19Ey iman edenler, istemedikleri halde kadınlara zorla vâris olmanız size helal değildir. Açık bir hayasızlık yapmadıkça, onlara verdiğinizin bir kısmım alıp götürmeniz için onları sıkıştırmayın. Onlara iyilikle mua mele eden. Eğer onlardan hoşlanmıyorsanız, olabilir ki hoşunuza gitmeyen bir şeyde Allah sizin için çok hayır takdir etmiştir. Ey iman edenler, akrabalarınızdan herhangi biri ölür de geriye hanımı kalırsa o hanımı rızası olmadan miras yoluyla, zorla o hanımla evlenmeye kalkma yın. Zina, isyankârlık gibi açık bir hayasızlık yapmadıkça, onlara vermiş olduğunuz mehir ve benzeri şeyleri geri almak için onları sıkıştırmayın, onlara eziyet etmeyin. O kadınlara iyilikle muamele edin. Allah'ın size emrettiği gibi davranın. Şâyet o kadınlardan hoşlanmıyorsanız onları hemen boşamayın, bekleyin. Belki hoşunuza gitmeyen şeylerde Allah sizin için çok hayır takdir etmiştir. Müfessirler, âyet-i kerime’nin "Ey iman edenler, istemedikleri halde zorla kadınlara varis olmanız size helal değildir." bölümünde zikredilen "Varis olma" ifadesini iki şekilde izah etmişlerdir: Abdullah b. Abbas, Sehl b. Haniyf, İkrime, Hasan-ı Basri, Ebû Miclez, Ata b. Ebi Rebah, Mücahid, Süddi, Dehhak, İbn-i Zeyd ve Miksem, burada zik redilen "Vâris olma" ifadesinden maksadın, ölen akrabanın karısıyla evlenmeye varis olma anlamında olduğunu söylemişlerdir. Zira cahiliye döneminde bir ki şinin babası veya kardeşi yahut oğlu gibi akrabaları ölür de geriye karısı kalacak olursa bu kişi bu akrablarının karısıyla evlenme hakkına varis olduğunu kabul eder, onunla, mehir vermeksizin evlenirdi. Veya başka birisiyle evlendirir mehirini de kendisi alırdı. Yahut da ölünceye kadar onun evlenmesine engel olurdu ki kadın ancak ölen kocasından aldığı mehiri geri vererek evlenme hak kına sahib olabilsin. Bu hususta Abdullah b. Abbas diyor ki: "İslamdan önceki cahiliye döne minde bir erkek ölür de geride hanımı kalırsa, ölen kişinin akrabaları kendileri ni, o kadını almaya daha layık kabul ediyorlardı. İsterlerse kendileri o kadınlarla evleniyorlar veya başkalarıyla evlendiriyorlar, isterlerse de o kadının, ölünceye kadar başkalarıyla evlenmesine mâni oluyorlardı. İşte bunun üzerine bu âyet nazil oldu ve bu âdeti yasakladı. b- Abdullah b. Abbas ve Zühriden nakledilen diğer bir görüşe göre bura da zikredilen "Vâris olma"dan maksat, kadınların mallarına zorla vâris olmadır. Zira, cahiliye döneminde, kadınlar istemedikleri halde velileri onların evlenmelerine engel oluyor, evlerinde hapsediyorlardı. Ta ki öldüklerinde onların miraslarına sahibolsunlar. Bu hususta da Abdullah b. Abbas diyor ki: "Kişi ölür de geriye karısı kalacak olursa, Ölen adamın akrabası gelir, elbisesini o kadının üzerine atar böyle ce başkalarına engel olurdu. Eğer kadın güzel ise onunla evlenirdi. Çirkin ise, öldüğünde malına mirasçı olmak için onu evinde haphsederdi. Taberi diyor ki: "Bu görüşlerden, tercihe şayan olan görüş, burada zikredilen vâris olmadan maksadın, akrabaların karılarının nikâhlarına varis olduğunu söyleyen görüştür. Zira, Allahü teâlâ, mirasın hükümlerini belirten âyetlerde, erkek olsun, kadın olsun, akrabaların birbirlerine nasıl mirasçı olacaklarını be yan etmiştir. Ayrıca bu âyette, erkeklerin, kadınlara zorla varis olmalarının yasaklamasına gerek yoktur. Bundan da anlaşılmaktadır