VAKIA SURESİ

Mekkede nazil olmuştur. 96. âyet-i kerîme'dir.

1

"Kıyamet koptuğu zaman,"

2

"(hiçbir nefis) onun vukuunda (Allah'a karşı artık) yalancı değildir."

3

"O (kimini) alçaltıcı, (kimini) yükselticidir."

Yüce Allah sanki şöyle buyurdu: Yukardaki Rahman sûresinde zikrettiğimiz nimetlerimize karşı nankörlük yapanlardan intikamımızı alırız. O kesin olacak Kıyamet kopmasıyla! Kıyamete Vakıa denildi. Çünkü o, ancak (Sûr)'a avazla İsrâfil'in bağırması ile gerçekleşecektir. Onun kopmasından asla şüphe yoktur. Onun bir sıfatı da, nîce kavmi amelleri, iyi huyları dolayısıyla yükseltir. Nicelerinin mertebelerini artırır. Zâtına yakınlaştırır. Nicelerini de beylikten, sultanlıktan küçültücü bir muamele ile aşağılara indirir. Birçok inkarcıyı ve kibirliyi Kahhâr ismiyle alçaltır, cehenneme tepetaklak atar. Birçok fakiri, zayıf görüleni de ulu derecelere eriştirir ve cennet ve cemâlullah'a kavuşturur.

4

"O zaman yer bir sarsıntı ile sarsılmıştır."

5

"Dağlar didik didik parçalanmıştır."

6

"Derken dağılmış, toz hâline gelmiştir."

7

"Siz de (kıyamette) üç sınıf olmuşsunuzdur."

Yer, şiddetli bir sarsıntı ile sarsılıp içinde ne varsa hepsini dışarıya atacaktır. O yüksek yüksek dağlar yerinden kopup tırıs giden bir atın veya arabanın etrafı toza bulaması gibi darmadağın, tuzbuz olacaktır. İşte bu dehşetli hengâmede siz üç sınıfa ayrılacaksınız, iki bölüğü cennete, bir bölüğü de cehenneme gideceklerdir. Cennetlikler "Sâbiklar, mukarrebler ve ashab-ı yemîn" üç derecelidirler. Cehennemlik olanlar bir bölüktür. İsmi de "ashâb-ı şimâl"dir.

8

"Sağcılar (a gelince:) o sağcılar ne (mutlu) durlar!"

9

"Solcular(a gelince:) O solcular ne (betbaht)tırlar!"

Allâhu Teâla bahsedilen zümrelerin mertebelerini Rasûlü (sallallahü aleyhi ve sellem)' ne tenbihle şöyle bildirmiştir: Yâ Muhammed! O sağcıların amel defterlerini sağ elleriyle alacaklarını biz bildirmezsek sen nerden bileceksin. Yine amel defterlerini sol elden alan o cehennemliklerin durumunu -Biz bildirmeden- önceden nerden bileceksin. Bilememekte de mazursun...

Allahu Teâlâ, Âdemin zürriyetinden "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" sorusuna "Kâlû belâ-Evet, Sen bizim Rabbimizsin" diyen, Adem (aleyhisselâm)'ın sağında durup "Allahı tek mâbud ve kendilerinin de yalnız Onun kulları olduklarını kabullenmiş olan" Ashâb-ı yemin'in ne olduğunu nerden bileceksin? Bunlar dünyada bu "ruhlar âleminde olmuş" yeminlerine sâdık kalarak Ona kulluk edenler, kıyamet gününde Arşın sağında durup Cennet yoluna revan olanlar onlardır.

Ashâb-ı şimal o "ahd-i mîsâk"da Âdem (aleyhisselâm) 'in solunda durmuşlardır. Ruhlar âleminde "Allah'ın rablığını, kendilerinin de onun kulları oldukları gerçeğini" inkâr ettiler. Dünyâda bu sözlerini doğrulamışlardır. Hakka dönmemişlerdir. Bunlar Kıyamet günü Arşın solunda olacaklardır. Buradan, rezîl bir şekilde cehenneme sürüklenecekler.

10

"Hayır yarışlarında tâ öne geçip kazananlar (a gelince:) onlar (orada da) öncüdürler."

