ENFAL SÛRESİYetmiş beş âyettir. 30.-36. âyetleri Mekke'de, diğerleri Medine'de nazil olmuştur. Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle. 1Ey Rasûlüm, sana, ganimetlerden soruyorlar. De ki: "Ganimetler, Allah'ın ve Resulünündür. Eğer gerçek mü’minler iseniz, Allah'tan korkun, aranızı düzeltin. Allah'a ve Resulüne itaat edin." Ey Rasûlüm, arkadaşların sana, ganimet malının kime ait olduğunu soruyorlar. Onlara de ki: "Ganimet sizin değil, Allah'ın ve Resulünündür. Onu dilediği yere verir. Eğer, rabbiniz tarafından gönderilenlere iman ediyorsanız, Allah'ın emirlerini tutup yasaklarından kaçınarak ondan korkun. Aranızdaki durumları düzeltin. Allah'ın ve Resulünün emrine itaat edin. Bu âyetten geçen ve "Ganimet" olarak tercüme edilen "ENFAL" kelimesinden neyin kastedildiği hususunda şu açıklamalar yapılmaktadır. a- İkrime, Mücahid, Dehhak, Abdullah b. Abbas ve İbn-i Zeyde göre buradaki "Enfal" kelimesi, "Ganimetler" demektir. Âyet-i kerime, ganimetlerin o sırada sadece Resûlüllah'a ait olduğunu, başka kimsenin bunda bir hakkı olmadığıni bildirmektedir. Daha sonra gelen başka bir âyet ise, ganimet mallarının nasıl taksim edileceğini beyan etmiştir. Bu görüşe göre âyetin manası şöyledir: "Ey Rasûlüm, sahabilerin sana, Bedir savaşında elde ettiğiniz ganimetlerin kime ait olacağım soruyorlar. De ki: "Onlar, Allah'ın ve Peygamberindir." b- Ali b. Salih'ten Rivâyet edilen diğer bir görüşe göre burada zikredilen "Enfal"dan maksat, müfrezelerin elde ettikleri ganimetlerdir. Âyet-i kerime'de bu gibi ganimetlerin, Allah'a ve Resulüne mahsus olduğu beyan edilmektedir. c- Zührinin, Abdullah b. Abbas'tan rivâyet ettiğine ve Atâ b. Ebi Rebah'a göre ise buradaki "Enfal" kelimesinden maksat, savaş sırasında kaçıp Müslümanlar tarafına geçen, asker, köle, Cariye, hayvan vb. şeylerdir. Bunlar, Resûlüllah'a aittir.O, bunlardan dilediği gibi tasarrufta bulunur. -Enfal, ganimet mallarının beşta biri demektir. Mücahid diyor ki: "Muhacirler: "Ganimet mallarından beşte bir niçin ayrılarak bizim paylarımızdan çıkarılıyor?" diye sorunca bu âyet-i kerime nazil olmuş ve ganimet mallarının beşte birinin Allah'a ve Resulüne ait olduğu bildirilmiştir. d- Mücahide göre ise burada zikredilen "Enfal" kelimesinden maksat, bu surenin kırk birinci âyetinde, verileceği yerler belirtilen ganimetin beşte biridir. Bu âyette: "Savaştan ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri, mutlaka Allah'ın, Peygamber'in, onun yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır." buyurulmaktadır. e- Abdullah b. Abbas'dan nakledilen diğer bir görüşe göre ise buradaki "Enfal" kelimesinden maksat, Resûlüllah'in veya yerine geçen Halifesinin, ganimet malının taksimi bittikten sonra bazı mücahitlere verebileceği, öldürdükleri düşmanın, elbise kılıç benzeri eşyalarıdır. Yani, ganimetten özel bir paydır. f- Abdullah b. Mes'ud ve Mesruk'tan rivâyet edilen diğer bir görüşe göre ise buradaki "Enfal" kelimesinden maksat, savaştan önce, Peygamberimizin veya Halifesinin, bazı mücahidlere vermeyi vaaddettiği ganimet mallarıdır. Taberi ise "Enfal" kelimesinin, devlet başkanının, ordunun bir kısmına veya tümüne ganimet paylarından fazla olarak verdiği mallar mânâsına geldiğini söylemiştir. Buna göre âyet-i kerime'inin izahı şöyledir: "Ey Rasûlüm, sahabilerin sana, Bedir savaşı ganimetlerinin taksiminden sonra arta kalan malların kime ait olacağını soruyorlar. De ki: "Onlar size değil Allah’a ve Resulüne aittir. O, onları dilediği yere verir." Bu âyet-i kerime'nin nüzul sebebi hakkında şu üç görüş zikredilmektedir: a- Bedir savaşına katılanların, ganimet malının kime ait olacağı hakkında ihtilaf etmeleri üzerine nazil olmuştur. Bu hususta Ubade b. Sabid diyor ki: "Biz, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Bedir savaşına gittik. Savsa ben de katıldım. Çatışma başladı. Allah, düşmanı mağlup etti. Müslümanların bir kısmı kaçan düşmanları kovalayıp onları yakalıyor ve öldürüyorlar, bazıları da savaş almanda ganimet topluyorlar, bir kısmı da Resûlüllahı düşmandan korumak için onun etrafına toplanmışlardı. Gece olunca herkes bir, araya toplandı. Ganimet toplayanlar, "Bunları biz topladık, kimsenin bunlarda hakkı yoktur." dediler. Düşmanı kovalayanlar da "Siz, ganimete bizden daha lâyık değilsiniz." Zira düşmanın o malları alıp götürmelerine biz mânı olduk, onları bizmağlupettik." dediler, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in çevresinde bulunup onu koruyanlar ise: "Siz, ganimete bizden daha layık değilsiniz. Çünkü biz, Resûlüllah’a, düşmandan bir zarar geleceğinden korkarak onun etrafında toplandık ve bundan dolayı ganimet toplayamadık." dediler. İşte bunun üzerine bu âyet nazil oldu ve Resûlüllah, ganimet mallarını müslümanlar arasında eşit bir şekilde taksim etti. Ahmet b. Hanbel, Müsned, C: 5, S: 324 Bu görü, Abdullah b. Abbas ve İkrimeden de nakledilmiştir. b- Bedir savaşına katılanların tamamının değil bazı sahabîlerin, ganimetten özel pay istemeleri üzerine nazil olmuştur. Bu hususta da Sa'd b. Ebi Vakkas diyor ki: "Bedir savaşında kardeşim Umeyr öldürüldü. Ben de Saîd b. Âs'ı öldürdüm. Onun "Zül Kuteyfe" adındaki kılıcını alıp Resûlüllah’a geldim Ahmet b. Hanbel, Müsned, C: 1, S: 180 Dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü bugün Allah, müşrikleri mağlup ederek beni mesrur etti. Bu kılıcı bana ver." Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Bu kılıç ne senindir ne de benim. (Onu, toplanan ganimet mallarının içine koy." Kılıcı koydum geri döndüm) ve kendi kendime şöyle dedim "Belki de Resûlüllah bu kılıcı, savaşta benim gibi imtihan geçilmemiş olan birine verecektir." Böyle düşünürken birisi arkadan beni çağırdı. Dedi ki "Acaba Allah hakkımda bir hüküm mü indirdi?" Resûlüllah'ın yanına vardım bana buyurdu ki: "Sen, benden bu kılıcı istedin. O, benim değildi. Şimdi ise bana bağışlandı. Al o kılıç senin olsun." İşte bu âyet sırada nazil olmuştu Tirmizi, K. Tefsiri el-Kur'an, bab: 9,1 ladis No: 3079) / Ahmet b. Hanbel, Müsned, C: 1, S: 178 / Eb Davud, K. el-Cihad, bab: 156, Hadis No: 2740 / Müslim, K. el-Cihad, bab 33-34, Hadis No: 1748 c- Bedir savaşına katılanlar Resûlüllah'tan, ganimet mallarının taksim edilmesini istemişler ve bunun üzerine bu âyet nazil olmuş ve ganimet mallarının Allah’a ve Resulüne ait olduğunu, Resûlüllah'ın, o mallarda dilekliği gibi tasarrufta bulunacağını beyan etmiş ancak daha sonra aynı Sûre'nin, kırk birinci âyeti gelmiş ve ganimetlerin nasıl taksim edileceğini beyan etmiştir. Bu görüş. A'maş, Dehhak, İbn-i Cüreyc ve İkrime'den nakledilmiştir. Taberi, âyetin genel ifadesinin, bütün bu görüşleri kapsar mahiyette olduğunu söylemiştir. Âyet-i kerime'in neshi hususuna gelince: Bir kısım âlemler, bu âyetin mensuh olduğunu sölmeşilerdir. "Enfal" kelimesini bütün ganimetler manasına almışlar ve ganimetlerin önce, sadece Resûlüllah’a ait olduğunu ve bunlarda dilediği gibi tasarrufta bulunduğunu, bu itibarla Bedir savaşı ganimetlerini, kendisine bir pay almadan, mücahitler arasında eşit şekilde dağıttığını, ancak daha sonra aynı surenin kırkbirinci âyeti inerek, ganimetlerin nasıl taksim edileceğini hükme bağladığını ve bu âyeti de neshettiğini söylemişlerdir, Mücahid, İkrime, Süddî bu görüştedirler. Diğer bir kısım âlimler ise bu âyette geçen "Enfal" kelimesinin mânâsının, "Ganimetleri toplamak" olduğunu, daha sonra gelen kırk birinci, âyetin ise, toplanılan ganimet mallarının, nasıl taksim edileceğini belirttiğini, bu sebeple bu âyetin mensuh olmadığını, sadece kırbirinci âyetle hükmünün kayıtlandığını söylemişlerdir. Taberi, âyet-i kerime'nin mensuh olduğuna dair herhangi bir işaret bulunmadığını, bu itibarla, herhangi bir delile dayanmaksızın Âyetin mensuh olduğunu söylemenin doğru olmayacağını söylemiş ve özetle şunları zikretmiştir. "Allah Teâla bu âyet-i kerime'de ganimetlerin, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ait olduğunu ve bunlardan dilediğine pay vereceğini bildirmiştir. Resûlüllah da bazan düşmanı öldürene, Öldürülenin teçhizatını vermiş bazan orduya savaşa başlamadan önce ganimetin dörtte birini, savaş bittikten sonra da beşte bir'in dışında kalanın üçte birini vermiştir Bir kısım insanlara da bazı savaşlarda, ganimetten payını aldıktan sonra, İlaveten develer vermiştir. Bu da göstermektedir ki, zikri yüce olan Allah, ganimetler hakkında nasıl davramlacağını, peygamberi Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bırakmış ki onlarda müslümanların maslahatlarım gözeterek tasarrufta bulunsun. Resûlüllah'tan sonra gelen halifelere düşen de, onun sünnetine uymaları ve ganimet mallarında müslümanların maslahatını gözeterek çeşitli tasarruflardan bulunmalarıdır. Âyet-i kerime'de "Aranızı düzeltin" buyurulmaktadır. Katade ve İbn-i Cüreyce göre bu cümleden maksat, Bedir savaşında ganimet alanlar aldıkları, paylarından birbirlerine vererek uzlaşmalarıdır. Böylece ganimetten pay alan güçlü ve kuvvetli olan insanlar yine ondan pay alan zayıflara kendi paylarından bir kısmını vererek aralarını bulmuş olsun ve uzlaşmış olsunlar. Mücahid, Abdullah b. Abbas ve Südtli'ye göre ise bu ifadeden maksat, insanların, ganimet hususundaki tartışmaları bırakıp bir birleriyle sulh olmalarıdır. Allah, onlara bu tür tartışmaları yasaklamıştır. 2Mü’minler ancak o kimselerdirki, Allah zikredildiği zaman kalbleri ürperir. Allah'ın âyetleri onlara okunduğu zaman imanlarını artırır ve sadece rablerine güvenirler. Mü’minler, Allah'ın, kitabında indirdiği yasaklan ihlal edip farzları terkedenler değil, Allah anıldığı zaman kalbleri, ürperen kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda kalbleri ürperip imanları artan ve Allah'tan başka kimseden medet ummayanlardir. Bu âyet-i kerime, gerçekten iman edenlerin sıfatlarını beyan etmekte onların, Allah'ın âyetleri okunduğunda kalblerinin ürperdiğini, böylece Allah'ın emirlerine sımsıkı sarılıp yasaklarından derhal kaçındıklarını beyan etmektedir. Mü’mine yaraşan, bir günah işlediğinde hemen ondan tevbe etmesidir. Bu hususta diğer bir âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır: "Onlar, bir hayasızlık yaptıkları veya nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlarlar ve hemen günahlarının bağışlanmasını isterler. Günahları Allah'tan başka kim bağışlar? Yaptıkları kötülükte bile bile ısrar etmezler. Al-i İmrân sûresi, 3/135 Abdullah b. Abbas diyor ki: "Münafıklar, Allah'ın farzlarını yerine getirirken onların kalbine Allah'ı hatırlatma gimez. Onlar, Allah'ın âyetlerinden herhangi birine iman etmezler. Allah'a tevekkül etmezler. Kimsenin olmadığı yerde namaz kımazlar. Mallarının zekâtlarım vermezler. Bu sebeple Allahü teâlâ, onların mü’min olmadıklarını bildirmiş, mü’minleri ise şu şekilde vasfılandırmıştır. "Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah zikredildiği zaman kalbleri ürperir. Böylece Allah'ın farz kıldığı ibadetleri yerine getirirler. Âyetleri kendilerine okunduğu zaman ise onların imanları artar ve onlar ancak Allah'a güvenirler. Onun dışında herhangi bir kimseye güvenmezler. 3Onlar, namazlarını dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rı-zıklardan, Allah yolunda harcarlar. O mü’minler, kendilerine farz kıldığımız namazı hakkıyla kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz mallardan, zekât, sadaka, cihad ve Hac gibi yerlere harcarlar. 4İşte gerçek mü’minler onlardır. Onlar için, rableri nezdinde dereceler, mağfiret ve güzel rızık vardır. Gerçek mü’minler, işte bu şekilde hareket edenlerdir. Yoksa "İman ettik" diyen ve kalbleri nifakla dolu olanlar değildir. Bu gerçek mü’minler için, Allah katında yüksek dereceler günahlarının affedilmesi ve cennette bol rızıklar vardır. Âyette zikredilen derecelerden masat, Mücahide göre dünya hayatındayken yaptıkları kıymetli amellerdir. İbn-i Muhayriz'e göre ise, cennette erişecekleri mertebelerdir. 5Bu durum (Ganimet malları hakkındaki ihtilaf) mü’minlerden bir cemaat istemediği halde, rabbinin seni evinden hak uğrunda çıkardığı (Bedirde savaşmak için çıkardığı) durum gibidir. Müfessirler, neyin Resûlüllah'ın, mü’minler istemediği halde evinden çıkarılmasına benzetildiği hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir. a- İkrimeye göre mü’minlerin, Allah'tan korkup aralarını düzeltmelerinin, kendleri için hayırlı olacağı, hususu, Resûlüllah'ın, mü’minler istemediği halde evinden çıkarılmasının kendisi için daha hayırlı olacağı hususuna benzetilmiştir. Buna göre âyetin mânâsı şöyledir: "Ey mü’minler, nasıl ki mü’minler istemediği halde Allah'ın, peygamberini, savaşmak için evinden çıkarması onun için hayırlı olmuşsa sizin de Allah'tan korkup birbirinizle barışmanız sizin için daha hayırlıdır. b- Mücahid ve Süddiye göre ise burada, mü’minlerin savaşmayı istememeleri durumu, Resûlüllah'ın evinden çıkarılmasını istememeleri durumuna benzetilmiştir. Buna göre de âyetin mânâsı şöyledir: "Nasıl ki bu mü’minler daha önce Kureyşin ticaret kervanına el koymak için senin, evinden çıkmanı istemiyorlardı ise şimdi de düşmanla savaşmak istemiyorlar ve o hususta seninle tartışıyorlar. c- Kûfeli lügat âlimlerinden bazılarına göre ise burada Resûlüllah'ın, ganimetleri taksimde bildiğini yapması hususu Kureyş kervanına el koymak için evinden çıkmada bildiğini yapma hususuna benzetilmektedir. Bu izaha göre âyetin manası şöyledir: "Nasıl ki Kureyş müşriklerinin ticaret kervanına el koymak için çıkıp gitmek istediğinde arkadaşların istemediği halde kararını yerine getirdiysen, ganimet mallarının taksiminde de, arkadaşlarının hoşuna gitmese de kararını yerine getir." d- Kûfeli lügat âlimlerinden diğer bir kısmına göre ise burada, bir kısım insanların, ganimet malları hususundaki tartışmaları meselesi, Bedirde savaşmak için tartışma meselesine benzetilmektedir. Bu izaha göre âyetin manası şöyledir: "Nasıl ki arkadaşların Bedirde savaşma hususunda "Bizi kervan için çıkardın savaş için çıkarmadı ki hazırlıklı gelelim." diyerek seninle tartışıyorlardı ise şimdi de ganimet hususunda tartışıyorlar. e- Bir kısım Basralı lügat âlimlerine göre ise burada sıfatları zikredilen bazı mü’minlerin gerçek mü’min olmaları hususu Resûlüllah'ın, mü’minler istemediği halde evden çıkarılmasının bir gerçek olduğu hususuna benzetilmektedir. Bu izaha göre âyetin mânâsı şöyledir: "Nasıl ki mü’minler istemediği halde rabbiriin seni evinden çıkarması hak idiyse Allah zikredildiği zaman kalbleri ürperen, âyetleri okunduğunda imanları artan, sadece rablerine güvenen, namazlarını kılan ve verdiğimiz rızıklardan infak edenlerin mü’min olmaları da hak'tır. f- Bir kısım âlimlere göre de bu âyette yemin vardır. Manası: "Mü’minlerden bir grup istemediği halde seni evinden çıkaran rabbine yemin olsun ki onlar seninle savaş hususunda tartışırlar." demektir. Taberi bu görüşlerden ikinci görüşün tercihe şayan olduğunu, Âyet-i kerime’de mü’minlerin, Resûlüllah'ın, evinden çıkmasını hoş görmedikleri gibi düşmanla savaşmayı da hoş görmedikleri hususunun belirtilmek istendiğini söylemiştir. Bu âyet-i kerime, Bedir savaşına işaret etmektedir. Bedir savaşı, özet olarak şöyle cereyan itmişti: Ebû Süfyan idaresindeki bir Kureyş ticaret kafilesi Şamdan dönmekteydi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kafilenin gelişini haber aldı ve durumu ashabına bildirdi. Onlar da "Çok mal, az adam" diyerek bu kafileyi ele geçirmek istediler. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) üçyüz on küsur kişiden oluşan bir mücahit birliği ile yola çıktı. Onun yola çakışını Mekkeli müşrikler haber almıştı. Ebû Cehil Mekke'de Kâb'nin damına çıkarak: "Ey Mekkeliler yetişin, kervanınız ve mallarınız elden gidiyor. Eğer Muhammed bu kervana el koyarsa artık bundan sonra size kurtuluş yoktur." diye feryad etmiş ve bu suretle bütün Mekkelileri toplayıp, bin küsur kişiden oluşan bir müşrik ordusuyla Medine'ye doğru yola çıkmış Bedir istikametine geliyordu. Medine'den hareket eden Resûlüllah da, ashabıyla birlikte Zafran vadisine varmıştı. Bu sırada Cebrâil (aleyhisselam) Resûlüllah'a gelerek "İki taifeden biri yani ya Kervan veya Kureyş ordusu sizindir." vahyini bildirdi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu ikisinden hangisini tercih edecekleri hususunda ashabıyla istişare etti. Sahabilerden bazılan: "Bize savaştan bahsetseyydiniz ona göre hazırlanırdık. Biz, sadece kervan için yola çıktık." dediler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kervan deniz kenarından geçip gitmiştir. Ebû Cehili kastederek şu adam ise bize yönelmiştir." dedi. Ebubekir ve Ömer (radıyallahü anh) ayağa kalkıp güzel şeyler söylediler. Sonra Hazreç kabilesinin reisi Sa'd b. Ubade "Ey Allah'ın Resulü, sen yapacağına bak, sana emredileni yerine getir." dedi. Ondan sonra Mikdat b. Amr "Allah'ın emrini yerine getir. Biz, senin arzun neyse onu yapmakta seninle beraberiz. Çünkü biz sana, İsrailoğullarının, Mûsa aleyhisselama, "Sen ve rabbin gidin birlikte savaşın, biz burada oturacağız." dedikleri gibi demeyiz. Biz, "Sen, rabbinle beraber git, onunla beraber savaş, biz de seninle beraber savaşacağız." deriz." dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) tebessümle Ensan kastederek şöyle dedi: "Ey insanlar görüşünüzü belinin. "Çünkü Resûlüllah, Ensar ile, Medine'nin içinde bulunduğu sürece kendisini savunacaklarına dair ahitleşmişti. Bu sözleri duyunca Sa'd b. Muaz: "Ey Allah'ın Resulü galibe bizi kastediyorsun?" dedi. Resûlüllah da "Evet" cevabını verdi. Sa'd dedi ki: "Biz sana iman etmişiz. Getirdiğin İslâm'ın hak olduğuna şahit. Seni dinleyip sana itaat edeceğimize dair biat etmişiz. İstediğin yöne git. Ey Allah'ın Resulü sen bize denizi göstersen ve kendin içine dalsan bizden hiçbir kimse geri kalmamak üzere hepimiz birlikte oraya dalarız..." Bu konuşmlardan sonra Müslümanlarla Mekkeli Müşrikler karşı karşıya geldiler. O zamanın harp usullerine göre savaş önce mübareze şeklinde başladı. Bir taraftan bir kişi çıkıyor meydan okuyor ona diğer taraftan bir rakip çıkıyor teke tek vuruşuyorlar, onlardan birisi yeniliyor daha sonra başka bir kişi çıkıyor ve bir müddet böyle devam ediyordu. Burada da savş mübareze usulü ile başladı. Müslümanlar karşılarına çıkan düşmanlan tepelediler. Bundan sonra her iki taraf ta umumi bir saldın ile birbirlerine girdiler. Ramazan ayının onyedinci cuma günüydü. Toz duman ortalığı kaplamış, kılıç şakırtıları cenk nâralan ufukları inletiyordu... Hazret-i Peygamber savaşın en şiddetli anında mücahitlerin arasında dolaşıyor onların morallerini takviye ediyor onlara destek oluyordu. İman güçleriyle savaşan Müslümanlar, kendilerinde kat kat üstün olan müşrikleri sonunda bozguna uğratarak Allah'ın yardımıyla galip geldiler. 6Gerçek açıkça ortaya çıkmışken, sanki göz göre göre ölüme sürüklüyormuşçasına, hak olan cihad hususunda seninle münakaşa ediyorlardı. Bir kısım mü’minler: "Sen bize düşmanla karşılaşacağımızı bildirmedin ki onlarla savaşmak için hazırlık yapalım. Biz, yalnız ticaret kervanını yakalamak için çıkmıştık" diyerek seninle bir gerçek olan savaş hakkında tartışırlar. Halbuki bunu Allah'ın emriyle yaptığı onlar için ortaya çıkmıştır. Onlar, düşmanla karşılaşmayı sevmediklerinden, sanki ölüme sürükleniyormuş gibi oluyorlar. Âyet-i kerime'de bir kısım insanların Resûlüllah ile tartıştıkları zikredilmektedir. Abdullah b. Abbas ve İbn-i İshaka göre bunlar, Resûlüllah'ın mü’min olan sahabileridir. Bunlar demişlerdir ki: "Biz kervan için çıkmıştık. Sen bize, düşmanla karşılaşacağımızı haber vermiştin ki onlarla savaşacak şekilde hazırlanalım." İbn-i Zeyde göre ise burada, Resûlüllah ile tartıştıkları beyan edilen kimseler, müşriklerdir. Onlar, savaşmaktan korkarak ölüme sürükleniyonmuş gibi hareket ediyorlar ve savaşmamak için Resûlüllah ile tartışıyorlardı. Taberi diyor ki, Bundan sonra gelen Âyette "Allah, o iki zümreden birinin, sizin olacağın vaadediyordu da siz kuvvetli olmayanın, sizin olmasını istiyordunuz." buyurularak mü’minlerin, Kureyş ordusuyla karşılaşmayı değil kervanı istedikleri beyan edildiği için bu âyette zikredilen tartışanların da mü’minler oldukları muhakkaktır." Âyet-i kerime'de geçen "Gerçek"ten maksat, savaş'tır. Âyet-i kerime'de gerçeğin açıkça ortaya çıktığı beyan edilmektedir. Süddi'ye göre bundan maksat, Resûlüllah'ın, Allah'ın emri dışında bir şey yapmadığının belli olmasıdır. Abdullah b. Abbas'a göre ise savaşmanın, Allah tarafından emrediidiğinin ortaya çıkmasıdır. Birinci izaha göre âyetin manası "Ey Rasûlüm, senin, Allah'ın emri dışında bir şey yapmadığının ortaya çıkmasına rağmen yine de gerçek hususunda seninle savaşıyorlar." şeklindedir. İkinci izaha göre ise "Ey Rasûlüm, savaşın emredilmesinin ortaya çıkmasından sonra yine de gerçek hususunda seninle tartışıyorlar." şeklindedir. 7Hatırlayın, Allah, o iki zümreden birinin, sizin olacağını vaadediyordu da siz, kuvvetli olmayanın sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkı gerçekleştirmek ve kâfirlerin kökünü kesmek istiyordu. Zikredilen iki zümre, Ebû Süfyan başkanlığındaki Kureyş'in Şam'dan dönen, takriben kırk kişilik kervanıyla, Resûlüllah'ın bu kervana el koyacağım duyarak Mekke'den hareket edip Bedire kadarg elen, yaklaşık bin kişilik müşrik ordusudur. Müslümanlar, kuvvetli olmayan zümrenin, yani kervanın kendilerinin olmasını istiyorlardı. Allahü teâlâ ise, müşrik ordusunun mağlup edilerek müslümanların yücelmesini, kâfirlerin ise kökünün kesilmesini sitiyordu. Neticede ilâhî irade tecelli etti. Müslümanlar kervanı yakalayamadılar fakat müşriklerle çarpışarak onları mağlup ettiler. 8Bu, suçlular istemese de Allah'ın, hakkı gerçekleştirmesi ve bâtılı ortadan kaldırması içindir. Allah, kâfirlerin kökünü kesmek istiyordu ki, suçlular istemese de hakla ortaya çıkarsın. Allah'a kulluk edilsin, İslâm yücelsin. Bâtılı ise ortadan kaldırsın. Artık putlara tapılır olmasın. 9Hani bir zaman rabbinizden yardım dilemiştiniz de o, "Ben size, peşpeşe bin Melek ile yardım edeceğim." diye dileğinizi kabul etmişti. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) diyor ki: "Peygamber efendimiz Bedir savaşında, bin kişiden meydana gelen müşrik ordusuna ve üçyüz on kişiden meyana gelen sahabelerine bakmış ve sonra kıbleye dönüp ellerini açarak rabbine şöyle yalvarmıştır: "Ey Allah’ım bana va-dettiğini gerçekleştir. Ey Allah’ım bana vadettiğini gönder. Ey Allah’ım, şâyet müslümanların bu topluluğunu helak edece kolursan artık yeryüzünde sana ibadet edilmeyecektir." Dua sırasında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in üzerindeki cübbesi omuzlarından aşağı düşünceye kadar elleri açık ve kıbleye yönelik olarak rabbine yavarmiştir. Hazret-i Ebubekir gelip cübbesini almış ve Resûlüllah'ın omuzuna koymuş ve yanından ayrılmayarak demiştir ki: "Ey Allah'ın Peygamberi, artık rabbine yalvarman kafidir. O, sana vaadettiğini gerçekleştirecektir." İşte bunun üzerine Aziz ve Ce-lil olan Allah bu Âyetleri indirmiş ve Melekleriyle ona yardım etmiştir. Müslim. K. el-Cihad, bab: 58 HN: 1763 /Tirmizi K. Tefsir el-Kur'an bab: 9 HN: 3O81 10Allah bunu ancak bir müjde olarak ve bununla kalbinizi huzura kavuşturmak için yapmıştır. Yardım ancak Allah katindandir. Şüphesiz ki Allah, her şeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir. Allah'ın size Melekler vasıtasıyla yardım etmesi, sizi zaferle müjdelemesi vekablerinizi sükunete kavuşturması içindir. Gerçekte zafer, ancak Allah katındadır. O halde onun zaferine güvenin, kendi gücünüze aldanmayın. Zira Allah, her şeye galip gelendir, yapıklarında hikmet sahibidir. 11Yine hatırlayın bir zaman Allah, katından bir güven olarak sizi hafif bir uykuya bürüdü. Sizi temizlemek, sizden şeytanın murdarlığım gidermek, kalblerinizi pekiştirmek ve ayaklarınızı yerinde sebatlı kılmak için üzerinize gökten su indirmişti. Hatırlayın Allah, Bedir gününde kendi katından bir emniyet olmak üzere sizleri uykuya daldırdı. Böylece istirahat ettiniz. Yorgunluğunuzu atıp düşmanla savaşmak için dipdiri hale geldiniz. Allah sizi, maddi ve mânevi pislikten temizlemek, sizden şeytanın "Susuzluktan öleceğiniz" hususundaki vesvesesini gidermek, size zafer nasibedeceğine dair olan vaadi ile kalblerinizi pekiştirmek istedi. Bastığınız yerleri sağlamlaştırarak, ayaklarınızı sabit kılmak için gökten üzerinize yağmur indirdi. Rivâyet ediliyor ki, müslümanlar, ayaklarının battığı kumlu, susuz bir arazide konaklamış ve uyumuşlardı. İçlerinden bazıları ihtilam olmuş ve yıkanmaları gerekmişti. Şeytan bunlara şöyle vesvese veriyordu: "Sizler zafere nasıl ulaşabileceksiniz? Su bile bulamıyorsunuz, abdestsiz ve cünüp namaz kılıyorsunuz. Bununla beraber kendinizi Allah'ın dostları sayıyor, içinizde onun Peygamberi bulunduğunu zannediyorsunuz. "Bunun üzerine Allahü teâlâ yağmur yağdırdı. Müslümanlar hem su içtiler hem de maddi ve manevi kirlerden temizlendiler. Yumuşak kumlu arazi sertleşti, ayaklan yere batmaz oldu. Böylece Allah onlardan şeytanın vesvesesini giderdi. 12Ey Rasûlüm, bir zaman rabbin Meleklere şöyle vahyediyordu: "Şüphesiz ben sizinle beraberim. İman edenleri yerlerinde sebatlı kılın. Ben, yakında inkâr edenlerin kalblerine korku salacağım. Siz hemen onların boyunlarını vurun ve bütün parmaklarını doğrayın." Allahü teâlâ bu âyet-i kerime'de, mü’minlere yaptığı, gözle görülmeyen yardımım bildiriyor ki onların, rablerine olan güvenleri pekişsin ve kendilerine verilen nimetlere karşı ona şükretsinler ve Allah'ın, dilediği zaman sebepler yaratarak, maddi bakımdan güçsüz olan mü’min kullarını muzaffer kılacağını bilmiş olsunlar. Âyet-i kerime'de, Allahü teâlâ'ın, meleklere, "iman edenleri yerlerinde sabit kılın" buyurduğu zikredilmiştir. Meleklerin mü’minleri yerlerinde sabit kılmalarından, neyin kastedildiği hususunda çeşitli izahlar yapılmıştır. Bazılarına göre bundan maksat, savaş esnasında meleklerin orada hazır bulunmalarıdır. Diğer bir kısım müfessirlere göre bundan maksat meleklerin, mü’minlerle birlikte, müşriklere karşı fiilen savaşmalarıdır. Başka bir kısım müfessirlere göre ise, meleklerin, müslümanlara "Biz, müşriklerin" Vallahi bize hücum ederlerse bizi mağlup ederler" dediklerini işittik." diyerek maneviyatlarını takviye etmeleridir Âyet-i kerime, savaşta çok önemli olan şu üç hususa işaret buyurmatadır: Birincisi, savaşan ordunun maneviyatını yükseltmek gerektiği hususudur. "İman edenleri yerlerinde sebatlı kılın." ifadesi buna işaret etmektedir. İkincisi, düşman ordusuna korku salıp moralini yıkma meselesidir. "Ben, yakında, inkâr edenlerin kalblerine korku salacağım." ifadesi de bunun belirtmektedir. Üçüncüsü ise, savaş sırasında en etkili bir şekilde düşmanı tesirsiz hale getirmek taktiğidir. "Siz hemen onların boyunlarını vurun." cümlesi de bu hususu belirtmektedir. 13Çünkü onlar, Allah’a ve Resulüne karşı geldiler .Kim, Allah’a ve Resulüne karşı gelirse şüphesiz ki Allah, cezası çok şiddetli olandır. Evet, bunların boyunlarının verulması ve parmaklarının doğranması, böylece mü’minlerin eliyle hak ettikleri cezaya uğramaları, şeytana uyup Allah ve Resulüne karşı gelmelerindendir. Zira, Allah'ın ve Resulünün emirlerine karşı gelenlerin cezası bir gün mutlaka verilecektir. Şüphesiz ki Allah cezası şiddetli Olandır. Onun dünyada vereceği ceza düşmanlarını helak etmesidir. Ahirettteki cezası ise suçluyu cehennem azabına sokmasıdır. 14İşte size vaadedilen. Onu tadın. Şüphesiz ki kâfirler için cehennem azabı vardır. Ey kâfirler topluluğu, işte size hemen peşinen verdiğim, boyunlarınızın vurulması ve parmaklarınızın doğranması azabını tadın. Ve bilin ki kafirler için âhirette de cehennem ateşinde yanma azabı vardır. 15Ey iman edenler, savaş için ilerlerken toplu halde kâfirlerle karşılaştığınız zaman sakın onlara arkanızı dönüp kaçmayın. Ey iman edenler, savaş sırasında size doğru yaklaşan kafirlerle karşılaştığınız zaman, sakın onların önünden kaçmayın. Yerlerinizde sabit olun. Onların önünde mağlup olup geri dönmeyin. İslâmda savaş sırasında düşmanla karşılaşmak zarureti doğunca ve karşılaşma hali meydana gelince artık ya zafer ya da şehitlik söz konusudur. Üçüncü bir yol yoktur. 16Savaş için taktik kullanan veya başka bir birliğe katılmak isteyen hariç, içinizden kim düşmana arkasını dönüp kaçarsa, Allah'ın gazabına uğramış olur. Onun varıp kalacağı yer cehennemdir. O, ne kötü bir yerdir. Sizden kim, savaş taktiği icabı veya başka birliğe katılmak için çekilme hariç, çatışma anında düşmandan geri dönüp kaçarsa şüphesiz ki o, Allah'ın gazabını hak etmiş olur. Kıyamet gününde onun varacağı yer cehennemdir. O, ne kötü bir yerdir. Müfessirler, bu âyet-i kerime’de zikredilen, savaştan kaçanın cezasının, sadece Bedirde savaşanlar için mi yoksa bütün savaşlarda savaşanlar için mi geçerli olduğu hususunda iki görüş zikretmişlerdir. a- Ebû Nadra, Ebû Said el-Hudri, Nafı, Dehhak, Hasan-ı Basri, Katade, Yezid b. Habib, Ata b. Ebi Rebah ve Mücahid'e göre bu âyette savsatan kaçan için zikredilen ceza, Bedir savaşından kaçacak olan kimselere mahsustur, Bu itibarla bundan sonra yapılan savaşlarda kaçanların, bu âyette zikredilen cezalarla cezalandırılmaları söz konusu değildir. Zira bu Âyetin hükmü mensuhtur. Bu hususta Ebû Said el-Hudri demiştir ki: "Bu hüküm Bedir savaşı içindi. O sırada müslumanların, Resûlüllah'tan başka katılacakları başka bir askeri birlikleri yoktu. Bedirden sonra ise artık müslümanlar birbirlerine destek olan birlikler meydana getirdiler. Yezid b. Habib de demiştir ki: "Allahü teâlâ, Bedir savaşından kaçana cehennem azabını gerekli kılarak buyurmuştur ki: "İçinizden kim düşmana arkasını dönüp kaçarsa Allah'ın gazabına uğramış olur. Onun varıp kalacağı yer cehennemdir. O, ne kötü bir yerdir." Daha sonra Uhut savaşı meydana geldiğinde o savaştan kaçanlar hakkında ise "İki topluluk karşılaştığı gün, içinizden savaştan yüzçevirenlerin işledikleri bazı günahlardan dolayı şeytan, onların ayaklarını kaydırmak istemişti. Allah onları affetti. Âl-i imran sûresi, 3/155 buyurmuş ve onları affettiğini belirtmiştir. Yedi sene sonra Huneyn savaşından kaçanlar hakkında: "O gün sayınızın çokluğu, sizi gururlandırmıştı. Fakat çokluğunuz size bir fayda sağlamamıştı da o geniş yeryüzü size dar gelmeye başlamıştı. Sonra da yüz çevirip geri kaçmıştınız..." Ondan sonra Allah dilediği kullarının tevebesini kabul eder Tevbe sûresi, 9/ 25-27 buyurmuş ve dilediğini affedeceğini belirtmiştir. Ata b. Ebi Rebah da demiştir ki; "Düşmanın önünden kaçanın, cehennem azabıyla cezalandınlacağtnı beyen eden bu âyet-i kerime, yine bu surenin altmış altıncı âyeti olan şu âyetle neshedilmiştir. Artık bundan sonra müslümanların kendi sayılarının iki katı olan düşmanın önünden kaçmalan yasaklanmıştır. Daha fazla olan düşmandan kaçmalarına ise izin vardır. Bu hususta Allahü teâlâ: "Şimdi ise Allah, yükünüzü hafifletti. Çünkü içinizde zaaf bulunduğunu biliyordu. Bundan böyle içinizden sabırlı yüz kişi çıksa iki yüz kişiye galip gelir. Eğer sizden bin kişi olsa Alalh'ın izniyle iki bin kişiye galip gelir. Enfal sûresi, 8/66 buyurmuştur. b- Abdullah b. Abbas'a göre ise bu âyetin hükmü, savaştan kaçan herkes için geçerlidir. Çünkü savaştan kaçmak, Allah'a ortak koşma gibi en büyü günahlardandır. Bu hususta Peygamber efendimiz şöyle buyurmaktadır: "Helak eden yedi şeyden kaçının" "Ey Allah'ın Resulü onlar nedir?" diye sorulunca "Allah'a ortak koşmak, büyü yapmak, Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı bir kişiyi haksız yere öldürmek, faiz yemek yetim malı yemek, savaş sırasında düşmandan kaçmak ve namuslu mü’min kadınlara iftirada bulunmaktır." cevabını vermiştir Buhari, K. el-Vasaya b: 23 / Müslim, K. el-İman b. 145, HN: 89 Taberi ikinci görüşün tercihe şayan olduğunu, âyetin, Bedirde savaşanlar hakkında nazil olmasına rağmen hükmünün, bütün mü’minler için geçerli olduğunu, bu itibarla, herhangi bir mü’minin bir taktik kullanma veya başka bir birliğe katılma dışında, savaştan kaçmasının haram olduğunu, buna rağmen savaştan kaçarsa, Allah'ın affetmesi dışında cehennem azabım hak etmiş olacağını söylemiş ve âyetin neshedildiğini gösteren kesin bir delil olmadığından, muhkem olduğunu belirtmiştir. 17O kâfirleri siz öldürmenediniz. Fakat Allah öldürdü. Ey Rasûlüm, kâfirlere attığın zaman aslında sen atmadın, fakat Allah attı. Allah bunu, güzel bir imtihanla, mü’minleri denemek için yapptı. Şüphesiz ki Allah, her şeyi çok iyi işiten ve çok iyi bilendir. Ey mü’minler Bedir savaşında müşrikleri siz öldürmedinz. Onları, size yardım ederek Allah öldürdü. Ey Rasûlüm, müşriklerin gözlerine kum taneleri saçtığından onları aslında sen atmadın. Fakat o kum tanelerini onların gözlerine isabet ettirerek Allah attı. Allah bunu, mü’minlere, zafer ve ganimet ihsan etmesi ve Resûlüllah ile beraber yaptıkları cihadın mükâfaatmı vermesi için yaptı. Şüphesiz ki Allah, Peygamberinin de diğer bütün yarattıklarının da yalvarmalarını çok iyi işiten ve hallerini çok iyi bilendir. Abdullah b. Abbas diyor ki; "Bedir savaşında, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir avuç toprak aldı ve müşriklerin yüzlerine doğru serperken şöyle buyurdu: "Yüzleri berbat olsun." Resûlüllah'ın serptiği bu toprağın, göz ve burunlarına değmediği hiçbir müşrik kalmadı. Bunu üzerine müşrikler geri dönerek kaçmaya başladılar. Resûlüllah'ın müşriklere karşı böyle yaptığı, Mücahid Katade, Hişam b. Urve, Hakîm b. Hizam Muhammed b. Kâb, Süddi, İbn-i Zeyd ve İbn-i ishaktan da Rivâyet edilmiştir Bu olayın, Huneyn savaşında cereyan ettiği sahih hadis kitaplarında zikredilmekle beraber, benzer olayın Bedir savaşında da cereyan ettiği, Ali b. Ebi Talha, Suddî, Muhammed b. Kays, Muhammed b. Kurezi el-Karzî, Abdurrahman b. Zeyd b. Eşlem, Mücahid, İkrime ve Katade tarafından rivâyet edilmektedir. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de mü’minlere, Bedir savaşında müşrikleri onların değil kendisinin öldürdüğünü, Resûlüllah'ın attığı şeyleri, onun değil kendisinin attığını bildirmekte ve böylece kulların yaptıkları işlerin yaratıcısının ve asıl sebebinin kendisi olduğunu bildirmekte, kulun ise sadece cüzî iradesini kullanarak o işi kazandığım bildirmektedir. Böylece kulun fiilinde Allahü teâlânın herhangi bir müdahalesi olmadığını söyleyenlerin görüşlerinin fasit olduğunu ortaya koymaktadır. 18İşte durumunuz budur. Şüphesiz ki Allah, kâfirlerin tuzağını güçsüz kılar. Müşriklerin öldürülmeleri, üzerlerine saçılan toprakla mağlup olmaları ve mü’minlerin onlara galip gelmesi gibi olaylar, cereyan etmiş gerçeklerdir. İyi bilin ki biz, kâfirlerin tuzaklarını güçsüz kılarız. Böylece ya zillette düşüp hakka boyun eğerler veya helak olup giderler. 19Ey müşrikler eğer fetih istiyorsanız işte fetih geldi. Eğer karşı gelmekten vaz geçersiniz, bu, sizin için daha hayırlıdır. Şâyet tekrar savaşa dönerseniz, biz de mü’minlerin yardımına döneriz. Sayıları çok da olsa, topluluğunuzun size hiçbir faydası olmayacaktır. Şüphesiz ki Allah, mü’minlerle beraberdir. Ey kâfirler topluluğu, eğer sizler fethi, müslümanlara karşı muzaffer olmayı ve hakkınızda Allah'ın hükmünü istiyorsanız, işte, Allah'ın, hakkınızdaki hükmü gelmiştir. O hüküm de, zulme uğramış olanların, siz zalimlere karşı galip gelmeleri ve haklı olanın, haksızı mağlup etmesidir. Ey kâfirler, eğer Alalh ve Resulünü inkâr etmekten ve Müslümanlara karşı savaşmaktan vaz geçersiniz bu, sizin dünyanız ve âhiretiniz için daha hayırlıdır. Şâyet yeniden müslümanlara karşı savaşmaya başlarsanız biz de Bedir savaşında olduğu gibi sizi yine mağlup ederiz. Sizin topluluğunuz ne kadar çok olsa, Bedir savaşında size bir fayda sağlamadığı gibi bundan sonra da hiçbir fayda sağlamayacaktır. İyi bilin ki Allah, yardım ve zaferiyle mü’minlerle beraberdir. Zühri, Atıyye, Abdullah b. Sa'lebe, İbn-i İshak, Yezid b. Rurhan ve benzerlerinden Rivâyet edildiğine göre Ebû Cehil, Bedir savaşında şöyle demiştir: "Ey Allah'ım, o, akrabalık bağını kopardı. Bizlere bilmediğimiz şeyleri getirdi. Yarın sen onu helak et." Ebû Cehil işte böyle söyleyerek fetih istemişti Ahmed b. Hanbel, Müsned, C: 55, S: 431 Bu âyet onlarla birnevi alay etmektedir. Yani onlar fetih istemiş fakat fetih, müslümanlara nasib olmuştur. 20Ey iman edenler, Allah’a ve Resulüne itaat edin. Davetini işittiğiniz halde Peygamberden yüz çevirmeyin. Ey iman, edenler, sizlere olan emir ve yasaklarında Allah'a ve Resulüne itaat edin. Allah'ın Resulünün size tebliğ ettiği emir ve yasakların duyduğunuz halde onlardan yüz çevirip karşı çıkmayın. 21Sakın, dinlemedikleri halde "Dinledik" diyenler gibi olmayın. Ey iman edenler, Kur’an’ın öğütlerini kulaklarıyla dinleyip onlardan faydalanmayan müşrikler gibi olmayın. Onlar "İşittik" derler amma aslında, onlardan faydalanacak bir şekilde dinlememişlerdir. 22Şüphesiz ki Allah katında, yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü, akıllarını kullanmayan sağır ve dilsizlerdir. Şüphesiz ki, Allah'ın yaratıklarından, yeryüzünde kımıldayanların, Allah nezdide en kötüsü, hakkı işitip öğüt almamak için, onu konuşmamak için sağır kesilen ve Allah'ın emir ve yasaklarını idrak edemeyen kimselerdir. Müfessirler, bu âyetle kimlerin kastedildiği hususunda iki görüş zikretmişlerdir. Abdullah b. Abbas'a göre: Bu âyet-i kerime, Abdüddar oğulları hakkında nazil olmuştur. Bunlar şöyle diyorlardı: "Biz, Muhammed'in getirdiği şeylere karşı sağır ve dilsiziz." Âyet-i kerime'de işte bunlar kınanmaktadır. Onların, yeryüzünde hareket eden, merkep, köpek, domuz gibi navyanlardan bile kötü oldukları bildirilmektedir. Zira bu çeşit hayvanlar, idrak kabiliyetinden yoksun oldukları için mazurdurlar. Fakat kâfirler, idrak sahibi oldukları halde gerçekler karşısında kör ve sağır gibidirler. İşte bu sebeple hayvanlardan daha aşağıdırlar. Muhammed b. İshak'a göre ise bu âyetle münafıklar kastedilmiştir. Taberi bundan önceki âyetlerin de Mekke müşriklerinden bahsetmeleri hasebiyle bu âyetin de, Abdullah b. Abbas'ın dediği gibi, onları kastettiğini söylemenin daha isabetli olacağını söylemiştir. 23Eğer Allah, onlarda bir hayır olduğunu bilseydi, hakkı mutlaka işittirirdi. Allah onlara işittirse bile yine de yüz çevirirlerdi. Onlar zaten yüz çeviricildirler. Şâyet Allah, bu müşrikler hakkında hayırlı olacağını bilmiş olsaydı onlara, Kur’an’ın öğüt ve ibretlerini işittirirdi ki, Allah'ın delillerini bizzat Allah'tan duyup düşünsünler. Fakat Allah onlarda herhangi bir hayır olmadığını, onların, cehennemlik oldukları yazılan şakiler olduklarını bu itibarla iman etmeyeceklerini bildi ve onlara işittirmedi. Şâyet Allah onlara Kur’an’ı işittirse de onu öğrenmiş olsalar bile onlar, Allah'tan ve peygamberlerinden yüzçevirirler. Kendilerine gerçekleri gösterecek delillere iman etmezler. İnatlanda ısrar ederler. Bir kısım müfessirler, bu âyet-i kerime'nin müşrikleri kastettiğini Allahü teâlâ'nın, onların iman etmeyeceklerini bildiği için Resûlüllah'a indirdiği Kur’an’ı onların işitmesini nasîbetmediğini söylemişlerdir. Diğer bir kısım âlimler ise bu âyetle münafıkların kastedildiğini, Allahü teâlâ'nın, onların dilleriyle söylediklerini kalblerine nüfuz ettirmediğini zira onların, iman etmeyeceklerini bildiğini söylemişlerdir. Âyet-i kerime bir faraziyeyi belirtmektedir. Yani, kendilerinde bir hayır olmadığını bildiği halde, Allah'ın, onlara, Kur'an'ın öğütlerini işittirdiği farz edilse bile onlar yine de inkâra sapacaklardı. Âyet-i kerime, Peygamber efendimizi teselli etmekte ve müşriklerin iman etmemelerine üzülmemesini öğütlemektedir. 24Ey iman edenler, Allah'ın Resulü sizi, kendinize hayat verecek şeylere davet ettiği zaman, hemen Allah'ın ve Resulünün davetini kabul edin. Bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Ve onun huzurunda toplanacaksınız. Ey iman edenler, Allah'ın Resulü sizi, insanlara hayat veren imana, hakka ve Kur'an davet ettiği zaman davetini kabul edin. İyi bilin ki her şey, Allah'ın tasarrufu altındadır. O, kalbleri dilediği gibi evirip çevirir. O, kalbler üzerinde, onları taşıyan bedenlerden daha hakimdir. Allah dilerse mü’minin kâfir olmasını, kafirin de mü’min olmasını engeller. Âyet-i kerime'de geçen ve "Hayat verecek şey" diye tercüme edilen ifadesinden neyin kastedildiği hususunda müfessirler, çeşitli görüşler zikretmişlerdir. a- Süddiye göre burada insanlara hayat verdiği bildirilen şeydan maksat, İslam ve imandır. İnsanlar kâfir iken ölüler gibi oldukları halde müslüman olduktan sonra onlar hayat bulmuş olurlar. b- Mücahide göre burada, insanlara hayat verdiği zikredilen şeyden maksat, haktır. Hakkı kabul edenler hayata kavuşmuş olurlar. Bâtıla saplananlar ise ölü gibidirler. c- Katadeye göre ise burada, insanlara hayat verdiği zikredilen şeydenmalıdır. Âyetin, "Ve onun huzurunda toplanacaksınız." ifadesi bu izahı güçlendirmektedir. f- Allah, kişinin aczini güç'e, korkusunu cesarete çevirerek onunla kalbi arasına girer. O halde kalbinizde hissettiğiniz korku ve acz'den dolayı iman ve itaattan geri durmayın. Allah'a dayanın o, sizin aczinizi giderir. Taberi, bu görüşlerden tercihe şayan olan görüşün şu görüş olduğunu söylemiştir. "Allah, kullarının kainlerine, onları taşıyan vücutlardan daha fazla hakimdir. Dilediği zaman, kullanyla kalbleri arasına girer de kalb sahibi olan kişi iman, inkâr, anlama ve benzeri herhangi bir şeyi idrak edemez olur. Âyetin bu şekilde izah edilmesi, yukarıda zikredilen görüşlerin hepsini kapsamış olur ki, âyetin genel ifadesine uygun olan da budur. 25Fitneden sakının. Çünkü o, içinizden sadece zulmedenlere dokunmaz. Bilin ki Allah, cezası çok şiddetli olandır. Âyet-i kerime, insanların, iman etmemeleri, Allah'ın emirlerine uymamaları, ve al akası zlaşmalan sebebiyle gelecek olan musibetin, iyiyi kötüyü ayırmadan, herkesi içine alacağını, kuru ile beraber yaşın da yanacağını zalimlerin başına gelecek olan felakete, salih kişilerin de uğrayacağını beyan etmektedir. Bu hususta Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz de şu hadis-i Şeriflerinde buyurmaktadır ki: "Canım kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki, ya iyiliği emredip kötülüğe mâni olursunuz yahut Allah sizlere kendi katından pek yakında bir azap gönderir de sonra onu kaldırılması için Allah'a yalvarırsınız Allah da duanızı kabul etmez. Tirmizi, K. el-Fiten, bab: 9, HN: 2169/Ahmed b. Hanbel Müsned, C: 5, S: 388-390-391. "Allah, belirli kişilerin suçundan dolayı bütün insanları cezai and ırmaz. Ancak, aralarında kötülük yayılır, onlar da bu kötülükleri önlemeye kadir oldukları halde engel olmazlarsa işte o zaman Allah, belirli kişilerin suçundan dolayı onları da diğerlerini de cezalanıdırır. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C: 4 S: 192/Muvatta, İmam Mâlik, K. el-Kelam bab: 23 "Ümmü Seleme diyor ki: "Resûlüllah'ın şöyle buyurduğunu işittim. "Ümmetim içinde günah açıktan işlenince Allah, katından göndereceği bir azapla hepsini cezalandırır. "Dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, onların içinde o gün salih insanlar yokmudur?" Resûlüllah buyurdu ki "Evet vardır." Dedim ki "Onların durumu ne olur?" Buyurdu ki: "Herkesin başına gelen, onların da başına gelir. Sonra onlar, Allah'ın affına ve rızasına kavuşurlar. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C: 6, S: 304 Zübeyr b. el-Avvam demiştir ki: "Ben bu âyeti uzun zaman okudum. Bizim, bu âyetin zikrettiği kimselerden olacağımızı sanmıyorduk. Bir de baktık ki, bununla biz kastedıliyormuşuz." Hasan-ı Bari demiştir ki: "Bu âyet, Ali, Osman, Talha, Zübeyr gibi, Resûlüllah'ın sahabilerinden bir kısım insanlar hakkında nazil olmuştur. Süddi de bu âyetin, Cemel vak'asma katılan sahabilere işaret ettiğini söylemiştir. 26Düşünün ki, bir zamansayınız az idî. Yeryüzünde zayıf görülenlerdiniz, İnsanların sizi kapıp götürmesinden korkuyordunuz. Öyle iken Allah sizi barındırdı. Yardımıyla destekledi. Ve sizi, helal ve temiz şeylerle rıziklandırdi ki şükredesiniz. Ey iman edenler, Allah'ın, üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Bir zaman sizler az ediniz. Kâfirler tarafından küçümseniyor, dininzden dönmeye zorlanıyor ve çeşitli işkencelere maruz kalıyordunuz. Müşriklerin, sizi kapıp götürmesinden korkuyordunuz. Allah sizleri Medine'de yerleştirdi. Oranın sakinleri olan Ensar ile size yardım etti. Onlar vasıtasıyla Bedir savaşında muzaffer oldunuz. Ve Allah, size verdiği nimetlere karşılık, ona şükredesiniz diye sizleri çeşitli nimetlerle rızıklandırdı. Âyet-i kerime’de mü’minlerin, birtakım insanlar tarafından kaçırılıp götürülmekten korktukları zikredilmektedir. Kendilerinden korkulan bu insanlardan kimlerin kastedildiği hususunda iki görüş zikredilmiştir. a- İkrime, Kelbi ve Katadeye göre, müslümanların, kendilerini kaçıracaklarından koltuklan bu insanlar, Kureyş müşrikleridir. Zira müslümanlar hicret etmeden Mekke'de iken Kureyş müşriklerinden çekiniyorlar, Bedir savaşı başlamadan önce de yine onların, kendilerini esir edip Mekke'ye götüreceklerinden korkuyorlardı. b- Vehb b. Münebbih ve Katadeye göre ise burada, kendilerinden korkulduğu zikredilen insanlardan maksat, Farslar ve Bizanslılardır. Onlardan korkanlar'dan maksat ise Araplardır. Bu hususta Katade şunîan söylemiştir: "Araplar insanların en zelili, yaşantısı en perişan olanı, karnı en aç olan, vücudu en çıplak olan, sapıklığı en açık olanıydı. Onlardan yaşayan, derbeder ve perişan şekilde yaşardı. Ölenler ise cehennem azabına sürüklenirdi. Başkaları tarafından sömürülür, kendileri başkalarının bir şeyini yiyemezlerdi: Vallahi yeryüzü sakinlerinden, o günün şartlarında onlardan daha perişan bir millet yoktu. Nihâyet Allah islamı gönderdi. Onları yeryüzünde yerleştirdi. Rızıklarını bollaştırdı. Onları İslamla, insanların üzerine idareciler yaptı. Evet, bu gördüğünüz şeyleri Allah size İslam sayesinde verdi. O halde nimetlerine karşı Allah'a şükredin. Zira rabbiniz, şükrü seven bir lütufkârdır. Şükredenler ise Allah'tan, daha fazla nimetlere erişirler. Taberi diyor ki: "Bu görüşlerden tercihe şayan olanı birinci görüştür. Müslümanların kendilerinden korktukları insanlar, Kureyşlilerdir. Çünkü müslümanlar, hicret etmeden önce Kureyşlilerin haricinde herhangi bir kimseden korkmuyorlardi. Zira kafirlerden, müslümanları en yakınında olanlar Kureyş müşrikleriydi. Onlar sayıları çok, mü’minleri az idi. Bu sebeple mü’minler, onlardan çekmiyorlardı. 27Ey iman edenler, Allah'a ve Resulüne ihanet etmeyin. Bildiğiniz halde emanetlerinize de ihanet etmeyin. Müfessirler, bu âyet-i kerime'de geçen cümlesindeki fiilinin cümlenin içindeki gramer durumunun ne olduğu hakkında iki görüş zikretmişler ve âyete, bu görüşlere göre mana vermişlerdir. Abdulah b. Abbas'a göre bu fiil kendisinden önce geçen cümlesine atfedil mistir. Bu itibarla her ne kadar başında harfi zikredilmemişse de manen zikredilmiş gibidir. Bu izaha göre âyetin manası, mealde verildiği gibidir. Süddi ve İbn-i İshaka göre ise fiili, yukanda geçen cümlenin illeti ve gerekçesidir. Buna göre âyetin manası şöyledir: "Ey iman edenler, Allah'a ve Resulüne ihanet etmeyin. Zira onlara ihanet etmeniz, sizin, emanetinize ihanet etmeniz ve onu yok etmenizdir.' Allahü teâlâ, bu âyet-i kerime ile, Resûlüllah'ın sahabilerinden iman edenlere hitabetmekte ve onlara duyurmaktadır ki: "Ey , Allah'ı ve Peygamberini tasdik edenler, görünüşte iman ediyor gibi olup ta takacılığınızı gizleyerek ve müşriklere, mü’minlerin gizli durumlarım bildirerek Allah'a ve Peygamberine ihanet etmeyin. Ve Allah'ın size emanet ettiği farzlara da ihanet etmeyin. Onları eksik yapmayın. Bunu, bile bile yapmayın." Müfessirler, bu âyet-i kerime'nin nüzul sebebi hakkında farklı görüşler zikretmişlerdir. a- Atâ b. Ebi Rebahın, Cabir b. Abdullah'tan naklettiğine göre bu âyet-i kerime kervanı ile ticaret yapmaya giden Ebû Süfyan'a, müslümanların, kervanına el koyma planı yaptıklarını bildiren bir münafık hakkında nazil olmuştur. Cabir b. Abdullah diyor ki: "Ebû Süfyan, ticaret yapma maksadıyla Mekke'den ayrılıp Şam'a gidince, Cebrâil (aleyhisselam) Resûlüllah'a gelerek "Ebû Süfyan, ticaret kervanıyla falan yerde bulunmaktadır." demiş, Resûlüllah da sahabilerine: "Ebû Süfyan filan yerde gidin onu yakalayın. Bunu da gizli tutun" buyurmuştur. Bunun üzerine münafıklardan bir adanı mektup yazıp Ebû Süfyana göndermiş ve demiştir ki: "Muhammed üzerinize gelecek tedbirinizi alın." İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime inmiş ve "Ey iman edenler, Allah'a ve Resulüne ihanet etmeyin. Bildiğiniz halde emanetlerinize de ihanet etmeyin." buyurmuştur. b- Zühri ve Abdullah b. Ebi Katadeye göre ise bu âyet-i kerime, "Ebû Lübabe" isimli bir sahebe hakkında nazil olmuştur. Hendek savaşında, Mekkeli müşrikler, müslümanlarla savaşmak için Medine'yi kuşatmışlardı. Bunu gören Yahudi Beni Kureyza kabilesi, daha önce Medine'yi savunmak üzere Müslümanlarla anlaştıkları halde bu durumu fırsat bilerek Müslümanlar aleyhine müşriklerle işbirliği yaptılar. Allah, müşrikleri mağlup ederek müslümanları galip getirince Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu hainlerden hesap sordu. Ve kendilerine verilecek cezada bir hakem seçmelerini istedi. Onlar da Sa'd b. Muaz'ı seçtiler Fakat, Sa'd'in haklarında ne gibi bir hüküm vereceğini öğrenmek için, sahabeden, Ebû Lübabe ile istişare ettiler. Ve "Biz bu kaleden inip te teslim olursak hakkımızda ne işlem yapılacak?" diye sordular. Ebû Lübabe ise eliyle boğazına işaret etti. Onlar da bundan, kafalarının kesileceğini anladılar. Ebû Lübabe diyor ki: "Daha oradan kımıldamadan, Allah ve Resulüne ihanet ettiğimi anladım." Ebû Lübabe gelip, kendisini Mescid-i Nebevideki bir direğe bağladı ve "Ölünceye veya Allah tarafından tevbesi kabul edilinceye kadar yeyip içmeyeceğine yemin etti. Bu şekilde yedi gün kaldı. Sonunda düşüp bayıldı. Nihâyet Allahü teâlâ, Tevbe suresinin yüz iki ve yüz üçüncü âyetlerinde Ebû Lübabe'nin tevbesini kabul ettiğini bildirdi. İşte bu olay üzerine bu âyet nazil oldu. c- Muğire b. Şubeye göre ise bu âyet-i kerime, Hazret-i Osman (radıyallahü anh)'nın öldürülmesi hakkında nazil olmuştur. Taberi diyor ki: "Bu hususta en doğru olan söz şudur. "Allahü teâlâ, âyet-i kerime’de, mü’minlere, kendisine, peygamberine ve mü’minlere emanet ettiği şeylere ihanet etmemelerini emretmiştir. Bu âyetin, Ebû Lübabe hakkında inmiş olması da mümkündür, başkaları hakkında inmiş olması da. Bu âyetin iniş sebebine dair elimizde kesin bir delil bulunmamaktadır. Müfessirler, âyette zikredilen "Emanetleriniz" ifadesinden neyin kastedildiği hususunda iki görüş zikretmişlerdir: Abdullah b. Abbas'a göre burada zikredilen "Emanetler"den maksat, insanların, gözleriyle göremedikleri, Allah'ın farzlarıdır. Abdullah b. Abbas diyor ki: "Allah'a ihanet etmek, onun farzlarını terketmekle, Resûlüllah'a ihanet etmek ise onun sünnetlerini yapmamakla olur. Kendi emanetlerine ihanet de, Allah'ın, kullarını sorumlu tuttuğu görevleri yerine getirmemekle olur. İbn-i Zeyde göre ise burada zikredilen "Emanetler"den maksat, "Din"dir. İbn-i Zeyd demiştir ki: "Münafıklar, bile bile dine ihanet etmişlerdir. Çünkü onlar, kâfir oldukan halde, mü’min olduklarını açığa vurmuşlar, Allah'ın, kendilerine emanet ettiği dinine ihanet etmişlerdir. 