MÜDDESSİR SURESİ

Keremli Mekke'de inmiştir. Elli altı âyettir.

1

"Ey bürünüp sarınan,"

2

"kalk artık (kâfirleri) korkut."

Nüzul sebebi şöyledir: Hıra-Nûr dağında Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Cebrail (aleyhisselâm)'ı ilk defa aslî hüviyetinde gördü. Haşyet kapladı. Derhal evine geldi. Hazret-i Hatice (radıyallahü anh)' ya: "Yâ Hatice, beni örtün dedi. O da bir kilim örttü. Başını bürüdü, yatırdı. Bu defa Cebrail geldi: "Ey örtülere bürünen kalk. Bunları bizim azabımızla korkut. Küfürden îmana çağır. Şirkten tevhide geçir. Tâki "Muhalefet yolundan" çıksınlar, "muvafakat yoluna" girsinler. "İnkâr yolundan" "ikrar yoluna" girsinler" dedi.

3

"Rabbini büyük tanı."

4

"Elbiseni temizle"

Yâ Muhammed! Namaz kılarak Rabbini ulula. Elbiseni temiz tutmaya devam et. Kimileri de bunu"gönlünü günahlardan temizle" biçiminde yorumlamışlardır. Hattâ "Gönlünü bizim zikrimizden, sevgimizden başkasından ant" Kimisi de "amelini riyadan ve ucuptan arındır," diye anlamışlardır. Dilci Zeccâc: "Elbiseni yerde sürünmekten kurtar. Çünkü sürünürse pislik bulaşır," der. Mücâhid: "Elbiseni temizlemeden murat, nefsini temizle demektir," der. Şöyle de denmiş: "Amelini ihlâs ile temizle. Huyunu güzelleştir.

5

"Azab (veren şeyleri) terket."

6

"İyiliği -çoğu isteyerek- yapma"

7

"Rabbin(nin rızası) için katlan."

Yâ Muhammed! nefsini temizlemeye devam eyle. Küçük zelleleri terketmeyi iltizâm et. Her ne ki seni başkasına işkence yapmaya götürüyor; sakın ola ona yaklaşma bile. Yaptığın şeyleri gözünde büyütme. Çok yaptığını sanma. İnsanlara iyiliği, Allah'ı unutarak, karşılık bekleyerek yapma". Onun büyüklüğünü unutma. Emirlerini yerine getirmede sabra devam et. Kâfirlerin eziyetlerine üzülme.

8

"Çünkü o boru üfürülünce,"

9

"işte o, kâfirler aleyhinde pek çetin bir gündür."

10

"Kolay değil."

Yâ Muhammed! İkinci Sûr'a üfürülme yaklaştı. Sabretmeye devam et. O gan kâfirler için çetin gündür. Bu âyet-i kerîme de şu müjde var: O gün mü’minler üzerine kolay geçecek. Ama kâfirlere hiç de kolay değil...

11

"Bırak onu bana: Ben onu tek olarak yarattım."

12

"Ben ona kendisine uzun boylu bir mal verdiğim"

13

"ve hazır bulunmak üzere oğullar"

14

"ve önüne sayısız imkân ve fırsatları yaydığım (kâfiri) bana bırak."

Bu âyet-i kerîme "Velid ibn Mugîre" hakkında nazil olmuştur. Yâ Muhammed! Gönlünü bu mel'un kâfir için daraltma. İşini bana ısmarla. Biz onu çırılçıplak yarattık. Ne malı vardı ve ne de evlâdı. Biz ona çok mal verdik. Mücâhid der ki: "yüzbin altını vardı". On oğlu vardı. Bol hizmetçileri bulunuyordu. Eşrafdandı. Malı çok olduğu için ticâret için yolculuğa çıkmazdı. Onun için adeta "yok yoktu" Herşeyi tekmil vardı. Oğullarından "Hâlid-Hişâm- Ammâre" İslâm'a girdiler. Ama bu serveti kendini yalnız dünyada kurtardı. Âhirette hesabını Biz Azîmüşşan göreceğiz.

15

"Sonra da o hırs ile daha da artırmamı ister."

16

"Hayır. Çünkü o, bizim âyetlerimize karşı alabildiğine bir inatçı (kesilmiş) tir."

