MÜMTEHİNE SURESİ Nurlu Medine'de inmiştir. Onüç âyettir. 1 "Ey îman edenleri Benîm de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dostlar edinmeyin. Siz onlara sevgi yöneltiyorsunuz. Oysa onlar Haktan size gelene küfretmişlerdir. Peygamberi de, sizi de Rabbiniz olan Allah'a iman ediyorsunuz diye (yurtlarınızdan) çıkarıyorlardı onlar. Eğer siz benim yolumda savaşmak, benim rızâmı aramak için çıkmışsanız (nasd) onlara karşı hâlâ muhabbet mi gizliyeceksiniz? Halbuki ben sizin gizlediğinizi de, açıkladıklarınızı da çok iyi bilirim. İçinizden kim bunu yaparsa muhakkak ki yolun ta ortasından sapmış olur." İbn Abbas, Mücâhid, Katâde başta olmak üzere tüm müfessirlere göre, bu âyet-i kerîme "Hatip ibn Ebî Beltea" hakkında nazil olmuştur. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) in bir âdeti de şuydu: Bir savaşa çıkacağı zaman, birkaç sahabe hâriç nereye gideceğini gizlerdi. Münafıklar düşmana ulaştırır korksundan Hudeybiye Antlaşmasını ihlâl eden Mekkeli müşriklere bir ders vermek gerekiyordu. Onun için Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) "Mekkeyi fethi" gizledi ve orduya sâdece gazaya gidildiğini bildirdi. Bu arada şöyle bir gelişme de oldu: Mekke'de şarkıcılık yapan ve fakat Medine'de bu işi yapamayan (SARE) isimli bir cariye Allah'ın Rasûlünden biraz yardım ve izin istedi. O da verdi. Bu arada "Hatib ibn Ebî Beltea" ona gizlice bir mektup verdi. Mekkedeki yakın akrabasının zarar görmemesi için bu hareketi haber veriyordu. Fakat Cebrail bu gizli ihaneti Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e haber verdi- Hemen Peygamberimiz Hazret-i Ali, Zübeyr ve Mikdat'ı" o kadını yakalamaları için üzerine gönderdi. "Mekkeye 22 mil uzaklıkta Mekke yolunda bir kadın göreceksiniz. Onda Hatib'in müşriklere verilecek mektubu vardır. Mektubu verirse kadını serbest bırakın. Vermezse onu öldürün!" diye Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir de talimat verdi. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) in buyruğu doğrultusunda hareket ettiler. O kadına ulaşırlar. Hazret-i Ali mektubu vermek istemeyen kadın'a "Vermezsen seni soyacağız. Böylece buluruz" deyince kadın çaresiz mektubu verdi. Onlar da kadını serbest bıraktılar. Aralarında hafif bir tartışma geçti. Mektubu bulamayınca, Hazret-i Ali hâriç, diğerleri "dönelim. Bulamadık" dediler. Hazret-i Ali (radıyallahü anh) "Allah bunu Cebrâile bildirdi. O da Peygamberimize bildirdi. Hiç birisi yalan söylemez. Bu kadında mektup var" demişti. Bu da, Hazret-i Ali'nin daha imanlı, daha âlim olduğunu gösteriyor. Sonunda mektubu aldılar, Peygamberimize ulaştırdılar. Mektubu Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) okudu. Hatib'i de çağırttı huzuruna. Allah'ın Rasûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "— Bunu nasıl yaptın?!" deyince Hatib şöyle dedi: "— Ya Rasûlallah! Ben içimden kafirlere sevgi beslemiyorum, Mürtet de olmadım. Benim Mekke'de yakın akrabam var. Ben Kureyş'ten değilim. Onlara bir zarar dokunmasın istedim. Hedefim bu idi. Allah Peygamberine elbette yardım edecektir." Onu münafık sayıp kellesini uçurmak isteyen Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)'e Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "— Bedir Savaşında bu Hatip bizimle beraberdi. Allah Bedir'e katılanlara rahmet kılıyor. Hatta: (Ey Bedir ehli, dilediğinizi işleyin. Biz sizi bağışladık) buyurmuştur" dedi. Tam bu hengâmede bu