HAŞR SURESİ

Nurlu Medîne de inmiştir. Yirmi dört âyettir.

1

"Göklerde ne var, yer de ne varsa (hepsi) Allah'ı tesbih eder. O, mutlak galiptir. Yegâne hüküm sahibidir."

İbn Alabaş "Enfâl Sûresi Bedir Savaşı hakkında indiği gibi bu sûre de (Benî Nadir)' le yapılan savaş için inmiştir," dedi.

Bir kimse namaz kılar, Allah'ı noksanlıklardan uzak görür ve namazında huzur bulur. Bu kimse yerdeki her türlü canlılar olduğu gibi, göklerdeki melekler olabilir. Herşey onu zikreder. Allah azizdir. Mülkü içinde hakimdir. Neyi emrederse yerine getirir. Kimse engelleyemez. Her işin islahını yalnız o bilir. Ondan iyi kimse bilmez.

2

"O, kitaplılardan küfredenleri ilk sürgünde yurtlarından çıkarandır..."

Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Medîne-i Münevvereye geldiği zaman, etraftaki kabilelere "sulh için" elçiler gönderdi. Üç ayrı yere üç elçi gönderdi. Emrindeki on kişiyle "Mürsed ibn Ebî Mürsed"i bir yerlere gönderdi. Onlar "Batnurracîy" bölgesine gelince bir ağacın altında mola verdiler. Yanlarındaki hurmadan yediler. Hurma çekirdeklerini de oraya attılar. Gündüz dinlendiler. Gece serinlikte yürüdüler. Gece bir yerde mağarada gizlendiler. Oralarda "Huzeyl" kabilesinden olan bir kadın koyun güdüyordu.

O kadın ağacın altına geldi. İnceledi. Hurma çekirdeklerinin küçüklüğünden "Medine hurması" olduğunu anladı. Hemen kavmine koştu: "Ey kavmim, gelin, gelin! Medîneli bir takım kimseler burdan geçmişler. Siz ne gafil insanlarsınız," dedi. Onlar hemen etrafı kol-koçan ettiler. Dağlara sığınmış elçileri ve mücâhitleri buldular. Onlara: "Gelin, inin ordan. Size güvence veriyoruz. Bîr kötülük yapmayacağız," dediler. Bu hâlin Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e malum olması için "Âsim ibn Sabit" Allah'a niyazda bulundu. Fakat müşriklerin hamlesi ile Müslümanların yedisi şehîd düştü. Âsım’ın etinden bir parça getirmek için adamlar gönderdiler. Fakat Âsım'a yanaşırken o herife "arılar" üşüştü. O, parça alamadı. Sağ kalanlardan "Habîb ve Zeyid" onların sözlerine kandılar. Müşrikler bunları bağlayarak Mekke'lilere sattılar. Habîb'in Uhud savaşında (Haris bir Âmir); öldürdüğü unutulmamıştı. Onu oğulları esir aldı. Birkaç gün sonra öldürmek üzere Harem-i şerife götürdüler. Araya Haram Ayları girdi. O aylarda câhîliyye döneminde bile adam öldürmezlerdi. Bitiminde onu îdam etmek istediler. İki rekat namaz kıldı. Sonra bu namaz, idamlıklar için âdet oldu. Arabî kısa bir şiir söyledi: Anlamı şu: "Müslüman olarak ve müslürnanlık uğruna öldürüldükten sonra, ne suretle öldürülsem öldürüleyim, önemsizdir. Bunların hepsi Zât-ı Kibriya uğrundadır. O isterse tarumar olan vücûdumu toplar ve diriltir"

İkinci esir (Zeyid), "Safvan ibn Umeyye" tarafından tutsak oldu. İdam olunacağı zaman Mekkeli ileri gelen kodamanlar toplandılar. Ebû Sufyân ona: "— Doğru söyle, senin yerinde Muhammed öldürülse daha memnun olmaz mısın?" deyince, şu cevâbı verdi: "— Sen ne diyorsun! Ben öleyim de Onun ayağına bir diken bile batmasın!" Safvanın kölesi tarafından öldürüldü, şehîd edildi. Şehîd edilmeden önce şunu da söylediği rivayet olunur: "Allah'ım! Burada benim selâmımı Peygamberim (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ulaştıracak bir güvenilir adam yoktur. Ben bu emaneti sana bırakıyorum, Selâmımı ona sen ulaştır." Müşriklere dönerek de şöyle dedi: "Allah'ım! bunları helak eyle. Mü’minleri de galip eyle!" Tabiî bu söz üzerine onu derhal şehîd ettiler...

Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'yi teşrif edince; orada Ensâr üzerinde hâkim olan, "ticâret, kuyumculuk ve cengâverlik" mesleklerinde ileri giden, Ehl-i Kitaptan olan yahûdilerden "Benînadîr, Kureyzâ ve Kaynûka" kabîleleri vardı. Medînede bulunan (Benînadîr)'le önce bir anlaşma yaptı. Bu sözleşmeye göre; "Onlar Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) karşı gelmeyecekler. Zarar da vermeyecekler. Müşterek düşmanlara karşı işbirliği yapacaklar." Yahudilerin tînetsizlikleri gereği anlaşmaya bağlı kalmadılar. Müşriklere karşı da müslümanlara yardıma olmadılar. Üstelik "Münafıklarla işbirliğini gizlice yaptılar. Şartları kendi aleyhlerine çevirdiler. Bu yahudiler halka faizle borç para vererek onların her şeyine ipotek koyarlardı. Bunlara bir ders vermek zamanı gelmişti.

Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın etraf kabilelere gönderdiği elçilerden ikincisi, "Muhammed ibn Seleme" başkanlığındadır. Irak yolunda onları da şehid eylediler.

