CÎN SÛRESİ

Mekke'de gelmiştir. Yirmi sekiz âyettir.

1

"De ki: Bana şu hakikat vahyolunmuştur: Cinden bir zümre dinlemiş..."

Yüce Allah buyurdu ki: Yâ Muhammed! Mekke kâfirlerine bildir ki: Allah bana Kur'anda haber verdi ki cinlerden dokuz kişi geldiler, Bunlar Nusaybînlilerden ve Yemenlilerden ileri gelenleriydiler. Saîd b. Cübeyr (radıyallahü anh) İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın şöyle dediğini işittiğini haber vermektedir: "Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ashabından bir grupla Ukaz panayırına doğru gittiler. O sıralar cinler-şeytanlar göklere pek yükselemiyoriardı. Oralardan hırsızlama bilgi alamıyorlardı. Kovalanıyorlardı ordan. Onlar dediler ki (Bu durum bir peygamber gelmesinden dolayı olmuştur. Bu bakımdan gidelim onu görelim.) Bunlar yeryüzüne dağıldılar. Ne hâdise olduysa öğrenmek istediter. İşte bu arada Nahle denen yerde Rasûlultah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına sabah namazı kıldırdı. Cehri Kur'an okudu. Hemen namaz kıldırdı. Hemen göklerden kovulmalarının sebebinin bu Kur'an ve bu peygamber olduğunu kesinkes anladılar."

2

"...(Şöyle) söylemişler: Biz hakîkî hayranlık veren bir Kur'an dinledik. Ki o, Hakk'a ve doğruya götürüyor. Bundan dolayı biz de ona îman etik. Rabbimlze biç bir kimseyi ortak tutmayacağız."

"Ey kavmimiz, biz gerçekten aziz, şerif ve kerîm olan bir Kur'an işittik. Onun benzeri bulunmaz. Bu Kur'an hidâyete çağırır. İslamın Tevhîd yoluna, dosdoğru inanmaya götürür. Doğru, güzel işleri işlemeye teşvik eder. Çirkin ve yaramaz işlerden de meneder. Biz bu Kur'an! tastık ettik. Allah'a şirksiz inandık. Kesin bildik ki Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) Onun rasûlüdür. Kur'an'ı ona Hak göndermiştir. Halikımız birdir. Onun mülkünde ortak yoktur. Hiçbir kimseyi biz Ona ortak tutmayız, dediler."

3

"Gerçek şudur ki: Rabbimizin büyüklüğü yücedir. O, ne zevce, ne de bir çocuk edinmemiştir."

Yâni, bizim Rabbimiz şanı o kadar büyüktür ki, saltanatında hiçbir ortağı yoktur. Bunu düşünmeyiz bile. Onu eşi, hanımı yoktur. Evlâdı da yokçur. Yaratıklara hiçbir yönden hiçbir türlü benzemez.

4

"Gerçek şudur ki: Bizim ayak takımı câhilimiz Allah'a karşı (meğer) pek aşırı yalanlar söylüyormuş!"

O cinler birbirine dediler ki: Doğrusu İblis bize Allah'tan başka tanrı var diye söylermiş. Bizim câhilimiz de düşünmeden buna inanırlardı. Hepsi de yalancılardır. Biz şimdi anladık ki Allahü teâlâ da bütün bu yakıştırma-yapıştırma özelliklerden hiçbiri yoktur.

5

"Gerçekten biz de insan (olsun), cin (olsun) Allah'a karşı (hiçbiri) asla yalan söylemez sanmıştık."

Biz önceleri gerek insan ve gerekse cin Allah'a karşı yalan söyleyemezler sanmıştık. Şimdi yalanları anladık. Bizim kâfirlerimizle insanların kafirleri dediler ki: Bu putlarımız tanrılarımızda. Biz de bunlara inanmıştık. Ama şimdi bize bu Kur'an'la açıklandı ki onların Allah hakkında konuştukları ve inançtan hep iftiradır. Buraya kadar cinnîlerin haberidir. Hak teâlâ bize bildirdi.