28Bilin ki sizin için mallarınız ve evlatlarınız ancak bir imtihandır. Büyük mükâfaat ise elbette Allah nezdindedir. Ey iman edenler, bilin ki mallarınız ve çocuklarınız, sezin için ancak bir imtihandır. Allah, onlarla sizi imtihan eder. Emir ve yasaklarına uyup uymadığınıza bakar. Büyük mükâfaat ise ancak Allah katındadır. O halde Allah'a itaat edin de büyük sevaba nail olun. Âyet-i kerime, mal ve evlatların insanı yoldan çıkarabileceğini bu itibarla bunlara kapılmayarak, Allah'ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakınılması gerektiğini bildirmektedir. Zira büyük mükâfaatı mal ve evlatlar değil Allah verecektir. Bu hususta diğer âyetlerde de şöyle buyrulmaktadır: "Ey iman edenler, mallarınız ve çocuklarınız, sizi, Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim böyle olursa, işte onlar, hüsrana uğrayanlardır Münafikûn sûresi, 63/9 "Ey iman edenler, hanımlarınızdan ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakımn.. Teğabun sûresi, 64/14 29Ey iman edenler, Allah'tan korkarsanız o size, iyi ile kötüyü ayırdedecek bir anlayış verir. Kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah, büyük lütuf sahibidir. Ey iman edenler, eğer Allah’a itaat edip ona karşı günah işlemekten kaçınırsanız, o size, hakkı bâtıldan ayirdedebileceğiniz bir nur ve bir çıkış yolu verir. Geçmiş günahlarınızı siler ve sizi bağışlar. Allah, yarattıklarına karşı büyük lütuf sahibidir. Âyet-i kerime'de geçen ve "İyi ile kötüyü ayırdedecek bir anlayış" diye tercüme dilen kelimesi, Mücahid, Abdullah b. Abbas, Dehhak ve İkrime'den nakledilen bir görüşe göre "çıkış yolu" demektir. Bunların izahına göre âyetine izahı şöyledir: "Ey iman edenler, Allah'tan korkarsanız o size bir çıkış yolu yaratır." Yine İkrime, Mücahid, Süddi, Abdullah b. Abbas ve Katade'den nakledilen diğer bir görüşe göre kelimesinin manası: "Kurtuluş" demektir. Bu izaha göre âyetin mânâsı şöyleldir: "Ey iman edenler, Allah'tan korkarsanız o sizi kurtuluşa eriştirir." İbn-i İshaka göre ise bu ifadeden maksat, hakkı bâtıldan ayırdeden kabiliyet demektir. 30Ey Rasûlüm, hatırla, bir zaman, kâfirler, seni yerinden kımıldatmamak veya öldürmek yahut sürüp çıkarmak için tuzaklar kuruyorlardı. Onlar sana tuzak kurarken, Allah da onların tuzaklarını boşa çıkarıyordu. Allah, tuzakları bozanların en hayırlısıdır. Ey Rasûlüm, hatırla, hani bir zaman müşrikler Mekkede, Dârünnedvede, seni hapsetmek veya öldürmek yahut vatanından çıkarmak için tuzak kuruyorlardı. Onlar sana tuzak kurarlarken, rabbin de onların tuzaklarını boşa çıkarıyordu. Allah, tuzakları bozanların en hayırlısıdır. Âyet-i kerime'de geçen ve "Yerinden kımıldatmamak" diye tercüme edilen kelimesi, Abddullah b. Abbas, Mücahid, Katade ve Miksem tarafından "Seni bağlamak" şeklinde izah edilmiş, Atâ ve İbn-i Zeyd tarafından, "Seni hapsetmek" şeklinde izah edilmiş, Ubeyd b. Umeyr tarafından ise "Seni sinirlemek" diye izah edilmiştir. Birinci izaha göre müşrikler, Resûlüllahı bağlayıp tutmak istemişler ikinci izaha göre bir yere hapsedip tutmak istemişler, üçüncü izaha göre ise onu büyüleyip tutmak istemişler, üçüncü izaha göre ise onu büyüleyip şakın hale getirmek istemişlerdir. Mekkeli müşriklerin, Resûlüllahı büyülemek istemeleri hususunda Ubeyde b. Umeyr demiştir ki: "Ebû Talib, Resûlüllah'a dedi ki: "Kavmin sana karşı ne gibi tuzaklar kuruyorlar?" Resûlüllah da buyurdu ki: "Beni büyülemeyi, öldürmeyi ve yurdumdan çıkarmayı istiyorlar." Ebû Talip dedi ki: "Bunu sana kim bildirdi? "Resûlüllah da buyurdu ki: "Rabbim bildirdi" Ebû Talip dedi ki: "Rabbin ne güzel bir rab!, ona iyi davran." Resûlüllah da buyurdu ki: "Ben mi ona iyi davranacağım? O bana iyi davranır." İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu. Bu âyet-i kerime’nin nüzul sebebi hakkında Abdullah b. Abbas'dân şunlar nakledilmektedir; "Kureyş kabilesinin ileri gelenleri Darünnedveye gitmek üzere toplandılar. Darünnedvenin kapısına gelince karşılarına, saygı değer yaşlı bir zat şeklinde Şeytan çıktı. Onu görünce "Sen kimsin?" diye sordular. İhtiyar "Ben, Necidli bir şeyhim, sizin, önemli bir husus için toplanacağınızı duydum. Görüş ve nasihati arımdan mahrum olmayasmız diye buraya geldim." dedi. Peki bizimle baraber içeri gir," dediler. O da girdi. Dârünnedvede toplananlar Resûlüllah hakkında "Bu adamın meselesine iyi dikkat edin, vallahi bu, yakında size galip geçektir." dediler. İçlerinden biri: "Onun elini kolunu bağlayarak hepsedin. Sonra da "Onun, zamanın felaketine uğramasını bekleyin... Tür sûresi, âyet, 52/30 yok olup gitsin. Nitekim bundan önce Züheyr ve Nâbiğa gibi şairler de yok olup gittiler. Bu da onlar gibi birisidir." dedi. Bunun üzerine, Necidli Şeyh görünümündeki, Allah düşmanı Şeytan bağırdı. "Vallahi sizin bu görüşünüz görüş değildir. Rabbi, onu, sizin hapsettiğiniz yerden çıkarıp arkadaşlarına kavuşturur. Arkadaşları size karşı ayaklanıp onu elinizden alırlar, ona bir şey yapmanıza engel olurlar. Ayrıca sizi, memleketinizden çıkarmayacaklarına da emin değilim." Müşrikler "Şeyh doğru söyledi başka bir çare düşünün." dediler. Bunun üzerine başka birisi: "Onu aranızdan çıkarıp sürgün edin. Böylece ondan kurtulmuş olursunuz. Zira o, buradan çıkarıldıktan sonra bize bir zarar veremez. Gittiği yerde ne yaparsa yapsın." dedi. Necidli Şeyh yine bağırarak şöyle dedi: "Vallahi bu görüşünüz de görüş değildir. Onun sözlerinin tatlılığını, hatipliliğini, ko-nuştuklanyla insanların kalbini çeldiğini görmüyormusunuz? Vallahi eğer siz böyle yaparsanız o gider, davasını diğer Araplara anlatır, onları aleyhinize kışkırtır. Onlar da gelip sizi memleketinizden çıkanr ileri gelenlerinizi de öldürürler. "Müşrikler Vallahi doğru söyledi. Başka bir çare düşünün." dediler. Bunun üzerine Ebû Cehil: "Vallahi size, düşünemeyceğinizi sandığım bir görüş arzedeceğim. Bundan başka da çıkar yolun bulunduğunu sanmıyorum." dedi. "Nedir o?" diyer sordular. Ebû Cehil şöyle dedi: "Her kabileden seçkin bir genç alalım. Her birinin eline keskin bir kılıç verelim. Onlar hep beraber vurup onu öldürsünler. O zaman onun kanı, bütün kabilelere dağılmış olur. Onun kabilesi olan Haşimoğullarının, bütün Kureyş'e karşı savaşabileceklerini sanmıyorum. Böyle bir durumla karşılaşınca diyeti kabul etmek zorunda kalacakladır. Böylece biz de rahat eder ve bu adamın sıkıntısından kurtulmuş oluruz." Bunun üzerine Necidli Şeyh "İşte uygun olan görüş budur, bu gencin söylediği söz doğrudur. Bundan başka uygun bir görüş görmüyorum." dedi. Bu görüş üzerine ittifak ederek dağıldılar. Bunun üzerine Cebrâil Aleyhisselam Resûlüllah'a gelip o gece her günkü yattığı yerde yatmamasını söyledi. Allahü teâlâ, Peygamber efendimizin hicretine izin verdi. Peygamber efendimiz de, Tevbe suresinin kırkıncı âyetinde anlatıldığı gibi Mekke'den Medine'ye hicret etti. Onun Medine'ye hicret etmesinden sonra bu âyet nazil oldu ve Cenab-ı Hak, hicretten evvel müşriklerin, onun hakkında neler düşündüklerini, buna karşılık kendisinin de Resulünü nasıl koruduğunu ve ona olan nimetlerini hatırlattı. 31Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman "İşittik. İstesek biz de bunun aynısını söyleyebiliriz, Bu, eskilerin efsanelerinden başka bir şey değildir." dediler. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime'de, Kureyş kâfirlerinin inatçılığını ve Kur'an-ı kerimi dinlediklerinde "Eğer istersek bunu gibisini biz de söyleriz?" şeklindeki bâtıl iddialarını haber vermektedir. Aslında müşriklerin bu iddiaları, sadece şımarıklıklarının ve kuruntularının sonucudur. Zira Kur'an-ı Kerim, çeşitli âyetlerde insanların, onun bir suresinin dahi benzerini yapamayacaklarını bildirmekte ve bu hususta şöyle meydan okumaktadır. "Kulumuz Muhammede indirdiğimizden şüphe ediyorsanız onun benzeri bir Sûre meydana getirin. Eğer iddianızda samimi iseniz, Allah'tan başka yardımcılarınızı da çağırın. Bakara sûresi, âyet 23 Bu âyet-i kerime'nin nüzul sebebi hakında, Sa'd b. Cübeyr, Suddî ve İbn-i Cüreyc şunu Rivâyet etmişlerdir. "Nadr b. el-Hâris, Fars diyarına gidip onların Kisralarına ait bazı bilgiler edindikten sonra dönmüş ve döndüğünde Resûlüllah’a Peygamberlik geldiğini öğrenmişti. Resûlüllah İslâm'ı tebliğ ediyor, insanları İslâm'a davet ediyordu. O, insanların yanına varıp onlara Kur'an okuyup tebliğ yaptıktan sonra oradan kalkıp gidince Nadr onun yerine oturup, Farslara ait hikâyeler anlatır sonra şöyle dermiş, "Allah için söyleyin benim hikâyelerim mi güzel yoksa Muhammedinkiler mi?" İşte âyet-i kerime bu olaya işaret etmekte ve Nadr b. Harisin bu sapık davranışını yermektedir. Bu şahıs Bedir savaşında esir düşmüş, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu boynunun, kendi huzurunda vurulmasını emretmiştir. Bu olay, kendisi hakkı kabul etmediği gibi başkalarının da hidâyetine engel olmanın ne kadar büyük bir suç teşkil ettiğini göstermekte, özellikle bu engelcilerin cezalarının ağırlığına işaret etmektedir. 32Yine bir zaman onlar "Ey Allah’ım eğer bu Kur'an, nezdinden indirilmiş hak bir kitapsa, gökten üzerimize taşlar yağdır veya bize can yakıcı bir azap ver." demişlerdi. Eğer Muhammed hatırla, bir zaman, Kureyş kabilesinin ileri gelenleri "ey Allah’ım eğer Muhammedin söylediği, senin katından gelen bir gerçek ise, daha önce Lût kavmine gökten yağdırdığın gibi bizim de üzerimize gökten taş yağdır. Veya geçmiş ümmetlere verdiğin azap gibi bize de bir azap verd." dediler. Bu sözler, Kureyşin ileri gelenlerinden, Nadr. b. Haris ve benzerleri tarafından söylenmiştir. Söyledikleri sözler, onların azgınlıkta zirveye ulaştıklarını akl-ı selimi bırakıp, şımarıklıklarından dolayı, hislerine kapılarak helak olmayi istediklerini göstermektedir. Eğer akıllıca düşünecek olsalardı "Ey Allah’ım eğer Muhammedin getirdikleri doğruysa bizi de ona ilet." demeleri gerekirdi. 33Halbuki sen onların içlerindeyken, Allah onlara azap edecek değildi. Affedilmelerini dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir. Ey Rasûlüm, sen onların içinde bulunduğun müddetçe onlara azap edecek değilim. Onlar, af diledikleri takdirde de kendilerine azap edecek değilim. Müfessirler, bu âyet-i kerimeye çeşitli şekillerde mana vermişlerdir. a- İbn-i Ebza, Ebû Malik, Dehhak ve Abdullah b. Abbas'a göre bu âyetin izahı şöyledir: "Ey Rasûlüm, sen Mekke'de o müşriklerin içindeyken Allah onlara azap edecek değildi. Mü’minler de Mekke'de affedilmelerini dilerken Allah, Mekkede bulunan müşriklere azap edecek değildi. Sen ve mü’minler, oradan çıkmanızdan sonra o kâfirlere, Mekke fethedilerek azap edilmiş oldu. Bu hususta İbn-i Ebza diyor ki: "Resûlüllah Mekke'de iken Allah ona: "Sen onların içlerindeyken Allah onlara azap edecek değildi." âyetim indirdi. Bundan sonra Resûlüllah hicret edip Medine'ye gitti. Bundan sonra, mü’minler de Mekke'den çıkınca Allah "insanları meescid-i haramdan ahkoyarlarken Allah onlara niçin azap etmesin?" Âyetini indirdi Böylece, Peygamberine, Mekke'yi fethetmesine dair izin verdi. Mekke'nin fethi ise müşrikler için bir azaptı. b- Abdullah b. Abbas, Yezid b. Rûman, Muhammed b. Kays ve İbn-i İshaka göre bu Âyetin izahı şöyledir: "Ey Rasûlüm, sen Mekke'de Kureyşlilerin içlerindeyken seni onların arasından çıkarmadan Allah onlara azap edecek değildir. Yine Kureyş müşrikleri, Kabeyi tavaf ederken veya yaptıkları kötülüklere pişman olurken "Ya rabbi, sen bizi affet" derlerken Allah onlara azap edecek değildir. Ancak insanları mescid-i haramdan ahkoyarlarken Allah onlara âhirette niçip azap etmesin?" Görüldüğü gibi bu izaha göre, Allah'ın müşriklere azap göndermemesinin sebebi içlerinde Resûlüllah'ın bulunması bir de birinci görüşte zikredildiği gibi mü’minlerin değil de bizzat kendilerinin, yerine ve zamanına göre Allah'tan af dilemeleridir. Bundan sonra gelen âyette müşriklerin uğrayacakları bildirilen azap ise âhiret azabıdır. Bu hususta Abdullah b. Abbas diyor ki: "Müşrikler, Kâbeyi tavaf ediyor ve şöyle diyorlardı: "Emrine amadeyiz. Senin hiçbir ortağın yoktur. Emrine amadeyiz. Resûlüllah'da buyurdu ki: Doğru, doğru" Bunun üzerine müşrikler de diyorlardı ki: "Senin hiçbir ortağın yoktur. Ancak öyle bir ortağın vardır ki, sen ona maliksin. O ise hiçbir şeye mâlik değildir. Affet bizi, affet bizi!" işte bunun üzerine Allahü teâlâ "Sen onların içindeyken Allah onlara azap edecek değildir. Affedilmelerini dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir." âyetini indirdi. Evet, onlar için iki güvence vardı. Bunlardan biri, Allah'ın Peygamberi, diğeri ise af dilemeleriydi. Peygamber gitti, Sadece af dilemeleri kaldı. Bundan sonra gelen: "İnsanları Mescid-i haramdan alıkoyarlarken, Allah onlara niçip azap etmesin..." âyet-i kerimesi ise, âhirette görecekleri azabı bildirmektedir. c- Katade, Süddi ve İbn-i Zeyde göre ise bu âyeytin izahı şöyledir: "Ey Rasûlüm, Sen Mekke'de o müşriklerin içlerindeyken Allah onlara azabedecek değildi. Onlar affedilmelerini dilemiş olsalardı, affedilmelerini dilerlerken de Allah onlara azabedecek değildi. Fakat onlar, affedilmelerini dilemediler. Bu itabarla insanları mescid-i haram'dan ahkoyarlarken Allah onlara niçin azabetmesin?" Bunların izahına göre Allahü teâlâ bu âyet-i kerime'de Resûlüllah içlerinde bulunduğu müddetçe müşriklere azabetmeyeceğini beyan etmiş, Resûlüllah'ın onların arasından ayrılmasından sonra ise Allah'dan af dilemedikleriden ve mü’minlerin, mescid-i haram'a girmelerine engel olmalarından dolayı azaba uğratacağını bildirmiştir. d- İkrime ve Mücahide göre ise bu âyetin izahı şöyledir: "Ey Rasûlüm, sen Mekke'de onların içlerindeyken Allah onlara azap edecek değildir." Bu izaha göre ise Allahü teâlâ'nın müşrikleri, derhal cezalandırmam asının sebebi, onların içinde Resûlüllah'ın bulunması ve onların zamanla müslüman olacaklarındandır. e- Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre ise bu âyetin izahı şöyledir: "Sen, Mekkede o müşriklerin içindeyken Allah onlara azap edecek değildir. Ezelde müslüman olacakları yazıldığından Allah'tan af dileyerek iman edeceklerinden Allah onlara azap edecek değildir. Ancak mü’minleri mescid-i haram'dan alıkoyanlar müstesnadır. Bunlar, Bedir savaşında boyunları kılıçla vurularak azaba uğratmışlardır. f- Abdullah b. Abbas, Mücahid ve Dehhaktan nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyetin izahı şöyledir: Ey Rasûlüm, Sen Mekke'de, müşriklerin içindeyken Allah onlara azap edecek değildir. Onların iman edip namaz kılmaları beklenirken de Allah onlara azap edecek değildir. g- İkrime ve Hasan-ı Basriye göre ise bu âyet-i kerime'nin hükmü, bun dan sonra gelen âyetle neshedilmiştir. Öyle ki, Allahü teâlâ bu âyet-i kerime'de, Resûlüllah'ın içlerinde bulunması ve onların da Allah'dan af dilemeleri sebebiyle müşriklere azabetmeyeceğini bildirmiş, bundan sonra gelen âyet-i kerime'de ise, müşriklerin mü’minleri, mescid-i haram'dan alıkoymaları yüzünden azaba uğratılacaklarını beyan etmiş ve bu âyet-i neshetmiştir. Taberi diyor ki: "Bu âyeti izah eden görüşlerden, bana göre en doğru olanı şudur: "Allahü teâlâ Resûlüllah'a bildirmiştir ki "Sen, müşriklerin içinde bulunduğun sürece ben onlara azabetmem. Zira ben, peygamberimin, içinde bulunduğu bir ülkeyi helak etmem. Yine Allahü teâlâ Resûlüllah'a bildirmiştir ki "Seni onların içinden çıkardıktan sonra onlar, yaptıklarından vaz geçip affedilmelerini isteyecek olsalardı yine ben onlara azap edecek değildim. Fakat onlar, günah ve inkârlarından vaz geçip af dilemiyorlar. Bilakis ısrar ediyorlar. Bu sebeple onlar azabı hak etmiş oluyorlar." Bu görüşü tercih etmemizin sebebi şudur: "Mekke müşrikleri, "Şâyet Muhammed'in getirdiği doğru ise sen bizim üzerimize gökten taş yağdır. Veya bize can yakıcı bir azap ver." demişlerdir. Bunun üzerine de Allahü teâlâ, peygamberine buyurmuştur ki: "Sen onların içindeyken ben onlara azap edecek değilim. Seni onların içinden çıkardıktan sonra onlar af dilemiş olsalardı yine onlara azap edecek değildim. Fakat onlar, isyan ve inkârlarına devam ettiler. İnsanları, mescid-i haram'dan alıkoydular. Artık ben onlara niçin azap etmiyeyim?" Böylece Allahü teâlâ, azap isteyen bu insanları, Resûlüllah'ı aralarından çıkarmasından sonra, azabına uğratacağını bildirmiş ve Bedir savaşında mağlup ederek ileri gelenlerinin boynunu vurdurmuştur. Âhirette de kendilerini cehennem azabı beklemektedir. Bir kısım insanların, burada zikredilenleri, mü’minler sayıp bu sebeple helak edilmediklerini söylemeleri isabetli değildir. Zira âyet, müşriklerden bahsetmektedir. Keza, diğer birkısım insanların bu âyetin, bundan sonra gelenâyetle neshedildiğini söylemelir, isabetli değildir. Zira bu âyet, belli şeyleri beyan eden bir haberdir. Haberlerin ise neshedilmeleri söz konusu değildir. Neshedilme ancak emir ve yasaklarda olur. 34İnsanları Mescid-i Haram'dan alıkoyarlarken, Allah onlara niçin azap etmesin? Aslında onlar, Mescid-i Haram'ın dostları değillerdir. Onun dostları, ancak Allah'tan korkanlardır. Fakat onlardan çoğu bunu bilmezler. Allah onlara niçin azap etmesin ki? Onlar, inkârlarından vaz geçip tevbe etmediler Umre yapmak için Mescid-i Haram'a gitmek isteyen mü’minleri, Hudeybiye gününde Mescid-i Haram'a sokmadılar. Halbuki onlar, Mescıd-ı Haram'a lâyık insanlar değillerdi. Mescid-i Haram'a layık olanlar, ancak, Allah'tan korkan kimselerdir. Fakat onların çoğu bunu bilmezler ve Mescid-i Haram'a layık olduklarını zannederler. 