MÜCÂDELE SURESİ

Bu sûre, Medîne-i Münevverede nazil olmuştur. Yirmi iki âyettir.

1

"(Habîbim) kocası hakkında seninle direşip duran Allah'a da şikâyet etmekte olan (kadın) in sözünü Allah dinlemiştir. Allah sizin konuşmanızı (zâten) işitiyordu. Çünkü Allah hakkıyle işitici, kemâliyle görücüdür."

İkrime (radıyallahü anh), bu âyet-i kerîme, Evs ibn Sâmit (radıyallahü anh) in karısı Sâlebe'nin kızı (Havle) hakkında inmiştir, demiştir. Havle kocasıyle Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gittiler. Havle: "Ey Allah'ın Rasûlü! Kocam bana anamın arkası gibisin," dedi. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Onun sana haram olduğunu sanıyorum," dedi. Havle dedi ki: "Yâ Resûlallah! Anam-babam sana feda olsun. Demek işim zanna kaldı," diye Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in başını ağrıtmaya başladı. Bu arada Hazret-i Âişe (radıyallahü anh) Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in başını yıkıyordu. Havle'yi azarladı ve: "Bırak konuşmayı! Görmüyor musun, Rasûlullah'ın rengi değişti. Allah'tan ona vahiy geliyor," dedi. Bu âyet-i kerîme nazil oldu.

2

"içinizde (ahar) yapagelenlerin hanımları onların anaları değildir. Anaları kendilerini doğuranlardan başkası değildir. Şüphe yok ki, onlar her halde çirkin ve yalan bir lâf söylüyorlar. Muhakkak Allah çok bağışlayıcı, çok yarağayıcıdır."

Sana gelip hanımı hakkında şöyle konuştu adam: "Sen bana anamın arkası gibisin. Anamın karnı gibisin. Anamın uyluğu gibisin. Anamın ud yeri gibisin. Başın veya sırtın anamın başı veya arkası gibidir bana. Veya bunların hepsi veya bir kızkardeşîmin uzuvları gibidir." Bunların hepsinde de hanımı o kişiye kesin haram olur. Hak teâlâ buyurdu ki: "Bunların hanımları onların anaları değildirler. Anaları onları doğuran ve emzirenlerdir. Fakat bu kadınlar ebedî onlara haram olmaz. Keffâret vermekle haramlık kalkar, helâl olur, Bunlar birer yalan sözdürler. Allah günahları tevbe edince bağışlayandır. Sizin bu düşüncesiz sözlerinizden dolayı Allah hanımlarınızı size büsbütün haram kılmadı. Câhiliyye döneminde böyle konuşanın karısı ebedî ona haram sayılırdı. O inançtaydılar. Allahü teâlâ bunu neshetti. Keffâretle bu iş düzeltildi. Buyruldu ki: Bizim rızâmızı kazanmak için sadakalar verenlere cennetlerde yüce mertebeler ve ulu sevâblar vardır. Onun vereceği derecelerin ve sevabların içyüzünü ancak Allah bilir.

3

"Kadınlarından zıhâr ile ayrılmak isteyip de sonra dediklerini geri alacaklar (için) birbiriyle temas etmezden evvel, bir köle azat etmek (lâzımdır). İşte size bununla öğüt veriliyor. Allah ne yaparsanız hakkıyle haberdârdır."

Yâni, o kimseler ki, hanımlarını analarının sırtına benzetirler. Sonra da bu konuşmalarına pişman olurlar. Hanımlarına dönmek isterler. Bunun için şart: Hanımlanyla cinsî temas yapmadan önce bir köle azat etmeleri gerekir. Bu köle ister müslüman olsun, ister gayrimüslim olsun caizdir. Bundan sonra hanımları onlara helâl olur. Böylece Hak teâlâ size öğüt veriyor. Verdiği sözüne, nikâhla ebedî beraber olma ahdine sâdık olanlara Allah hadsiz-hesâpsız ecir verir. O kişilerin ihlâs derecelerine göre ödüllendirir.

4

"Fakat kim (bunu) bulamazsa, (yine) birbiriyle temas etmezden evvel, aralıksız iki ay oruç (tutsun)."