17

"Ben onu sarp bir yokuşa sardıracağım."

O Velîd ibn Mugîre, bu kadar verdiğimiz nimetlerle Rasûlümüz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e karşı böbürlenmeye başladı. Biz ona daha da fazla veremeyiz. Biz bu şımarmadan sonra ne malını ne de oğullarını artırmayacağız. Nitekim bunların hepsini helak ettik. Çünkü inatla O, Hakk'ı yalanladı. Biz onu cehennemin beşinci kuyusunda "özel bir işkence" ile cezalandıracağız. Ateşten dağlara tırmanma emri veririz. Ama nereye bassa, nereye tutunsa ateş! Ateş içinde ateşle azap edeceğiz. Buradan çıkmaya muktedir olamayacak. Böylece dünyadaki yaptıklarının karşılığını ödemeye çalışacak. Rasûlümüze karşı bölürlenmek neye mal oldu, orda böyle akıla ve hayâle sığmaz azapla görecek!

Bu âkibeti kendisinin hâkettiğini bildirmek için, dünyada işlediği çirkin işlerini sergiledi:

18

"Çünkü O uzun uzadiya düşündü, ölçü koydu."

19

"Hay kahrolası! Ne biçim ölçü kurdu o!"

20

"Yine kahrolası, nasıl ölçü yaptı o!"

Bu âyet-i kertmenin nüzul sebebi şöyle oldu: Mekkeli azılı İslâm düşmanları "fesat ocağı" olan "Dârün nedve"de toplandılar. Dediler ki: "Bugün Arapların Musa günüdür. Halk bu Muhammed'in etrafında toplanıyor. Onun dâvası her tarafa yayılıyor. Bu durumun hesabını bizi büyük bilen halk sorarsa ne cevap vereceğiz? Sonra da: Delidir, diyelim. Buna bâzıları: Hayır! Onun kelâmını dinleyen akıllı olduğunu anlar, dediler. Başkaları; Şâirdir diyelim dediler. Buna karşı: Hayır. Onu dinleyenler Araplardır. Şiiri iyi tanırlar. Onu sözü şiire hiç benzemiyor. Sizin yalanınız delinir. Kimileri de: Kâhindir, diyelim, dediler. Bu cevap olarak da: Bunlar kâhinleri görüyorlar. Gâybdan haber veriyorlar. Bu Muhammed'in sözleri ulu-orta, saçma-sapan kâhinlerin sözlerine benzemiyor hiç. Velîd ibn Mugîre onlardan bir saat yönünü dönderdi. Düşündü de düşündü. Sonra dedi ki: "Ben onun işini iyice düşündüm. Ona ne demek gerektiğini buldum; Ona sâhir-sihirbâz, diyelim. Sihirle kocayı karısından ayırır. Konu-komşuyu birbirine düşürdü. Aramıza ayrılık tohumu ekti. Ona bu yakıştırma tutar." Hepsi de bunu onayladı. Kim Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) den sorarsa "O büyücüdür," diyecekler. Hak teâlâ bu kurgularını ve plânlarını vahiyle, âyetiyle bildirdi. O Velîd denen mel'ûnun hileleri ve iftiraları da suya düştü. Bir de kendisi dünyada rüsvây oldu.

21

"Sonra baktı."

22

"Sonra kaşlarını çattı. Suratını astı."

23

"En son arka çevirdi ve büyüklük tasladı da,"

24

"bu, dedi, rivayet edilen bir sihirden başkası değil."

25

"Muhakkak bu, insan sözünden başkası değil."

Velîd b. Mugîre, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) in yaptıklarını düşündü. Ümitsizlikten kavminin yüzlerine baktı. Rengi değişti. Ümitsizleşti. İmana gelmeden yüz çevirdi. Gururlandı. Ve dedi ki: "— Muhammed"in dediği tesirli bir büyüdür. Bizi birbirimizden ayırıyor" Yanındakiler: "—Bunun sihri nedir?" dediler. Cevapladı: "—Kocayı kansından ayınr. Babayı oğlundan ayırır. Kardeşi kardeşten ayırır. Bu sözleri Allah kelâmı (Kur'an) değil; insan sözüdür."

26

"Onu cehenneme sokacağım ben."

