YUNUS SÛRESİYunus sûresi Mekke'de nazil olmuştur ve yüz dokuz âyettir. Bu sûre-i Celile de diğer Mekki Sûreler gibi uluhiyet gerçeği ile kulluk meselesi arasındaki münasebetleri beyan etmekte, insanlara gerçek, rableri olan Allahü teâlâyı tanıtmaktadır. Sûre-i Celile, Mekke'de bulunan putperestlerin, Resûlüllah’a gelen vahiy gerçeği karşısındaki tutumlarını ele almakta, Kur’an’ın başka bir kaynaktan değil bizzat Allahü teâlâ tarafından gönderildiğini beyan etmektedir. Âyet-i kerime’de bu hususta şöyle buyurulmaktadır: "Bu Kur'an Allah'tandır. Allah'tan başkası tarafından uydurularak Allah'a nisbet edilmiş değildir. Fakat o, daha önceki semavi kitapları doğrulayan, onlarda yazılı olan hakikatlan açıklayan bir kitaptır. Âlemlerin rabbi olan Allah'tan indirildiğinde asla şüphe yoktur. Müşrikler Resûlüllah'tan, Kur’an’ın dışında bir mucize istiyorlar, Kurana inanmıyorlar ve onun doğruluğunu ispat etmek için başka harikan talep ediyorlardı. Kur'an-ı Kerim onlara bu hususta şöyle cevap veriyor: "Andolsun ki sizden önce nice nesilleri, zulmettikleri zaman helak ettik. Peygamberlerimiz onlara apaçık delilleri getirdileri halde onlar inanmamışlardı. İşte biz, zalimleri böyle cezalandırırız." "Rabbinden ona bir mucize indirilse ne olur?" derler. Onlara de ki "Gaybi bilmek Allah’a mahsustur. Doğrusu ben de sizinle birlikte beklemekteyim." Allahü teâlâ, müşriklerin bu inatçı ve anlamsız davranışları karşısında üzülen Resûlüllahi teselli ediyor ve üzülmemesi için buyuruyor ki: "Onların söyledikleri sözler seni üzmesin. Kuvvet ve kudret yalnızca Allah’ındır. O, her şeyi işitendir, bilendir." Allahü teâlâ sûre-i Celilede devamla, müşrikleri, dünyaya olan aldatıcı güvenden sakındırıyor, uğrayacakları kayıptan dolayı onları korkutuyor ve onlara, bu dünya hayatının aslında bir imtihan yeri olduğunu, asıl hayatın âhirette yasanacağını beyan ediyor sonra da muhtelif kıyamet manzaralarını gözler önüne seriyor, daha sonra da inançlarındaki bu sakatlıktan dolayı başlarına gelecek felaketleri açıklıyor. Yine sûre-i celile, geçmişteki yalanlayıcıların akıbetlerinin ne olduğunu bildiriyor. Bazan o kavimlerin başlarına gelenler doğrudan haber veriliyor ba-zan da Peygamberlerin kıssalarıyla anlatılıyor. Sûre-i celile, vahyi yalanlayan müşriklere meydan okuyor ve eğer güçleri yetiyorsa Kur’an’ın surelerine benzer bir Sûre meydana getirmelerini teklif ederek onları âciz bıkakıyor. Hazret-i Mûsarun kisassma işaret ediliyor ve Firavun ve ordusunun Allalıın Peygamberini yakalayıp öldürmek için arkasından gittiklerini ve denizde boğulurken Mûsa'nın rabbine iman ettiklerini söylediklerini fakat bu imanlarının kabul edilmediğini beyan ediyor. Daha sonra, Allahü teâlâ'nın, Peygamberlerini yalanlayanlara gönderdiği çeşitli azaplar haber veriliyor ve sûre-i celile şu Âyet-i kerime ile sona eriyor: "Sana ne vahyediliyorsa onu tabi ol. Allah hükmünü verinceye kadar sabret, O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır." Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle 1Elif, Lâm, Râ, Bunlar, hikmet dolu kitabın âyetleridir. Bunlar, Allah'ın, sağlamca yapıp kullarına açıkladığı, muhkem Kur’an’ın âyetleridir. Elif, Lâm, Râ ve benzeri Mukattaa harfleri hakkında Bakara Sûresinin başında verilen izahata bakınız. Orada Elif, Lâm, Mim harfleri hakkında izahat verilmiştir. Burada ise Elif, Lâm, Râ harfleri vardır. Bu sebeple oradaki izahata ilaveten bu harfler hakkında da şunlar söylenmiştir. Abdullah b. Abbas ve Dehhaktan, bu harflerin mânâlarının: "Ben Allah’ım, görürüm." anlamına geldiği rivâyet edilmiştir. Yine Abdullah b. Abbas, Salim b. Abdullah ve Âmir'den nakledilen diğer bir görüşe göre bu harfler, Allah'ın, er-Rahman sıfatının kısaltılmış şeklidir. Katade'den nakledilen diğer bir görüşe ise bu harfler, Kur'an-ı Kerimin isimlerindendir. Âyet-i kerime’de geçen "Kitap"tan maksadın, İncil veya Kur'an-dan önce inen kitaplar olduğu, Mücahit ve Katade tarafından söylenmişse de Taberi bundan maksadın Kur'an olduğunu söylemiştir. Çünkü önceki kitaplar zikredilmemiştir. 2İçlerinden bir adama: "İnsanları uyar, iman edenleri, rablerinin katında yüce derecelerle müjdele." diye vahyetmemizde, insanlar için şaşılacak bir şey mi var ki kâfirler: "Şüphesiz ki bu adam apaçık bir sihirbazdır." dediler? İnsanlar bizim içlerinden biri olan Muhammedi seçip te ona, kendilerini uyarması, Allah'ın azabıyla korkutması, Allah’a ve Peygamberine iman edenleri, yapmış oldukları salih ameller karşılığında, kendileri için Allah katında güzel mükâfaatlar bulunduğunu müjdelemesini vahyetmemizde şaşılacak bir şey mi görüyorlar? Bu insanlar daha önce de onun gibi bir Âdemoğluna vahiy gönderdiğimizi sanki bilmiyorlar mı? Peygamber bu insanları müjdeleyip uyarınca Allah'ın birliğini inkâr edenler "Şüphesiz ki o apaçık bir sihirbazdır, iddia ettiği şeyler asılsızdır." dediler. Âyet-i kerime'de geçen ve "Onlar için rablerinin katında yüce dereceler vardır." şeklinde tercüme edilen cümlesi, müessirler tarafından farklı şekillerde izah edilmiştir. a- Dehhak, Miicahid, Abdullah b. Abbas, Rebi' b. Enes ve İbn-i Zeyd, bu cümleyi şu şekilde izah etmişlerdir. "Yapmış oldukları salih ameller karşılığında onlar için rableri katında güzel bir mükafaat vardır." b- Ali b. Ebi Talha'nın, Abdullah b. Abbas'tan rivâyet ettiğine göre bu cümlenin manası şöyledir: "Onların cennetlik oldukları, rableri katında levh-i mahfuzda mevcuttur." c- Katade, Hasan-ı Basri ve Zeyd b. Esleme göre bu cümlenin manası şöyledir: "Onlara, rableri katında, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) şefaatçi olacaktır. Taberi bu görüşlerden birinci görüşün tercihe şayan olduğunu, bu ifadenin manasının, "Onların, rableri katında salih amelleri vardır. Bu amelleri sayesinde mükafaatîara erişeceklerdir." şeklinde olduğunu söylemiştir. Abdullah b. Abbas diyor ki: "Allahü teâlâ Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i Peygamber olarak gönderince, Araplar onun Peygamberliğini inkâr ederek şöyle dediler: "Allah, Muhammed gibi bir insanı Peygamber göndermekten münezzehtir." Onların bu sözü üzerine Alla teala işte bu âyet-i kerime’yi gönderdi. 3Şüphesiz ki rabbinîz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, daha sonra kudretiyle arş'ı kuşatan Allah'tır. Bütün işleri nizama koyan O'dur. Hiçbir kimse onun izni olmadıkça şefaatçi olamaz. İşte bu, rabbiniz olan Allah'tır. Yalnız ona ibadet edin. Hiç düşünmez misiniz? Şüphesiz ki sizin rabbiniz, gökleri ve yeri, hiçbir ortağı ve yadımcısı olmaksızın, tek başına, altı günde yaratan sonra da arş'ı kuşatan Allah’tır. Bütün işleri o sevk ve idare eder. Onun sevk ve idaresine hiç kimse karışamaz. Kıyamet gününde onun huzurunda, o izin vermedikçe hiçbir kimse başkasına şefaatçi olamaz. İşte rabbiniz olan Allah budur. Sadece ona kulluk edin. İşitmeyen, görmeyen ve idraki olmayan varlıkları değil, sadece onu rab edinin. Hiç bunları düşünüp ibret almaz mısınız. 4Hepinizin dönüşü Allahdır. Bu, Allah'ın, hak olan vaadidir. Allah, varlıkları yoktan yaratmıştır. İman edip salih amel işleyenleri, adaletle mükâfaatlandırmak için, bütün yaratılanları, yok olduktan sonra tekrar diriltecektir. Kâfirlere ise, inkârlarının cezası olarak, cehennemde kaynar içecekler ve can yakıcı bir azap vardır. Kıyamet gününde hepinizin dönüşü rabbinizedir. Allah, bunu size bir gerçek olarak vaadetmiştir. Rabbiniz, bütün varlıkları henüz hiçbiri ortada yokken varetmiştir. Sonra onları öldürüp yok edecek ve tekrar diriltecektir ki, emrettiği amelleri, İşleyen mü’minleri adaletli birşekilde mükâfaatlandırsın ve onlara âhirette, yaptıklarının karşılığını versin. Allah'ın varlığını ve birliğim inkâr edenlere gelince onlar için cehennemde kaynar içecekler ve yine bu inkârları sebebiyle can yakıcı bir azap vardır. Allahü teâlâ, bu âyet-i kerime’de, yarattıkları, öldükten sonra tekrar diriltmesinin hikmetini beyan etmekte ve bu hikmetin, herkese, yaptığının karşılığını vermek olduğun açıklamaktadır. Âyet-i kerîmede, cehennemliklerin, kaynar sular içecekleri beyan edilmektedir. Bu hususta başka bir âyet-i kerime’de de şöyle buyurulmuştur: "Şüphesiz biz, zalimlere, çevrelerini surlarıyla kuşatan korkunç, bir ateş hazırlamışızdır. Susuzluktan dolayı yardım istediklerinde onlara erimiş maden gibi bir su verilir ki yüzleri haşlar, O, ne kötü bir içecektir. O, cehennem ne kötü bir yerdir. Kehf sûresi, 17/29 Ebû Ümame el-Bâhilî, Resûlüllah’ın, "Her zorba inatçıya irinli sudan içirilecektir. O, suyu yutkunur fakat bir türlü yutamaz. İbrahim sûresi, 14/16-17 âyetinin izahında şöyle buyurduğunu riâyet etmiştir. "Su o kişinin ağzına yaklaştırılır. O bunu sevmez. Ancak su ona yaklaştınldığında yüzünü kavurur ve başının derisi sıyrılıp düşer. Onu içtiğinde ise su onun barsaklarını parçalar. Onlar onun arkasından dökülür. Bu hususta Allahü teâlâ: "Cehennemde ebedi kalanlara kaynar sular içirilecek o da onların barsaklarıni paramparça yapacaktır. Muhammed sûresi, 47/15 buyurmaktadır Tirmizi, K. el-Cehennem bab: 4 Hadis No: 2583 5Güneşi ışıklı ayı nurlu kılan, yılların sayısını ve hesabını bilmeniz için ay'a menziller takdir eden Allah'tır. O, bunları, şüphesiz yerli yerince yaratmıştır. Allah, bilen bir topluluk için, âyetleri geniş olarak açıklar. Güneşe aydınlatma, ay'a nurlandırma gücünü veren, yılların sayısını ve günlerin hesabım bilmeniz için ay'a, eksiltip çoğaltmayacağı mesafeler takdir eden, o rabbinizdir. Rabbiniz, ay ile güneşi hoşun değil, yerli yerince yaratmıştır O, âyet ve delilleri, Allah'ın varlık ve birliğini düşünen bir topluluk için açıklar. Allahü teâlâ, bu âyet-i kerime’de, güneş ile ayın yaratılmalarındaki sır ve hikmetleri beyan ederek güneş ve ayın, gündüz ve gece birer aydınlatma aracı olduğunu, zamanın hesaplanabilmesi için birer vasıta yapıldıklarını, bunların gelişigüzel değil, Allah'ın emriyle, yerli yerince hareket ettiklerini beyan etmektedir. Bu konuyla ilgili olarak Kur'an-ı kerimde birçok Âyetler bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şu âyetlerdir: "Ay'a menziller takdir ettik. Nihâyet o, eski hurma salkımının eğri sapma döner." "Ne güneşin ay'a erişmesi gerekir, ne de gece gündüzü geçer. Herbiri bir yörüngede yüzmektedir. "(36/35-40) "Güneş de ay'da mutlaka bir hesaba göre hareket eder."(55/5). 6Şüphesiz ki gece ve gündüzün, birbiri ardınca gelmesinde, Allah'ın, göklerde ve yerde yarattıklarında, Allah’tan korkan bir topluluk için deliller vardır. Şüphesiz ki gece ile gündüzün, biri gidip diğeri gelerek, birbirlerini takibetmelerinde ve Allah'ın, göklerde ve yerde yarattığı çeşitli varlıklarda, Allah'ın tehdit ve cezalandırmasından korkan bir topluluk için, Allah'ın varlığını ve birliğini gösteren deliller vardır. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, varlığını ve kudretini gösteren delileri zikretmiştir ki böylece kullan, Allah'tan başka rableri olmadığını, her şeyin yaratıcısının kendisi olduğunu bilsinler ve Allah’a ortak koşanlara karşı bu delilleri de ileri sürsünler. Çünkü insan gafildir, uyarılmaya muhtaçtır. Bu sebeple diğer bir âyet-i kerime’de şöyle buyrulmaktadır. "Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki, insanlar bunların yanından yüz eçirip geçerler de irbret almazlar. Yusuf sûresi, 12/105 7Bak. Âyet 8. 8Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olup onunla rahat edenler ve âyetlerimizden gafil olanlar, işte onların yaptıklarından dolayı, varacakları yer ateştir. Ahirette mükâfaat ve ceza görmeyi yalanlayıp huzurumuza çıkmaktan korkmayanlar, kahireti bırakıp sadece bu dünya hayatına razı olanlar ve dünyanın, aldatıcısı süs ve güzelliklerine gönül bağlayanlar bizim birliğimizi gösteren delil ve alametlerden gafil olup, bunlardan öğüt almaktan yüz çevirenler, işte bunların ahirette varıp kalacakları yer, dünyada işlemiş oldukları günahlar yüzünden cehennem ateşidir. Bu âyet-i kerime, kıyamet gününde Allah’ın huzuruna çıkmayı inkâr eden, dünya hayatıyla yetinip ona kalbden bağlı olanların, hahirette hayatlarının perişan olacağını bildirmekte, bizlerin de böyle olmamamız için ikaz etmektedir. Bu hususta başka âyetlerde de şöyle buyurulmuştur: "Kim, dünya hayatını ve onun zinetlerini isterse bizonlara, dünyada yaptıklarının tam karşılığını veririz. Onların orada bir şeyleri de eksiltilmez. Bunlara ahirette de cehennem ateşinden başka birşey yoktur. Yaptıkları orada boşa çıkmıştır. Zaten işledikleri bâtıldır. Hud sûresi, 11/15-16 9Şüphesiz ki iman edip salih ameller işleyenleri, rableri, imanları sebebiyle doğru yola iletir. "Naîm" cennetlerinde onların altlarından ırmaklar akar. Şüphesiz ki Allah’a ve âhiret gününe iman edip salih amel işleyenleri, rableri, imanları sebebiyle cennete sevkeder. Bu mü’minlerin, Allah'ın, kendilerine nimet verdiği cennetlerde önlerinden ırmaklar akar. Bu âyet-i kerime'de, ahirette mes'ud olacak mü’minlerin halleri bildirilmektedir. Bunlar, imanları sayesinde kendilerini kurtarmış olacaklardır. Allah'ın bir lütfü olarak ta çeşitli nimetlerle doldurulmuş cennetlere yerleştirileceklerdir. 10Onların orada duaları: "Ey Allah’ımız, seni noksan sıfatlarından tenzih ederiz." dir. Oradaki selamlaşmaları da "Selam" sözdür. Dualarının sonu ise "Alemlerin rabbi olan Allah’a hamdolsun."dur. Cennet ehlinin, oradaki duaları: "Ey rabbimiz seni, sana yakışmayan şeylerden tenzih ederiz."dir. Birbirleriyle selamlaşmaları ise: "Selam olsun sana, yani, sen, cehennemliklerin uğradıkları kötü akıbetten selamette o." demeleridir. İbn-i Cüreyc diyor ki: "Bize anlatıldığına göre, cennetliklerin üzerinden, arzuladıktan bir kuş uçunca onlar: "Sübhaneke Allahümme" derler, işte onların duaları budur. Onların bu duaları üzerine bir Melek', arzuladıklarım onlara getirir ve onlara selam verir. Onlar da Meleğin selâmını alırlar. "Onların oradaki selamlaşmaları "Selam"dır cümlesi bunu ifade etmektedir. Onu yedikten sonra da "Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd ederler. Dualarının sonu ise "Âlimlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun" olsun" şeklindedir." Cümlesi de bunu ifade etmektedir. 