11

"İşte onlar (Allah'a) en çok yaklaştırılmış olanlardır."

12

"Naîm cennetlerinde (dirler)."

"Sâbıklar-Önde gidenler" ise gerçek bir îman sahibi olup günlerini Allah'a itaatte geçirirler. Bununla da kalmayıp düşmanlarla savaşarak daha fedakâr olduklarını ispat etmişlerdir. Bunlar cennette ikramlara boğulacaklardır.

Yüce Allah cennetlik olan bu üç sınıfı zikretti ki bizlere teşvik olsun diye. Onun kazanılması için gereken meşru sebeblere yapışalım diye. Bu ebedî devlete kavuşalım dilemiştir. Rabbîmiz. "Ashâb-ı şîmâl- Amel defteri soldan verilenlerden de bahsetti. Böylece işlenen günahlara pişman olup günaha giden yollan bırakalım dilemiştir.

13

"Bir çoğu evvelki (ümmet)lerden,"

14

"birazı da sonrakilerdendir."

İman, itaat ve cihatla Allah'a manevî yakınlık kurmuş bahtiyar kullar Naîm cennetlerinde zevkü sefa sürerler. Bu durumda olanların birçoğu bu ümmetin "ilk hayırlı üç neslinden" (Ashâb-ı Kiram, Tabiîn ve Tebe-i tâbiîn'den) dir. Azı da bunlardan sonra gelip bunları örnek alarak izleyenlerdendir. Bu, en sağlam bir görüşe göre böyledir. Çünkü, bu ümmetin ilk üç nesli daha çok "Âhiret ağırlıklı" bir hayat sürmüşlerdir. Ama onlardan sonra gelenler ise "dünya ağırlıklı" bir yaşantı içinde olmuşlar. Onların zamanında fitne-fesat olduğundan "îman-amel-ahlâk ve muamelât" bakımından çok zayıf duruma düşmüşlerdir. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın, Abdullah b. Ebû Berde'nin babasından rivayetine göre şöyle dediği nakledilir: "Cennetlikler yüz yirmi sınıftır. Bunun sekseni benim ümmetimden, kırkı ise eski ümmetlerdendir."

15

"(Onlar) cevherlerle örülmüş tahtlar üzerîndedirler."

16

"Üstlerinde karşı karşıya yaslanmış (bahtiyar)lar olarak."

İnci ve yakuttan örülü tahtlar -Mücahid'e göre altın sırmalı- üzerinde keyfediyorlar. Birbirlerini ziyaret ederler. Etraflarında hizmet için fırfır dönen ebedî taze oğlancıklar var. Hepsi de aynı yaşıttırlar. Asla yaşlanmazlar. Çünkü ebedîlik için yaratılan değişmez. Kimine göre bu (vildanlar), küçük yaşta ölen "kâfirlerin çocuklaradır, demişlerdir. Bazısına göre de bunlar "mü’minlerin çocuklan"dır. Ne sevapları var, ne de günahları var. Bunun için ne cennete ne de cehenneme girebiliyorlar. "Maîn" ırmağından kimileri kaplarla, kimileri ibriklerle kimileri de kadehlerle içki doldururlar. Onun içkisi beyazdır. Onu içenin başı ağrımaz. Kafayı da bulmaz. Bu içki dokunmaz. İçtikçe üstelik aklı artırır. Nûr olur, kuvvet verir. Yemekle-içmekle orda iştahları kabarır. Abuk-sabuk konuşmazlar.

17

"Ebedî (taze)liğe mazhar edilmiş evlatlar (hizmet için) etraflarında dolanırlar."

18

"Maîn (kaynağın) dan (dolu) büyük kaplarla, ibriklerle ve kadehlerle."

19

"Ki bundan başağrısına uğratılmayacakları gibi akılları da giderilmez."

20

"Beğeneceklerinden (türlü) meyve(ler),"

21

"iştahlanacaklarından kuş et(ler)i ile (etraflarında dolanırlar)."

