121

Ey Rasûlüm, sabahleyin erkenden ailenin yanından ayrılıp mü’minleri savaş yerlerine yerleştirdiğini hatırla. Allah, her şeyi çok iyi işiten, çok iyi bilendir.

Ey Rasûlüm, sabahleyin ailenden ayrılıp mü’minleri, düşmanlarına karşı savaşacakları mevkilerine yerleştirdiğini hatırla. Allah, sözlerinizi çok iyi işiten, içlerinizde olanları ve durumlarınızı çok iyi bilendir.

Taberi diyor ki: "Bu âyet-i kerime, bundan önce geçen âyet-i kerime ile bağlantılıdır. Bu sebeple âyetin izahı şöyledir. "Ey mü’minler, eğer bana itaatte ve Peygamberimin emirlerine uymada sabreder ve yasakladığım şeylerden korkup kaçacak olursanız, Yahudi kâfirlerinin tuzakları size hiçbir zarar vermez. Zira Allah size yardım eder. Nitekim Bedir savaşında, zelil halde iken sabretmeniz ve Allah’tan korkmanız sebebiyle Allah size yardım etmiş ve sizi, düşmanınıza galip getirmiştir. Şâyet sizler, emrime karşı gelir, sizi yükümlü kıldığım vazifeleri yerine getirmekte sabretmez ve yasakladığım şeyden kaçınmayacak olursanız, sizin başınıza, Uhut savaşında gelen olaylar gelir. Hatırlayın o zamanı ki Peygamberiniz, mü’minleri, sabahın erken saatinde, savaşacakları yere yerleştirmişti.

Müfessirler, bu âyet-i kerime’de zikredilen, Resûlüllah’ın, savaşçıları yerlerine yeri eşti rmesi olayında hangi savaşın kastedildiği hakkında iki görüş zikretmişlerdir.

a- Mücahid, Katade, Reb' b. Enes, Abdullah b. Abbas, Süddi ve İbn-i İshaka göre, bu âyette işaret edilen savaş, Uhut savaşıdır.

b- Hasan-ı Basriye göre ise bu savaş Hendek savaşadır.

Taberi,

birinci görüşün tercihe şayan olduğunu söylemiştir. Zira bundan sonra gelen âyetteki "Nerdeyse bozguna uğrayacak" olan iki topluluktan maksat, bütün müfessirlere göre Ensardan, Beni Seleme ve Beni Harise kabileleridir. Bunların, neredeyse bozguna uğrama halleri, Abdullah b. übey b. Selulün, Uhut savaşında, Resûlüllah’ın ordusundan ayrılıp gitmesi üzerine ortaya çıkmıştır. Bu da göstermektedir ki bu âyet-i kerime, uhut savaşına işaret etmektedir.

Taberi sözlerine devamla diyor ki: "Eğer denecek olursa ki" Bu âyette, işaret edilen savaştan maksadın, Uhut savaşı olduğunu nasıl söyleyebilirsin? Çünkü bu Âyette, Resûlüllah’ın sabahleyin erkenden ailesinden ayrılıp gittiği ve mü’minleri savaşacakları yerlere yerleştirdiği zikredilmektedir. Halbuki Resûlüllah Uhutta Cuma namazı kıldırdıktan sonra mü’minleri, savaşmak için alıp götürmüştür. Nitekim bu hususta İbn-i İshak, Muhammed b. Mesleme, Muhammed b. Yahya, Asım b. Ömer ve Husayn b. Abdurrahmanın, Resûlüllah’ın Cuma günü namazı kıldırdıktan sonra, Ensardan vefat eden bir kişinin de cenaze namazını kıldırıp zırhını giyerek Uhut savaşına gittiğini rivâyet ettiklerini zikretmiştir. O halde nasıl olur da Resûlüllah sabahleyin erkenden Uhuda gitmiş olabilir? Cevaben denilir ki. "Resûlüllah’ın, mü’minleri, savaşacakları yerlere yerleşti rmesinden maksat, sahabileriyle, nasıl savaşacağını istişare etmesidir. Zira, Kureyşliler, çarşamba günü gelip Uhut dağının eteğinde karargâh kurmuşlar, perşembe ve Cuma günlerini orada geçirmişler, Resûlüllah da cuma günü öğleden sonra çıkıp cumartesi günü Uhut dağının eteğine varmıştır. Resûlüllah, Ku-reyşlilerin Uhuda geldiklerini duyunca sahabeleriyle Medinenin içinde kalarak, kendilerini savunarak mı yoksa Uhuda gidip düşmanla sahada çarpışarak mı savaş yapılması hususunda sahabileriyle istişare etmiştir. İşte âyet-i kerime Resûlüllah'ın, sabahleyin erkenden yaptığı bir istişareye işaret etmektedir.

