KALEM SÛRESİ

Keremli Mekke'de inmiştir. Elli iki âyettir.

1

"Hakka ile kaleme ve yazmakta oldukları şeylere yemin olsun ki,"

İbn Abbas (radıyallahü anh) der ki: "Nûn, o bahkür ki, Hak teâlâ yerleri onun üzerine döşedi. O balık hareket etti, yerler silkindi. Yüce Allah dağları yarattı. Bu yerleri onlarla perçinledi, oturttu. Doğrusu bu dağlar, yerlere karşı övünürler. Bu övünme Kıyamete dek sürer." Hasan-ı Basrî ve Katâde (radıyallahü anh) "Nûn, hokkanın divitidir. Kalem diye zikredilmiştir." "Nûn" Allahü teâlâ'nın "Nûr" adının ilk harfidir, diyen de olmuştur. "Rahman" adının son harfidir, diyenler de olmuştur. Kâlem'e gelince: Yüce Allah ilk defa onu yarattı ve dedi ki: "Ey Kalem! Yaz. Kalem: "Ne yazayım?" deyince Allah! "Takdîr olunan şeyleri yaz. Onlar ileride vücût bulacaktır. Hem de Kıyamete kadar olacak şeyler..." (Kıyamete kadar olacak takdirlerimi yaz, dedi).

Allahü teâlâ kaleme tazim için balığa yemin etti. Zîra onun yaratılmasında ve doğru olmasında ulu hikmetleri vardır. Bunda çok faydalar vardır. Anlatılamaz. Kasem (yemin) burada "Nûn vel-kalem" (yaratan Allah hakkı için) demek. Ayrıca "Hafaze meleklerinin insanoğlunun amellerinden yazdıkları hakkîçûn" demek. Onlar önce Levh-i mahfuza olacakları şifrelemişlerdir. Vakti gelince insanoğlu yaratıldığı istikâmette amel eder. Ona öyle kolay gelir... Bütün bu, esrar "Melekût âleminde"dir...

2

"(Habîbim) sen, Rabbinin nimeti sayesinde, bir mecnûn-deli değilsin."

Bu, yukardaki yeminin cevâbıdır. Yüce Allah: "Nûn hakkı, kalem hakkı, Hafaze meleklerinin yazdıkları hakkı için yemin" olsun ki Yâ Muhammed! Sen Rabbinin nimetlerine mecnûn değilsin." Onlar, Mekke müşrikleri böyle sanırlar. İlk inen "İkrâ... mâlem ya'lem"e kadar gelince Cebrail (aleyhisselâm) Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelerek namaz kılmayı öğretti. O da kılardı. Bunu gören müşrikler: "Muhammed delirdi. Şâirdir, mecnûndur," demeye başladılar. Onların bu sözlü sataşmaları Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)' in canını çok sıktı. Bu âyet-i kerîme ile Hak teâlâ onu teselli eyledi (etti). Şöyle ki: "Yâ Muhammed! Sen benim peygamberimsin. Kullarımı Hakka çağırman için seni gönderdim. Bu ilahî, manevî nîmetleri senin Rabbin verdi. Peygamberlik verdi sana. Kur'an'ı sana indirdi. Sen bu nimetlerin şükrünü yerine getirmekte gafil, mecnûn değilsin. Onlara aldırma!"

3

"Senin için muhakkak ve muhakkak tükenmeyen bir mükâfat vardır."

4

"Hiç şüphesiz büyük bir ahlâk üzerindesin sen."

Yâni, Yâ Muhammed! Sen üstün bir dâva (islâm) için gönderilmiş ve onu taşımaya elverişli olarak yaratılmışsın. Onların konuşmalarından ötürü canını sıkma. Nitekim Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yaratılışı yüce idi. Halkın müslüman olmasını canı gönülden isterdi. Tutsakları kurtarırdı.