Yâni, o hayırlarda ileri giden ve başkalarını da hayrata teşvik edenler, çeşitli meyveleri arzuladıkları an, istedikleri kadar yerler; yemek için her sofraya oturduklarında "meyve ve kuş eti"ni sofralarında bulurlar ve yerler. Her yedikleri bir öncekinden başka tatta olacak.

22

"(Orada) şahin gözlü huriler de (vardır)."

23

"Saklı inci timsâlleri gibi."

24

"(Bunlar mukarreblerln) işledikleri iyi amel (ve hareket) lere bir mükâfat olarak (yapılır)."

O hayırların hepsinde önde koşanlara bembeyaz huriler verilir. Onlar el değmemiş inci sedefleri içindedirler. Yüzleri pembe renklidir. Neresine bakılsa göz doldurur, Gözleri sürmelidir. Görgülü, nâziktirler. Bütün bunlar, cennette, ihlâsla yapılmış sâlih ameller karşılığı, Hak teâlâ tarafından ihsan edilmiştir. Kişi, zannıyla cenneti hakedemez. Cennete ancak "sâlih amel ve dürüst çalışma" ile girebilir. Şöyle bir hikâye anlatılır: -Velîlerden İbrahim b. Edhem, bir gün hamama gitmek istedi. Hamamcı ona "Paran varsa girersin. Paran yoksa giremezsin," dedi. İbrahim b. Edhem (kaddesallahü sirreh) bunu işitince ağlamaya başladı. Hamamcı, "Ey derviş, paran yoksa girebilirsin. Niçin bunun için ağlıyorsun ki!" deyince, İbrahim b. Edhem dedi ki:

"— Ey karındaşım! Ben bunun için ağlamıyorum. Sen bir (şeytan evi) olan hamama parasız sokmuyorsun. Yarın Rahman olan Allah, (rahmet evi) olan cennete amelsiz sokar mı, alır mı? Sen iyi, güzel işleri, amelleri çoğaltmaya bak. Yarın ancak onunla cennete girebilirsin, ey azizim" dedi.

25

"Onlar orada ne boş bir lâf, ne de günaha sokacak bir şey işitmezler."

26

"Yalnız bir söz (İşitirler ki o da): Selâm, selâmdır."

O cennetlikler, orada, hiçbir boş, bâtıl ve günah söz işitmezler. Bunların kendileri de konuşmazlar. Ancak birbirine "selâm, selam" der dururlar... Yâni birbirine selâm verirler hep. Allah da onlara meleklerle "selâm" gönderir. Melekler de onlara selam verir. Melekler böylece onlara ebedî selâmetlik dilerler. Yüce Allah, "sâbikûn-hayırların öncüleri"nin makamlarını ve hallerini beyan etti.

27

"Sağcılar: Onlar ne (mutlu) sağcılardır!"

28

"Dikensiz kiraz,"

29

"meyveleri tıklım tıklım muz ağaç(lar)ı,"

30

"yayılmış (dâimî) gölge(ler),"

31

"dâim akan su(lar),"

32

"birçok (cinsde) meyve (ler) arasında,"

33

"(hiçbir zaman) kesil(ip tüken)meyen, yasak da edilmeyen"

34

"ve (kadri) yüceltilmiş döşeklerdedirler."

Yâ Muhammed! Sen o amel defterleri sağdan verilenlere ne ikramlar, ne hayırlar lütfedeceğimizi nerden bilirsin. Onlar cennette dikensiz kiraz ağaçlarının meyvelerini yerler. Onun yemişi dünya meyvesine benzemez. Dal-budak salmış dallan birbirine abanmış muz ağaçlarının meyvelerini yerler. Kopkoyu uzun gölgeli ağaçların altında yerler-içerler ve safa sürerler. Abdurrahman b. Ebû Seleme, Ebû Hureyre (radıyallahü anh) in şu sözünü nakleder. "Cennette bir ağaç vardır ki atlı bir kişi onun gölgesini yüzyılda bitiremez. İsterseniz (yayılmış gölgeler ve kesiksiz akan sular) âyetini okuyunuz," dedi. Ve yine orda "sütten ak, baldan tatlı ve miskten güzel kokulu" Arşın altından çıkan ırmaklar vardır. İstedikleri yemişten yerler. Onlar her zaman tazedir, çürümezler de. Dünyâ meyveleri gibi bitmez. Diledikleri zaman zahmetsiz onu yerler. Dünyada durum bunun tam tersidir. Her zaman bulunmaz. Elde edilmesi Ve yenmesi zahmetlidir. Kat kat döşekler ordadır. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dedi ki: "Yukarıdan bir döşek uçsa aşağıya düşse yetmiş yılda düşerdi" Fakat mü’min ona çıkmak istediği zaman, o, bir deve gibi çöker, mü’min de çıkar, o da yükselir. Hiçbir zahmet çekmez.

