CUM'A SÛRESİ

Nurlu Medînede inmiştir. Onbir âyettir.

1

"Göklerde ne var, yerde ne varsa (hepsi) O mülk ve metekûtun eşsiz hükümrânı, noksanı mucip herşeyden pâk ve münezzeh, galib-i mutlak, yegâne hüküm ve hikmet sahibi Allah'ı tesbîh (ve tenzih) etmektedir."

Yâni yerler içinde, gökler içinde ne kadar yaratık canlı ve cansız varsa lisân-ı hâl ve kâlleriyle Onu noksan sıfatlardan uzak görerek tesbîh ederler. Onu tehlîl ederler, Onu "tek başına Tek" olarak birlerler. Yüce Allah bu sûrenin başında "tesbîh-tenzîh" ile başlayarak biz kulların bunları dilimize dolamamızı (vird-i lisan) murâd ediyor. Kendi büyüklüğünü ve kendi küçüklüğümüzü iyi anlamamızı istiyor. Bu ikrar üzere olmak bize vaciptir... Bu uyan bizlere yapılıyor. Çünkü "insan" kelimesi "nisyân"dan türetilmiştir. Gerçekten de "insan, pek unutkandır." Zâtını tenzîh-tesbîh ettiğimiz Allah gerçek bir pâdişahdır. Tasarrufu tamdır. Bitmez-tükenmezdir.! O hiçbir varlığa muhtaç değildir. Oğlu-kızı da yoktur. O, mukaddestir. Hattâ, mukaddeslerin mukaddesidir. Mülkünde kimse ona ortak değildir. Ortak kabul etmez. Mülkünde dilediği gibi tasarruf eder. Dilediğine mülkü verir, dilediğinden de alır. Herşeyde "tek başına tam yetkili" yalnız ve ancak O'dur. Her yaptığında eşsiz bir hikmet vardır. Her yaratığı yerli yerindedir. Lüzumsuz bir varlık yaratmamıştır.

2

"O, ümmiler içinde kendilerinden (kendilerine) bir peygamber gönderendir ki (bu), onlara âyetlerini okur, onları temizler, onlara Kitabı, hikmeti öğretir. Halbuki onlar daha evvel hakikaten apaçık bir sapıklık içinde idiler."

O yüce Allah, okuma-yazma bilmeyen Arapların içinden bu yönden kendilerine benzeyen ve "kendisini Rabbinin terbiye ettiği" bir peygamber gönderdi. Hak teâlâ'nın âyetlerini onlara duyursun diye. Onlan şirkten kurtarıp Tevhide çağırsın diye. Onlan şirkten kurtarıp Tevhide çağırsın murâd edilmiştir. O manevî pislik olan putlara tapmaktan onların kurtarılması da istihdaf edilmiştir. Nefislerini cimrilik hastalığından islâh ederek, zekât alsın, İnfâk yapmalarını sağlasın istenmiştir. Kur'an'ı anlayarak okuyarak helâlı-haramı anlasınlar. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara gelmeden önce sürekli şirk günahı içinde sürüp gidiyorlardı.

3

"(Aynı peygamber) onlardan henüz kendilerine katılıp erişememiş bulunan diğerlerine dâhi (kitap-hikmeti öğretir). O, galib-i mutlaktır. Yegâne hüküm ve hikmet sahibidir."

4

"Bu, Allah'ın kimi dilerse ona vereceği, bir ihsanıdır. Allah, büyük fazl (ve inayet) sahibidir."

Bu ummî araplardan Kitabı-Sünneti öğrenenler ve Hak üzere yürüyenler olduğu gibi bu ilâhî mesaj, onlardan sonra gelen nesillere de -arap olsun olmasın- ulaşacaktır. Onlar da bu teblîğ ile salih ameller işleyeceklerdir. Böylece ebedî mutluluğa kavuşacaklardır. O Allah Azîzdir. Kimi dilerce onu şerefli- onurlu kılar. O Allah Hakimdir. Bütün yaptıkları yerliyerindedir. Aynı zamanda saadete-şekâvete (ebedî mutsuzluğa) karar veren de O'dur. Şüphesiz bu İslâm nîmeti ve mü’min olarak yaşamak mutluluğu Hakk'ın ihsanıdır. Kime dilerse, kim lâyık ve istekli olursa ona verir. Bu sonuçta Onun bir ikramıdır. Buna lâyık olmak ve hakkını vermeye de -ki aslında zor iş- çalışmak lâzım. Onun lûtfunun sonu yoktur.