Bu iki ay fasılasız oruç tutarken hanımına hiç dokunmaz. Bu âyet-i kerîme şunu da gösteriyor: Karısı da bu süre içinde kocasının cinsî temas isteğine itaat etmeyecek. O kendini kollayacak. Ondan sakınacak. Ama temas olmaksızın sohbet edebilir. Âlimler "burada yasaklanan cinsî temas başta olmak üzere her türlü yakınlaşmadır," diye ittifak ettiler. Bu iki ay içinde orucunu birgün bile serî özürsüz yerse, tekrar baştan tutmak gerekir. Bir hastalık ve dince makbul özür (hayız ve nifas gibi) sebebiyle yerse bu hususda âlimlerin ihtilâfı vardır. Şöyle ki:

Müfessirlerden Atâ (radıyallahü anh) dedi ki: Özürle yerse Allah kerîmdir. Onun özrünü affeder. Sil baştan orucu tutmaz. Fakat Ebu Hanîfe (radıyallahü anh) der ki: Gerek özürlü ve gerekse özürsüz peşpeşe orucu tutmayanlar tekrar başa dönmek zorundadır. İmam Âzamin diğer arkadaşları da aynı içtihada varırlar.

Devamla yüce Allah buyurdu ki:

"Buna da güç yetiremezse altmış yoksulu (doyursun)..."

Medîneliler: Bir batman buğday veya bir batman hurma yoksula verir, derler. Amma Iraklı âlimlere göre: "İki batman" buğday "bir sa" arpa veya hurma vermeleri gerekir. Bunları hergün için uygun görürler, Sabahlı-akşamlı altmış fakiri birgün veya bir fakiri altmış gün doyurmaktır.

Bu konuda Seleme ibn Sahrülensârî (radıyallahü anh) diyor ki: "— Bana verilen cinsî güç, sanırım başka bir erkeğe verilmemişti. Ramazan ayı gelince karıma yaklaşmamak için zıhâr (onu anamın sırtına benzeterek) yaptım. Kendime böylece haram ettim. Fakat gece hizmet ederken karımın mahrem yerinden biraz açıldı. Şehvetimi kabarttı. Hemen dayanamadım, onunla temas yaptım. Sabah olunca da durumu kavmime anlattım. "Gelin Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e beraberce gidelim," diye rica ettim. Onlar: "Hayır vallahi biz gelmeyiz. Çünkü hakkımızda bir âyetin inmesinden veya Rasûlullahın hakkımızda bir söz söyleyip de üzerimizde ar kalmasından korkarız. Sen kendin git, ne hâlin varsa gör," dediler. Ben de tek başıma Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gittim. Durumu olduğu gibi anlattım. O (sallallahü aleyhi ve sellem)

Sen böylesin ha?! Buyurdu.

Evet ben böyleyim, dedim. Bunu üç kere tekrarladı. Sonuncusunda ise:

— Ya Rasulallah! Allah'ın hükmü ne ise onu tatbik et. Herhalde sabrederim, dedim.

— Öyleyse bir köle âzât et, buyurdu. Ben elimi boynuma vurarak dedim ki:

—Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin olsun ki, ben kendi boynumdan başkasına sahip değilim.

— O halde iki ay aralıksız oruç tut, dedi.

Yâ Rasulallah, dedim, şu başıma gelen şey oruçtan dolayı değil midir?

Öyleyse sadaka dağıt, buyurdu.

Ya Rasulallah! Yemin ederim ki akşama yiyeceğimiz yoktur, dedim.

— O halde Benîrezîk zekâtına memur olan zâta git, o, sana yetecek kadar hurma versin de onunla altmış yoksulu doyur, buyurdu.

— Ben de öyle yaptım. (Ebu Davud- İbn Mâce- Tirmizî) İmam Mâlik ve Şafii'ye göre altmış fakiri bulmak şarttır. İmam Ebu Hanîfe'ye göre ise bir fakiri sabahlı-akşamlı doyurmak da yeterlidir.

"Bu (hafifletme) Allah'a ve peygamberine îman etmekte olduğunuz içindir. Bu Allah'ın hadleri (hükümleri) dîr. Kâfirler için ise elem verici azap vardır."

Hak teâlâ'nın size emrettiği bu cezalar, sizin gizli yaptığınız işleri de bildiğini gösterir. Öyleyse Allah'a tam inanın ve Peygamberi de candan doğrulayın. Bunların hepsi Allah'ın farzları ve hükümleridir. Terk etmemelidir. Allah'a ve Rasûlüne inanmayan kâfirlere ise âhirette dayanılmaz, çekilmez, yaktcı azap vardır.

