DEHR SÛRESİ

Nurlu Medine'de nazil olmuştur. Otuz bir âyettir.

1

"İnsanın üzerine uzun devirden öyle bir zaman geldi ki o, anılmaya değer bir şey bile değildi."

Âdem (aleyhisselâm) üzerinden "kırk yıl" geçtiği halde kimse onun varlığının farkına varmadı. Adını bilen olmadı. Bunu Allahü teâlâ bildiği halde onun yaratılışında meleklerden görevlendirdiği oldu. Önce Cebrail (aleyhisselâm)'e emir verdi. Yeryüzünden toprak getirmesini diledi. O bunu başaramadı. Sonra İsrafil (aleyhisselâm)'e emretti. O da yeryüzünden toprak getirmeyi başaramadı. Sonra da Azrail (aleyhisselâm)'e emretti. O yeryüzünden toprak getirmeyi başardı. Bunun hikâyesi Bakara Sûresinde ilgili âyet-i kerîmelerde geçmişti. O toprak yuğruldu (Balçık) oldu. Ondan sonra (kurumuş balçık) hâline geldi. Bu halde Mekke ile Tâif arasında yattı. Bir şeyden haberi yoktu. Sonra ya- ratıldı. Kırk yıl da Mekke-Tâif arasında kalmıştı. Âdem (aleyhisselâm)'e "ruh" verilmeden önce başka herşey yaratılmıştı. Bir de "insan cinsi" kastedildiği söyleyenler var. Tasavvufta insan için üç dönem var deniliyor. Bunlar: 1. İstidat ve kabiliyet tavrı, 2. Tenezzül ve hayvanlık tavrı, 3- Olgunluk ve insanlık tavrı. Birinci dönem ruhlar âleminde oldu (Âraf:172). Çalışarak hayvanı yön bastırılır. İnsan olunur...

2

"Doğrusu, biz insanı birbiriyle karışık bir damla sudan yarattık. Onu imtihan ediyoruz. Bu sebeble onu işitici, görücü yaptık."

İnsanın yaratılması, "erkeğin ak-koyu suyu" ile "kadının sarı-ince suyu" karışımı ve imtizacı iledir. Bu ikisini ana rahminde birleştirdik. Sonra da onu şekillendirdik. Dört unsur: Ateş-su-hava ve toprak. Her canlının ve insanın mayasında bunlar var. "Onu imtihan ediyoruz": Yâni, kişi Bize itaat ederek hayır yolunda mı yürüyecek; yoksa isyan ederek şer yolunda mı yürüyecek? Bunu ortaya çıkaracağız. Gözleriyle Bizim vahdaniyetimizin âyetlerini görebilecek mi, yoksa manevî bakımdan kör mü yaşayacak? Bunu ayırdedeceğiz. Ona hayır-şer yollarını gösterdik. Dileyen dilediğine gidebilir.

3

"Gerçek, biz ona (doğru) yolu gösterdik: İster şükredici (olsun), ister nankör (kâfir)."

Biz insana hayır-şer yolunu, îman-küfür yolunu, saâdet-şekâvet yolunu ona gösterdik. Bakalım hangisi şükredici olacak, hangisi nankör olacak? Hangisi muvahhid hangisi müşrik olacak? Hangisi Bize itaat ederek şükredecek, hangisi isyan ederek nankörleşecek? Deneyeceğiz.

4

"Gerçekten Biz kâfirler için zincirler, bukağılar, alevlendirilmiş bir âteş hazırladık."

Âhirette o kâfirlerin sağ elleri boyunlarına demirlerle bağlanır. Ayaklarına bukağılar vurulur. Cehennem beratları sol ellerine tutuşturulur... O alevlendirilmiş ve normalde yaklaşılması bile mümkün olmayan o ateşe başaşağı yuvarlandırılırlar. Allah bizleri, bütün mü’minleri bundan korusun (Âmin).

5

"Şüphe yok ki iyiler kâfur katılmış dolu bir kadehten içerler."