27

"Sen biliyor musun, cehennem nedir?"

28

"Hem bırakmaz, hem de yine vazgeçmez."

Onu cehennemin beşinci tabakasında olan "Sakara sokacağım. Onun heybetini, büyüklüğünü belirtmek için: Sen Sakar'ın ne olduğunu, ben bildirmezsem nereden öğreneceksin? O cehennem bedenin hepsini yok eder. Sonra da Allah onu tekrar yaratır. O da yine aynı işi yapar. Bu, böyle sürer gider.

29

"İnsana çok susamıştır."

30

"Üzerinde ondokuz (melek) vardır."

O Sakar; göz döndürücüdür. Yüzleri allak-bullak edicidir. Uzuvları da parça parça kopanadır. Onun görevli dokuz meleği vardır. Bunlar aynı zamanda Tamu hazînadârlarının başkanlarıdır. Zebanilerin sayılarını Allah'tan başka kimse tam bilemez. Bunlara ek olarak "onsekiz melek" daha vardır ki, onların gözleri yıldırım gibi çakar. Organlarından alevler çıkar. Bunlar cehennemliklere her an gazaplanırlar, kükrerler. Onlardan sâdece biri yetmişbin cehennemliği bir tutuşta oraya atabilir. Cehennem zebanilerin sayısının "ondokuz" olarak belirtmesiyle Velîd b. Mugîre lânetlisi: "Ben ve oğullarım onunu hallederiz. Kalan dokuzunu da Mekkeli yoldaşlarımız hakederler," diye kendince Kur'anla alay etti... Müşriklerden acı kuvvetiyle ünlü "Kel-'detübnü-Üseyd" dedi ki: "Ben sağ omuzumla onunu, sol omuzumla da dokuzunu cehenneme atarım. Siz de cehennemden geçer gidersiniz. Cennete siz girersiniz," dedi.

31

"Biz" o ateşin bekçilerine meleklerden başkasını memur etmedik. Sayılarını da küfredenler için başka değil ancak bir fitne yaptık..."

Bu meleklerimizin onlara davranışları haşindir. Acı güçleri vardır. Hiçbir kimse onları yenemez. Onların sayılarını "ondokuz" olarak bildirmemiz sırf bir denemedir. Mü’min bunu işitince Allah'tan korkusu artar. Onlara yakalanmamak için çalışır. Kâfir de Velîd gibi, Üseyd gibi saçma-sapan konuşurlar. Sonunda tutumları aleyhlerine olur. Bu bir imtihandır.

Yüce Allah devamla şöyle buyurdu:

"... Ki kendilerine kitap verilenler sağlam bilgi edinsinler. İman edenlerin de îmanları artsın. Hem kitap verilenler, hem de mü’minler şüpheye düşmesinler."

Ehli kitapla "yahûdiler ve hıristiyanlar" anlaşılır. Özellikle yahûdilerin kesin inanmaları gerek. Çünkü Tevratta da böyle haber verdik. Böyle kitaplarına uyunca inançları artmış olur. Mü’minler de, Kur'an'ın önceki ilâhî kitaplara ters olmaması, bilâkis "birçok hususta uygun" düşmesi bakımından, "yakîn olarak- görürcesine" inansınlar.

Yine yüce Allah buyurdu:

"... Kalplerinde (şüphe) hastalığı bulunanlarla kâfirler dahi 'Allah bu (adet) ile, misâl olarak neyi murat etmiş?' desinler..."

Bizim zebanilerin reislerinin sayılarını "ondokuz" bildirmemizin sebebi, bir grubu (münâfıkan) da ortaya çıkarmaktır. Onların kalplerinde nifak ve şüphe hastalığı vardır. Hakkı duydukça hastalıkları artar. Nitekim burada da şüphelerini yukarda gösterdiğimiz biçimde ortaya koydular. Hepsinin "bu ondokuz sayısı" sapıklıklarını artırdı. "Niçin Allah bu zebanilerin sayılarını ondokuz kıldı. Yirmi-otuz olarak artırmadı?" diye ileri-geri zırvalamaya başladılar.

Bunun üzerine yüce Allah buyurdu ki:

"işte Allah, kimi dilerse böyle şaşırtır, kimi de dilerse doğru yola getirir."