5

"Allah'a ve Peygamberine muhalefet etmekte olanlar, kendilerinden evvelkilerin uğratıldıkları zillet gibi zillete giriftar edilmişlerdir. Halbuki biz (onlara) âyetler de indirmişizdir. Kâfirlere horlayıcı bir azap vardır."

O kimseler ki Allah'a ve Rasûlüne düşmandırlar. Allah'ı ve Peygamberini inciltirler. Allah'ı inciltmek düşünülmez. O herşeye her bakımdan hâkimdir. Ancak Allah'ın sevdiği mü’min ve müttakî kullarını incilten sanki Allah'ı inciltmiş gibidir. Hak teâlâ ondan onun intikamını alır. Bu tip kimseler dünyada da rüsvay olurlar. Asıl âhirette dayanılmaz, bitmez-tükenmez azap onlaradır. Biz bunlara gerçekten bu Kur'an'ı indirdik. Onun için de helali ve haramı, tutacak buyruğu-sakınacak şeyleri bildirdik. Onlarsa bu Kur'an'ı işitir işitmez Rasûlümüzü yalanladılar. Kâfir oldular. Onlar için çok horlayıcı azaplar hazırladık. Bitmez-tükenmez, dayanılmaz ve içinden hiç çıkma ihtimali bile olmayan binbir çeşit işkenceli cehennem azapları!...

6

"O günde ki Allah onların hepsini diriltecek de kendilerine neler yaptıklarını haber verecektir. Allah (bütün) on(lar)ı saymıştır. Onlarsâ bunu unutmuşlardır. Allah herşeye hakkıyle şahittir."

Kâfirlere o kadar kötü horlayıcı azaplar var ki, Allah onların öncekileri de sonrakileri de bir araya bu yaptıklarının hesaplarını vermeleri için elbette toplayıcıdır. Ne isledilerse birbir haber verecektir, İnkâr edemeyecekleri bir biçimde, delilli-isbatlı olarak, onlara yaptıktan gösterilecektir. Çünkü yüce Allah onların işlediklerini defterlerde kaydettirmiştir. Sicillidirler. Amel defterlerini ellerine aldıkları zaman bütün yaptıklarına bizzat kendileri aleyhlerine şahitlik yapmak mecburiyetinde olacaklardır. Ayrıca herşeye, her zaman ve her mekânda şahit Allah'tır.

7

"Görmedin mi ki göklerde ne var, yerde ne varsa, Allah şüphesiz bilir. Herhangi bir üçten bir fısıltı vâki olmaya dursun, muhakkak ki O, bunların dördüncüsüdür. Bir beşten vukua gelmeye dursun, ille O, bunların altıncısıdır. Bundan daha az, daha çok vâki olmaya dursun, ille O, nerede olsalar, bunların yanındadır. Sonra bütün yaptıklarını Kıyamet gününde kendilerine haber verecektir O. Çünkü Allah, herşeyi hakkiyle bilendir."

Bu âyet-i kerîmenin nüzul sebebi şudur: Kâfirler, yahûdiler ve münafıklar Kâbenin yanında Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) in ve Müslümanların aleyhine fisıltılı konuşurlardı. Hatta: "Gizli konuşun ki Muhammedin Rabbi işitmesin," derlerdi. "Muhammede O haber verir," derlerdi. Ama mü’minlerden bîri yaklaşırsa konuşmayı keserlerdi. İşte yüce Allah bu âyet-i kerîmeyi "Onları deşifre etmek" için indirdi. Yâ Muhammed! Biz sana yerdekilerin, göktekilerin gönüllerinde ne varsa bildirdik. Onlar ne işlerlerse bilirsin. Üç kişi bir yerde gizlice buluşsalar onların kesinlikle dördüncüsü Allahü teâlâ'dır. Beş kişi birbiriyle fısıldaşsalar, altıncısı Allah'tır. Az olsun, çok olsun, nerede olurlarsa olsunlar bilir. Hiçbir şey "ilâhî radar"dan kaçamaz. Ne yapsalar, ne söyleseler hepsini eksiksiz bilir. Bunların hepsini amel defterleri olarak saklatır. Kıyamet günü onlara birbîr haber verir. Kâfirlerin peygambere ve mü’minlere olan davranışları aşağıdaki âyet-i kerîmede biraz daha net anlatılmaktadır.