35

"Hakikat, biz onları (hurileri) yepyeni bir yaratılışla yarattık dâ,"

36

"kızoğlan kızlar,"

37

"kocalarına sevgi ile düşkün, hep bir yaşıt yaptık,"

38

"sağcılar için."

Biz, dünyâda "îman-ihlâs ve sâlih amel" ile bize kavuşan kullarımız için cennette her birleşimde bekâr olacak olan zevceler hazırladık. Onlar kocalarına aşıktırlar. Kendilerine hiçbir yabancı göz değmemiştir. Kendileri de hiçbir yabancıya bakmazlar bile... Hepsinin yaşı (kadın-erkek) "otuzüç" olarak eşittir. Boylan ise "atmış arşın" olacak. Âdem peygamberin boyuna denk. Çok güzeldirler! Ayrıca nâzik, görgülü ve kıvraktırlar. Dünyadaki işledikleri "sâlih ameller" orda onların yüzlerinin nurunu ve parlaklığını daha da artıracak. Ümmü Seleme (radıyallahü anh) bu âyet-i kerîmenin mânasından Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a sordu: "-yâ Rasûlallah! Bu anlatılan vasıfta olacak olanlar kimlerdir?" Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a şöyle cevap verdi: "-Ey Ümmü Seleme! Onlar dünyada iki büklüm olmuş, başı ağarmıştır. Gözlerinin feri-nûru gitmiştir. Gözleri çapaklıdır. Fakat güzel güzel amel işlediler. Hayır işlediler. Böylece Allah'ın huzuruna geldiler. Şöyle değişik bir sekile dönüştüler: Saçları kıvırcık, gözleri sürmeli, yüzleri Ay'ın bedir hâli gibi parlak, öyle ki kocaları onlara bakınca, kendilerini gösteren ayna olurlar. Yine bakılınca ciğerleri ve ilikleri görülür. Gökte parlayan bir yıldız gibidirler. Tükürmezler, sümkürmezler. Tuvalete çıkmazlar. O sağcılardan olan kocalarına hiç eziyet etmezler. Bütün bu ikramlar amel defteri sağından verilenleredir. Dünyada âhirete dönük yaşadılar. Güzel güzel ameller işlediler.

39

"(Bunların) bir çok(u) evvelki (ümmet) lerden,"

40

"bir çok(u) da sonraki (ümmet)lerdendir."

Bu ümmetin ilkinden de, sonundan da çoktur. -Veya tercümede gösterilen gibidir-Ya da "sabikûn" bu ümmetin ilk asırlarında (ki Ashabı kiram, Tabiiler ve Tebei tâbiilerdir) geçmiştir. Ümmetin kıyamete yakın zamanında gelenlerden "sabikûn" az olacak...

41

"Solcular: (Onlar) ne solculardır!"

42

"(Ateşin bütün gözeneklerine işleyen) sıcaklığı ve kaynar bir su,"

43

"ve bir de kapkara dumandan bir gölge içindedirler."

44

"Ki (o gölge) ne serin, ne de faydalı değildir."

Yâ Muhammed! Bu solcuların ne horluklar ve şerler içinde olduklarını bilemezsin. Bunlar cehennemde kemiklerini sızlatan, vücut etlerini döken yakıcı bir azap içindedirler. Bu kaynar sudan susadığı için bîr bardak su içse içi-dışına çıkar. Bundan kurtulmak için soğuk su dökülür ve içirilir. Bu onların azaplarını dindirmez, bilâkis artırır. Bu kısır döngü sürer gider.

45

"Çünkü onlar bundan evvel şehvetlerine düşkündüler."