11Eğer Allah, insanların hayırı acele istedikleri gibi onlara şerri de acele verseydi vadeleri bitmiş olurdu. Fakat biz, bizimle karşılaşmayı ummayanları azgınlıklarında bırakırız da bocalayıp dururlar. Eğer Allah, insanların mal ve canlarına zarar verecek olan beddualarım, hayır dileğinde bulundukları duaları gibi hemenkabul edecek olsaydı, ölüm derhal kendilerini yakalar ve vadeleri biterek helak olurlardı. Fakat biz, Öldükten sonra dirilmeye ve huzurumuza çıkarak hesap vermeye iman etmeyenleri, azgınlıklarında ve inatçılıklarında serbest bırakırız. Şaşkınlık içinde bocalayıp dururlar. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, kullarına karşı lütufkâr olduğunu, kulların birbirleri aleyhinde yaptıkları haksız beddualarını hemen kabul edip onları helak etmediğini, mü’minlere tevbe imkânı bırakıp kâfirlere de mühlet verdiğini beyan etmektedir. Bir mü’min, ne kadar kızgın ve öfkeli olursa olsun, kendisi, çocukları ve malları aleyhine bedduada bulunmamalıdır. Mücahid diyor ki: "İnsanların beddua etmeleri, kızmaları durumunda, çocuklarına veya mallarına "Allah’ım, sen bunda hayır bırakma, sen buna lanet et." şeklindeki beddualandır. Eğer Allah, bu tür dualarını kabul etmiş olsaydı onlar yok olup giderlerdi. 12İnsana bir zarar dokunduğunda, yan yatarken veya otururken veya ayakta iken bize yalvarıp durur. Fakat ondan, uğradığı zararı kaldırınca, sanki o, dokunan zararın kalkması için bize yalvarmamiş gibi yine yoluna devam eder. İşte böyle aşırı gidenlerin yaptıkları, kendilerine güzel gösterilir. İnsana bir zorluk, bir sıkıntı isabet ettiği zaman, yatarken olsun otururken olsun, ayakta iken olsun, o sıkıntı ve zorluğun giderilmesi için bizden yardım dileyip durur. Fakat biz onun başına gelen sıkıntıyı kaldırdığımızda, insan o içinde bulunduğu hali unutur veya unutmaya çalışır. Mevlasına şükretmeyi terk e-der, tekrar sapıklığa ve Allah’a ortak koşmaya döner. Sıkıntısı kaldırılan insana, tekrar inkâra dönmek süslü gösterildiği gibi, Allah’a karşı yalan uydurmada ileri gidenlere de yaptıkları günahları süslü gösterilir. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, İnsanoğlunun hem çok sabırsız hem de arsız olduğunu beyan etmektedir. Öyleki, insanoğluna bir sıkıntı ve bir darlık geldiğinde ne durumda olursa olsun derhal Allah’a yalvararak o sıkıntının kendisinden uzaklaştırılmasını ister. Ona hiç sabretmez. Bununla beraber Allah, sıkıntıyı kendisinden giderip aydınlığa çıkardığı zaman o sıkıntılı olan eski halini hemen unutur ve tekrar isyana döner. 13Şüphesiz biz, sizden önce birçok nesilleri, Peygamberleri kendilerine apaçık delililerle geldikleri halde, zulmettikleri için helak ettik. Zaten onlar, iman edecek değildi. İşte biz, suçlu birkavmi böyle cezalandırırız. Ey müşrikler, biz sizden önce de inkâr eden, Allah'ın emirlerine karşı gelen ve Peygamberlerini yalanlayan nice kavimleri helak ettik. Halbuki Peygamberleri onlara, kendilerinin hak Peygamber olduklarını gösteren apaçık deliller ve alâmetler getirmişlerdi. Bu helak edilen kavimler ise, kendilerini hakka davet eden Peygamberlere iman edecek durumda değillerdi. Peygamberlerini yalanlayan, geçmişteki zalim kavimleri helak ettiğimiz gibi, Peygamberim Muhammedi yalanlayan siz suçluları da şâyet vaz geçip tevbe etmezseniz öylece helak ederiz. 14Sonra da sizi, onların ardından, ne yapacağınızı görmek için yeryüzünde halifeler kıldık. Ey insanlar, biz o geçmişteki kavimleri helak ettikten sonra sizleri onların yerine getirdik ki bakalım siz ne yapacaksınız. Onların izini takibedip cezalandırılmayı mı hak edeceksiniz yoksa onlar gibi davranmayıp hak yolda devam ederek sevaba mı erişeceksiniz. Allahü teâlâ bizleri yeryüzünde başıboş olarak yaratmamış, bizleri, kendisini tanımamız ve tanımayanlara da tanıtmamız için halife yani vekil yapmıştır. Bizim yaptıklarımızı ve yapmadıklarımızı kontrol etmektedir. Sonuçta bizi cezalandıracak veya mükâfaatlandıracaktır. Bu hususta Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz ki dünya tatlıdır, yeşildir.- Allah sizleri orada halifler kılmıştır. Ne yaptığınıza bakmaktadır. Dünyadan kaçının, kadınlardan kaçının. Zira, İsrailoğullarının ilk fitnesi kadınlardan kopmuştur. Müslim, K. ez-Zikr, bab: 99, Hadis No: 2742 / Timizi, K. el- Fiten, bab: 26 Hadis No: 219, İbn-i Mace, K. el-Fiten, bab: 19, Hadis No: 3998 Katade, Ömer b. el-Hattab (radıyallahü anh)'ın, bu âyetin izahında şunları söylediğini rivâyet etmiştir. Hazret-i Ömer demiştir ki: "Rabbimiz doğru söyledi. O, bizleri, ancak amellerimizin nasıl olacağını görmek için yeryüzünde halifeler kıldı. Siz, Allah gece gündüz, gizli ve açık iyi ameller gösterin." Abdurrahman b. Ebi Leyla diyor ki; "Bir gün Avf b. Mâlik (radıyallahü anh), Ebubekir (radıyallahü anh)'a dedi ki: "Ben rüyamda gördüm ki, gökten bir ip sarkıtıldı ve Resûlüllah yukarı çekildi. Tekrar sarkıtıldı, Ebubekir yukarı çekildi. Sonra insanlar, minberin etrafında (boylarını) ölçüştüler. Ömer diğer insanlardan üç zir'a uzun geldi," Bunun üzerine Ömer, Avf b. Malik'e müdahale ederek "Bırak rüyanı, bizim ona ihtiyacımız yoktur." dedi. Daha sonra Ömer Halife olunca dedi ki: "Ey Avf, şimdi rüyanı anlat" Avf dedi ki "Senin rüyama ihtiyacın varmi? Sen o zaman beni azarlamamış miydin?" Ömer dedi ki: "Vay haline* ben korkmuştum ki, sen Resûlüllah'ın halifesine, ölüm haberini bildiriyorysun." Bunun üzerine Avf b. Malik, Ömere rüyasını anlattı. Ömerin, diğer insanlardan üç zira uzun olmasına gelince, şunları söyledi: "Bu zir'alardan biri, onun halife olmasıdır. İkincisi, Allah hakkında, kınayanın kınamasından korkmamasıdır. Üçüncü ise şehit olmasıdır." Bunun üzerine Ömer dedi ki: "Allahü teâlâ buyuruyor ki: "Sonra da sizi, onların ardından, ne yapacağını görmek için yeryüzünde halifeler kıldık. Ey anasının yavrusu Ömer, sen halife kılındın, ne yapacağına iyi bak. Allah hakkında, kınayanın kınamasından korkmamam, meselesine gelince, bu Allah'ın dilediği bir şeydir. Benim şehit olacağını beyan eden sözüne gelince, Ömer nerden şehit olacaktır. Çünkü müslümanlar onu kuşatıp muhafaza altına almışlardır. Ancak Allah, dilediğini yapmaya kadirdir." 15Apaçık âyetlerimiz onlara okununca, bizimle karşılaşmayı um-mayanlar, Peygambere şöyle dediler: "Bize bundan başka bir Kur'an getir veya bunu değiştir." Ey Rasûlüm, onlara şöyle de: "Onu kendiliğimden değişterme yetkisine sahip değilim. Ben de ancak bana vahyolunana tabi oluyorum. Eğer ben, rabbime karşı gelirsen şüphesiz ki büyük günün azabından korkarım." Müşriklere Kur'an'ın apaçık ve hakkı gösteren âyetleri okunduğu zaman, öldükten sonra dirilmeye inanmayan ve huzurumuza çıkacaklarını beklemeyenler, Peygamberimize şöyle derler: "Ey Muhammed, sen bu Kur'andan başka bir Kur'an getir. Veya bunu değiştir. Bildirdiği bir kısım helalları haram, haramları da helal yap." Ey Rasûlüm, onlara de ki: "Kur’an’ı değiştirmek benim elimde değildir. Onu değiştirmek, emri geri çevirilemeyen Allah’ın elindedir. Ben de ancak rabbim tarafından bana vahy edileni ere uymaktayım. Şâyet ben rabbimin emrine karşı çıkacak ve bana gelen vahyi değiştirecek olursam, şüphesiz ki ben, dehşeti büyük olankıyamet günün azabından korkarım. Âyet-i kerime’de kıyamet günü zikredilirken "Büyük gün" ifadesi geçmektedir Evet, kıyamet gününün dehşeti büyüktür. Nitekim bu hususta diğer âyetlerde de şöyle buyrulmaktadır: "Ey insanlar rabbinizden korkun. Çünkü kiyametin sarsıntısı büyük bir şeydir." "Onu gördüğünüz zaman her emzikli kadın emzirdiği çocuğundan geçer. Hamile kadın çocuğunu düşürür. Sen insanları sarhoş görürsün. Aslında onlar sarhoş değildirler. Fakat Allah'ın azabı şiddetlidir" Hac sûresi âyet, 1,2 16Ey Rasûlüm, de ki: "Eğer Allah dileseydi Kur’an’ı size okumazdım. Allah da onu size bildirmezdi. Ben o, Kur'an gelmeden önce yıllarca aranızda bulundum. Hiç aklınızı kullanamaz mısınız? Ey Rasûlüm, onlara de ki: "Eğer Allah dileseydi ben size bu Kur’an’ı okumazdım. O da size bunu bildirmiş olmazdı. Ben, bana vahiy gelmeden önce kırk yıl sizin içinizde kaldım. O süre içinde böyle bir iddiada bulundum um? Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz? Şâyet ben böyle bir şeyi uyduracak olsaydım bunu daha önce yapardım. Âyet-i kerime, Peygamberimiz Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, hak Peygamber olduğunu beyan etmektedir. Zira o, müşriklerin arasında kırk yıl yaşamıştır. Hayatının bu bölümünde davranışlarıyla, aklı ve güvenirliliği ile hep seçkin bir şahsiyet olarak tanınmıştır. Kırk yaşından sonra, böyle mümtaz bir şahsiyetin, kendiliğinden kitap uydurup ve bunu, Allah tarafından gönderildiğini söylemesi mümkün müdür? Bunun böyle olduğun iddia etmek akıl işi değildir. Ebû Süfyan b Harb, henüz Müslüman olmadan önce, Bizans imparatoru Herakliyüs ile karşılaşıp Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında konuşurken, Herakliyüs Ebû Süfyana: "O kişi bu iddiada bulunmadan önce siz onu hiç yalanla itham etmiş miydiniz?" diye sorunca Ebû Süfyan "Hayır" demiş Herakliyüs de "Ben sana," o kişi bu iddiada bulunmadan önce siz onu hiç yalancılıkla itham etmiş iniydiniz?" dedim. Sen "Hayır" dedin. Bundan anladım ki, insanlara karşı yalan söylemeyen bu şahıs, Allah’a karşı da yalan söylemez." demiştir Buhari K. el-Bed'il vahy bab: 6 17Allah’a yalan iftira eden veya âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim olabilir? Şüphesiz ki suçlular, hiçbir zaman kurtuluşa eremezler. Kendisi Peygamber olmadığı halde: "Ben, Allah tarafından gönderilmiş bir Peygamberim." diyerek Allah’a iftirada bulunandan ve Allah'ın âyetlerini yalanlayandan daha zalim, daha şerli kim olabilir? Şüphesiz ki dünyadayken, İnkârcılıkta bulunmak suretiyle en büyük suçu işleyen kimse asla kurtuluşa eremez. 18Onlar, Allah'ı bırakıp kendilerine zarar veya fayda veremeyen şeylere tapar ve "Bunlar, Allah katında şefaatçilerimizdir." derler. Ey Rasûlüm, de ki: "Göklerde ve yerde Allah'ın bilmediği bir şeyi mi ona haber veriyorsunuz?" Allah, onların ortak koştuklarından yücedir, beridir. Müşrikler, Allah’ı bırakıp, kendilerine herhangi bir zarar veya menfaat vermekten âciz olan şeylere taparlar ve onlara: "Biz bunlara: Allah katında bize şefaatçi olmaları için tapıyoruz." derler. Ey Rasûlüm, sen de onlara de ki: "Siz Allah’a, göklerde ve yerde bulunmayan bir şeye mi haber veriyorsunuz?" Allah, müşriklerin ortak koşmalarından münezzehtir, yücedir. 19İnsanlar, sadece tek bir ümmet idiler. Sonra ihtilafa düştüler. Eğer rabbinin geçmişteki bir sözü olmasaydı, ihtilaf ettikleri hususlarda aralarında hüküm verilmiş olurdu. İnsanlar, aynı dine mensup tek bir ümmetti. Fakat dinleri hususunda ihtilafa düştüler. Böylece yollan ayrıldı. Eğer rabbinin "Bir topluluğun eceli gelmeden helak edilmeyecektir." şeklindeki sözü olmasaydı, ihtilaf ettikleri hususlarda, onların aralarında hükmünü verir, hak yolda olanları kurtarır, bâtıl yolda olanları ise helak ederdi. Abdullah b. Abbas diyor ki: "Âdem aleyhisselam ile Nuh aleyhisselam arasında on ümmet geçti. Bunların hepsi müslümandı. Sonra insanlar arasında ihtilaf çıktı. Bazı insanlar Allah’ı bırakıp putlara ve heykellere tapar oldular. Allah, bunlara âyetleriyle, mucizeleriyle birlikte Peygamberler gönderdi ki "Helak olan da açıkça delili gördükten sonra helak olsun yaşayanlar da açıkça delili gördükten sonra yaşasın." 20Kâfiler: "Rabbinden Muhammede bir mucize indirilse ya" derler. De ki: "Gaybı bilmek ancak A Ihı ha aittir. Bekleyin, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim." Allah’a ortak koşan kâfirler: "Muhammede rabbi tarafından bir mucize in-dirilse ya. Böylece biz onun, söylediklerinde haklı olduğunu anlarız." derler. Ey Rasûlüm, sen onlara cevaben de ki: "Böyle bir mucizenin gönderilip gönderilmemesi Alan aitttir. Onun gelip gelmeyeceğini ben bilmem. Çünkü gaybı ancak Allah bilir. Sizden veya bizden haksız olanlar için Allah'ın göndereceği âcil azabı bekleyin. Ben de onu bekleyenlerdenim." 21İnsanlara bir zarar dokunduktan sonra, rahmetimizi tattırdığımızda hemen âyetlerimiz hakkında bir hileye baş vururlar. Ey Rasûlüm, de ki: "Allah'ın, tuzağı boşa çıkarması daha sür'atlidir. "Şüphesiz ki elçilerimiz, yaptığına hileleri yazmaktadır. İnsanlara, felaketten sonra bir iyilik ve saadet, sıkıntıdan sonra da bir genişlik ve ferahlık gelince, âyetlerimizle alay edip onları yalanlamaya çalışırlar. Ey Rasûlüm, âyetlerimizle alay eden bu müşriklere de ki: "Allah'ın, sizin hilelerinize vereceği ceza, sizin hilelerinizden daha şiddetli, Allah'ın sizi tuzağa düşürmesi daha beterdir." Şüphesiz ki bizim, Meleklerden olan elçilerimiz, yaptığınız amelleri ve âyetlerimizi alaya almanızı yazıp zaptetmektedirler. Buna göre cezalandırılacaksınız. Âyet-i kerime, mücrimlere ve zalimlere, Allahü teâlânın mühlet verdiğini, zalimlerin de buna aldanarak kendilerine azap edilmeyeceğini zannettiklerini, Allah'ın tayin ettiği mühlet bitince onları aniden yaklayacağını ifade etmektedir. Bu hususta Peygamber efendimiz bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor: "Şüphesiz ki Allah, zalime mühlet verir. Bir de onu yakalayınca artık bir daha bırakmaz." Buhari K. Tefsir el-Kur'an, Sûre, 11 bab: 5 /Müslim, K. el-Birr bab: 61 Hadis No: 2583 22Sizi karada ve denizde yürüten Allah'tır. Bulunduğunuz gemi, içindekileri tatlı bir rüzgarla muntazam götürürken ve yolcular da neşeli iken bir fırtına çıkarak onlara her taraftan dalgalar gelip, çepeçevre kuşatıldıklarını anlayınca, dini sadece Allah’a tahsis ederek ona şöyle dua ederler. "Yemin olsun ki sen bizi bu durumdan kurtarırsan şükredenlerden oluruz." Ey insanlar, sizleri karada ve denizde çeşitli vasıtalarla yürüten Allah'tır. Eğer Allah bunları sizin emrinize vermemiş olsaydı, karada, denizde ve havada yolculuk yapmanız güç olurdu. Sizler, gemide bulunduğunuz zaman, gemi taşıdığı yolcuları güzel bir rüzgarla alıp götürürken size bu duruma çok sevinirsiniz. Fakat fırtınalar gelipsizleri her taraftan dalgalar kuşatınca ve helak olacağınızı anlayınca, samimi olarak Allah’a kulluk edip ona yalvarırsınız ve şöyle dersiniz: "Ey Allah’ım, yemin olsun ki eğer bizi buradan kurtaracak olursan mutlaka sana şükredenl erden oluruz" Bu âyet-i kerime, insanların daraldıklarında hemen Allah’a yönelip ona yalvardıklarıni, sıkışık zamanlarında ona iltica ettiklerini beyan etmektedir. Halbuki kul rabbine hem geniş hem de sıkıntılı zamanlarında yalvrapı iltica etmeli, bu sığınmayı sadece sıkıntılı zamanlarında yapmamalıdır. Peygamber efendimiz bir Hadis-i Şerifinde, Abdullah b. Abbas'a hitaben buyurmuştur ki: "Sen geniş zamanında Allah’ı tanı ki, sıkıntı halinde de Allah seni tanısın Ahmed b Hanbel, Müsned, C: 1, S: 307 23Allah onları kurtarınca, hemen yeryüzünde haksız yere azgınlık ederler. Ey insanlar, azgınlığınız ancak kendinizedir. İstediğiniz şey, dünya hayatının geçimliğidir. Sonra dönüşünüz bizdedir. Yaptıklarınızı size haber vereceğiz. Allah, sıkıntı içinde kendisine yavaranlan kurtarınca daha önceki yalvarmalarını unuturlar. Allah’ı inkâr ederek ve günahlar işleyerek yeryüzünde bozgunculuğa girişirler. Ey insanlar, sizin bozgunculuğunuzun cezası sizedir. Bu bozgunculuğu ancak dünyada yaşadığınız müddetçe yapabilirsiniz. Sonra bize döneceksiniz. Biz sizi başıboş bırakmayacağız. Yaptıklarınızı size bildirip ona göre sizi hesaba çekeceğiz. Herkese layık olduğu ceza veya mükâfaatı vereceğiz. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, insanoğlunun kararsız ve tutarsız olduğunu sık sık yön değiştirdiğini, daralınca hemen Allah’a sığınmasına rağmen selamete kavuşunca da önceki halini unutup şımardığını, fakat bütün bunlara rağmen onun, başıboş bırakılmayacağını, yaptıklarından veya yapması gerekeni yapmadıklarından hesaba çekileceğini beyan etmektedir. Allahü teâlâ, insanoğlunun bu halini başka bir âyet-i kerime’de de tasvir ederek buyuruyor ki: "Denizde herhangi bir tehlikeye maruz kaldığınızda, Allah’tan başka yardımını istediğiniz bütün putlara hatırınızdan silinir gider. Allah sizi tehlikeden kurtarıp karaya çıkarınca da yüz çevirirsiniz. Zaten insanoğlu nankördür. İsra sûresi, âyet, 67 24Dünya hayatı ancak gökten indirdiğimiz şu suya benzer. O su, insanların ve hayvanların yediği, birbirine girmiş yeryüzü bitkilerinin meydana gelmesine sebep olur. Yeryüzü, ziynetini alıp o bitkilerle süslendiği zaman ve yeryüzü halkı da bunları elde etmeye kadir olduklarını zannettitikleri bir sırada, gece veya gündüz, emrimiz gelir de orasını, birgün önce hiç yokmuş gibi kökünden biçilmiş bir hale getiririz. İşte biz âyetleri, düşünen bir topluluk için böyle açıklarız. Ey insanlar, ziynetlerine ve mallarına aldanıp kendisiyle övündüğünüz bu dünya hayatı, gökten indirdiğimiz şu yağmura benzer ki, onunla yeryüzünde sarmaş dolaş olan çeşitli bitkiler biter. Onlardan insanlar ve hayvanlar yerler. Bir zaman gelip yeryüzü bu bitkilerle tam bezenip süslenince ve yeryüzü sakinleri de bunları hasat edip toplayacaklarını sanınca bizim, gece veya gündüzleyin o mahsullerin helak edilmesine dair emrimiz gelir. Biz onları sanki birgün önce hiç yokmuşçasına köklerinden kuruturuz. İşte biz, süslenip bezendikten sonra bu yeryüzünü helak ettiğimiz gibi bu dünyayı da sonunda helak edeceğiz. Bundan ibret alın. İşte biz, âyetlerimizi, düşünen bir topluluk için böyle açıklarız. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, yeryüzünde bulunan çeşitli bitkilerin gerek birtakım âfetlerle gerekse değişen mevsimler sonunda yok olup gittiklerini ve dünyanın da birgün yok olup gideceğini, bu itibarla insanların, geçici dünya hayatına aldanıp ebedi olan âhiret hayatı için çalışmayı ihmal etmemeleri gerektiğini beyan etmektedir. Bu hususta diğer âyet-i kerimelerde de şöyle buyuruluyor: "Sen onlarla dünya hayatının misalini ver. Geçici dünya hayatı, tıpkı şuna benzer: Biz gökten yağmur indiririz, yeryüzündeki bitkiler onunla karışıp yemyeşil kesilir. En sonunda da kuruyup rüzgarın savurduğu çerçöp haline gelir. Allah, herşeye muktedirdir. Kehf sûresi, 18/45 "Görmez misin? Allah, gökten su indirip onu, yer altındaki kaynaklara katar sonra, onunla çeşitli renklerde bitkiler çıkarır. Sonra o bitkileri kurur, sararıp solduklarını görürsün. Sonra da Allah onları çerçöp haline getirir. Şüphesiz ki bunda, akıl sahipleri için ibret vardı. Zummer sûresi, 39/21 "Bilin ki dünya hayatı sadece bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda bir övünme vesilesi, mal ve evlatların çoğalmasından ibarettir. Bu, bir yağmura benzer ki, bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider. Sonra o bitki kurmaya yüz tutar, bir de bakarsanız ki sapsan kesilmiş, daha sonra da çer çöp haline gelir. Âhirette ise şiddetli bir azap, Allah'ın bağışlaması ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka birşey değildir. Hadid sûresi, 57/21 25Allah kullarını, emniyet ve huzur yurdu olan cennetine davet eder ve dilediğini doğru yola sevkeder. Ey insanlar, sizler dünyayı ve onun zilletlerini istemeyin. Çünkü onlar, Allah'ın beyan ettiği gibi, dünyadaki bitkiler gibi, sonunda yok olacaklardır. Fakat sizler, devamlı kalan âhireti isteyin. Ve onun için amel işleyin. Allah’a itaat etmeye koyulun. Zira Allah sizleri, dostları için hazırladığı cennetlerine çağırmaktadır. Sizler, cennetlere girdiğiniz takdirde sıkıntı ve kederlerden kurtulmuş olacaksınız. Orada bulunan nimetlerin yok olmayacağından emin olacaksınız. Allah, kullarından dilediğini, doğru yol olan İslama muvaffak kılar o da müslüman olur. Böylece rabbinin rızasına ulaşır. Dünyanın geçici oluşu, âhiretin ebediliğine ve Allah teulanın, kullarını, âhirete yönelmeye davet ettiği hususunu izah eden bir hadis-i şerifle Ebudderda, Resûlüllah’ın şöyle buyurduğunu Rivâyet etmiştir. "Güneşin doğduğu hiçbir gün yoktur ki, o günün iki tarafında (sabahında, akşamında) insan ve cinlerin dışında bütün yeryüzü sakinlerinin işittiği şu çağırıyı yapan iki melek gönderilmiş olmasın "Ey insanlar rabbinize yönelin. Az ve yeterli olan dünya malı, çok ve meşgul eden mal'dan daha hayırlıdır. Ahmed b Hanbel, Müsned, C: 5, S: 197 Ebudderda işte bu hususta Allahü teâlâ'nın, Kur'an-ı Kerimde "Allah, kullarını emniyet ve huzur yurdu olan cennetine davet edr." âyetini indirdiğini söylemiştir. Cabir b. Abdullah da şunu Rivâyet etmektedir: "Birgün Resûlüllah çıkıp yanımza geldi ve buyurdu ki: "Ben rüyada gürdüm ki, Cebrâil başucumda, Mikâil de ayaklarımın yanında. Onlardan biri diğerine diyor ki: "Sen buna misali anlat." Oda dedi ki: "Dinle, kulağın dinlemiş olsun. Düşün, kalbin düşünmüş olsun. Senin ve ümmetinin misali, bir külliye yaptıran Krala benzer Kral, külliyede bir ev yaptırır. Orada bir sofra kurar. Sonra elçisini gönderip insanları yemeğe davet eder. Onlardan bazıları davete icabet eder, bazıları da etmezler. Bu misalde, davet eden Kral, Allah’tır. Külliye İslamdır. Ondaki ev, cennettir. Ey Rasûlüm, sen de davet eden o elçisin. Kim, senin davetini kabul ederse İslama girer, kim de İslama girerse cennete girer ve kim de cennete girerse oradaki nimetlerden yer. Tirmizi, K. el-Edeb, bab: 76 Hadis No: 2860 Taberi buna benzer bir hadis-i şerifi, Ebû Kılabeden de Rivâyet etmiştir. 26iyilik edenlere en güzel mükâfaat ve daha fazlası vardır. Onların yüzlerinde keder ve zilletten eser yoktur, işte bunlar cennetliklerdir ve orada devamlı kalacaklardır. Dünyada Allah’a kulluk ederek güzel amel işleyenlere âhirette güzel bir mükâfaata vardır. O da cennettir. Bundan daha fazlası da vardır ki o da Allah'ın affı ve onun cemalini görmektir. Kıyamet gününde bu insanların yüzlerini tozlar bürümeyecek, yüzlerinde bir zillet eseri görülmeyecektir. İşte onlar, Cennetliklerdir. Ve orada ebedi olarak kalacaklardır. Âyet-i kerime'de geçen ve "En güzel mükâfaat ve daha fazlası" diye tercüme edilen ifadesi, müfessirler tarafından farklı şekillerde izah edilmiştir. a- Ebubekir es-Sıddıyk, Âmir b. Sâd, Huzeyfetül Yeman, Ebû İshak, Ebû Mûsa, Abdurrahman b. Ebi Leyla, Hasan-ı Basri, Abdurrahman b. Mehdi, Sü-heyb-i Rumî, Katade, Kâ'b b. Ucre ve Ubey b. Ka'b'a göre bu âyette geçen ve "En güzel mükâfaat" diye tercüme edilen ifadesinden maksat cennet'tir. Ve "Daha fazlası" diye tercüme edilen ifadesinden maksat ise, Allah'ın yüzünü görmektir. Bu hususta, Süheyb-i Rûmî, Resûlüllah'tan şu hadis-i şerifi Rivâyet etmektedir: "Cennettekiler cennete girdikten sonra Allahü teâlâ onlara şöyle diyecektir: "Size daha bir şey artırmamı istermiş iniz?" Cennettekiler: "Yüzlerimizi ak etmedin mi? Bizi cennete koymadın mı? ve bizi cehennem atşinden kurtarmadın mı? derler. Bundan sonra Allahü teâlâ üzerinden perdeyi kaldırır. Cennetlikler, rablerine bakmaktan daha büyük bir nimetin kendilerine verilmediğini anarlar." Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sözünü bitirdikten sonra işte bu âyet-i kerime’yi okudu. Müslim, K. el- İman, bab: 297, Hadis No: 181 / Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 10, bab: 1 Hadis No: 3105 Taberi bu hadisin benzerini, Ebû Mûsa el-Eş'arî, Abdurrahman b. Mehdi, Kâb b. Ucre ve Ubey b. Ka'bdan da Rivâyet edilmiştir. b- Hz Ali'den Rivâyet edilen diğer bir görüşe göre burada zikredilen "Daha fazlası" ifadesinden maksat, tek inci'den oluşan ve dört kapısı bulunan bir oda'dir. Mü’minlere, cennette bütün mükâfaatlara ilaveten böyle bir orda da verilecektir. Âyet-i kerime bunu beyan etmektedir. c- Abdullah b. Abbas, Alkame b. Kays ve Hasan-ı Basri'den nakledilen diğer bir görüşe göre burada zikredilen ve "En güzel mükâfaat" diye tercüme edilen ifadesinden maksat, kulun, yaptığı iyiliklere karşı aynı iyiliklerle mükâfaatlandırılmasıdır. "Daha fazlası"ndan maksat ise yapılan iyiliklere karşı daha fazla mükâfaatların verilmesidir. Abdullah b. Abbas, bu hususu izah ederek şu âyeti okumuştur: "Kim, bir iyilik ortaya koyarsa ona o iyiliğin on katı vardır. Kim de bir kötülük işlerse sadece o kötülüğün misliyle cezalandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar." Ankubet sûresi, 29/27 d- Mücahide göre ise burada zikredilen "En güzel mükafaaf'dan maksat, yapılan iyiliğe karşılık aynı derecede mükâfaat verilmesidir. "Daha fazlası"ndan maksat ise, Allattın affı ve rızasıdir. e- İbn-i Zeyd'e göre ise burada zikredilen "Engüzel mükâfaat'dan maksat, cennettir. "Deha fazlasf'ndan maksat ise dünyada verilen nimetler'dir. Allah, bu nimetlerden dolayı, kıyamet gününde kulundan hesap sormayacaktır. İbn-i Zeyd, bu izahtan sonra şu âyeti okumuştur: "... İbrahimi dünyada mükâfaatlandırdık. Şüphesiz o, âhirette de salihlerdendir. Taberi, bu hususlta şunları söylemenin daha isabetli olacağını söylemiştir. "Allahü teâlâ, iyilikte bulunan kullarına, iyilik yapmaları ve itaatte bulunmalarına karşılık, cenneti vereceğini, yüzlerini ak edeceğini vaadetmiş buna ilaveten daha başka şeyler de vereceğini vaadetmiştir. Fazla olarak vereceği bu şey, cennete koyduktan sonra kendisini görme lütfunda bulunma da olabilir, inci'den meydana gelen bir oda'nın verilmesi de olabilir, onun af ve rızası da olabilir. Bütün bunlar, Allahü teâlâ'nın, cennetlilere vereceği fazladan mükâfaatlardır. Bunların hespi de olabilir. Allahü teâlâ, âyeti, umumi olarak zikretmiş yukarıda adı geçen hususlardan herhangi birine tahsis etmemiştir. Bu itibarla, Allahü teâlâ'nın, lütfuyla zikredilen bu fazladan nimetlerin tümünü iyilikte bulunan mü’min kullarına vermesi, uzak bir ihtimal değil aksine hepsinin birden verilmesi ümit edilmektedir. 27Kötü amel işleyenlerin cezaları ise kötülükleri kadardır. Onların yüzlerinizi zillet bürüyecek ve kendilerini Allah'ın azabından koruyucak kimse de bulunmayacaktır. Yüzlerini, sanki gecenin karanlığından bir parça kaplamıştır. İşte bunlar, cehenemliktirler. Orada devamlı kalacaklardır. Dünyada kötü amel işleyenlerin ahiretteki cezaları da yaptıklarının karşılığı kadardır. Onları zillet bürüyecek, kendilerini Allah'ın azabından koruyacak birisi de bulunmayacaktır. Sanki onların yüzünü, karanlık gecenin bir parçası bürümüş olacaktır. İşte cehennemlik olanlar bu tür insanlardır. Onlar, cehennemde ebedi olarak kalacaklardır. Bu âyet-i kerime, kötü amel işleyenlerin, kıyamet günündeki kütü durumlarını tasvir etmektedir. Kur'an-ı kerimde buna benzer âyetler pek çotur. Bu âyetlerden bazılarında şöyle buyurulmaktadır: "O gün bazı yüzler ağaracak, bazı yüzler kararacaktır. Yüzleri kararanlara şöyle denecektir: "İman ettikten sonra inkâr mı ettiniz? O halde inkârınızdan dolayı tadın azabı." "Yüzleri ağaranlar ise, Allah'ın rahmetindedirler. Onları sana hak olarak okuyoruz. Allah, âlemlere zultmetmek istemez. Âl-i imran sûresi, âyet, 106-107 O gün parlayan, gülen ve sevinen yüzler vardıre" "O gün tozlanmış ve karanlık bürümüş yüzler de vardır." İşte bunlar, kafirler ve facirlerdir." Abese sûresi, Âyet, 38-42 28Kıyamet günü, bütün insanları bir araya toplarız. Sonra Allah’a ortak koşanlara şöyle deriz "Siz ve Allah’a ortak koştuklarınız yerinizden kımıldamayın." Sonra müşriklerle ortak koştuklarını birbirinden ayırırız. Ortak koştukları şeyler, kendilerine tapanlara şöyle derler: "Siz bize tapmıyordunuz." Biz, kıyamet gününde, insanları, cinleri ve bütün yeryüzü sakinlerini bir araya getireceğiz, onlardan hiçbirini bırakmayacağız. Sonra, herhangi bir şeyi Allah’a ortak koşanlara: "Siz de ortak koştuğunuz şeyler de olduğunuz yerde kalın." diyeceğiz. Bunları birbirlerinden ayınp hesaba çekeceğiz. Ortak koşanların: "Biz bunlara tapıyorduk." demeleri üzerine, ortak koşulan varlıklar: "Hayır, yalan söylüyorsunuz, siz bize tapmıyordunuz," diyeceklerdir. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Allah’a ortak koşanmüşriklerle ortak koşulan tağutlar arasında kıyamette meydana gelecek olan tartışmayı zikrediyor. O gün onların birbirlerinden kaçacaklarını beyan ediyor. Nitekim diğer âyet-i kerimelerde de şöyle buyuruluyor: "İşte o zaman, tâbi olunanlar, kendilerine tâbi olanlardan uzaklaşacaklar, azabı görecekler ve aralarındaki bağlar kopacaktır." "Tâbi olanlar şöyle derler: "Keşke bizim için tekrar dünyaya dönüş olsa da, onların, bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsak." îte böylece Allah, amellerini bir pişmanlık kaynağı olarak kendilerine gösterecektir. Ve onlar, cehennem ateşinden çıkacak ta değillerdir. Bakara sûresi, âyet, 166-167 29Bizimle aranızda Allah'ın şahit olması yeter. Bize taptığınızdan da hiç haberimiz yoktu." Allah’a ortak koşulan şeyle, yine şöyle diyeceklerdir: "Ey müşrikler .bi-zimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Doğrusu sizin bize taptığınızı ne biliyor ne de hissediyorduk; Mücahid bu âyetin tefsirinde şöyle diyor: "Kıyamet gününde müşriklerin önüne, Allah'tan başka taptıkları tanrıları getirilip dikilir ve müşriklere: "İşte Allah'tan başka taptığınız şeyler." denilir. Kendilerine tapınılan putlar ve benzeri şeyler ise: "Vallahi bizler duymuyor ve görmüyorduk. Sizin bize taptığınızı da bilmiyorduk." derler. Müşkirler ise: "Hayır biz size ibadet ediyorduk." derler. Put vb. şeyler de cevaben derler ki: "Bizimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter." 30Orada herkes, daha önce yaptıklarından dolayı imtihan verir. Hak olan mevlaları Allah’a döndürülürler. Uydurdukları şeyler de kendilerinden kaybolur. Kıyamet gününde herkes, daha önce işlediği hayır ve serden haberdar olacaktır. İnsanlar rablerinin huzuruna çıkarılacaklardır. Müşriklerin, Allah ile birlikte ilâh edindikleri ve Allah’a denk tuttukları şeyler, o sıkıntılı hallerinde kendileriden kaçıp kaybolacaklardır. Rableri de kendilerini, yaptıklarına göre cezalandıracak veya mükâfaatlandıracaktır. Bu âyet-i kerime, insanalnn bu dünyadaki davranışlarından âhirette haberdar edileceklerini ve ondan sonra da yaptıklarının karşılığını göreceklerini beyan etmektedir. Bu hususta diğer âyetlerde de şöyle buyuruluyor: "O gün insana yaptığı ve yapmadığı herşey haber verilir." Daha doğrusu insan, özürlerini ortaya koysa bile, kendi yaptığını gözüyle görür. Kıyamet sûresi, âyet, 13-15 "Biz, her insanın amelini kendi boynuna taktık. Kıyamet gününde onun için bir kitap çıkaracağız. O, kitabını açık bulacak." "Ogün insana: "Kitabım oku, bugün hesap görme bakımından sen kendine yetersin." denilir isra sûresi, âyet, 13-14 31Ey Rasûlüm, de ki: "Size, gökten ve yerden rızık veren kimdir? Size, kulak ve gözleri bahşeden kimdir. Ölüden diriyi çıkaran diriden de ölüyü çıkaran kimdir? Bütün işleri düzene koyan kimdir? "Allah'tır." diyeceklerdir. De ki: "O halde Allah'tan korkmaz mısınız?" Ey Rasûlüm, sen o müşriklere de ki: "Gökten yağmuru yağdırıp, yeryüzünde sizin için çeşitli rızıkları ortaya çıkaran kimdir? Duyma ve görme organlarınızın ve diğer bütün azalarınızın asıl sahibi kimdir? Bunların gerçek sahibi olan Allah, bunlan bazan zayıflatıp bazan güçlendirir, bazan da tamamen sizden alır. İşitmez ve görmez olursunuz. Meni ve yumurta gibi cansız olan şeylerden canlı varlıkları çıkaran, canlı varlıklardan da cansız varlıkları çıkaran kimdir? Bütün kâinatı yaratan ve oradaki bütün işleri sevk ve idare eden kimdir? Müşrikler "Bunları yapan, Allah’tır." demek zorunda kalacaklardır. Ey Rasûlüm, sen onlara de ki: "Siz, Allah’ı inkâr etmenizden ve onu bırakarak size herhangi bir menfaat ve zarar veremeyecek olan varlıklara tapmanızdan dolayı, Allah'ın cezalandırmasından kormaz mısınız? Evet, bütün varlıkları rızıklandıran Allah'tır. Bunun için göklerden yağmur yağdırır, sulan yeryüzüne emdirerek çeşitli bitkileri meydana getirir. Bu hususta diğer âyet-i kerimelerde de şöyle buyurulmaktadır: "İnsan, yediğine bir baksın." "Biz, bol bol su indirdik." "Sonra yeryüzüne güzelce yaydık." "Orada taneler, üzüm, hayvan yemi, zeytin, hurma ağacı, ağaçları birbirine girmiş bahçeler, meyveler ve otlar yarattık. Abese sûresi, âyet; 24-33 32İşte bu, hak olan rabbiniz Allah'tır. Hakkın dışında sapıklıktan başka ne vardır? Öyleyse haktan nasıl döndürülürsünüz? İşte bütün bunları yapan, gerçek rabbiniz olan Allah'tır. Gerçeğin dışında sapıklıktan başka ne vardır? Gerçek rabbiniz olan Allah’ı bırakıp onun dışında olan varlıkları rabler edinmeniz, sapıklıktan başka nedir? Durum böyle iken, niçin haktan döndürülüyor ve sapkılığın bataklıklarına düşürülüyorsunuz? 33Böylece, fâsıkların iman etmeyeceklerine dair rabbinin hükmü hak oldu. Bu müşrikler, haktan ayrılıp sapıklığa düştükleri gibi, rabbinin itaatından ayrılıp isyana düşen ve onu inkâr eden fasıklar hakkındaki ezeli ilmindeki hükmü de haktır. Bu hükmü de şudur: "Fasıklar, Allah'ın birliğini, peygamberinin peygamberliğini tasdit etmeyeceklerdir." 34Ey Rasûlüm, de ki: "Allah’a ortak koştuklarınız arasında, yaratılanları ilk defa var edecek, öldükten sonra da tekrar diriltecek biri var mıdır? De ki: "Ancak Allah, yaratılanları ilk defa var eder. Yok olduktan sonra da tekrar diriltir. Öyleyse nasıl döndürülüyorsunuz? Ey Rasûlüm, sen, Allah’a ortak koşanlara de ki: "Sizin Allah’a ortak koştuğunuz put ve tağutların içinde, herhangi birşeyi yoktan var decek, sonra onu yok edip aynı şekilde tekrar var edecek herhangi biri varmı? Ey Rasûlüm, sen onlara de ki: "Herhangibir şeyi yoktan var edip sonra onu yok ederek terrar aynen iade edebilecek güce sahib olan, sadece Allah'tır. O halde hak yoldan nasıl çeviriliyor ve onu terkediyorsunuz? Bu âyet-i kerime müşriklere meydan okumaktadır. Çünkü Allah’a ortak koşulan şeylerin, herhangi bir şeyi yaratabilmeleri yahut onları yok edip tekrar iade edebilmeleri mümkün değildir. Böyle bir iddiada bulunmak akıl işi de değildir. 35Onlara şöyle de: "Allah’a ortak koştuklarınızın arasında, insanları hakka sevkedecek var mıdır? De ki: "Ancak Allah hakka sevkeder. Hakkı gösteren mî yoksa kimseyi doğru yola sevkedemeyen, kendisi bile ancak başkalarının hidâyeti ile doğru yolu bulabilen mi kendisine uyulmaya daha layıktır? Ne oluyor size? Nasıl hüküm veriyorsunuz? Ey Rasûlüm, Allah’a ortak koşan müşriklere ve putperestlere de ki: "Sizin tanrı ve putlarınızın içinde, sapık olanı doğru yola ileten, şaşkınlık içinde olana gerçeği gösteren herhangi "bîri var mı? Onlara de ki: "Sapık olanı hakka ileten, şaşkına yol gösteren, ancak Allah'tır. İmdi: Sapıkları hakka yöneltenle, başka birisi kendisi hidâyete ulaştırmadıkça o yolu bulamayandan hangisine tâbi olmak daha doğrudur? Ne oluyor sizlere? Nasıl oluyor da Allah ile, yarattığı şeylerin eşit olduklarına hüküm veriyorsunuz? Niçin sadece Allah’a kulluk etmekten kaçınıyorsunuz? 36Onların çoğu ancak zanna uyarlar. Zan ise haktan hiçbirşey ifade etmez. Şüphesiz ki Allah, onların yaptıklarını çok iyi bilendir. Bu müşriklerin çoğu, aslı olmayan birtakım zanlara tabi olular. Şüphesiz ki zan, kesin bilgi karşısında hiçbir hüküm ifade etmez. Allah, bu müşriklerin yaptıklarım çok iyi bilendir ve onlara denetlemektedir. Âyet-i kerime, müşriklerin, gerek Allah’a dair olan itikadlarının gerekse putlar hakkındaki inançlarının, herhangibir delile dayanmadığmusadece atalarından işittikeri birtakım zan ve kanaatler olduğunu, zanlarm ise hiçbir zaman, kesin hüküm ifade etmediğini, bu itibarla inançlarının temelsiz olduğunu ifade etmektedir. 37Bu Kur'an, Allah'tan başkası tarafından uydurularak Allah’a nisbet edilmiş değildir. Fakat o, daha önceki kitapları doğrulayan, onlarda yazılı olan hakikatleri açıklayan bir kitaptır. Âlemlerin rabbi olan Allah'tan indirildiğinde asla şüphe yoktur. Bu Kur’an’ı herhanginirinin uydurması imkânsızdır. Çünkü hiçbir kimsenin bunu uydurmaya gücü yetmez. O halde bu, Allah kelamıdır. Kendinden önce gelen Tevrat ve İncil gibi kitapları tasdik eden ve Allah'ın mü’minlere farz kıldığı hükümleri açıklayan bir kitaptır. Bunun, âlemlerin rabbi olan Allah tarafından gönderildiğinden asla şüphe edilemez. Kur'an-ı kerimin, Allah tarafından gönderildiğinin en büyük delili, bunun bir benzerinin, hatta bir suresinin dahi benzerinin, hiçbir kimse tarafından şimdiye kadar yapılamamasıdır. Kur'an-ı Kerimin gerek lehine gerekse aleyhine binlerce kitap yazılmasına rağmen, ne onu savunanların yazdıkları ne de aleyhinde bulunanların yazdıkları Kur'ana benzemektedir. Kur'an-ı Kerim'in surelerine benzeri bir Sûre yapmaya çalışan Müseylime gibi birçok kâfirler, Kur’an’ın karşısında âciz kalmışlar ve yazdıkları yazılarla gülünç hale düşmüşlerdir. 38Yoksa o müşrikler; " Kur’an’ı Muhammed uyydurdu." diye mi iddia ediyorlar? Onlara de ki: "İddianızda samimi iseniz, Allah'tan başka gücünüzün yettiği herkesi yardımınıza çağırın da onun surelerinden bir benzerini meydana getirsin." Yoksa bu müşrikler: "Muhammed bu Kur’an’ı kendisi uydurdu." mu diyorlar? Onlara de ki; "Benim bunu uydurduğu mu zannediyorsanız, siz de bunun surelerine benzeterek bir Sûre uydurup getirin de görelim. Ayrıca, iddianızda samimi iseniz, Allah'tan başka bütün yardımcılarınızla da yardımlasın. Bu âyet-i kerime, Kur'an-ı kerim'in, Allah tarafından gönderilmiş bir kitap olduğunu kabul etmeyen kâfir ve müşriklere karşı meydan okumakta ve onlara: "Eğer uydurma olduğunu iddia ediyorsanız, siz de bunun surelerinden herhangi birine benzer bir Sûre uydurun da ondan sonra ortaya çıkın." demektir. Allahü teâlâ Kur'an-ı kerimde çeşitli âyetlerde, kâfirlerden, o Kur’an’ın bir benzerini meydana getirmelerini isteyerek onları, iddialarım ispata çağırmaktadır. Bu âyetlerde şöyle buyuruluyor: "Ey Rasûlüm, de ki: "Yemin olsun ki, insanlar ve cinler, Kurana benzer bir kitap uydurmak için bir araya gelseler de, hiçbir zman onun benzerini meydana getiremeyeceklerdir. Hatta, birbirlerine yardımcı olsalar bile. îsra sûresi, âyet; 88 "Yoksa onlar, "Kur’an’ı Muhammed uydurdu"mu diyorlar? Ey Rasûlüm, de ki: "Size de Kur’an’ın benzeri, on uydurma Sûre meydana getirin bakalım." Eğer iddianızda doğruysanız, Allah’tan başka, yardımını isteyebileceklerinizi de çağırın. Hûd, sûresi, âyet, 13 "Kulumuz Muhammede indirdiğimizden şüphe ediyorsanız, onun benzeri bir Sûre meydana getirin. Eğer iddianızda samimi iseniz, Allah'tan başka şahitlerinizi de çağınn." "Eğer bunu yapamazsanız -ki elbette yapamayacaksınız- o halde kâfiler için hazırlanmış, yakıtı insanlar ve taşlar olan, cehennem ateşinden sakının." Bakara sûresi, âyet, 23-24 Bütün bunlardan, kâfirlerin, Kur'ân-ı kerimin bir benzerini meydana getirmekten âciz oldukları ve onun tam bir benzerini değil bir suresinin hatta birâyetinin daha benzerini meydana getiremeyecekleri anlaşılmaktadır. 39Daha doğrusu onlar, ilmini kavrayamadıkları ve henüz açıklaması kendilerine gelmemiş olan birşeyi yalanladılar. Onlardan öncekiler de böyle yalanlamışlardı. Zalimlerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bir bak. O müşrikler, henüz ne olduğunu bilmedikleri Allah'ın cezalandırmasını yalanlarlar. Bu ceza henüz kendilerine gelip çatmamıştır. O azap gelince onun ne olduğunu anlayacaklardır. Bunlardan önceki ümmetler de, hak ettikleri ilahî azap kendilerine gelip çatmadan önce onu yalanlıyorlardı. Ey Rasûlüm, sen bu zalimlerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bir bak. Bazılarını şiddetli bir sarsıntıyla, bazılarını yere geçirerek, bazılarını da suda boğarak nasıl helak ettik. Senin kavmin de inkârından vaz geçip hakka yönelmedikçe onların akıbetine uğrayacaktır. 40Onlardan bir kısmı Kur'ana inanacak bir kısmı ise inanmayacaktır. Rabbin, fesatçıları çok iyi bilir. Ey Rasûlüm, senin, kendilerine Peygamber olarak gönderildiğin bu insanların bir kısmı Kur'ana iman edecek, sana tabi olacaktır. Bazıları ise bu Kur'ana iman etmeyecek, kâfir olarak ölüp kâfir olarak dirilecektir. Rabbin olan Allah, Kur’an’ı yalanlayan bozguncuların kimler olduğunu çok iyi bilmektedir. O, kimin sapıklığa lâyık olduğunu bildiği için onu sapünr. Kimin de hidâyete layık olduğunu bildiği için onu hidâyete erdirir. 41Ey Rasûlüm, seni yalanlarlarsa, onlara de ki: "Benim yaptığım bana, sizin yaptığınız da sizedir. Siz, benim yaptıklarımdan uzaksınız, ben de sizin yaptıklarınızdan uzağım." Ey Rasûlüm, eğer bu müşrikler seni ve dinini yalanlayacak olurlarsa sen onlarda de ki: "Benim dinim ve amelim bana ait, sizin dininiz ve ameliniz de size aittir. Sizler, benim yaptığım amellerden dolayı hesaba çekilecek değilsiniz. Ben de sizin yaptıklarınızdan hesaba çekilecek değilim. Herkes kendi yaptığından sorumludur." Bir kısım âlimler bu âyet-i kerime'nin, cihadı emreden âyetlerle neshedildiğini söylememektedirler. İbn-i Zeyd, bunlardandır. 42Onlardan bir kısmı seni dinler. Hiç sen, sağırlara işittirebilirmisin? Hele sağırlıkları yanında bir de akıllarını kullanmazlarsa? Ey Rasûlüm, bu müşriklerden bazıları, okuduğun kuranı, senin güzel sözlerini, kalblere ve bedenlere şifa olan hadislerini dinlerler. Bu, onların doğru yola gelmeleri için kâfidir. Fakat onları doğru yola getirmek senin elinde değildir, Allah'ın iznine bağlıdır. Çünkü sen, manen sağır olanlara, sözlerini işittiremezsin. İşte onlar bu sebeple iman edemezler. Bu âyet-i kerime, insanların, kendi istekleriyle kimseyi hidâyete erdiremeyeceklerini, hidâyetin, Allah'ın elinde olduğunu, tebliğden netice alınmadığı takdirde tebliğde bulunanın üzülmemesi gerektiğini ve hakkı söylemekten de geri durması icabettiğini ifade etmektedir. 43Onlardan bir kimi da sana bakıp dururlar. Hiç sen, körlere doğru yolu gösterebilir misin? Hele körlükleri yanında bir de basiretsiz olurlarsa. Ey Muharamed, bu müşriklerden bazıları senin ortaya koyduğun delillerini, peygamberlik alametlerini senin vakarını ve iyi ahlakını, güzel görünümünü görürler. Bunlar, senin Peygamber olduğunu gösteren delillerdir. Fakat bunlar, mü’minlerin sana baktığı gibi takdir gözüyle değil, tahkir gözüyle bakarlar Bu itibarla onlar, gerçeği göremeyen körlerdir. Sen, körlere doğru yolu nasıl göstereceksin? Hele bunlar bir de basiretsiz olurlarsa. Bu âyet-i kerime, Peygamber efendimizin Peygamberliğini inkâr eden ve onu yalanlayan kavmine karşi onu teselli etmekte ve kavmine İslamı tebliğ etmesine rağmen onların iman etmelerine üzülmemesini, zira hidâyetin, ancak Allah'ın elinde olduğunu bildirmektedir. 