8

"Fısıltı (ile konuşmak)dan menedilip de sonra menedildikleri (o hâle) dönmekte ve günâhı, düşmanlığı ve peygambere isyanı fısıldaşmakta olanı görmedin mi? Onlar sana geldikleri zaman seni Allah'ın selamlamadığı bir şeyle selamlarlar. Kendi aralarında da (Allah bizi söyleyegeldiğimiz yüzünden azaplandırmalı değil miydi?) derler. Onlara cehennem yeter. Oraya girecekler. İşte o, ne kötü dönüş yeridir!"

Yâ Muhammed! O inkarcılar fısıldaşmalarından yasaklandıkları halde yine onu bırakamazlar. Hem de günahda, isyanda, peygambere karşı gelmede ileri, geri fısıldasınlar. O yahûdiler sana rastladıkları vakit sizin selâmınıza lafızda yakın ve fakat anlamca tam tersi olan (Essâmüaleyküm) derler. Yani "Ölüm size!" Rasûlullah (sa)) (Vealeyküm) der. Yani "sizin de üzerinize o dilediğiniz olsun," demektir. Birgün Hazret-i Âişe (radıyallahü anh) onların bu türlü selâmlarına "Allah'ın gazabı ve laneti sizin üzerinize olsun," dedi. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "— Yâ Âişe! Kendine yumuşaklığı seç. Bu ayına ve kötü konuşmayı bırak" dedi. Hazret-i Âişe (radıyallahü anh): "—Yâ Rasûlallah! Ne söylediler işitmedin mi?" Deyince Allah'ın Rasûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "—Ya Âişe! Sen, ben onlara nasıl cevap verdim. İşitmedin mi? Benim duam onların aleyhine olur. Onların bedduası bana geçmez, makbul değil" Hak teâlâ bunun üzerine bu âyet-i kerîmeyi indirdi. Yâ Muhammed! O yahûdiler sana böyle selâm verdiler. Birbirleriyle de şöyle söyleşirler: "Bu madem hak peygamberdir. Niçin bizim bu sözlerimizden dolayı bize bu dünyada azap etmez?" Hak teâlâ "Bunlara cehennem azabı yeter! Ne kötü varılacak yerdir o," buyurdu.

9

"Ey îman edenler, aranızda gizil konuşacağınız vakit günahı, düşmanlığı, peygambere isyanı fısıldanmayın. İyiliği, takvayı fısıldasın» Ve ancak huzurunda toplanacağınız Allah'tan korkun."

Rasûlullah savaş için bir yere elçi gönderdiği zaman münafıklar biraraya gelirler ve fısıldaşıriardı. Böylece mü’minlerin canlarını sıkmayı planlarlardı. Sıkarlardı da. Hak teâlâ bu âyet-i kerîmeyi indirdi. Buyurdu ki: "Onlar ki dilleriyle (inandık) derler ve fakat gönüllerinde îmandan zerre yoktur. Bundan dolayı gizli celselerde günahda, düşmanlıkta ve Peygambere muhalefette dedikodu yaparlar. Plân kurarlar." Devamla: "Siz gerçek mü’minler! Allah'a itaat etmede ve günahları bırakmada ve münafıklara benzememekte fısıldasın. Öldükten sonra toplanacağına yer Allah'ın huzurudur. Bunları yerine getirmede yalnız ve ancak Allah'tan çekinin ve korkun," buyruldu. Bu âyet-i kerîme mü’minlere bir uyarıdır. Birkaç kişi bir yerde oturduğu zaman veya yolculuk yaptıkları vakit günahda, isyanda, düşmanlıkta ve Allah'a - Peygambere aykırı bir yol izlemekte fısıldaşmak haramdır. Çünkü diğer mü’minlerin bundan canı sıkılır. Kendileri aleyhine konuşulduğu sanılır. Bu hususta ihtiyatlı davranmak gerekir. Gerçek mü’mine yaraşan mü’min kardeşini incikmemektir. Hatta bununla da kalmayıp onun gönlüne neşe veren ve onu maddî ve manevî sevindirendir.