46

"O büyük günah üzerinde isrâr ederlerdi."

Yâni, bunlar dünyâda servetlerinin çokluğundan dolayı mağrur olurlardı. Hattâ büyüklenirlerdi. Bu büyük günah hâli onlarda hep görülürdü. Şehvetlerine de düşkündüler. Şımarıklık, alâmet-i farikaları idi. "Bir kimse öldükten sonra tekrar ditilmeyecek" diye yemin ederlerdi. İbn Abbas (radıyallahü anh)'a göre "şirk" koşarlardı. Üstelik buna ısrarla devam ederlerdi.

47

"Bir de (Biz öldüğümüz, bir toprak ve bir yığın kemik olduğumuz vakit mi, hakikaten biz mi diriltilip kaldırılacak mışız?) derlerdi."

48

"Evvelce geçmiş atalarımız da mı?"

49

"Söyle: Şüphesiz hem evvelkiler, hem sonrakiler."

Onlar ortak koştukları halde birbirlerine yukarda belirttiğimiz şekilde hayret edici suallerini sorarlar. Bu tekrar toprak olduktan sonra akıl dışı bir iştir, derlerdi. Allahü teâlâ'nın herşeye güç yetiren bir Vâcibülvücûd olduğunu inkâr ederlerdi.

50

"Belirli bir günün muayyen vaktinde çaresiz toplanacaklardır."

51

"Sonra, muhakkak ki siz ey sapkınlar, yalancılar!"

52

"Elbette (cehennemde) zakkum ağacından yiyeceksiniz;"

53

"Karınlarınızı ondan dolduracaksınız."

Sizin önceki-sonraki bütün küfür soyunuz o yalanladığınız Allah'ın izzeti hakkı için o zakkum ağacının apacı meyvelerinden yiyeceksiniz. Onun o dikenli, acı, tırmalayıcı salkımlarını açlıktan yiyeceksiniz. Fakat karınlarınızı dolduracaksınız. Ancak içinizi kavuracak! Doğru o yakıcı kaynar suya koşacaksınız! Şu çölde susuz kalmış da böğürerek oraya-buraya koşan develer gibi! Bu susuzlukta develeri kandırmak imkânsızdır. Nitekim siz de bundan çok beter olacaksınız!

54

"Üstüne de o kaynar sudan içeceklersiniz."

55

"(O suretle ki) susamış develerin içişi gibi içeceksiniz."

56

"İşte ceza günü onlara (çekilecek) ziyafet budur!"

57

"Sizi biz yarattık. O halde tekrar dirilmeye de, inanmalı değil misiniz?"

Yukarda biraz açıkladık. O cehennemde bundan başka, yılanlar-akrepler onları taciz ederler. Bunların hepsi onların işlediklerine denk cezalardır. Biz Azîmüşşân bunları yoktan yarattık. Bu, asıl zor olan bir yaratılıştır. Tabiî bizim için değil. Buna rağmen bizi inkâr ederler. Varlıkları şekil değişecek. Ama büsbütün yok olmayacak. Çünkü fizik kanununa göre hiçbir şey tamamen yok olmaz; belki şekil değiştirir.

58

"(Eğer siz bir meniden yaratıldığınızı iddîa ediyorsanız) o halde (rahimlere) dökmekte olduğunuz (O) menî nedir?"

59

"Bana haber verin. Onu siz mi (düzgün bir insan) suretine getiriyorsunuz? Yoksa yaratanlar biz miyiz?"

60

"Aranızda ölümü (ve ecelleri) biz takdir ettik ve biz, dilediğimiz şeyi yerine getirmekten âciz de değiliz."

61

"Kılıklarınızı değiştirmeğe ve bilemiyeceğiniz bir sûrette sizi yaratmağa da gücümüz yeter."

Aranızda ölümü biz takdir ettik. Ve biz (sizi helak ederek) yerinize diğer benzerlerinizi getirmemiz ve sizi bilemeyeceğiniz bir yaratılışda ve suretlerde tekrar peyda etmemiz hususunda önüne geçilecekler de değiliz.

62

"Yemin olsun ki birinci yaratılışı (nızı) bildiniz. Fakat (tekrar yaratılacağınızı da) düşünmeli değil misiniz?"