Açları doyururdu. Herkese büyük-küçük demeden selâm verirdi. Hiçbir ihtiyaç sahibinin isteğini reddetmezdi. Bir başkasından da olsa bulur ve verirdi. Hastalan ziyaret ederdi. İyi olsun-kötü olsun müslümanın cenaze namazında hazır bulunurdu ve kılardı. Komşularıyla çok iyi geçinirdi. Müslüman yaşlılara hürmet ederdi. Meşru bir sofraya çağırıldığında gitmeye çalışırdı. Suçluların suçunu bağışlardı. Halka çok yumuşak davranırdı. Onların en pehlivanı o bilinirdi. Hükümlerinde çok adaletliydi. Eli hiçbir nâmahreme dokunmamıştır. Azmışları düzeltirdi. Her çeşit cömertlik, onun vazgeçilmez davranışıydı. İhtiyâcından fazla parası olursa, onu fakirlere dağıtmadan uyuyamazdı. Ehlibeyti için bir yıllıktan fazla mal ayırmazdı. Geçimini asgarîden sağlardı. Arpadan ve hurmadandı çoğu yiyecekleri. Onu bile isteyene Allah için tereddütsüz verirdi. Kendi söküğünü dikerdi. Papucunu tamir ederdi. Ne iş olursa büyüklük göstermeden yapardı. Kimsenin suçunu yüzüne karşı söylemezdi. Utancından dolayı tenkîdînt îmâ ile söylerdi. Bir köle ve câriye çağırsa, büyüklenmez giderdi. Verilen hediyeleri reddetmezdi. Bir içim süt ve tavşan-hayvan uyluğu getirirlerse onların bedelini vermesi de başka bîr sünnetidir. Fakat sadaka ve zekât yemezdi. Nefsi ve dünyâ için iş yapmazdı. Ne yaparsa Allah için ve din gayretiyle yapardı. Hakkı herşeyden üstün tutardı. Kendi ve Ashabı bundan zarar görse de... Açlıktan kanuna taş bağlardı. Ne bulursa yerdi. Kâfirden yardım istemezdi. Helâl yemekten perhiz etmezdi. Hurma bulsa ekmeksiz onû yerdi. Arpa veya buğday ekmeğinden hangisini bulsa, onları katıksız yerdi. Helva ve bal bulsa onları da yerdi. Sütü ekmeksiz içerdi. Kanaatkardı. Kavunkarpuz bulsa yerdi.

Nerde olursa olsun yürürdü. Düşmanlara da -onlar savaş hâlinde değillerse- mütevâzi davranırdı. Kimin yanına varsa güleryüz gösterirdi. Ne bulsa giyerdi. Ne binit olsa ona binendi. Terkisine bir kişiyi aldığı da olurdu. Zaman olur, başı açık-yalın ayak "ridâ-îzâr" (Hacıların ihramı gibi) ile dolaşırdı. Bunlardan üst elbisesiz de (ridâsız) bile yürürdü. Güzel kokular sürerdi. Velhâsıl, onun ahlâkını anlatabilmemiz bile zordur. Kaldı ki yaşayabilmek!... Şu bir gerçektir: Kur'an içinde ne kadar emir varsa, hepsini uygulamıştır. Bu emirleri yerine getirmek gerek vacip olsun, gerekse mendûb olsun, onların tümünü yapmıştır. Kur'an'ın yasakladığı hiçbirşeyi de yapmamıştır. Bu haramlar ister "tahrîmi" (harama yakın) olsun isterse "tenzihi" (helâla yakın) olsun farketmez. Yani kesin içki gibi haramları yapmadığı gibi, mekruhlara da, şüphelilere de yanaşmamıştır. Harama düşme korkusuyla böyle yapmıştır. İşte bütün bu saydıklarımızı onaylar biçimde Hazret-i Âişe (radıyallahü anh) ya peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) ahlâkı sorulunca O: "Onun ahlâkt Kur'andı," demiştir. Ona gerçekten lâyık ümmet olanlar da onun ahlakıyla ahlaklanırfar. Ona tam uymanın tabiî sonucu da budur!

5

"Yakında göreceksin. Onlar da görecekler."

6

"Delilik hanginizde imiş?"

Yâ Muhammed! Yakında sen de onlar da göreceksiniz: O kâfirler dünyada küfür ve ondan türeyen-üreyen günahları işlemelerinden dolayı cehennem âteşi için zebanilerin onlara nasıl davrandıklarını... O kâfirler mi deliyraiş yoksa mü’minler mi? Anlaşılacak pek yakında...

7

"Şüphesiz ki Rabbin, O, kendi yolundan sapan kişiyi çok iyi bilendir. O« hidâyete ermiş olanları da pek iyi bilendir."

Yâ Muhammed! Senin Rabbin hei şeyi bilendir: İslâm yolundan çıkan ve sapıklık yoluna düşeni çok iyi bilendir. Hidâyet yolunda kim dosdoğru yürüyor, onu da en iyi bilen O'dur. Sabret. Ceza gününde sapıtmış olan ile yolunda olanı ayırd edecektir. O gün herkesin durumu açık-seçik ortaya çıkacaktır.

8

"Artık o yalanlayanları tanıma."

9

"Onlar arzu ettiler ki sen yumuşak davranasın da kendileri de yumuşaklık gestersinler."