10

"Fısıltı sırf şeytandandır. İman edenleri tasaya düşürmek içindir bu. Halbuki bu Allah'ın izni olmaksızın onlara hiçbir şeyle zarar verici değildir. O halde mü’minler ancak Allah'a güvenip dayansın (lar)"

Münafıklar ne zaman mü’minleri görseler hemen birbirleriyle fısıldaşırlardı. Bu, mü’minleri çok üzerdi. Bundan incinirlerdi. Bu âyet-i kerîme bunun üzerine indirildi. Bunun şeytanın tuzaklarından bir hile olduğunu belirtti. Halbuki onlar mü’minlere, Allah takdir etmedikçe ve izin vermedikçe zarar eriştiremezler. Meğer ki mekrûllah ola. Allah'ın gizli bir tuzağı varsa o, çok yönlü o kulu sara. Bu da önlenemez... Fakat her halükârda mü’minler işlerini Allah'a havale etsinler. Bu, her işlerine yeter. Onun takdîri olmadıkça kimse kimseye zarar veremez. Bu, unutulmasın.

11

"Ey îman edenler sîze meclislerde (yer açın) denildiği zaman genişletin ki Allah da size genişlik versin. (Kalkın) denilince de kalkıverin. Allah, içinizden îman etmiş olanlarla kendilerine ilim verilmiş bulunanların derecelerini artırır. Allah, ne yaparsanız hakkıyle haberdardır."

Bu âyet-i kerîme "Sabit ibn Kays" vesilesiyle indi. O Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)' in meclisine geldi. Herkes peygamberimizi daha iyi dinleyebilmek için Ona yanaşırlardı. Sabit, oturacak yer bulamadı. Kimse de yer vermedi. Ayakta kalakaldı. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) "Kardeşine yer verene Allah rahmet eylesin." dedi. Yer verin ki kardeşinize; Allah da cennette size geniş yer versin. Sizi meşru bir yere davet edince gidiniz. Bu size ağır gelmesin. Allah hem âlim hem de mü’min olanın derecelerini artırmıştır. Âlim olmayan mü’minler cennetin kapısında tartışırlar. Âlım olmayanlara "Sen âlim değilsin. Cennete amelin ve îmanın sebebiyle gir," denilir. Âlim olanlara; "Siz durun. Bu halka şefaat ediniz. Bundan sonra cennete giriniz," denilir. (Mükâtil). Allah, sizin içinizde emirlerini tutup istikâmet sahibi olanlara yaptıklarını iyi olarak (cennet-cemâlullah) karşılarına çıkaracaktır. Böyle olmayanları da cezalandırır.

12

"Ey îman edenler, siz Peygambere mahrem bir şey arzetmek istediğiniz vakit (bu) mahrem konuşmanızdan evvel sadaka verin. Bu, sizin için daha hayırlı, daha temizdir. Eğer bulamazsanız şüphe yok ki Allah çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir."

Siz Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile bir meseleyi gizli olarak konuşmaya gitmeden önce bir sadaka vermeniz sizin için daha hayırlıdır. Ama veremeyecek olanları Allah bağışlar. Onlara rahmet eder. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)' in yanından ayrılmayan dervişvâri sahabeler vardı. Ebû Hureyre (radıyallahü anh) gibi... Bunlara yardım olsun istendi. Çünkü bunlar sırf Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı dinlerler ve gelemeyenlere öğretirlerdi. Bunların asgarî geçimi hedef alınmış olsa gerek. Zîra o yıllarda zekât farz değlidi. Fakat onlara bu sadakayı vermek ağır gelmişti. Bu hususta fakir Bilâl Habeşî (radıyallahü anh) gibileri rahattılar. Onunla sohbet ederlerdi. Bunun üzerine Allahü teâlâ aşağıdaki âyet-i kerîmeyi indirdi. Böylece sadaka veremeyenlere "ruhsat-müsaade" verildi.

13

"Mahrem konuşmanızdan evvel sadakalar vereceğinizden korkdunuz mu? Çünkü işte yapmadınız. (Bununla beraber) Allah sizin tevbelerinizi kabul etti. O halde dosdoğru namazı kılın. Zekâtı verin. Allah'a ve Peygamberine itaat edin. Allah, ne yaparsanız hakkiyle haberdârdır."