Topraktan oluşan "erlik suyu"nu rahimlere binbir kombinezon içinde düşüren ve orada belli süresini bitirince "kana, damara, ete, surete" dönüştüren ve yepyeni bir canlı olarak dünyâya gönderen ve erkek-dişi gibi ayırıcı özelliklerini de veren ve o canlının rızkını, kaderini "şakî’ıni yoksa "saîd" mi olacağını bilen ve yaratan siz misiniz, yoksa biz miyiz?

Biz dilersek, sizi yokeder, başka bir kavmi yerinize yaratabiliriz. Onlar sizden bize daha iyi bir kul olurlar. Böyle yapmaktan da âciz değiliz. Siz, şu baktığınız suratlarınızı da bizim yarattığımızı, acaba iyice düşünebiliyor musunuz? Bütün bu oluşlarda sizin öğüt kabul etmeniz istihdaf edilmiştir. İbret almanızı istemişizdir.

63

"Şimdi bana ekmekte olduğunuz (tohum) u haber verin."

64

"Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitirenler biz miyiz?"

65

"Eğer dileseydik muhakkak ki onu (tohumsuz) bir ot kırıntısı yapardık da siz de şaşakalırdınız. (şöyle derdiniz:)"

66

"Biz hakîkaten ağır borca uğratılmışızdır."

67

"Daha doğrusu biz (umduğumuzdan) mahrum kalmışlarız"

Siz ne kadar ahmaksınız ki ektiğiniz ekinden de bir ders ve ibret alamadınız. Siz tohumu toprağa saçtınız. Onu canlandıran biziz. Eğer biz dileseydik o yeşilliği olgunlaşmadan kurutmaya elbette kadiriz! Onun saman olması da ders çıkarana bir ibrettir. Sizin sonunuz da böyle olacak. Siz, bize dayanmadığınız için, umutsuzsunuz!

68

"Şimdi içmekte olduğunuz suyu söyleyin bana."

69

"Onu buluttan siz mi indirdiniz, yoksa indiriciler biz miyiz?"

70

"Eğer dileseydik onu (İçilmeyecek) tuzlu bir su yapardık. O halde şükretmeli değil misiniz?"

Şu kana kana içdiğiniz "tatlı suyu" gökten yağmur olarak indiren, yerden pınarlarla çıkaran biz değil miyiz? Şayet dilersek onu "acı ve tuzlu" hâline çeviririz? öyle ki -cehennemde olacağı gibi- bir içim ağız tadıyla içemezsiniz. Böyle tatlı sular içtiğiniz halde bizim kudretimizi kavrayamıyorsunuz. Birliğimizi inkâr ediyorsunuz: Ortaklar koşarak...

71

"Şimdi bana (yeşil bir ağaçtan) çakmakta olduğumuz ateşi söyleyin."

72

"Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa biz mi yarattık?"

73

"Biz onu hem bir ibret, hem çöl yolcularına bir fâide kıldık."

- Birbirine çakmakla ateş çıkaran o ağacı -ki yasin sûresinde açıkladık -siz mi, yoksa biz mi yarattık? Ona "yakma" özelliği veren elbette biziz. Size bir öğüt olsun istedik ve çöl adamlarına yaradı kıldık. Bir de "âhiret ateşi"ni de göz önüne alasınız. İbret ve ders alasınız. Çünkü "bu küçük ateş öte dünyadaki büyük ateşe bir öğüttür" (Mucâhid).

74

"O halde Rabbini o büyük adiyle tesbih (ve tenzih) et."

Yâ Muhammed! O Rabbini ulu adıyla an ve Onu her türlü noksanlıklardan uzak gör. Namaz kıl ki, sana bunun gibi lûtuflar ikram eden kendine "en yakın" menzile getirdi. Bunları inkâr edenlerden dolayı da tasalanma.

75

"Hayır (hakikatler kâfirlerin dedikleri gibi değildir). İşte yıldızların düştüğü yerlere andediyorum."

76

"Ki hakikaten bu, eğer bilirseniz, büyük bir anddır."