Üçüncü grup gönderme şu şekilde oldu: Benî Âmir'den ve Necîd bölgesinde "Ebüberâ Âmir b. Mâlik b. Cafer" hicretin dördüncü yılında safer ayında Medîneyi Münevvereye geldi. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile görüştü ve: "— Ey Muhammed! Eğer Necîd halkına ashabından İslâm'ı öğretmek için Muallimler gönderirsen, umarım ki müslümanlığa girerler," dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "— Ben Necîd halkından endîşe ederim. Dostlarımın hayatlarından da mes'ûlüm," buyurdu. Fakat Ebûberâ bu hususta garanti verdi. Onların kendi himayesinde olduğunu söyledi. Buna güvenerek Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) "Ehli Suffa'dan yetmiş kişi seçti. Onları "Münzır ibn Amrin maiyetine verdi. Suffe Ashabı kimseye yük olmamak için gündüzleri odun toplayıp geçimlerini sağlarlardı. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebûberâ'nın kardeşinin oğlu "Âmir b. Tufeyl'e de bir mektup gönderdi.

Bu grup Medîneye dört konak mesafedeki (Bi'ri Mauna) ya vardılar. Konakladılar. Mektup (Âmir)' e gönderildi. O, mektubu okumadan yırttı. Hücum için kabilesini kandıramadı. "Benî Süleym" den bir takım kişilerle (Mauna)' ya ansızın geldi. Onları gaafıl avladı ve maalesef hepsini şehit etti. Yalnız (Kaab b. Zeyd) yaralı olarak Medîneye kaçtı, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu, Ebûberâ'nın işidir. Ben bunu onun ısrarıyla istemeyerek yapmıştım," buyurdu. Tam bir ay sabah namazından sonra bu zulmü yapanlara "bedduâ" etti. Ebû Berâ da üzüntüsünden öldü. Peşinden de Âmir b, Tufeyl öldü.

Yahudilerin Medine'de konumu ve ekonomik durumu çok iyiydi. Her bir yahûdi kabilesi bir Arap kabîlesinin himayesine girmişti. Medînenin bir mahallesinde oturan Kaynukalılar Hazreç kabilesiyle ittifak etmişlerdi. Evs ile de Nadiroğulları ile Kurayzoğulları birdi. Bunlar (Buâs) mevkiinde çok şiddetli bîr savaş yapmışlardı. Kaynukalılar "kuyumculuk" yaparlardı. Rasûlullah "Evs-Hazrec-muhâcirler arasında kardeşlik" kurmuştu. Hiçbir birlikten hoşlanmayan yahûdinin bu, işine gelmedi. İslâmın "cihanşümul çağrısı" onları mahvediyordu. Bir de İslâmın "tefecilik" gibi gayrimeşru kazançları reddetmesi işlerine geliyordu. Bütün bu ve benzeri sebeblerden dolayı Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in prestijini sarsıcı her hileye başvurdular. Bir noktadan sonra da açıkça tavır koydular.

Bedir Savaşından sonra daha da hırçinlaştılar. Benî Nadir'in reisi "Kaab ibn Eşref'di. Bu adam: "Vallahi Muhammed Kureyşin ileri gelenlerini öldürmüşse eğer, yerin altı bize yerin üstünden daha hayırlıdır," dedi. Daha da şirretleşerek, müslüman kadın ve kızlara aşk şiirleri okumaya başladı. Bu iflah olmaz herifin gövdesini ortadan kaldırtmak için Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) "Muhammed ibn Mesleme"yi gönderdi. Onu gebertti.

Bu hengâmede Kaynûka yahûdileri daha da ileri giderek bir Müslüman kadının örtüsünü açtılar. Bunun üzerine bir fırtına koptu. Çıkan olayda bir müslüman ile bir yahûdi öldürüldü. Rasûlullah onlara nasihat etti. Fakat: Ya Muhammed! Biz savaş bilmeyen Kureyş değiliz. Bizimle savaşırsan cesaretin ne olduğunu görürsün!" dediler. Bu anlaşmayı bozmak demekti. Onbeş gün mahalle ablukadan sonra orayı ettiler.

Uhud savaşından sonra cesaretleri artmaya başladı. Benînadir Hazret-i Peygambere suikast tertipledi. Fakat bu olay gerçekleşmedi. Bunun üzerine Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara şu ültimatomu gönderdi. "On gün içinde Medîneyi terkedin. Kim kalırsa öldürülecektir!" Münafıkların başı "Abdullah ibn Übey b. Selûl" onlara destek çıkınca bu emre karşı koydular. Rasûlullah 4. hicrî asırda Rebîulevvel ayında onları birkaç gün kuşatmadan sonra silahlarını bırakarak göçe zorlar. Bu sûre bu olayları ayrıntılı anlatır.

"... Onların çıkacaklarını siz sanmamıştınız. Onlar da kalelerinin kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Böylece Allah (in azabı) da, onlara hesaba katmadıkları bir yönden geldi..."

O öyle kudretli bir Allah'tır ki, kâfir olan yahûdileri evlerinden ve yurtlarından çıkardı. İlk defa yurtlarından çıkarılan onlardır. İkrime (radıyallahü anh)'ye göre "Mahşer yeri Şam'dır. İsteyen bu âyeti okusun, der. Onlar dediler ki: "— Nereye çıkalım, gidelim" dediler. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "— Mahşer yerine çıkın. Yâni Şamdan tarafa gidin," dedi. İkrime Mahşerin de Şam civarında kurulacağını bildirir. O evleri muhkem kale gibi olan Benî Nadirler Allah'ın azabından bu evlerin kendilerini koruyacağı vehmine kapıldılar. Müslümanları evlerinden çıkardılar.

"... yüreklerine korku salıverdi. Öyle ki, evlerini kendi elleriyle ve mü’minlerin elleriyle tahrip ediyorlardı. Artık ey basiret sahipleri ibret alın."

Yahudiler yenileceklerini anlayınca Müslümanlara evleri kalmasın diye içerden onlar, dışardan da mü’minler evlerini yıktılar. İyi düşünenler için bu olay, baştan sona ibretlerle, hikmetlerle doludur.

3

"Eğer Allah, onlara sürgünü yazmamış olsaydı, muhakkak onları (yine) dünyada azaplandırır. Ahirette ise onlara ateş azabı vardır."

