BURÛÇ SÛRESİ

Mekke-i Mükerremede inmiştir. Yirmi iki âyettir.

1

"Yemin olsun burçlara mâlik olan göğe,"

2

"o vaadolunan güne,"

3

"şahitle meşhuda ki..."

Burçlara yemin ediliyor. Burçlar'ın "orüfci yıldız" olduğunu söyleyenler var. Burçları "saraylar" diye yorumlayanlar var. Onların burçların içinde olup keyfiyetini Allah bilir. Yedi yıldız burçlarda seyreder: Bunlar: "Güneş, Ay, Zühal, Müşteri, Merîh, Utarit, Zehre"dir. "Vaadolunan gün"den maksat: Kıyamet koptuktan sonra mü’minlere cennet ve cemâlullah, kâfirlere de cehennem ve Azâbullah olacağı dünyada bildirilmişti. "Şahit" Cum'a günü demek, "Meşhûd" ise kurban bayramı günü. Arefe günü diyenler de olmuştur. Kimisi de "şâhid"i "Muhammed (aleyhisselâm)" olarak, "Meşhûd"u da "Kıyâmet günü" olarak yorumlamıştır Bunda ihtilâf yoktur. Sözü uzatmaya da gerek yoktur.

4

"Tutuşturucu o ateş hendeklerin sahipleri gebertilmiştir."

5

"İşkenceleri (Uhdûd’un), alevli ateştendi."

Dünyâda, Müslümanları inançlarından dolayı, kazılmış ve içinde ateş yaktırarak, onları oraya attılar. Onların ateşte cayır cayır yanmalarından sadistçe zevk aldılar. Bunlara âhirette misilleme yapılacaktır. Kelbî (radıyallahü anh) şöyle dedi: "Ateş cehennemde kırk zira boyunca yükselecek. Onları ateş yakacak ve orada öldürülecek"

Abdurrahman b, Ebî Leylâ, Süheybi Rûmî'nin Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)' in şöyle dediğini bizlere aktarıyor. "Eskiden pâdişâhlardan bir pâdişâh vardı. Onun bir de sihirbazı vardı. O nihayet yaşlandı. Pâdişâha dedi ki: (Ben yaşlandım. Ölümüm çok yakındır. Bana bir genç verin de onu yetiştireyim.) Kral da ona bir genç verdi. Bu sihirbaz ile genç arasında yol üzerinde bir rahip oturuyordu. Hazret-i İsa (aleyhisselâm)'a inanmış bir savme'de ibâdetle vaktini geçiriyordu. Onun elinden körler ve cüzzâmlılar şifâ buluyorlardı. Kendisi (genç) onun aracılığıyla mü’minlerden oldu. Bu tedavi özelliği asıl onun şöhretini artırdı. Onun yanına uğradığı için sihirbâz'a geç ulaşıyordu. Rahip bu gecikmenin sebebini sorarsa (Evdekiler oyaladı,) dersin. Evdekilere de, (Rahip oyaladı) dersin. Böylece rahiple beraberliğini sürdürdü. Ondan feyz aldı. Riyazette (nefsini islâhda) bulundu. Birgün gönlüne şu fikir düştü: Bu rahiple sihirbazı imtihan edeyim. Bakalım hangisi daha bilgindir... Ansızın şehrin ortasında çok büyük bir yılan çıkmış, halkı rahatsız ediyordu. O genç dedi ki: (İşte bugün tecrübe günüdür!) Bir taş aldı ve o yılanın yanına geldi ve şöyle dedi: (Allah'ım! Bu rahibin dediği doğru ve dini haksa, bu yılanın ölümü benim elimden olsun). Taşı ona attı. O da öldü. Hak teâlâ onu helak etti. Halk arasında bu olayla şöhrete erdi. Genç adam olayı Rahibe anlattı. Rahip ona: Ey oğulcuğum! Sen benden faziletlisin. Sağırların kulakları açılırdı. Körler de görebilecek hâle gelirdi: Cüzzâmlılar da onun eliyle şifâ bulurdu. Diğer hastalıklar da onun duâsıyla iyileşirdi.