77

"Muhakkak O, elbette çok şerefli bir Kur'an'dır."

78

"Ki siyânet edilmiş bir kitapta (yazdı) dır."

79

"Ona tam bir surette temizlenmiş olanlardan başkası el süremez."

80

"(O) âlemlerin Rabbinden indirilmiştir."

Kur'an'ı inkâr eden bu kâfirler derler ki: "Bu Kur'an Muhammed'in uydurduğu bir kitapdır" Biz andiçerek belirtelim ki onu âyet âyet, sûre sûre indirdik. Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in size okuduğu o Kur'an, Levh-i Mahfuzda saklı ve yazılıdır. Bizden başkasının onun içyüzünü bilmesi imkânsızdır. Günah işlemeyen o melekler onu size ulaştırır. Bunun gibi onu okuyanın da tertemiz (abdestli) olması gerekir. Hazret-i Ebûbekir'in oğlu Abdurrahman babasından Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)' in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: "Kimilerine yazdığı mektupda Kur'ana ancak abdestli olan el sürsün." İbrahim rivâyetiyle Abdurrahman ibn Yezîd der ki: "Biz Selmân-ı Fârisî (radıyallahü anh) ile beraberdik. İhtiyaç gidermek için bizden uzaklaştı. Bize abdest almadan döndü. Biz ona dinî sorular soracağımızı bildirdik." O ise: "Sorun. Âyette (Ona ancak tertemiz olan el sürebilir) buyruluyor. Mushafa dokunmaksızın ondan âyetler okuyabiliriz. Ama cünûp olan ne okur, ne de dokunabilir," dedik. Fakat Fatiha gibi sûreleri duâ niyetiyle okunabilir.

Bu Kur'an yaratan, rızıklandıran Rabbülâlemîn tarafından Cebrail ile gönderilmiş Allah kelâmıdır. Mahlûk değildir. Birinin de düzmecesi asla değildir.

81

"Şimdi siz bu kelâmı mı hor görücülersiniz?"

82

"Rızkınıza (şükür edeceğinize) siz behemehal tekzibe mi kalkışırsınız?"

Ey kâfirler! Siz bu Kur'anı inkâr mı edersiniz, yalanlar mısınız? Ben size şükredesiniz diye rızıklar ihsan ettim. Rızkınıza sebeb olan hayat kaynağı suyu (yağmur) olarak ben indirdim; bir yıldız yağdırmadı. Siz böyle inanırsınız. Bu hatâdır, şirktir. Güya, yıldız falan yerden doğacak ve yağmur da yağacak, diye inanırlardı... Halbuki yağmurun oluşumunda etkili olan faktörlerin hepsi maddîdir. Bunlar yetmez. Onun dilemesi ise "manevî faktörüdür. Bu, bizce baş çeker her işte, her oluşta, her yaratılışda. Bunda çok hikmetler var. Bunu, ancak üzerinde iyi düşünenler anlar Ayrıntıya girmemiz gerekmez. Ama bir örnek verebilir. Bir kimse bir yabancı yerde suç işlese, Onu bir başkası öldürmek istese veya işkenceyle elini kesmek, gözünü çıkarmak istese... Ve fakat bir başkası da çıksa onu kurtarmak için şefaat etse bunun üzerine "falan olmasa o öldürülürdü" denilse bu hatadır. Onu kurtaran asıl Allah'dır. Zira, o kişinin gönlüne "kurtarma duygusunu ve şefaati" bırakmasa o bunu yapamazdı. Öbürüne de "merhamet duygusunu" vermese, onu bırakmazdı. Allah onlan ona sebeb kıldı. Yağmur da aynen böyledir. Allah rızka onu sebeb kıldı. Sırf bu işi yağmura bağlamak büyük hatadır. Gerisini sen bunu gözönüne alarak anlamaya çalış.

83

"Hele (can) boğaza gelince,"

84

"o vakit siz görürsünüz!"

85

"Biz ona sizden yakınız. Fakat görmezsiniz."