Hak teâlâ'nın takdiriyle bunlar, Arabistandan Şam iline sürülmekle dünyâda cezalanmış oldular. Mü’minlerin kılıçları altında helak kıldı. Oğlanları kızları tutsak edilerek ve mallan da ganîmet şeklinde ele geçirilerek dünyada azaplandırdı. Âhirette ise ateş ile azap kıldı. Ezeldeki takdiri yerine gelsin diye...

4

"Bunun sebebi şudur: Çünkü onlar gerçekten Allah'a ve Peygamberine muhalefet ettiler. Kim Allah'a muhalefet ederse, şüphesiz Allah, çetin azaplıdır."

Yâni, sürülerek dünyâda âvâre âvâre dolaşmaları, Âhirette de cehennem azabına giriftar olmaları şundan dolayıdır: Bunlar Allah'ın emirlerine ve Rasûlullah'ın buyruklarına, dîne inanmış gözüktükleri halde, aykırı davrandılar. Kim ki Hakka baatıl, bâtıla da Hak derse Yaratanına ve peygamberine düşman olmuş demektir. Âhirette de Allah onları dayanılmaz, bitmez azaplarla cezalandıracaktır. Hiçbir kimse onlara yardımcı olamaz.

5

"Herhangi bir hurma ağacını kestiniz, yahut kökleri üstünde dikili bıraktınızsa (hep) Allah'ın izniyledir. (Bu izin de) fasıkları rüsvây edeceği için (verilmiş) tir."

İkrime (radıyallahü anh) der ki: Benînadîr'e varınca müslümanların bir bölüğü, onları ekonomik yönden çökertmek için hurma ağaçlarını kesmeye başladılar. Buna engel olmak isteyenlere de şu mealli âyeti kerimeyi onlara arzettiler: "Onlar yeryüzünde iktidarı ele geçirince orada ekini ve nesli ifsâd etmeye başlarlar..." (Bakara)

Bu görüşe karşı olanlar, askerî manevraya engel olan hurma ağaçlarının kesilmesini istihdaf etmişlerdi. Münafıklar "Muhammed arzı ifsâd etmeyi yasaklıyor. Ama bu ağaçları kesmekle arzı ifsâd etmiş oluyor," dediler. Bu söz üzerine bu âyet-i kerîme indirilmiştir, Bu yapılan iş de ilâhî takdir gereğidir. İbn Abbas (radıyallahü anh)'a göre, bu askerî harekâta mâni olan hurmaların kesilmesi Nadiroğullarına ve bâzı mü’minlere çok ağır geldi. Acındılar. Bu âyet-i kerîmeyle zarurî zarar vermenin "yeryüzünde bozgunculuk" olmayacağı, keyfi olarak tarlaları, bağlan yakmanın, evleri de yıkmanın ancak bozgunculuğa girdiğini anlıyoruz. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den rivayete göre O, "Abdullah İbn Selam ile Ebu Leylâ el- Mâzenî"ye hurma ağaçlarını kesmeyi emretmiştir. Abdullah dalından-budağından, öbürü de köküne yakın kesmiştir. İkisinin de takdîr-i ilâhî ile olduğu anlaşılıyor. Bir kişi bağını-bahçesîni kimseye çiğnetmez. Bunu kendine hakaret sayar. Nadiroğulları bu manzarayı görerek büyük bir rüsvâylık yaşamışlardır.

6

"Allah'ın onlardan Peygamberine verdiği (fey)' e gelince: Siz bunun üzerine ne ata, ne deveye binip koşmadınız. Fakat Allah peygamberlerini dileyeceği kimselere musallat eder. Allah her şeye hakkıyle kadirdir."

Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Nadîroğullarının kale gibi olan evlerini kuşatınca, mallarına el koydu. Onlar mallarının Bedir gazilerine yapıldığı gibi ulaştırılmasını istediler. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Muhacirlerin fakirleri arasında o malları bölüştürdü. Ensâra vermedi. Onlar bu durumdan hoşlanmadılar. Aralarında ileri-geri konuştular. Hak teâlâ bu âyeti indirdi. O Allah ki, Peygamberine bu malları dilediğine verme hakkını verdi. O da istediğine (muhacirlerin fakirlerine) vermekte Allah'tan yetkilidir. Bundan başkalarının bîr yorgunluğu olmamıştır. Ki böylece ganimete müstehak olalar.

7

" ganîmet malından size ne verildiyse onu alınız. Size ne emrettiyse ona göre amel ediniz. Bir şey ki sizi ondan yasaklıyor, ondan da uzak durun. Allah'tan korkunuz. Allah'ın Rasûlü (sallallahü aleyhi ve sellem)'ne muhalefet, Allah'a âsi olmakla eşanlamlıdır. Allah'ın azabı katı ve çetindir."

8

"(Bilhassa o ganimeti) hicret eden fakirlere aittir ki onlar Allah'tan ihsan ve hosnudluk ararlar ve Allah'a ve peygamberine yardım ederlerken yurtlarından ve mallarından (mahrum bırakılarak) çıkarılmışlardır. İşte bunlar sadıkların ta kendileridir."

Ganîmet malları, evlerini ve yurtlarını Rasûlullah’ın buyruğu ile terkedip Medine'ye gelen muhacirlerin fakirleri içindir, Mekkeliler onlan yurtlarından çıkardılar. Bunlar size kavuştu. Onların ganimete lâyık olduğunu bilin.

Onlar bu hicreti; Allah'ın rızasını kazanmak ve Cennette Onun binbir çeşit nimetlerinden faydalanmak için yaptılar. Onlar Allah'a ve Rasûlüne itaat ederler. Onfann emirlerinden dışarı çıkmazlar. Onlar îmanlarında sadıklardır. Bu âyet-i kerîmeyi duyan Ensar sevindiler ve gönüllerine sürür geldi. Ve "Ganîmet mallarının hepsini onlar alsınlar. Bizim malımız da onların olsun." dediler.