6

"Filhakika şu da var: İnsanlardan bâzı kimseler cinden bâzı kişilere sığınırlar. Demek bu suretle onların azgınlıklarını artırmışlar."

Câhiliyye döneminde kimi insanlar yolculuklarında ıssız bir dereye vannca korkularından: "Bu derenin efendisi olan cinnîlere sığınırız," derlerdi... Böylece orada barınırken korkusuz ve güvenli olurlardı. Bu tutum cinnîlerin kibirlerini, azgınlıklarını artırırdı. Derlerdi ki: "Bizim büyüklüğümüz o noktaya erişti ki insan ve cin bizden yardım bekliyor ve âmân diliyor."

7

"Hakîkaten onlar da sizin zannettiğiniz gibi, Allah'ın hiçbir kimseyi asla diriltemeyeceğini sanmışlar."

Ey Mekkeliler! Bu cinlerin kâfiden de, sizin inandığınız gibi öldükten sonra Allah'ın hiç bir kimseyi tekrar diriltemeyeceğini sanmışlardı. Allah Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i peygamber göndererek ona bu işlerin gerçeklerini hepinize açıklama görevini verdi.

8

"Cinler: Biz ciddî bir surette göğe erişmek istedik. Fakat onu sert bekçilerle ve (yakıcı) şibaplarla doldurulmuş bulduk, (dediler)"

Eskiden göğe çıkardık. Bir takım yalan-yanlış hırsızlama bilgiler toparlar, insanların ahmaklarına "gerçekmiş gibi" ulaştınrdık. Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) gelmesinden sonra bu işte başarılı olamadık. Çünkü ne zaman göğe çıksak karşımızda sert tabiatlı bir takım bekçiler bulduk. Melekler de üzerimize "yakıcı ateş" göndererek bizi engelliyorlardı.

9

"Halbuki hakîkaten biz (bundan önce haber) dinlemek için onun bâzı kısımlarında oturacak yerler (bulup) oturuyorduk. Fakat şimdi kim dinleyecek olursa kendisini gözetip duran bir şihap bulunuyor."

Biz doğrusu önceki haber alma merkezlerimize ulaşamaz olduk. Önceleri meleklerin aralarında olacak şeylerden bahsederlerken "kulak hırsızı" oluyorduk. Ama şimdi "sıkı takibe" alındık. Haber odaklarımız işlemez oldu.

10

"Doğrusu biz yerdeki kişilere şer mi murad ediliyor, yoksa Rableri onlar için hayır mı irâde ediyor, bilmiyormuşuz,"

O cinnîler birbirine dediler ki: Biz bu değişiklikle (gökten haber alamamakla) Hak teâlâ yeryüzünde yaşayan insanlara hayır mı dilemiş yoksa şer mi dilemiş; bu hususta bir bilgimiz yoktur. Anlayamadık. İman etmeyen helak ola, îman eden hidâyet bula... Allah peygamber göndermekle insanlara azap mı diler acep?! Çünkü onlar uyulması zor bir yola "Hak yola" insanları ve cinleri çağırırlar.

11

"Bizim kimimiz sâlihleriz. Kimimiz ise bunlardan aşağıdır. Çeşit çeşit yollar (a sahip) olmuşuz."

Bizim kimimiz mü’minlerdir-müttakîlerdir. Kimimiz ise kâfirler ve fâcirlerdir. Herbirimız birbirine aykırı, birbiriyle çatışma hâlinde yollara koyulmuşuz. Cinler, hemcinslerine buna benzer şeyler söylediler.

12

"Şu gerçeği de şüphesiz anladık; Yeryüzünde (bulunsak) da Allah'ı asla âciz bırakamayız. (Göğe) kaçmakla da Onu asla âciz kılanlayız"

13

"Doğrusu, biz o hidâyeti (Kur'an'ı) dinleyince ona îman ettik. Kim de Rabbine îman ederse O, ne bir (ecrinin) ekşiteceğinden, ne de bir haksızlığa uğrayacağından korkmaz."