Ey dünya ehli! Sadaka vermekle mallarınızın biteceğinden korktunuz. Ve cimrilik yaptınız. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) in huzurunda önce vermeniz istenen sadakayı verseydiniz sizin için daha hayırlı olurdu. Yapmadınız. Allah da bu size ağır gelen yükü sizden kaldırdı. Sizi bu hususta bağışladı. Çünkü sizden de vereceğiniz sadakalardan da müstağnidir. İhtiyacı asla yoktur. Ama sizin hepiniz Ona muhtaçsınız. Öyleyse tertemiz bir kalble, huzurla namazı özenle kılın. Zekâtınızı da yerliyerinde gösterilen yerlere (Tevbe sûresi 60. âyetinde belirtilen 8 sınıfa) verin. Ayrıca Allah'a ve Rasûlüne, diğer emir ve yasaklarda da itaat etmeye îtina gösterin. Bunları yapın. Allah; sizin hayırdan ve şerden, gizli-açık, büyük-küçük ne işlerseniz hepsini her yönüyle bilir. Kıyamet gününde karşılığını verecektir Hiçbir amelinizi ziyan etmez.

14

"Allah'ın, kendilerine gazap ettiği bir kavmi dost edinenleri görmedin mi? Bunlar sizden de değildir. Onlardan da değildir. Kendileri de bilip dururlarken, onlar yalan yere yemin ederler."

Yâ Muhammed! Görmez misin, bilmez misin ki, münafıklar, yahûdilerle içli-dışlıdırlar. Ama Allah onlara gazap etmektedir. Gerçekten o münafıklar ne sizdendirler ne de açıkça onlardandırlar. Bocalıyorlar, Mü’minler onlara, "Siz görünüşte bizîmlesiniz. Gerçekte ise içiniz inkâr dolu. Yâhûdilerle dostluk yapıyorsunuz. Sizin acı dramınız böyledir," deseler, onlar derler ki: "Biz vallahi sizdeniz. Bu dostluğu yalanlarlar." Halbuki Allah onların yalanlarını boşa çıkarıyor.

15

"Allah onlar için çetin bir azap hazırladı. Hakikat onların yapmakta oldukları (işler) ne kötüdür."

16

"Onlar yeminlerini bir kalkan edindiler de Allah yolundan çevirdiler. İşte onların hakkı horlatıcı bir azaptır."

Allahü teâlâ, kötü amellerinin karşılığı olarak âhirette onlara katı azap hazırlamıştır. Bunların ne korkunç hainlikleri vardır. Bunları örtbas etmek için yeminlerini kalkan yaparlar. Bu yeminler onları, oğullarını, kızlarını kurtarmaya yetmez. Nesillerinin îmana gelmelerini engellerler. Kendileri de bilirler ki yalancıdırlar. Onlar için yakıcı, horlayıcı, dayanılmaz, çekilmez ve bitmez azap vardır.

17

"Onların ne malları, ne evlâtları hiçbir veçhile Allah (ta azabın) dan, kaabil değil kurtarmaz. Onlar ateş yaranıdırlar. Onlar orada ebedîdirler."

Bunlar mallarına ve çocuklarına güvenirler. Bizim bu varlıklarımız Ahirette bizi kurtaracaktır, derler. Bilsinler ki, onların ne mallan ne de evlâtları onları âhiretteki korkunç azaptan kurtaramaz. Bunların hepsi bu inkâr üzerine ölürlerse ebedî cehennem azabı içinde olacaklardır. Yâhûdî, hırıstiyan ve münafıkların hepsi bu ebedî azapta ortaktırlar.

18

"O gün Allah, onların hepsini diriltecek de Ona da -size yemin ettikleri gibi- yemin edeceklerdir. Onlar hakîkaten birsey üzerine olduklarını sanırlar. Gözünüzü açın ki, onlar cidden yalancıların ta kendileridir."

O hesap gününde Allah o inkarcıların her çeşidini huzurunda toplayacaktır. Sonra da: "Niçin Benîm birliğimi tam olarak tanımadınız. Rasülümü de yalanladınız. Onlar dünyada size yaptıkları yalan yemin gibi âhirette de Allah'a andiçeceklerdir. Vallahi bizim Rabbimiz birdir. Biz müşriklerden değildik. Öyle zannediyorlar, derler. Böylece kurtulacaklarını plânlarlar. Mü’minler (ki, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Mü’min saftır. Çabuk inanır," buyruğunun gerçeği öte dünyada da görülür ki, onların -bu yana-yakıla dilbazca yeminlerine bakarak- inandılar, kandılar. Demek ki onlar da dünyada doğru yolda imişler, zannına kapıldılar. Fakat Allahü teâlâ haber vererek buyurdu ki: Aklınızı başınıza toplayın! Bunlar yeminlerinde yalancıdırlar. Bunlar zahirlerinde müslüman gözüktüler. Halbuki içleri inkârlarla doluydu. Bu andiçmeleri onlara hiçbir fayda vermeyecektir.