9

"Onlardan evvel (Medîneyl) yurt ve îman (evi) edinmiş olan kimseler, kendilerine hicret edenlere sevgi beslerler. Onlara verilen şeylerden dolayı göğüslerinde bir ihtiyaç (meyli) bulmazlar."

Kendilerinde fakrulhtiyaç olsa bile (onları) öz canlarından daha üstün tutarlar. Kim nefsinin (mala olan) hırsından ve cimriliğinden korunursa, İşte onlar muratlarına erenlerin ta kendileridir."

Mekkeden muhacirler gelmeden önce Ensâr Medîneyi vatan tutmuşlardı. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gelmezden önce gönüllerine îmanın şevki düştü. Kendilerine gelecek Mekkeli müslümanlara kucaklarını rahatça açtılar. Gönüllerine hiçbir sıkıntı düşmedi. Ganimet mallarının muhacirlerin olduğunu "kendi öz nefislerine tercih ederek" kabul ediyorlardı. Hattâ "Hepsi onların olsun. Bizim malımız da onların olsun," diyorlardı. Nefsin isteklerinden sakınanlar, hevâyı nefsi terkederek başkalarını nefislerine tercih edenler, cimrilikten kurtulanların tâ kendileridir.

Ebû Hureyre (radıyallahü anh) der ki: "Bu âyet-î kerîme şu adam hakkında geldi. Onun evine bir konuk geldi. Onların ise kendilerine ve çocuklarına yetecek kadar yiyecek vardı. Kendileri de oruçluydular. Hanımına çocuklarını erkenden uyutmasını söyledi. Akşam misafirle sofraya oturdular. Lâmbanın gazı yokmuş diye yakmadılar. Yemeği misafirin önüne sürdüler. Kendileri de yiyormuş gibi davrandılar. Kendileri aç kaldılar, fakat konuğu doyurdular." Şöyle de denildi: "Ensârdan birine bir kızarmış oğlak başı hediye geldi. (Belki komşum benden daha muhtaç), dedi. Onu onlara gönderdi. O da öbür komşusuna gönderdi. Böylece yedi kişiyi dolaştı, ilk gönderene geldi. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme geldi." Böylece hepsi de "birbirlerine kendi nefislerini tercih etmişlerdir." Bu âyet-i kerimenin hükmü umumîdir. Her kim ki nefsinin isteğini ve cimriliğini yenerek ihtiyacı da olduğu halde-başkalarını kendi ihtiyaçlarına tercih ederse, Yüce Allah'ın böylelerine ihsanı boldur. Bunlar, kurtulmuşlardır. Veki'in, güzel bir isnadla, Rasûlullah in şöyle dediği rivayeti vardır: "Zekâtını veren, misafirini ağırlayan, ihtiyacı olanlara veren kimse nefsinin cimriliğinden kurtulmuştur."

10

"Bunların arkasından gelenler (şöyle) derler: Ey Rabbimiz, bizi ve îman ile daha önden bizi geçmiş olan (din) kardeşlerimizi yarlığa, îman etmiş olanlar için kalplerimizde bir kin bırakma. Ey Rabbimiz, şüphesiz ki sen çok merhamet edicisin, çok merhametlisin."

Muhacirlerden ve Ensârdan sonra kurtuluşa lâyık olan şu vasıflardaki kimselerdir: Öncelikle onların izinde giderler. Onlar Peygamberi de görmedikleri halde onları örnek aldılar. Ashabını gördüler, onların peşinden yürüdüler. Şöyle dua ettiler: "Ey Rabbimiz! Ensar ve muhacirleri bağışla. Gönlümüzde dîn kardeşlerimize karşı hiyânet, haset, düşmanlık duygularını barındırma. Mü’min kullan esirge, yarlığa. Onlara rahmet eyle. Bu gerçek de anlaşılıyor: Bir kimse Ashaba yakınlık duyar, onlar için bağışlanma diler, gönlünde de onların hiçbirine karşı kin, nefret, hainlik taşımazsa; bu kimse bir takım hatalar da işlese, bu özellikleri olan kimselere Ashaba olan ecîre benzer sevap verilir. Fakat buna mukabil Ashâb-ı Kirama karşı kin, nefret duysa, onun müslümanlıktan bir hazzı (payı) olamaz. Zira, Hak teâlâ önce Muhacirleri övdü. Sonra da Ensân övdü. Peşinden de onları izleyenleri övdü. Bunlar öncekileri ancak hayırla yâdederler. Bundan şu da anlaşılır: Bizden önce geçen mü’minlere, kardeşlerimize dua etmek üzerimize vaciptir. Atalar, üstadlar için hayır duada bulunmak. Kendilerine ibâdeti ebedî, terbiyeyi onlar öğretmişlerdi.

11

"Ehl-i Kitaptan o küfreden kardeşlerine: Yemin olsun, eğer siz yurtlarınızdan çıkanlırsanız biz de muhakkak sizinle beraber çıkarız. Sizin aleyhinizde hiçbir kimseye ebedî itaat etmeyiz. Eğer sizinle harbedilirse muhakkak ve muhakkak biz hiçbir kimseye ebedî itaat etmeyiz. Eğer sizinle harbedilirse muhakkak ve muhakak biz size yardım ederiz, diyen o münafıkları görmedin mi? Halbuki Allah şahitlik eder ki onlar hakikaten ve katiyyen yalancıdırlar."

O münafıklar, Benînadir yahudilerini kardeşler edindiler. Müslümanlar sizi yurtlarınızdan çıkarırlarsa biz de vallahi sizinle çıkarız, dediler. Size hakaret olan yerde biz Muhammed'e itaat etmeyiz, dediler. Size yardımcı oluruz dediler.

12

"Yemin olsun ki onlar çıkarılacak olurlarsa (bu münafıklar) onlar' la beraber çıkmazlar. Eğer onlar muharebeye tutulurlarsa bunlar onlara yardım etseler bile, yemin olsun ki, muhakkak arkalarını dönerler. Sonra da kendilerine yardım olunmaz."