O cinler dediler ki: "Biz Allah'ın dosdoğru yoluna götüren Kur'an'ı işitince onu hemen doğruladık ve de inandık. Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i gerçek peygamber olarak kabullendik. Rabbine şirksiz, nifaksız tam Tevhîd çizgisi üzerine îman eden asla korkmasın düşmandan... Yapılan hiçbir amelin karşılığı -ihlâsla ve şartlarına uygun işlendiyse- boşa çıkmaz. Günahsız bir kişiye de haksızlık yapılmaz. Adaletsizlik Allah için düşünülmez.

14

"Gerçek, kimimiz Müslümanlar, kimimiz ise zulmedenlerdir. Müslüman olan kişiler işte onlar doğru yolu arayarak bulmuşlardır."

15

"Zulmedenlere gelince: Onlar da cehenneme odun oldular."

Cinnîler dediler ki: Bizden kimimiz Allah'ı sânına uygun birleyerek Onun emirlerine boyun eğmişizdir. Bir kısmımız da Hak yoldan çıkarak zâlim olmuştur. İslama yönelenler araştırarak onu buldular. Fakat buna karşılık Hak yoldan sapan bâtıl yollara koyulan kimseler de vardır. Bunlar kendilerini cehenneme odun -bu ne müthiş sondur!- yaptılar...

16

"Bana şu hakikat de (vahyedildi): Eğer onlar o yol üzerinde dosdoğru gitselerdi elbette onlara bol su içirirdik."

17

"Bu hususta onları imtihana çekelim de. Kim Rabbinin zikrinden (Kur'andan) yüzçevirirse, (Rabbi) onu çetin bir azaba sokar."

Hak teâlâ buyurdu ki: Eğer bu Mekkeliler Allah'ın dosdoğru yolunda, sapmadan, şirk koşmadan istikâmet üzeri yürüselerdi; Biz Azîmüşşan onlara, çeşit çeşit nimetlerin bitmesine sebep olan gökten bol ve yeterince "tatlı sular" yağdırırdık. Dünyada mutlu olurlardı. Bu nimetlerin bolluğu iki sebeble tarafımızdan verilir: 1. Mü’min olanlara şükürle bollaşan lehlerine olan nimetler; 2. Nankör olan kâfirlerin aleyhlerine olan bol bol nimetler... Küfür yolunda yürüdükleri zaman da bol yağmurlar yağdırdık. Sürüler halinde davarları ve develeri oldu. Bu bolluk aleyhlerine delil olsun.

Kâfirler bu bollukta şımardılar. Taşkın işler yaptılar. Akla hayâle gelmez zulümler işlediler. Tam şapa oturdular. Bu refah onlar için bir "kapalı tuzak" oldu. Bunu anlayan çıkmadı. İmana gelenler o îman basîretiyle, kalp uyanıklığıyle ancak bunu anlayabildiler. Onların günahlara dalanları da "anlayış kötülüğünde" kâfirlere benzediler. Bu mutluluğun onların hayrına olmadığını anlayamadılar. Bu bir "istidrâç-azar azar helake gitme" sürecidir. Böylece azabı hâkettiler. Bu kötü sonun başlangıcı onların küfür yolunu tercihleri oldu...

Onlar ki Rablerinin indirdiği Kur'an'a inanmadılar. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i tanımadılar. Rablerinin yoluna aykırı yollara koyuldular. İşte bu durumda olanlar, bu inkâra dayalı daha birçok büyük günah işleyerek cehennemdeki çetin azaba müstehâk oldular.

"Onu çetin bir azaba sokar"ın bir anlamı da şudur: Allahü teâlâ cehennemde "ateşten kayalar" yaratır. Kâfirlere buralara "çıkın!" emrini verir. Onlar rivayete göre kırk yıl oraya çıkmaya uğraşırlar. Ama buna bile muvaffak olamazlar. Tekrar düşerler. Çıkarlar-inerler, çıkarlar-inerler... İşte "azâbı-suûd" bu işkence şeklidir. Çünkü dünyada mü’minlere benzeri bedenî, ruhî, içtimaî işkenceler yapmışlardı...