Ey inatçı kâfirler! Can boğaza geldiği zaman kendinizden, oymağınızdan, oğlunuzdan kızınızdan ölümü niçin başınızdan savamıyorsunuz. Siz o anda paniğe kapılır, gözgöze gelir ve fakat birşey yapmaz, âciz kalırsınız. O anda bizim emrimiz ve hükmümüzle "Melekülmevt-Azrâil" gelir, o kişinin canını alır. Size sizden yakındır. Biz ise ondan da ölüye ve diriye daha yakınız ("şahdamarından yakın"). Fakat siz bu meleğimizi asla göremezsiniz.

86

"Haydi (bakalım), eğer hesaba çekilmiyecekseniz,"

87

"Onu (tâ boğazınıza gelince cesedinize) geri çevirsenize! Eğer (iddianızda) sâdıklarsınız..."

Siz; kendinizi hürlerden, şereflilerden, azizlerden, hesap sorulamayacaklardan sayıyorsunuz, öyleyse ölüm geldiği zaman onu reddedin bakalım. Dünyada böyle "sorumsuz bîr kafa" yapınız vardı. Ama bizim emrimizle gelen Meleği kovun bakalım. Böylece ölümsüzlesin... Tabiî buna gücünüz yetmez.

88

"Şimdi, (ölene gelince) eğer o, mukarreblerden ise,"

89

"artık rahatlık, güzel rızık ve Nâim cenneti (onundur)."

Eğer ölünüz "Allah'a daha yakın"dan (mukarrebler) den ve "hayırlarda ileri gidenler" (sabıklar) dan ise, onlar rahatlık, rahmet ve Naîm cennetlerinde sayısız nimetler içindedirler. Eğer ö ölü (ashabülyemin) den "sağcılar" dan ise, hep birbirlerine (selâm!) derler. Melekler ölümü hengâmesinde "size selâm. Korkma. Tasalanma," derler. Kabrine vardığı zaman da ona "selam!" derler.

90

"Eğer sağcılardan ise,"

91

"artık sağcılardan selâm sana!"

"Sana devamlı selam veren komşular vardır," derler melekler: "Artık korkma, kederlenme. Sen bütün sıkıntılardan selâmetlik içindesin. Rahat ol," derler.

92

"Ama eğer tekzîbcilerden, sapıklardansa,"

93

"İşte (ona da) kaynar sudan bir ziyafet!"

94

"Ve cehenneme bir atılış."

95

"Şüphesiz ki bu, elbette kat'î bilgi (veren) hakikatin tâ kendisidir."

O sizden önce ve sizin döneminizde Âhireti münkirseler ve hidâyet yolundan sapmışsalar onların yeri cehennemdir. İçecekleri kaynar sudur. Yiyecekleri de zakkumdur. Bu azapları bitmez. Cennetliklerin; sayısız, benzersiz, bitmez-tükenmez, hayal edilmez, görülmemiş, duyulmamış nimetleri olacaktır. Cehennemlikler, binbir çeşit mihnetler çekeceklerdir. Bunların hepsi Hak teâlâ'nın kudretinin sonsuzluğunu gösterir. Hepsi gerçektir. Olacağında asla şüphe yoktur.

96

"Haydi Rabbini o büyük adiyle tesbih (ve tenzîh) et."

Yâ Muhammed! Sen sürekli-kesintisiz Rabbini zikret ve Onu derinliğine birle. Onun şânına yakışmayan eksiklikleri, Ondan uzaklaştır: (Sübhanallah). Ta ki ona olan yükselişinden temkin makamına inerek- ki veliliğin en yüksek makamı denilir- sâkinleşesin..."

Allahü teâlâ Rasûlüne hitap ediyor. Maksat ümmetidir. Gaflet hâli ancak onlarda bulunur. Onun için düşünülürse "fazla ferahlaması, ufuk açılması" içindir. Ümmetin uyarılması istenir. Bu kadar olgunlukların sahipleri olan o Ulu Zât tesbih etmekle emrolununca; birçok büyük-küçük günah işleyen biz ümmetinin hizaya girmemizin murad edildiği aşikârdır. Vakitlerimizi Ona hamdetmekle, Onu kutsamakla geçirmeliyiz.

Abdullah İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğunu işittim der: "Kim Vakıa sûresini hergün okursa, ona fakirlik isabet etmez"

0 ﴿