5

"Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu taşımayanların hali koca koca kitaplar taşıyan eşeğin haline benzer. Allah'ın âyetlerini yalan sayan kavmin vasfı ne kötüdür! Allah zâlimler güruhunu muvaffak etmez."

Kendilerine Tevrat gibi büyük bir kitap verilen o yahûdilerin bu kitapda geçen emirlerin ve yasakların gereğince amel etmeleri istenmişti. Onlar haset duygusuyla -ki, peygamberliğin İsrailoğullarından Araplara geçişini hazmedemiyorlardı- Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sıfatlarını bile bildiren Tevrâtm bu tarafını da halktan gizlediler. Kitlelerin münkir kalmalarını sağladılar.

Böylece "ahmak bir seciyye" sergilediler. Çünkü bunun benzeri, sırtındaki kitapların muhtevalarından habersiz, onları taşıyan eşşeklerdir. Çünkü merkep "ahmaklıkta" Örnektir. İşte yahûdilerin de kendilerine verilen ve amel etmekle sorumlu oldukları "Tevrat" karşısındaki durumları-konumları budur. Hak teâlâ'nın gönderdiği kitabı böylece yalanlamış oldular. Peygamberi de tanımadılar. Böyle Hak tanımaz zâlimlere asla hidâyet nasîb olmaz. Cennet yoluna onları sokmaz... Onun bu tasarrufu yahûdilere "Allah'ın bir komplosu"dur. Görecekler öte dünyada kim kimi aldatmış!? Bu âyet-i kerîmenin nuzûl sebebi elbette yahûdilerle ilgilidir. Fakat hükmü umûmîdir. Kendilerine Kitap gönderilen peygamberleri ve getirdiklerini inkâr eden ve amel etmeyen kimseler de aynı durumdadırlar. Bundan ders çıkarmak lâzımdır. Bu kitapta, her âyette, her kelimede dikkatti incelense çok anlamlar çıkar. Sonuçta "Kelâm-Meânî-Beyân-Usûl ve Furuğ" bu kitaptan çıkarılmıştır.

Fakat işin bir de "amel etmek" yönü vardır. Kendisi bu bakımdan "müflis ve câhil" olduğu halde, kendini "İyi-doğru" sanır. Halbuki Allah katında suçludur. Kendini şerefli ve itibarlı görür. Âyet-i kerîmeyi işittiği halde helâl-haram demeden, şüphelilerden sakınmadan yer-içer. Bedenini şişmanlatır. Gazab-ı ilahî böylelerinedir. Tevbe etmedikçe ilahî dergâhtan kovulmuşur. Nitekim Rasûllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Muhakkak Allah şişman âlime buğzeder," buyurmuştur. Amelsiz âlimdir bo... Çünkü Allah korkusuyla âlimin bedeni "et tutmaz" asla! Bu şişmanlamak gafletin sonucudur. Gaflet, cahillik delilidir. Cahillik de, cehenneme girişe sebebdir. Bundan Allah'a sığınırız.

Aklını güzelce çalıştırana bu kadar açıklama yeter. Ama bir çeşit "görünmeyen delilik" illetine tutulanlara bu sözlerimiz düşmanlık sebebi olur. Onu bu hususta zorlamak, sözü üstelemek faydasızdır. Sanki onlar kabirde yaşayanlar gibi tepkisizdirler. Aklıselim sahipleri için uyanlarımız "altın gibi"dir.

6

"De ki: 'Ey Yahudiler, (bütün) insanları bir tarafa bırakarak Allah'ın dostları hakîkaten yalınız kendiniz olduğunu iddia ediyorsanız, doğru söyleyen (adamlar) sanız, hemen ölümü temenni ediniz."

7

"Onlar, ellerinin öne sürdüğü yüzünden bunu ebedi ve katî olarak arzu etmezler. Allah o zâlimleri çok iyi bilendir."