Bu âyet-i kerîmenin nüzul sebebi şudur: Mekkeli müşrikler dediler ki:"Yâ Muhammed! Gel bir müddet senin Rabbine beraber tapalım. Biraz da atanın ve dedenin dîni olan bizim taptıklarımıza tapalım. Böyle olursa seni İnciltmeyiz" Yüce Allah bu çarpık görüşü reddetti. Yâ Muhammed! Sakın ha bu yalancı zâlimlere itaat ederek dinleme. Çünkü onlar Allah'ı sânına lâyık biçimde tanımayan müşriklerdir. Sen onların bu müşrik inançlarına yumuşak yaklaşırsan onlar da senin inancına yumuşak bakarlar. Uyma...

10

"(Doğruya da - eğriye de) alabildiğine yemîn eden, İzzeti nefsi olmayan,"

11

"dâima ayıplayan, Lâf getirip götürmeye koşan,"

12

"(insanları) hayırdan durmayıp meneden, aşırı zâlim, çok günahkar,"

13

"kaba-haşin, bütün bunlardan başka da kulağı kesik (damgalı soysuz) olan her kişiyi tanıma (onlara boyun eğme)!"

Cumhura göre bu âyet-i kerîme "Velîd ibn Muğire" hakkında gelmiştir. Rasûlünü haklı çıkardı. Yâ Muhammed! Her şeye andiçene itaat etme, özellikle Velîd'e. O Allah'ın dînini yalanladığı nalda yalan yere andiçer. Alçaktır, yüzsüzdür. Bir şeyin iyisini-kötüsünü ayıran görüşü yoktur. O iftiracı, lânetci ve lâf getiren ve götüren biridir. Halk içinde "nemmâmcılıkla" tanınmıştır. Ayrıca, hayırların kaynağı İslâmdan menedendir. Malını hayır yerlere vermede çok cimridir. Kendini bütün bu güzelliklerden uzaklaştırdığı için de "aşırı zalim"dir. Çok günahkâr ve fâcirin iri-yarı bir gövdesi vardır. Ama bâtını (kalbi) haraptır. Haşîn ve kaba davranışlıdır.

Bütün bunlara ek olarak ta "soysuz"dur. Rivayete göre Velîd b. Muğîre bu âyetler gelince doğru anasının yanına varıyor, şöyle sertçe konuşuyor: "Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) beni on kötü sıfatla teşhîr etti. Bunların dokuzunun kendimde olduğunu anladım. Fakat (zenîm-piç, haramzade) olduğumu anlayamadım. Doğru söyle. Yoksa bu kılıçla seni öldürürüm, dedi. Anası: (Oğlum, baban zengin biriydi. Ama cinsî gücü yoktu. Malı başkasına kalmasın diye bir çobanla yattım. Sen onun oğlusun) dedi. Abdullah b. Abbas (radıyallahü anh): "Yüce Allah'ın bu adamdaki ayıplan teşhîr ettiği kadar hiçbir kimseyi vasıflandırdığını bilmiyoruz," dedi. Hükmü geneldir. Bu özellikler kimde varsa onun hâli de aynıdır...

Şehr ibn Havşeb (radıyallahü anh), Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir. Şöyle ki:

(Cennete; haksız, arsız, kaba, haşîn davranışlı ve soysuz kişi gire- Geniş açıklaması şöyle: (Cevvâz): Mal toplayan ve fakat bu malda hakkı olanlara vermeyen kişidir. (Ca'zariyyü): Arsız olan, kimseye şefkati olmayandır. (Utull): şişman, yiyici, fakat halka zâlim olan (zenîm): soysuz. Gayrimeşrû olan çocuk demek.

14

"(Öylesini tanıma ki) mal ve oğullar sahibi olmuş diye."

15

"Karşısında âyetlerimiz okunduğu zaman o, (Evvelkilerin masalları) demiştir."

Yâ Muhammed! Bu sıfatlarla nitelenmiş zâlime uyma ki onun çok malı var ve fakat ona mağrurdur. Âyetlerimiz kendilerine okunduğu halde"bu evvelkilerin uydurduğu masallar!" derler.

16

"Biz yakında onun hortumunun üstüne damga basacağız."

Yâni, biz onu kıyamet günü bu kötü sıfatlarla «msâlinden ayırdedeceğiz. O bizim Rasûlümüzü düşman tuttu. Hem de halk arasında aşırı giderek bunu sürdürdü. Mukâtil (radıyallahü anh): "Kıyamet gününde Allahü teâlâ onların yüzünü (simsiyah) yapacak. Gözleri (ak) olacak. (Demir) den boynu olacak. Ateşe atılacak. Etler boyunlarına bağlanacak. Yüzüstü cehenneme sürülecek. Burnu ve yüzü dağlanacak."