Padişahın bir kör veziri vardı. Bu gence geldi ve dedi ki (Yâ Genç! Sihir ilminde öyle ilerledin ki, sağırları işittiriyormuşsun ve körleri de görecek hâle getiriyormuşsun) Genç dedi ki: (— Ben sihirbaz değilim. Şifâ veren ancak Rabbim'dir.) Vezîr dedi ki: (Senin Rabbin Melik midir?) Genç dedi ki: (Hayır. Benim de, senin de Rabbimiz olan Allahü teâlâ'dır) Bu söz özüne işledi. Hemen İslamı kabul eyledi. Genç duâ etti. Gözleri açıldı. Padişaha vardı, ona şöyle dedi. Melik: (— Senin gözün görmezdi, değil mi?) O da: (Evet, öyleydi. Rabbimin şifa vermesiyle görür oldum) Pâdişâh: (Rabbim dediğin ben miyim?) Dedi. Vezîr dedi ki: (—Benim de, senin de Rabbin olan Yüce Allah'tır) O zaman padişah dedi ki:

(Senin benden başka Rabbin mi vardır!) Vezir: (Evet. Benim-senin Rabbimiz olan Allah'tır) dedi. Melik: (—Çabuk ol, seni bu duruma getiren adamı bana bildir,) dedi. O da Genc'i çaresiz ihbar etti. Melik o çocuğu, genci buldu ve ona (— Senin bu veziri iyileştirdiğin gibi şifâ verdiğini duydum.) Bunu genç şöyle cevapladı: (—Ben sihirbaz değilim. Şifâ veren benim de, senin de rabbimiz olan Allahü teâlâ'dır) Bunu işiten Melik çok öfkelendi. O gence çok işkence yaptırdı. Sonunda genç de Rahibi ele verdi. Rahibi de yerinden (savme'sinden, ibâdet köşesinden) aldılar, Melik'in huzuruna getirdiler. Dininden dönmesini (irtidat etmesini) istediler. O razı olmadı, mürted olmadı. O zaman melik emretti o rahibi testereyle ikiye böldürdü. Hızını alamadı. Yakını olan veririni de aynı şekilde işkenceyle öldürttü. O da dininden dönmedi. Sonra ölüm sırası sihirbaza gönderdiği gence geldi. O elini açtı (— Ey Rabbim! Beni bunların elinden kurtar,) diye candan Allahü teâlâ'ya yalvardı-yakardı. Duası kabul oldu. Onlar oracıkta yokoldular.

Melik bunun sebebini sordu. O da olanı anlattı. Bunun üzerine Melik onu bir grup adama teslim etti. Onlara: (Falan dağın tepesine çıkarın. Oradan aşağıya yuvarlayın. Parça parça olsun,) dedi. Onlar bu emir gereği o denen dağa gittiler. Dağdan aşağıya yuvarladılar. O esnada genç şöyle duâ etti: (Ey Rabbim! Sen beni bunların şerrinden kurtar.) Bunun üzerine dağ bir silkelendi. Onlar aşağıya indiler. Hepsi ânında öldüler. Genç sağ-selâmet geldi Melîk'in yanına ve olanları birbir anlattı. Melîk başka türlü ölüm-plânı yaptı, Genç ise: (— Sen beni öldürmeyi başaramazsın. Ancak dediğimi yaparsan beni öldürtebilirsin) dedi. Melik: (— Ne dilersin?) Dedi: O genç şöyle dedi: (Bütün ahâliyi bir yere topla. Beni sehpaya çıkar. Benim okumla bir ok at. 'Bismillah' demeyi unutma.) Melik gencin dediği gibi yaptı. "Bu gencin Rabbi adıyla" dedi ve oku attı. Ok gencin gözü ile kulağı arasına saplandı. Genç elini okun yerine koydu. Peşinden de öldü. Halk (Biz bu gencin Tanrısına inandık,) dediler. Melîk'e de şöyle dediler: (—İşte sen şimdi korktuğuna uğradın. İstemediğin şey başına geldi. Halk müslüman oldu). Bunun üzerin Melik'in öfkesi tepesini attırdı. Her yol ağzına hendekler kazdırdı. Hendeklere ateşler yaktırdı. Halkın İslâm'dan dönmesi için o ateşlerle tehdit etti. Öyle bir îman ki halk bu dayanılmaz "ateş azabına rağmen" dininden dönmedi! Kucağında emzikli bir çocukla bir kadın geldi: Ateşe kadar yaklaştı. Ateşin ısısıyla çocuk rahatsız olur da Melik insafa gelir diye umdu.