Yani, bu münafıklar yalan söylüyorlar. Herşey dillerindedir. Gönüllerinde ise o şeyin niyeti yoktur. İmânları da böyledir. Benînadir şayet yurtlarından çıkarılacak olsa, onlarla çıkacak değillerdir. Dövüşseler onlara yardımcı olmazlar. Veya yardımları "derde deva" olmaz. Dönektirler. Bütün bu ve benzeri olumsuz tutumlarından dolayı kendilerine burada da, Ötelerde de yardım olunmaz. Bu hezimeti durdurmak gücüne sahip değildirler.

13

"Herhalde sizin onların yüreklerinde (olan) korkunuz Allah'tan (korkularından) daha şiddetlidir. Bunun sebebi şudur: Çünkü onlar ince anlamazlar güruhudur."

Ey mü’minler topluluğu! Sizin kalplerinizde Allah'ın öte dünyadaki azabından korkunuz çok şiddetlidir. Halbuki bunlar sizden korkarlar. İnce düşünme melekesi olmadığından, mankafa olduklarından Allah'ın azabından korku akıllarına gelmez. Fikirsizdirler. Sizin kılıcınız altında ölmek zahmetini haketmiş kimselerdir. Âhirette de ebedî azap onlar için!

14

"Onlar müstahkem kasabalarda, yahut duvarlar arkasında bulunmaksızın sizinle toplu bir halde vuruşamazlar. Kendi aralarındaki savaşları ise çetindir. Sen onları derlitoplu sanırsın. Halbuki kalpleri darmadağınıktır. Bunun sebebi şudur: Çünkü onlar akıllarını kullanmaz bir kavimdir."

Bu yahûdiler sizinle meydan savaşı yapmazlar. Kaleleri ve evleri içinden vuruşurlar. Veya duvarları siperler edinirler. Fakat kendi aralarındaki dövüşleri yamandır. Birbirlerini helak ederler. Ama mü’minlerle merdâne muharebe edemezler. Çünkü çok korkaktırlar. Sen bu "korkak" yahûdilerie "düzenbaz" münafıkları her bakımdan ittifak etmiş sanırsın. Münafıklar onları sırf çıkarları için sever gözükürler. Fakat her iki zümrenin de kalpleri birbirlerini sevemez. Birbirlerine rol yaparlar. Bundan dolayı akıllarını hayra kullanamazlar. Allahü teâlâ'nın azabından kurtulamazlar. Fikirleri yoktur ki Ahret azabından kurtarıcı "Îman-İhlâs ve salih ameller" işlesinler.

15

"(Onların) hâli kendilerinden az öncekiler gibidir. Ki onlar, taptıklarının kötü akıbetini (dünyâda) tatmışlardır. Onlar için (âhirette de) çetin bir azap vardır"

Beriînadir yahûdilerinin durumu, onlardan önce kendilerini müslümanların bozguna uğrattığı, ilk İslâm-küfür savaşına katılan Mekkeli müşriklerin hâline benzer. Aradan çok değil, iki yıl geçmiştir. Şirk zulmünün günahının dünyâdaki hezimetidir bu! Yahudilerle münafıklar "küfürde-şerde" sözleşmişlerdi. Ama gerçekleşmemiştir bu yardımlaşma. Bunların hâli şöyle söyleyen şeytanın durumu gibidir: "İnkâr et de' seni kurtarayım," der. Kâfir olunca da "ben senden uzağım. Ben, şüphesiz Rabbülâleminden korkarım," der. Bu hususta İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan şöyle bir rivayet vardır: "— İsrâiloğulları içinde bir "râhib" vardı. Uzun müddet Allah'a ibâdet etmişti. Kendisine ne kadar delirmiş ve hastalanmış getirseler ona duâ ederdi. Elinden de, nefesinden de şifâ bulunurdu. Birgün aklî dengesi bozulmuş "bakire bir kız" getirdiler. Hem de çok güzeldi. Tedavi etmesi için yanına bıraktılar. Lanettik şeytan bu olayı izliyordu. Fit vererek içinî-niyetini bozdurdu. Râhib kızla zina etti. Kız ondan hâmile kaldı. Karnı şişmeye başladı. Bu durumda şeytan şu hîle ile geldi. "Sen zahit bir kişisin. Halkın yanında itibarın var. Her türlü hastalarını iyileştirmen için sana getiriyorlar. Kızın kardeşleri almaya gelecekler. Kesinlikle senden çocuğa kaldığına hükmederler. Seni halk içinde rüsvay ederler. Öldürürler de.

Bu olay başına gelmeden atik davran da sen kızı öldür. Kardeşten kızı almaya gelince onlara şöyle dersin. —zaman zaman uğrak tutuyordu. Küçük-zayıf olanlarını iyileştiriyorum. Fakat birgün çok şiddetli bir cin tutması oldu. Kendini yerden yere vuruyordu. Zaptedemedim. Sonunda öldü. Size haber veremedim. Onu bir yere gömdüm." Şeytanın teklifi aklına yattı. Kızı derhal öldürdü. Bir yere de gömdü. Hemen peşinden, şeytan bir adam kılığına büründü. Olup bitenleri bütün ayrıntılarıyla kızın kardeşlerine anlattı. Onlar da halkı da alıp onun savmesine (sığınağına) geldiler. Aşağıya indirdiler. Suçunu itiraf ettirdiler. Onu îdam etmek için sehpâ kurdular. Şeytan ona göründü. Dedi ki: "—Bütün bu belâları başına ben getirdim. Şayet söyleyeceğim sözü tekrarlarsan seni kurtarırım. Başka da çâren kalmadı!" Râhib artık çaresiz kalmıştı. Kabule hazırdı. Şeytan bütün bu olup-bitenleri bu sözü söyletmek için ona yaptırmıştı: "Bana secde eyle!" dedi. O da "— Bu sehpâda secde edemem," dedi. Bunun üzerine O: "—Başını biraz eğersin," dedi. Bunlar kaş-göz hareketi gibi hızlı geçti. Adamı sallandırdılar. Kâfir gitti.