Allahü teâlâ Velîd b. Mugîreyi teşhir eyledi. Onu hor etti, hakîr kıldı. Ona bir ayıp verdi ki ondan ne dünyada ne de âhirette kurtulamaz...

17

"Biz, o bahçe sahiplerini nasıl belâya uğrattiysek muhakkak bunları da belâlandırdık..."

Hak teâlâ buyurur: Mekkelileri imtihandan geçirdik. Yedi yıl kıtlık verdik. O bahçe ehlini belâlandırdık. Onlar musallî (namaza) idiler. Bahçeler onlara atalarından kalmaydı. Yemen tarafında San'aya iki fersah mesafede biryerdi, Atalan o bahçe ve tarla mahsullerinin içinden "bir yıllık nafakalarını" ayırırlardı. Kalanı ise Allah yoluna tasadduk ederlerdi. Meyva toplandığı zaman kalanı da miskinlere verirlerdi. Hurmaları topladıkları zaman dakalanı yine dervişlere (fakirlere) ihsan ederlerdi. Harmanları kaldırdıkları zaman da kalanlar miskinlerin olurdu. Bağlarını bozduklarında da kalanlardan kimsesizler yararlanırlardı. Hepsinin öşrünü verirlerdi. Üzümün kurusundan da (öşrü)nü verirlerdi. Yaptıkları pekmezden de öşürü ihmal etmezlerdi. Buğdaydan, undan, ekmekten hep öşür verirlerdi. Bu cömert re Allah'ın emrine titiz kimseler öldüklerinde de aynı şeyleri yapmaları için evlatlarına vasiyyet ederlerdi. Sakîfoğullarından olan cömert kişilerden birinin üç oğlu kaldı geride. Bunlar bir araya gelerek şu kötü kanaate vardılar: "Bizim atalarımız akılsız kişilermiş. Bizim de çok çoluk-çocuğumuz var. Artık fakirlere bir şey veremeyiz!"

Nitekim

"Hani (bahçe sahipleri) sabah olunca onu mutlaka devireceklerine, biçeceklerine yemin etmişlerdi."

Bu üç kardeş, miskinler duymadan bağlarının ve bahçelerinin mahsûllerini toplamaya yemin etmişlerdi. Böylece onları mahrum edeceklerdi.

"(Bu bâbda) istisna da yapmıyorlardı."

18

"Yani (inşallah) demediler. Ertesi gün kesin bağlanın keseceklerini sandılar."

19

"Halbuki onlar uyurlarken hemen Rabbinden (gönderilen) dolaşıcı bir belâ onu sardı da."

Yüce, kudreti sonsuz olan Allah o bahçenin ağaçlarını ateş göndererek kapkara yaktı. Onların uykuda oldukları için haberleri yoktu.

20

"(O bahçe) simsiyah kesiliverdi."

O bahçe ateş düşmüş yere döndü. Bunların hayırları yok. Sabah olunca manzayı görünce birbirlerini dehşetle işten haberdâr ettiler.

21

"İşte sabaha karşı birbirlerini çağırdılar."

22

"Devşirecekseniz erkence mahsulünüzü (devşirmeye) çıkın diye."

O miskinler gelmeden, kalkmadan önce kalkınız da erkence mahsulünüzü toplayın, diyeceklerdi...

23

"Derken onlar aralarında fısıldanarak gittiler."

24

"Sakın bugün karşınıza hiçbir yoksul oraya girmesin diye."

Sabah erkenden kalktılar. Ama kimse, özellikle yoksullar duymasın diye de fısıldaştılar. Bir fakire bile yedirmemeye azmetmişlerdi.

25

"(Fakirleri) menn'e (sanki) güçleri yetecek adamlar tavrıyle erkenden gittiler."

26

"Fakat onu (bu halde) görüverince dediler ki: 'Herhalde biz yanlış gelenleriz.'"

27

"(Hakikati anlayınca da): Hayır, biz mahrum (kalmış) larız."

Bağlarına ve bahçelerine varınca, onları kapkara görünce birbirlerine: "Bu bizim bağımız olamaz. Fakat biraz inceleyince bağları olduğunu anladılar. Allah'ın suçlarından dolayı kendilerini cezalandırdığını anladılar. Mahsûlden mahrum olduklarını bizzat gördüler ve anladılar.

28

"Ortancaları: Ben size demedim mi? (Allah'ı) tenzih etmeli değil miydiniz, dedi."

