6Şüphe yok ki, kâfirleri uyarsan da uyarmasan da birdir. Onlar iman etmezler. Ey Rasûlüm, o kâfirler, Kur'an ve senin Peygamberliğini inkâr edenlerdir. Onlara göre senin onları uyarıp uyarmaman eşittir. Çunku onlar, ne ya parsan yap, imana gelmezler. Bu hususta diğer âyetlerde de şöyle buyuruluyor: "Üzerlerine rabbinin hükmü hak olanlar, iman etmezler." "Onlara her türlü delil gelse de, can yakıcı azabı, görmedikçe, iman etmezler." Yunus sûresi, 10/96,97 Âyette zikredilen "Kâfirler"den kimlerin kastedildiği hususunda farklı görüşler zikredilmiştir. İkrime ve Said b. Cübeyr'in Abdullah b. Abbastan naklettiklerine göre, burada zikredilen "Kâfirler"den maksat, Resûlüllah’ın döneminde Medine çevresinde yaşayan Yahudilerdir. Allahü teâlâ, Hazret-i Muhammedi tanımaları ve onun, Peygamber olacağını bilmelerine rağmen onu inkâr eden Yahudileri kınamış, kalblerinin mühürlü olduğunu zikretmiştir. Ali b. Ebi Talha'nın, Abdullah b. Abbastan naklettiğine göre ise, Abdullah b. Abbas bu âyeti şöyle izah etmiştir. "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bütün insanların iman etmelerini ve doğru yolda kendisine tabi olmalarını çok arzuluyoalıı. Onun bu şiddetli arzusunu bilen Allahü teâlâ, daha önce iman edecekleri yazılı olanlardan başkasının iman etmeyeceğini ve daha önce iman etmeyecekleri yazılı olanlardan başkasının da sapıklığa düşmeyeceğini bildirdi. Rebi' b. Enes ise bu âyette zikredilen "Kâfırler"den maksadın. Bedir savaşında öldürülen küfrün elebaşıları olduklarını ve bunların şu âyette de zikredildiklerini söylemiştir. "Kâfirlerin, Allah'ın nimetlerine şükredecekleri yerde, Allah’ı inkâr ettiklerini, kavimlerini helak yurduna sürüklediklerini görmez misiniz?" "Helak yurdu cehennemdir. Onlar oraya gireceklerdir. O, ne kötü bir yerdir. İbrahim sûresi, 14/28, 29 Rebi' b. Enes'in bu görüşünün dayanağı şudur: Allahü teâlâ bu âyette, kötüleri uyarıp uyarmamanın, onlara hiçbir fayda vermeyeceğini, onların kalblerinin mühürlendiğini beyan etmiştir. Halbuki kâfirlerden bir kısmı, daha sonra, Resûlüllah’ın uyarısından faydalanarak iman etmişlerdir. Bundan anlaşılmıştır ki, âyette zikredilen kâfirlerden maksat, iman etmeden. Bedirde öldürülen küfrün elebaşılarıdır. Taberi, Abdullah b. Abbastan nakledilen birinci görüşün tercihe şayan olduğunu zikretmiş ve gerekçe olarak şunları özetle söylemiştir. "Allahü teâlâ bundan önceki âyetlerde ehl-i kitabın iman edenlerini övmüştür. Bu âyetlerde de yine ehl-i kitabin iman etmeyenlerinden haber vermesi ve onları kınaması uygundur. Zira onların sıfatları farklı olsa da hepsi de ehl-i kitaptır. Böylece Allahü teâlâ, ehl-i kitabın iman edenleriyle iman etmeyenlerini karşılaştırarak birlikte zikretmiştir. Allahü teâlâ bu âyetlerle, Resûlüllah’ın hak peygamber olduğunu gizleyen Yahudi hahamlarına karşı onu desteklemiştir. Bunu böylece bilmiş olsunlar ki, Tevratı Hazret-i Mûsaya gönderen Allahü teâlâ Hazret-i Muhammede de bunları öğretmiştir. Zira, ne Muhammed ne de kavmi, Kur'an inmeden önce bu gibi şeyleri biliyorlardı. Bu hal de, Yahudilerin, Hazret-i Muhammedin Peygamberliği hakkında şüpheye düşmelerini bertaraf eder, Onun, Allah tarafından getirdiklerinin hak olduğunu ortaya koyar. Zira onlar, okur yazarlığı olmayan bir millet içerisinde ortaya çıkan ve okur yazarlığı olmayan bir kişinin onların gizlemiş oldukları haberleri ortaya çıkarması durumunda onun peygamberliği hakkında nasıl şüpheye düşebilirler ki? Resûlüllah’ın okur yazarlığı yoktu. O bir takım hesaplan da bilmiyordu. Bu itibarla ona, "Kitapları okudu da öğrendi." Yahut: "Hesap yaparak kâhinlik yaptı." Veya "Resûlüllah ile ilgili bir kısım haberleri gizleyen Hahamlardan okuyarak bu tür bilgilere sahip oldu." şeklinde iddialar onun hakkında hiç yakışık almayan iddialardır. Taberi diyor ki: "Bu âyette zikredilen kâfirlerden maksadın ehl-i kitap olan kâfirler olduğunun diğer bir delili de şudur ki: "Allahü teâlâ, bundan sonra gelen âyetlerele, münafıklara ve Hazret-i Âdem ve Havva kıssasına değindikten sonra tekrar ehl-i kitap'tan bahsetmiştir. Madem ki önce ehl-i kitabın mü’minleri söz konusu edilmiş ve yine ehl-i kitaba dönülmüştür. O halde bunların arasında zikredilen kâfirlerden maksat ta, ehl-i kitap olan kâfirlerdir. "Küfür" kelimesinin lügat mânâsı "Örtmek" demektir. Bundan dolayıdir ki, karanlığı ile bütün eşyayı örten geceye de "Kâfir" denmiştir, Yahudiler de Resûlüllah’ın hak Peygamber olduğunu bildikleri halde o gerçeği gizlemeleri sebebiyle kendilerine "Gerçeği örten" anlamına "Kâfir" denmiştir. Nitekim Allahü teâlâ bunlar hakkında başka bir âyette şöyle buyurmuştur: "İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidâyeti, biz, insanlara kitapta açıkladıktan sonra onları gizleyenlere, işte onlara Allah lanet eder. Hem de bütün lanet edenler lanet eder. Bakara sûresi, 2/159 Bu âyeti kerime’de de: "Şüphe yok ki kâfirleri uyarsan da uyarmasan da birdir. Onlar iman etmezler" buyurulmaktadır. Taberi diyor ki "Âyet-i kerime’nin mânâsı şöyledir: "Ey Muhammed. Medinede yaşayan Yrnudi hahamlarından, senin peygamberliğini bildikleri halde ve ben de kendiler nden, gönderdiğim şeyleri gizlemeyeceklerine dair ahit aldığım halde, senin hak Peygamber olduğunu gizleyen ve seni inkâr eden bu ; Kâfirleri uyarsan da uyarmasan da aynıdır. Çünkü onlar iman etmezler. Hakka dönnîezler. Seni ve senin getirdiğin şeyleri doğrulamazlar. Abdullah b. Abbas ta bu âyeti şöyle izah etmiştir: "Onlar, kendilerinde bulunan ilmi ve Allah'ın, kendilerinden aldığı ahdi inkâr ederek hem kendi bilgilerini hem de senin getirdiklerini inkâr etmişlerdir. Artık onlar senin uyarmanı ve korkutmanı nasıl dinleyeceklerdir? |
﴾ 6 ﴿