187

Oruç tuttuğunuz günlerin gecelerinde hanımlarınıza yaklaşmanız size helal kılındı. Onlar sizin elbisenîzdir. Siz de onların elbisesiniz. Allah sizin, nefislerinize zulmettiğinizi bildi. Bunun üzerine tevbenizi kabul edip sizi bağışladı. Şimdi artık onlara yaklaşın. Allah'ın size farz kıldığını talep edin. Fecirde beyaz iplik siyah iplikten ayırdedilinceye kadar yeyin için. Sonra orucunuzu geceye kadar devam ettirin. Mescitlerde itikâfta iken de hanımlarınıza yaklaşmayın. Bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır. Bunlara yaklaşmayın. Allah, insanlara âyetleri işte böyle açıklar ki ondan korksunlar.

Ey mü’minler, oruç tuttuğunuz Ramazan günlerinin gecelerinde hanımlarınızla cinsi münasebette bulunmanız daha önce yasak iken şimdi size helal kılındı. Kadınlarınız sizin elbiseniz siz de onların elbisesiniz. Her biriniz diğerine perde olur. Siz, gece uyuyup uyandıktan sonra yemek içmek veya cinsi münasebette bulunmak suretiyle sevabınızın azalmasına ve Allah'ın sizi kınamasına sebep oluyor böylece de kendi kendinize zulmetmiş oluyordunuz. İşte Allah bunu bildiği için iftardan sonra artık bir daha yememek ve hanımlarınıza yaklaşmamak hükmünü kaldırdı ve önceki yaptıklarınızdan dolayı pişman olup tevbe edince de tevbenizi kabul edip sizi affetti. Şimdi artık Ramazan gecelerinde imsak vaktine kadar hanımlarınıza yaklaşabilirsiniz. Allah'ın, hakkınızda takdir etmiş olduğu çocuk ve nesilin üremesini isteyiniz. Fecrin doğusuyla gece karanlığının gidip gündüz aydınlığının görünmeye başlaması anına kadar (Yani imsak vaktine kadar) yeyin için. Sonra orucunuzu güneşin batmasına kadar (yani iftar vaktine kadar) devam ettirin. Allah’a ibadet maksadıyla camilerde itikâfta bulunduğunuz zamanlarda da hanımlarınızla cinsi münasebette bulunmayın. Bu açıklanan şeyler. Allah'ın haram kıldığı şeylerdir. Onlardan kaçının, onlara yaklaşmayın. Yoksa cezayı hak edersiniz. Allah insanlara âyetlerini, haram ve helali işte böyle açıklar. Umulur ki insanlar haramlardan kaçınır, Allah'ın azabından korunurlar.

* Âyet-i kerime’de geçen ve "Şimdi artık onlara (kadınlara) yaklaşın." cümlesinde geçen ve "Yaklaşın" diye tercüme edilen kelimesi, Abdullah b. Abbas, Katade, Mücahid, Salim b. Abdullah ve Süddiye göre "Cinsi münasebette bulunmak" demektir. Bu hususta İbn-i Abbas diyor ki: "Onun mânâsı cinsi münasebette bulunmaktır. Fakat Allahü teâlâ, yüceliğinin gereği olarak bu hususu üstü kapalı bir şekilde ifade buyurmuştur."

Âyet-i kerime’de geçen "Onlar sizin elbisenizdir siz de onların elbisesisiniz." ifadesi ne güzel, ne edepli bir ifadedir. Burada hayallerüstü güzellikte kelimeler seçilmiş, erkeğin kadın için, onu örtme ve güzelleştirme bakımından adeta bir elbise olduğu, kadının da, ayıplanın örtüp onu süsleme ve şahsiyetini koruma bakımından erkek için bir elbise olduğu ifade edilmiştir. Bu ifade müfessirler tarafından çeşitli şekillerde izah edilmiştir:

Rebi' b. Enese göre bu ifadeden şunlar kastetilmektedir: Kadın ve erkek bir yatakta yatarlarken birbirlerine çok yaklaştıkları için adeta birbirlerinin elbiseleri gibi olurlar. Bu sebeple erkek kadının kadın da erkeğin elbisesidir." denilmiştir. Yani bunlar birbirlerinin yorganları gibidir." demektir.