Sözü dinlenir ve bilgili olan ortancaları dedi ki: "Ben sizi önceden uyarmıştım. Siz (înşaallah) demediniz. Ayrıca zikri (sübhânallah) ı da bıraktınız. Adeta gözünüz değdi: O zamanın inşallah yerine kullanılan deyimi buydu. Onlar yaptıklarına pişman oldular. Tahassür içinde kaldılar.

29

"Seni (tesbîh ve) tenzîh ederiz ey Rabbimiz. Hakîkaten biz zâlimlermişiz, dediler."

Bahçelerinin böyle kapkara yandığını görünce: Biz Rabbimizi noksanlıklardan uzak biliriz. Onu herşeyden yüce biliriz Tenzîh ve tazim ederiz. Biz Ona isyan etmişiz. Fakirlere vermemekle kendimize yazık ettik. Zâlimlerden olduk. Bu dehşetli felâket başımıza bundan geldi.

30

"Şimdi kabahati birbirine yüklemeye başladılar."

31

"Yazıklar olsun bize, dediler, gerçekten biz azguılarmışız."

Cehennem bize uygun... Fakirleri mahrum bırakmak istedik. Onlara bu davranışımızdan dolayı biz asıl mahrum olduk.

32

"Rabbimizin bize, bunun yerine, ondan daha hayırlısını vermesi umulur. Biz (artık) gerçekten Rabbimize çevirenleriz."

Biz yaptıklarımıza pişman olduk. Allah'a tam yöneldik. Onun bize eskisinden daha iyi bahçe-bağ vereceğini umuyoruz. Ki bu da cennette gerçekleşecek.

33

"İşte azap böyledir. Âhiret azabı ise elbette daha büyüktür. (Bunu) Bilselerdi."

Cimrilik yaparak fakirin haklarını yemelerinin dünyadaki cezası ondan mahrum kalmaktır.

Günahlarından tevbe etmeden ölmeleri sonucu âhirette daha şiddetli azaba uğratılacaklardır. Mekke kâfirlerine de dünyâda açlık ve kıtlık verdi. Âhiretteki azabımız dayanılır gibi değil!... İman etmezlerse -ki etmeden ölenler oldu- cimrilik ederek hayırlara sarfetmeyen eski ve yeni kâfirlerden bahsederek yüce Allah bize ders veriyor.

34

"Şüphesiz ki (fenalıktan) sakınanlar için Rableri nezdinde nimeti dâim ve hâlis cennetler vardır."

Şerden, isyandan sakınan mü’minlere cennet var. Onun nîmetleri hâlisdir. Sıkıntısı da yoktur. O Rablerinin kereminin sonu yoktur. Utbe ibn Rebîa şöyle dedi: "Eğer Muhammed'in dediği gibi cennet varsa onların bizden bir üstünlüğü yoktur. Çünkü biz de burda, onlardan bahçelerimiz-bağlarımızla farklıyız. Âhirette de biz yine üstün oluruz veya denk oluruz".

35

"Artık müslümanları, mücrim kâfirler gibi yapar mıyız, (hiç sevap bakımından onları bir tutar mıyız)?"

36

"(Ey kâfirler, öldükten sonra mü'minle kâfir müsavi olur demekle) neyinize güveniyorsunuz? Nasıl (böyle yanlış) hüküm veriyorsunuz?"

37

"Yoksa size mahsus kitap var da, onda şu dersi mi okuyorsunuz."

38

"“ Siz her şeyi arzu ederseniz, muhakkak o sizin olacak.” diye, içinde yazılı mıdır?"

39

"Yahut üzerimizde, sizin lehinize kıyamet gününe kadar (sürecek) yeminler (İmiz, taahhütlerimiz) mi vardır ki (nefisleriniz için) ne hüküm verirseniz mutlaka sizindir?!"

Biz andiçerek sîze bir takım vaadlerde mi bulunduk? Siz, herşeyi, böyle bir taahhütümüz olmuş gibi, lehinize yorumluyorsunuz? Hiç sizinle mü’minler bir olur mu? Hükmünüz sizi bağlar. Bizim tarafımızdan sizin lehinize bir hüküm yoktur.

40

"(Habîbim) sor kendilerine: Onlardan hangisi bunların avukatı olacak?"

Yâ Muhammed! Bu dediklerini onlara gerçekleştirecek hangi kefil (garantör) vardır?

41

"Yoksa ortakları da mı var onların? Öyleyse o ortaklarını da getirsinler; (iddialarında) doğrucu (adam) lar iseler..."