44Allah insanlara asla zulmetmez. Fakat insanlar kendi kendilerine zulmederler. Şüphesiz ki Allah, yarattıklarından herhangibirine, günah işlemediği halde ceza vererek zulmetmez. Fakat insanlar, Allah'ın gazabını icabettiren günahları işleyerek kendi kendilerine zulmetmiş olurlar. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime'den iman etmeyenlerin bu hallerinin kendi suçlarından kaynaklandığını beyan etmektedir. Bu hususta bir Hadis-i Kudside şöyle buyuruluyor: "Ey kullarım ben zulmü hem kendime hem de kullarıma haram kıldim. Siz de birbirinize zulmetmeyin... Müslim, K. el-Birr, bab: 55, Hadis No: 2577 45Onları bir araya toplayacağımız gün, dünyada sanki gündüzün bir anı kadar kalmış olduklarını sanacaklar. Aralarında tanışacaklar. Allah'ın huzuruna çıkacaklarını yalanlayanlar o gün hüsrandadırlar. Çünkü doğru yolda değillerdi. Kıyamet gününde kabirlerinden kalkıp, Allah'ın onları bir araya topladığı zaman dünya hayatını çok kısa bulacaklar, onu gündüzün bir bölümü kadar sanacaklardır. Onlar, mahşer meydanında birbirleriyle tanışacaklar, fakat birbirlerine zarar gelir korkusuyla yine birbirlerinden kaçacaklardır. Şüphesiz ki Allah'ın huzuruna çıkacaklarını yalanlayanlar, hüsrana uğrayarak helak olmuş olacaklardır. Çünkü onlar, dünyada iken doğru yolda değillerdi. Kur'an-ı Kerimin birçok âyetinde, âhirette, dünya hayatının çok az bir süre olarak bulunacağı beyan edilmektedir. Bu âyetlerde şöyle buyuruluyor: “Ey Rasûlüm, sen de "Azim ve sebat" sahibi Peygamberlerin sabrettiği gibi sabret. Kâfirler için acele azap isteme, Onlar, kendilerine vaadolunan günün dehşetini gördükleri zaman, dünyada sadece gündüzün bir anı kadar kaldıklarını sanacaklardır. Bu, apaçık bir tebliğdir. Dinden ayrılan bir topluluktan başka kim helak edilir? Ahkaf sûresi, âyet, 35 "Onlar kıyameti gördükleri gün, dünyada ancak bir akşam ve bir kuşluk vakti kadar kaldıklarını sanarlar. Naziat sûresi, âyet, 46 Onlar aralarında" Siz dünya hayatında ancak on gün kadar bir şey kaldınız." diye fısıldaşılarlar." "Biz onların ne söylediklerini çok iyi biliriz. O gün onlarm en akıllıları "Siz ancak dünyada birgün kadar birşey kaldmız."der. Tâhâ sûresi, âyet, 103-104 "Kıyamet koptuğu gün, günahkârlar, dünyada kısa bir bir zamanda fazla kalmadıklarına yemin ederler. Onlar, dünyada da haktan böyle döndürülüyorlardı. Rüm sûresi, âyet; 55 46Onlara vaadettiğimiz azabın bir kısmını, ya sana hayattayken gösteririz veya göstermeden önce seni vefat ettiririz. Fakat değişen birşey olmaz. Çünkü onların dönüşü bizedir. Sonra Allah, yaptıklarına da şahittir. Ey Rasûlüm, biz, ya sen hayattayken, o müşriklere vaadettiğimiz azaplardan birkısmmi onlara vererek sana gösteririz. Böylece onlara ne yaptığımızı bizzat dünyadayken müşahade etmiş olursun. Yahut ta onlara vaadettiğimiz azap, başlarına gelmeden önce seni vefat ettiririz. Bu hal onları şımartmasın. Çünkü onlar âhirette mutlaka huzurumuza çıkacak ve yaptıklarının cezasını göreceklerdir. Kötü amellerinden herhangi birini inkâr etmeleri mümkün değildir. Zira Allah, yaptıklarına şahittir. 47Her ümmetin bir Peygamberi vardır. Peygamberleri geldiğine aralarında mutlak bir adaletle hükmolunur. Onlara asla zulmedilmez. Geçmiş her ümmetin, insanları Allah'ın dinine ve ona itaatta davet eden bir Peygamberi olmuştur. Âhirette o ümmeterin Peygamberleri hesap görme yerine gelince, ümmetin fertleri arasında adaletle hükmedilecek, onlara herhangi bir haksızlık yapılmayacaktır. Ahlirette her ümmet, Allah'ın huzuruna Peygamberleriyle birlikte çıkacak, onların yapmış olduğu ameller ve kendilerini koruyan Melekler, o ümmetlerin dünyada yaptıklarına dair şahitlik edeceklerdir. Neticede aralarında hüküm verilecek, herkese layık olduğu ceza veya mükâfaat verilecek, hiçbir kimseye zulmedilmeyecektîr. 48"Eğer doğru söylüyorsanız bu vaadedilen ne zamandır?" derler. Müşrikler: "Eğer doğru söylüyorsanız, bize vaadettiğiniz kıymetin kopması ne zaman olacaktır?" derler. Kıyametin kopacağına inanmayan kâfir ve müşrikler: "Eğer böyle bir şey varsa hemen olsun veya zamanı tayin edilsin." şeklinde isteklerde bulunmuşlardır. Bu husus, Kur'an-ı Kerim'in çeşitli âyetlerinde zikredilmiştir. Mesela şu âyette buyruluyor ki: "Kıyamet gününe iman etmeyenler, kıyametin acele olarak kopmasını isterler. îman edenler ise ondan korkarlar ve onun bir gerçek olduğunu bilirler. Şunu iyi bilin ki, kıyamet hakkında münakaşa edenler derin bir sapıklık Şûrâ sûresi, âyet, 18 49De ki: "Allarım dilediğinin dışında benîm, kendime ne bir zarar ne de bir fayda sağlamaya gücüm yeter. Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri geldiğinde, onu ne biran geciktirebilirler ne de öne alabilirler? Ey Rasûlüm, kendilerine vaadedilen azabın acele gelmesini isteyenler ve kıyametin ne zaman kopacağını soranlara de ki: "Onun ne zaman kopacağını Allah bilir. Onu koparacak olan da Allah’tır. Ben, Allah'ın izni olmadıkça bizzat kendime bile bir zarar veya menfaat sağlayacak güce sahip değilim. Kıyametin kopacağını kendiliğimden nasıl bilir de onu haber verebilirim? Ancak şunu bilin ki, her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an ertelenirler ne de bir an öne alınırlar. Bu hususta diğer âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: "Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat Allah onları, belli bir vakte kadar erteler. Vadeleri geldiğinde, onu ne bir an erteleyebilirler ne de bir an öne alabilirler. Nahl sûresi, âyet 16/61 "Hiçbir ümmet, ecelini ne öne alabilir, ne de erteleyebilir. Hicr sûresi, âyet 15/5 "Allah, eceli gelen canı, hiçbir zaman mühlet verip geri almaz. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. Münafıkûn sûresi âyet, 63/11 50De ki: "Söyleyin bana, Allah'ın azabı size gece veya gündüz gelirse ne yaparsınız? Suçlular bunda niye acele ediyorlar?" Ey Rasûlüm, sen bu müşriklere de ki: "Şâyet Allah'ın azabı sizlere geceleyin veya gündüzleyin gelir de kıyamet koparsa haliniz ne olur? Allah’ı ve Peygamberini inkâr eden suçlular acaba bu konuda niçin acele ediyorlar? Allah'ın azabına uğrayacak olanlar onlardır. Onlar, bu azabı kendilerinden uzaklaştıracak güce sahip midirler? 51Azap başınıza geldikten sonra mı ona inanıyorsunuz? Onlara "Şimdi mi inanıyorsunuz?" Halbuki onu acele istiyordunuz." denir. Ahirette, artık iman etseniz bile, size o imanın fayda vermediği bir yerde azap gelip size çattıktan sonra mı uyanacak ve iman edeceksiniz? O zaman sizlere şöyle denecektir: "Şimdi mi iman ediyorsunuz? Halbuki daha önce bununla alay ediyor, size gelip çatacağını yalanlıyordunuz." 52Sonra da (kıyamet gününde) zalimlere "Ebedî azabı tadın, sizler sadece yaptıklarınızla cezalandırılıyorsunuz?" denir. Kıyamet gününde zalimlere: "Şimdi, Allah'ın, sonu gelmeyen azabını tadın. Sizler dünyada hayattayken işlediğiniz günahların cezası dışında başka bir azabı tatmıyorsunuz. O halde sızlanmayın, yaptığınızın karşılığını çekin." denir. Bu konuda diğer âyet-i kerimelerde de şöyle buyurulmaktadın "O gün onlar cehennem ateşine sürülüp itileceklerdir." O, gün onlara şöyle denecektir: "Dünyada yalanladığınız cehennem ateşi işte budur." "Bu bir sihir midir. Yoksa hâlâ görmüyors musunuz?" Girin cehenneme. Sabredin veya sabretmeyin, sizin için değişen bir şey olmayacaktır. Siz, sadece yaptıklarınızın cezasını göreceksiniz.' Tûr sûresi, âyet; 13-16 53"Bu anlattığın gerçek midir?" diye sana sorarlar. De ki: "Evet, rabbime yemin ederim ki, o haktır .Siz, Allah’ı âciz bırakamazsınız. Ey Rasûlüm, müşrikler sana: "Bize vaadettiğin azap gerçek midir? diye sorarlar. Onlara de ki; "Evet, rabbime yemin olsun ki bu gerçektir. Sizler, rabbinizin azabından kaçıp kurtulamaz ve onu âciz bırakamazsınız. Çünkü sizler onun mülkünde ve onun tasarrufunda bulunuyorsunuz. O, sizi tekrar diriltmekten âciz değildir. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de Peygamberine, kıyameti inkâr edenlere karşı rabbine yemin ederek cevap vermesini ve kıyamet ve azabın kendilerine mutlaka geleceğini söylemesini emretmektedir. Kur*an-ı kerimde bu konuya temas eden başka âyetler de vardır. Bu âyetlerde de buyuruluyor ki: "Kâfirler, "Kıyamet saati bize gelmeyecektir." dediler. Ey Rasûlüm, sen onlara şöyle de "Hayır, gaybı bilen rabbime yemin olsun ki, kıyamet saati size mutlaka gelecektir. Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey onun ilmi dışında değildir. Bundan daha küçük ve daha büyük hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir kitapta yazılmış olmasın. Sebe' sûresi, âyet; 24-33 "Kâfirler, öldükten sonra hiç dirilmeyeceklerini iddia ederler. Ey Rasûlüm, de ki: "Hayır, rabbime yemin ederim ki, öldükten sonra mutlaka dirileceksiniz. Sonra da yaptıklarınız size bildirilecektir. Bu Allah’a çok kolaydır. Teğabün sûresi, âyet; 7 54Nefsine zulmeden herkes, yeryüzünde ne varsa kendinin olsa, azaptan kurtulmak için onu feda ederdi. Azabı görünce, pişmanlıklarını gizlemeye çalışırlar. Zulme uğratılmaksızın aralarında adaletle hükmolunur. Allah’tan başkasına taparak ve Allah’a itaati terederek kendisine zulmeden her kişi, yeryüzünde bulunan herşeye sahip olacak olsa, Allah'ın azabını gözleriyle görünce, mutlaka o şeyleri verip azaptan kurtulmak ister. Onların ileri gelenleri, kendilerini kuşatan azabı görünce pişmanlıklarını gizlemeye çalışacaklardır. Fakat ileri gelenlerle onlara tabi olanlar arasında adaletle hüküm verilecek, hiçbir kimse, başkasının günahından dolayı cezalandırılarak zulme uğratılmayacaktır. 55İyi bilinmelidir ki göklerde ve yerde bulunanlar ancak Allah'ın-dır. Yine iyi bilinmelidir ki, Allah'ın vaadi haktır. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ın mülküdür, Hiçbir kimsenin onlarda bir hakkı yoktur. O halde kâfirler neye sahiptirler ki, Allah'ın azabından kurtulmak için onu fidye versinler? Allah'ın, müşriklere ve İnkârcılara vaadettiği azabı ise kesindir. Onda şüphe yoktur. Fakat onların çoğu, işin gerçeğini bilmezler. Bu sebeple Allah'ın azabını yalanlarlar. 56Dirilten ve öldüren O'dur. Dönüşünüz de yine O'nadır. Hayat veren ve öldüren Allah'tır. Canlıların, öldükten sonra tekrar dirilip başvuracakları merci de O’dur. İşte o zaman Allah'ın cezalandırmasını yalanlayanlar, yalanladıkları şeyin gerçek olduğunu göreceklerdir. 57Ey iman edenler, size, rabbinizden bir öğüt gelmiştir. O, kalblerdeki hastalıklar için bir şifa, iman edenler için bir hidâyet ve rahmettir. Ey insanlar, size, rabbiniz katından Kur'an geldi. O, sizin için bir öğüttür. Sizleri, Allah'ın cezalandırmasıyla uyarır ve Allah'ın azabından korkutur. O Kur'an kalbinizde bulunan cehalet ve şüphe hastalıklarına karşı sizin için bir şifadır. O, mü’minler için, helali haramdan ayırdeden bir doğru yol rehberi ve Allah'ın, yarattıklarına gönderdiği bir rahmettir. Bu rahmetiyle kullarını sapıklıktan çıkanr. Doğruluğa sevkeder ve onları helak olmaktan kurtarır. Evet, Kur'an-ı kerim mü’minler içinbir şifadır. Allah, onun vasıtasıyla cahillerin cehaletini giderip onları cehalet ve inkânn karanlıklarından kurtarır. İlmin ve îmanın aydınlığına çıkanr. Kalblerinde bulunan şüpheleri ve Şeytanın vesveselerini giderir. Kâfirler ise Kuran-i Kerim'in bu aydınlatıcı nurundan ve manevi hastalıkları tedavisinden mahrumdurlar. Onlar buna inanmadıklarından ve emir ve tavsiyelerini tutmadıklarından Kuran onlara şifa vermez. Nuruyla onları aydınlatmaz. Bu hususta diğer âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: "Biz Kur’an’ı iman edenler için bir şifa ve rahmet kaynağı olarak indiriyoruz. Kur'an, zalimlerin ise ancak zararını artırır. îsra sûresi, âyet; 17/82 58Ey Rasûlüm, de ki: "Allah'ın lütfü ve rahmeti sebebiyle işte bunlarla sevinsinler. O, biriktirdiklerinden daha hayırlıdır. Ey Rasûlüm, müşriklere de, onlar, Allah'ın bir lütfü ve merhameti olan Islâmla ve Kur’an’la sevinsinler. Bu, onlar için, biriktirmiş oldukları dünyanın geçi mallarından ve hazinelerinden daha hayırlıdır. Âyette zikredilen lütuftan maksat, İslâm'dır. Rahmet'ten maksat ise Kur'andır. Hilal b. Yesaf, Katade Ha-san-ı Basri ve İbn-i Abbas âyetti bu şekilde izah etmişlerdir. Diğer bazılarına göre ise lütuf Kur"an, rahmet ise İslamdır. Eyfa b. Abdullah diyor ki: "Ömer (radıyallahü anh), Hilafeti döneminde Irak'ın harcı (vergisi) kendisine gelince, azadlı kölesiyle birlikte çıkıp, vergi malı olarak gelen develeri saymaya başladılar. Develerin, hesaplanandan daha fazla olduğunu gördüler. Bunun üzerine Ömer: "Yüce olan Allah’a hamdolsun." dedi. Azadlı kölesi ise: "Vallahi bu, Allah'ın lütfü ve merhametindedir." dedi. Bunun üzerine Ömer: "Hata ettin. Bu, Allahü teâlânın: "De ki: "Allah'ın lütfü ve merhametiyle sevinsinler..." âyetinde sözü edilen lütuf ve merhamet değil bu âyetin sonunda zikredilen "... O, biriktirdikleri mâllardan daha hayırlıdır." ifadesindeki mallardandır." dedi. 59De ki: "Söyleyin bana, Allah'ın size verdiği rızkın, niçin bir kısmını helal bir kısmını haram saydınız? De ki "Bu hususta Allah mı size izin verdi? Yoksa Allah’a iftira mı ediyorsunuz? Ey Rasûlüm, de ki: "Ey insanlar söyleyin bana, Allah'ın sizler için rızık olarak yarattığı şeylerden bir kısmını, kendi yanlış kana ati arinize göre helal, diğerlerini ise haram sayıyorsunuz. Kulaklarını yanp serbest bıraktığınız develerin yenmesini haram sayıyorsunuz, helal kılınan şeyleri kendinize haram kılmanız için Allah mı size izin verdi yoksa bunlları size, kendiliğinizden yapıp "Allah böyle emretti." diyerek Allah’a yalan mı isnad ediyorsunuz? Cahiliye döneminde Araplar, normalde Allah'ın helal kıldığı bazı şeyleri birtakım mânâsız örf ve âdetlerine uyarak kendilerine haram kılarlardı. Mesela bazı develeri bazı sebeplerle serbest bırakır, onlara binmez, sütünü sağmaz ve onları kendilerine haram kılarlardı. İslâm gelince bu tür anlamsız örfleri kaldırdı. Allah'ın, kullarına helal kıldığı şeyleri, kimsenin haram kılamayacağım hükme bağladı. Allah'ın helal kıldığı şeyleri kulların, kendi düşüncelerine göre haram kılmalarının yanlış olduğunu ve böyle davranışların mânâsız olduğunu ifade bakı mından şu Hadis-i şerifi zikretmek mümkündür: Bu hususta Mâlik b. Nadle diyor ki: "Bir gün, kıyafetim perişan bir halde Resûlüllah'ın huzuruna gittim. Resûlüllah bana dedi ki: " - Senin malın var mı? - Evet. - Ne cins malın var? - Her cins mal. Deve, köle, at, koyun. - Allah sana bir mal verdiğinde o malın eserini senin üzerinde görmek ister. Resûlüllah sözlerine devamla buyurdu ki: - Sen, kavminin develeri sağlam olarak doğurduklarında eline usturayı alıp onların kulaklarını kesip "Bunlar bahirelerdir." veya kulaklarını yahut derilerini yanp "Bunlar sadmelerdir." diyor ve onları kendine ve ehline haram kılıyor musun? - Evet. - Allahü teâlâ'nın sana verdiği bu şeyler helaldir. Allah'ın bileği senin bileğinden daha güçlü ve onun usturası senin usturandan daha keskindir. -Ey Allah'ın Resulü, ben bir adama gitsem de o bana ikram etmese ve beni misafir etmese o bana gelince ben ona aynen bana davrandığı gibi mi davranayım? Yoksa onu misafir edeyim mi? - Misafir et" buyurdu Ahmed b. Hanbel. Müsned, C: 3, S: 473 Görüldüğü gibi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Allah'ın helal kıldığı develeri, cahiliye âdetlerine uyarak kendilerine haram kılan Mâlik b. Nadle'yi bu kötü âdetten men ediyor ve Allah'ın helal kıldığı şeyleri kimsenin haram kılamayacağmı beyan ediyor. Bu bir misaldir. Benzer olaylar da bunun gibidir. 