6

"(O kâfur) bir pınardır ki onu Allah'ın (velî) kulları içerler. Onu akıtırlar, fışkırtırlar"

O îmanlarında sebat eden gerçek mü’minler cennetlerde soğukluğu kâfur gibi, lezzeti "zencebîl" gibi kokusu da misk gibi olan içkiler içerler. Dünyâdaki içkiler gibi başı döndermez ve abuk-sabuk konuşturmaz. Böyle nitelenmesi insanı "ona kavuşmaya can attırmak içindir". Böylece sâlih amelleri çoğalsın. O kâfur pınarları her yerdedir. İsteyen ondan hep içer. Kulun, mü’minin istemesi yeterlidir. O su hemen önüne gelir. Orada zorluk yoktur. Yukardan aşağı aktığı gibi, aşağıdan yukarı da akacaktır. Tabiî dünyâda kâmil îmanın yaptırdığı sâlih ve yararlı işler ve Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)in güzel ahlâkından pay sahibi olanlar görecekler. Çalışanlar bunun için çalışsınlar...

7

"(Onlar) adağını yerine getirirler (di). Şerri yaygın olan günden korkarlar (di)."

Bizimle "Elestâleminde" yaptıkları ahitlerinin gereğini yerine getirirlerdi. Vefakârdırlar. Farzları yerine getirirlerdi. Biz bir şeyi ona farz kıldıysak bunu işlemek onlara angarya olmaz. Şevkle onları îfa ederler. Kâfirlerin, fâcirlerin günah işlemelerine bakarak, günahlardan daha titiz bir şekilde sakınırlar. Onlara benzememek için... Kıyametin korkunç ahvâlini hep hayallerinde canlandırırlar. Sanki ölüm her an onlan izliyor. Göklerin yarıldığı, yıldızların döküldüğü ve insanların başlarının derdine düştüğünden "en yakınından bile" kaçacakları o dehşetli günden korkarlardı.

8

"(Yemeğe olan) sevgi (lerine ve iştihâlarına) rağmen yoksulu, yetimi, esîri doyururlar (di)."

Yalınız kendilerine yetecek kadar ve arzuladıkları yemeklerini kapılarına gelen yoksula verirler. Kimsesiz yetimlere verirler ki haklarını gözeten yoktur. Kâfirlerin ellerinde tutsak olan kişilere verirler... Müfessirlerin çoğu, bu âyet-i kerîme Hazret-i Ali (radıyallahü anh) ile Hazret-i Fatıma (radıyallahü anh) hakkında nazil olmuştur demişlerdir. Oğulları Hasan-Hüseyin hasta olmuşlardı. Rasûlullah Hazret-i Ebûbekir ve Ömerle onları yoklamaya gittiler. Ve bütün diğer sahâbiler de ilgilendiler.

Dediler ki: "Yâ Ebel-Hasan (ey Hasanın babasî), keşki bu çocukların iyileşmeleri için bir adak adayaydın. Böylece ikisi de iyileşmiş olurlardı." Hazret-i Ali, Hazret-i Fâtıma ve Fıdda veya Fızza" adlı cariyeleri beraberce üçgün nezir orucu tuttular. Bunun sonucu, yüce Allah onlara şifâ ihsan eyledi. Hazret-i Fatıma (radıyallahü anh) nın yanında hiçbir yiyecek yoktu. Hazret-i Ali (radıyallahü anh) "Şem'ûn" denen yahûdiden "üç sa'arpa" ödünç aldı. Fatımâ onun bir sa'ını un yaptı. Rasûlullah o akşam namazından sonra ziyarete geldi. Yemek önlerine getirildi. O sırada kapıya bir yoksul geldi ve "Esselâmüaleyküm ey Muhammed ailesinin ev halkı! Ben Müslümanlardan bir miskinim. Bana bir yiyecek verin ki Allah da size cennet sofralarında ikramlar yapsın." Bunu işitince derhal o yemeği o yoksula tereddütsüz verdiler. Kendileri su ile iftar ettiler. Aç yattılar. Ertesi günde o arpanın üçte birinden un ve yemek yaptı. Yine akşam sofrada iftarı beklerken kapıya "Esselâmü aleyküm ya Muhammed ailesinin evinin halkı! Ben babası Akabe gününde şehid olan birinin yetimiyim. Beni doyurun ki Allah da cennet sofralarında size ihsanda bulunsun," dedi. Bu söz onları duygulandırdı. Hemen önlerindeki yemeği ona vererek, kendileri iki günlük aç oldukları halde, onu nefislerine tercih ettiler. Aç olarak yattılar. Ertesi günde oruç tuttular. Hazret-i Fâtıma (radıyallahü anh) kalan arpayı da öğüttü, un yaptı ondan da uygun ve uyduruk bir yemek yaptı. Fakat ilahî cilve yine kapıya bir esîr geldi ve "Esselâmüaleyküm Muhammed ailesinin ev halkı ikram etsin," dedi. Kalanı da ona verdiler.