Bunların cennette mü’minlerle aynı olacaklarına dâir tanıkları mı vardır? Onları getirsinler bakalım. Sözlerinde samimi iseler, dediklerini yapsınlar. Yüce Allah "istifhâm-suâl yoluyla" bunları bildirdi ki onları "cezalandırma ve azarlama"yı murat etti. Umduklarının istedikleri gibi olmayacağını dilemiştir. Bir ümit ışığı var bu soru şeklinde. Fakat iyi incelenirce onların azaplanacağı murâd edilmektedir.

42

"(Hatırla ki o gün) baldır (lar) in açılacağı, kendilerinin secdeye davet edilecekleri bir gündür. Fakat (buna) güç yetiremiyeceklerdir. Gözleri düşük, kendilerini bir zillet sarmış olarak."

Yâ Muhammed! Onlara belâlar vaktinde dehşetli ânların yaşanacağını iyice bildir. Şunu iyi bilsinler ki peygamberlerin dediklerinin hepsi gerçektir. O âhiret azapları mutlaka olacaktır. "Baldırlarının açılacağı" Kıyametin dehşetli ve korkutucu hallerini simgeleyen bir deyimdir. Onlar bu halde secdeye davet olunacaktır. Ama secdeye varmaya güçleri yetmiyecektir. Kâfirlerin ve münafıkların belleri ve sırtları, sığırların boynuzları gibi katı ve sert olacaktır. Ebû Musa Eşarî, atasından Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Kıyamet günü her kavim neye tapıyorsa o taptıkları putlar canlanacak. Her kavim taptıkları putlarının yanlarında toplanacaklardır. Yalnız Tevhîdciler yerlerinde kalakalacaklardır. Onlara diyecekler ki:

"— Herkes bir yere gidiyor. Siz ne bekliyorsunuz?" Onlar dediler ki: — Bizim de Rabbimiz vardır. Dünyada Ona tapardık. Ama biz Onu görmezdik." Onlar dediler ki:"— Eğer mabudunuzu görebilseniz tanıyabilir misiniz? Onlar: "—Evet, biliriz" dediler. Onlar ise: "— Görmediğiniz Tanrınızı nasıl tanıyacaksınız?" dediler. Cevâblan şöyle: "— Şundan biliriz ki: Onun eşi ve benzeri yoktur. Hiçbir varlık Ona benzemez!" Bundan sonra Allahü teâlâ kemâl-i kudretiyle bunlardan perdeleri kaldırdı. Onlar Allahü teâlâ'ya nazar ettiler. Hemen secdeye vardılar. Kâfir münafıkların takadan yetmedi de kafaları üzerlerine düştüler. Çünkü sırtları-belleri boynuz gibi olduğundan yıkıldılar. Allahü teâlâ mü'minlere dedi ki: "Başınızı kaldırın. Sizin kurtuluşunuz için bu yahûdilerden ve hıristiyanlardan birer fidye verdim ki bunun sonunda sizin cehennemdeki boş yerinizi onlar dolduracaklardır. Siz de Cennete böylece kavuşacaksınız." Ebûbürde (radıyallahü anh) dedi ki: "Bu hadîs-i şerifi ben "Ömer b. Abdulaziz'e söyledim. O (O Allah'dır ki ondan başka ilâh yoktur. Acaba Resûlüllah bunu söyledi mi?) dedi. Ben de bunun için yemin ettim. O da inandı. Ve dedi ki: (Tevhîd ehli hakkında bundan daha sevgili bir hadîs işitmedim.)"

Mü’minler başlarını kaldırdılar. Gördüler ki o yahûdilerin, hiristiyanların ve münâfıkların gözleri fırlamış, öfkeleri yüzlerine vurmuş da kapkara kesilmişler. Halbuki mü’minlerin yüzleri ise "kardan ak"dı. O kâfirlerin secdeye varamamalarının sebebini Allah şöyle bildirdi:

43

"Halbuki onlar bu secdeye (dünyada) her şeyden salim ve sapasağlam iken çağrılıyorlardı."

Gerçekten dünyâda peygamberlerimiz onları Tek olan Allah'a kulluk remzi olan namaza ve onun en anlamlı rüknü olan secde etmeye" çağırdıkları halde dinlemediler. Halbuki hiçbir bedenî engelleri yoktur. Dipdiri heriflerdi. Gören dinleyen onları bir adam sanırdı. Ama boştular. Şimdi de biz Azîmüssan -onlar varlığımızı tam anladıkları halde- secdeye güçleri yetmiyecek bir aceze hâline getirdik. Böylece intikam alıyoruz. Münafıklar da yalandan, inanmadan namaz kıldılar.