ki, bu âyetle, yasaklanması istenen, ölen akrabaların hanımlarının nikâhına mirasçı olma düşüncesidir. Böylece Allahü teâlâ, kişinin, evlendiği hanımından faydalanma hakkının, ölmesiyle sona ermiş olacağını ve bu faydalanma hakkının diğer eşyalardan fayda lanma hakkı gibi, mirasçılarına intikal etmeyeceğini beyan etmiştir. Âyet-i kerime’de geçen ve "Kadınlara verdiklerinizin bir kısmını alıp gö türmeniz için onları sıkıştırmayın." şeklindeki tercüme edilen ifade müfessirler tarafından farklı şekillerde izah edilmiştir. a- Abdullah b. Abbas, Haşan-ı Basri ve İkrime gibi bir kısım âlimlere göre burada hitap, Ölen erkeğin mirasçılarıdır. Ve bu ifadeden maksat şudur: Ey ölen erkeklerin mirasçıları siz, ölen akrabanızın sağ kalan karısının, kocasından aldığı mehire mirasçı olmanız için onun evlenmesine engel olup onu ölünceye kadar hapsetmeyin." Abdullah b. Abbas, Katade, Said b. Cübeyr, Süddi ve Dehhaktan nakledilen diğer bir görüşe göre burada hitap kocalaradır ve bu ifadeden maksat şudur: "Ey insanlar, sizler, kendilerine ihtiyaç hissetmediğiniz kadınları istemeyerek nikâhniz altında tutup, kendilerine verdiğiniz mahirleri tekrar size iade etmeleri için onları sıkıştırmayın. Bu hususta Abdullah b. Abbas diyor ki: Kişi evlendiği hanımı sevmediği için ondan ayrılmak ister fakat verdiği mehiri geri almak için ayrılmadan önce onu sıkıştırır veya herhangi bir eziyette bulunursa, o kişi işte bu âyetin muhatabıdır. Allahü teâlâ, böyle davranmayı yasaklamıştır. c- Mücahide göre ise, buradaki hitap, kadınların velilerinedir. Allahü teâlâ, Bakara suresinin iki yüz otuz ikinci âyetinde, velilere, kadınların evlenmelerine engel olmalarını yasakladığı gibi bu âyette de velilere, kadınların evlenmelerine engel olmalarını yasaklamıştır. d- İbn-i Zeyde göre ise, âyetin bu bölümündeki hitap, karılarını boşayan kocalarına aittir. Zira, Mekkede bulunan Kureyşliler, şerefli kadınlarla evleniyorlar sonra da geçinemedikleri oluyordu. Bu takdirde koca kendisi izin vermeden, başkasıyla evlenemeyeceğine dair kadından yazılı bir belge alıyordu. Bir kimse gelip o kadınla evlenmek isteyecek olursa kadın, bir şeyler vererek eski kocasını razı ederse kadının evlenmesine müsaade ederdi. Aksi takdirde onun evlenmesine engel olurdu. İşte bu âyet-i kerime indi ve karılarını boşayan kocaların böyle davranmalarını yasakladı. Taberi diyor ki: "Bu görüşlerden tercihe şayan olan görüş, buradaki hita bın, evli olan kocalara yapıldığını söyleyen görüştür. Allahü teâlâ, karısını sev mediği ve ondan ayrılmak istediği halde, onu boşamayan, sadece verdiği mehiri geri alması için onu nikahı altında tutan ve onu sıkıştıran kocalara, bu şekilde davranmalarını yasaklamıştır. Ancak, kanlan açık bir hayasızlık yaptıkları tak dirde, böyle bir tazyike baş vurarak verdikleri mehirleri geri alabileceklerine izin vermiştir. Taberi devamla diyor ki: "Bu görüşü tercih etmemizin sebebi şudur: "Ka dını sıkıştıracak ve hapsedecek iki kısım erker vardır. Bunlardan biri, kocasıdır. Koca, sevmediği halde sırf verdiği mehiri geri almak için kadını, nikahı altında tutar ve aynı zamanda ona kötü davranır ki kadın mehiri geri verip boşansın. Diğeri ise, kadının evlendinnede velisidir. Madem ki, kadını hapsedecek olan bu iki kısım erkektir, bunlardan, velinin kadına verdiği bir şeyi