3O takva sahipleri ki gayba iman ederler, namazı dosdorğu kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan, Allah yolunda harcarlar. Onlar, gayba iman ederler. Yani, gözleriyle görmedikleri, cennete, cehenneme, sevaba, günaha, cezaya, mükâfaata içten inanırlar. Ve Allah’a meleklere, kitaplara ve Peygamberlere de iman ederler. Namazı dosdoğru kılarlar. Yani, İbn-i Abbas'in da dediği gibi, o namazı, rükuunu, secdesini, kıraatini ve huşuunu tam yaparak, kendilerine farz kılındığı şekilde hakkıyla eda ederler. İçinde haram bulunmayan helal malların zekâtlarını vermeleri ve övgüye layık, olan diğer harcamalarda bulunmaları gibi, kendilerine rızık olarak verilen şeylerin temiz ve helal olanlarından Allah yolunda harcarlar. Âyet-i kerime’de geçen "İman ederler" ifadesinden maksat, Abdullah h. Abbas'a göre "Tasdik ederler" demek, Rebi' b. Enes'e göre ise "Korkanlar" Zühriye göre de "Amel işleyenler" demektir. Taberi diyor ki: "Araplara göre "İman etme"nin mânâsı "ikrar etmek ve doğrulamak" demektir. Bir şeyi sözüyle ikrar edene de "Mü’min" denir. Bir sözü ameliyle doğrulayana da "Mü’min" denir. Allah için herhangi bir şeyden korkmak ta, sözle ve amelle tasdik eüne anlamına gelen "İman" kavramının içine girer. "İman" kelimesi, Allah’ı, kitaplarını ve Peygamberlerini dil ile ikrar ve bu ikrarı amel ile doğrulamayı birlikte kapsamaktadır. Bu itibarla âyet-i kerime’yi, "Gayba iman ettiklerini kalbleriyle tasdik ve dilleriyle ikrar eden ve amelleriyle doğrulayanlar." şeklinde izah etmek daha evladır. Zira Allahü teâlâ. burada "İman" kelimesini özel bir kavramla sınırlamayıp genel bir şekilde zikretmiştir. Âyet-i kerime’de geçen Gayb, kelimesinden maksat, Said b. Cübeyr'in, Abdullah b. Abbastan rivâyet ettiğine göre "Allah katından gelenler" demektir. Ebû Salih'in, İbn-i Abbastan, Süddinin Ebû Mâlikten, Mürre'nin İbn-i Mes'uddan rivâyet ettiklerine göre "Gayb" kelimesinden maksat, "Cennet ve cehennem gibi, kulların gözleriyle göremedikleri şeyler." demektir. Katade de bu görüştedir. Âsım'ın, Zir b. Hubeyş'ten naklettiğine göre "Ğayb"den maksat, Kur'an demektir. Rebi' b. Enes'e göre ise "Gaybe iman etme" Allah’a, meleklerine. Peygamberlerine, âhiret gününe, cennete, cehenneme, Allah'ın huzuruna çıkmaya ve öldükten sonra dirilmeye iman etme" demektir. Müfessirler, bu ve bundan önceki âyetlerin, sıfatlarını zikrettiği kişilerden kimleri kastettiği hakkında farklı görüşler zikretmişlerdir. Süddinin Ebû Mâlikten, Ebû Salibin İbn-i Abbastan, Mürrenin İbn-i Mesuddan rivâyet ettiklerine göre bu âyetlerde sıfatları zikredilen mü’minlerden maksat, ehl-i kitap olmayan mü’minlerdir. Bundan sonra gelen "Onlar, sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ederler. Âhirete de kesinlikle onlar inanırlar." âyeti ise ehl-i kitabın iman edenlerini vasıflandırmaktadır. Zira. Allahü teâlâ. Hazret-i Muhammedi Peygamber olarak göndermeden önce ehl-i kitap olmayan Araplara kitap göndermemiştir. Onların dışındaki Yahudilere ve Hıristiyanlara kitap göndermiştir. Bu sebeple Allahü teâlâ mü’minleri iki kısım olarak zikretmiştir. Birinci kısımda olanlar daha önce kendilerine kitap gelmeyen ve imani meselelerden haberdar olmayan mü’minlerdir ki onları "Gayba iman edenler" şeklinde vasiflandırmıştır. İkinci kısmı ise, daha önce kendilerine kitap verilen ehl-i kitaptır ki onları da "Sana ve senden önce indirilenlere iman edenler." şeklinde vasıflandırmıştır. Diğer