ırmakların kenarlarında- şerefle, ikramlanırlar. O ulu hazretin komşuluğunda nimetler içindedirler. Bu sonsuz mutluluğu kazanabilmek için dünyâda nefîslerine meşrû olanlarla yetinerek hâkim oldular. Helâka götüren sebeplerden şuurluca sakındılar. Azaba götüren günahları âdet edinmediler. Her iş ve amellerinde ihlâsı ölçü aldılar.

0 ﴿