Yahudilere yardım edeceklerini söyleyen bu münafıkların durumu da, tıpkı şeytan-râhip hikâyesine benziyor. Çünkü münafıklar binbir kılığa giren (bukalemun) e benziyor. Nitekim yahûdilere "sâdık dostlar" olmadılar. Aklını işleten, "aklıselim" sahibi, bu hâdiseden çok yönlü ders çıkarır. Akıllı, fâsıkların, câhillerin sözüne uyarak dünyâsını ve âhiretini yıkmaz. Âlimlerin ve mürşitlerin sohbetine katılır. Bunda "izzet" vardır. Dünya sevgisi gönlünü sarmış âlimlerin ve mürşitlerin sohbetleri doğrultusunda gitmeyen "içine kurt düşmüş bir ağaç" gibidir.

16

"(Yahudileri savaşa kışkırtan münafıkların hali de) şeytanın hâli gibidir. Çünkü (şeytan) insana "küfret" der de o küfredince "ben hakîkaten senden uzağım. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım" der!"

17

"Nihayet ikisinin de akıbeti hakîkaten ateşin idinde ebedî kakçı olmalarıdır. İşte bu, o zâlimlerin cezasıdır."

Yâni, münafıklarla yahûdilerin ilişkileri, şeytan ve rahip ilişkisine benzer. Şeytan rahibe "Kâfir ol, seni kurtarayım," demişti. O küfredince de: "Ben senden bizarım, uzağım," demişti. Azapları aynı: Cehennemde ebedî olarak kalmak! Yahudilerle münafıklar da küfrettiler, inanmadılar. Zâlimlerden oldular. Şeytan da aynı şekilde kâfirleri aldatır. Tıpkı Kureyş kâfirlerine ve müşriklerine Bedir Savaşında "Bugün müslümanlar size karşı koyamaz," diyerek müşrikleri uzmanlaştırdıklan gibi şeytan" Bugün insanlardan sîzi yenecek yoktur. Ben de sizin yanınızdayım" (Enfal:48) demişti. Ama iki ordu karşı karşıya geldiğinde şeytan kaçarak "Ben sizden uzağım. Ben sizin görmediğinizi görüyorum. Ben de Allah'tan korkarım. Zira Allah'ın cezası çetindir." (Enfal:48) demişti.

18

"Ey îman edenler! Allah'tan korkun. Herkes yarın için önden ne göndermiş olduğuna baksın. Allahtan korkun. Çünkü Allah, ne yaparsanız hakkıyle bilicidir."

îman edenler de Allahtan korksun. Ona itaat etsinler. Herbiri kendi öz ameline, nefsine baksın. O kimse yann kıyamet günü hayırdan ne gönderdiyse onu bulacak. Her kişi ambara ne korsa onu ilerde alır. Tıpkı bunun gibi, âhiret ambarına hayırdan ne konursa onun faydasını bulur. Salih ameller, zikir, tesbih, namaz, zekât, sadaka iyilikler, oruçlar, yetimlere, zayıflara acımak, yardım etmek; zâlimlerden mazlumların haklarını almak, Allaha ve kullarına iyiniyet beslemek, günahlardan sakınmak, sâlihleri, âbitleri Allah için sevmek, onlara din üzerinde yardım etmek, zâlimleri, fasıkları Allah için sevmemek, onlarla içli-dışlı olmamak vb.. Âhiret ambarına bu ve benzeri amelleri depolayanlar ebedî mutlu olur ol cennetlerde...

Böyle olmayanlar da beynamazlıkla, cimrilikten dolayı sadaka-zekat vermeyenler, Fısku fücur işleyenler, Allah'ın kullarına keyfi zulümler edenler, bid'at ehli müteşâyihleri sevip onlarla sohbet edenler, onlara iyilik edip bid'atlarına yardım edenler, ve bunlara benzer kötü işler yapanlar Âhiret ambarına aleyhlerine olacak Ikötü ameller" göndermiş olanlar ziyânkâr olup akıbet yarın kıyamet gününde sonu gelmez nedametle pişman olacaklardır. Ama hiçbir faydası olmayacak.

Bu âyet-i kerimede Allah tekrar tekrar "Allah'tan korkun" buyuruyor. Hayır-şer ne işlerseniz onları Allah bilir. Bunlardan maksat keremiyle, lûtfiyle bunları ihsan eden odur. İyi işleri öğüdemesi ibâdetlere, hayırlara canla başla koşmak içindir. Benim rızam bunlardadır. Fasıklığa, zalimliğe el uzatmayın ki benim gazabım bunlardadır, demektir. Allahü teâlâ her nefsi muhatab alıyor ki ileriye ne gönderdiğini bilsin. Şuurlu amel etsin. Bilinçli şerden yılsın. Aklını hayra kullanan Onun emirlerine itaat eder. Bu hayırlardan hangisini yapıyorsa onları daha candan ve daha bol yapsın. Kötülükleri işleyenler de ömür bitmeden günahlarına tevbe ederek Allah'a dönsünler.

Allah'ın huzuruna gelsinler. Kalan ömürlerini o kapıda hayır işleri işleyerek geçirsinler. Bunda da çok ciddi olsunlar. O kerîm bir Padişâhdır! Kusurlarını bağışlar.

19

"Hem kendisi Allah'ı unutmuş, hem (Allah) kendilerini kendilerine unutturmuş olanlar gibi olmayın. Onlar fasıkların ta kendileridir."

