MEÂRİÇ SÛRESİ

Keremli Mekkede inmiştir. Kırk dört âyettir.

1

"İsteyen biri inecek azabı istedi."

Bu âyet-i kerîmenin nüzul sebebi şöyledir: Osman ibn Mat'ûn (radıyallahü anh) Mekke mescidinde otururdu. Yanında Ashabdan bir grup ile Nadr ibn Haris melunu da vardı. Kur'an âyetleri ile alay ederdi. Osman (radıyallahü anh): "-Ya Nadr! Kur'an hakkında ileri geri konuşma ki bunlar Allah'tandır. Muhammed ne söylerse, kendinden söylemez. Ondandır." dedi. Nadr melunu: "Ben ne söylersem Hak sözdür o," dedi. Osman (radıyallahü anh): "-Muhammed (Lâ ilahe illallah) diyor," dedi. Nadr buna: "-Ben de (......) diyorum; fakat melekler Onun kızlarıdır diyorum," dedi. Devamla: "İlahî! Eğer bu Muhammed'in dediği doğru ise bizim üzerimize gökten taş yağdır," dedi. Bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyetleri gönderdi.

2

"(O) kâfirlere mahsustur ki onu hiçbir önleyecek yoktur."

3

"(O) derecelerin sahibi Allah'tandır."

4

"Melekler de Rûh (Cebrail) de oraya bir günde yükselip çıkar ki, mesafesi (dünya yılıyla) ellibin yıldır."

Bu sürenin uzun oluşu kâfirlerin çektiği çok şiddetli azaptan dolayıdır. Onlar böyle uzun görecek. Ama mü’minlere bu müddet "bir vakit farz namaz kılacak kadar olacak. Ölçülse böyle. Ama melekler anında inerler-çıkarlar.

5

"(Habîbim) sen (şimdilik) güzel bir sabır ile katlan."

Bu vahyi inkâr eden, Kur'an âyetleriyle istihza eden Nadr ibn Harise gibilerin sözleri Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) in gönlünü ve canını daralttı. "Ya Muhammed güzelce sabret ki bundan şikâyet, can sıkıntısı ve söylenti olmaz. Bekle; onların sonlarının ne kadar kötü olacağını göreceksin!"

6

"Filhakika onlar bunu uzak görürler."

7

"Biz ise onu yakın görüyoruz."

Bu kâfirlerin gönülleri çok katı olduğundan Kıyametin olabileceğini imkansız ve uzak bir ihtimal görürler, inkâr ederler. Ama Biz Azîmüşşân kıyametin olacağını yakın görürüz. Bize göre olmuşla olmamış birdir. Bizim sözümüzde yalan ihtimali bile yoktur. Kesin olacaktır o.

8

"O gün gök erimiş mâden gibi olacak."

9

"Dağlar yün gibi olacak."

10

"Hiçbir hısım bir hısımı sormayacak."

O kıyamet öyle dehşetli bir gündür ki gökler erimiş demir ve bakır mâdenleri gibi parça parça olacak. Dağlar da yanmış yün gibi havaya toz hâlinde hallaç pamuğu gibi yükselecek, atılacak. Kimi kızıl, kimi ak, kimi sarı ve kimi kara olan hiçbir kavim ve hiçbir hısım-akraba, eş-dost birbiririnin hâlini soramayacak. Çünkü herkesin derdi kendine yetecek. Bir başkasına bakmaya -ister o kişi o gün olacağı gibi çıplak olsun-mecâli olmayacak.

11

"Onlar birbirine gösterilirler. Günahkâr o günün azabından (kurtulmak için şunları) feda etmeyi arzu eder: Oğullarını,"

12

"karısını, biraderini,"

13

"kendisini barındırmakda olan soyumu-sopunu..."

O gün herkes birbirini görür. Fakat herkesin başından aşkın işi olduğundan hal-hatır sormazlar. Kıyamet gününde her yaratık gerek insanlardan ve gerekse cinriîlerden olan arkadaşına rastlar, onlarla karşılaşır. Babasını, anasını, kardeşini ve çocuklarını görür ve tanır. Fakat kıyametin korkularının kendisini kaplamasından bunlara birşey sormak hatırına gelmez. O gün suçlular kıyametin korkusundan, azabından kurtulabilmek için kendisinden "fidye" kabul edilmesini çok isteyecekler. Oğlancığımı, kardeşimi, karımı ve soyumdan sopumdan bana yakınlığı olan kim varsa hepsini satabilseydim de bu azaptan kendimi kurtarabilseydim keşki...