18

"Hakikatte mescitler Allah'ındır. Onun için Allah ile birlikte hiçbir kimseye, (eşyaya) tapmayın."

Hak teâlâ buyurdu ki: Mescid Allah içindir. Bununla mescidlerin şerefini bildirdi ki ona saygılı olsunlar diye. Oralarda ve mescidler hükmünde olan evlerinizdeki ibâdetlerde hiçbir kimseyi Ona ortak koşmayın. Yahûdiler-Hıristiyanlar havralarında-kiliselerinde putlar bulunduruyorlardı.

Hahamları, papazları olağanüstü görüyorlardı. "Onları Rabler edinmişlerdi". Sîz, şirksiz bir ibâdet yapın.

Yüce Allah Muhammed Ümmetini bu fitneden yasakladı. Mescitlerde hâlis niyetlerle ibâdet etmelerini diledi. Kimisi de (mescid) den maksat (secde yapılan uzuvlar) dır. Bunlar: "İki el, iki ayak, iki diz ve bir ahn"dır. Secde halinde "elin ayaları, dizin kapaklan, alın-burun ve ayağın parmakları" toprağa, halıya, kilime ve yer sertliğine temas hâlinde olurlar. Bunları Allah'tan başkası için küçülme makamlarında, günah yerlerde kullanmamak gerekir. Onları Allah yaratmıştır. Beni bırakıp da başkasına secde etmeyin. Benim emirlerimi terkedip de gayrinin emirlerini işlemeyin, buyuruyor Allah... "Kulun Allah'a (manevî bakımdan) en yakın olduğu hal secde hâlidir" buyuruyor Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz...

19

"(Bana) şu hakikat de (vahyedilmiştir): Allah'ın kulu Ona ibâdet edin. (Namaza) kalktığı zaman nerdeyse onlar, etrafında keçeler (gibi dertop) oluyorlardı."

Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir grup ashâbıyle "Batn-ı Nahle" denen yerde cehri olarak Kur'an okuduğu bir namaz esnasında cinler oradan geçiyorlardı. Bu Kur'an ve okunuşu hoşlarına gitti, Onun etrafını bir keçe gibi ördüler. Nerdeyse Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) in üzerine düşeceklerdi.

20

"De ki: Ben ancak Rabbime duâ ediyorum. Ona hiç birini ortak koşmam."

21

"De ki: Gerçekten ben sizin için bir ne zarar ne de bir hayır (getirmek gücüne) mâlik değilim."

22

"De ki: Hakikat ben (isyan edersem) beni Allah (in azabın) dan kimse katiyyen kurtaramaz. Ve ben Ondan başka bir sığınak da kabil değil, bulamam"

Yâ Muhammed! Bu Mekkeli kâfirlere şöyle söyle: Ben de Allah'ın kuluyum. Elimde Allah'ın emirlerini ve yasaklarını işittirmekten başka bir güç yok. Size bizzet zarar veremem. Sizin hidâyetiniz de elimde değil. Bunlar herşeyt kudretelinde tutan Allah'a mahsûsdur. Şunu da onlara şöyle: Şayet Allah bana azap vermek dilerse, hiçbiriniz Onun dileğini önleyemezsiniz. Ben Allah'tan başka bir sığınak da bulamadım. Yalnız Onun manevî huzuru beni barındırır...

23

"(Benim elimden gelen) ancak Allah'tan olanı, Onun gönderdiklerini tebliğdir..."

Beni Hak teâlâ'nın mukadder azabından kimse kurtaramaz. Ancak benim görevim Onun buyruklarını olduğu gibi size eriştirmektir. Ben Ona isyan etmem. O, devamla şöyle buyurdu:

"... Kim Allah'a ve Peygamberine isyan ederse, şüphesiz onun için cehennem ateşi vardır. Kendileri orada ebedî dâim kalıcılar olmak üzere..."