îmanlarında sâdık olanlar, siz sakın ola yahûdiler ve münafıklar gibi olmayın: Dilleriyle bizi birlerler ve fakat gönülleriyle inkâr ederler. Buyruğumuzu tutmazlar, bilâkis buyurmadığımızı işlerler. Allah'ın azabını ve ıkâbını inkâr ederler. Böylelerinden Hak teâlâ tevfikini ve yardımını keser. Yarın kıyamet günü kendilerine lâzım olacak şeyleri unutturdu. Fasıklardan ve isyancılardan oldular. Çünkü onlar Allah'ın "Azamet sahibi ve Kahhâr" olduğunu unuttular. Onu sânına lâyık bir biçimde birlemediler. Allahü teâlâ da onlara yardım etmeyi, merhameti terketti. Ezelde Allah'a verdikleri sözü bozdular. Muhammed gelse biz ona iman ederiz, diye ahdettiler. Tevratta-İncil'de onun vasıflarını okudular. Ama haset duygusunun galeyanı sebebiyle bu husustaki sözlerini de çiğnediler. Allahü teâlâ da onlara kendi hallerini unutturdu. Böylece nefislerini oranın binbir sıkıntılı yerlerinden kurtaracak ameller işleyemediler. Mü’min olana yaraşan onların işlediklerini yapmadığı gibi, onlara da yardımcı olmamaktır. Kendilerini fâsıkiar defterine yazdırmamaktır. Önden amel-i sâühler göndermektir... Allah'ın azamet -kahharlığını unutmamak gerekir. Böylece başarısı için yardım ede ve ona özellikle acıya... O isyancılar da özlerinde Allah'ın azabından korkmaları gerekir. Böylece onlar da tevbe ederek Ona yönelirler.

20

"Âteş yârânı ile cennet yârânı bir olmaz. Cennet yârânı (ancak) onlar muradlarına erenlerdir."

Ahirette cehennemliklerle cennetlikler dinî hususlarda eşit haklara sahip değildir. Çünkü cehennemlikler dünyâda hem kendilerini aldattılar. Hem de kimisi açık küfürle kimisi gizli küfürle Müslümanları hep aldatmak yolunu seçtiler. Bunun tabiî sonucu olarak azaba müstehâk oldular. Ahirette de karşılarına çıkan sürpriz: Ateş azabı! Fakat buna mukabil Cennetlikler, dünyâda günahlardan kendilerini geri tutmaya büyük özen gösterdiler. Özellikle büyük günahlardan Allah korkusuyla çekindiler. Küçük günahları da namazları, cumaları, oruçları ve verdikleri sadakalar bağışlattı. Çünkü Rasûllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan böyle müjdeler mervîdir (rivayet edilmiştir). Bu durum muvacehesinde iki zıt zümre aynı olamaz. Cennetlikler ahirette Allah korkusuyla yapmadıkları günahlardan dolayı (örnek verelim: Güzel bir kadının gayri meşrû birleşme teklifini reddetmek gibi); veya kalplerinde Allah'ın dostlarını sevdikleri halde, bununla da yetinmeyip Allah'ın din ve ahlâk düşmanlarını aynı dozda tersinden sevmemek celâdetini gösterirler. Bütün bu ve benzeri tavırlarından ötürü "hiçbir gölgenin olmadığı ve güneşin de bir mızrak boyu yaklaşarak beyinleri kaynattığı" Mahşer gününde Arşın gölgesinde gölgeleneceklerdir. Sonra da cennetlerde binbir çeşit binbir türlü nînıetler arasında sâdece zevküsafa içinde olacaklardır. Cehennemlikler ise dünyâda mü’minlere hakaret etmek, iftira etmek için nice plânlar ve projeler kurmuşlardı. Kendi içlerine kapanıp yaşarlardı. Ahirette de mü’minler ona aynı mukabeleyi yapacaklar.

Onlara hiçbir ihsan ve yardım olmayacak. Çünkü dünyada gerçek mü’minlere yapmadıkları kalleşlik kalmamıştı. Şimdi ilahî adalet tam kapasite çalışacak. Cennetlikler, kıyamette Allah'a manevî yakınlık ve peygamberlere de maddi yakınlık içinde olacaklar. Altımdan, yakuttan, zebercedden yataklar üstünde hurilerle etrafları çevrilmiş bir halde çeşit çeşit ipekten elbiseler giyerek, türlü türlü nimetler tadarak hoş vakit geçirecekler. Ama Tamu (cehennem) ehli; şeytan komşuluğunda, Zebaniler arasında ateşten giysiler giyip, ateşten dereler-ovalar içinde, döşekleri ateş, yedikleri-içtikleri ateş olacak. Bu iki kesim bir olamaz. Cennetlikler kurtulmuşlardır. Cehennemlikler de helak olmuşlardır. Kurtulanla yok olan bir olamaz!

21

"Eğer biz bu Kur'an'ı bir dağ başına indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün. Bu misâller (yok mu?) İşte biz onları, insanlara örnekleri böyle vermekteyiz."

Biz Kur'anı bir dağa indirseydik; insana verdiğimiz temyiz kabiliyetini verdiğimizden, iyilikleri işleyenlere "vaad" ve kötülükleri işleyenlere de "vaîd-tehdîd" bu kitapda geçtiğinden o dağın "cennet şevkinden ve cehennem korkusundan" parça parça olduğunu görürdün. Bu bir örnektir. Yâni, insan bu duyarlılıkta değildir. İnsanoğlunun kalbi bu taştan ve kayadan daha katıdır. Cehennemdeki azabı bildiren âyet-i kerîmeleri okuduğu, dinlediği halde günah işlemekten vazgeçmezler Veya cennetlerdeki "O akla-hayâle sığmaz nimetleri" işittikleri halde onlara kavuşmak için gayret göstermezler. Allah'ın bu örneklerinden ibret almazlar.

Bu bakımdan gafil ve câhil olan insandan taş toprak daha iyidir. Çünkü bunlar hâl diliyle Allah'ı tesbih ederler. İsyan etmezler.

22

"O, öyle Allah'tır ki kendisinden başka hiçbir Tanrı yoktur. (O) gizliyi de bilendir, aşikârı da. O, çok esirgeyen, çok bağışlayandır."