âyet-i kerime nazil olmuştu. Hazret-i Ömer hatasını anladı. Ağladı. "Onlar ki îman ettiler benim de -sizin de müşterek düşmanımız olanları dost tutmayınız." Sen ona yardım üstüne yardım edersin. Beni nasihat için gönderirsin. Halbuki onlar Hak'tan gelen Kur'an'a ve Peygambere inanmadılar. Sizi ve Rasûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'den sürenler de onlardır. Allah'ın birliğine îman ettiğinizden dolayı, eğer siz benim rızamı kazanmak için gazaya çıkıyorsanız, gizlice bunlara dostluk gösterip haber ulaştıranı, sizin gizlediğinizi de-açığa vurduğunuzu da bilirim. Aşikardan kiminiz îman ediyor gözükmekle beraber gizli de ise kâfirleri dost tutanı elbette Ben Azîmüşşân bilirim... Eğer sizden biriniz şimdiden sonra bunu işleyecek olursa o şüphesiz doğru yoldan çıkmış olur. Bundan sakınınız. Bu âyet-i kerime açık tehdittir. Mü’minlerle kâfirler dost olmasınlar diye. Onlara rıza gözüyle bakmayanlar. O düşmanları ataları, kardeşleri ve oğulları da olsa... 2 "Eğer onlar size bir tırnak tuttururlarsa hepinizin düşmanları olacaklar, ellerini, dillerini kötülükle size uzatacaklardır. (Zâten) onlar kâfir olasınız (diye) arzu etmişlerdir." Şayet o kâfirler size karşı galip olup sizleri ellerinde tutsak ederlerse, size aşikâr işkence ederler. Öldürürler de. En azından inciltirler. Çirkin el-dil şakaları yaparlar. Meramları onların dinlerine girmenizdir... 3 "Ne hısımlarınız, ne evlâtlarınız size asla fayda veremez. Kıyamet gününde (Allah onlarla) aranızı ayıracaktır. Allah ne yaparsanız hakkıyle görendir." " O dehşetli günde, yakınlarından bir kısmı, oğullarınız ve kızlarınız olarak Mekke'de kaldı, onlar asla size yardım edecek değillerdir. Çünkü onlarla sizin aranızda aynlık ebedî olarak sürecek. Onlar cehenneme, siz ise cennete ebedî kalmak üzere gireceksiniz. Artık birbirinizi hiç göremeyeceksiniz. Allahü teâlâ sizin ne işlediğinizi görür. Size onun güzel mükâfatını verir. Onun için hayırları çoğaltın. 4 "İbrahim'de ve onun maiyyetindekilerde sizin için gerçekten güzel bir örnek vardı. Hani onlar kavimlerine:"—Biz, sizden ve Allah'ı bırakıp da tapmakta olduğunuz nesnelerden kesinlikle uzağız. Sizi inkâr ettik. Siz Allah'a bir olarak îman edinceye kadar bizimle aranızda ebedî düşmanlık ve buğuz belirmiştir, demişlerdi. Yalnız İbrahim'in babasına:"— Her halde senin yarlığanmanı isteyeceğini. (Fakat) senin için Allah'tan (gelecek) herhangi bir şeye gücüm yetmez, demesi müstesna. (Siz şöyle deyin):"—Ey Rabbimiz ancak sana güvenip dayandık ve yalnız sana yöneldik. Son dönüş de ancak sanadır." 5 "Ey Rabbimiz bizi o küfredenler için her fitne (mevzuu) kılma. Bizi yarlığa Rabbimiz, Çünkü hakîkat gâlib-i mutlak, yegâne hüküm ve hikmet sahibi sensin sen." Yani, İbrahim (aleyhisselâm) da olan "güzel ömek"i gözönünde bulundurmanız üzerinize vaciptir. Neden örnek almazsınız? O İbrahim (aleyhisselâm)' in yolu görgülü-muhteşem bir yoldur. Siz ona uyunuz. Nitekim o İbrahim (aleyhisselâm)'e inanan mü’minler kâfirlere: "Biz sizden değiliz. Bizimle sizin aranızda apaçık düşmanlık vardıri Asla hiçbir zaman dostluk kuramayız sizinle. Ama siz bizim gibi Allah'ın birliğine (Tevhide) inanırsanız, o takdirde bu şartla dost oluruz," dediler. Size de yaraşan ve hatta vacip olan, yaşadığınız devrin münkirlerine, müşriklerine aynı sözleri söyleyebilmenizdir. Fakat Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)' İn atasına ve babasına söylediğini söylemeniz, bu söze uymanız size vacip değildir. Babası için "hidâyet-i İslâm" dilemesi, İbrahim'in duası olaftifır. Ama bize değil, ona mahsûs bir keyfiyettir. Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm) bundan öte elinden bir şey gelmediğini belirtiyor. Allah'ın azabından birşey senden önleyemern, diyor O. Yani, "sen inanmadan ben seni Allah'ın azabından kurtaramam" diyor. Siz ancak şöyle duâ ediniz: "Biz işimizi, eşimizi ve çocuklarımızı Sana ısmarladık. Biz sana itaate yöneldik. Sonunda da varacağımı' yer senin huzurundur. Bu kâfirlerle bizi imtihan etme! Rızkımızı bize yetecek kadar ihsan eyle. Onların eline bizim muhtaç etme. Onlan bize musallat kılma. Şayet rızkımız onların elinden gelirse onlar kendilerini Hak yol üzere sanabilirler. Bundan bizi koru. Onları galip kılıp üzerimize saldirtma. Böyle bîr durumda: Dininiz Hak ise bu perişanlık neden? Mabudunuz size niçin yardım etmiyor? Bizim elimizde siz hor-hakîr bir halde olmazdınız?! Ey bizim Rabbimiz! Bizim günahlarımızı Sen yarlığa. Azîz-hakîm ancak sensin! Hükmün herşeye geçer. Ne iş yaparsan kimse engel olamaz. Allahü teâlâ (Hatib ibn Ebî Beltea)' ya Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm) in duasını yapmasını, böylece yakınlarını da Allah'a tevekkül etmesini, Ona güvenmesini, Ona ısmarlamasını tâlim ediyor. Ama hükmü geneldir. Hem onun hem de zarar görmelerinden korktuğu yakınlarının kurtulmaları için Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)' in duası tavsiye ediliyor. Öyle onların verecekleri zararları bir mektubla önleyemezsin. Kıyamete kadar bütün mü’minlerin uyması gereken bu güzelim tavsiyelerle inananlar hem ibâdet yapıp hem de Allah'ın düşmanlarıyla dostluk kurmasınlar. Yalnız Allah'a dayansınlar. 6 "Yemin olsun ki Onlarda sizin için, Allah'ı ve âhiret gününü ummakta olanlar için güzel bir örnek vardır. Kim (emrimizden) yüz çevirirse şüphesiz ki Allah, o, her şeyden müstağni, her hamde hakkıyle lâyıktır." 7 "Olur ki Allah, sizinle içlerinden birbirinize düşman olduğunuz (kâfirler) arasında yakında bir dostluk peyda eder. Allah hakkıyle kadirdir. Allah çok yarlığayıcıdır. Çok merhamet edicidir." Yani, size gereken, o İbrahim (aleyhisselâm) ile kavminin peşinden gitmenizdir. Eğer Allah'tan ve Mahşer gününün dehşetli ve çok korkunç hallerinden korkuyorsanız böylesi size doğru çözümdür. Ayrıca Allah'tan sevap umuyor va ahiret mertebelerinizden istiyorsanız da böyle yapınız. Sizden biriniz Allah'ın emirlerinden yüz çevirir, yasaklarını işlerse bilsin ki o, Allah'a asla zarar veremez. Allah müstağnidir. Şundan dolayı O kendi kendine zengindir ki O emrinden yüz çevirenler Onun mülkünde bir boşluk bırakamazlar. Hepsi de Onun buyruklarından yüzçevirse bile O, yine "Rahman" olarak hepsine ayn ayrı takdir ettiği rızıklarını, günahlarına rağmen, kesmez. Hiçbir canlı rızkını, ömrünü bitirmeden bu dünyadan göçmez. Bu haberi yüce Allah haber verdi ki İbrahim (aleyhisselâm) babası Âzerle Allah için dost olmadı. Bu "güzel örnek" müslümanlarla kavimleri arasında ve hattâ akrabaları arasında gerekiyorsa "Allah için düşmanlık" vardır, demek istiyor... Ama bir çoğuna bu gerçek ağır gelmeye başladı. İkinci âyeti kerîmeyi yüce Allah indirdi ki bu size ağır, zor gemesin. Çünkü umulur ki o size düşmanlıkta ileri giden Mekkelilerle sizin aranızda bir "dostluk oluşuverir. Maddî ve manevî çıkarlarınız olur. Buna Allah kadirdir. Rasûlünii (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'yi