60Allah’a iftira edenler, kıyamet günü hakkında ne düşünürler? Şüphesiz ki Allah, insanlara karşı lütuf sahibidir. Fakat insanların çoğu şükretmezler. Allah'ın helal kıldığını haram, haram kıldığını da helal sayarak Allah’a karşı yalan uyduranlar, kıyamet gününde, Allah'ın, kendilerine ne yapacağını tahmin ederler? Bütün iftiralarına rağmen, Allah'ın kendilerini affedeceğini mi zannederler? Hayır, Allah onları affetmeyecek, bilakis alev alev yanan cehennemine sokacaktır. Çünkü onlar bunu haketmişlerdir. Şüphesiz ki Allah, kullarım hemen cezalandırmayıp, onlara yaptıklarından vaz geçme imkânı vererek insanlara büyük lütüfta bulunur. Fakat insanların çoğu, bu nimetlere karşı Allah’a şükretmezler. 61Ey Rasûlüm, her ne durumda olursan ol, Kur'andan ne okursan oku, sen ve ümmetin, her ne iş yaparsanız yapın, onu yapmaya giriştiğinizde biz ona mutlaka şahit oluruz. Yerde ve gökte zerre kadar bir şey dahi rabbinden gizli değildir. Bundan daha küçük ve daha büyük hiçbirşey yoktur ki, apaçık bir kitapta mevcut olmasın. Ey Rasûlüm, hangi işi yaparsan yap, Allah'ın kitabından ne okursan oku, ey mü’minler sizler de ne amel işlerseniz işleyin, sizler o işe başladığınız zaman biz sizin yaptıklarınızı ve halinizi görmekteyiz. Biz onları bilmekte ve hesaplamaktayız. Ey Rasûlüm, bil ki, yerde ve gökte olan hiçbirşey, rabbinden gizli değildir. O şey, zerre miktarı dahi olsa. İster zerreden daha küçük isterse daha büyük olsun herşey, Allah katında, levh-i mahfuzda kayıtlıdır. Evet, Allahü teâlâ, büyük küçük herşeyi bütün teferruatıyla bilmektedir. Nitekim diğer bir âyet-i kerime'de de şöyle buyurulmaktadır: "Gaybın anahtarları Allah'ın katındadır. Onları ancak o bilir. O, karada ve denizde olanları bilir. Düşen hiçbir yaparak dahi yoktur ki, Allah onu bilmesin. Yerin kalınlıklarında olan her tane, kuru ve yaş herşey, mutlaka apaçık bir kitapta kayıtlıdır Enam sûresi, 6/59 62İyi bilin ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur. Onlar üzülmezler de. Ey insanlar iyi bilin ki, Allah'ın dostlarına ve sevgili kullarına âhirette hiçbir korku yoktur. Onlar, dünyada iken elde edemedikleri şeylere de üzülecek değillerdir. Âyet-i kerime'de zikredilen "Allah'ın dostlarından (velilerden) kimlerin kastedildiği hususunda çeşitli görüşler zikredilmiştir. Abdullah b. Abbas, Said b. Cübeyr, Müseyyeb, b. Hazen, Abdullah b. Mes'ud, Abdullah b. Ebi Hüzeyl, âyette zikredilen "Allah'ın dostların'dan maksadın, görüldüklerinde simalarından, Allah’ı hatırlatan kullar olduklarını söylemişlerdir. Ömer b. el- Hattab, Ebû Hureyre ve Ebû Mâlik el-Eş'arî ise âyette zikredilen "Allah'ın dostlan'ndan maksadın, aralarında maddi bir çıkar ve akrabalık bağı olmadan birbirlerini Allah için seven kimselerdir. Bu hususta Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğu Rivâyet edilmektedir: "Ey insanlar, dinleyin, düşünün ve bilin ki Aziz ve Celil olan Allah'ın öyle kullan vardır ki onlar ne Peygamber ne de şehittirler. Fakat Peygamberler ve şehitler, onların, Allah yanındaki derece ve yakınlıklarına gıpta ederler." Resûlüllah'ın bu sözü üzerine uzaktan bir Bedevi gelip eliyle Resûlüllah’a işaret ederek şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü, insanlardan öyleleri vardır ki, onlar ne Peygamberdirler ne de şehittirler. Bununla beraber onların, Allah katındaki derece ve yakınlıklarına Peygamberler ve şehitler gıpta ederler. Bu insanları bize anlat." Bu Bedevi'nin sözü üzerine Resûlüllah'ın yüzünde sevinç belirtileri görüldü ve şöyle buyurdu: "Onlar, tanınmayan insanlardan ve bilinmeyen kabilelerde bir kısım insanlardırki, onları birbirlerine akrabalık bağı yaklaştırmaz. Fakat onlar, Allah için birbirlerini severler bunda samimi olurlar. Kıyamet gününden Allah onlara nurdan minberler kuracak onları orada oturtacaktır. Onların yüzlerini ve elbiselerini nurdan kılacaktır. Kıyamet gününde insanlar korku içindeyken onlar korkmayacaklardır. İşte onlar, Allah'ın dostlarıdırlar. Onlara korku yoktur, onlar, üzülmezler de." Ahmed b. Hanbel, Müsned, C: 5, S: 343 Taberiye göre ise Allah'ın dostlarından maksat, bundan sonra gelen âyetin belirttiği gibi, Allah’a iman eden ve ondan korkan mü’minlerdir. 63Onlar, iman eden ve Allah'tan korkanlardır. Allah'ın dostları olan Veliler o kimselerdir ki, Allah’ı; Peygamberini ve Peygamberinin Allah katından getirdiğini tasdik ederler. Allah'ın emirlerini yerine getirerek ve yasakladığı şeylerden de kaçınarak ondan korkarlar. 64Onlara dünya hayatında da âhirette de müjde vardır. Allah'ın sözleri asla değişmez. İşte büyük kurtuluş budur. Allah'ın dostlarına, daha dünyada iken, Allah'ın rahmet ve rızasına erecekleri, rüyalarında ve canlan alınırken Melekler tarafından müjdelenir. Cennette ise Allah'ın rahmeti ve rızasıyla müjdelenirler. Allah, verdiği vaadden asla dönmez, işte büyük kurtuluş budur. Âyet-i kerime'de, Allah'ın dostlarına dünya ve âhirette verileceği beyan edilen müjde'den neyin kastedildiği hususunda çeşitli görüşler zikredilmiştir. a- Bazılarına göre dünyada verilen müjdeden maksat salih rüya (doğru çıkan rüya)dır. Bu hususta Resulüllah'tan şu hadisler Rivâyet edilmiştir. Ebud Derda diyor ki: "Onlara dünya hayatında müjde vardır." âyetinin mânâsını Resûlüllah'tan sordum, Resûlüllah da buyurdu ki: "Bu âyet indirildiğinden beri onun mânâsım bana senden başka hiçbir kimse sormamıştı. Dünya hayatında verilen müjdeden maksat, Müslümanın gördüğü veya ona gösterilen salih riiyadır.(O rüya ile yerilen müjdedir) Tirmizi K. er-Rü'ya bab: 3, Hadis No: 2275 (O rüyada, Allah'ın rahmetine ereceği kendsine müjdelenir.) Ubade b. es-Samit demiştir ki: "Ben, Resûlüllah'tan, "Onlara dünya hayatında müjde vardır." âyetini sordum. O da buyurdu ki: "O müjde, mü’minin kendisinin gördüğü veya kendisine gösterilen salih Tirmizi K. Tefsir el-Kur'an. Sûre 10, bab: 2, Hadis No: 3106 Taberi, bu hadisin benzerini, Ebû Hureyre ve Abdullah b. Amr b. el-Ass'dan da Rivâyet etmiştir. Yine Ubade b. es-Samit, Resûlüllah’ın şöyle buyurduğunu Rivâyet etmiştir: "Mü’minin rüyası, Peygamberliğin kırk altı bölümünden bir bölümüdür. Darimi K. er-Rü'ya bab: 2 Ümmü Kürz el-Kâ'biyye de demiştir ki: "Ben, Resûlüllah’ın şöyle buyurduğunu işittim.: "Artık peygamberlik sona erdi. Geriye müjdeleyici şeyler kaldı. Darimi, K. er-Rü'ya bab: 3 (müjdeliyici şeylerden biri de rüyadır.) Urve b Zü'beyr, Mücahid, Abdullah b. Abbas Abdullah b. Mes'ud ve Atâ da bu âyette zikredilen dünyadaki müjdeden maksadın salih rüya olduğunu söylemişlerdir. Bu âyette zikredilen, âhiretteki müjdeden maksat ise, Ebudderda, Ebû Hureyre ve Ubade b. es-Samit'ten rivayed edilen hadislerin beyan ettiğine göre cennetir. b- Zühri ve Kataden nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyette zikredilen dünyadaki müjdeden maksat, mü’min kul'a ölümü ânında verilecek müjdedir. Taberi diyor ki: "Bu âyetin tefsirinde söylenecek sözlerin en evlası şudur: "Allahü teâlâ bu âyet-i kerimesinde, kendisinden korkan veli kullarına dünya hayatında müjde olduğunu beyan etmiştir. Müslamanın gördüğü veya kendisine gösterilen salih rüyalar, dünya hayatıdaki müjdelerdendir. Yine, mü’min kulun canı çıkarken Resûlüllah’ın beyan ettiği gibi, meleklerin onu, Allah'ın rahmetiyle müjdelemeleri ve onun ruhuna "Çık ve Allah'ın rahmet ve rızasına git" demeleri, dünya hayatındaki müjdelerdendir. Keza, Allahü teâlânın, mü’min kuluna kitabı ve Peygamberi aracılığı ile bol sevaplar vaadetmesi, dünyadaki müjdelerdendir. Evet, bütün bu müjdeler, Allah'ın, mü’minlere, dünya hayatında vereceği müjdelerdir. Allahü teâlâ bu âyet-i kerimesinde, bu müjdelerden sadece birinin verileceğini bildirmemiştir. Bu itibarla âyetin mânâsı geneldir. Âhiretteki müjdeden maksat ise cennettir. 65Ey Rasûlüm, kâfirlerin sözleri seni üzmesin. Çünkü bütün izzet ve galibiyet Allah’a aittir. O, herşeyi çok iyi işiten ve çok iyi bilendir. Ey Rasûlüm, Allah’a ortak koşan kâfirlerin, Allah hakkındaki bâtıl sözleri, put ve benzeri şeylerin, Allah'ın ortakları olduğu iddialan seni üzmesin. Zira bütün izzet ve şeref, ancak Allah’a aittir. O, onların sözlerini çok iyi işiten ve içlerinde taşıdıkları niyletlerini çok iyi bilendir. Allah, onları devamlı olarak kontrolü altında bulundurmaktadır. Onları, yaptıklarından dolayı cezalandıracaktır. 66iyi bilin ki göklerde ve yerde olan herşey Allah’a aittir. Allah'tan başkasına tapanlar, gerçekte ortak koştuklarına uymazlar. Sadece zanna uyarlar. Onlar ancak yalan söylerler* îyi bilin ki göklerde ve yerde ne varsa hepsinin mülkiyeti Allah’a aittir. O halde Allah'ın mülkü ve yarattığı olan putlar nasıl olur da ilâh kabul edilirler? ibadet, varlıkları yaratıp onları terbiye eden rabbe yapılır. Terbiye edilen yaratıklara değil. Allah’a ortak koşanlar, aslında ortak koştuktan şeylere, bir delile dayanarak, samimi bir şekilde uymuş değillerdir. Onlar ancak tahminlerine uyarlar. Ve onlar, yalancılardan başkası değillerdir. Bu âyetin: "Allah'tan başkasına tapanlar, gerçekte ortak koştuklarına uymazlar" kısmını, soru cümlesi olarak: "Allah'ın ortaklan olduğunu söyleyenler, onu bırakıp ta neye taparlar?" şeklinde izah edenler de vardır. 67Dinlenmeniz için geceyi, aydınlatıcı olarak ta gündüzü yaratan Allah'tır. Şüphesiz ki bunda, dinleyen bir topluluk için deliller vardır. Sizin rabbiniz, geceyi dinlenmeniz ve yorgunluğunuzu gidermeniz için yaratan, rızık temin etmeniz için de gündüzü aydınlık kılandır. Şüphesiz ki bunda, bu delilleri dinleyip düşünenlere alâmet ve ibretler vardır. İşte bütün bunları yapan, sizi ve ona ortak koştuğunuz şeyleri yaratandır. Herhangi bir menfaat ve zarar veremeyen varlıklar değillerdir. 68Müşrikler: "Allah çocuk edindi." dediler. O, bundan münezzehtir. Allah'ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi onundur. Bu iddianızda hiçbir deliliniz de yoktur. Allah’a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz? Ey Rasûlüm, kavminden, Allah’a ortak koşanlar: "Melekler Allah'ın kızlarıdır." şeklindeki sözleriyle "Allah çocuk edindi." dediler. Allah, onların iftiralarından uzaktır. Zira onun, yarattıklarından hiçbirşeye ihtiyacı yoktur ki çocuk edinmeye de ihtiyacı olsun. Çünkü göklerde ve yerde ne varsa hepsinin mülkü ona aittir. O halde kendisinin yarattığı bir mahluk, onun nasıl çocuğu olabilir? Hiç, söylediğiniz sözün, yanlış olduğunu düşünmez misiniz? Sizin elinizde bu iddianıza dair hiçbir deliliniz yoktur. Sizler, herhangi bir delil olmadan, Allah’a isnad edilmesi caiz olmayan şeyi ona karşı nasıl söylüyor ve iddia ediyorsunuz? Allahü teâlâ, başka âyetlerde de, kendisine çocuk isnad edenleri şiddetle kınayarak şöyle buyuruyor: "İman etmeyen bazı kimseler: "Rahman olan Allah çocuk edindi." dediler." "Yemin olsun ki siz ortaya çok çirkin birşey getirip iftira attınız." "Bu iftiranın korkunçluğundan nerdeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak, dağlar parçalanıp dağılacaktı." "Çünkü onlar, rahmen olan Allah’a çocuk isnad ettiler." "Oysa rahman olan Allah'ın çocuk edinmesi asla şanına yakışmaz." "Göklerde ve yerde bulunan hiçbir kimse yoktur ki, kıyamet günü rahmen olan Allah'ın huzuruna bir kul olarak çıkmasın." "Şüphesiz Allah, onları ilmiyle kuşatmış, kendilerini ve yaptıklarım bir bir saymıştır." "Kıyamet günü onların herbiri Allah'ın huzuruna tek başına çıkacaktır." Meryem sûresi, âyet; 88-95 69Ey Rasûlüm, de ki: "Allah’a karşı yalan uyduranlar, asla kurtuluşa eremeyeceklerdir." Ey Rasûlüm, onlara de ki: "Allah’a karşı yalan uydurup, onun çocuğu olduğunu iddia edenler, kurtuluşa eremeyecek ve dünyada ebedî olarak kalamayacaklardır. 70Onlar için dünyada geçici bir hayat vardır. Sonra dönüşleri yine bizedir. Biz onlara, inkârları sebebiyle şiddetli azabı tattıracağız. Onların ecelleri gelip çatmeaya kadar, dünya hayatında bir geçimlikleri vardır. Ömürleri bitince bize döneceklerdir. Onların, Allah’ı ve Peygamberlerini yalanlamaları sebebiyle biz onları cehenneme koyup o şiddetli azabı onlara tattıracağız. Dünyadaki geçimlikleri onları aldatmasın. Bu onlara bir mühlet vermedir. Onları başıboş bırakmak değildir. 