14

"Ve yeryüzünde kim varsa hepsini. Ki nihayet kendisini (azaptan) kurtarsın."

15

"Fakat ne mümkün. Çünkü o (ateş) hâlis alevdir."

16

"Bedenin bütün uzuvlarını söküp koparandır."

17

"(Gel gel diye) çağırır: (îmandan, haktan) yüz dönen (taatten) arka çeviren kişiyi,"

18

"(mal) biriktirip de kap içinde saklayanı."

Onların bu istekleri gerçekleşmeyecektir. Cehennemin bir sıfatı da (Lezâ) dır. Başı derisinden, organlan da gövdeden ayıran bir ateş! Bu ateş îmandan ve Haktan yüz çevirmişleri çağırır: Ya kâfir, yâ münafık! Senin yerin bendedir. Mal toplayıp da Hak yolda harcamayan "hayır cimrisi" kisileri de çağırır.

19

"Doğrusu insan hırsına düşkün yaratılmıştır."

20

"Kendisine şer dokundu mu feryadı basandır."

21

"Ona hayır dokununca da çok cimridir."

Gerçekten bu insanoğlu sabırsız, cimri, hırslı yaratılmıştır. Bunları aşmak, kulluk kemâlidir.

22

"Fakat şunlar öyle değil: Namaz kılanlar"

23

"Namaz kılanlar ki onlar namazlarına devam edenlerdir."

Namazı dosdoğru zahirî ve batını şartlarını gözeterek kılanlar ne hırslı, ne sabırsız ve ne de hayırların cimrisi olurlar. Namaz onları irşâd eder. Görünen ve görünmeyen yüzsüzlüklerden alıkoyar.

24

"Mallarında belli bir hak tanıyanlar."

25

"sâil ve mahrum için."

Başta zekât ve fıtır sadakası olmak üzere mallarındaki farz ve vacip olan fakir hakkını hak sahiplerine tam olarak verirler. Dilencileri de mahrum etmezler. "Mahrum" kelimesini şöyle anlayan da olmuştur: Gerçek ihtiyaç sahibi kimseler. Fakat kimseye -utanma duygusundan dolayı- İhtiyaçlarını arzetmediklerinden, ihtiyaçlarıyla kıskıvrak kıvranırlar. Bu bakımdan banlar mahrum sayılırlar. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den "mahrum kim?" diye sorunca O (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bağı-bahçesi olduğu halde, meyve-mahsûl olmayan kimse sığırı ve koyunu olduğu halde bunlardan süt alamayan kimse" demiştir.

26

"Ceza gününün doğruluğuna inananlar."

Mü’minler ceza gününün dehşetinden emîn olmazlar.

27

"Onlar, Rablerinin azabına karşı (daimî) bir korku duymaktadırlar."

28

"Şüphesiz Rablerinin azabından emin olunamaz."

îman ettikleri halde ibâdetlerinde kusurlan olanlar hallerinden korkarlar. Bir takım günahları da olanlar korkarlar. Ama bunlar âhirete "yakîn-görürcesine" inanırlar. Günahları olanların bu azaptan emîn olmalan uygun düşmez. Ehlisünnet inancında "korku ile ümit arasında olmak" esastır.

29

"Onlar ki, avret yerlerini korurlar,"

30

"Karılarından, yahut sağ ellerinden mâlik olduklarından başkasına karşı. Çünkü onlar (bunlar hakkında) kınanmış değillerdir."

Kınanmayanların başında kişinin dörde varan eşleridir. Sonra da savaşlarda eline geçen cariyelerdir. Bir kişinin üç hanımı olsa ve dördüncüsünü alsa, veya yüz cariyesi olsa da bir tane daha eklese bunlardan dolayı o kimseyi biri kınarsa, bu âyet-i kerîmelere aykırı olduğu için bunu yapanlar "küfre düşer". Çünkü kişi Allah'ın helâl kıldığını hoş karşılamamış oluyor. Fakat bunların nafakalarını vermezse, aralarında adaletli davranmazsa ve çeşitli zulümlerle onları taciz ederse; bunlardan dolayı kınayan kâfir olmaz.