UHUT SAVAŞI

Uhut savaşı, Hicretin Üçüncü Yılının Şevval ayında meydana gelmiştir. Uhut savaşının en önemli sebibi şudur: Resûlüllah’ın ordusu Bedir savaşında Kureyşin ileri gelenlerini öldürmüş ve büyük ganimetler elde etmiştir. Bunun üzerine, Ölen müşriklerin oğulları ile sağ kalan liderler Kureyşin, reislerinden olan Ebû Süfyana: "Bütün servetimizi Muhammedle savaşmak için harca." demişlerdir. Bunun üzerine Ebû Süfyan, çeşitli çevrelerden topladığı paralı askerlerden bir ordu meydana getintıiştir. Sayılan üç bini bulan bu ordu, Mekkeden gelerek Medinenin yakınında bulunan Uhut dağının eteklerinde karargâh kurmuştur. Bu haberi alan Resûlüllah, Cuma günü, namazı kıldırdıktan sonra, Neccar kabilesine mensup olan Mâlik b. Amr'ın da cenaze namazım kılmış ve ashabıyla, düşmana nasıl karşı koyacaklarını görüşmüştür. Münafıklardan olan Abdullah b. Übeyy, düşmanın üzerine gitmeyip Medinede kalmalarını teklif etmiş ve demişitir ki: "Düşman, olduğu yerde kalmaya devam ederse kötü bir yerde hapsedilmiş gibi olur. Medineye hücum ederse erkeklerimiz savaşır, kadınlar ve çocuklar da onlara taşlarla karşı koyarlar. Şâyet hiçbir şey yapmadan dönüp giderlerse, ümitsizce dönüp giderler."

Bazı sahabiler, Özellikle Bedir savaşına katılmayanlar ise: "Müslümanların, Medineden çıkıp düşmana hücum etmelerini teklif etmişlerdir. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Zırhını giymiş ve gelmiştir. Düşmanın üzerine gidilmesini teklif edenlerden bazıları, Resûlüllahı böyle görünce, yaptıkları tekliften dolayı pişman olmuş ve şöyle demişlerdir: "Acaba biz, Resûlüllahı zorladık mı?" "Ey Allah'ın Resulü, dilersen Medinede kalalım," Resûlüllah da şu cevabı vermiştir: "Bir Peygamber zırhını giydikten sonra Allah, onun karar verdiği hususta hükmünü verinceye kadar geri dönmesi ona yakışmaz."

Peygamber efendimiz, sahabilerden meydana gelen bin kişilik ordusuyla düşmanın üzerine doğru hareket edince, Medinede kalalım teklifini yapan Abdullah b. Übeyy, kendi teklifini kabul edilmemesini bahane ederek, üç yüz kişilik kuvvetiyle ordudan ayrılarak geri dönmüş, kendisi ve arkadaşları şöyle demişlerdir: "Bugün bu ordunun savaşabileceğini bilseydik size tabi olurduk. Fakat bizler, sizin savaşabileceğiniz kanaatinde değiliz."

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) geri kalan ordusuyla yola devam etmiş ve Uhut dağının eteklerinde konaklamış, ordusunun arkasını dağa vererek şöyle demiştir: "Kimse ben emir vermeden sakın savaşı başlatmasın."