35Onların, Mecsid-i Haram'daki ibadet ve duaları, sadece ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir. O halde ey kâfirler, inkârlarınızın karşılığı olarak azabı tadın. Müşriklerin Kâbedeki ibadet ve duaları, ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir. Abdullah b. Abbas diyor ki: "Müşrikler, çıplak olarak Kabeyi tavaf ederler ve ıslık çalıp el çırparlardı. Âyet-i kerime onların bu çirkin işlennı anlatmaktadır. Said b Cübeyr diyor ki: "Resûlüllah tavaf ederken, Kureyşliler ona sataşıyor, onu alaya alıyorlar ve ona ıslık çalıyor ve el çırpıyolardı. İşte bu âyet bunun üzerine nazil oldu. İbn-i İshak, İbn-i Cüreyc ve Dehhaka göre bu kâfirlerin tadacakları haber verilen azap'tan maksat, Bedir savaşında öldürülmeleri ve esir edilmeleridir. 36Kâfirler mallarını, insanları Allah'ın yolundan alıkoymak için harcarlar ve harcayacaklar da. Sonra bu onlar için bir pişmanlık sebebi olacaktır. Sonra da mağlup olacaklardır. Kâfirler toplanıp cehenneme sürükleneceklerdir. Kâfirler mallarını, insanların İslâm'a girnıelerine engel olmak için harcarlar. Bundan sonra da harcamalarına devam edeceklerdir. Fakat bu harcamaları onlar için sonunda bir pişmanlık sebebi olacaktır. Çünkü malları gidecek fakat onlar yine de, Allah'ın nurunu söndürüp, İnkârcılığı yüceltme maksatlarına ulaşamayacaklardır. Sonunda mü’minler onlara galip gelecektir. Bu onların hem ölüleri hem de dirileri için büyük bir kayıp ve ağır bir pişmanlık sebebidir. Ölen yok olmuş gitmiş, malları, yağma edilmiş ve ebedi olarak kalacağı azabın içine girmeye acele etmiştir, Sağ kalanlar ise mallarını kaybetmiş, hezimete uğramış, hor ve hakir olarak geri dönmek zorunda kalmıştır. En sonunda hepsi de toplanıp cehenneme sürükleneceklerdir. Kureyş kâfirleri Bedir savaşında mağlup olunca, savaştan sağ olarak kurtulanlar Mekke'ye dönmüşler ve şöyle demişlerdir. "Ey Kureyş topluluğu, Muhammed ileri gelenlerinizi öldürdü. Bize malarınızla yardım edin tekrar savaşarak yaptıklarının intikamını alalım." Said b. Cübeyr diyor ki: "Bu âyet-i kerime Ebû Süfyan hakkında nazil olmuştur Ebû Süfyan, Uhut savaşında, soyu sopu belli olmayan kanşık insanlardan iki bin kişi kiralamış ve Resûlüllah’a karşı savaşmıştır. Bu Âyet işte o günkü durumu tasvir etmektedir. Zühri, Muhammed b. Yahya, Asım b. Amr, Husayn b. Abdurrahman ve Amr b. Said b. Muaz demişlerdir ki: "Müslümanlar, Bedir savaşında Kureyş kâfirlerinden ileri gelenlerini öldürüp kuyuya doldurmaları üzerine, geriye kalan perişanları Mekke'ye döndüler. Ebû Süfyan da ticaret kervanıyla Mekke'ya varmıştı. Kureyşlilerden Rabia'nın oğlu Abdullah, Ebû Cehilin oğlu İkrime ve Ümeyye b. Halefin oğlu Safvan gibi babalan, oğulları ve kardeşleri Bedirde öldürülenler, Ebû Süfyanın ve kervanında eşyası bulunan diğer Kureyşli tüccarların yanına gittiler. Onlara: "Ey Kureyş topluluğu Muhammed sizi helak etti. Seçkinlerinizi öldürdü. Siz bu kervan malıyla, onun taraflarına karşı bize yardım edin. Ola ki biz, ölenlerimizin intikamını onlardan ahnz." dediler. Onlar da bunların isteklerini yerine getirdiler. İşte bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’yi indirdi. 37Bu, Allah'ın, murdarı temizden ayırması, murdarların hepsini birbiri üstüne yığıp cehenneme atması içindir. İşte hüsrana uğrayanlarlar onlardır. Kâfirler cehennemde bir araya getirilirler ki Allah, murdar olan hafırleri, temiz olan mü’minlerden ayırmış olsun. Mü’minler cennete kâfirler ise cehenneme yerleşsin. Ve Allah, kâfirleri üstüste yığıp hepsini bir yere biriktirsin. Sonunda onları cehenneme atsın. İşte tamamen zarara uğrayanlar bunlardır. Zira, dünya malını harcayarak âhiret azabını satın almışlar ve bu harcamalanyla kendilerini rezil etmişlerdir. Âyet-i kerime'de, mü’minlerin kâfirlerden ayırdedilmesi zikredilmemektedir. Bir kısım müfessirlere göre bu iş âhirette olacaktır. Nitekim Allahü teâlâ başka âyetlerde de şöyle buyurmaktadır: "Kıyamet koptuğu gün, işte o gün, mü’minlerle kâfirler birbirlerinden ayrılırlar. Rum sûresi, 30/14(23) "Ey mücrimler, bugün mü’minlerden ayrılın." Yasin sûresi, 36/59 "Kıyamet günü bütün insanları bir araya toplarız. Sonra Allah'a ortak koşanlara şöyle deriz: "Siz ve Allah'a ortak koştuklarınız, yerinizden kımıldamayın." Sonra müşriklerle ortak koştuklarını birbirlerinden ayınnz. Kendilerine tapanlara şöyle derler: "Siz, bize tapmıyordunuz. Yunus sûresi, 10/28 Bir kısım âlimlere göre ise, kâfirlerin mü’minlerden ayırdedilmesi, daha tlünyadaken de cihat ve benzeri yollarla gerçekleşmiş olabilir. Bu hususuta da şöyle buyurulmaktadır: "İki topluluğun karşılaştığı günde size gelen musibet, Allah'ın izniyledir. Ve mü’minleri ortaya çıkarması, münafıkları da belirtmesi içindir. Âİ-i imransuresi, 3/166 "Yoksa Allah, içinizden cihad edenleri belirtmeden ve sabredenleri onaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Âl-i imransuresi, 3/142 38Ey Rasûlüm, kâfirlere söyle, eğer kötülüklerinden vaz geçerlerse geçmiş günahları bağışlanacaktır. Şâyet yine kötülüğe dönerlerse, geçmiş ümmetlerin başına gelen felaketler gözler önündedir. Ey Rasûlüm, o müşriklere de: "Eğer inkârlarından, Peygamber ve mü’minlerle savaşmaktan vaz geçerlerse onların geçmiş günahları bağışlanır. Şâyet tekrar İnkârcılığa ve savaşmaya dönerlerse, Peygamberlerimi yalanlayanları helak ettiğime dair sürgelen konunlanmı göz önünde bulundursunlar. Onları da aynı akıbete uğratırım. 39Hiçbir fitne kalmayincaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer kötülükten vaz geçerlerse, şüphesiz ki Allah, onların yaptıklarını çok iyi görür. Ey mü’minler, kâfirlerle savaşın ki ortada şirk kalmasın, sadece Allah'a kulluk edilsin. Allah'ın kulları fitneye düşmekten kurtulsun. Yeryüzünde sadece Allah'ın dini hakim olsun. Eğer kâfirler, Allah’a ortak koşmaktan ve onu inkâr etmekten vaz geçer de hak dine dönerlerse şüphesiz ki Allah, onların yaptıklarını çok iyi görendir. Kullarının yaptıklarından hiçbir şey ona gizli değildir. Âyet-i kerime’de zikredilen "Fitne"den maksat, Allah'a ortak koşmak ve İnkârcılığa düşmektir. Allahü teâlâ âyet-i kerime’de mü’minlerin, dinlerinden çıkarılıp şirke ve İnkâra düşürülmeden için ve sadece Allah'a ibadet etmeleri ve onu bilrelemeleri için savaşmaları emredilmiştir. Bu hususta Urve b. Zübeyr diyor ki: "Allahü teâlâ, Resûlüllah'a peygamberliği verince o kavmini hidâyet ve nur olan dine çağırdı Kureyş'liler buna karşı, önceleri sert davranmadılar. Ancak Resûlüllah onların tağutlarını reddedince müşrikler sertleştiler, Resûlüllah’a tabi olan mü’minleri dinlerinden çıkarıp tekrar sirke düşürmeye çalıştılar. Bunun üzerine Resûlüllah mü’minleri Habeşistana hicret ettirdi. Müşrikler gevşediler. Habeş ist andaki müslümanlar, Mekkede durumunu sakin olduğu ve dinlerinden çıkmayan zorlarım ay ac aklan kanaatıyla Mekke'ye döndüler. Bu sırada Medine'de de müslümanlar çoğalmaya başlamıştı. Bu durum, müşrikleri tekrar kızdırdı. Onlar, mü’minleri dinlerinden döndürmeye çalıştılar. Resûlüllah bu sefer de mü’minlere, Medine'ye hicret etmelerini emretti. Daha sonra ise kendisini hicret etmesine izin verildi. Ardından mü’minlere, kâfirlere karşı savaşma emri geldi. Tâ ki mü’minleri, tekrar Allah'a ortak koşma fitnesine düşürmesinler. 40Eğer yüz çevirirlerse, bilin ki, Allah, sizin dostunuzdur. O, ne güzel dost, ne güzel yardımcıdır. Şâyet kâfirler, inkârlarından ve size karşı savaşmaktan vaz geçmeyip davetinizden yüz çevirecek olurlarsa bilsinler ki Allah, sizin dostunuzdur. Kâfirlere karşı size yardım eder. O halde kâfirlerle savaşın. Allah, ne güzel dost ne güzel yardımcıdır. 41Eğer Allah'a ve hak ile bâtılın ayrıldığı gün, iki ordunun karşılaştığı o gün, kulumuz Muhammed indirdiğimiz âyetlere iman ediyorsanız bilin ki savaştan ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri, mutlaka Allah'ın, Peygamberin ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır. Allah her şeye kadirdir. Allahü teâlâ âyet-i kerime'de, mü’minlerin, aldıkları ganimetleri nasıl taksın edeceklerini beyan ediyor: Müfessirler, bu âyette zikredilen ganimetle Haşr suresinde zikredilen "Fey" kelimesinin aynı anlamamı yoksa farklı anlamlara mı geldikleri hususunda çeşitli görüşler zikretmişlerdir. a- Atâ b. Saib'e göre ganimet, düşmandan zorla alınan mal'dır. "Fey" ise yine düşmandan zorla alınan arazidir. b- Süfyan es-Sevriye göre ise "Ganimet" müslumanların kâfirlerle savaşarak zorla aldıkları şeylerdir. İşte bunlar, beş'e taksim edilir. Dördü cihada katılan gazilere taksim edilir. Bir'i ise bu âyette belirtilen kimselere, veriler. "Fey'" ise müslümanların, savaşmaksızm, sulh yoluyla düşmandan aldıkları mallardır. Bu beş'e bölünmez hepsi bu âyette zikredilen kimselere verilir. c: Katadeye göre ise ganimet ve fey, aynı anlama gelmektedir. Bu itibarla bu âyet-i kerime, Haşr suresinde "Fey' "in hükmünü beyan eden yedinci âyeti neshetmiştir. Böylece sulh yoluyla alınan mallar dahi beşe bölünür. Dördü, savaşan mü’minlere verilir. Bir'i ise bu âyette beyan edilen kimselere verilir. Halbuki Haşr suresinde, savaşanlara herhangi bir şey verilmeksizin, elde edilen Fey'in tümünün, Allah'a peygambere yakınlara yeminlere, yoksullara ve yolda kalmışlara verileceği beyan edilmiştir. Taberi diyor ki: "Ganimet, müslümanların, galip gelerek ve savaşarak aldıkları mallardır. Fey' ise müşriklerle savaşmaksızm, sulh yapılarak alınan mallardır. Bu itibarla bu âyet-i kerime’nin, Haşr suresinde zikredilen fey' ile ilgili âyeti neshettiğini söylemek isabetli değildir. Zira herbirinin hükmü diğerinden ayrıdır. Birbirleriyle çelişmemektedirler. Âyet-i kerime'de "Savaştan ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri mutlaka Allah'ın Peygamberi ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır." buyurulmaktadır. Müfessirler, âyet-i kerime'nin bu bölümünü çeşitli şekillerde izah etmişlerdir. a- Hasan-ı Basri, Abdullah b. Abbas, İbrahim en-Nehaî, Katade ve Ata'ya göre: "Âyet-i kerime'de Allahü teâlâ'nin ismi hürmeten başta zikredilmiştir. Zira her şey zaten Allah'ındır. Bu sebeple Allahü teâlâ için özel bir pay ayrılması söz konusu değildir. Allah ile Resûlüllah'ın payı aynı şeydir. Buna göre ganimetin tamamından ayrılacak beşte bir, altıya değil beş'e bölünecektir. b- Ebul Âli'yeye göre ise ganimetin beşte biri de altıya bölünerek, bir'i Allah için ayrılır, bu da Kâbeye verilir. O diyor ki: "Resûlüllah'a savaş ganimeti getirildiğinde onu beşe böler, dördünü savaşa katılanlara verir, geriye kalan beşte birinin ise üzerine elini koyar ve avucunu dolduracak kadar alır onu Kâbeye tahsis ederdi. İşte beşte bir'den Allah'ın hissesine ayrılacak olan bu idi. Geriye kalan kısmı, Resûlüllah tekrar beşe böler, birini kendisi alır, birini akrabalarına, birini yetimlere, birini yoksullara ve birini de yolda kalmışlara verirdi. c- Ali b. Ebi Talha'nın Abdullah b. Abbas'tan naklettiğine göre ise, Allah'ın, Resûlüllah'ın ve Resûlüllah'ın akrabalarının paylan aynı şeydir. Bu hususta Ali b. Ebi Talha, Abdullah b. Abbas'dan şunu Rivâyet etmiştir. "Savaş ganimeti beşe bölünürdü. Dördü savaşanlara verilir, beşte biri ise tekrar dörde bölünürdü. Biri Allah'a ve Resûlüllah'a tahsis edilirdi. Bu pay, Resûlüllah'ın akrabalarına verilirdi. Resûlüllah bu beşte bir'den hiçbir şey almazdı. Kalanın dörtte biri yetimlere, dörtte biri yoksullara ve dörtte biri de yolda kalmışlara verilirdi. Taberi diyor, ki: "Bu görüşlerden tercihe şayan olanı, birinci görüştür. Ganimetin tümü beş'e taksim edilir. Bunun dördü, savaşan mücahitlere verilir. Beşte biri ise tekrar beşe bölünür, bunun da biri Resûlüllah'a diğeri akrabalarına, bir diğeri yetimlere dördüncüsü yoksullara beşincisi ise yolda kalan yolculara verilir. Âyette Allah Telala'nın isminin zikredilmesi ise hürmet içindir. Mesele'ye giriş mahiyetindedir. Bu itibarla ganimetin beşte birinden, Allah için özel bir pay ayrılması söz konusu değildir. Nitekim Katade ve Yahya b. el-Cezzar, bu âyeti bu şekilde izah etmişlerdir. Âyet-i kerime'de geçen ve ganimetin beşte birinden pay alma hakkı olduğu zikredilen "Yakmlar"dan kimlerin kastedildiği hususunda müfessirler çeşitli görüşler zikretmişlerdir. a- Mücahid, Ali b. el-Hüseyin ve İbn-i Cüreyce göre burada zikredilen "Yakınlar"dan maksat Haşimoğullarından, Resûlüllah'ın akrabalarıdır. Bu hususta Mücahid demiştir ki: "Resûlüllah ve ehl-i beyti, sadaka yemiyorlardı. Bu sebeple Allah onlara, ganimetin beşte birinin beşte birini tahsis etti. b- Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre burada zikredilen "Akrabalar"dan maksat, bütün Kureyşlilerdir. Bu hususta Said el-Makburi diyor ki: "Necde, Abdullah b. Abbasa, "Yakınîar"ın kimler olduklarını öğrenmek için bir mektup yazdı. Abdullah b. Abbas da ona bir cevap yazarak dedi ki: "Biz diyorduk ki: "Akrabalar biziz. Fakat kavmimiz bunu bize tahsis etmekte direttiler ve dediler ki: "Bütün Kureyşliler akrabadır." c- Katadeye göre ise bu âyette zikredilen akrabaların, ganimetten olan payını Resûlüllah alıp tasarrufta bulunuyordu. Onun vefatından sonra ise bu pay, Ulül-Emir'e verildi. d- İmanı Şafii'nin de katıldığı diğer bir kısım âlimlerin görüşüne göre ise burada zikredilen "Akrabalar"dan maksat, Haşimoğulları ve Muttaliboğullarıdır. Bu hususta Cübeyr b. Mut'im demiştir ki: "Resûlüllah, Hayber ganimetlerinden akrabalara olan payı, Haşimoğullarına ve Muttaliboğullarına verince ben ve Osman b. Affan ona gittik ve dedik ki: "Ey Allah'ın Resulü, şunlar Haşimoğulları, senin kardeşlerin. Allah seni, onların arasından, Peygamber seçerek onlara üstün kıldığını inkâr edemeyiz. Kardeşlerimiz Muttaliboğulan hakkında ne dersin? Ganimeti onlara verdin bizi bıraktın. Halbuki bizimle onlar, sana yakınlık bakımından aynı derecedeyiz." Resûlüllah buyurdu ki: "Onlar bizden ne cahiliye döneminde ayrıldılar ne de İslam döneminde. Haşimoğulları ile Muttaliboğulları aynıdır." Sonra Resûlüllah, bir elinin parmaklarını diğer elinin parmaklarına geçirerek onların bir olduklarını ifade eder şekilde bize gösterdi. Taberi diyor ki: "Akrabaları hakkında zikredilen bu son görüş tercihe şayandır. Zira bu hususta Resûlüllah'tan rivâyet edilen hadis sahihtir. Taberi, sözlerine devamla diyor ki: "İlim ehli, Resûlüllah'ın vefatından sonra, ganimetin beşte birinden, Resûlüllah'a ve akrabalarına verilen iki payın ne yapılacağı hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir. a- Abdullah b. Abbas, Hasan-ı Basri ve İbrahim en-Nehaiye göre ganimetin beşte birinden Resûlüllah'a ve akrabalarına Resûlüllah sağ iken verilmiş olan iki pay, Resûlüllah'ın vefatından sonra, İslama ve müslümanlara yardıma harcanır. Bu hususta Dehhak, Abdullah b. Abbas'tn şunian söylediğini rivâyet etmiştir. "Ganimetin beşte birinde zikredilen, Allah'ın payı ile Resûlüllah'ın payı, tek bir pay kabul edilmiş bu pay ile akrabaların payı, orduyu teçhiz etmek için, at, silah gibi şeylerin alınmasına