Ama "gıybet etmiş" olur. Yüzüne karşı söylerse bu "nasîhat" olur. Manevî bir zararı olmaz. Sevap kazanır. Cariyelerle "cinsî ilişki" helâldir. Ancak mülkünden diyerek "Livâta-ters ilişki" haramlıktan düşmez. Tıpkı içki içmek, domuz eti yemek gibi. Bunları ne satmak, ne de yemek-içmek caiz değildir. Rasulü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem):

"Ümmetim üzerinde korktuğum şeylerin en korkulusu: Lût kavminin (livâta) işidir." Efendimiz bu konuda şöyle de buyurdu Anlamı şöyle: "Yüce Allah erkek-erkeğe cinsi ilişki kuran ve (helâli de olsa) bir kadına dübüründen yanaşana (rahmet) nazariyle bakmaz!" Hazret-i Ali (radıyallahü anh) şöyle dedi: "Bir erkekbir erkekle cinsî ilişkide bulunursa kıyamet gününde yüksek bir yerden aşağıya sarkıtılacak. Cehennemlikler bu kişiyi bu işten dolayı tanısınlar diye. Lûtî olduğu anlaşılacak" İbn Abbas (radıyallahü anh) ise bu hususta şöyle der: "Kıyamette, mahşerde Lutî olanlar şöyle haşrolunurlar: Birinin zekeri (organı) birinin dübüründe (anüsünde) olduğu halde. Bütün mahşer halkı önünde rüsvây olurlar. İçki içen elinde içki kadehi olur. Adam öldürenin elinde silah, bıçak olacak. Kendini asan da o âletle gösterilecek. Hüküm verilinceye kadar bu teşhir sürecek. Sonra da diğer amellere geçilecek..."

Bu hususta söylenecek çok söz vardır. Ama biz kısa tuttuk. Gafil olanlara bu uyarı yeter.

31

"Fakat bundan ötesini arayan kişiler (yok mu?) İşte onlar haddi çiğneyip aşanların ta kendileridir."

Bu âyet-i kerîmeye göre helâliyle yetinmeyip muvakkat-geçici nikâh ile, erkeklere veya hayvanlara yanaşmakla ve mastürbasyon yapmakla kişi haram işlemiş olur. Kendine zulmetmiş olur. Haramı helal üzerine tercih etmiş sayılır.

32

"(Şunlar da müstesna:) Emânetlerine ve ahitlerine riâyet edenler..."

Mü’minler emânetleri saklarlar, korurlar. Sahibine eksiksiz geri verirler. Verdikleri yazılı ve sözlü ahitlerine riâyet ederler. Bunlar (âhitler-emânetler), ya kendileriyle Allah arasında olur. Çeşitli hatâların karşılığı yerine getirilmesi gereken keffaretler (oruç, yemin ve hata ile adam öldürmenin karşılığı keffaretler gibi). Veya Allah'ın farz kıldığı namaz, oruç, zekât hacc ve cihad ibâdetleri gibi. Ya da sakınılması gerekli içki, faiz, yalan, zina, hırsızlık ve bilumum zulümler gibi. Büyük günahlar gibi... Bu emânetler ve ahitler kişiyle hemcinsleri arasında geçer. Bunda muhalefet münafıklıktır. Nitekim Rasûlü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Münafığın alâmeti üçtür:—Namaz da kılsa, oruç da tutsa, kendini müslüman da sansa (böyledir); Konuştuğu zaman yalan söyler; söz verdiği zaman (ciddî mazereti olmadığı halde) yerine getirmez; kendisine güvenildiği zaman da hainlik eder (güveni sarsar)." Bir de:

"Düşmanlığında aşırı gider."

33

"Şahitliklerini (dosdoğru) yapanlar"

Bu şahitlik hususunda cimri davranmazlar. Gördükleri-yakınlarının aleyhinde de olsa, neyse onu olduğu gibi hâkime söylerler. Yalancı şahitlik, büyük günah olduğu için, asla yanaşmazlar. Kesin bilgileri söylerler.

34

"Namazları (nın hakkını) muhafaza edenler."

Namazın hakkını koruma iki türlü olur. Birincisi: Namazın farzını, vacibini, sünnetini yerlerinde yapmak. Vaktinde kılmak, cemaate katılmak gibi. Bütün rükünlerini (kıyamını, kıraatini, rukuûnu, secdesini, kaadesini vs.) Sünnete uygun yaparlar. Bir de: Namazın hakkını muhafaza ederler. Yani "her türlü yüzsüzlükten, haramlardan alıkoyan" bir namaz kılarlar, Gaye budur, zahirî-bâtınî şartlar gözetilerek kılınan bir namaz kişiyi bir derece irşat" eder. Onu gerçek Allah dostları arasına katar. Namazdan çıkarılacak önemli bir sonuç da budur.

35

"İşte bunlar cennetlerde ikram olunanlardır."