Resûlüllah bundan sonra, yediyüz kişilik ordusunu savaş düzenine sokmuş elli kişiden meydana gelen okçuların başına da Abdullah b. Cübeyr'i komutan tayin etmiş ve onlara şöyle demiştir: "Düşmana galip geldiğimizi görseniz de yerinizden ayrılmayın. Düşmanın bize galip geldiğini görseniz yerinizden ayrılıp bize yardımcı olmaya kalkmayın. Kuşların, bizim cesetlerimizi parçalayıp götürdüğünü görseniz de yerinizden ayrılmayın."

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ordunun sancağmı Mus'ab b. Umeyr'e vermiş, bir kısım çocukların da savaşa katılmalarına müsade etmiştir.

Düşman ordusu da savaş düzenine girmiş, üçbin kişiden meydana gelen düşman birliklerinin sağ kanadına Halid b. Velid, sol kanadına, Ebû Cehil'in oğlu İkrime tayin edilmiş, sancakları da Mus'ab b. Umeyr'in kardeşi olan Beni Ab-tlüddar oğullarından Ebû Aziz b. Umeyr'e verilmiştir.

İki ordu savaşa mübareze şeklinde başladı. Önce müşriklerden Ebû Âmir, onbeş adamıyla birlikte meydana çıktı ve Müslümanlara meydan okudu. Müşriklerin sancaktarı Talha b. Ebi Talha önce çıktı. Müslümanlardan da Hazret-i Ali ona karşı çıktı. Vuruştular Hazret-i Ali Talhayı bir hamlede yere serdi. Bunun üzerine Talhanm kardeşi Osman ileri atıldı. Ona da Hazret-i Hamza cevap verdi ve onu da bir hamlede öldürdü. Bundan sonra her iki taraf birbirine girdi ve umumi bir savaş başladı. Saflar birbirine girmiş şiddetli bir vuruşma başlamıştı. Hazret-i Hamza Ebû Dücane ve diğer bütün İslam kahramanları akıllara durgunluk verecek kahramanlıklar gösteriyor, düşmanı perişan ediyorlardı. İslam ordusu içinde en gözde kahraman Hazret-i Hamza idi. Hazret-i Hamza Bedir savaşında da Ebû Süfyanın karısı Hind'in babasını öldürmüştü. Bundan dolayı Hind, Hazret-i Hamzaya karşı müthiş bir kin besliyor ve onu öldürtmek için fırsat kolluyordu. Bu iş için de Vahşi adındaki bir köle ile anlaşmış Hazret-i Hamzayı öldürdüğü takdirde kendisini hürriyetine kavuşturacağını vaadetmişti. Vahşi Habeş usulü mızrak atmakta çok usta idi. Savaş sırasında bir kenara siperlenerek Hazret-i Hamzayı kollamaya başladı. Hazret-i Hamza saflar arasında kahramanca dövüşüyor iki eliyle tuttuğu kılıcıyla müşrikleri kırıp geçiriyordu. İşte bu sırada Vahşi bir yolunu bularak Hazret-i Hamzaya bir mızrak fırlatarak kanıma sapladı ve Hazret-i Hamza şehid oldu.

Fakat savaş bütün hızıyla devam ediyor, müşrikler saf dışı kalıyor, Müslümanlar devamlı ilerliyorlardı. Hazret-i Ali ve Ebû Dücanenin şiddetli saldırışları müşrikleri yerinden oynatıyor onları perişan ediyordu.

Düşman artık nerdeyse hezimete uğramıştı. Fakat henüz iş bitmiş değildi. Bu durumu gören Müslümanların bazıları, düşmanın takibini bırakıp ganimet toplamaya başladı. Ayrıca Peygamber efendimizin, "Yerinizden asla ayrılmayın." diye tenbih" ettiği okçular da, düşmanın mağlup olmakta olduğunu görünce, onlar da ganimet toplamak için yerlerini terkettiler. Başlarında bulunan Abdullah b. Cübeyr onlara, Resulüllahın tenbihini hatırlattı ise de dinletemedi. Yanında beş on kişi kaldı.