Çocuk Allah'tan dile geldi ve anasına şöyle dedi: "— Yâ anacığım! sakın ateşten uzaklaşma ki sen Hak din mensubusun! Bunu işiten ana kendini ateşe attı.

Bu olayın başka bir anlatımı da var. Şöyle ki: —Himyer (Yemen) Kral'ı Tuban Esed Ebu Karib, bir defasında Medîneyi ziyaret etti. Orada ehli kitapdan yahûdilerle görüştü. Onların dinine girdi. İki âlim de alarak Yemen'e döndü. Orda yahûdiliği yaymaya çalıştı. Sonra oğlu (Zûnuvâs) tahta geçti. Hıristiyanların merkezi "Necrân"ı ortadan kaldırmak için, yahûdileştirmek için hücum etti. Necrânt aldı. Ancak halk dinlerinden dönmediler. Rivayete göre onlardan tam "yimûr)in" kişiyi hendeklerde yaktırdığı ateşlere atarak öldürdü... Necrân ahalisinden bir şahıs Habeşistan kralı Necâşi'ye gitti. Durumu anlattı. O da Rum Kayseri'nin deniz kuvvetleri göndermesiyle 20 bin askeri Yemen'e gönderdi. Kralını öldürdü. Orayı, Yemen'i Habeşistan'a kattı.

6

"O zaman onlar (o ateşin) etrafında oturucu idiler."

7

"Onlar (Allah'a) îman edenlere yapacakları (işkenceler) hususunda (hükümdarları yanında) şahitlik edeceklerdi."

Kral ve avâneleri ateşin etrafında tahtlar üzerinde oturmuşlardı. Sadist bir ruhla mü’minlerin yanmalarını seyrediyorlardı. Kralın adamlan mü’minlere ne işkenceler yapılıyorsa onlara Kral nezdinde tanıklar oluyorlardı orada, Putları bırakıp da "görünmeyen bir Allah'a" inanıyorlardı. Ama kıyamet gününde, mü’minlerin lehine, kendi aleyhine şahitliği de aynı kişiler yapacaklar.

8

"Onlar, içlerinden (mü’minlerin) o yegâne galip, her hamde lâyık Allah'a îman etmelerinden başka (hiçbir şey'i) inkâr etmemişlerdi."

9

"(O Allah ki) göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Allah herşey'e hakkıyle şahittir."

O kâfirler mü’minlere hışımla işkence yapmayı bırakmadılar, O mü’minler bir olan Allah'a îman ediyorlardı. O Azîz'dir. Düşmanlarından intikam etmeye pekâlâ gaaliptir. Kimse Ona karşı bir güç olamaz. O Hamîddir. En güzel sıfatlar O'nundur. Her türlü övgü Ona lâyıktır. O Öyle bir Padişâhdır ki, yerlerin göklerin mülkü ve tasarrufu Ona aittir. Hiçbir işinde ortak kabul etmez. Tekten Tektir.

10

"Hakikat, erkek mü’mînlerle kadın mü’minleri belâya uğratanlar, sonra da tevbe etmeyenler (yok mu?) onlar için cehennem azabı vardır. Onlar için bir de yangın azabı (vardır)."

Dünyâda yaptıklarının karşılığı olarak bir de âhirette cehennem azabı vardır. "Ceza amelin cinsinden olur" genel kuralı burda da geçerlidir.

11

"îman edip de güzel amel edenler: Altlarından ırmaklar akan cennetler de onlarındır. Büyük kurtuluş budur!"

Onlar ki Bizim birliğimizi tanıdılar, peygamberimizi doğruladılar. Salih amellerle bu îmanı desteklediler. Farz kıldığımız amelleri vaktinde ve şartlarına uygun yerine getirdiler... İşte bu evsâfda olan mü’minler için altlarından ırmakların geçtiği bağlar ve bahçeler arasında bulunan köşklerde zevkü sefa içinde olacaklardır.