Her kim ki Allah'ı, tevhîd ölçüsü içinde birlemezse, Onun emirlerini-yasaklarını tanımazsa, peygambere itaat etmezse: Onun yolu dışındaki yollan hayat görüşü olarak benimserse, Kur'an'ı da topyekûn helâliyle-haramıyle tasdik etmezse; böyle olanın varacağı yer son karargâhı cehennemdir. Hem de oradan hiç çıkmamacasına sürekli kalırcasına orası...

24

"Nihayet onlar tehdit edilmekte oldukları (azabı) gördükleri zaman, kimin yardımcısı daha zayıf, sayısı daha azmış bileceklerdir."

Yâni, Peygamber (aleyhisselâm) o kâfirleri zebanilerle korkutmuştu.

Kârfirler dediler ki: "Bizi sen on dokuz zebanî ile korkutuyorsun. Biz çokuz. Onlar bizim hakkımızdan gelemezler." Hak teâlâ bu âyet-i kerîmeyi indirip buyurdu ki: Onlar bunu azımsıyorlar. Ama yakında Bedirde ve kıyamette görecekler; işin sandıklan gibi olmadığını. Mü’minlerin yardımcısı Allah'ın "görünmeyen orduları" vardır. Bütün bunların içyüzü öte dünyada anlaşılacak. "Her gelecek yakındır" denilmiştir.

25

"De ki: Tehdit edilegeldiğiniz (azâb) in yakın mı, yoksa Rabbimin ona uzun bir müddet mi tâyin etmiş olduğunu ben bilmem."

O Haris kâfiri geldi. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e dedi ki: "Yâ Muhammed! Korkuttuğun azap bize ne zaman ulaşacak, onu bildir. Yoksa bizi tehdit mi ediyorsun?"

Yâ Muhammed! O kâfirlere "bu azap yakın mıdır yoksa uzak mıdır? Ben bilemem, diye cevap ver.

26

"(O bütün) gaybi bilendir. Öyle ki gaybına kimseyi (tam) muttalî kılmaz."

Kıyametin ne zaman kopacağını ancak Allah bilir. Ordaki azabın içyüzünü de O bilir.

O yüce Rabbimiz devamında şöyle buyurdu:

"Meğer ki beğenip seçtiği bir peygamber ola. Çünkü O, bunun önünden, ardından gözetleyiciler dizer."

Peygamberlerine mucize göstermek gücü verir. Böylece onun peygamberliğine o mucize delil olur. O, melekler göndererek ona vahyeder. Onlar peygamberin önünden-arkasından giderek "onun koruyucu kuvvetleri" olurlar. Bu melekler aynı zaman da kâfir cinlerin ona yanaşarak o vahyi peygambere ulaşmadan halka deşifre etmesinler diye.

27

"Tâ ki (o peygamberler) Rablerinin gönderdiklerini hakkıyle tebliğ ettiklerini bilsinler..."

Bir başka anlatım da anlamı şu: Halk; Bizim resullerimizin eriştirdikleri haberlerde ne bir eksiklik, ne de bir fazlalık ve değişme olmadığını bilsinler. O Allah tarafından mesajdır. Şeytandan değil.

28

"(Allah, peygamberin) nezdinde olup bitenleri kuşatmış, her şeyi sayısı ile saymıştır."

Allah ezelî ilmiyle Peygamberlerin üzerlerine aldıkları görevi nasıl yürüteceklerini önceden bilir. Yerde ve gökte olan bütün varlıkların tek tek sayılarını bilir. Onun ilminin dışında bir şey yoktur. Hattâ su damlalarını, ağaç yapraklarını, kum tanelerini ve deniz köpüklerini de tam bilir.

Übeyy ibn Kaabın rivayetine göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Kim Cinn Sûresini okursa, Allah ona, bütün insanların, cinlerin ve şeytânların sayısınca sevab ihsan eder."

0 ﴿