harcanmıştır. Yetimlerin, yoksulların ve yolda kalanların paylan ise kendileri dışında kimseye verilmemiştir." Bu hususta Hasan-ı Basri demiştirki; "Resûlüllah'ın vefatından sonra, savaş ganimetinden, Resûlüllah'a ve akrabalarına verilen payın ne yapılacağı hususunda sahabe arasında ihtilaf çıkmış, bazıları: "Resûlüllah'ın hissesi Halife'ye verilsin." demiş bazıları ise; "Bu hisse Resûlüllah'in akrabalarına verilsin" demiş, diğer bazıları da: "Resûlüllah'ın hissesi Halifeye, akarabalarına verilen hisse de Halife'nin akrabalarına verilsin." demiş ve neticede Resûlüllah ile akrabalarının hissesisinin, Allah yolunda savaşanlar için savaş araç ve gereçleri almaya harcanmasına karar verilmiştir. Hazret-i Ebubekir ve Ömer'in Hilafetleri döneminde uygulama böyle yapılmıştır. Ali b. Ebi Talha da bu hususta Abdullah b. Abbas'ın, şunları söylediğini rivâyet etmiştir. "Ganimet beş'e bölünürdü." Beşte dördü savaşan Mücahidler'e verilirdi. Beşte biri ise tekrar dörde bölünürdü. Allah'ın ve Resulü'nün paylan, Resûlüllah'ın akrabalarına veriliyordu. Resûlüllah, ganimetin beşte birinden hiçbir şey almamıştı. Resûlüllah vefat ettikten sonra ise Ebubekir, akrabaların paylarını müslümanlara verdi. Onunla Allah yolunda cihad edenlere binek temin ediyordu. Çünkü Resûlüllah: "Biz Peygamberler topluluğu miras bırakan olmayız. Bizim bıraktığımız sadakadır." buyurmuştur Buhari, K. el-Humus bab: 1, K. el-Megazi bab: 14-38 b- Hazret-i Ali ve Katadeden Rivâyet edilen diğer bir görüşe göre Resûlüllah'ın ve akrabalarının, ganimetin beşte birindeki paylan, müslümanların ulül-Emrine verilir. c- Iraklı âlimlerden bir topluluk ise ganimetin beşte birinin, yetimler, yoksullar ve yolda kalan yolculara taksim edileceğini, Resûlüllah'ın payının da bunlara verileceğini söylemişlerdir. d- Abdullah b. Muhammed b. Ali ve Hazret-i Hüseyin'in oğlu Ali Zeynelabidin'e göre ise, ganimetin beşte birinin tümü, Resûlüllah'ın akrabalarına verilir. Âyette zikredilen, yetimler, yoksullar ve yolda kalan yolculardan maksat, Resûlüllah'ın akrabalarından bu durumda olanlardır. Taberi diyor ki: "Tercihe şayan olan görüş şudur. Resûlüllah'ın, ganimetin beşte birindeki payı, beşte bir'in içinde bırakılır ve bu beşte bir de eşit paylarla dörde aynlır ve bu beşte bir pay akrabalara, diğer bir pay yetimlere, üçüncü pay yoksullara, dördüncü pay da yolda kalan yolculara verilir. Zira, Allahü teâlâ'nın, kendilerine ganimetten pay verileceğini beyan ettiği kimselerden paylarını alıp başkalarına vermeye kimsenin hakkı yoktur. Taberi, sözlerine devamla diyor ki: "Âyette geçen "Yetim"lerden maksat müslümanların ihtiyaç içinde bu lunanl andır. "Yolda kalan"dan maksat da, yolculuk yaparken yoksul düşüp yoluna devam edemeyen'dir. Âyet-i kerime’de geçen ve "Hak ile bâtılın ayrıldığı gün" diye tercüme edilen ifadesinden maksat, Bedir savaşının yapıldığı gün'dür. Allah bugünde, hak üzere olan mü’minleri, bâtıla saplanmış olan kâfirlere galip getirerek hakkı bâtıldan ayınnış bu sebeple o güne bu isim verilmiştir. Nitekim Abdullah b. Abbas, Mücahid, Urve b. Zübeyr, Miksem ve Hazret-i Hasan bu ifadeyi bu şekilde izah etmişlerdir. 42Hatırlayın o zamanı ki, siz vadinin en yakın tarafında, onlar ise en uzak tarafında, kervanın süvarileri de sizin daha aşağınızda idiler. Eğer düşmanla daha önce sözleşmiş olsaydınız, tayin edilen vakitte ihtilafa düşerdeniz. Fakat Allah, olması gereken bir emri yerine getirmek için sizi aniden buluşturdu ki helak olan da açıkça delili gördükten sonra helak olsun. Yaşayan da açıkça delili gördükten sonra yaşasın. Şüphesiz ki Allah, çok iyi işiten ve çok iyi bilendir. Ey mü’minler, hatırlayın o zamanı ki siz, Bedirde vadinin Medine'ye en yakın olan tarafından idiniz. Düşmanlarınız ise vadinin Mekke'ye uzak olan tarafındaydılar. Şamdan gelen Ebû Süfyan ve arkadaşlarının bulunduğu kafile ise sizden aşağıda ve deniz tarafında bulunuyordu. Eğer sizler, düşmanlarınızla anlaşarak, orada buluşmaya karar verecek olsaydınız, vereceğiniz kararda ihtilaf eder ondan cayardınız. Zira hem yeriniz müsait değildi hem de onlar, sayıca çokluktu. Sizler az idiniz. Fakat Allahü teâlâ kudretiyle, İslâm'ı ve Müslümanları aziz kılmak, inkârı ve taraftarlarını da alçaitmak için, sizleri haberiniz olmadan bir araya getirdi. Allah bunu böyle yaptı ki, helak olacak olan da, açıkça delili gördükten sonra helak olsun. Yaşayacak olan da açıkça delili gördükten sonra yaşasın. Şüphesiz ki Allah, sözlerinizi çok iyi işiten, halinizi çok iyi bilendir. Âyet-i kerime, mü’minlerin, Bedir vadisinin su bulunmayan, çorak ve savaşa elverişli olmayan bir yerinde bulunduklarını, buna mukabil müşriklerin, vadinin, su bulunan müsait bir yerinde bulunduklarını işaret ediyor. Ve bunu şöyle ifade ediyor: "Eğer burada düşmanla buluşmak için sözleşmiş olsaydınız ve size yine burası düşseydi mutlaka anlaşmazlığa düşer, burayı istemezdiniz." Aslında Allah, size yardımını göstermek için durumu böyle takdir etmiştir. İstiyordu ki mağlup olan, açıkça mağlup olduğunu ve her türlü tedbire rağmen yenildiğini, galip gelen de az bir kuvvetle büyük bir kuvveti yenmiş olduğunu açıkça görsün. 43O zaman Allah, uykuda onları sana az gözetiyordu. Eğer onları sana çok gösterseydi başarı elde edemezdiniz ve savaş konusunda aranızda tartışırdınız. Fakat Allah sizi bundan kurtardı. Şüphesiz ki Allah, kalblerin özünü çok iyi bilendir. Ey Rasûlüm, hatırla o zamanı ki, Allah, arkadaşlarının, düşmanlarıyla savaşırken moralleri yüksek olsun diye, düşmanlarının sayısını uykunda sana az gösterdi. Sen de arkadaşlarına, düşmanın sayısının az olduğunu söyledin. Şâyet onları sana çok olarak gösterseydi sen de onların çok olduğunu bildirecek olsaydın, arkadaşların korkar onlarla savaşmazlardı. Dolayısiyle basan elde edemezdiniz ve bu konuda tartışmaya girerdiniz. Fakat Allah, senin arkadaşlarını böyle bir duruma düşmekten kurtardı. Çünkü o, göğüslerin özünü ve oralarda nelerin gizli olduğunu çok iyi bilendir. 44O gün, düşmanlarla karşılaştığınızda, Allah, olması gereken emri yerine getirmek için, onları sizin gözlerinize az gösteriyordu. Sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Bütün işler Allah'a döndürülür. Hatırlayın, sizler, Bedir savaşında düşmanlarımızla karşı karşıya geldiğiniz zaman, kendinize güveniniz gelsin diye Allah, düşmanlarınızı sizin gözünüze az gösteriyordu. Düşmanlarınız da gereği kadar tedbirli olmasınlar diye, sizi de onların gözüne az gösteriyordu. Böylece Allah, olması gerekeni yapmış, mü’minleri galip getirmiş, Allah'ın emri yücelmiş, kâfirlerin sözleri ise ayaklar altına düşmüştür. İşte burada olduğu gibi, her yerde ve her zaman, bütün işlerin sonucu, Allah'ın takdirine bağlıdır. Onun dilemesiyle olmaktadır. Abdullah b. Mes'ud diyor ki: Bedir savaşının yapıldığı günde düşmanlar bizim gözümüze o kadar az gösterilmiştir ki yanımızdaki arkadaşıma: "Ne dersin bunlar yetmiş kişi varı mı? diye sordum. O da: "Kanaatimce bunlar yüz kişidir." demişti. Nihâyet onlardan bir kişiyi esir ettik ve ona kaç kişi olduklarını sorduk. O da "Biz, bin kişi idik." dedi. Süddi diyor ki: "Müşriklerden bir kısım insanlar dediler ki: "Ticaret kervanı kurtulmuş, biz de dönüp gidelim." Ebul Cehil ise demiştir ki: "Şimdi mi? Muhammed ve arkadaşları size göründükten sonra mı? Onların kökünü kazımadan geri dönmeyin. Ey kavim, siz onları silahlarla öldürmeyin. Onları yakalayın ve iplerle bağlayın." Evet Ebucehil kendisine çok güvenmiş fakat neticede Bedirdeki kuyuya atılmıştır. 45Ey iman edenler, bir düşman topluluğu ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çokça zikredin. Gerekir ki kurtuluşa erersiniz. Ey iman edenler, savaşta herhangi bir kâfir toplulukla karşılaştığınız zaman, savaşmakta kararlı olun, düşmanın önünden kaçmayın. Kalblerinizle ve dillerinizle Allah'ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz ve muzaffer olasınız. Abdullah b. Ebi Evfa diyor ki: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), düşmanlarıyla karşılaştığı günlerin birinde, güneş tepe noktasından biraz eğilinceye kadar bekledi, sonra ayağa kalkıp şöyle buyurdu: "Ey insanlar, düşmanla karşı karşıya gelmeyi temenni etmeyin. Allah'tan afiyet dileyin. Şâyet düşmanlarınızla karşılaşacak olursanız da sabredin ve bilin ki cennet, kılıçların gölgesi altındadır." Resûlüllah, sonra Allah'a şöyle dua etti. "Ey kitabı indiren, bulutlan yürüten, kafir ordularını mağlup eden Allah'ım, sen, bunları mağlup et. Onlara karşı bizi muzaffer kıl. Buhari, K. el-Cihad, bab: 112-156 / Müslim, K. el-Cihad, bab: 19-20 Hadis No: 1741-1742 / Ebû Davud, K. el-Cihad, bab: 79, Hadis No: 2661 Âyet-i kerime'nin sonunda: "Allah'ı çokça zikredin ki başarıya ulaşasınız." buyurulmaktadır. Bu hususta Katade diyorki: "Allah sizlere kılıçlarla vuruştuğunuz, en çok meşgul olduğunuz durumda bile bşarıya ulaşmanız için, kendisini anmanızı farz kılmıştır." 46Allah’a ve Resulüne itaat edin, Birbirinizle çekişmeyin. Yoksa başarısızlığa düşersiniz ve kuvvetiniz gider. Sabredin. Şüphesiz ki Allah, sabredenlerle beraberdir. Allahü teâlâ, mü’minlere, savaşırken de Allah’a ve Resulüne itaat etmelerini, emirlerine uyup, yasaklarından kaçınmalarını emretmekte böylece Allah'ın, kendilerine yardım etmesini hak edeceklerini beyan etmektedir. Ayrıca Allahü teâlâ mü’minlere, birbirlerine kenetlenmeleri gereken savaş halinde ihtilafa düşmemelerini, aksi takdirde birlik ve beraberliklerinin zedelenerek güçlerinin gideceğini, dolayısıyle sabretmeleri görektiğini, zira Allah'ın, sabredenlerle beraber olacağını bildirmektedir Sahabe-i Kiram, savaş alanlarında metanet göstermekte, Allah'ın ve Resulünün emrine uymakta örnek olmuşlar, geçmiş ve gelecek ümmetlerde benzerleri görülmeyen mücahitler olmuşlar, sayılarının az oluşuna rağmen kısa bir zamanda doğuyu ve batıyı fethet mislerdir. Onlar, Bizansı, Acemi, Türkü, Berberiyi, Haberliyi ve Kıptileri mağlup edip Islamı onlara ulaştırmışlardır. Böylece Allah'ın dini yücelmiş, İslam topraklan, o gün kü dünyanın çoğunu kaplamıştır. Allah, onlardan razı olsun, bizi de onların izinden gidenlerden eylesin! 47Sakın, memleketlerinden böbürlenerek, insanlara gösteriş yaparak çıkan ve başkalarını Allah'ın yolundan alıkoyanlar gibi olmayın. Allah, onların yaptıklarını ilmiyle çepeçevre kuşatmıştır. Ey iman edenler, sizler, evlerinizden, böbürlenerek, insanlara gösteriş yaparak savaşa çıkan ve insanların İslama girmelerine engel olan kâfir Kureyş orduları gibi davranmayın. Allah, onların yaptıkları her şeyi çepeçevre kuşatmıştır. Ve kendilerini ona göre cezalandıracaktır. Âyet-i kerime, Bedir savaşında, Resûlüllah ve mü’minlele savaşmak için şımarık bir şekilde yola çıkan Kureyş kafirlerine ve Ebû Cehilin şu sözlerine işaret etmektedir: "Müşriklerden bazıları "Şamdan gelen kervan, müslümanların saldırısına uğramadan sağ selim Mekke'ye ulaştı artık geri dönelim." demişler Ebû Cehil ise bu teklife şöyle karşılık vermiştir. "Vallahi Bedir'e gidip orada içki içip, develeri keserek yemedikçe, cariyeleri oynatıp eğlenmedikçe, Arapların, bizim bu halimizi duyarak bizden çekinmeye devam etmelerini sağlamadıkça geri dönmeyeceğiz." 48O zaman şeytan, onların yaptıklarım kendilerine güzel göstermiş "Bu gün insanlardan sizi yenecek hiçbir kimse yoktur. Ben de mutlaka sizin yanınızdayım." demişti, İki topluluk birbirine görününce de geri dönüp "Ben, sizden uzağım. Ben, sizin görmediğiniz şeyleri görüyorum. Ben, Allah’tan korkuyorum. Allah'ın cezası pek şiddetlidir." demişti. Ey mü’minler, o zamanı hatırlayın ki. şeytan, kâfirlere, Allah'ın Resulü ve mü’minlere karşı savaşmalarını süslü göstermiş ve onlara şöyle demişti: "Bu gün, insanlardan kimse size galip gelecek değildir. Müsterih olun, sevinin. Şüphesiz ki ben de sizin yardımcınızım. Onlara engel olurum. Muhammed'den ve arkadaşlarından korkmayın." Fakat ne zaman ki Allah erleriyle Şeytanın güruhu karşılaştı, birbirlerini gördüler. Şeytan, gerisin geri dönüp kaçıverdi. Bu defa da müşriklere şöyle demeye başladı. "Ben, size yardımcı olabilirim." diye verdiğim sözden caydım. Zira ben, sizin görmediğiniz şeyleri görüyorum. Müslümanlara yardım etmek için gökten Melekler iniyor. Siz, bunu görmüyorsunuz. Ayrıca ben, Allah'ın cezalandırmasından korkuyorum. Zira, Allah'ın, kendisine karşı gelenlere verdiği ceza pek şiddetlidir." Abdullah b. Abbas diyor ki: "Bedir savaşının yapıldığı gün İblis, şeytanlardan oluşan bir ordunun içinde, elinde sancak bulunduğu halde Müdlic oğullarından şair, Süraka b. Mâlik'in şeklinde çıkıp geldi ve müşriklere dedi ki: "Bugün insanlardan sizi yenecek hiçbir kimse yoktur. Ben de mutlaka sizin yanınızdayım." dedi. İnsanlar, savaş için mevzilenince Resûlüllah, bir avuç toprak alıp onu müşriklerin yüzüne serpti. Onlar da gerisin geri dönüp kaçmaya başladılar. Bu sırada Cebrâil îblis'e geldi. İblis onu görünce elini, müşriklerden birinin eline vermiş durmaktayken elini çekip aldı. Kendisi ve taraftarları gerisin geri kaçmaya başladılar. Elini tutan adam ona: "Ey Süraka, sen bizim yanımızda olacağını söylüyordun" dedi. İblis'te dedi ki: "Ben sizin görmediğiniz şeyleri görüyorum. Ben Allah'tan korkuyorum. Zira Allah, cezalandırması şiddetli olandır." Bu hususta Talha b. Ubeydullah diyor ki: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Şeytan hiçbir gün Arefe günündekinden dah azelil daha tardedilmiş, daha hakir ve daha öfkeli görülmemiştir. Bu da onun Allah'ın rahmetinin indiğini ve Allah'ın, büyük günahların cezasından vaz geçtiğini görmesindendir. Ancak ona Bedir gününde gösterilen bundan müstesnadır." Denildi ki: "Ey Allah'ın Resulü, o Bedir günü ne gördü? Resûlüllah buyur du ki: "Dikkat edin, o Cebrâilı gördü, Cebrâil, melekleri mevzii end iriyordu. Muvatta, K. el-Hac bab: 81, HN: 245 49Yine o zaman münafıklar ve kalblerinde hastalık bulunanlar, mü’minler için "Bunları dinleri aldattı." diyorlardı. Kim, Allah'a güvenip tevekkül ederse bilsin ki Allah, her şeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir. Yine o zaman münafıklar ve kalblerinde İslâm dininde şüphe etine hastalığı bulunan kimseler, Müslümanlar aleyhine "Bunları dinleri aldattı da, kendi sayılarının az, düşmanlarının ise çok olmasına rağmen savaşa giriştiler." demişlerdi. Halbuki önemli olan sayı değildir, İman gücüdür. Zira, kim Allah’a tevekkül eder ve ona güvenirse şüphesiz ki Allah, onu muhafaza eder ve ona yardım eder. Allah, he şeye galiptir ve hüküm ve hikmet sahibidir. Mü’minlere "Bunları dinleri aldattı" diyen insanlar, münafıklar, bir de Mekkeli müşriklerden, müslüman olup ta henüz İslam, kalblerinde karar kılmamış olan kimselerdir. Bunlar, müşriklerle birlikte Bedir savaşına katılmışlar, müslümanların sayılarının az olduğunu görünce de "Bunları dinleri aldattı." demişlerdir. Bu hususta Mücahid diyor ki: "Bu sözü söyleyen, Kureyş'ten bir topluluktur. Bunlar da Kays b. Velid b. Muğire, Ebû Kays b. Fâkih b. Muğire, Haris b. Zem'a, Ali b. Ümeyye b. Halef,"Âsi b. Münebbih b. Haccac'dır. Bunlar, Mekke'den Kureyş'lilerle birlikte tereddüt halinde çıkıp geldiler. O tereddütlü halleri, bunları yavaşlatıyordu. Fakat bunlar, Resûlüllah'ın sahabilerinin sayılarının azlığına ve düşmanlarının sayılarının da çokluğuna rağmen bunu yapmaya gelmişler" dediler. 50Melekler: "Tadın azabı" diyerek kâfirlerin yüzlerine ve arkalarına vurarak canlarını alırken bir gorseydin. Abdullah b. Abbas diyor ki: "Bedir savaşında müşrikler Müslümanlara hücum ettiklerinde, Melekler onların yüzlerine, geri döndüklerinde kıçlarına kılıçlarla vuruyorlardı." 51İşte bu, kendi ellerinizle yaptıklarınızın cezasıdır. Yoksa Allah, kullarına asla zulmetmez. Ey kâfirler, Bedir savaşında size verilen bu ceza, kendi ellerinizle yaptıklarınızın cezasıdır. Yoksa Allah, sebepsiz yere hiçbir kuluna ceza vermez. Diğer bir âyet-i kerime'de de şöyle buyurulmaktadır: "Başınıza gelen bir rmusibet, kendi ellerinizle kazandığınız günahlar yüzyündendir. Allah, işlediklerinizin bir çoğunun da affeder. Şûra sûresi Âyet; 30 52Bunların davranışı da tıpkı Firavun ailesi ve ondan önce geçmiş olanların davranışı gibidir. Onlar, Allah'ın âyetlerini inkâr ettiler de Allah da onları, günahlarından dolayı yakaladı. Şüphesiz ki Allah, çok güçlü ve cezası çok şiddetli olandır. Ey Muhmmad, seni ve sana gönderilenleri inkâr eden bu müşriklerin hali, Firavun ailesi ve onlardan önce geçen İnkârcıların hali gibidir. Onlar, Allah'ın âyetlerini, mucizelerini ve Peygamberini inkâr etmişlerdi. Allah da işledikleri günahlar sabebiyle onları cezalandırmıştı. Şüphesiz ki Allah, çok güçlüdür. Kimse onun cezasından kurtulamaz. Cezası pek çetindir, başkasının cezasına benzemez. 