Yâ Muhammed! İslâmdan dönerek yahûdilere katılan, onlarla işbirliği kuranlara deyin ki: Biz Allah'ın dostlarıyız. Biz sahte mü’minler değiliz. Ama siz Allah'ın gerçek dostları olduğunuz iddianızda samimiyseniz Ondan ölümü isteyin. (Rabbim bizi öldür, sana kavuşalım) deyin. Çünkü kişinin sevdiğine ulaştıran bir vasıtayı da o kişi sever... Onlar bize muhabbet iddiasında gayrisamimi oldukları için, bunu (ölümü) asla istemezler. Çünkü Bize kavuşmaya "kötü niyetleri, çirkin isleri ve yeryüzünü bozguna uğratmaları yüzünden" yüzleri yoktur. Ama bu "çirkinlik", onlardan önce âhirete girmiştir. Orda "sonu gelmez hasrete, telâfisi imkânsız kayıplarla bitmeyen, dayanılamaz ve kurtulunmaz bir azap" onları bekliyor, Allah, herşeyi, bir de onların ölmek istemeyeceklerini iyi bilendir.

8

"De ki: "Hiç tartışmasız sizin kendisinden kaçmakta bulunduğunuz ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)'a döndürüleceksiniz. O da size yapmakta olduklarınızı haber verecektir."

Yâ Muhammed! O ölümden kaçan yahudilere şöyle: Ölüm onlara nerde olurlarsa olsunlar kavuşacaktır. Ondan kimse kurtulamaz. Ayrıca bütün içinden çıkılmaz amellerinizle, yaptıklarınızla Allah'ın huzurunda toplanacaksınız öte dünyâda. O, göklerde ve yerde ne varsa bütün yönleriyle bilicidir. Dünyada sizin açık-gizli işlediğiniz her ameli, yaptıklarınız her iyi-kötü işlerinizi size tek tek haber verecektir. Hiçbir ameliniz boşa gitmez. Aklını dürüstçe çalıştıranlar bu akıbete bakarlar. O gün gelmeden hazırlık olmalıdır. Yâni amel-i sâlih üzere işler yapmak gerekir. O zaman ölüm boylelerine kolay gelir. Mahşerdeki korkunç manzaralardan böylece kurtulmak mümkün olur.

9

"Ey îman edenler, cum'a günü namaz için çağrıldığı (nız) zaman, hemen Allah'ı zikretmeye gelin. Alış-verişi bırakın. Bu, bilirseniz, sizin için çok hayırlıdır."

Ey îman edenler, Cuma ezanı okununca camilere koşuşun! Namazdan önemli o vakitte başka iş yoktur. Hutbeyi dinleyin. Alış-verişi de terkedin. Alış-verişin ikisi de kastedilmiştir. Fakat âlimlerin burda da ihtilâfları vardır. "Hatip hutbeye, çıktığı zaman okunan (ezan) dan sonra "alış-veriş" caiz değildir" der. Zuhrî (radıyallahü anh). Fakat namaz kılmak caizdir, der aynı müellif. Dahhak (radıyallahü anh): "Cuma günü öğleyin güneş tepe noktasında iken alış-veriş caiz değildir," der. Bir hâkim bu alış-verişi iptal edebilir," der. İkrime İbn Abbas (radıyallahü anh)' in şöyle dediğini rivayet eder: "Namaz ezanı okununca alış-veriş kesilir. Tâ Cuma namazı bitene kadar bu yasak sürer." Fakat fakihlerin çoğunluğuna göre alış-veriş caizdir. Hukukî bakımdan yapılan alış-veriş geçerlidir... Bu âyette teşvik asıl namaz kılmak hutbe dinlemektir. Dükkânlarındaki alış-veriş onların ibadetlerine engel değildir. Böyle fetva verenler olsa da siz namaz kılmayı- hutbe dinlemeyi tercih edin. Camiye koşun. Ulemâ-ı hassa ve fukahây-ı âhirete kulak veriniz: Zikir ediniz. Dinde ihtiyatlı davranmak büyüklerin yoludur. Cuma günü "namaza, hutbeye koşuşmak" o büyüklerin yolunda olmaya özen gösteriniz... O hutbeye koşmak, alış-verişten daha hayırlıdır size. Kutbî (radıyallahü anh): "Sa'yı-koşmayı üçe ayırır. Sırayla şöyle:

Bundan maksat (hızlı yürümek) tir. Yüce Allah'ın kelâmı gibi (şehrin en ucundan bir adam koşarak geldi).

Sa'y- burda (amel) anlamına gelir. Yüce Allah'ın (Gerçekten sizin ameliniz değişik değişiktir) buyurması gibi.