Su ile oruçlarını açtılar. Sonra da aç yattılar. Dördüncü günü Hazret-i Ali (radıyallahü anh) Efendimiz Hasanla Hüseyin'in ellerinden tutarak Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimize gitti. Onlar "açlıktan kuş yavrusu gibi çırpınıyorlardı. Bu durumu gören Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) "Ya Hasan'ın Babası! Bu gördüğüm beni çok üzdü. Bu sizin hâliniz nedir?" dedi ve kızı Fâtıma (radıyallahü anh)'ya vardı. Gördü ki Fâtıma köşesinde "karnı arkasına geçmiş" büzülmüş oturuyor. Bu arada Cebrail (aleyhisselâm) geldi ve şöyle dedi: "— Yâ Muhammed! Hak teâlâ senin Ehlibeytin hakkında lutûfda bulundu." Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de: "— Ne lutûfda bulundu ey Cibril kardeşim?" dedi. "— Bu Dehr Sûresinde onları övdü. İhsanlarını da kabul etti. Çok çok ecirler de ihsan etti," dedi. Bu âyet-i kerîmeden şu işareti de alıyoruz: İhlâsla bir kişi aç birini nefsine tercih ederse ona da ulu ecir-sevâp Allah katındandır...

9

"Biz, size ancak Allah'ın rızâsı için yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür istemeyiz."

Yâni, Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin ve Fızzâ yoksula, yetime ve esîre sırf Allah rızâsını kazanmak niyetiyle -aç kalmalarına rağmen- verdiler. Dünyevî bir karşılık ve hatta teşekkür bile beklemediler. Âhiretteki sevabını umdular.

10

"Çünkü biz Rabbimizden, o burtank suratlı çetin günden korkarız ( derlerdi)"

11

"İşterbundan dolayı, Allah bu günün şerrinden onları korumuş, (yüzlerine) bir güzellik, (gönüllerine) bir sevinç vermiştir."

O günün dehşetini düşünerek ve Allah rızasını isdihdâf ederek, "bu ender yapılacak ihsanı" muhtaçlara ulaştıran, en çok yemeğe muhtaç bir vakitte (iftarda) hepsini yoksula, yetime, esîre vermekle tam âhiretlik bir iş yaptılar. Buna karşılık Allah da özellikle onları o günün korkunç hallerinden koruyacağını müjdeliyor.

12

"Sabrettiklerine karşılık onları cennetle, ipekle mükafatlandırmıştır."

Cennetin ahvâlini yukarlarda anlattığımız için bu kadarcık kısa açıklamayla yetiniyoruz. Zâten aşağıda da bahsedilecek.

13

"(Oraya girin) hepiniz, içinde tahtlar üzerine yaslanıcı (bahtiyarlar) olarak, orada ne bir güneş, ne de bir zemheri görmeyerek."

Yüce Allah nîmeti, zamanında önlerindeki nimeti değişik ihtiyaç sahiplerine zorsunmadan verdikleri için, onlara ihsan etmiştir. O gün ne bir sıcak ve ne de bir soğuk görmezler. Tam bir rahatlık içinde olacaklar. Orada (zahmet) yok (rahmet) vardır. Orada (nikmet) yok (nîmet) vardır. Orada (iş) yok, (boşluk) vardır...

14

"Ve gölgeleri onlara yakın, meyveleri de emirlerine boyun eğdirilmiş olarak."

15

"Onlara gümüşten billur kaplar, kupalar dolaştırılır."

O cennetin ağaçlarının uzun gölgeleri altında zevküsafâ içinde olurlar. Oturdukları yerden o meyvelerini diledikleri gibi dererler. Dünyâdaki gibi o ağaçlan yetiştirmek, bakmak ve meyveleri de silkelemek zahmetleri yoktur. Hep rahatlık yeridir orası. Cennetin yeri gümüşten, toprağı miskten, ağaçlarında da altın görülür. Dalları, yapraklan dünyadakilerden farklıdır. Meyveleri birbirine benzemez: Bir yenilen, öbürüne benzemez. Ordaki herşey hayallerimizin üstündedir.

16

"(Evet) gümüşten (yaratılmış) billurlar ki mikdârını (sakiler) tâyin etmişlerdir."

Sırça görünümlü gümüşten bardaklarda sakiler şerbetler sunarlar. Dünya içeceklerine benzemez. Kadehler de çok iç açıcı görüntüdedir. İçecekler belli ölçüde verilir.