53Çünkü bir kavini, kendi davranışlarını değiştirmedikçe, Allah, onlara verdiği nimeti değiştirmez. Şüphesiz ki Allah, her şeyi çok iyi işiten ve çok iyi bilendir. Biz Kureyş müşriklerini cezalandırdık. Çünkü onlar bizim kendilerine vermiş olduğumuz nimetleri değiştirdiler. Gönderdiğimiz peygamberi yurdundan çıkardılar. Bir topluluk kendi ahlak ve davranışlarım değiştirmedikçe Biz, onlara vermiş olduğumuz nimetleri değiştirmeyiz. Zira biz, hiç kimseye sebepsiz yere ceza vermeyiz. 54Onların tutumu, Firavun ailesi ve ondan önce geçmişlerin tutumu gibidir. Onlar, rablerinin âyetlerini yalanlamışlardı. Biz de işledikleri günahları yüzünden kendilerini helak etmiş ve Firavun ailesini suda boğmuştuk. Hepsi de zalimdiler. Bu müşfiklerin âdet ve davranışları, Firavun ailesi ve onlardan önceki kâfir toplulukların davranış ve âdetleri gibidir. Onlar, rableri olan Allah'ın âyetlerini, Peygamberlerini ve delillerini yalanlamışlardı. Biz de günahları yüzünden onların bazılarını şiddetli bir çığlıkla, bazılarını yere geçirerek, bazılarını da şiddetli bir kasırga ile helak ettik. Firavun ailesini de denizde boğduk. Bizim helak ettiğimiz bu ümmetlerin hepsi de, Allah'ın Peygamberlerini yalanlayıp, âyetlerini inkâr ederek kendilerine zulmeden kimselerdi. 55Allah nezdinde canlıların en kötüsü, inkâr edenlerdir. Onlar iman etmezler. Allah katında, yeryüzünde hareket eden canlıların en şereflisi, Allah'ın birliğini inkâr edip, ondan başkasına tapan kâfirlerdir. Onlar, Allah'ın indirdiği vahye iman etmezler. Bu âyet-i kerime, Beni Kureyza Yahudileri hakkında nazil olmuştur. Bu kabilenin ileri gelenlerinden Kâb'b b. el-Eşref ve taraftarları, Resûlüllah'a karşı savaşmayacaklarına dair bir antlaşma yapmışlar fakat Hendek savaşında bu antlaşmayı bozarak Resûlüllah'ın düşmanlarına arka çıkmışlardır. Bundan sonra gelen âyet-i kerime de bu hususu açıklığa kavuşturmaktadır. 56Onlar, kendileriyle antlaşma yaptığın, sonra da her defasında antlaşmalarım bozan kimselerdir. Onlar, Allah'tan korkmazlar. Medinede bulunan Yahudiler sadece Hendek savaşında değil daha bir çok yerde antlaşmalarına riâyet etmediler. Mekke müşriklerine silah yardımı yaptılar. Daha sonra yine antlaşmalar yaptılan fakat yine antlaşmalarına uymadılar. Bunların ne barizlerinden birisi de Hendek muharebesiydi. Onlar, bu yaptıklarının cezasını da gördüler. 57Eğer savaşta onları yakalarsan, arkalarındakinî dağıtacak bir şekilde cezalandır. Belki ibret alırlar. Eğer o ahitlerini bozanlardan birini savaşta yakalayıp esir alacak olursan, arkalarında bulunan diğer ahitlilere de ibret olsun ve dağılıp gitsinler diye onları ağır bir şekilde cezalandır ki bir daha böyle bir şey yapmaya cesaret edemesinler, ibret alsınlar da verdikleri sözü bir daha bozmasınlar. 58Eğer bir kavmin ihanetinden korkarsan, sen de aynı şekilde sözleşmelerini bozarak üzerlerine at. Şüphesiz ki Allah, ihanet edenleri sevmez. Ey Rasûlüm, Eğer aranızda düşmanlık bulunan bir kavmin, sana ihanet edeceğinden ve antlaşmayı bozmasından korkacak olursan, sen de onlara, antlaşmayı bozduğunu bildir. Böylece antlaşmanın bozulduğundan heriki taraf açıkça ve eşit şekilde haberdar olsun. Ve sen, ihanet etmiş olmayasm. Zira Allah, hainleri sevmez. Taberi diyor ki: "Eğer denecek olursa ki: "Sırf düşmanın ihanetinden korkularak ahit nasıl bozulabilir? Çünkü bu bir zan'dır. Zan ise kesinlik ifade etmez." Cevaben denilir ki: "Mesele senin anladığın gibi değil. Buradaki cümlenin manası şudur "Düşmanın ihanet edeceği belirtisi sana belli olur ve onların sana saldıracaklarından korkacak olursan işte o zaman onların anlatlaşmalarını üzerlerine at ve onlara karşı savaş ilan et." Nitekim Resûlüllah Kureyza oğullarının, Ebû Süfyan ve müşriklerle, kendisine karşı yardımlaşmayı kabul etmelerinden ve kendisine karşı savaşacaklarını bildirmelerinden sonra, onlarla olan antlaşmasını bozduğunu bildirmiştir. Mü’minlerle savaşı kesme atlaşması yapan bütün kavimler bu hükme tabidirler. Müslümanların halifesi, Kureyza oğullarının, Resûlüllah'a ve sahabilere yaptıkları ihanet gibi herhangi bir ihanet görecek olursa onlarla yaptığı antlaşmayı üzerlerine atıp bozabilir ve onlara karşı savaş ilan edebilir. 59Kâfirler, yakalarını kurtarıp kaçacaklarını sanmasınlar. Onlar, Allah’ı âciz bırakamazlar. Kâfirlerin, yakalarını Allah'tan kurtarmaları mümkün değildir. Allah onları mutlaka cezalandırır. Nitekim diğer bir âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor: "Yoksa kötülüklerde bulunanlar, bizden kaçıp kurtulacaklarım mı sanıyorlar? Ne de kötü hüküm veriyorlar! Kasas sûresi âyet; 28/4 60Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın ki bununla, Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanınız ve daha bundan başka, sizin bilmediğiniz fakat Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutasınız. Allah yolunda ne harcarsanız, karşılığı size eksiksiz ödenir ve siz, asla haksızlığa uğratılmazsınız. Ey, Allah’a ve peygamberine iman edenler, kendileriyle muahede yaptığınız ve muhadeyi bozup size ihanet edeceklerinden korluğunuz kafirler ve diğer bütün İnkârcılar için gücünüzün yeniği kadar savaş araçları hazırlayın. Besili at-lpr yetiştirin ki bu araçlarla sizin de Allah'ın da düşmanı olan kâfirleri korku tasınız. Böylece size karşı savaşma cesaretini bulamasınlar. yine bu savaş araçla sizin bilmediğiniz ve Allah'ın bildiği münafıklar ve cinler gibi düşmanlarınızı da korkmasınız. Allah yolunda savaşmak'için mallarınızı harcayarak silah almanız halinde bu harcamalarınız boşa gitmeyecek, Allah, bunların karşılığını dünyada verecek, sevaplarını da âhirete saklayacak ve size hiçbir haksizlik yapılmayacaktır. Âyet-i kerime'de, müslümanların, kâfirlere karşı güçlerinin yettiği kadar kuvvet hazırlamaları emredilmiştir. Peygamber efendimiz bu kuvvet hakkında şöyle buyurmuştur: Ukbe b. Âmir diyorki: "Ben Resûlüllah'ın, minberin üzerinde: "Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazırlayın." âyetini okuduktan sonra şöyle buyurduğunu işittim. "Dikkat edin, şüphesiz ki kuvvet, atmak'tır. Dikkat edin şüphesiz ki kuvvet atmaktır. Dikkat edin şüphesiz ki kuvvet atmaktır. Müslim, K. el-İmara, bab: 167, HN: 1917 /Ebû Davud K. el-Cihad bab: 23, HN: 2514 Taberi diyor ki: " Resûlüllah'tan rivâyet edilen bu hadis-i şerifte, âyet-i kerime’de zikredilen kuvvet, "Atmak" olarakizah edilmiş ise de bu izahtan, kuvvetin sadece "Atmak"tan ibaret olduğu anlaşılmamalıdır. Çünkü Resûlüllah: "Kuvvet, sadece atmaktır, başka bir şey değildir." buyurmamaştır. Bu sebeple, kılıç, ok, mızrak ve düşmana karşı savaşmakta kullanılan her türlü silah âyettte geçen "Kuvvet" kavramı içine girmektedir. Kaldı ki Resûlüllah'tan zikredilen bu haberin senedi gevşektir." Âyet-i kerime’de "Bundan başka, sizin bilmediğiniz fakat Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutasınız" buyurulmaktadır. Müfessirler, Allah'ın bildiği, mü’minlerin ise bilmediği bu düşmanlardan kimlerin kastedildiği hususunda dört görüş zikretmişlerdir. a- Mücahide göre bunlardan maksat, Yahudi Kureyza oğullarıdır. Bedir savaşı yapıldığında onların düşmanlığı henüz ortaya çıkmamıştı. b- Suddiye göre bu düşmanlardan maksat, Farslar'dır. Müslümanlar, Parslarla savaşacaklarını o sırada tahmin etmiyorlardı. c- Ibn-i Zeyde göre ise, mü’minlerin bilmediği bu düşmanlardan maksat, münafıklardır. Çünkü onlar, kelime-i şehadet getiriyorlar, hatta mü’minlerle birlikte savaşlara katılıyorlardı. Bu sebeple düşmanlıkları bilinmiyordu, d- Diğer bir kısım âlimlere göre ise burada zikredilen düşmanlardan maksat, cinlerdir. Taberi bu son gomşüa tercihe düğünü söylemidir. Çünkü Mü’minler, Kureyza oğlu Yahudilerin ve Farslarm müşrik olmaları hasebiyle kendilerine düşman olduklarını ve onlara karşı savaşabileceklerini biliyorlardı. Bu itibarla, âyette zikredilen bilinmeyen düşmanlar değillerdi. Münafıklara gelince, her ne kadar bunlar düşmanlıkları bilinmeyen kimseler idiyseler de mü’minlerin güçlerinin artması yüzünden korkacak kimseler de değillerdi. Münafıklar, mü’minlerin, kendilerinin iç yüzlerim bilmelerinden korkuyorlardı. Bu sebeple âyette zikredilen güç hazırlamadan dolayı korkmaları düşünülemezdi. O halde, âyette, mü’minlerin bilmedikleri zikredilen düşmanlar, insanların dışındaki düşmanlardır ki onlar da cinlerden olan düşmanlardır. Nitekim, atlarının kişnemelerinin cinleri korkuttuğu ve atın bulunduğu yere cinlerin yakşalamadığı Rivâyet edilmiştir. Buradan anlaşılıyor ki, Müslümanlar her halükârda savaşa hazırlıklı olacaklardır. Fiilen savaş hayatının yaşanması şart değildir. Daima savaşa hazırlıklı olmak gerekir. * Hiçbir hazırlığa girişmediği halde "Ben, cihad ederim" iddiası boş bir iddiadır. Zira gerçeklen savaşmak niyetinde olanlar, her an savaş hazırlığı içinde olurlar. Nitekim diğer bir âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor: "Eğer bunlar cihada çıkmak isteselerdi, onun için hazırlık yaparlardi."(9/146) 61Eğer onlar, barışa yanaşırlarsa sen de yanaş ve Allah’a güven. Şüphesiz o, her şeyi çok iyi işiten ve çok iyi bilendir. Ey Rasûlüm, eğer bir kavmin ihanetinden korkarsan sen de aynı şekilde sözleşmelerini bozarak üzerlerine at. Ve onlara karşı savaş ilan et. Şâyet, İslam'a girerek veya boyun eğip cizye vermeyi kabul ederek yahut savaşmayı bırakarak seninle barışmaya eğilim gösterirlerse sen de ona eğilim göster. İşini Allah'a bırak ona tevekkül et, o sana yeter, zira o, senin de kendileriyle barışmak istediğin kimselerin de ne söylediğinizi ve ne gibi şartlar koştuğunuzu işiten ve her iki tarafın diğeri hakkında sadakat mı yoksa ihanet mi düşündüğünü çok iyi bilendir. Katade, İkrime, Hasan-i Basri ve İbn-i Zeyd'e göre bu âyet-i kerime tevbe suresinde, müşriklere karşı savaşmayı emreden çeşitli âyetlerle neshedilmiştir. Bu hususta Katade diyor ki: "Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de yanaş." hükmü, Berae sûresi inmeden önce nazil olmuştur. Bu dönemde Resûlüllah, müşriklerle belli büreler için ateşkes antlaşması yapıyor, sürenin sonunda müşrikler ya müslüman oluyor veya savaş yapılıyordu. Daha sonra, Berae (tevbe) sûresi nazil olunca bu hükmü kaldırdı ve Allahü teâlâ buyurduki: "Müşrikleri nerede bulursanız öldürün Tevbe sûresi, 9/5 “Ey mü’minler, müşrikler sizinle nasıl topluca savaşıyorlarsa siz de onlarla topluca savaşın. Tevbe sûresi, 9/36 Böylece Allahü teâlâ, Resûlüllah ile muahede yapmış olan her antlaşmalmın antlaşmasını üzerlerine attırdı ve Resûlüllah’a "Müşrikler Lailahe illallah deyip müslüman olmadıkça onlara karşı savaşmasını, iman dışında onlardan herhangi bir şey kabul etmemesini emretti. Bu surede ve bunun dışındaki surelerde zikredilen mü’minlerin, müşriklerle yap- , tıklan muahede ve sulh antlaşmaları, tevbe süresiyle neshedilmiş oldu. İkrime ve Hasan-ı Basri de demişlerdir ki: "Tevbe suresinin: "Kitap ehlinden, Allah’a ve âhiret gününe iman etmeyen, Allah'ın ve peygamberinin haram kıldığını haram saymayan ve hak din olan islamı din edinmeyenlerle, boyuneğip kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın. Tevbe sûresi, 9/29 âyet-i kerimesiyle bu âyetin hükmü neshed il mistir. Taberi diyor ki: "Bu âyetin neshedildiğirü söyleyen görüş, kitap sünnet ve akl-ı selimden herhangi bir delili olmayan görüştür. Çünkü "Müşrikleri nerede bulursanız öldürün." âyet-i kerimesi, "Eğer onlar banşa yanaşırlarsa sen de yanaş" âyet-i kerimesinin hükmünü ortadan kaldıracak bir durumda değildir. Zira, barış yapılabileceğini beyan eden bu son âyet, Kureyza Yahudileri hakkında nazil olmuştur. Onlar ise ehl-i kitaptır. Tevbe suresinin yinni dokuzuncu âyetinde belirtildiği gibi, cizye verip boyun eğdikleri takdirde onlarla banş yapılmasına izin verilmiştir. Tevbe suresinin, "Müşrikleri nerede bulursanız öldürün." âyeti ise, putlara tapan Arap müşriklerini kastetmektedir. Bunların, cizye vererek mallarını, canlanın teminat altına aldırmalan mümkün değildir. Onların müslüman olmaktan başka kurtuluş yolları yoktur. Görüldüğü gibi, sulh yapılmasını emreden âyetle, müşriklerin öldürülmesini emreden âyetlerin hükümleri farklıdır. Onlardan biri, diğerinin hükmünü tamamen ortadan kaldırmadığı için birinin diğerini neshettiğini söylemek doğru değildir. Âyetlerin her ikisi de muhkemdir Bu izahlardan da anlaşıldığı gibi Eğer karşı taraf sulh isterse sulh antlaşması yapmak icabeder. Bu açık sulh teklifine rağmen savaşa devam edilmez. Bu hususta Peygamber efendimiz bir örnek vermiş, Hudeybiye musalahasında, dokuz yıl savaşmayacaklarını hükme bağlayan barış antlaşmasını kabul etmiştir. Çünkü karşı taraf sulh istemiş, savaşmak niyetinde olmadığını beyan etmiştir. Ancak, Müslümanların, düşmanla sulh anılaşması yapmaları için, güçlü durumda olmaları ve yapılacak barışın kendileri için açıkça menfaat getirmmesi şarttır. Aksi takdirde, düşmana boyun eğerek barış antlaşması yapmak caiz değildir. Bu konuda bir âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır. "Ey iman edenler, üstün olduğunuz halde, düşmanlarınız karşısında gevşek davranıp da barış istemek zoruda kalmayın..."(47/35) 62Bak. Âyet 63. 63Eğer seni aldatmak isterlerse, şüphesiz ki sana, Allah yeter. Seni ve mü’minleri yardımıyla destekleyen ve onların kalblerini birbirine ısındıran O'dur. Eğer sen, yeryüzündeki her şeyi harcasan, onların kalblerini birbirine ısındıramazdın. Fakat Allah onları birbirine ısındırdı. Şüphesiz ki o, her şeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir. Ey Resulüm, seninle barış yapmak isteyen bu insanlar şâyet bu yolla seni aldatmak istiyorlarsa, Allah, onların kötülüklerini senden uzaklaştırmaya kâfidir. Allah senin dinini, onların dinine galip getirmeyi üzerine almıştır. Sana verdiği zaferle ve Ensar'dan olan mü’minleri sana yardımcı kılmakla seni destekleyen O'dur. Medine'deki Evs ve Hazreç kabilelerinden olan ve daha önce aralarında savaş eksik olmayan, Ensann kalblerini birbirine ısındıran o da O'dur. Ey Rasûlüm, eğer sen, yeryüzünde bulunan bütün değerli şeyleri harcayacak olsaydın yine de onların kalblerini birbirine ısındıramazdın. Fakat Allah, seni desteklemeleri için onlara hidâyette birleştirip kalblerini birbirine ısındırmış, kaynaştırmıştır. Şüphesiz ki Allah, herşeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir. Mücahid bu Âyetin izahında şunları söylemiştir: "İki müslüman, birbirleriyle karşılaşır ve müsafaha yapacak olurlarsa günahları bağışlanır." Velid b. Ebû Mtığis diyor ki: "Mücahide dedim ki: "Bir müsafaha yapmakla onların gü-nahlan bağışlanır mı?" O da dedi ki: "Sen Allahü teâlâ'nın "Eğer sen, yeryüzündeki her şeyi harcasan onların kalblerini birbirine ısmdıramazdın." buyurduğunu duydun mu?" Bende de ona dedim ki: "Sen bunu benden daha iyi biliyorsun. Âyet-i kerime, mü’minlerin kalblerinin birbirine ısındırıldığmı beyan etmektedir. Onların kalblerinin birbirine ısındınlması suretiyle meydana gelen kardeşlik, tarihte eşine rastlanmayan bir olaydır. Böyle bir kardeşliği ve yakınlığı, para ile, dünya malı ile temin etmek asla mümkün değildir. Allah'ın nimeti olmak üzere bu insanlar birbirlerini sevdi ve kardeş oldular. 64Ey Peygamber, sana ve sana tâbi olan mü’minlere Allah yeter. Ey Peygamber, sana ve sana tâbi olan mü’minlere Allah kâfidir. O halde düşmanlarınızın çokluğu sizi korkutmasın. Zira sizi destekleyen Allah'tır. 65Ey Peygamber, mü’minleri savaşa teşvik et. Eğer içinizden sabırlı yirmi kişi çıkarsa iki yüz kişiye galip gelir. Eğer sizden yüz kişi olsa, kâfirlerden bin kişiye galip gelir. Çünkü onlar, anlamayan bir kavimdir. Âyet-i kerime, bir mü’minin, on kâfire bedel olacağını bildirmekte, sebep olarak ta, kâfirlerin, savaşırken herhangi bir sevap elde etme inancından yoksun olmalarını göstermekte bu sebeple savaşta metanetli olmayacaklarına, dünyalıklarını kaybedecekleri korkusuyla savaşta korkak davranacaklarına dikkati çekmektedir. 