2

Hamd, âlemlerin rabbi, merhamet eden, bağışlayan ve ceza gününün sahibi olan Allah'a mahsustur.

Hamd ve şükür, sadece, şanı yüce olan Allah'a mahsustur, Allah'tan başka tapınılan herhangi bir şey buna layık değildir. Zira Allah, kullarına sayılamayacak kadar çok nimet vermiştir. Onun nimetlerinin sayısını hiç bir kimse yeterince bilemez.

Hamd: Allah'ı güzel isim ve sıfatlarıyla övmektir.

Şükür: Allah'ı, verdiği nimetlerden dolayı övmektir. Taberi burada zikredilen "Hamd" kelimesinin, "Şükür" kelimesiyle eş anlamda olduklarını söyleyerek el-Hamdülillah'a şu şekilde mânâ vermiştir: "Kendisine itaat edilmesi için bütün vasıtaları sağlaması, emirlerinin yerine getirilmesi için mükellef olanların vücut organlarını müsait bir şekilde yaratması, layık olmadıkları halde onları dünyada çeşitli nimetlerle rızıklandırmasi ve onlara, içi nimetlerle dolu olan ebedi cennete götürecek yolu göstermesi gibi sayısız nimetleri karşılığında, şükredilmek, sadece Allah'a mahsustur. Onun dışında herhangi bir yaratığa ait değildir.

Taberi, Abdullah b. Âbbas ve Hakem b. Umeyr'den de "Hamd" kelimesinin, "Şükretmek" mânâsına yorumlandığının nakledildiğini rivâyet etmiştir. Dehhak, Abdullah b. Abbas'ın şöyle dediğini rivâyet eder: "Elhamdülillah" demek, Allah’a şükretmek, ona boyun eğmek, onun nimetlerini, hidâyetini, bizi yoktan var etmesini kabul ve ikrar etmektir."

Hakem b. Umeyr, Resûlüllah'ın şöyle buyurduğunu Rivâyet etmiştir: "Sen, Elhamdülillahi Rabbilâlemin" dediğinde Allah'a şükretmiş olursun. O da sana olan nimetlerini artırır."

Ka'bul Ahbar ise "Elhamdülillah"ın, Allah'ı övmek olduğunu Rivâyet etmiştir. Bunun, bir nimet karşılığında olup olmadığına dair herhangi bir şey zikretmemiştir.

Taberi, "Elhamdü" kelimesinin el takısının, umum ifade etmesi için geldiğini bu itibarla "Elhamdülillah"ın, bütün övgü ve şükürler Allah'a mahsustur." demek olduğunu zikretmiştir.

Taberi diyor ki: "Eğer sorulacak olursa ki: "Bütün âlemlerin rabbi olan Allah'a hamdolsun" ifadesini ve bundan sonra gelen ifadeleri bizzat Allahü teâlâ söyleyerek kendini övüyor ve bizlerin de böyle yapmamızı öğretiyor, eğer böyle ise "Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz." ifadeleri nasıl izah edilecektir? Zira Allah, yardım isteyen değil, yardım eden, ibadet eden değil, kendisine ibadet edilendir. Yoksa bunlar, Cebrâile veya Muhammed'e, söylemeleri emredilen ifadeler midir? Cevaben denilir ki: "Bütün bunlar Allah'ın kelamıdır. Allah bunlarla kendisini övmüş, kullarına da bu şekilde kendisini övmelerini öğretmiştir. Ve onlara demiştir ki: "Deyin ki: "Ancak sana kulluk eder ve ancak senden yardım dileriz..." Burada takdir edilen "Deyin ki" ifadelerinin, âyetlerin başında açıkça zikredilmemesi, Arapçanin, kısaltmaya ve veciz ifadeye önem verme özelliklerindendir. Zira Arapçada bir mânâ, cümlenin bir kısım kelimelerini düşürmek suretiyle de ifade edilebilirse, düşürülmesi mümkün olan kelimeler düşürülür ve kısa bir şekilde ifade edilir. Burada da durum böyle olmuştur. Nitekim, Abdullah b. Abbas, "Elhamdülillah"i şöyle izah etmiştir.. "Cebrâil Muhammed'e dedi ki: "Ey Rasûlüm, de ki; "Hamd, âlemlerin rabbi olan Allah'a mahsustur."

Âlemlerin Rabbi: İnsanların, cinlerin, meleklerin, göklerin ve yerin rabbi demektir. Arap dilinde "Rab" kelimesi, "Kendisine itaat edilen efendi, bir şeyi düzeltip ıslah eden, bir şeyin sahibi" mânâlarına gelmektedir. Şanı yüce olan rabbimiz, benzeri olmayan, dengi bulunmayan bir rabdır. Yaratıklarına bol nimetler vererek onların durumlarım düzeltip ıslah edendir. O, her şeyi yaratan ve bütün işleri elinde bulunduran bir hükümdardır. Bu itibarla "Rab" kelimesinin üç mânâsının da Allahü teâlâ için kullanılması yerindedir.

Âlem: Tüm ümmetleri ve yaratılmışların toplumlarını ifade eder. Böylece insanlar bir âlem, cinler bir âlem, diğer yaratıklar da kendi başlarına birer âlemdirler. Bu kelime, tekili bulunmayan cins isimdir. Her yaratık sınıfına "Âlem" denildiği gibi o sınıfın belli bir çağda yaşayanlarına da "Âlem" denir.

Abdullah b. Abbas, Said b. Cübeyr ve Mücahid, "Âlemlerin rabbi" ifadesini. "Cin ve insan âlemlerinin rabbi." şeklinde izah etmişler. Katade "Her sınıf kendi başına bir âlemdir." demiş, Ebul Âliye ise "İnsanlar bir âlem, cinler de bir âlemdir. Bunların dışında olan varlıklar ise on sekiz bin veya on dört bir âlemdir." demiştir.

2 ﴿