17

"Orada onlara katkısı zencefil olan (dolu) kadehde içirilir."

18

"(Zencefil) orada bir pınardır. Ona selsebil ismi verilir. "

Suya, içeceklere karıştırılan "zencefil" suya ayrı bir lezzet verir. Ama İbn Abbas (radıyallahü anh)'a göre: "Cennette olan ve dünyâda benzeri olan şeyler dünyâdakilere benzemez. Zencefil de farklıdır." Araplar için önemli olan bu (zencefil) onları kâmil îman doğrultusunda sâlih amellere ve güzel ahlâklı olmaya teşvik etmek içindir. Kur'an da buna benzer motifler zikredilmiştir.

"Selsebil" ismi verilen bu kaynak suları her eve ulaştırılmıştır. İçimi çok güzeldir. Ona "sebil"den bir (selsebîl) verilmesinin bir hikmeti de ona sahip olmak için, Onun yoluna koyulman içindir. Bu kelimenin seçiminde bile bir teşvik vardır.

19

"Etraflarında herdem taze çocuklar dolaşır ki sen onları gördüğün zaman saçılmış birer inci sanırsın!"

Cennetliklerin gencecik ve hiç yaşlanmayan hizmetçiler etraflarında fırfır dönerler. Hizmette hiç kusurları olmaz. Cennetliklerin en aşağı derecesinde olanların bile seksen bin hizmetçisi olur. Kendi karısından başka yetmiş iki hurilerden verilir. Bu hizmetçiler müşriklerin erginlik çağına ermeden ölmüş çocukları olacaktır. Ârif-i Billah Allah dostları için melekût âleminin sırlarını çözme vardır. Bir ata sözü şöyledir: "Aç kal ki beni göresin. Halktan uzaklaş ki bana kavuşasın..." Cennetin bu ve benzeri nimetleri ancak "takva ölçüleri" ile kazanılır. O da farzın dışında -hasta ve yaşlı olmayanların- nâfile oruç tutmaktır. Bir de günâha sebep olan, ıslâhı çok zor olan kimselerle düşüp-kalkmamakla gerçekleşir...

20

"Orada herhangi bir yeri gördüğün zaman (büyük) bir nîmet, bol bir (ihtişam ve) saltanat görürsün."

Yâ Muhammed!' Bu baş gözüyle cennetteki o oğlancıktan ve öbür nimetleri bir görsen hayretin artar. Tanımlamakta zorlanırsın. Onların herbirinin başlarında pâdişâhları gibi taçlar vardır. Büyük kıral ona derler ki, onun saltanatı yıkılmasın. Ne dilerse onu cerçekleştirir. Bu ancak melikler meliki olan Allahü teâlâ'dır. Başkasının hükmü dar bölgede ve geçici zamanda geçerli olabilir.

21

"Üzerlerinde ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler vardır. Gümüşten bileziklerle süslenmişlerdir. Rableri de onlara gayet temiz bir şarap içirmiştir."

Üzerlerinde ince ipekten ve zümrüt renkli giysiler vardır. İstibrak denilen dünyâ ipeklerine benzer elbiseler giyerler. Alıştıkları giyinme de orada vardır. Gümüşten bilezikleri olur. Ama hiç dünyâ gümüşüne benzemez. Hanımları altından, gümüşten ve başka madenden mâmül bilezikler takarlar. Orada sunulan şaraplar dünyâ içeceklerine hiçbir türlü benzemez. Ne başağırısı verir ve ne de saçmasapan konuşturur. Allah'a olan eğilimden uzaklaştırmaz.

22

"(Bütün) bu (nimetler) şüphe yok ki sizin için bir mükâfattır. Çalışmanız makbul olmuştur."

Hâsılı bir kudsî hadisde şöyle buyrulmuştur. "Ben sâlih kullarıma öyle mertebeler, dereceler hazırladım ki onları hiçbir göz görmemiş, hiçbir kulak işitmemiş ve onlar hiçbir kimsenin kalbine de doğmamıştır." (Buharî, Müslim, Ahmed Tırmizî, İbni mâce-Ebû Hureyre radıyallahuanhüm)

23

"Hakikat, Kur'anı sana ceste ceste indirdik biz."

Yâ Muhammed! Kur'anı Cebrail ile senin üzerine âyet âyet, sûre sûre indirdik.