Mücahid, Katade, Süddi ve İbn-i Abbasa göre ise bu ifadeden maksat, kadın ve erkekten herbirinin, diğeri için huzur kaynağı olması ve birbirleriyle sükunete kavuşmalarıdır. Nitekim başka bir âyette de: "Sizi bir tek insandan yaratan ve onunla gönlü huzura kavuşsun diye eşini de kendisinden var eden Allah'tır A'raf sûresi, 7/189 buyurulmaktadır..

Taberi diyor ki: "Kadınlar sizin elbisenizdir siz de onların elbisesiniz." ifadesinden, kadınla erkekten herbirinin, aralarında geçen ilişkileri insanlardan saklamaları bakımından birbirleri için bir örtü ve bir perde olduklarını söylemek mümkündür. Nitekim Abdurrahman b. Zeyd: "Karı koca, cinsi ilişkide bulunduklarında birbirlerinin perdesidirler." demiştir.

Âyet-i kerime’de: "Allah sizin, nefislerinize zulmettiğinizi bildi." buyurmaktadır.

Taberi diyor ki: "Âyette zikredilen, kendi nefislerine zulmetmekten iki şey kastedilmektedir. Bunlardan biri cinsi münasebette bulunmak diğeri ise yeyip içmektir. Zira orucun ilk farz kılındığı zaman oruç tutan kişi, iftar ettikten sonra uyursa uyandıktan sonra gece dahi olsa hanımına yaklaşamaz ve bir şey yeyip içemezdi. Bir gün Hazret-i Ömer, uyuduktan sonra uyanıp hanımına yaklaşmış, başka bir sahabi de uyuyup uyandıktan sonra yemek yemek istemiş fakat kendisine yemek verilmemişti. İşte bu hadiseler üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur.

Bu hususta Katade diyor ki: "Başlangıçta Ramazan gecelerinde iftardan sonra uyumadan yemek içmek ve cinsi münasebette bulunmak helal fakat bir süre uyuduktan sonra uyanınca bunları yapmak haramdı. Daha sonra Allahü teâlâ, imsaka kadar yeme içme ve cinsi münasebette bulunmayı helal kıldı.

Orucun farz kılındığı ilk zamanlarda, günde bir defa yemek yenip uyuduktan sonra tekrar kalkıp yemek yemenin meşru olmadığı bir zamanda yemek yenerek bu âyet-i kerime’nin inmesine sebep olan bir olay, Bera b. Âzib tarafından şu şekilde nakledilmektedir. Bera b. Âzib diyor ki;

"Resûlüllah’ın sahabilerinden biri oruç tuttuğu zaman iftar vakti gelince iftar etmekten önce uyuyacak olursa artık o gece de ertesi gün akşama kadar da bir şey yiyemezdi. Bir gün, Kays b. Sırmel-Ensari oruç tutuyordu. İftar vakti gelince hanımının yanına geldi ve ona: "Yemeğin var mı?" diye sordu. Hanımı hayır fakat gidip senin için yemek isteyeyim." dedi. O gün Kays çalışıp yorgun düşmüştü. Gözlerini uyku bastı. Hanımı gelince onu uyur halde buldu ve "Vay haline" dedi. (Onu uykudan uyandıramadı. Böylece iftar zamanı geldiği halde yemek yiyemedi) Ertesi gün, günün tam ortasında Kays bayılıp düştü. Bu durum Resûlüllah’a anlatıldı. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu ve bundan dolayı sahabiler çok sevindiler. Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 2, Hadis No: 2968

O dönemde iftan müteakip uyuduktan sonra uyanıp hanımı ile cinsi ilişkide bulunan kimseler hakkında da Kâ'b b. Mâlik diyor ki: "Önceleri insanlar Ramazanda oruç tuttuklarında akşam olur da uyuyacak olurlarsa ertesi gün akşama kadar onlara yeme içme ve hanımına yaklaşma haram kılınmıştı. Bir gün Resûlüllah'ın yanında gece sohbetinde bulunduktan sonra evine gelen Hazret-i Ömer hanımının uyuduğunu gördü. Onunla ilişki kurmak istedi. Hanımı da: "Ben uyudum." dedi. Ömer: "Sen uyumadın." dedi. Ve onunla ilişki kurdu. O gece Kâ'b b. Mâlik te aynı şeyi yapmıştı. Sabahleyin Hazret-i Ömer Resûlüllah’a gitti ve durumu ona anlattı. İşte bunun üzerine Allahü teâlâ: "zin nefislerinize zulmettiğinizi bildi. Bunun üzerine tevbenizi kabul edip sizi bağışladı. Şimdi artık onlara yaklaşın." âyetini indirdi.