bir kısım âlimlere göre bu surede zikredilen dört âyette sıfatları anlatılan "Mü’min"lerden maksat, sadece ehl-i kitaptır. Zira bunlar, kendilerinin gözledikleri gaybla ilgili meseleleri, Kur’an’ın zikretmesi üzerine, Kur'ana da iman etmişler bu sebeple "Gayba iman edenler" diye vasıflandırılmışlardır. Daha önce indirilen İncil ve Tevrat'a iman ettiklerinden dolayı da "Senden önce indirilenlere iman edenler." diye vasıflandırılmışlardır. Başka bir kısım âlimler ise bu surenin baş tarafındaki tört âyette zikredilen "Mü’minler" ifadesine ehl-i kitap olsun veya olmasın bütün mü’minlerin girdiğini söylemişlerdir. Bunlar, cennet, cehennem, öldükten sonra dirilme gibi "Gaybi hususlara iman etme" ifadesine, Resûlüllah’a bütün indirilenler ve ondan öncekilere indirilenler" girmediğinden dolayı bunları beyan eden âyetin ayrıca zikredilmesine ihtiyaç olduğunu, bu sebeple zikredildiğini, yoksa mü’minleri iki sınıfa ayırma maksadıyla zikredilrnediğini söylemişlerdir. Mü’minler rablertni razı edecekleri bütün ful ve davranışları bilmelidirler ki onların hepsini yaparak rablerini razı etsinler. Bu sebeple "Gayba iman etme" yanında Resûlüllah’a indirilenlere ve ondan öncekilere indirilenlere iman etme ve diğer sıfatların hepsi zikredilmiştir. Bu görüş, Mücahid ve Rebi' b. Enes'ten Rivâyet edilmektedir. Mücahidin şöyle dediği nakledilmektedir: "Bakara suresinin başındaki dört âyet mü’minlerin sıfatları hakkında, iki âyet kâfirlerin sıfatları hakkında, on üç âyet ise münafıkların sıfatları hakkındadır." Rebi' b. Enes'ten de buna benzer bir Rivâyet nakledilmektedir. Taberi, bu görüşlerden, dört âyetin iki sınıf mü’mini beyan ettiğini söyleyen görüşün daha doğru olduğunu söylemiştir. Zira bu görüşte olanların beyan ettikleri deliller kuvvetlidir. Ayrıca bunlardan sonra gelen âyetlerde kâfirlerin de, kalbleri mühürlenen açıkça kâfir olanlar, iman ettiklerini söyledikleri halde iman etmeyen münafıklar." şeklinde iki kısma ayrılmaları, mü’minlerin de iki kısım olduklarını gösteren bir delildir." demiştir. Âyette zikredilen ve "Dosdoğru kılarlar" tliye tercüme edilen yukîmûne, ifadesinden maksat, "Namazı, bütün erkânıyla, mükemmel bir şekilde kılanlar." demektir. Abdullah b. Abbas "Bu ifadeden maksat, rükuu, secdesi, kıraati ve huşuu tam olarak yerine getinnek ve namazda kişinin kendisini tamamen namaza venniş olması" demektir." dye izah etmiştir. Burada zikredilen "Namaz"dan maksat, farz namazlardır. Bu kelimenin lügat mânâsı ise "Dua etmek" demektir. Taberi diyor ki: "Kanaatimce namazın, "dua" anlamına gelen salat. kelimesiyle ifade edilmesinin sebebi, dua edenin, duasıyla rabbînden, dileklerinin karşılanmasını istediği gibi, namaz kılanın da ibadetiyle rabbinden dilediklerini kabul etmesini istemesidir. Âyette geçen: "Kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar." ifadesinden maksat, Abdullah b. Abbas'a göre, Allah'ın kendilerine farz kıldığı zekâtı vermeleri ve bunun sevabını Allah’tan beklemeleridir. Ebû Mâlik, Abdullah b. Mes'ud ve Abdullah b. Abbastan nakledilen diğer bir görüşe göre bu ifadeden maksat, zekât âyeti inmeden önce, kişinin aile fertlerine harcadığı nafakalardır. Taberi, âyeti umumi mânâda anlamanın ve buradaki "Harcama"dan maksadın, insanların, mallarında gerekli olan bütün harcamalar olduğunu söylemenin daha doğru olacağım, bu ifadeye, zekât ve nafaka gibi bütün mâli yükümlülüklerin de gireceğini söylemiştir. |
﴾ 3 ﴿