Yukarıdan beri sayılan özellikleri taşıyan kişiler gerçek mü’minlerdir. Onlara cennetlerde melekler (selâm) ederler ve Allah'tan maddî-manevî armağanlar getirirler. Ordaki ikramların dünyada benzeri yoktur. Teşvik olsun diye, yüce Rabbimiz bizlere ordaki aklı-hayâli durduran nimetlerden" bahsediyor...

36

"Şimdi, o küfredenlere ne oluyor ki hep gözlerini sana doğru dikip bakmaktadırlar."

37

"senin sağ (in) dan, sol (un) dan halka halka "

Yâ Muhammed! Bu kâfirlere n'oluyor ki alay etmek niyetiyle boyunlarını uzatarak sana gözlerini dikerler. Senin öğütlerini dinlemek için halkalanmazlar. Bilâkis "eğer bunlar cennete giderlerse biz öncelikle gireriz" derler. Seni ve Ashabını böyle küçük görürler!

38

"Onlardan herkes Naîm cennetine sokulacağını mı ümit ediyor?"

Bu Muhammed! Ashabına cennet nimetleri verilecekse bize daha çok verilir. Biz itibarlıyız. Biz eşraftanız. Orada dünyâ ölçülerinin geçersiz olduğunu kavrayamazlar.

39

"Hayır (ne gezer): Hakikat biz onları (da) o bilip durdukları şeyden (o pis ve atılmış erlik suyundan) yarattık."

Kendilerinin "yaratılış seyrine" baksınlar. Büyüklenmesinler. Cennete ancak tam ve tezatsız îman edenlerle ihlâsla ve dînin gösterdiği asıla-usûle uygun sâlih ameller işleyenler ve haramlardan sakınanlar gidecektir.

40

"Yine hayır! Doğuların, batıların Rabbine andederim ki, şüphesiz biz elbette kaadiriz de"

41

"onların yerine kendilerinden daha hayırlısını getirmiye. Ve biz, önümüze geçilebilecekler (den) değiliz."

Güneşin mevsimlere göre doğuşu ve batışı vardır. Isının azalması, çoğalması bölgelere göre değişir. Bu, büyük bir iştir. Güneşin 235° eğik olmasından mevsimler oluşmaktadır. Bu açı çok olsaydı "çok sıcak" olurdu. Şayet az olsaydı "dondurucu soğuk" olurdu. Biz bünlan ayarlamaktan âciz değiliz. Kimse bizi mağlûp edemez. Onların hepsini helak ederiz. Cennete "îman-takvâ çizgisi" içinde olanlar girecek.

42

"(Şimdilik) onları bırak (Azapla) tehdit edilmekte oldukları günlerine kavuşuncaya kadar dalsınlar, oynaya dursunlar."

Yâ Muhammed! Onları hallerine bırak. Dilediklerini söylesinler ve yapsınlar. Siz sabredin. Dünya nimetlerini taşkınca (helal-haram ayırd etmeksizin) kullansınlar. O dünyanın oyuncak mesabesinde olun şeyleriyle oynayadursunlar. Bizim onlara ne çetin bir azap hazırladığımızdan habersiz "ayaküstü leş olarak" yasaya dursunlar. Bu kâfirler ve onlarla sırdaş olan münafıklara tuzaklarımız yamandır. Hiçbir fidye île onlardan kurtulamazlar...

43

"O gün onlar, sanki dikili bir şeye koşuyorlar gibi, kabirlerden fırlaya fırlaya (mahşere) çıkarlar."

İsrafil (aleyhisselâm) in ikinci (sûr) u ile kabirlerinden fırlarlar. Mahşer yerine koşa koşa giderler. Hem de bayrak ve sancak karşısında veya put karşısında durur gibi mahşer yerinde yerlerini alırlar. Kımıldamaya mecalleri kalmaz. Bizler o günün dehşetini tanımlayanlayız.

44

"Gözleri horlukla aşağıda, kendilerini bir zillet kaplamış olarak. İşte bu, onların tehdit edile geldikleri gündür."

O gün korkudan gözlerine uyku girmez. Horlanmak ve aşağılanmak onların ordaki değişmez halleridir. Biz bu durumu elçilerimiz aracılığıyle dünyada onlara duyurmuştuk... Ders almadılar. Bu kaçınılmaz son onları buldu.

Übeyy ibn Kaab (radıyallahü anh) Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)' in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: "Kim Meâric suresini okursa, Allah ona; emânetlerine ve ahitlerine riâyet edenlerin sevâbıyle namazlarını muhafaza edenlere (vereceği) sevabı ihsan eder."

0 ﴿