O gizli işleri de bilir. Alenî olanı da bilir. Dünyada hâli neyse hepsini tam bilir. Âhirette de olacakları bütün ayrıntılarıyla bilir. Bu âlemde- o âlemde olacakları bilir. Ona gizli bir şey yoktur. Bütün yaratıklara rızıklarını verir. Dünyâda yapmak istediklerine imkân verir. Bu bakımdan inanan-inanmayan farkına bakmadan bolca vermesinden "O, Rahman"dır... Mü’minleri ise özellikle âhirette bağışlayacağından ve özel bir muameleye tâbi tutacağından "O, Rahîmdir."

23

"O, öyle Allah'tır ki kendisinden başka hiçbir Tann yoktur. (O), mülkü melekûtun yegâne sahibidir. Noksanı mucip bir şeyden pak ve münezzehdir. Selâm ve Selâmetin tâ kendisidir. Emnüeman verendir. Her şeye nigahbandır. Gâlib-i mutlaktır. Halkın hâlini kemal-i salâha götürendir. Büyüklükte eşi olmayandır. Allah (müşriklerin kendisine) katmakta oldukları her ortaktan münezzehdir."

Mâbud-u Hak olan Allah'tan başka ilâh yoktur. Bütün yerlerin ve gönüllerin pâdişâhı O'dur. O'nun hükümranlığı sonsuza dek sürer. Doğmaktan-doğrulmaktan ve çocuk sahibi olmaktan, her türlü ortaktan münezzehtir (uzaktır). Onun hâkimiyetini sınırlayan hiçbir şey yoktur. O, El-Meliktir."

El-kuddûs; Tüm kötü sıfatlardan münezzehtir. Mukaddes sultandır. Zamandan, mekandan ve altı yönden uzaktır, Bütün yaratıkların zâtını düşünmek haddi değildir. O, bütün bu yakıştırmalardan uzaktır. Onun Zâtının mâhiyetini kendisinden başkası asla anlayamaz. Başkasında kutsallık, düşünülmez. O padişah da olsa...

Es'selâm: Emniyet, esenlik ve selâmet veren demektir. Ona zeval, yokluk arız olamaz. Onun saltanatında değişiklik, düzeltmek düşünülemez. Ona itaat eden kullarına ebedî sekmedik veren O'dur. Onları âhiret azabından korur. Ondan kötülük gelmesi ve kemâlinin zevali yoktur.

El- mümin: Emniyet, güvenlik demektir. Ona inananın emniyetini sağlayandır. Onun vaadlerinde yalan yoktur. Mü’mine ve tüm kâinata, her-şeye emniyet veren yalnız O'dur.

El-müheymin: Koruyan, şahit olan, ihtiyaçları giderendir. Kulların hükmü üzerine galiptir. Dilediğini yapar. Âciz değldir. Tüm mahlûkatın koruyucusu, yaptıklarını gözetleyen ve kâinatın ihtiyaçlarını karşılayan yalnız ve ancak O'dur.

El-Azîz: Kimsenin kendisine karşı çıkamadığı, emirlerine karşı gelemediği, herşeyin kendisine her zaman muhtaç olduğu yegâne hüküm sahibi O'dur. Benzeri yoktur. Hükmünde, dilediğine dilediği gibi, dilediğine, bir üst makama hesap vermeden bağımsızdır.

El-Cebbârs Bu kâinatın nizâmını kendi kuvvet, irade ve hikmeti ile cebren idâre eden O'dur. O, azamet sahibidir. Kahrıyle âlemi emrine musahhar kılar. Kimse kendini Onun kahrından kurtaramaz.

El-Mütekebbir: Onun kibriyasına ve azametine kimse ulaşamaz. Bütün ululardan daha uludur. Onun karşısında herşey hor ve hakirdir. İnsan-şeytanın büyüklük göstermesi sahteliktir. Büyüklük Onun şanına yaraşır.

Bütün uluların ululuğu Onun azameti yanında sönüktür.

Tuhaftır ki kâfirler Onun şanına lâyık olmayan sözler söylerler. Onların bütün sözlerinden münezzehtir. Onun iktidarı, yetkileri hakkında hiçbir ortağı yoktur, Bütün ortaklardan münezzehtir. O, mukaddestir.

24

"O, öyle Allah'dır ki, vücûda getireceği her şeyi hikmeti muktezâsınca takdir edendir. Onları var edendir. Varlıklara suret verendir. En güzel isimler Onun. Göklerde ve yerde ne varsa (hepsi) Onu tesbih eder. O, galib-i mutlaktır. Yegâne hüküm ve hikmet sahibidir."

O Allah ki ana rahminde mahlûku yaratandır. Haliktır. Atalarının sulbünden o spermaları ana rahminde derleyip-toplar. En güzel biçim olan suretini ve vücûdunu yaratandır. Hiçbiri birbirine benzemez. Herbirine Vahdetinin mührünü vurur. Musavvır olan cisimde rûh îcâd eden onu harekete getirir. O rûh bütün uzuvlarda tasarruf sahibidir. Göz, onunla görür. Kulak, onunla işitir. Dil onunla söyler. El, onunla tutar. Ayak, onunla yürür. Eğer bu ruh olmazsa gövde bir ağaç parçası gibi cansızdır. Hiçbir organ görevini yapamaz. O ulu padişahın emsalsiz işleri vardır. Doksan-dokuz isim Onundur (Esmâühüsnâ) Her kim onları diliyle zikretse gönlüyle ve kafasıyla da fîkretse herbir ismin bir hassesinden faydalanır. Göklerde ve yerde olanların hepsi Onu tesbîh ve tenzih ederler. Allah mülkünde "Azîz"dir. Emrini yerine getirmede "Hâkîm"dir. Hiç kimse Onun emrine engel olamaz.

Rasûlullah: "Kim sabahleyin üç defa (Eûzü billahissemî ilalîmi mineş-şeydanirracim) dedikten sonra Haşr sûresinin sonundaki üç ayeti okursa Allah ona akşama kadar istiğfar edecek yetmiş bin melek görevlendirir. O kimse o gün ölürse şehîd olur. Akşama çıktığı zaman okursa yine böyle olur, buyurmuştur. (İmam Ahmed, Tirmizî, Taberânî, Beyhakî)

0 ﴿