Okçuların yerlerini terkettiklerini gören düşman süvarilerinin başı Halid b. Velid, bu durumdan istifade ederek Müslümanları arkadan çevinnek için harekete geçti. Karşı koyan az sayıdaki okçuları şehit ederek Müslümanları arkadan Çevirdiler. Düşman Süvarileri, ganimetle meşgul bulunan Müslümanlara âni bir baskın yaptılar. İşte bu sırada tam bir kargaşa ve panik başladı. Kimin kime vurduğu belli olmuyordu. Bu kargaşa içinde Resulüllahın yanında on iki kişi kadar sahabi kalmıştı. Müslümanlar, Peygamber efendimizin nerede olduğunu bilemez duruma gelmişlerdi. Müslümanlar hem düşmanla vuruşuyor hem de Peygamberimizi arıyorlardı. Onu gören Kâ'b b. Mâlik "Ey Müslümanlar Resûlüllah burada" diye bağırmıştı. Bunun üzerine müşrikler bütün güçleriyle o tarafa doğru hücum ettiler. Hazret-i Ali ve arkadaşları da bütün güçleriyle Resûlüllahı koruyorlardı. Bu arada Peygamberimiz, yüzünden ve dudağından yara almıştı. Bunun üzerine sahabe, Resulüllahın etrafını sarmış, vücutlarını ona siper yapmışlardı. Bilhassa Ebû Dücane, gelen oklara ve her türlü saldırıya karşı vücudunu siper yapıyordu.

Peygamber efendimiz, yanında bulunanlarla birlikte düşmanın hücumundan kurtulmak için bir tepeye çıkmışlardı. Ebû Süfyan, Müslümanların oraya çıktıklarını görünce oraya da hücum etmişse de Hazret-i Ömer ve diğer sahabilerin okla karşı koymaları sebebiyle yaklaşamamıştır.

Ebû Süfyan da Uhut dağının eteğinde, Peygamberimizin çıktığı tepenin karşısında bir tepeye çıkmıştı. "Muhammed içinizde mi?" diye bağırmış cevap veren olmamış "Ebubekir orada mı?" diye sormuş yince cevap alamamış "Ömer aranızda mı?" diye ybağırmış yine cevap alamayınca "Demek ki bunların hepsi ölmüş" diye seslenmiş. Bunun üzerine Hazret-i Ömer: "Bunların hepsi buradadır ey Allah'ın düşmanı." diye cevap vermiştir. Kureyş ordusu, ölülerini toplayıp gömdükten sonra, harp sahasını terkederek çekildi. Müslümanlar, şehitlerini defnetmek için harp sahasına geldiklerinde gördükleri manzara yürekler parçalayıcı idi. Kureyşli müşrikler Müslüman şehitlerin kulaklarım ve burunlarını kesmişler, cesetleri parça parça etmişlerdi. Peygamberimiz, amcası Hazret-i Hamzayı aramaya başladı. Onu bulunca yüreği parçalandı. Kulakları, bumu kesilmiş karnı deşilmiş, ciğeri çıkarılmış bir haldeydi. Bu durumu gören Peygamberimizin üzüntüsünü tarif etmek mümkün değildi.

Müslümanlar şehitlerini toplayıp defnettiler. Şehitlerin sayısı yetmiş kişiydi. Şehitleri defnettikten sonra mahzun ve mükedder olarak Medineye döndüler.

Kureyş ordusu, Uhuttan çekildikten sonra Revha ya gelmişti. Orada bu işi bitirmek ve Medine üzerine yürümek fikrinde olanlar vardı. Fakat bir yandan da onlar çekilirken, Peygamberimizin emriyle Müslüman gözcüler, onların hareketlerini ve ne yapmak istediklerini takibediyorlardı. Onların tekrar Medineye dönme niyetlerinin anlaşılması üzerine, takibe karar verildi. Müslümanlar tekrar toparlandılar ve düşmanı takibe başladılar. Kureyş ordusu Revha da bulunduğu sırada, Müslümanların da Hamraül Esed'e geldikleri haberini aldılar ve Medineye hücumdan vaz geçerek Mekkeye müteveccihen çekip gittiler. Böylece Müslümanlar savaşı kazanmış olmadılarsa da sonunda tekrar üstünlğü ve nüfuzu elde ettiler.

121 ﴿