almaya muvaffak kılan Allah, aynı zamanda da Mekkelileri onun emrine âmâde kılmaya kadirdir. Tevbe edenleri Allah yarlığayıcıdır. Tevbeden sonra da esirgeyerek rahmetine kavuşturandır. "Olur ki Allah, sizinle içlerinden birbirinize düşman olduğunuz (kâfirler) arasında yakında bir dostluk peyda eder." Âyeti kerîmesine göre Mekkelilerle karışın, kız alın-verin, sohbet edin "Ümmü Habîbe" ile evlendikten sonra o müslüman oldu. Sonra da Mekke'nin fethinde babası Müslüman oldu. Kızının evlenmesiyle Ebû Sufyan İslama hiç hücum etmedi. 8 "Sizinle dîn hususunda savaşmamış, sizi yurtlarınızdan çıkarmamış olanlara iyilik, onlara adaletli davranmanızdan Allah sizi yasaklamaz. Çünkü Allah adalet yapanları sever." Burda özel olarak bahsedilen Huzâa ve Benî Mudlîç kabileleridir. Bunlarla alış-veriş, kız almak-vermek caizdir. Hediyyeleşmek de yasaklanmamıştır. Çünkü bu kabileler din gayretiyle sizinle savaşmamışım Ayrıca bunlar sizi yurtlarınızdan da çıkarmamışlardır. Siz onlara varırsınız-gelirsiniz. Sözleşme de yaparsınız. Allahü teâlâ vefalı davranarak ahidlerine Saflık olanları sever. 9 "Allah, sizi ancak sizinle din muharebesi yapmış, sizi yurtlarınızdan çıkarmış ve çıkarılmanıza arka çıkmış olanlara dostluk etmenizden meneder. Kim onları dost edinirse işte bunlar zaalimlerin ta kendileridir." Gerçekten Allah, sizi dinî gayretten dolayı sizi yurtlarınızdan çıkaran Mekkelilerle dost olmayı yasaklar. Ayrıca onlara yardımcı olanlarla da aranızın açılmasını murâdeder. Sizden biri onların dostluğuna güvense de onlara kansa aldansa ve dost olsa onlarla o kimse de onlar gibi olur. Kendi nefsine yazık edenlerden olur. 10 "Ey îman edenler, mü’min kadınlar muhacir olarak geldikleri zaman onları imtihan edin. Allah onların îmanlarını daha iyi bilendir ya..." Bu âyet-i kerîmenin nüzul sebebi şudur: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hudeybiye yılında Mekkelilerle sulh akdi yapmış, onlarla kendi arasında geçerli olan bu sözleşmeyi onlar bozdu. Bunun bir maddesi de şu: Müslümanlardan birisi onların, elinden kurtulur ve kaçarsa tekrar onlara verilecek. Müslümanlara biri Mekke'den kaçsa onlara geri verilecek. Görünüşte Müslümanlığın aleyhine bir madde. Bu antlaşmadan sonra bir kadın Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a sığındı. İsmi (Sebîa) idi. Peşinden kocası geldi ve onu Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)' den istedi. O "—Seninle bizim aramızda antlaşma var. Onu geri bana ver" dedi. Peygamberimiz: "—Şartlarımız erkekler için geçerlidir. Kadınların hakkında sözleşme yapmadık," dedi. Bunun üzerine Hak teâlâ bu âyet-i kerîmeyi gönderdi. Bir kadın ki canını dişine takmış ve Medîneye ulaşmış, İslama olan hırsı ve şevki sebebiyle gelmiş görünüyor. Ama böyle gelenlerin asıl niyetlerinin ne olduğunu, gizlediklerini de -açıkladıklarını da "en iyi bilen" o Rabbülâlemîndir. Devamla "... Fakat siz de mümin kadınlar olduklarına bilgi edinirseniz onları kâfirlere döndürmeyin. Bunlar onlara helâl değildir. Onlar da bunlara helâl olamaz. Sarfettikleri (mehiri) onlara verin. Sizin onları nikahlamanızda, mehirlerini verdiğiniz takdirde, üzerinize bir günah yoktur. Kâfir zevcelerinizi tutmayın. Sarfettiğinizi isteyin. (Kâfirler de) harcadıklarını istesinler. Bu, Allah'ın hükmüdür. Aranızda O hükmeder. Allah hakkıyle bilendir. Tam hüküm ve hikmet sahibidir." Şunu kesinlikle bilin: O kadınlar başka değil, sırf