Bu olay, Abdullah b. Abbas, Mücahid, İkrime ve diğer müfessirlerden bazılarından da nakledilmiştir.

Âyet-i kerime’de geçen "Şimdi artık onlara yaklaşın" ifadesinden maksat, Abdullah b. Abbas, İbn-i Cüreyc, Süddi ve Mücahide göre "Hanımlarınızla cima edebilirsiniz." demektir.

Âyet-i kerime’de geçen: "Allah'ın size farz kıldıklarını talep edin." ifadesinden maksat, Mücahid, Hakem, İkrime, Hasan-ı Basri, Süddi, Abdullah b. Abbas ve Rebi' b. Enes'e göre: "Allah'ın sizin için yazdığı çocukları talep edin." demektir.

İbn-i Zeyde göre ise: . "Hanımlarınızla cima etmeyi talep edin." demektir. Abdulah b. Abbastan nakledilen başka bir görüşe göre bu ifadeden maksat, Allah'ın sizin için yazdığı kadir gecesini talep edin." demektir.

Katade ve Abdullah b. Abbastan nakledilen başka bir görüşe göre ise bu ifadeden maksat: "Allah'ın sizin için helal kıldığı ve yapmanıza ruhsat verdiği şeyler talep edin." demektir.

Taberi, bu görüşlerden doğru olan görüşün: "Allah'ın, levh-i mahfuzda sizin için yazdığı şeyi talep edin." şeklindeki görüşü olduğunu söylemiştir. Zira bu görüşe, çocuk talep etme de, kadir gecesini araştırma da, Allah'ın verdiği ruhsatlan isteme de girmekte ve âyet, genel bir şekilde izah edilmiş olmaktadır.

Âyeti kerime’de: "Fecirde beyaz iplik siyah iplikten ayıredilinceye kadar yeyin için." buyurulmaktadır. Burada zikredilen "Beyaz iplik"ten maksat:

a- Hasan-ı Basri, Süddi, Katade, Abdullah b. Abbas ve diğer bazı müfessirlere göre "Gündüz aydınlığının başlaması" siyah iplikten maksat da: "Gecenin karanlığıdır." Bu hususta Adiy b. Hatim diyor ki:

"Dedim ki: Ey Allah'ın Resulü, "Beyaz iplik siyah iplikten ayıredilinceye kadar" ifadesinden maksat nedir?" Bunlar gerçekten iki iplik midir?" Peygamber efendimiz şu cevabı verdi: Şâyet sen, o iki ipliği görmüş olsaydın, kafanın çok geniş olması gerekirdi. Ve sonra da şöyle dedi. "Hayır, o gecenin karanlığı ve gündüzün aydınlığıdır." Diğer bir Rivâyette şöyle anlatılıyor: "Adiy, yastığının altına bir beyaz ip bir de siyah ip koymuş, gece ilerleyince onları birbirinden ayıramaz olmuş, sabahleyin Resûlüllah’a: "Ey Allah'ın Resulü, ipleri yastığımın altına koydum." demiş Resûlüllah da ona demiştir ki: "Şâyet o beyaz iplik ve siyah iplik senin yastığının altına girebiliyorsa senin yastığın ne kadar büyükmüş!" (Yani, senin yastığın ne kadar büyükmüş ki ufukları altına alabiliyor demek istemiştir.) Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre 2, bab: 28/Müslim, K. es-Kıyam, bab: 33 Hadis No: 1090

Bu hususta Sehl b. Sa'd diyor ki:

Âyet-i kerime’nin: "Beyaz iplik siyah iplikten ayırdedilinceye kadar yeyin için." bölümü nazil olmuş fakat "Fecirde" kelimesi henüz nazil olmamıştı. İnsanlar oruç tutmak istediklerinde ayaklarına beyaz ve siyah iplik bağlıyorlardı. Bu iplikleri birbirinden ayırdedecek derecede aydınlık oluncaya kadar yeyip içiyorlardı. Daha sonra Allahü teâlâ "Fecirde" ifadesini indirdi. Bunun üzerine insanlar, âyette zikredilen "Beyaz iplik" ve "Siyah iplik"ten, gündüzün aydınlığı ve gecenin karanlığının kastedildiğini anlamış oldular. Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre 2, bab: 28