44

"Artık bu sözü yalan sayanları bırak. Biz onları, kendilerinin bilmeyecekleri bir cihetten, derece derece azaba yaklaştırıyoruz."

Bu âyet-i kerîmede iki husus var. Birisi: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizi onların verdiği sıkıntılardan dolayı teselli etmektir. Diyor ki: "Yâ Muhammed! Üzülme. Onların işini bana bırak. O Kur'an'ı inkâr edene ben öyle azap hazırladım ki sen onlarla baş edemezsin. İntikamını ben alacağım. Biz kadiriz. Âciz değiliz. Biz istidrâcî olarak azar azar onları azaba yaklaştırırız. Hiç haberleri bile olmaz."

Allahü teâlâ'nın istidracı şöyle tezahür eder: İnkarda ve günahlara balıklama daldıkları halde Biz onlara îman ve tevbe nasîp etmeyiz. Sapasağlam olurlar. Mutlu görünürler. Kahrımızdan onları nimetlere boğarız. Onlar bütün bunlara kendi akıllan ve yetenekleri sayesinde sahip oldukları yanlış bâtıl görüşe saplanırlar. Hatta Allah katında bir mertebelerinin olduğunu bile sanma saplantısına düşerler.

O gafil ve îman câhili adamlar bilmezler ki bütün bunlarla Allah onlara tuzak kurmuştur. Fakat onlar bunun farkına varamaz eblehlerdir. Kâfirlere ve münafıklara fikren ve zikren benzeyenler için de aynı tehlike bahis konusudur.

45

"Ben onlara mühlet veriyorum. Şüphe yoktur ki benim fendim sağlamdır!"

Bunlara zaman tanımam da bir tuzaktır. Ölene dek onlar oyalansınlar. Benim cezam erişince çetin olur, Ondan hiç mi hiç kurtulamazlar. Allahü teâlâ verdiği nimetlere "keyd-tuzak" dedi. Azar azar helake duçar oldukları için bir tuzağa benzetiliyor.

Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu hususta şöyle buyurdu: "Kulun, günahlarında devam ve israr etmesine rağmen, Allah'ın onu dünyâdan ne arzu ederse verdiğini görürsen bu, ancak Cenâb-ı Haktan bir istidrâcdır." (Ahmed b. Hanbel -Utbe ibn Âmir'den).

İstidracî olarak helak olmaya yüce Rabbîmiz kâfirleri örnek vermiştir. Onların gerçekten yok olacakları öte dünyâda bütün çıplaklığı ile görülecektir. Ama fikrî, hâlî, fiili ve içtimaî bakımdan onlara benzeyen adına da müslüman denen nice "görünmez helakte" olanlar vardır. Herkesin bir "yumuşak karnı" var. Herkesin bir veya birkaç köklü zaafı var. İşte farkedilmeyen helak bu nâzik noktalarda gerçekleşir. Her insan kendini iyi tartmalıdır. Gerçek Allah dostları tutmalıdır. Onların tenkitlerine önem vermelidir. Maddî ve manevî dayanışma içine girmelidir. Kimisi (geveze) kimisi (şehvetperest), kimisi (mal düşkünü) kimisi (zorba), kimisi (sünepe)... İşte bunlar yüzünden küfre sapmasak da cennet derecelerini kaybederiz. Allah için aklı erenlerin suskun olmaması gerekir. Bizi tuzağından korusun.

46

"Yoksa sen kendilerinden bir ücret istiyorsun da onlar bir borçdan dolayı ağır yük altında mı bırakılmışlardır."

Yâ Muhammed! Sen bunları İslama çağırdığın için bir hak mı istiyorsun? Hayır asla! Bu onlara ağır gelsin. Sen bunlardan hidâyet üzere olmaları için istemezsin. Çünkü bunlar için mal istesen onlar zâten bunu vermezler. Böyle bir şey olsaydı îmana gelmemeye mazeretleri olurdu. Hiçbir ciddî özürleri yoktur.

47

"Yahud gayb, yanlarındadır da onlar (bunu ondan) mı yazıyorlar?"

"Levhülmahfûz" onların gözleri önünde mi ki oraya bakarak, ondan hüccetler getirerek Kur'an'ı ve onun haber verdiği gerçekleri inkâr mı ediyorlar?"

48

"(Habîbim) sen (şimdilik) Rabbinin hükmüne sabret. O balık sahibi gibi olma. Hatırla ki o, gamla dolu olarak (Rabbine) duâ etmişti."