71Onlara Nuh'un kıssasını oku. O, bir zaman kavmine şöyle demişti: "Ey kavmim, aranızda bulunmam ve Allah'ın âyetlerini hatırlatmam size ağır geliyorsa, bilin ki ben, sadece Allah’a güvenmekteyim. Siz de ortaklarınızla bir araya gelerek yapacağınızı kararlaştırın. Sonra yapacağınız iş, sizi üzüntüye düşürmesin. Ve nihÂyet bana hiç mühlet vermeden, hükmünüzü uygulayın. Ey Rasûlüm, sen o müşriklere, Nuh'un, kavmi ile olan hadisesini anlat. Bir zaman Nuh, kavmine şöyle demişti: "Eğer sizin aranızda bulunmam ve size, Allah'ın âyet ve delillerini hatırlatarak nasihat etmem gücünüze gidiyorsa, bir karara varın. Bu karara, Allah’a ortak koştuğunuz şeyleri de çağırın. Böylece işiniz gizli kalmasın, açığa çıksın. Sonra, içinizden geçirdiğiniz ve bana yapmak istediğiniz şeyi derhal uygulayın, geri koymayın. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime'de, Nuh'un, Allah'ın yardımına güvendiğini, kâfirlerin hile ve desiselerinden korkmadığını beyan ediyor, son Peygamberi Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i de Nuh'un izini takibetmeye tevsik etiyor. 72Eğer yüzçevirirseniz bilinki, ben sizden bir ücret istemiyorum. Benim mükâfaatım ancak Allah’a aittir. Bana, Müslümanlardan olmam emredilmiştir. Nuh, devamla dedi ki: "Ey insanlar, şâyet sizi davet ettiğim haktan yüz çevirirseniz bana bir zarar veremezsiniz. Zira ben sizden ne bir ücret ne de bir sevap istiyorum. Benim mükâfatım ancak Allah’a aittir. Ben, rabbımın emrine boyun eğen ve ona itaat eden Müslümanlardan olmakla emrolundum. 73Buna rağmen onu yalanladılar. Biz Nuh'u ve kendisiyle gemide bulunan mü’minleri kurtardık. Onları yeryüzünde halifeler kıldık. Âyetlerimizi yalanlayanları ise suda boğduk. Uyarılanların akıbeti nasıl olurmuş bir bak. Bu âyet-i kerime, Hazret-i Nuh'u yalanlayan kavminin, sonunda helak olduğunu, onu yalanlamaları sebebiyle suda boğularak yok olduklarını beyan etmekte, onlara benzeyecek olan her kavmin de akıbetlerinin felaket olacağına işaret etmektedir. Nitekim âyet-i kerime'nin sonundaki "Ey Rasûlüm, uyarılanların akıbeti nasıl olurmuş bir bak." cümlesi bunu ifade etmektedir. 74Biz Nuhtan sonra, kavimlerine birçok Peygamberler gönderdik. Onlara apaçık delillerle geldiler. Onlar, daha önce yalanladıklarına iman edecek değillerdi. Haddi aşanların kalblerini işte böylece mühürleriz. Biz Nuhtan sonra gelen kavimlere de Peygamberler gönderdik. Peygamberleri onlara, Allah'ın elçileri olduklarını gösteren ve söylediklerinin gerçek olduğunu ortaya koyan apaçık mucize ve deliller getirdiler. Fakat Nuh'u yalanlayan insanlar Nuhtan sonra gelen Peygamberlere iman edecek değillerdi. Zira Nuh kavminin yakalandığı şüphe ve gurur hastalığı onlarda da vardı. İşte biz, Peygamberlerini yalanlayan böyle kavimlerin kalblerîni, işledikleri günahlar sebebiyle mühürlediğimiz gibi, rablerine karşı isyan edip emirlerini tanımayanların kalblerini de yine isyanlarının cezası olarak mühürleriz de artık gerçeği anlayamaz olurlar. 75Bunlardan sonra da Mûsa ve Harunu, Firavun ve topluluğuna mucizelerimizle gönderdik. Fakat onlar kibirlendiler ve suçlu bir kavim oldular. Nuhun arkasından gönderdiğimiz Peygamberlerden sonra da Mûsa ve Harunu Mısır Kralı Firavuna ve kavminin ileri gelenlerine, onların doğruluklarını gösteren delil ve mucizelerle gönderdik. Fakat Firavun ve etrafındakiler, Mûsa ve Harun'un hak yola davetlerini kabul etmeyi gururlarına yedirmediler. Böylece rablerini inkâr ederek suçlu bir kavim oldular. 76Tarafımızdan onlara hak gelince: "Şüphesiz ki bu apaçık bir sihirdir." dediler. Firavun ve kavmine, tarafımızdan, Peygamberler vasıtasıyla apaçık mucize ve deliller gelince onlar, hakka boyun eğme yerine, şımarıklıklarında devam ederek: "Şüphesiz ki bu apaçık bir sihirdir." dediler. 77Mûsa onlara şöyle dedi: "Allah katından size gelen bu gerçeğe dil mi uzatıyorsunuz? Bu, sihir olabilir mi? Sihirbazlar asla muvaffak olamazlar." Mûsa onlara şöyle demişti: "Allah katından size gelen âyet ve alâmetlere sihir mi diyorsunuz? Gördüğünüz bu mucize ve âyetler hiç sihir olabilirini? Zira sihirbazlar asla başarılı olamazlar. 78Onlar da Mûsaya: Atalarımızı üzerinde bulduğumuz dinden bizi çevirmek için ve yeryüzünde büyüklük ikinizin olsun diye mi bize geldiniz Biz, ikinize de iman etmiyoruz." dediler. Firavun ve adamları Mûsaya şöyle dediler: "Sen bizi, atalarımızın dininden çevirmek için mi bize geldin? Böylece istiyorsunuz ki, yeryüzünde iktidar ve büyüklük ikinizin elinde olsun. Biz, sizin Peygamber olduğunuza inanmıyoruz. Kur'an-ı kerimin birçok yerinde, Hazret-i Mûsa ile Firavun arasında geçen kıssa çeşitli yönleriyle bazan geniş bazan da kısa bir şekilde zikredilmektedir. Çünkü bu kıssa en manâlı kıssalardan biridir. Firavun, saltanatına ve zulmüne son verecek birisinin çıkacağından endişe ettiği için korku içerisindeydi. Nihâyet korktuğu başına geldi. Firavun, Hazret-i Mûsayı bizzat sarayında besledi. Mûsa olgunluk çağma varınca Firavun ve adamlarının zulmüne karşı koydu. Neticede Mısın terkedip Kenan ilinde uzun bir süre yaşadı. Tekrar Mısıra dönerken kendisine Peygamberlik verildi. Hazret-i Mûsa bu befa Firavunun karşısına Peygamber olarak çıktı ve onu Al-Iaha kulluk etmeye davet etti. Firavun bunu gururuna yediremedi, fakat çeşitli hiyle ve tuzaklara başvurmasına rağmen sonunda mağlup olarak suda boğuldu. İşte bu surede de Hazret-i Mûsa'nın Firavun ile olan kıssasının bir bölümü zikredilmektedir. 79Firavun kavmine, "Bütün mahir sihirbazları bana getirin." dedi. Firavun, Mûsa'nın gösterdiği mucizeler karşısında âciz kalınca, bütün maharetli bazıların toplanıp kendisine getirlemesini emretti. 80Sihirbazlar gelince, Mûsa onlara "Ortaya koyacağınızı koyun." dedi. Firavunun toplanmasını istediği, ülkenin en meşhur sihirbazları bir araya toplanınca Mûsaya "Önce sen mi maharetini ortaya koyacaksın yoksa biz mi koyalım?" diye sordular. Mûsa da onlara "Ortaya koyacağınızı önce siz koyun." dedi. 81Sihirlerini ortaya koyunca Mûsa onlara şöyle dedi: "Bu yaptığınız sihirdir. Şüphesiz ki Allah bunu bozacaktır. Muhakkak Allah, fesatçıların işini düzeltmez. Sihirbazlar büyülerini göstermik için ip ve sopalarını ortaya atınca Mûsa onlara şöyle dedi: "Ey sihirbazlar, sizin bu yaptığınız, sihirden başka birşey değildir. Allah bunu bozacaktır. Zira Allah, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak ve orada Allah'a isyan edilmeyi devam ettirmek isteyenlerin yaptıklarını asla muvaffak kılmaz. Ve onların yaptığı şeyleri boşa çıkarır. Hazret-i Mûsa'nın âsâsı yılan şekline dönüşdükten sonra sihirbbazların ortaya koydukları şeyleri yutmuş ve geriye hiçbir şey bırakmamıştır. 82Şüphesiz ki Allah, suçlular istemese de hakkı, sözleriyle gerçekleştirir. Şüphesiz ki Allah, mücrimler istemese de hakki ispat eder ve emriyle onu bâtıla galip getirir. 83Firavun ve ileri gelen adamlarının kötülüğünden korkarak, Firavunun kavminden Mûsaya ancak az bir topluluk iman etti. Şüphesiz Firavun, yeryüzünde büyüklük taslayan biriydi. Ve aşırı gidenlerdendi. Mûsa'nın çeşitli mucize ve deliller getimıesine rağmen, Firavunun kavminden veya İsrailoğullarından Mûsa'ya Firavunun korkusundan dolayı pek az kişi iman etti. Zira Firavun, yeryüzünde zorbalaşan, inkâr ve sapıklıkta haddi aşanlardandı. Âyet-i kerime’de geçen ifadesinin lafzi tercümesi "Kavminin soyundan olanlar" şeklindedir. Müfessirler, Hazret-i Mûsa'ya iman ettikleri bildirilen bu soyların kimin soyları olduğu hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir. a- Mücahid ve A'meşe göre burada zikredilen insanlar İsrailoğullarının soylarıdır. Hazret-i Mûsa, peygamber olarak İsrailoğullarına gönderildiğinde onun zamanında bulunan İsrailoğulları ölmüşler, onların soyundan gelen çocukları Hazret-i Mûsa'ya iman etmişlerdir. Çünkü Hazret-i Mûsa'nın Peygamberlik dönemi çok uzun sürmüştür. Âyet-i kerime bunu beyan etmektedir, b- Abdullah b. Abasa göre ise bu insanlar, Firavun kavminin soyundan gelen insanlardır. Firavun kavmi Firavunun fitnesinden ve zulmünden kortukları için Mûsa'ya iman edememişler ancak onların soylarından gelen bazı kimseler Hazret-i Mûsa'ya iman edebilmişlerdir. Firavunun karısı, Firavun ailesinin mutemedi, Firavunun veznedarı ve veznedarın hanımı bunlardandı. Taberi âyet-i kerime'de, Mûsa'dan başka kimsenin zikredilmemesi sebebiyle burada adı geçen soyların, Hazret-i Mûsanm kavmi İsrailoğullarının soyundan olduğunu söylemenin daha isabetli olacağım zikretmiştir. Bu izaha göre Firavunun korkusundan, İsrailoğulları Hazret-i Mûsa'ya iman edememişler ancak, peygamberliği uzun sürdüğünden, onların soylarından gelen insanlar, Hazret-i Mûsa'ya iman edebilmişlerdir. 84Mûsa kavmine: "Ey kavmim, eğer Allah’a iman ediyorsanız ve teslim olmuş ssanız sadece ona güvenin." dedi. Mûsa kavmine: "Ey kavmim, eğer Allah'ın birliğini kabul ediyor ve rabbiniz olduğunu tasdik ediyor ve ona itaatla boyun eğmek istiyorsanız ona güvenin ve ona teslim olun." dedi. 85Bak. Âyet 86. 86Mü’minler de: "Biz yalnız Allah’a güvendik, ey rabbimiz, sen bizi zalim bir kavim için imtihan vesilesi kılma, bizi, merhametinle o kâfir topluluktan kurtar." dediler. Mûsa kendisine iman edenleri Allah’a güvenmeye davet edince onlar da: "Biz, yalnız Allah’a güvendik, işimizi ona teslim ettik. Ey rabbimiz, tarafından bize bir azap göndererek zalim olan Firavun kavminden dolayı bizi imtihana tabi tutma sen, rahmetinle bizleri, kâfir olan Firavun topluluğunun elinden kurtar." dediler. Müfessirler, mü’minlerin, rablerinden, Firavun kavminin kendilerini, imtihan vesilesi yapmamasını neden dolayı istedikleri hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir. a- Ebû Miclez ve Ebû Duha'ya göre mü’minler, Allahü teâlâ'dan, Firavun kavmini kendilerine galip getirmemesini istemişlerdir ki, onların, kendilerinden üstün oldukları anlaşılarak insanların yoldan çıkmasına sebep olmasınlar. b- Mücahid ve İbn-i Zeyd'e göre ise mü’minler, Firavun kavminin kendilerine musallat olmamasını niyaz etmişlerdir ki, kendilerinin sapmalarına vesile olmasınlar. 87Mûsa ve kardeşine: "Kavminiz için Mısırda evler yapın, bu evleri de (kıbleye yönelen) namazgahlar yapın. Namazı dosdoğru kılın." diye vahyettik. Ayrıca Mûsa'ya "Mü’minleri müjdele" dedik. Biz Mûsaya ve kardeşi Haruna: "Mısırda kavminize evler yapın. Evlerinizi mescitler haline getirip oralarda namaz kılın, namazınızdan dolayı Firavunun zulmünden korkmayın. Ayrıca mü’minleri büyük sevaplarla ve gelecekteki büyük zaferlerle müjdeleyin." diye vahyettik. Âyet-i kerime’de geçen ve "Evlerinizi namazgahlar yapın." diye tercüme edilen cümlesi müfessirler tarafından çeşitli şe-killerrde izah edilmiştir. a- Abdullah b. Abbas,- İbrahim en-Nehai, Mücahid, Ebû Malik, Rebi' b. Enes, Dehhak ve İbn-i Zeyd, bu ifadeyi şu şekilde izah etmişlerdir: "Evlerinizi mescitler yapıp onlarda namaz kılın." İsrailoğulları, sadece havralarda namaz kılıyor ve oralarda namaz kılarken de Firavun ve kavminden korkuyorlardı. Bunun üzerine Allahü teâlâ onlara, evlerini namazgah edinip oralarda namaz kılmalarını emretti. b- Abdullah b. Abbas, Mücahid, Katade ve Dehhaktan nakledilen diğer bir görüşe göre bu ifadenin izahı şöyledir: "Mescitlerinizin yönünü Kâbeye doğru yöneltin." İsrailoğulları, Firavunun işkencesinden şikâyetçi olunca, Allahü teâlâ onlara, evlerini mescitler yapıp mescitlerinin yönlerini de Kâbeye doğru yöneltmelerini emretmiştir. c- Said b. Cübeyre göre ise "bu ifadenin izahı şöyledir: "Siz evlerinizi birbirlerine karşı vaziyette yapın. Taberi, birinci görüşün tercihe şayan olduğunu, çünkü âyetin metninden ilk anlaşılan mananın bu olduğunu, Allahü teâlâ'nın kelamını en çok kullanılan ifadelere göre izah etmenin isabetli olduğunu söylemiştir. 88Mûsa şöyle dua etti: "Rabbimiz şüphesiz ki sen, Firavun ve ileri gelenlerine, dünya hayatında ziynet ve inallar verdin. Rabbimiz, neticede bunlar, yolundan saptırsınlar diye mî? Rabbimiz, onların mallarını yok et, kalblerini katılaştır ki onlar, can yakıcı azabı gözleriyle görmedikçe iman etmesinler." Hazret-i Mûsa bu bedduayı, Firavun ve topluluğunun inkârlarındaki inatçılıklarına kızarak Allah rızası için yapmıştır. Zira, Hazret-i Mûsa, Firavun ve adamlarından hayır beklemediğini, onların iman etmelerinde ümit kalmadığını anlamış, bunların, azgınlıklarında devam ettikleri takdirde İsrailoğullarını da saptıracaklarından korkmuş ve bu sebeple Firavun ve topluluğu aleyhine bedduada bulunmuştur. Nitekim daha önce Hazret-i Nuh da kavmi aleyhine böyle bir bedduada bulunmuş Allah da kavminin iman etmeyenlerini tufan ile boğmuştur. Bu hususu beyan eden âyetlerde buyunıluyor ki: "Nuh şöyle dedi: "Rabbim, kâfirlerden, yeryüzünde dolaşan tek kiş. bırakma." "Eğer onları yeryüzünde bırakırsan kullarım saptırırlar ve ancak günahkâr ve kâfir çocuklar doğururlar. Nuh sûresi, 71/26-27 Âyeti kerime’de geçen ve "Mallarını yok et" diye tercüme edilen badesi, Abdullah b. Kesir, Rebi b. Enes, Katade Süfyan es-Sevri, Ebû Salih, Dehhak ve İbn-i Zeyd tarafından, "Ey rabbimiz, sen onların mallarını başka şeylere çevir." şeklinde izah edilmiştir. Hazret-i Mûsa'nın bu duası üzerine, İsrailoğullarının şekerlerinin, ekinlerinin, altın ve gümüşlerinin ve diğer mallarının taş olduğu Rivâyet edilmiştir. Mücahid ve Abdullah b. Abbas ise bu ifadeyi şu şekilde izah etmişlerdir. "Rabbimiz, sen onların mallarını yok et" Âyet-i kerime’de geçen ve "Kalblerini katılaştır." şeklinde tercüme edilene ifadesi Abdullah b. Abbas tarafından şöyle izah . edilmiştir. "Sen onların kalblerini mühürle de imana karşı yumuşamasını ar ve gönüllerini ona açmasınlar." Abdullah b. Abbas demiştir ki: "Allahü teâlâ, Hazret-i Mûsa'nın bu duasını kabul etti. Firavuna, boğulma ânına kadar iman nasip etmedi. Boğulma anındaki imanı ise ona fayda sağlamadı. Âyeti- kerimede geçen ve "îman etmesinler" diye tercüme edilen cümlesi çeşitli gramer tahlilerine tabi tutulmuş ve her bir tahlil şekline göre bu cümleye, az da olsa farklı manalar verilmiştir. a- Bazılarına göre bu cümle cümlesine atfedilmiştir. Bu tahlile göre âyetin bu bölümünün manası şöyledir. "Rabbimiz, neticede bunlar, insanları, yolundan saptırmasınlar ve can yakıcı azabı görmedikçe iman etmesinler diye mi Firavun ve ileri gelenlerine, dünya hayatında zinet ve mallar verdin?" b- Diğer bir kısım âlimlere göre cümlesi emrinin cevabıdır. Bu sebeple başına harfi gelmiştir. Bu tahlile göre âyetin bu bölümünün manası şöyledir: "Rabbimiz, onların mallarım yok et. Kalblerini katılaştır ki, onlar can yakıcı azabı görünceye kadar iman etmesinler. c- Başka bir kısım alimlere göre cümlesi, nehy-i hazır şeklinde istek cümlesidir. Bu tahlile göre ise âyetin bu bölümünün manası şöyledir: "Rabbimiz onların malarını yok et. Kalblerini kaülaştır, iman etmesinler." Taberi bu son izah şekiini tercih etmiştir. Zira âyetin bundan önceki bö-lümleride dilek mahiyetinde olduğundan bu kısmının da dilek anlamında olması, âyetin akışına daha uygundur. 