Taberi diyor ki: "Burada zikredilen beyaz iplikten maksat, gökte beliren aydınlık değil, gökte her tarafa yayılan ve yollan aydınlatan beyazlıktır. Nitekim Ebû Miclez: "Gökte beliren beyazlık sabah değildir. Bu, yalancı sabahtır. Asıl sabah, ufukta yayılan beyazlıktır." demiştir. Abdullah b. Abbas ta: "Fecir ikidir. Birincisi gökle parlayan fecirdir. Bu, bir şeyi ne helal kılar ne ile haram. Fakat dağların başında görülen ikinci bir fecir vardır ki işte yemeyi içmeyi haram kılan budur." demiştir.

Abdurrahman b. Sevban demiştir ki: "Fecir ikidir. Gökte, kurdun kuyruğu gibi görünen fecir bir şeyi haram kılmaz. Fakat ufukta yayılan fecir namazı helal, yeme içmeye devam etmeyi haram kılar. Böylece oruç başlamış olur."

Peygamber efendimiz de bir hadis-i şerifinde şöyle buyumıuştur:

"Sahurda yemek yemeye devam etmenizde Bilalin ezanı sizi aldatmasın. Ufukta görülen şu şekildeki uzunca bir beyazlık ta sizi aldatmasın. Ta ki etrafa şu şekilde yayılmadıkça, Müslim, K. es-Siyam, bab: 43, Hadis No: 1094 Başka bir Rivâyette hadisin sonu şöyledir:

"... Ta ki fecir görülmedikçe veya fecir fışkırmadıkça. Nesei, K. es-Siyam, bab: 20/İbn-i Mâce, K. es-Sıyam, bab: 23, Hadis No: 1695

b- Huzeyfetül Yeman, Hazret-i Ali, Bera b. Âzib, Abdullah b. Mes'ud gibi sahabilerden nakledilen başka bir görüşe göre âyette zikredilen "Beyaz iplik"ten maksat, güneşin ışığı, "Siyah iplik"ten maksat ise "Gecenin karanlıdır." Bunlara göre oruç gündüzün tutulduğuna göre ve gündüzün başlangıcı güneşin doğmasıyla, sona ermesi de güneşin batmasıyla olduğuna göre orucun başlangıcı da güneşin doğmasıyla bitişi de güneşin batmasıyla olur. Bunlar demişlerdir ki: "Orucun bitişinin güneşin batmasıyla olduğu hususunda icma bulunması onun başlamasının da güneşin doğmasıyla olduğuna bir delildir." Ayrıca bu hususta Resûlüllahtan rivâyet edilen şu hadisleri de delil göstermişlerdir.

Zirr b. Hubeyş diyor ki:

"Biz Huzeyfeye dedik ki: "Sen, Resûlüllah ile hangi vakitte sahur yaptın?" Huzeyfe dedi ki: "Gündüzleyin. Ancak güneş henüz doğmamıştı. Nesei, K. es-Siyam, bab: 20/İbn-i Mâce, K. es-Sıyam, bab: 23, Hadis No: 1695 Zirr b. Hubeyş sözlerine devamla diyor ki:

"Ben bir gün Huzeyfe ile birlikte sahur yaptım. Sonra çıkıp namaza gittik. Mescide vannca iki rekat namaz kıldık ve farz namazı için kamet getirildi. Bu iki namaz arasında çok kısa bir zaman geçti. Nesâî, K. es-Sıyum, bab: 20 Ebû Hüreyre de Resûlüllah’ın şöyle buyurduğunu Rivâyet etmiştir:

"Sizden biriniz ezanı işittiğinde yiyecek kabı elinde bulunuyorsa ona olan ihtiyacını gidermeden onu yere koymasın. Ebû Davud, K. es-Savm, bab: 18, Hadis No: 2350/Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 510

Ebû Ümame diyor ki: "Namaz için kamet getirildi. Ömerin elinde su kabı bulunuyordu. O: "Ey Allah'ın Resulü, bunu içeyim mi?" dedi. Resûlüllah: "Evet" dedi. Ömer de onu içti."