66Şimdi ise Allah, yükünüzü hafifletti. Çünkü içinizde zaaf bulunduğunu biliyordu. Bundan böyle içinizden sabırlı yüz kişi çıksa, ikiyüz kişiye galip gelir. Eğer sizden bin kişi olsa, Allah'ın izniyle iki bin kişiye galip gelir. Allah, sabredenlerle beraberdir. Abdullah b. Abbas diyorki: "Eğer içinizden sabırlı yirmi kişi çıkarsa iki yüz kişiye galip gelir..." Âyeti nazil olunca, bir müslümanın on düşman karşısında direnmesi farz kılınmıştır. Bu ise Müslümanlara çok zor geldi. Bunun üzerine bu âyet nâzii oldu. Ve Müslümanların yükünü hafifletti. Ancak, Allahü teâlâ, karşı konacak düşman sayısını eksilttiği nisbette mü’minlerin sabrını da eksiltti Buharî, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre 5 bab: 6 / Ebû Davud K. el-Cihad b: 114 HN: 2646 Taberi diyor ki: "Âyet-i kerime'de, her ne kadar ifâde emir şeklinde değilse de mana itibariyle emirdir. Yani, bir Müslüman en az iki düşman karşısında savaşmak farzdır. Abdullah b. Abbas, İkrime, Hasan-ı Basri ve Süddi'den nakledilen bir görüşe göre bu âyet, bundan önce gelen âyetin hükmünü neshetmiştir. Artık bir mü’minin on kâfirle savaşma mecburiyeti kalmamıştır. Ancak bir mümi'nin iki kafire karşı savaşması farzdır. Onların önünden kaçması haramdır. Taberi de bu âyetin bundan önceki âyeti neshettiğini söylemiş ve Âyetlerin emi mı ahi yetinde olduğun söylemiştir. Mücahid diyor ki: "Bir mü’min'in on kâfire karşı savaşması hükmü, Bedir savaşına katılan sahabiler içindi. Bu durum onlara ağır geldi. Bunun üzerine, bir mü’min'in iki kâfirle savaşması hükmü geldi." Abduah b. Abbas da diyor ki: "Bir mü’minin on kâfir karşısında on mü’minin de yüz kâfir karşısında savaşıp sabretmesi emri, müslümanlarının sayılarının az olduğu zamanda idi, Müslümanlar çoğalamca Allah onların yüklerini hafifletti Bir mü’minin iki kâfir karşısında, on mü’minin de yirmi kâfir karşısında savaşmaları emredildi. 67Hiçbir Peygambere, yeryüzünde düşmanlarına tam bir darbe indirmedikçe esir almak yaraşmaz. Siz, dünya malını istiyorsunuz. Allah ise sizin için âhireti istiyor. Allah, her şeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir. Hiçbir peygamberin, kendisiyle savsan bir putperesti yüryüzünde müşriklere tam bir darbe indirmedikçe sırf fidye almak için veya lütufta bulunmak için esir alması yaraşmaz. Ey mü’minler, siz, müşrikleri esir alırken onlardan fidye olarak dünya metaını elde etmek istiyorsunuz. Allah ise sizin için âhiretteki nimetleri ve hazırladığı cenneti istiyor. Eğer siz, âhireti ister, kâfirleri esir etme yerine onları öldürmeye kalkarsanız, onlar size galip gelemez. Çünkü Allah, ner şeye galiptir ve yaratıklarını sevk ve idarede hikmet sahibidir. Abdullah b. Abbas diyor ki: "Bu âyet, müslümanlarm az olduğu Bedir savaşının yapıldığı günde inmiştir. Müslümanların sayısı çoğalıp hakimiyetleri artınca Allahü teâlâ esirler hakkında şu âyeti indirmiştir. "Kâfirlerle karşılaştığınızda boyunlarım vurun. Onları sindirip perişan edince de esir alıp bağlayın. Sonra ya bir lütuf olarak karşılık almadan serbest bırakın veya serbest bırakma karşılığında fidye alın... Bu hususta Abdullah b. Mes'ud diyor ki: "Bedir savaşı bitince esirler getirildi. Resûlüllah: "Bu esirler hakkında ne diyorsunuz." diye sordu Ebubekir: "Ey Allah'ın Resulü, Bunlar senin kavmin ve ailendir. Bunlan sağ bırak ve bunlarla yardımlaş. Umulur ki: Allah bunlarıntevbelerini kabul eder." dedi. Ömer ise: "Ey Allah'ın Resulü, bunlar seni yalanladılar, yurdundan çıkardılar. İnsanların önünde onların boyunlarını vur." dedi. Abdullah b. Revaha da dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü, ağacı bol olan bir vadi araştır. Onları onun içine koy, sonrna ateşe ver." Abbas da dedi ki: "Sen akrabalık bağım kopardın." Resûlüllah sustu, onlara cevap vermedi. Sonra çadırına girdi. Bir kısım insanlar dediler ki: "Ebubekir'in teklifini kabul edecek." Diğer bir kısım insanlar ise dediler ki: "Ömer'in teklifini kabul edecek." Başka bir kısım insanlar da dediler ki: "Abdullah b. Re-vaha'nın dediğini kabul edecek." Sonra Resûlüllah dışarı çıktı ve buyurdu ki: "Şüphesiz ki Allah, bir kısım insanların kalblerini yumuşak kılmışştır. Öyle ki onların kalbleri sütten daha yumuşaktır. Bir kısım insanların kalblerini de katı kılmıştır. Öyle ki, onların kalbleri taştan daha katıdır. Ey Ebubekir sen İbrahim gibisin. O şöyle demişti "Kim bana uyarsa şüphesiz ki o benim dinimdendir. Kim de bana karşı gelirse şüphesiz ki sen, af ve merhameti bol olansın. Muhammed sûresi, 47/4 yine sen İsa gibisin. O da şöyle demişti: "Eğer onlara azap edersen, şüphesiz ki onlar senin kullarındır. Şâyet bağışlarsan muhakkak ki sen, her şeye galipsin, hüküm ve hikmet sahibisin ibrahim sûresi, 14/36 Ey Ömer sen de Nuh gibisin o da şöyle demişti: "Rabbim kafirlerden, yeryüzünde dolaşan tek kişi birakma Maide sûresi, 5/118 Ey Abdullah b. Revana sen de Mûsa gibisin. O da şöyle demişti: "Rabbimiz, onların mallarını yok et. Kalblerini katılaştir. Can yakıcı azaba görmedikçe iman etmiş olmasınlar. Nuh sûresi, 71/26 Bugün sizler, üstünsünüz. Onlardan hiçbiri, fidye vermedikçe veya boynu vurulmadıkça kaçıp sizden kurtulamazlar." Abdullah b. Mesud diyor ki: "Dedim ki: Ey Allah'ın Resulü, Süheyl b. Beyda bu esirlerin dışındadır. Çünkü ben onun müslüman olduğunu söylediğini duydum." Bunun üzerine Resûlüllah sustu. O gün ben, gökten üzerime bir taş düşeceğinden korktuğum kadar hiçbir gün korkmamıştim. Nihayeyt, Resûlüllah buyurdu ki: "Süheyl b Beyda müstasnadır." Âyet Hazret-i Ömer'in görüşünü destekler mahiyette indi ve Allahü teâlâ buyurdu ki: "Hiçbir peygambere yeryüzünde düşmanlarına tam bir darbe idndirmedikçe esir almak yaraşmaz." Yunus sûresi, 10/88 Bu olay, Abdullah b. Abbas'tan da buna yakın birşekilde Rivâyet edilmiştir. Enes b. Mâlikin de bu hususta şunları söylediği rivâyet edilmiştir. Bkz. Tirmizi, K. Tevsiri el-Kur’an Sûre, 8 HN: 3087 "Resûlüllah Bedirde esir alman müşrikler hakkında sahabîlerle istişare etti ve şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki Aziz ve Celil olan Allah, bunlara karşı size bir imkân verdi." Bunun üzerine Ömer b. Hattab ayağa kalkıp şöyle dedi: "Ey Allah’ın Resulü, bunların boynunu vur." Resûlüllah bunu benimsemedi ve şöyle buyurdu: "Ey insanlar, Allah, bunlara karşı size bir imkân verdi. Bunlar düne kadar sizin kardeşlerinizdi." Ömer b. Hattap yine söz alarak şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü, bunların boynunu vur." Resûlüllah yine benimsemedi ve yine aynı sözlerini tekrarladı. Bunun üzerine Ebubekir ayağa kaltı ve dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü, dilersen onları affet ve verecekleri fidyeyi kabul et." Bununüzerine Resûlüllah'ın yüzündeki sıkıntılı ifade gitti ve fidye alarak esirleri serbest bıraktı. Ahmed b. Hanbel, Müsned C: 35, S: 243. İşte bu olay üzerine bundan sonra gelen âyet-i kerime azil oldu. 68Eğer, Allah'ın, geçmişte verilmiş birhükmü olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü, size mutlaka büyük bir azap dokunurdu. Eğer Allah'ın, ganimet mallarını Muhammed ümmetine helal kıldığına ve Bedirsavaşına katılan mü’minlere azap etmeyeceğine dair geçmişte verilmiş bir hükmü olsaydı, Bedirde esir ettiğiniz düşmanı serbest bırakma karşılığında aldığınız fidyeden dolayı size mutlaka büyük bir azap dokunurdu. Müfessirler bu âyet-i kerime'yi çeşitli şekillerde izah etmişlerdir. a- Hasan-ı Basri, Abdullah b. Abbas, A'meş, Ebû Hurey're Dehhak ve Ata bu âyet-i şu şekilde izah etmişlerdir. "Eğer Allah'ın, ganimet mallarını ve esir almayı, Muhammed ümmetine helal kıldığı hükmü, daha önceden, Allah'ın bilgisinde ve levh-i mahfuzda mevcut olmasaydı, ganimetlerin size helal olduğu bildirilmeden öcne Bedir esirlerinden fidye alıp serbest bırakmanızdan dolayı sizleri büyük bir azap yakalamış olurdu. Fakat, ganimetlerin, Muhammed ümmetine hela olacağı hükmü daha önceden yazılmış olduğundan sizleri böyle bir azaip yakalamadı. Bu hususta Ebû Hureyre, Resûlüllah’ın şöyle buyurduğunu Rivâyet etmiştir. "Sizden önce Âdemoğullarından hiç bir kimseye ganimet helal kılınmamıştı. Gökten ateş iner, onlaı yakıp bitirirdi. Bedirsavaşı olunca henüz ganimetlerin müslümanlara helal olduğu bindirilmeden onlar ganimetlere daldılar. Bunun üzerine Allahü teâlâ "Eğer Allah'ın, geçmişte verilmiş bir hükmü olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü size mutlaka büyük bir azap dokunurdu." âyetini indirdi. b- Said b. Cübeyr, Mücahid, Katede İbn-i Zeyd ve Hasan-ı Basri'den nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyetin izahı şöyledir: "Şâyet, Allah'ın kitabında Bedir savaşına katılanların azaba uğratılmayacakları hükmü olmasaydı, Bedir savaşında, size helal kılınmadan önce ganimet mallarını almanızdan dolayı sizi şiddetli bir azap yakalamış olurdu. Bedir savaşına iştirak edenlere azap edilmeyeceği hususunda da şu hadisi şerif zikrediliyor: "Hâtıb b. Ebî Belte'a, Mekke müşriklerine mektup yazmış, Resûlüllah'ın savaş hazırlığı içinde olduğunu bildirmişti. Mektup yolda iken Resûlüllah'a vahiy gelmiş ve o mektubu, bir kadının götürmekte olduğunu bildirmiştir. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Ali ile iki kişi göndermiş ve mektubu yakalatıp getirmiştir. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hâtıb hakkında asahabıyla istişare etmiş, Hz Ömer, Hâtıb b. Ebi Belta'nın öldürülmesi görüşünü ileri sürmüş Resûlüllah ise şöyle buyurmuştu: "Hâtıb, Bedir savaşma katılanlardan biri değil midir? Ne bileceksin belki de Allah, Bedir savaşına katılan mü’minlere bakmış ve onlar için "Dilediğinizi yapın. Ben, sizi affetmişimdir." demiştir. Bunun üzerine Hazret-i Ömerin gözleri yaşarmış ve "Allah ve Resulü daha iyi bilir." demiştir. Bkz. Buhari, K. el-Megazi, bab: 9 / Müslim, K.el-Fadail es-sahabe b: 161 HN: 2494 c- Mücahide göre ise bu âyetin izahı şöyledir: "Şâyet Alalhın kitabında bilmeyerek bir günah işleyenin hesaba çekilmeyeceği yazılmış olmasaydı esir almanızdan dolayı size büyük bir azap dokunudur." İbn-i İshak diyorki: "Allahü teâlâ, mü’minlere, ganimet toplamalarından ve esir almalarından dolayı sitem etmiştir. Zira Resûlüllah'tan önce hiçbir peygamber düşmanıdan aldığı ganimeti yiyemiyordu. Çünkü ona helal değildi. Ganimetlerin, sadece Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ümmetine helal kılındığı hussunda şu hadis zikrediliyor. Cabir b. Abdullah diyor ki: "Resûlüllah şöle buyurdu: "Bana, benden önceki hiçbir kimseye verilmeyen beş özellik verildi: Bir aylık mesafedeki düşmanın kalbine bir korku girmesi ile yardım olundum. Yeryüzü bana mescid ve temiz kılındı. Ümmetimden kime namaz vakti gelirse o namazım kılsın. Ganimetler bana helak kılındı. Benden önce kimseye helal kılınmamıştı. Bana şefaat etme hakkı verildi. Daha önceleri Peygamberler, kendi kavimlerine gönderilirlerdi ben ise bütün insanlığa Peygamber olarak gönderildim. Buhari, K. et-Teyemmüm bab: l, K. es-Salah, bab: 56 /Müslim, K. el-Mesacid bab: Hadis No: 521 / Nesaî K.. el-Gusl, bab: 25 Taberi diyor ki: "Âyet-i kerime'yi bu görüşlerdensadece birine tahsis etmek isabetli değildir. Âyet-i kerime bütün bu görüşleri kapsar mahiyettedir. Âyeti genel bir şekilde yorumlamak daha isabetlidir. 69Artık elde ettiğiniz ganimetleri, helal ve temiz olarak yeyin. Allah'tan korkun. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir. Ey Mü’minler, düşmandan elde etmiş olduğunuz ganimet mallarını artık helal ve temiz olarak yeyin. Çünkü o, sizin cihadınızın sonucudur. Allah'ın emirlerine karşı gelmekten çekinin. Bedir savaşında esir edilen müşriklerden fidye alıp serbest bırakma gibi davranışlarda bulunmayın. Şüphesiz ki Allah, mü’min kullarını çokça affeden ve onlara merhametli davranandır. 70Ey Peygamber, elinizde bulunan esirlere şöyle de: "Eğer Allah, kalbinizde bir hayır olduğunu bilse, size, sizden alınandan daha hayırlısını verir ve sizi bağışlar. Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir. Ey Peygamber, Bedir savaşında esir aldığınız müşriklere de ki: "Eğer Allah, sizin kalbinizde, İslâm'ın, İhlasın ve imanın varlığını bilse, sizden alman fidyeler karşılığında sizlere daha üstün şeyler verir ve geçmişte yaptığınız günahları bağışlar. Çünkü Allah, çok affeden ve çok merhamet edendir. Hazret-i Abbas, "Bu âyet, benim hakkımda nazil olmuştur." dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) esir düşen amcası Abbas'dan, fidye vererek kendisinin ve kardeşinin çocukları Akîl ve Nevfel'in serbest bırakılmalarını sağlamasını istedi. Bunun üzerine Abbas şöyle dedi: "Ey Muhammed, sen beni, yaşadığım müddetçe Kureyş'ten dilenecek hale getirdin." Resûlüllah da ona şöyle dedi: "Savaşa çıkarken, hanımın Ümmül Fadl'a verdiğin altınlar nerede? Altınları verirken ona şöyle demiştin: "Ben, bu seferimde başıma ne geleceğini bilemiyorum. Öldürülme veya esir edilme gibi bir hal başıma gelecek olursa bu altınlar senin ve çocukların olsun." Abbas da "Sen bunun nereden biliyorsun?" deyince Resûlüllah "Bunu bana rabbim haber verdi." dedi. Bunun üzerine Abbas: "Senin doğru söylediğini ve Allah'ın Pegamberi olduğunu kabul ediyorum. Vallahi bu yaptığımı kimse görmemişti. Ben, altınları ona, gecenin karalığında verdim." dedi. Hazret-i Abbas bu âyeti açıklayarak şöyle derdi. "Allah, verdiğim fidyeden daha hayırlısını bana verdi. Bana Zemzemi verdi. Ben, rabbimin affını da bekliyorum." 71Eğer esirler sana ihanet etmek isterlerse bil ki daha önce onlar Allah’a ihanet etmişlerdir. Bu yüzden Allah onlara karşı sana imkân verdi. Allah, her şeyi çok iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Şâyet bu esirler, içlerinde gizlediklerinin aksini sana bildirerek ihanet etmeyi isterlerse bilki onlar, Bedir savaşından önce de Allah'ın emirlerine karşı gelerek ona ihanet etmişlerdir. İhanet etmek, onlardan beklenen bir davranıştır. Bu yüzden Allah, onlara karşı sana imkân vermiştir. Allah, onların içlerinde gizledikleri şeyleri çok iyi bilendir. Yarattıklarının işlerini sevk ve idarede hüküm ve hikmet sahibidir. Katade diyorki: "Bu âyet-i kerime daha önce Müslüman olduğu halde sonra dinden çıkarak müşriklere katılan Abdullah b. Sa'd b. Ebi Sarh vb. hakkında nazil olmuştur. 72Şüphesiz ki iman edip hicret edenler Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler, muhacirleri barındırıp yardımda bulunanlar, işte onlar, birbirlerinin dostudurlar. İman edip hicret etmeyenlerle ise hicret edinceye kadar aranızda hiçbir velÂyet sorumluluğu yoktur. Bununla beraber eğer onlar, din hususunda sizden yardım isterlerse, yardımda bulunmak üzerinize borçtur. Yalnız, aranızda antlaşma olan bir kavmin aleyhine yardım etmek bunun dışındadır. Allah, yaptıklarınızı çok iyi görendir. Âyet-i kerime, iman ettikten sonra Mekke'den Medine'ye hicrat eden muhacirlerle, onları barındırıp yardım eden Ensar'a işaret etmekte ve bunların birbirlerinin gerçek dostları olduğunu bildirmektedir, diğre yandan, iman etmesine rağmen küfür diyarını bırakıp İslâm diyarına göç etmeyen üminlerin, hicret eden mü’minlerinden, gereken ilgiyi beklemeye hakları olmadığını, öldükleri takdirde birbirlerine mirasçı olamayacaklarını ifade ediyor. Bununla beraber Müslüman olduğu halde hicret etmeyen mü’minler, hicret eden mü’minlerden, dini hususlarda yardım istedikleri takdirde, hicret eden mü’minlerin, onlara yardım etmelerinin gerektiğini beyan etmektedir. Mekke'den Medine'ye hicret eden muhacirlerle, onları Medine'de barındıran Ensar, Resûlüllah tarafından kardeş yapılmış, aralarındaki dostluk o dereceye ulaşmıştı ki, birbirlerine mirasçı olmuşlardı. Daha sonra miras hükümlerini açıklığa kavuşturan âyetler geldi ve âyetlerde belirtilen akrabalar dışında, mü’minlerin birbirlerine mirasçı olmaları kaldırıldı. 73Kâfirler de birbirlerinin dostudurlar. Eğer birbirinizle yardimlaşmazsanız, yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fırsat doğar. Kâfirler de birbirlerinin dostudurlar. Onlar da kendi aralarında yardımlaşır, işlerini takibeder ve birbirlerine mirasçı olurlar. O halde eğer sizler kendi aranızda yardımlaşmaz, birbirinize karşı olan vazifelerinizi yerine getirmezseniz, yeryüzünde, büyük bir fitne çıkar. Öyleyse bu konudaki vazifelerinizi asla ihmal etmeyiniz, onları titizlikle yerine getiriniz. 74İman edenler, hicret edenler, Allah yolunda cîhad edenler, muhacirleri barındırıp yardımda bulunanlar, işte onlar, gerçek mü’minlerdir. Bağışlanma ve güzel rızık bunlaradır. İman eden ve bu imanın gereği olarak yerini yurdunu bırakıp Mekke'den Medine'ye göçen ve yine imanının gereği olarak Allah yolunda zahmetlere katlanıp cihad edenlerle, memleketlerini bırakıp göç eden bu mü’minlere kucak açıp yardım eden ve onları barındıranlar, işte gerçek mü’minler bunlardır. Bunlar için bağışlanma ve âhirette güzel rızıklar vardır. 75Daha sonra iman edip hicret edenler ve sizinle beraber cihad edenler, işte onlar da sizdendir. Akraba olanlar, Allah'ın kitabına göre birbirlerine daha yakındırlar. Şüphesiz ki Allah, her şeyi çok iyi bilendir. İman ettiği halde önce hicret edenlerle birlikte hicret etmeyip daha sonra hicret edenler ve sizinle beraber Allah'ın düşmanlarına karşı savaşanlar da sizdendir. Sizin, onları dost edinip yardımda bulunmanız gerekir. Allah'ın, kitabında belirttiği üzere mirasçı olma bakımından akrabalar birbirlerine daha layıktırlar. Birbirlerine ancak akrabalar mirasçı olurlar. Bu âyet-i kerime, "Kardeşlik" kurma veya "Anlaşma" yapmak suretiyle mü’minlerin birbirlerine mirasçı olmaları teamülünü ortadan kaldırmış ve sadece belirli akrabaların birbirlerine mirasçı olacaklarını beyan etmiştir. |
﴾ 0 ﴿