19

"Bunları şeytan istilâ etmiştir. Artık o, bunlara Allah'ı hatırlamayı bile unutturmuştur. Bunlar şeytan fırkasıdır. Gözünüzü açın ki şeytan fırkası (na uyanlar) hakîkaten hüsrana düşenlerin ta kendileridir."

Yâni, şeytan bunlara galip oldu. Abluka altına aldı. Allah'ı gerçek anlamda birlemeyi ve ululamayı onlara unutturdu, Allah'a ibâdetten alıkoydu. Kendine itaat ettirdi. Bunların hepsi şeytanın askerleridir. Uyanık olun ki, âhîrette onun ordusu hüsrandadır. Mallarının ve canlarının orada sahipleri olamayacaklardır. Hiç birinden yararlanamayacaklardır. Meğer ki, dünyâdayken o habîs-murdar itikatlarından dönüp îmana geleler...

20

"Allah'a ve Peygamberine muhalefet-edenler (yok mu?) Onlar şüphesiz ki en çok zillete düşenlerin içindedir."

21

"Allah (şöyle) yazmıştır. Yemin olsun ki ben galip geleceğim. Peygamberlerim de. Şüphesiz ki Allah yegâne kuvvet sahibidir, mutlak galiptir."

Şu kimseler ki Allah'a ve Rasûlüne düşman olup onların hükmüne ve emrine muhalefet ettiler. Onlar horlayıcı, yakıcı olan cehennemin "en aşağı tabakasında" olacaklardır. Bu, münâfıkların yeridir. Ben ve Peygamberlerim elbette galip olacağız. İzzetim hakkı için, delillerle-hüccetlerle onlara hâkim olacağız. Allah azizdir, kavidir. Kendi mensuplarını hor kılmaktan meneder. Yani kimse onun üzerine kahırla galip olamaz. Hepsini "Kahhâr" ismiyle buyruğu altına alan O'dur.

22

"Allah'a ve âhlret gününe imanda sebat eden hiçbir kavmin Allah'a ve Rasûlüne muhalefet eden kimselerle -velevki onlar, bunların babaları, ya oğulları, ya biraderleri, yahut soysoplan olsunlar-dostlaşacaklarını görmezsin. Onlar, o kimselerdir ki (Allah) îmanı kalplerine yazmıştır. Bununla kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Bunları altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır. Bunlar orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuştur. Onlar da Allah'tan hoşnut olmuşlardır. İşte onlar Allah fırkasıdır. Gözünüzü açın ki, Allah fırkası (mensupları) umduklarına erenlerin tâ kendileridir."

Bu âyet-i kerîme "Hatîb ibn Ebî Beltea" hakkında inmiştir. Bu zât hakkında: "Ey îman edenler benim de düşmanım, sizin de düşmanınız (olanlar)ı dostlar edinmeyin..." (mümtehine: 60/1) âyetinde açıklama gelecektir.

Yâ Muhammed! mü’minler Allah'a, âhirete inanmayanları dost tutamazlar; Allah ve Rasûlüne düşman olanlarla sırdaş olamaz mü’minler. Onlar (muhalifler) onların ataları, oğulları, kardeşleri ve soysoplan da olsa bu gergefe değişmez. Gerçek mü’minler bu özelliktedirler. Çünkü Allah onların gönüllerini tam îmanla doldurmuştur. Yardımıyle îman nuru ile kuvvetlendirdi, îmanları ihya olmakla onları cennete götürdü bu sarsılmaz inançları. O öyle cennetler ki, altlarından ırmaklar akar... Böyle bir yerde sonsuza dek kalacaklar onlar... Yüce Allah'a inandılar ve îmanla Ona itaat ettiler ve ibâdet yaptılar. Allah onlardan razıdır. Onlar da Allah'tan haliyle razıdırlar. Çünkü onlara îmanları ve bu inançları doğrultusundaki dosdoğru yaşamaları karşılığında tam bir lütuf olarak "Cennet ve Cemâlullah" ihsan etmiştir. Onlar, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın "Livâülhamd-Hamd sancağı" altında toplanacaklardır. Haberiniz olsun ki "Allah'ın erleri" kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

0 ﴿