Hazret-i Bilal-i Habeşi diyor ki: "Ben Resûlüllah’a vardım. Ona sabah namazının vaktinin geldiğini bildiriyordum. O da oruç tutmak istiyordu. Bir kap ile su istedi, onu içti. Sonra bana verdi ben de içtim. Sonra beraberce namaza gittik."

Taberi diyor ki; "Tercihe şayan olan görüş, "Beyaz iplikten maksat, gündüzün beyazlığı, siyah iplikten maksat ise gecenin karanlığıdır." diyen görüştür. Zira Arap dilinde bu kelimelerin bilinen mânâları bunlardır. Bu hususta Resûlüllahtan rivâyet edilen hadislere gelince "Beyaz iplikten maksat, güneşin ışığıdır" diyenlerin dayandıkları hadisler bizim, doğru olduğunu söylediğimiz görüşü bertaraf etmemektedir. Zira Resûlüllahin, fecirden önce yeyip içtikten sonra namaza çıkmış olması garipsenecek bir şey değildir. Çünkü Resûlüllah’ın döneminde sabah namazı fecrin doğumundan hemen sonra kılınırdı. Hatta fecrin doğmasından önce ezan okunurdu. Huzeyfenin, Resûlüllahtan gördüğünü söylediği: "Resûlüllah, ben okların atıldığı yeri görebildiğim bir vakitte sahur yapardı." şeklindeki sözü kendisine sorulmuş Huzeyfe bu hususta kesin bir tavır almamıştır. Mesela kendisine: "Resûlüllah’ın böyle yapması sabah olduktan sonra mı oldu?" diye sorulunca tam net bir cevap vererek: "Evet, sabahtan sonra oldu." dememiş fakat o, "O vakit sabahtı" diye cevap vermiştir. Bu cevabı: "Neredeyse sabah olmuştu." şeklinde yorumlamak ta mümkündür.

Âyetteki: "Fecirde beyaz iplik siyah iplikten ayırdedilinceye kadar yeyin için." ifadesinde geçen "Fecirde" kelimesinden maksat, fecirin bir bölümünde, gecenin devamından kalan siyahlıkla gecenin bitimini gösteren beyazlık birbirinden farkedilinceye kadar." demektir. Âyet-i kerime’nin bu ifadesi de, beyaz iplikten maksadın fecrin beyazlığı, siyah iplikten maksadın da geçinin seyahhği olduğunu açıkça ortaya koymakta, "Beyaz iplikten maksat, güneşin ışığıdır." diyen görüşün yanlış olduğunu ortaya koymaktadır. Zira ifadede "Sabahta" veya "Güneşin doğuşunda" denilmemiş "Fecirde" denilmiştir. Artık bundan sonra ümmete muhalefet ederek "Oruç güneşin doğusuyla başlar, batışıyla biter" demek delilsiz bir iddiadır.

Âyet-i kerime’de: "Sonra orucunuzu geceye kadar devam ettirin" buyurulmaktadır. Bu ifade, gecenin başlamasıyla orucun bittiğini, gece olmasına rağmen orucu açmayıp geceli gündüzlü oruç tutanın, kendisini aç ve susuz bırakmaktan başka bir şey yapmadığını göstermektedir.

Ayrıca gecenin başlamasıyla orucun bittiğine dair Resûlüllahtan şu hadis-i şerifler Rivâyet edilmiştir. Hazret-i Ömer diyor ki:

"Resûlüllah şöyle buyurdu: "Gece şuradan yöneldiği gündüz de şuradan arkasını dönüp gittiği ve güneşin battığı zaman artık oruçlu olan kimse iftar etiniş olur. Buhari, K. es-Savm, bab: 43

Abdullah b. Ebi Evfa diyor ki:

"Biz, bir yolculukta Resûlüllah ile beraberdik. O oruç tutuyordu. Güneş batınca insanlardan birine: "Ey falan kalk ta bize kavut çorbası yap." dedi. O da: "Ey Allah'ın Resulü, akşamlasanız ya., dedi. Resûlüllah: "İn de bize kavut çorbası yap." dedi. Adam yine: "Ey Allah'ın Resulü, akşamlasanız ya," dedi. Resûlüllah tekrar: "İn de bize kavut çorbası yap." dedi. Adam "Henüz gündüz bitmedi." dedi. Resûlüllah: "İn de bize kavut çorbası yap." dedi. Adam indi ve onlara çorba yaptı. Resûlüllah çorbayı içti sonra şöyle buyurdu: "Gecenin şuradan yöneldiğini gördüğünüz zaman şüphesiz ki oruçlu olan iftar etmiş olur." Buhari, K. es-Savm, bab: 43

Ebul Âliyenin, iftar etmeden oruç tutma, yani akşam olduğu halde yeyip içmeksizin oruç tutma hakkında şöyle dediği rivâyet edilmektedir. "Allahü teâlâ "orucunuzu geceye kadar devam ettirin" buyurmuştur. Oruç tutan kimse gece olunca orucunu bozmuş sayılır. İster bir şey yesin isterse yemesin."

Katade de Hazret-i Âişenin, iftar etmeksizin oruç tutmayı kerih gördüğünü Rivâyet etmiştir.

Taberi diyor ki: "Eğer itirazen denilecek olursa ki: "Orucu açmamak ve gece gündüz oruç tutmak doğru değilse bunu yapanların gerekçeleri nelerdir? Nitekim Hişam b. Urve, Abdullah b. Zübeyrin genç iken geceleri de yemek yemeden peşpeşe yedi gün oruç tuttuğunu, yaşı ilerleyince bu şekilde beş gün oruç tuttuğunu yaşı iyice ilerleyince de bu şekilde üç gün oruç tuttuğunu Rivâyet etmistir. İmam Mâlik te Abdullah b. Zübeyrin oğlu Âmirin Ramazanın on altıncı günü ile on yedinci gününde geceleri de yemeksizin peşpeşe oruç tuttuğunu Rivâyet etmiş ve onunla şunları konuştuğunu nakletmiştir. Dedim ki: "Ey Ebul Haris, hiç yemek yemeden peşpeşe oruç tutman için sana güç veren ne oluyor? Dedi ki: "Ben yağ içiyorum. O benim damarlarımı yumuşatıyor, su ihtiyacım ise vücudumun içinden karşılanıyor."

Taberi diyor ki: "Bunu soranlara cevaben denir ki: "Bu şekilde oruç tutanlar, kendilerim aç bırakarak terbiye etmek istemişler, Allahü teâlânın rızası doğrultusunda amel işlerken kendilerini bir kısım çilelere katlanmaya alıştırmak istemişler ve bu tür amelleriyle de sevap kazanacaklarını arzu etmişlerdir. Bunların bu davranışları Hazret-i Ömerin emrettiği şu işlere benzemektedir. "Kıt kanaat yaşayın, dayanıklı olun, atların üzerine büzülürcesine binin, binekleri bırakın yalınayak yürüyün." Hazret-i Ömer bunları söylerken, mü’minlerin zevkü sefaya dalıp rahat yaşamaya alışmamalarını, böylece korkaklaşip düşmandan kendilerini korayamaz hale gelmemelerini istemiştir. Diğer yandan geceleri dahi yeyip içmeden, peşpeşe oruç tutmanın yasaklandığı hakkında Resûlüllahtan, tevatür derecesine ulaşan çeşitli hadis-i şerifler zikredilmiştir. Konuyu uzatmamak için onlardan bazılarını nakletmekle yetineceğiz.

Abdullah b. Ömer diyor ki:

"Resûlüllah, geceleri de yeyip içmeden peşpeşe oruç tutmayı yasakladı. Bunun üzerine dediler ki: "Sen yeyip içmeden peşpeşe oruç tutuyorsun. "Resûlüllah da buyurdu ki: "Ben sizin gibi değilim ben yediriliyorum ve içiriliyorum. Müslim, K. es-Sıyam, taab: 55, 56 tladis No: 1102

Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) diyor ki:

"Resûlüllah geceleyin yeyip içmeden peşpeşe oruç tutmayı yasakladı. Bunun üzerine müslümanlardan bir adam: "Ey Allah'ın Resulü, sen de geceleri yemeden peşpeşe oruç tutuyorsun." dedi. Resûlüllah da ona: "Hanginiz benim gibi olabilir? Ben rahbbim tarafından yedirilip içirilerek geceyi geçiriyorum. Buhari, K. es-Savm, bab: 49 buyurdu.