İslâm oldukları için ve kocalarının zulmünden kaçarak size geldilerse, onları kâfirlere teslim etmeyin. Çünkü mü’mine kadını kâfirin tekrar nikahlaması haramdır. Çünkü İslam ülkesine ulaşınca nikâh düşer. Her zaman ve her mekanda bu haramlık geçerlidir. Müslüman erkeklerden birisi onu nikahlarsa o takdirde "rnehrini" verecek. Kâfir kocasına verecek. Ama o kadını nikahlayan olmazsa o kâfire "mehir" verilmez. Sîzin nikâhınız yoksa eğer o kadınla evlendiyseniz o kadının kâfir kocasına mehir vermeniz hükmü nesholunmuştur. Bu âyet-i kerîme de şu hususda delildir: Bir kadın darülharptan çıkınca kocasından ebedî olarak boş olur (Talâk-ı baîn gerçekleşmiş sayılır). İmam- Âzam Ebû Hanîfe (radıyallahü anh)'ye göre bir iddete müddet (dört ay ongun) beklemesi gerekmez. Fakat İmameyn (İmamı Muhammed-Ebû Yusuf)'e göre iddet bekler. —Fakat sizden bir kadın kâfirlerle evlenmek için giderse, onun namusunu korumanız gerekmez. Ne kocasına ne de yakınlara onun peşine düşmen doğru olmaz. Çünkü o kadın dinden çıkmış sayılır... Tabiî evlenmeyi mubah görünce hüküm böyledir. Bu olaydan sonra o koca eski karısının kızkardeşini nikahlayabilir. Veya isterse dörde kadar evlenebilir. Dördün arasında "Âdil" olmak şartıyle... —Darûlharpten çıkmış gelmiş kadının kocasına sorun. Ne istiyor? Fakat bu âyetin bütün hükümleri mensûhtur. Çünkü: Ne müslüman kadının kafire varması helâldir. Ne de kâfir bir kişinin Müslüman bir kadınla evlenmesi caizdir. Bu da haramdır. Fakat Müslümanlar kâfir olan kadınlarla evlenebilirler. Mehirlerini emsale göre vererek bu nikâh gerçekleşir. İşte bu hüküm Allah'ın emridir. Yukardakiler de yasakladıklarındandır. Müslüman erkeklerin dârûlhapte kalmış karılarının mehirlerini geri isteyerek ayrılmaları da bu âyet-i kerîmeden anlaşılıyor. Yüce Allah "alîm"dir. Size gerekeni en iyi O bilir. Aynı zamanda "Hakîm"dir. Ne isterse ona hükmü geçerlidir. Hiçbir engel Onu durduramaz. Ayrıca bütün yaptıktan da yerlîyerincedir. 11 "Eğer zevcelerinizden bir şey (mehir) sizden kâfirlere kaçar da siz de savaşta ganimete kavuşursanız, kardan gitmiş olan (müslüman) lara harcadıkları (mehir) kadar verin. O Allah'tan korkun ki siz (hepiniz) Ona inananlarsınız." Sizden birinizin hanımı mürted de olup (dinden çıkıp) dârülharbe gitse, sonra da siz oraları fethetseniz, o dinden dönen kadınların mehirlerini "ganîmet"ten verirsiniz. Böylece kocası malî bir kayıptan kurtulur. Kalan ganimeti de mücâhitler arasında bölüştürürsünüz. Bu âyeti kerîme bütün âlimlerce mensûhtur (hükmü gerçeksizdir. Uygulanmaz). Hukukî bakımdan mensûhtur; ancak son bölümü diyanî bakımdan geçerlidir." O Allah'tan korkun ki siz Ona inananlardansınız." 12 "Ey Peygamber! Mü'min kadınlar -Allah'a hiçbir şey eş tutmamaları, hırsızlık yapmamaları, zîna etmemeleri, evlâtlarını öldürmemeleri, elleriyle ayakları arasında bir iftira düzüp getirmemeleri, (emredeceğin) herhangi bir iyilik hususunda sana âsi olmamaları şartıyle- sana bîatlaşmaya geldikleri zaman beratlarını kabul et. Onlar için Allah'tan mağfiret isteyiver. Çünkü Allah çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir." Yâ Muhammed! O kâfir kadınları müslüman olup sana geldikleri zaman, şu şartla onlardan ahitlerini-bîatlarını kabul eyle. Şöyle ki: 1- Hiçbir şekilde Allah'a ortak koşmasınlar. Ona taparken müşriklerin-melekler Allah'ın kızları inancını taşımasınlar. Dualarına putları aracı yaptıkları gibi İslâmın feshettiği şirk unsurunu taşımasınlar. 