Sa'y- (yürümek) demek. Yüce Allah (sana yürüyerek gelirler) buyurması gibi."

Burada tekitle hutbeyi dinlemeye alış-verişi bırakmaya deliller var. Müftiler fetva verseler gerçek budur. Ahirete rağbeti zayıf olan, dünyaya hırsı çok olan sonunda pişman olacak. Ölümden sonra yaptıkları onu bulacak. Böyle olma... İlerde karşına bunlar çıkar, mahrum olursun"

10

"Artık o namaz kılınınca yeryüzüne dağdın. Allah'ın fazlından (nasıp) arayın. Allah'ı çok zikredin. Tâ ki umduğunuza kavuşasınız."

Namaz bitiminde bir sofra gibi nimetleri üzerinde sergileyen yeryüzünde hayırlı toplantılara katılın. Hasta ziyaret ediniz. Varsa cenaze namazım kılınız. İlim meclislerine devam ediniz. Salih zatların ziyaretine gidiniz. Kendi akraba ziyaretlerini yapınız. Bir mü’minin ihtiyacını gidermek için fedâkârlıkta bulununuz. Bunlara benzer kendinize, ailenize ve Ümmetinize yarayışlı ne varsa o hayırlan topyekûn işleyiniz. Cuma günü "haftalık kongreniz" olsun. Ama sakın günah yerlere uğramayınız. Dilinizle gönlünüzle Hakkı çok zikrediniz. Hayırlara böylece eresiniz. Kurtuluş böylece sizin için olsun.

11

"Onlar bir ticâret, yahut bir oyun, bir eğlence gördükleri zaman ona yönelip dağıldılar. Seni ayakta bıraktılar. De ki: Allah'ın nezdindeki (sevap, mü’minler için) eğlenceden de, ticâretten de daha hayırlıdır. Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır."

Bu âyet-i kerîmenin nüzul sebebi şudur: Medîne-i Münevvere de kıtlık yılları yaşanıyordu. Ashâbdan olan "Dihyetül-Kelbî" Şam'a "buğday" ticâreti için gitmişti. Onun dönüşünü halk bekliyordu. Gelişi iyice yaklaştı diye halk her kervanı "def çalarak" karşıladığı gibi onun gelişi için de çalmaya başladı. Birgün Cuma vaktinde erkekler camide ve Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de minberde hutbe îrat ederken kervan geldi ki "def çalmaya" başladı. Kervanın döndüğünü anladılar. Hernen dışarıya fırladılar. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) in yanında (oniki) kişi kaldı. Yüce Allah bu "rızık endişesi için paniğe kapılarak" Mescidi, hem de peygamberleri onlara hitap ederken, terketmelerini hoş görmedi:. Buyurdu ki: "—Bu kavim ticâretten gelen bu kervanın geldiğini işitince, def çalındığını duyunca, derhal dağıldılar. Minberde oniki kişiye hitab eder oldun. Onlara de ki: "Bir şey ki O Allah katındadır. Size O hayır, sevâb, eğlenceden de, dünyâ ticâretinden de daha gereklidir. Bereketli ve hayırlı rızık Allah katında olandır. Rezzâk-ı Hakîki O'dur. O, bütün varlıkların asgarî yetecek ıraklarının (garantörü)dür. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisini bir düzine kişinin dinlediğini -ki birisi de kadındı- görünce şöyle demeden kendini alamadı: "Şayet bu dinleyenler de onlar gibi çıkmış olsalardı bu dere-ova çalkalanıp hepsini helak ederdi!" "

Aklını ilahî irâdeye parelel çalıştıranların, bu âyet-i kerîmeden çıkaracakları dersler çoktur.

Şöyle ki:

1- Rızık sebebiyle namazı-cemaatı terketmemek;

2- İbâdeti iğreti yapmayıp ruh ve beden ayrılmazlığı, bütünlüğü içinde Allah'a kulluk yapmak,

3- Rızk hususunda Allah kefildir. Taksim edilmiştir. Kimse kimseye ayrılan rızkı rahatça yiyemez.

4- Ancak kul bu inançta olmakla birlikte çalışmadan da işini Allah'a ısmarlaması uygun değildir. Meşru çalışma yollarını gayretle aşmalıdır. Sonunda Allah'a tevekkül eder.

0 ﴿