Bu sayı, belirttiğimiz gibi, bir şaşırtmacadır. Bakalım kim bunda hikmetler arayacak da sonunda îmanı güçlenecek. Kim de nefsine uyacak da nifakı ve küfrü artacak. İmanı artanın Allah'tan korkusu da artıyor. Allah'tan korkusu artanın da "ihlâslı sâlih-düzgün ameli, işi, eylemi" artıyor. Bütün bunlar "ondokuz'un tılsımları" diyebiliriz.

Yüce Allah ordularının sayısı hakkında şöyle buyurdu:

"Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez."

Yâ Muhammed! Bizim "ondokuz" ile sınırlı askerlerimiz yok. Daha sayısız ordularımız var... Bize dayanın. Görünmeyen ordularımızla imdadınıza koşarız. Kâfirler inkâr etsinler. Siz tam inanın.

"O, insan (lar) için öğütten başkası değildir"

Bizim cehennemi (sakarı) ve zebanilerinin başkanlarını (ondokuz) olarak belirtmemiz ancak bir denemedir. Bir de mü’minlere öğüttür. Kur'an'dan ancak mü’minler öğütlenirler. Kâfirlerin de hasretini ve ziyânını artırır o.

32

"Fakat ne gezer! Yemin olsun Ay'a,"

33

"dönüp geldiği zaman geceye,"

34

"agardığı dem sabaha ki..."

Gerçekten, topyekûn kâfirler, Bizim kudretimiz ile yarattığımız bu acâib oluşlardan-oluşumlardan ibret alamadılar. Küfür, gözlerini perdeledi. Kâinatta sanatımızın nakışlarını göremediler... Hakka kulaklarını tıkadılar. Mânaların içyüzü kulaklarına girmedi. Kalpleri "şüphe hastalığı" ile mühürlüdür. Rasûlümüz (sallallahü aleyhi ve sellem) ne bildirse, hepsinin arkasında "bir art-niyet" aradılar. Gerçek mü’min de olması gereken "teslimiyet bunlarda yoktur.

35

"Doğrusu (o cehennem) büyük büyük (belâ) lardan biridir."

36

"İnsan(lar) için korkutucu olarak..."

Gerçekten bu "Sakar" cehennemin büyük derelerinden, çukurlarından biridir. Cehennem "yedi dere"den oluşur. Bunlar sırayla: "Cehennem, lezâ, Hudame, saîr, cahîm, Hâviye ve sakar". Bunların böyle zikredilmesi, insanların Allah'ın rahmetine hep güvenmeyip azabının da hak olduğunu düşünerek haramlardan sakınmaları içindir. Kâfire de-mü’mine de ders vardır.

37

"... sizden ileri gitmek, yahut geri kalmak isteyenler için korkutucu olmak bakımından"

Küfür-şirk ehlinin yerlerini, tevhid-tâat ehlinin mertebelerini belirttik.

Maksadımız şudur: Kâfirler Teybe ederek mü’minler olsunlar. Mü’minler de günahlardan tevbe etsinler. Böyle olmazsa kâfirler (Sakar)a girerler. Mü’minler de, günahları kadar azap çekerler...

38

"Her nefis, kazandığı şey mukabilinde bir rehinedir."

39

"Ancak sağcılar böyle değil."

Kıyamet gününde her nefis ne işlediyse onun ipoteği altındadır. Yaptıklarının tutsağıdır. İyi-kötü yaptıklarının tek tek hesabını verecekler. Ancak Mîsâk vaktinde (Ruhlar âleminde "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" hitabına "Evet. Diyenler"in o sözlerine uygun olarak) Hazret-i Âdem (aleyhisselâm) in sağında durmuş olanların "amel defterleri Arşın sağından" verilir. Hazret-i Ali (radıyallahü anh) der ki: "Bunlar, mü’minlerin küçük yaşta ölen çocuklarıdır. Onlar için hesap yoktur. Çünkü günah işlememişlerdir."

40

"(Onlar) cennetlerdedirler. Soruşurlar:"

41

"Günahkârlar(ın hallerini):"

42

"Sizi cehenneme sokan nedir?"