2- Kimsenin malını gayrimeşrû yollarla almasınlar. Hırsızlık yapmasınlar. 3- Her yönüyle "Apaçık bir yüzsüzlük olan zinayı" terketsinler. Nikâhsız ilişkilerini iptal etsinler. Kız çocuğu olduğu zaman ondan dolayı mahçûp olarak onları toprağa gömmesinler. Çocuk aldırmasınlar. Çocuk düşürmesinler. İftira etmiyeceksiniz. İki türlü iftiraya işaret var. a) Bir kadının diğer bir kadına iftirası. Kadınların bütün kanuşmalan âdettendir. Hatta kimileri bunda hasta tiptir Dedikodu yaymadıkça rahatsız olurlar. b) Bir başkasından olan çocuğu kocasındanmış gibi göstermesi. Ebû Davud'da geçen Hazret-i Ebû Hureyre'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerife göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yabana bir erkekten olan gayrimeşrû çocuğunu kocasına nisbet eden, onu ailesine katan bir kadına, yüce Allah rahmet nazanyle bakmaz ve ona hiç bir surette Cenneti de nasıp etmez," buyurmuştur. Rasûlullah Mekke'nin Fethinde safa tepesine oturdu, erkeklerle tokalaşarak bîat aldı. Sonra da kadınlardan bîat aldı. Bu arada Ebu Sufyanın hanımı Hint: "— Ya Rasûlallah! Kocam cimri bir adam. Onun malından gizlice alabilir miyim?' Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "— Evet, ihtiyacın kadar alabilirsin," dedi. Ebû Sufyan: '—Bundan sonra ne alsan sana helâl olsun," dedi. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah îman etmenizle küfre bağlı bütün günahları, bağışladı." dedi. İman en büyük manevî dezenfektedir. Zina etmesinlere Hind "—Hür kadın zina mı eder," dedi. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): "Küçük kızlarını öldürmesinler," dedi. Hind de: "— Küçük iken besleyelim. Büyüyünce siz öldürün," deyince Rasûlullah bu hazır cevaplığa tebessüm etti. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Erlerine buhtan-iftira etmesinler," dedi. Hind: '—Ya Rasûlallah! İftira, en çirkin bir yüzsüzlük. Sen bize bunlan değil, güzel, gönül açan sevabı bol şeyler buyurursun," dedi. Bunların hepsiyle Rasûle itaat üzere sözleşti. Bunlar sana verdikleri sözleri unutup da eski kocalanyle gizlice buluşmasınlar. Bunlan işiten Hind dedi ki: "— Ya Rasûlallah! Bizim bu antlaşmayı yaptıktan sonra gönlümüzde zerre kadar muhalefet fikri yoktur." Bunun üzerine Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dedi: "— Yüce Allah buyurur ki: Bu dediğin şartları yerine getirmeye niyetli olup sana itaat ederlerse onlarla bîat et. Bunların eski şirk ve benzeri günahlarına Allah'tan bağış dile. O bağışlar, İslam geçmişe keffârettir. O, "Rahîm"dir. Mü’minlere âhirette özellikle muamele edecek... 13 "Ey îman edenler, üzerlerine Allah'ın gazap ettiği o kavim ile dost olmayın ki mezarların yaranından kâfirler nasıl ümitlerini kesdilerse onlar da öylece âhiretten ümitlerini kesmişlerdir." Bu âyet-i kerîmenin nüzul sebebi şöyle: Müslümanların dervişlerinin (fakirlerinin) şu adeti yerleşmişti ki, yahûdilerle oturup Müslümanlardan haber verirlerdi. Böylece onlardan faydalanırlardı. Beraber yerler-içerlerdi. Bunu Yüce Allah yasaklamıştır: "Ey mü’minler, Allah'ın gazâb eylediği o yahûdilere dostça davranmayın. Onlar Rasûlullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sıfatlarını Tevrattan öğrenmişlerdi. Kıskançlıklarından dolayı inanmadılar. Nitekim kafirler ölülerinden ümit kesmişlerdi. Yahudiler de böyleydi. Siz onlar gibi mahrum bir kavme benzemeyin. Onlarla dostluk kurmayın ki, Allah korusun, mahvolursunuz. |
﴾ 0 ﴿