24

"Artık Rabbinin hükmüne (rızâ ile) sabret. Onlardan hiçbir günahkâra, yahut hiçbir nanköre boyun eğme."

Yâ Muhammed! Kendini Şeriatın hükmüne göre sâbit-kadem tut. Hak teâlâ'nın hükmüne rızâ ile sabret. Üzerindeki peygamberlik görevini tastamam olarak yerine getir. Sakın ha -zâten olmazsın ya- sen ve ümmetin Velîd b. Mugîre Utbe- Şeybe gibi aşırı günahkâr ve nankör kâfirlere uymayın. Velîd ve yoldaşları "Sen bu peygamberliği yapıyorsun. Ama zengin değilsin, fakirsin. Gel bu işi bırak da karşılığı olarak mal verelim. Bütün Mekkelilerin başkanı-beyi yapalım" Bu âyet-i kerîme bu sözleri üzerine geldi.

25

"Sabah, akşam Rabbinin adını an."

26

"Ve gecenin bir kısmında ona secde et Gecenin uzun bir bölümünde de Onu tesbih eyle."

Yâ Muhammed! Namaz kıl. Namazda Rabbinin adını an. Sabah vaktinde öğle-ikindi-akşam vakitlerinde de Onun adını zikret. Gece de namaz kıl.

Gece Namazı denilince "akşam-yatsı ve vitir" anlaşılır. Gece Onu tesbîh ve tenzîh et. Onu noksanlıklardan uzak bil. Ümmet için gece namazı "müstehâb", peygamber içinse "vâcip"tir.

27

"Doğrusu, bunlar o çabucak geçen (dünyâyı) severler. Önlerindeki o çetin günü bırakırlar."

Bu Mekkeli kâfirler ve benzerleri dünyâ nimetlerini çok sevdiler. Âhireti hiç düşünmediler. O dehşetli kıyamet gününü ve ondaki herşeyden hesaba çekileceklerini unuttular. Ama onlar inatla Haktan yüz çevirdiler...

28

"Onları biz yarattık. Mafsallarını da biz pekiştirdik. Dilediğimiz vakit yine onları (yaratılışta) tıpkı yerine getiririz."

Onların organlarını yerli yerine pekiştirdik. Biz itaat etmesi için insanı böyle donattık. Ama çoğunluğu -isyan etti. Dilersek onlan helak ederiz. Yerlerine de bize itaatkâr bir topluluk getiririz.

29

"Şüphesiz ki bu da bir öğüttür. Artık kim dilerse Rabbine bir yol tutar."

İş bu sûre vaazu nasihattir. Kullarımızdan her kim dilerse onunla öğütlenir. Bir İslâm yolu açıkladık. Böylece Hak-bâtıl belirlendi. Dileyen dilediğine girer.

30

"(Bununla beraber) Allah dilemeyince siz dileyemezsiniz. Çünkü Allah hakkiyle bilendir. Tam bir hüküm ve hikmet sahibidir."

Siz itaat ve ibâdete yatkın mısınız, değil misiniz yüce Allah "Elest bez-minde" biliyordu. Bu bakımdan cüzî irâdeniz tam yetkili değildir. Küllî irâdeyi (Allah'ın dilemesini) gözardı edemezsiniz. Hak yolunda kim "zikzak çizmeden" dosdoğru yürüyor, kim de "Hakkı bâtıla çeviriyor" bütün bunları her yönüyle bilen ancak Allah'tır. O Hakîmdir. Kim hidâyete ehilse onun yolcusu olmasını ezelde hükme bağladı. Her yaptığının bilinen-bilinmeyen hikmetleri vardır.

31

"Kimi dilerse rahmetine sokar. Zâlimler (e gelince): Onlar için elem verici bir azap hazırlamıştır O."

O, kimi dilerse ona ikram eder. Selâmet giysisini ona giydirir. İşi hep kolay ve hikmetli olur. Kıyamette de ihsâniyle onu cennetine-cemâlullahına kavuşturur. Zâten o da buna ehildir. Eliyle-gücüyle ve imkânlarıyla ve ayrıca yalan-iftirâ ederek diliyle-yazıyle zalimlik yolunu tercih edenlere yakıcı azabını hazırlamıştır. Kim ne yaparsa onu öbür dünyâda tam olarak görecektir: Hayırsa hayır, serse şer!

Übeyy ibn Kaabın (radıyallahü anh) Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)' den rivayetine göre Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kim inşân sûresini okursa onun Allah katındaki mükâfatı cennet ve ipektir."

0 ﴿