12

"Hakikat, Rabbinin kıskıvrak tutup yakalayıcı pek çetindir."

13

"Çünkü O, İlkin varedenin de, döndürecek olanın da ta kendisidir."

14

"O, çok yarlığayan pek yücedir."

15

"Arşın sahibidir, Mecîd’dir = zâtında ve sıfatında pek büyüktür."

16

"Ne dilerse hakkıyle yapandır."

O Allah ki halkı yoktan var etti. Öldürdükten sonra da tekrar var etmeye elbette kadirdir. O tevbeleri çokça bağışlayandır. Mü’minlerin günahlarını affeder. O, padişâhdır. Dostlarını sever. İtaat etmelerini kolaylaştırır. Maişet endişesini onlardan alır. Gönüllerine kendi muhabbetini ihsan eder. Düşmanlarından intikam almada O, pek şiddetlidir.

Dilediğini öldürür, dilediğini diriltir. Dilediğini azîz kılar. Dilediğini de zelîl eder.

17

"Sana (Habîbim) o orduların, haberi geldi ya, Hayır,"

18

"Firavun ve Semûdun"

19

"o küfredenler (hâlâ) tekzibdedirler."

Hazret-i Musâ (aleyhisselâm)'ı yalanlayan firavun ve ordusunun, Hazret-i Salih (aleyhisselâm)'i yalanlayan Semûdla orduların haberini Biz Azîmüşşan sana bildiririz. Onların hepsini yok ettik. Mekke kâfirleri bu haberlerden gereken dersi çıkarmadılar. Bundan dolayı Seni ve Bizi yalanlamakta berdevamdırlar.

20

"Allah, arkalarından (onları) kuşatıcıdır."

Yâ Muhammed sabret. Bunann eziyetleri âhiretteki sonsuz hayat yanında birkaç gün gibi kısadır. O gün ezelî ilmiyle yüce Allah onları kuşatır. Allah bunlardan senin intikamını alacaktır... Onlar Onu âciz bırakamazlar. Kaçamazlar da,.. Nitekim öncekilerinden intikamını almıştır. Ve hazır olsunlar! Biz bunlardan gaafil değiliz...

21

"Daha doğrusu o çok şerefli bîr Kur'an'dır."

22

"Ki mahfuz bir levhadadır O."

Kafirler iftira niyetiyle Kur'an'ı Muhammed (aleyhisselâm) in kendi kendine uydurduğunu yaymaya çalıştılar, işlerine böylesi geliyordu. Ama içleri Onun Allah kelâmı olduğuna inanıyordu, (Kalpleri) O Halik kelamıdır. Kimse, Kur'an'a benzer ne bir söz, ne bir âyet ve ne de bir kelime getirmeye güç yetiremez. Kur'an "Levh-i mahfûz"dan gelmedir. Şeytanlar ona söz kalamazlar. Kimse değiştiremez ve bozamaz. Levhimahfûz'u önceden yaratmıştır. Kur'an oradan gelmedir. Levhimahfûz, Allah'ın hiçbir şeyi yaratana benzemediği gibi, o da benzemez. Kur'an orada harfsiz ve sessiz olarak nakşolunmuştur. Bir benzetme yaparsak: Hafızın hafızasındaki Kur'an âyetlerine benzer. Halbuki orada harf yok... Günde Allah "üçyüzaltmış kez" o Levhimahfûza nazar eder. Neyi dilerse ona engel yoktur.

Levhimahfûz'un yapısı hakkında yorumlar vardır. İbn Abbas (radıyallahü anh) onu "beyaz inciden" olduğu şeklinde anlıyor. Katâde (radıyallahü anh) "kırmızı yakufdan diyor ona. Diriltir-öldürür. Azîz eder-zelîl kılar. Dilediğini dilediği gibi yapandır.

Übeyy ibn Kaab (radıyallahü anh) Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizden şöyle buyurmaktadır

"Kim Buruç Sûresini okursa Allahü teâlâ her cuma gününde ve arefe günündeki ecirle mükâfadandıracakur. (Normalde) Dünyâda yapılana bire on iytiik yazılır."

0 ﴿