FÎL SÛRESİ

Keremli Mekkede inmiştir. Beş âyettir.

1

"(Habîbim) Rabbinin fil sahiplerine nasıl (muamele) ettiğini görmedin mi?"

Yâ Muhammed! Fiî hikâyesinden ibret almalısın. Bu sûreye konu olan hikâye şöyledir: Yemen meliki "Ebrebe ibn Sabbah" San'ada büyük bir kilise yaptırdı. Ne Rûm diyarında ne de Şam bölgesinde böyle bir kilise bulunmuyordu. Ebrehe kilisenin yapımı bitince Habeşistan kralı "Necaşi"ye bir mektup yazdı ve gönderdi, dedi ki: "Senin için büyük bir kilise yaptırdım. Onun benzerini hiçbir kimse yapamamışur. Niyetim şudur: Arapların da onu ziyaret etmelerini sağlamaktır Araplar bu faaliyetleri haber alınca telaşlandılar. Kinâne kabilesinden bir kişi Mekke'den Yemen'e geldi. O kiliseyi gezdi ve kilisenin içine pisledi. Onu da duvarlarına sıvadı. Sırf hakaret olsun diye böyle yaptı. Sonra da çıktı Mekkeye doğru gitti. Ebrehe geldi, bunu gördü ve: "Bu cür'eti bana karşı kim gösterebilir?" deyince etrafındakiler bunu araplardan bir kişi ziyaret ediyormuş gibi girerek yaptı. Ebrehe: "Bana Kâbeyi yıkmak vacip oldu. Artık kimse orayı haccetmek niyetiyle ziyaret edemesin dedi. Bir başka rivayette de bir grup yiğit Arap genci o kiliseyi yaktılar. Bunun üzerine Ebrehe Kabeyi yıkmak ve yakmak kastıyla ordu hazırladı. -Kiliseyi de yeniden yaptırdı- Bu ordunun önünde "Ma’ınud" adında bir de fil vardı. Başka filler de vardı.

Mekke'ye doğru yürüdüler. Rivayete göre filler Mekke istikâmetine yönelince çöküyorlar; başka yöne koşarak gidiyorlardı. Benîselîm kavminin bölgesine geldiler. Onlara Ebrehe bir kişi gönderdi. Şöyle haber götürdü: "Bu yıl Kâbeye ziyarete gitmeyecekler. Ama buna karşılık San'adaki kiliseye ziyarete gidecekler." Bu elçiyi "Benî kinâneli" bir kişi öldürdü. Bunu işiten Ebrehe çok öfkelendi. Hareketini hızlandırdı. Önüne Yemenin eşrafından ve meliklerinden olan "Zûnefer" adlı biri çıktı. Herkesi Ebrehe ile dövüşmeye çağırdı. Onu Beytullaht yıkmaktan menetmek niyetindeydi. Ebreheyle çatıştılar. Düzenli ordusu olduğu için Ebrehe onları yendi. "Zûnefer" ise kaçtı. Fakat adamlarıyla birlikte onu Ebreheye getirdiler, Ebrehe onu öldürmek istedi. Zûnefer ona dedi ki: "Beni öldürme. Böylece benim de seninle beraber hareket ettiğim haberi etrafa yayılır, Sana güç olur." Ebrehe bunun üzerine onu öldürtmedi. Hapsetti. Seferine devam etti. Tâ "Haş'am" vilâyetine vardı. Önüne "Nefîl ibn Habîb" çıktı. Ebrehe onu da yendi. Nefîl esir oldu. Onu da öldürmeyi diledi. Nefîl dedi ki: "Beni öldürme. Ben de sana Arap vilâyetinde yardımcı olayım." Onu da öldürmedi. Yürüdü Taife geldi. Orada "Mes'ûd ibn Mugîs" karşısına çıktı. O sakîf kabîlesindendi. O dedi ki: "Ey Melîk! Biz senin kullarınız. Bizim seninle ihtilâfımız yok. Biz de Kâbenin yıkımını istiyoruz. Orda Kureyşin sözü geçer. Bizim Lât ve Menât gibi putlarımız vardır. Biz sana kılavuz verelim. "Ebâriâl" denen birini kılavuz verdiler. Yürüdüler, "Megammese" denen bir yer konakladılar. Burası Mekke ve Mina arası bir mevkidir. Ebâriâl orda öldü. Araplar onun kabrini taşladı. Ebrehe'nin ordusuna güç yetiremiyeceklerini anlayan Mekkeliler yerlerinden dağlara ovalara ve kovuklara saklanmak için dağıldılar. Mekkede kimse kalmadı. Yalnız "Abdulmuttâlip" vardı. Kâbenin perdelerine yapışarak Allah'a şöyle yalvardı:

"Ey Rabbim! Herkes kendi evini korur. Sen de bu evini koni. Düşman giderek ona zarar vermeye. Ne dilersen onu yaparsın." Bu minval üzere niyaz etti. Kendisinin ikiyüz kadar devesini Ebrehe almıştı. Onları geri almak için haber gönderdi. Ebrehe de Himyerîlerden bir kişiyi Mekkeye gönderdi. Şöyle diyecekti O: "Git. Bu şehrin ulusu, başkanı kimse onu gör. Ebrehenin bir ordu ile Kâbeyi yıkmaya geldiğini şöyle. Sizinle savaşmaya gelmedi. Karşı gelmezseniz size ilişmeyiz." Elçi Mekkeye geldi. Abdülmuttalib'i orada buldu. Abdulmüttalip dedi ki: "— Biz onunla savaşmayız. Gücümüz, ordumuz yok. Ama bu Kabe "Allah'ın evidir. Onun etrafını (harem) kılmıştır. Orada vuruşma olmaz. Onun Halîli İbrahim'in evidir. Allah dilerse ona uzanan elleri meneder. Ev, Onundur. Bizde onu koruyacak güç yoktur." O elçi bunun üzerine dedi ki:

"—Şimdi benimle Melik huzuruna çık. Çünkü o, böyle istemişti." Gittiler. Abdulmuttalibin bazı çocukları da beraberindeydi. Orduya geldiler. "Zûnefer" onunla dosttu. Onu severdi. Onun yanına geldi. Ona söyle dedi: "Bizim başımıza gelenleri gördün. Acaba bugün mü öldürüleceğiz; yoksa yarın mı öldürüleceğiz? Bunu bekliyoruz. Benim bir hükmüm yoktur. Bir fil sahibi dostumdur. Onun tavassutuyla sana bir iyiliğim dokunabilir." Abdulmuttalib'i bir adamla ona gönderdi. O Abdulmuttalibin ululuğunu, şerefini ona bildirdi. O fil sahibi de onu alarak Ebrehe'nin huzuruna çıkardı. Tercüman vasıtasıyla konuştular. Abdulmuttalib'in sözü Ebrehe'nin hoşuna gitti. Dedi ki: "—Ne dilersen dile vereceğim" Buna cevap olarak Abdulmuttalip: "—Benim senden isteğim ikiyüz devenin verilmesidir. Bunu işiten Ebrehe hayret etti. Cevabı şöyle oldu: "Doğrusu şaşırdım. Ben bir ordu ile Kâbeyi yıkmağa geldim. Sen de başkansın. Ben Kâbeyi yıkmamam için ricaya geldin sanmıştım. Halbuki sen develerini benden istiyorsun. Hayret!" Abdulmuttalip dedi ki:

"O evin sahibi var. O dilerse kovar. Dilerse yıktırır." Ona develerini verdiler. Mekke'de hiç kimsenin kalmamasını istedi. Büyük çoğunluğu Ebrehe ordusu haberiyle orayı boşaltmıştı. Abdulmuttalip Kâbenin halkalarına yapışarak: "Ey Allah'ım! Her kişi kendi evini korur. Bu ev de senin. Bunu yıkmağa gelen senin düşmanındır. Ben, zayıf kemter bir kulum. Onu korumağa takatim yetmez. Güç senindir. Ne dilersen onu yaparsın." dedi. Elini halkadan bıraktı. Ev halkı da dağa çıktılar. Ebreheyi tehalükle beklemeye başladılar. Sabah oldu. Ebrehe son hazırlığını yaptı. Ebrehe'nin filinin ismi "mahmud" idi. Mekke yönüne yürüyeceklerdi. "Nefîl ibn Habîb" filin yanına geldi. Kulağına şöyle dedi. Ey fil çık. Mekkenin aksi istikamete yürü! Vallahi, bu geldiğin Hak teâlâ'nın şehridir. Harem bölgedir. Orda vuruşma olmaz. Sakm gitmekten". Derhal o fil yattı. Yürümedi. Yönünü Yemen'e dönderdiler, koşarak gidiyordu. Şam'a dönderdiler, yine öyle hızlıca yürüyordu. Mekkeye doğru adım atmadı. Bunlar bu fil ile uğraşırlarken ansızın (nâgâh) bir sürü "Ebâbîl kuştan" ortaya çıktı! Dağ kırlangıcı büyüklüğünde kuşlardı. Herbirinde "üç taş" vardı. Biri gagasında, ikisi de ayaklarındaydı. Nohut tanesi kadardı o taşlar. Kime bırakıîdıysa o taş beyinlerinden girdi, içlerinden fillerden geçerek yere düştü.

Geldikleri tarafa kaçmaya çalıştılar. Kaçarken helak oldular. Rivayete göre taşlar zehirliydi. Öldürücüydü. İlahi birer bombaydı. Evlerde ve yollarda sapır sapır düşerek geberdiler. Ebrehe'nin vücuduna değen o taslar onun etlerini limelime yaptı. Dökülen etlerin yerinde kan ve irin akardı. Bu halde San'aya gitti. Ama kuş yavrusuna dönmüştü. Soluyup duruyordu. Göğüs etleri de çürüdü. Döküldü. Yüreği yarıldı ve öldü. Rivayete göre onların leşleri etrafı rahatsız ediyordu. Allah bir yağmur gönderdi. Pisliklerini de aldı götürdü.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu yılda doğdu. Allahu Teâlâ onlara ibret olsun diye bunun "hakkında bu sûreyi indirdi: "Yâ Muhammed! Nazar edip görmezmisin ki senin Rabbin ashâb-ı fil'e ne ceza verdi. Onları ufacık taşlarla helak etti. Çünkü onlar Kâbeyi yıkmayı kasdetmişlerdi..."

2

"O, bunların kötü plânlarını boşa çıkarmadı mı?"

3

"O, bunların üzerine sürü sürü kuşlar gönderdi."

4

"Ki bunlar onlara pişkin tuğladan taş atıyordu."

Yâni, Allahü teâlâ onların üzerine bölük bölük kuşlar cemaatını gönderdi. Nohut gibi pişmiş tuğla gibi, kiremit gibi taşlardı, İbn Abbas (radıyallahü anh) "Ben Ümm-ü Hâni' nin evinde o taşlardan birini gördüm. Üzerinde o kişinin baba ismi ile beraber ismi yazılı idi. Çok ince bir hattı. Kimin gövdesine değdiyse onun vücudunda çiçek hastalığı çıkarmış, görüntüsü veriyordu. O taş tepesinden dokunsa dübüründen çıkardı. Yandan girse öbür yandan çıkardı. Önden girse arkadan çıkardı. Arkadan girse önden çıkardı.

5

"Derken (Allah) onları yenik ekin yaprağı gibi yapıverdi."

O taşın girdiği vücut yenik ekin yaprağı gibi delik deşik oluyordu. Allahü teâlâ kemâl-i kudretini bildirmek için bunu haber verdi. Ebrehe gibi zorbalar güçlerine güvenmesinler. Onlar zayıfların üstüne üstüne giderler. O otlardan yiyen sinekler kırk gün sonra öldüler. Bütün bunlar büyük ibrettir. Aklı olan ibret alır.

0 ﴿