Taberi diyor ki: "Yeyip içmeksizin oruç tutma yasaklanmış ancak Resûlüllah sadece sahurdan sahura iftar ederek oruç tutmaya izin vermiştir.

Ebû Said et-Hudri, Resûlüllah’ın şöyle buyurduğunu işittiğini rivâyet etmiştir:

"Geceleri de bir şey yeyip içmeksizin peşpeşe oruç tutmayın. Sizden kim bu şekilde peşpeşe oruç tutmak isterse sahur vaktinden sahur vaktine kadar yeyip içmeden oruç tutsun." Dediler ki: "Ey Allah'ın Resulü, sen yeyip içmeden peşpeşe oruç tutuyorun." Resûlüllah da buyurdu ki: "Benim durumum sizin gibi değildir. Ben, beni yediren biri bulunarak ve içiren biri var olarak geceliyorum." Buhari, K. es-Savm, bab. 50

Âyet-i kerime’de: "Mescitlerde itikatta iken de hanımlarınıza yaklaşmayın." buyurulmaktadır. Mescitlerde itikafta bulunmaktan maksat, kişinin, çok zaruri beşeri ihtiyaçları (tuvalete gitme gibi) dışında mescitten çıkmaması, gece gündüz orada kalarak Allah’a ibadet etmesidir.

Âyet-i kerime’de, itikâfa girmiş olan insanın hanımına yaklaşmaması emredilmektedir. Kişinin, hanımına yaklaşmamasından neyin kastedildiği hakkında iki görüş zikredilmiştir.

a- Abdullah b. Abbas, Ata, Dehhak, Rebi' b. Enes, Katade, Süddi ve Mücahide göre burada zikredilen "Kadınlara yaklaşmama" ifadesindemaksat, "Onlarla cinsi münasebette bulunmamaktır" Buna göre itikafta bulunan kişinin, hanımını tutması veya öpmesinde bir mahzur yoktur. Onunla sadece cinsi münasebette bulunamaz.

b- Mâlik b. Enes ve Rebi' b. Zeyde göre ise burada kadınlara yaklaşmaktan maksat, herhangi bir şekilde onlara dokunmamaktır. Yani itikâfta bulunan kişi hanımlanyla cinsi münasebette bulunamadığı gibi, ona dokunamaz ve onu öpemez de. Bu görüşte olanlar, delil olarak âyetin genel ifadeli olmasını, herhangi bir dokunma sekimi özel olarak izah etmemesini zikretmişlerdir.

Taberi diyor ki: "Tercihe şayan olan görüş, kadınlara dokunul mamasından maksadın, onlarla cinsi münasebette bulunmama olduğunu söyleyen görüştür. Zira âyet ya genel olarak alınacak ve her türlü dokunma yasaklanacaktır yahutta âyetten özel bir dokunmanın kastedildiği, belli delillere dayanılarak söylenecektir. Resûlüllah’ın, itikâfta iken saçını hanımlarına tarattığı, birbirini te'yid eden hadisler tarafından rivâyet edildiğinden, âyetin genel şekilde değil özel bir şekilde dokunmayı (ki bu da cinsi münasebettir) yasakladığı anlaşılmaktadır.

Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) diyor ki:

"Resûlüllah itikâfa girdiğinde (Mescid-i Nebevinin kapısından dışarı doğru) başînı bana uzatırdı. Ben de onun başını tarardım. O, eve hiç gelmezdi ancak zaruri bir ihtiyacı için gelirdi. Müslim, K. el-Hayz, bab: 6, Hadis No: 297 Hazret-i Âişe diğer bir Rivâyette şöyle demektedir:

"Resûlüllah, ben odamda iken başîtîî banadoğru uzatırdı. Ben, adetli olduğum halde onun başını tarardım Müslim, K. el-Hayz, bab: 9, Hadis No: 297 Hazret-i Âişe'nin sözü diğer bir Rivâyete de: "Ben adetli iken onun başını yıkıyordum." şeklindedir. Müslim, K. el-Hayz, bab: 190, Hadis No: 297

187 ﴿