128Rabbimiz, ikimizi de sana teslim olan kıl. Soyumuzdan da sana teslim olan bir ümmet meydana getir. Bize, ibadet yerlerimizi göster. Tevbemizi kabul et. Şüphesiz ki sen, tevbelerî çok kabul eden ve çok merhamet edensin. Rabbimiz, ikimizi de emrine teslim olan, itaatine boyun eğen kıl da sana başka şeyleri eş koşmayayılm. Aynı şekilde soyumuzdan da, senin emirlerine teslim olan, senin itaatine boyun eğen bir ümmet meydana getir. Ey rabbimiz, bize, Hacla ilgili ibadet yerlerimizi göster. Nasıl tavaf yapacağız, nasıl sa'y yapacağız, Arafatta nasıl vakfe yapacağız, şeytanı nasıl taşlayacağız? Bunları bize öğret. Geçmişte yaptıklarımızı affet. Çünkü sen, af ve mağfiretinle lütufla bulunan ve çok merhabet edensin. * Âyet-i kerime’de geçen ve "Rabbimiz bize ibadet yerlerimizi göster." diye tercüme edilen cümlesi iki şekilde okunmuştur. Bir kıraat şekline göre bu cümlenin mânâsı: "Sen bizim gözümüze göster." demektir. Âyet-i bu kıraat üzere okuyanlar, Hazret-i İbrahim ve İsmail'in, kendilerine gösterilmesini istedikleri "Menasik"ten neyin kastedildiği hakkında farklı görüşler zikretmişlerdir. a- Katade ve Süddiye göre burada zikredilen "Menasik"ten maksat, Hacda ibadet yapılan yerlerdir. Bu hususta Süddiden, şunları söylediği rivâyet edilmektedir: "İbrahimle İsmail, Kâbenin yapımını bitirdikten sonra Allahü teâlâ İbrahime: "Sen insanlara Haccın farz olduğunu ilan et." diye emretti. İbrahim de Mekkenin iki dağının arasından şöyle seslendi, "Ey insanlar, Allah sizlere, beytini Haccetmenizi emretti." Bu sesleniş her mü’minin kalbine girdi ve onu işiten herkes ve her şey "Emrine hazırım, emrine hazırım, emrine hazırım, emrine hazırım rabbim." diye cevap verdi. Ve gidebilenler Ifacca gittiler. Ondan sonr Allahü teâlâ İbrahime Arafata çıkmasını emretti ve Araf atı ona anlattı. İbrahim Arafata giderken Akabeye vardı. Orada, birinci Cemrede karşısına şeytan çıktı. İbrahim Şeytana yedi taş attı. Attığı her taşla beraber tekbir getirdi. Şeytan oradan kaçıp ikinci Cemreye gitti. İbrahime orada da engel olmak istedi. İbrahim orada da tekbir getirerek şeytanı taşladı. Şeytan üçüncü Cemre yerine gitti. İbrahim orada da tekbir getirerek şeytanı taşladı. Şeytan İbrahime engel olamayacağını anlayınca önünden çekildi. İbrahim ise nereye gideceğini bilmiyordu. Yürümeye devam etti. "Geçiş yeri anlamına gelen (......) Zülmecaz'a vardı. Oraya baktı. Fakat oranın, kendisine vasfedilen Arafat olmadığını gördü. Oradan geçip gitti. Bu sebeple oraya "Zülmecaz" adı verildi. İbrahim, devam edip Arafata vardı. Orayı görünce kendisine vasfedilen yer olduğunu anladı. "Burayı tamdım." dedi. Bu sebeple bu yere "Tanımak" anlamına gelen "Arafat" adı verildi. İbrahim Arafatta akşama kadar vakfe yaptı. Akşam olunca da namazların birleştirildiği (Akşam ve yatsı namazlarının birlikte kılındığı) Müzdelifeye vardı. Orada da vakfe yaptı. Oranın adına "Birbirine yaklaştırma" anlamına gelen "Müzdelife" adı verildi. Sonra İbrahim devam edip, daha önce şeytanla ilk karşılaştığı yere vardı. Oraya yedi taş attı. Sonra Minaya geri döndü ve orada geceledi. Böylece Haccı bitirmiş oldu. b- Ata ve Mücahide göre ise, bu kıraatta kurbanların kesildikleri yer demektir. Bu görüş, Ubeyd b. Umeyr'den de nakledilmiştir. Diğer bir kıraata göre, âyetin mânâsı: "Sen bize, Hacda ibadet edeceğimiz yerleri öğret" demektir. Taberi diyor ki: "Her iki kıraatin da vardıkları neticeler aynıdır aralarında fark yoktur. "Menasik" kelimesinin lügat mânâsı "Allah için, içinde oturulan ve üzerinde, Allah’ı razı edecek ve Allah’a yaklaştıracak salih amel işlenen yerler." demektir. Bu salih ameller, kurban kesme, namaz kılma, tavaf etme, sa'y yapma ve diğer salih ameller olabilir. İşte bu sebeple Hacda, üzerlerinde ibadet edilen yerlere "Haccın menasiki" denmiştir. kelimesinin müfredi dür. Lügat mânâsı ise "Alışılan ve tekrar tekrar kendisine dönülen yer." demektir. Haccın kutsal yerlerine bu ismin verilmesi, insanların oraya tekrar tekrar gitmelerindendir. Ancak bir kısım âlimlere göre "Menasik" demek "İbadetler" demektir. Bunlara göre âyetin mânâsı "Ey rabbimiz, sen bize nasıl ve nerede ibadet yapacağımızı göster, biz de senin razı olacağın şekilde sana ibadet edelim." demektir. Âyet-i kerime’de "Tevbemizi kabul et" buyurulmaktadır. Tevbenin asıl mânâsı, "Sevilmeyen bir şeyi bırakıp sevilen bir şeye yönelmek"tir. Buna göre kulun, rabbine tevbe etmesi, Allah'ın sevmediği şeyleri yapmayı bırakıp bir daha ona dönmemeye kesin olarak karar vermesidir. Allahü teâlânın, kulun tevbesini kabul etmesi ise, onu cezalandırmaktan vazgeçip bir lütuf olarak affetmesidir. Eğer denilecek olursa ki: "Hazret-i İbrahim ile İsmail, günah mı işlemişlerdi ki rablerinden tevbelerini kabul etmesini istemeye ihtiyaç duydular?" Cevaben denilir ki: "Allah'ın yarattığı hiçbir yaratık yoktur ki, Allah ile kendisi arasında, vazgeçip tevbe etmeyi gerektiren bir amel yapmış olmasın. Belki de Hazret-i İbrahim ve İsmail, kendilerinden sadır olan bir kusurdan dolayı, rablerine tevbe etmişlerdir. Bu tevbelerini de özellikle Kâbenin duvarlarım yaptıktan sonra beyan etmeleri tevbelerinin kabulü için Kâbenin daha uygun bir yer olmasındandır. Böylece kendilerinden sonra gelen insanlar da günahlarından arınmak için kutsal yerlerde rablerine tevbe etsinler ve Hazret-i İbrahim ve İsmailin sünnetini devam ettirsinler. Belki de Hazret-i İbrahim ve İsmailin, rablerine tevbe etmeleri, bizzat kendi kusurlarından kaynaklanmayıp kendi soylarından gelecek olan günahkârların kusurlarının affedilmesi içindir. Çünkü Allahü teâlâ, Hazret-i İbrahime, soyundan zalimlerin geleceğini ve Allah'ın ahdine erişemeyeceklerini beyan etmiştir. Hazret-i İbrahim ve İsmail de soylarından gelecek insanların bağışlanmalarını rablerinden istemişlerdir. |
﴾ 128 ﴿