geri alması söz konusu değildir. Âyet-i kerime, sıkıştıran kişinin, verdiği şeyi geri alma maksadı ile sıkıştırdığını beyan etmektedir. O halde buradaki muhatabın, kadının kocası olduğu muhakkaktır. Âyet-i kerime’de, "Açık bir hayasızlık yapmadıkça" buyurulmaktadır. Yani, "Ey mü’minler, kendilerini sevmediğiniz halde sırf, verdiğiniz mehiri size iade etmeleri için, karılarınızı nikâhınız altında tutup, onları sıkıştırmayın. Ancak, onların apaçık bir hayasızlık yapmaları durumu müstesnadır. Onlar, böyle bir hayasızlık yapacak olurlarsa sizin, verdiğiniz meniden tekrar size iade etmeleri için onları sıkıştırmanız helaldir." Müfessirler âyetin bu bölümünde zikredilen hayasızlıktan neyin kastedil diği hususunda iki görüş zikretmişlerdir. a- Hasan-i Basri, Ata el-Horasani, Ebû Kılabe ve Süddiye göre burada geçen "Hayasızlık"tan maksat, kadının zina etmesidir. Kadın böyle bir suç işlemiş olursa kocanın, karısına baskı yaparak, vermiş olduğu mehiri geri alması caizdir. Kadına verilecek zina cezası ayrıdır. b- Abdullah b. Abbas, Miksem, Dehhak, Katade ve Ata b. Ebi Rebaha göre ise, burada zikredilen "Hayasızlık"tan maksat, kadının kocasına buğuz et mesi ve ona itaat etmemesidir. Bu görüş, Abdullah b. Mes'uddan da nekledilmiştir. Taberi ise, buradaki hayasızlığın, mutlak bir şekilde zikredilmesi hase biyle, kadının, kocasına karşı diliyle eziyet etmesini de, iffetini korumayarak zi na eünesini de kapsar mahiyette olduğunu söylemiş bu sebeple karısından itaat sizlik ve eziyet gören yahut onun fuhuş işlediğini tesbit eden bir kocanın, karısı nı sıkıştırarark ona verdiği mehiri geri almasının caiz olacağını söylemiştir. Taberi bu hususun bu âyet-i kerime’de açıkça ifade edildiği gibi Resûlüllahtan rivâyet edilen şu hadis-i şeriflerde de beyan edildiğini zikretmiştir. Resûlüllah, Veda hutbesinde şöyle buyurmuştur: "Ey insanlar, kadınlar hususunda Allah’tan korkun. Çünkü siz onları Allah’ın size emaneti olarak aldınız. Onların, avret mahallerini Allah'ın emriyle helal edindiniz. Sizin, onların üzerinde olan hakkınız, sevmediğiniz bir kimseye yata ğınızı çiğnetmemeleridir. (İstemediğiniz kimseleri izniniz olmadan evlerinize kabul etmemeleridir. Veya zina etmemeleridir.) Şâyet bunu yapacak olurlarsa siz onları ağır bir şekilde olmamak şartıyla dövün. Kadınların sizin üzerinizdeki hakları ise örfe göre yiyecekleri ve giyecekleridir. Müslim, K. el-Hac, bab: 147 Hadis No: 1218 / Ebû Davud, K. el-Menasik, bab: 57, Hadis No: 1905Diğer bir hadisinde Resûlüllah şöyle buyurmuştur: "Kadınlar hakkında, Aziz ve Celil olan Allah’tan korkun. Çünkü kadınlar, sizin yanınızda yardımcılardır. Kendileri için hiçbir şeye sahip değillerdir. Onla rın sizin üzerinizde sizin de onların üzerinde haklarınız vardır. Sizin, onların üzerinde olan haklarınız, sizin dışınızda herhangi bir kimseye yatağınızı çiğnet memeleri ve istemediğiniz bir kimsenin, evinize girmesine izin vermemeleridir. Şâyet kadınların itaatsizliğinden korkacak olursanız onlara öğütte bulunun. Ya taklarından uzaklasın ve onları, ağır olmayacak bir şekilde dövün. Onların sizin üzerinizdeki hakları ise örfe göre yiyecekleri ve giyecekleridir. Sizler kadınları Allah'ın emaneti olarak aldınız ve onları avret mahallerini Allah'ın emriyle helal edindiniz. Ahmecl b. Hanbel, Müsned, C. 5 S. 73 |
﴾ 19 ﴿