Yâ Muhammed! Sana yapılan zulümlere sabret. Çünkü bunlar bile Bizim takdîrimizledir. Biz sana, düşman üzerine galip olasın diye, yardım ettik. Bunu uzak sanma. Kavmine azap dileyen Yunus ibn Mettâ gibi olma.

Biz de azap gönderdik, O kavim de bunlan görünce inandılar. Azabı da onlardan geri çektik. Yunus ise azap onları helak etmedi diye üzüldü. Biz de onu balık karnında hapseyledik. Gönlü büsbütün daraldı, gamlandı da bize bu halde duâ etti. Şöyle: "Senden başka bir ilah yoktur. Ey benim eksiklerden uzak Sultanım! Ben bu nefsime zulüm ettim. Merhametlilerin en merhametlisi Sensin," diye tam kırk gün avazı çıktığı kadar niyaz etti.

49

"Eğer Rabbinden ona bir nîmet erişmiş olmasaydı, O, mutlaka çırılçıplak (çıkarıldığı) o yere kınanmış bir halde atılacaktı."

Allahü teâlâ'nın rahmeti ve ihsanı erişmeseydi o tevbe edemezdi. Allah onu balığın o karanlık kamından kurtardı. O ne ot ve ne de ağaç olan bir çöle çıktı. Bu durumda da canı sıkıldı. Ama çabuk toparlandı. Allah'a candan tevbe eti. Allah da tevbesini kabul etti. Bağışladı. O çölde kabak bitirdi. Onu gölgeledi. Sıkıntısı da geçti.

50

"(Bunun ardından) Rabbi onu seçti de kendisini sâlihlerden yaptı."

Üzerindeki zellelerden de temizlenince Yüce Allah onu tekrar peygamberlerden kıldı. Bu âyet-i kerîme ile Allahü teâlâ Rasûlüne şu işareti verdi, Kul Haktan gelen sıkıntılardan dolayı darlanmamahdır. Şayet sabredemez de canı sıkılırsa hemen istiğfar etmelidir. Böylece Yüce Allah onun hatasını bağışlasın. Efendimiz şahsına yapılan sıkıntılara (Uhudda olup-bitenler gibi) karşı kâfirlere ilenmek gelir gibi olurken Allahü teâlâ geçmiş peygamberlerden haber vererek onu teselli etmiş. Şahsına yapılan hakaretlere beddua böylece gerçekleşmemiştir.

51

"Doğrusu, o küfredenler zikri (Kur'an'i) işittikleri zaman az kaldı seni gözleriyle yıkacaklardı. Hâlâ da (kin ve hasetlerinden): 'O, mutlaka bir mecnûndur,' diyorlar"

Yâ Muhammed! Bu Mekkeli inkarcılar senin Kur'an okuduğun zamanda gözlerini, seni yıkmak için üzerine dikerler. Emirlerin ve haberlerin yüzünden senden nefret ediyorlar. Seni cinnete nisbet edip derler ki: "Bu Muhammed mecnûndur." Halbuki senin akıllı olduğunu bilirler. Fakat kıskançlıklarından bu sözü söylerler. Müfessir Kelbî (radıyallahü anh) dedi ki: "Esedoğullarının gözü keskin adamları vardı. Bunlardan üçgün bile birşey yemeden aç kalan olurdu. Her ne ki bakıp da (Bunun gibi hiçbir şey görmedim) dese o şeyi devirirdi. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e de yıkıcı gözle bakarlardı. Ama O Allah'ın muhafazasında olduğu için zarar veremezlerdi. Araplar içinde de bir-iki gün aç kalan olurdu. Koyun veya deve geçse: "Hiç böyle koyun veya deve görmedim," derse hemen o koyun veya deveye zarar ilişirdi... Bâzı kabilelerden öyle kimseler vardı ki besili bir hayvana bakınca o hayvan çok ileri gitmeden ölürdü. Mekke kâfirleri ne kadar "gözü keskin" adam varsa hepsini toplayıp Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)' e: "Biz bunun gibi bir adam görmedik. Bunun gibi hüccet görmedik" dedirtmek için ittifak ettiler. Fakat Allah onu korudu. Bu âyet-i kerîmeyi gönderdi. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) "(Göz değmesi gerçektir) " buyurdu. Hatta Araplar; "Nazar insanı kabre, deveyi tencereye sokar," derler. Kem gözlerin zararlarından kurtulmak için hâlis niyetle bu âyeti okumalısın.

52

"Halbuki o (Kur'an) âlemler için şereften başka (bir şey) değildir. Onun çok akıllı olduğunu bildikleri halde cinnete nisbet ederler. Kıskandıkları için iftira ederler. Sen üzülme. Onların hesabını göreceğiz!"

0 ﴿