Cennetlikler zevküsafâ halindeyken cehennemlikleri görürler. Onlarla şöyle konuşma yapılır: — Sizi bu azaba giriftar eden ne yaptınız?" Bu tür konuşmayla "onlarla kafa bulurlar".

43

"Biz namaz kılanlardan değildik."

44

"Yoksula yedirmezdik."

45

"Biz de (bâtıla) dalanlarla beraber dalardık."

46

"Ceza gününü de yalan sayardık"

47

"Nihayet bize ölüm gelip çattı."

O Sakar'a girenler: Biz namazın farz olduğuna inanmadığımız için kılmazdık. Zekâtın da farziyyetini inkâr ettiğimizden fakiri-yoksulu doyurmazdık. Dünyâda müslümanlarla alay ederdik. Bunlar "ayak takımı" gibi sözler ile onları küçümserdik. Bâtıla "balıklama dalanlar" ile biz de düşünmeden dalardık. Kıyametin kopacağına, Mahşerin kurulacağına inanmazdık. Öldükten sonra dirilmeyi haber veren peygamberi yalanlardık. Ölüm gelene kadar uyanmadık."

48

"Artık şefaat edicilerin hiçbir şefaati onlara fayda vermeyecek."

49

"Böyle iken şunlara ne oluyor ki (hâlâ) öğütten yüz çeviricidirler?"

50

"Sanki onlar vahşî eşeklerdir"

51

"arslandan ürküp kaçan!"

Kıyamet günü peygamberler, melekler, velîler ve sâlihler şafaat edebilecekler. Bunlara hiç birinin şefaati olmayacak. Bunlar Kur'an'ın öğütlerinden öğütlenmiyorlar. Öyle ki vahşî eşeklerin avcıdan veya arslandan ürkerek kaçtıkları gibi Kur'an şunu da gösteriyor: Her mü’min ki ilim meclisinden, Kur'an-Hadîs nasîhatından kaçar, o da bunlara benzer...

52

"Evet, onlardan her kişi kendisine neşredilecek sayfalar verilmesini ister."

Bu âyet-i kerîme şu sebeble nazil oldu: İsrâiloğullarından bir kişi günah işleyince, sabah başucunda onu belgeleyen bir sayfa inermiş. Sen de gerçek peygambersen bize böyle bir "elle tutulur bir belge-sayfa" indirilmesini sağla.

53

"Hayır. Daha doğrusu onlar âhiretten korkmazlar."

Onların bu isteklerinin pratikte onlara bir yararı yoktur. Her ümmete sünnetimiz değişiktir. Onların âhiret azabını, bu sayfalar gelse bile, onlardan savamaz. Gerçekte onlar âhirete inanmıyorlar. Bu bakımdan da Allah'tan korkmuyorlar. Her türlü günahı ısrarla ve taşkınca istiyorlar.

54

"Gerçek, O (Kur'an) hiç şüphesiz bir öğüttür."

55

"Onun için, kim dilerse öğüt alır."

56

"Bununla beraber Allah'ın dileyeceğinden başkaları o öğüdü almazlar ki (Onun azabından) korunmaya ehil olan da odur. Yarlığanmaya ehil olan da o."

İş, o kâfirlerin zannettiği gibi değildir. Kur'an cümle âleme bir öğüt kitabı olarak gönderilmiştir. İnsanlar düşününce bunu anlarlar... Bu âyefei kerîme gelince "Ebûcehil" denen "kuduz kâfir" şöyle dedi: "Bizim dileğimizi değil de Kur'an'ın öğüdünü mü alacağız?" Hak teâlâ ne dilerse o olur. Zâtından korkulması uygundur. Ona şirk koşulmaması gerek. Ona tevhîd çizgisinde inanarak itaat etmek vaciptir. Bağışlayacak da O'dur. Bağışlanmaya lâyık olansa, Ebûcehil ve hempası değil, Ona tam, şirksiz inanan, sâlih amel işleyen mü’minlerdir. Çünkü Kur'andan gereken nasîhatı kabul eden de bunlardır.

Ubeyy ibn Kaab'ın rivayetine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyurdu: "Kim Müddessir Sûresini okursa Muhammed'i tasdîk eden ile tekzîb edenin adedince edr verilir."

0 ﴿