22

Yeryüzünü size bir döşek, göğü de bir bina kılan, gökten su indirip onunla size rızık olarak mahsuller çıkaran O'dur. O halde bile bile Allah'a benzerler nisbet etmeyin.

Yeryüzünü sizin için, üzerinde yatılıp oturulmaya müsait bir yer ve istikrar kılınabilecek bir karargâh yapan, gökyüzünü de âdeta kubbeye benzer bir bina yapan O’dur. Yağmuru yağdıran ve onunla size gıda ve iaşe olmak üzere ekinler, ağaçlar ve meyveler bitiren de O’dur. O halde Allah'a denk ve benzerler tanımayın. Zira size, ondan başka rızık verecek rabbiniz yoktur. Her şeyi, daha önce bir benzeri olmadığı halde var eden ve rızıklandıran O’dur.

Âyet-i kerime’de "Yeryüzünü size bir döşek kılan O’dur." buyurulmaktadır. Bundan maksat, yeryüzünün, insanların yaşamasına müsait hale getirilmesidir. Allahü teâlâ bu âyetiyle, kâfirlere, münafıklara ve diğer insanlara, dünyada verdiği nimetleri hatırlatmaktadır, ki ona itaata dönsünler. Bu da, Allah'ın, onların kulluk ve itaatlarına ihtiyacı olduğundan dolayı değil, onlara olan şefkat ve merhametindendir. Ta ki doğru yolu bulsunlar ve Allah'ın, dünya ve âhirette, kullarına verdiği nimetlerin hepsinden faydalansınlar.

Yine âyet-i kerime’de: "Göğü de bir bina kılan O’dur." buyurulmaktadır. Abdullah b. Abbas, abdullah b. Mes'urd ve diğer bir kısım sahabiler, göğün bina kılınmasından maksadın, onun, yeryüzünün üzerinde bir kubbe gibi yaratılması ve yeryüzünün tavanı gibi durması olduğunu söylemişlerdir.

Taberi diyor ki: "Allahü teâlâ kullarına verdiği nimetleri sayarken özellikle gökleri ve yeri de saymıştır. Zira kulların rızıklan, yaşantıları göklerde ve yerde bulunmakta ve dünyaları bu iki âlemle var olmaktadır. Böylece Allahü teâlâ kullarına bildirmektedir ki, gökleri ve yeri, onlarda bulunan bütün yaratık ve nimetleri var eden O’dur. Bu sebeple kulların ona itaat etmeleri, onun nimetlerine karşı kendisine şükretmeleri ve ona ibadet etmeleri gerekir. Herhangi bir fayda veya zarar sağlamayan put ve heykellere değil.

Âyeti kerime’de "Gökten su indirip onunla size rızık olarak mahsuller çıkaran O’dur." buyurulmaktadır. Allahü teâlâ bu ifade ile de kullarını, kudretinin ve saltanatının yüceliği hususunda uyarmakta, onlara verdiği nimetleri hatırlatmakta, kendilerini yaratan, rızıklandıran ve tekeffül edenin, Allah'a denk tutulan put ve heykeller olmayıp bizzat kendisinin olduğunu bildirmektedir.

Allahü teâlâ, âyetin devamında ise "Kullarının kendisine herhangi bir şeyi denk tutmamalarını emretmektedir. Zira, Allah'ın ne bir dengi ne de bir benzeri vardır. Allah'tan başka hiçbir şey kullarına ne zarar verebilir ne de fayda sağlayabilir. Ne bir şeyi yaratabilir ne de rızıklandırabilir.

Âyet-i kerime’de zikredilen ve "Benzer" diye tercüme edilen kelimesi, Katade ve Mücahid tarafından "Denkler" şekünde izah edilmiştir.

Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes'ud ve diğer bir kısım sahabiler ise "Allah'a benzerler nisbet etmeyin" ifadesini "Bir kısım insanları Allah'a denk tutarak Allah'a isyanda olanlara itaat etmeyin" şeklinde izah etmişlerdir. İbn-i Zeyd, burada Allah'a denk tutulan şeylerden maksadın, Allah'a yaptıkları herşeyin aynısını kendilerine de yaptıkları putlar olduğunu söylemiştir. İkrime ise âyet-i kerime’nin bu bölümünü şöyle izah etmiştir. "Köpeğimiz olmasaydı hırsız eve girerdi." gibi sözleri söyleyerek Allah'a denkler tutmayın."

Allahü teâlâ, insanların, kendisine bir şeyi ortak koşmalarını, onun dışında herhangi bir şeye ibadet etmelerini, ona itaatte herhangi bir şeyi ona denk tutmalarını yasakladı. Ve buyurdu ki: "Madem ki sizi yaratmamda, rızıklandırmam da ve sizin malikiniz olmamda ye size nimetler vermemde benim hiçbir ortağım yoktur. O halde sadce bana itaat edin. İbadeti sadece bana yapın. Yaratıklarımdan herhangi bir şeyi bana denk tutmayın. sizler biliyorsunuz ki, üzerinizde bulunan her nimet bendendir."

Âyet-i kerime’de "O halde bile bile Allah'a benzerler isnad etmeyin." buyurulmaktadır. Burada "Allah'a bile bile benzerler isnad edenlerden kimlerin kastedildiği hususunda iki görüş zikredilmiştir:

Abdullah b. Abbas, bu insanlardan maksadın, bütün müşrikler olduğunu, Arap müşriklerinin de ehl-i kitap müşriklerinin de bu ifadenin içinde bulunduklarını zikretmiştir.

Mücahid ise bu ifadeden maksadın, Yahudi ve Hıristiyanlardan iki gurup ehl-i kitap olduğunu, zira bunların, Tevrat ve incil'den Allah'ın birliğini öğrendiklerini bu sebeple Allah'a bile bile denkler tutmaya çalıştıklarını söylemiştir.

Taberi

birinci görüşü tercih ediyor ve özetle diyor ki: "Mücahidi bu görüşe sevkeden sebep, Arapların, rablerinin birliğini inkâr ederek onun kendilerinin yaratıcısı ve rızık vereni olduğunu bilmedikleri ve ibadette bir kısım pullan ona ortak koştukları kanaatinde olmasıdır. Halbuki Allahü teâlâ, âyet-i kerime’de, Arap müşriklerinin, yaratıcı olarak Allah'ın birliğini ikrar ettiklerini ancak Allah'a ibadette bir takım putları ona şefaatçi yaparak ortak koştuklarını bildirmektedir. Nitekim âyet-i kerimelerde şöyle buyurulmaktadır: "Ey Rasûlüm, yemin olsun ki, eğer onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan, şüphesiz ki "Allah" derler. Öyleyse nasıl oluyor da döndürülüyorlar. Zuhruf sûresi, 43/87.

Ey Rasûlüm, de ki: "Size gökten ve yerden rızık veren kimdir? Size kulak ve gözleri bahşeden kimdir? Ölüden diriyi çıkaran, diriden de ölüyü çıkaran kimdir? Bütün işleri düzene koyan kimdir?" "Allah’tır" diyeceklerdir De ki: O halde Allah'tan korkmaz mısınız? Yunus sûresi, 10/31 Görüldüğü gibi Arap müşrikleri de ehl-i kitap gibi, Allah'ın tek yaratıcı ve rızıklandırıcı olduğuna iman ediyorlardı. Bu sebeple âyette geçen "O halde bile bile Allah'a benzerler nisbet etmeyin." ifadesindeki muhatapların sadece ehl-i kitap olmayıp, Arap, Acem, Ehl-i kitap olan veya olmayan bütün müşrikler olduklarını söylemek daha isabetlidir.

22 ﴿