89Allah da: "İkinizin duası da kabul edildi. Doğru yolda yürümeye devam edin. (İşin içyüzünü) bilmeyenlerin yoluna uymayın." dedi. Ey Mûsa senin ve kardeşin Hanımın, Firavun ve ileri gelen adamları aleyhine bedduanız kabul edilmiştir. İkiniz de emrimi yerine getirmeye devam edin. Göndereceğim ceza gelinceye kadar Firavun ve kavmini imana davet etmekte kararlı olun. Hükmümün hemen gelmesini isteyen cahillerin yolunu tutmayın. Zira benim vereceğim ceza derhal gelmese de vaadimden asla dönmem, o cezayı mutlaka veririm. İbn-i Cüreyc diyor ki: "Firavun, aleyhine yapılan bedduadan sonra kırk yıl yaşamış ve sonunda denizde boğularak helak edilmiştir. Hazret-i Mûsa bedduada bulunurken Hazret-i Harun da "Amin" dediği için Âyette "ikinizin duası da kabul edildi" buyurulmuştur. 90İsrail oğullarını denizden geçirdik. Firavun ve ordusu, onlara zulmetmek ve saldırmak maksadıyla peşlerine düşmüşlerdi. Firavun boğulacağı anda: "İsrailoğullarının iman ettiğinden başka ilâh olmadığına iman ettim ve ben Müslümanlardanım." dedi. Biz, İsrailoğulları için denizi yardık, onları denizden geçirdik. Firavun ve ordusu ise, İsrailoğullarına zulmetmek ve onlara saldırıda bulunmak için onların peşini takibetti. Denizde açılan yoldan geçerken deniz sulan kendisini kaplayıp boğulacağını kesin olarak anlayınca şöyle dedi: "İsrailoğullarının iman ettikleri ilâh dışında hiçbir ilâh olmadığına iman ettim. Ben, ona kul olmayı kabul eden ve boyun eğenlerdenim." Firavun iman ettiğini söylemiş fakat bu sözü tam ölüm anında zorunlu olarak söylemiştir ki böyle bir anda iman kabul edilmez. Bu sebeple Fiavun imansız olarak ölmüştür. Tam can çekişirken iman etmenin fayda vermediği ve bu halde iman eden kimsenin imansız olarak öleceği hususunda diğer âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: "Onlar, azabımızın şiddetini gördükleri zaman "Biz sadece Allah’a iman ettik. Ona ortak koştuğumuz şeyleri inkâr ettik." dediler." "Azabımızın şiddetini görünce imana gelmeleri onlara hiçbir fayda sağlamadı. Allah'ın, kulan hakkında ötedenberi uygulana gelen kanunu budur. İşte kâfirler o zaman hüsra Mü’min sûresi, 40/84-85 Abdullah b. Şeddad, Firavun ve kavminin nasıl boğulduklarıni izah ederek şunlan söylemiştir: "Adı aslında" İsrail" olan Yakup, oğullarıyla birlikte Mısırdaki oğlu Yusuf'a gittikleri zaman, ailenin fertlerinin sayısı, yetmiş iki kişiydi. İsrailin (Yakubun) oğulları, Mûsa ile birlikte Mısırdan çıktıklan zaman ise sayılan altı yüz bin'e ulaşmıştı. Firavun onlara kavuşup onlar da Firavunu görünce Mûsa'ya şöyle demişlerdi. "Nereye gideceğiz? O bize kavuştu. Bundan önce de Firavundan işkenceler görüyorduk." Bunun üzerine Allahü teâlâ, Hazret-i Mûsaya, "Asanı denize vur" diye emretti. Deniz yarıldı. Her parçası büyük bir dağ gibi oldu. Denizin dibi kurudu. Allah onlara yeryüzünü açtı. Firavun da yağız bir aygır'a binmiş onları takibediyordu. Aynı renkte sekiz yüz bin at bulunuyordu. Diğer renklerde olan binekler bu sayının dışındaydı. Cebrâilin altında besili bir kısrak bulunuyordu. Orada ondan başka kısrak yoktu. Mikâil de Firavun kavminin arkadan sürüyordu. Onlardan ayrılan herkesi tekrar onlara katıyordu. İsrailoğullarının son kişisi de denizi geçtikten sonra Cebrâil, Firavuna yaklaştı. Firavunun aygın, kısrağın kokusunu aldı. O anda insiyatif Firavunun elinden çıktı. Cebrâil "Haydi yürüyün, bu insanlar denize daha layık değiller." dedi. Bunun üzerine Firavun İsrailoğullarının peşinden denize daldı. Firavun kavminin ilk adamı denizden çıkmaya yeltenince deniz, üzerlerine kapandı. İşte o anda Firavun "İsrailoğullarının iman ettiğinden başka İlah olmadığına iman ettim ve ben müslümanlardanım." dedi. Bunun üzerine ona: "Şimdi mi iman ediyorsun? Halbuki bundan önce isyan ettin ve fesat çıkaranlardandın." diye nida edildi. Abdullah b. Abbas, bu hususta Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğunu Rivâyet etmiştir: "Cebrâil (aleyhisselam) Firavunun, "Lailahe illallah" (Allah’tan başka ilâh yoktur) deyip Allah'ın da ona merhamet edeceğinden korktuğundan onun ağzına çamur doldurmuştur Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an Sûre, 10 bab: 4, Hadis No: 3108 Hadis-i şerifin diğer bir Rivâyeti şöyledir Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Allah, Firavunu suda boğunca o, "İsrailoğullarının iman ettiğinden başka ilâh olmadığına iman ettim ve ben müslümanlardanım." dedi. Cebrâil de dedi ki "Ey Muhammed, benim, Allah'ın rahmeti, Firavuna erişir korkusuyla denizin çamurlarından alıp onun ağzına nasıl doldurduğunu bir görseydin! Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an Sûre, 10 bab: 4, Hadis No: 3108 Taberu bu hadis-i şerifin benzerini Ebû Hureyre ve İbrahim et-Teymiden de Rivâyet etmiştir. 91Şimdi mi iman ediyorsun? Halbuki bundan önce isyan ettin. Ve fesat çıkaranlardandın. Şimdi mi Allah’a kul olmayı kabul ediyor ve sadece onun ilâh olduğuna iman ediyorsun? Halbuki sen, bundan önce Allah’a isyan ediyor ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyordun. 92Ardından gelenlere bir ibret olman için bugün seni, cesedinle kurtarıp koruyacağız. Şüphesiz ki insanların çoğu, delillerimizden gafildirler. Ey Firavun, bugün biz senin cesedini kurtarıyoruz ki senin helak olduğuna inanmayanlar, helak olduğunu görsünler ve sen, daha sonra gelenlere bir ibret olasın. Ne yazık ki insanların çoğu, delil ve âyetlerimizden gafildirler. Onları düşünüp ibret almazlar. Abdullah b. Abbsa diyor ki: "İsrailoğullarından bazıları, Firavunun ölüp ölmediğinden şüphe ettiler. Bunun üzerine Allahü teâlâ denize emretti, deniz, Firavunun ölü cesedini dışarı attı. Böylece İsrailoğulları onun öldüğünü gözleriyle gürdüler. 93Şüphesiz ki biz İsrailoğullarını güzel bir yerde yerleştirdik. Ve onları helal ve temiz şeylerle rızıklandırdık. Kendilerine doğru bilgi gelinceye kadar ihtilaf etmemişlerdi, muhakkak ki rabbin, kıyamet gününde ihtilaf ettikleri hususlarda aralarında hükmünü verecektir. Biz, İsrailoğullarını Mısır ve Şam gibi güzel yerlere yerleştirdik. Biz onları helal azıklarla rızıklandırdık. Onlar, Muhammedin Peygamberliği hakkında, Allah'ın indirmiş olduğu kitap geldikten sonra ihtilafa düştüler. Şüphesiz ki rabbin kıyamet gününde, ihtilaf ettikleri, Muhammedin Peygamberliği hakkında aralarında hüküm verecek, iman edenleri cennete, yalanlayanları da cehenneme koyacaktır. 94Ey Rasûlüm, eğer sana indirdiğimizden şüphe ediyorsan senden önce kitap okuyanlara sor. Şüphesiz ki sana, rabbin tarafından hak gelmiştir. O halde asla şüphe edenlerden olma. Ey Rasûlüm, eğer sen, sana bildirdiğimiz şeylerin gerçekliği hususunda şüphede isen, senin zamanına yetişen ehl-i kitabın takva sahibi olanlarına sor. Şüphesiz ki sana, Peygamber olduğuna dair kesinlik ifade eden gerçek haber gelmiştir. Yahudi ve Hristiyanlar da senin sıfatlarını kitaplarında görmüşlerdir. Sakın sen, bu hususta şüphe edenlerden olma. Katade diyor ki: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bu âyetin sonunda; "Ne şüpe ediyorum ne de bir kimseye sorma ihtiyacı hissederim." dediği rivâyet edilmektedir. Aslında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisinin Peygamber olduğunda ve kendisine Allah tarafından indirilen vahiy hususuda asla şüphe etmemektedir. Bu ifadenin böyle kullanılması Arapça'nın bir özelliğindendir. Buna bir misâl olmak üzere şunu söylemek mümkündür. Mesela bir kişi, oğlundan, bir işi kesinlikle yapmamasını isterse ona şöyle derdi: "Eğer sen benim oğlum isen şu işi kesinlikle yapmayacaksın." Bu ifade baba çocuğunun, gerçek çocuğu olup olmadığı hususunda şüphe etmiş değildir. Bu, ifadenin özel bir şeklidir ve tekid ifade eder ve "Şu işi kesinlikle yapmayacaksın." demektir. Buradaki ifade işte böyle bir özelliği olan ifadedir. 95Allah'ın âyetlerini yalanlayanlardan olma. Aksi halde hüsrana uğrayanlardan olursun. Ey Rasûlüm, sakın Allah'ın delil ve âyetlerini yalanlayanlardan olma. Aksi takdirde âhiret hayatını kaybedenlerden olursun. Zira bunu yapan, Allah'ın rahmet ve rızasını verip karşılığında gazap ve cezasını almıştır. 96Bak. Âyet 97. 97Üzerlerine rabbinin hükmü hak olanlar iman etmezler. Onlara her türlü delil gelse de can yakıcı azabı görmedikçe iman etmezler. Ey Rasûlüm, senin rabbinin lanet ve gazabının hak edenlere bütün ibret ve öğütler gelse de can yakıcı azabı bizzat gözleriyle görmedikçe iman etmezler. Nitekim Firavun ye kavmi böyle olmuştur. Onlar tam boğulma anında iman etmeye kalkmışlardır. Amma bunun bir faydası olmamıştır. Bu âyet-i kerime, Resûlüllahı ve mü’minleri inatçı kâfirlerin iman etmemelerinden dolayı üzülmemeleri için teselli etmekte ve maneviyatlarını bozmamalarını öğütlemektedir. 98Keşke bir memleket halkı iman etseydi de, imanları kendilerine fayda verseydi. Yunusun kavmi müstesna. Onlar iman edince, biz onları dünya hayatında rüsvaylıktan kurtardık ve onları belirli bir zamana kadar yaşattık. Ey Rasûlüm, keşke senden önce kendilerine Peygamber gönderdiğimiz ümmetlerden herhangi bir şehir halkı bütünüyle iman etmiş olsalardı da imanları kendilerine fayda vermiş olsaydı. Senden önce gönderdiğimiz Peygamberlerin kavimlerinin tamamı veya çoğunluğu onları yalanladılar ve cezalarını da gördüler. Yunus Peygamberin kavmi müstesna. Onlar hep birlikte iman ettiler. Biz de onlardan, dünya hayatmdayken rüsvay edici azabı kaldırdık ve vadeleri yetinceye kadar onları yalattık. Bazı Müfessirler bu âyet-i kerime’yi şu şekilde izah etmişlerdir: Hiçbir memleket halkı yoktur ki azap gelip kendilerine çattığında iman etmiş olsunlar da imanları kendilerine fayda vermiş olsun. Yani, azap gelip çatınca yapılan iman fayda vermez. Yunusun kavmi hariç. Bunlar, kendilerine azap gelip çatınca iman etmişler ve imanları da kendilerine dünya hayatında fayda vermiştir. Bunlar iman edince biz bunlardan dünya hayatında rüsvay edici azabı kaldırdık ve onları, Ömürleri bitinceye kadar yaşattık. Bu son izah şekli Abdullah b. Abbas, Katade, İbn-i Mes'ud, Mücahid, Sa-id b. Cübeyyr ve benzeri âlimler tarafından zikredilen izah şeklidir. Taberi de bu görüşü tercih etmiştir. Yunus aleyhisselam kavmini, kendisine iman etmedikleri takdirde azaba uğrayacakları tehdidiyle uyarmış sonra aralarından ayrılıp gitmiştir. Yunusun kavmi olan Ninovalılar (Musul) azap belirtilerini görünce pişman olarakiman etmişler. Allah’a boyun eğip yalvarmışlar, çocuklarıni, hayvanlarını da yanlarına alarak, Allah'tan gelecek olan azabın kendilerinden uzaklaştınlması için kırk gün dua etmişler ve bunun üzerine Allahü teâlâ onlara acmîîş ve gelecek olan azabı onlardan kaldırmıştır. 99Ey Rasûlüm, eğer rabbin dileseydi yeryüzündekilerin hepsi iman ederdi. O halde iman etsinler dîye insanları zorluyor musun? Ey Rasûlüm, eğer rabbin dilemiş olsaydı yeryüzündeki bütün insanlar, ister istemez iman etmiş olurlardı. Fakat rabbin, hikmetinin gereği, herkesi iman edip etmemekte, kendi iradesiyle başbaşa bıraktı. O halde sen onları zorla iman ettiremezsin. Senin vazifen sadece tebliğ etmektir. 100Allah'ın izni olmadıkça hiçbir nefis iman edemez. Allah, aklını kullanmayanlara murdarlığı verir. Alla izin vermedikçe hiçbir kimse iman edemez. O halde Ey Rasûlüm, kâfirlerin hidâyete kavuşması için kendini zorlama. Allah, kendi birliğini ve Peygamberinin hak olduğunu gösteren delilleri düşünüp öğüt almayan kimseleri gazabına ve azabına uğratır. Mealde "Murdarlık" diye tercüme edilen "Rics" kelimesini Taberi, Allah'ın azabı ve gazıbı şeklinde almış ve âyeti ona göre izah etmiştir. Abdullah b. Abbasın da bu görüşte olduğunu beyan etmiştir. 101Ey Rasûlüm, de ki: "Bir bakın göklerde ve yerde ne var? İman etmeyen bir kavme deliller ve uyarılar fayda vermez. Ey Rasûlüm, kavminin müşriklerine de ki: "Göklerde Allah'ın birliğini gösteren, güneş, ay, gece, gündüz ve bulutlardan yağmurun yağması gibi nice şeyler ve olaylar var. Yeryüzünde de yine onun birliğini ve kudretini gösteren, dağlar, ırmaklar, yarılıp bitkiler çıkaran topraklar gibi nice deliller var. Eğer aklınızı kullanacak olursanız bunlarda sizin için büyük ibretler vardır. Fakat bu çeşitli deliller, Allah'ın cezalandıracağını söyleyerek uyaran Peygamberlere iman etmemekte direnen bir topluluğa ne fayda verecektir ki? 102O İnkârcılar, kendilerinden öncekilerin geçirdiği günlerin benzerinden başka bir gün mü bekliyorlar? Ey Rasûlüm, onlara: "Öyleyse bekleyin, Ben de sizinle birlikte beklemekteyim." de. O müşrikler, kendilerinden önce geçen Nuh, Âd ve Semud kavmi gibi, bizzat azabı görmekten başka neyi bekliyorlar? Ey Rasûlüm, o müşriklere de ki: "Allah'ın cezalandırmasını bekleyin ben de sizi nasıl cezalandırılacağınızı beklemekteyim. 103Nihâyet biz Peygamberlerimizi ve bütün mü’minleri kurtarırız. Böylece iman edenleri kurtarmak bize haktır. Sonra biz daha önce Peygamberlerimizi ve onlara iman edenleri kurtardığımız gibi, Peygamberimiz Muhammed ve ona iman edenleri de kurtarırız. İman edenleri kurtarmamız bizim için şüphe götürmeyen bir gerçektir. 104Ey Rasûlüm, de ki: "Ey insanlar, benim dinimden şüphe etseniz de, bilmiş olunuz ki, sizin, Allah’tan başka taptıklarınıza ben asla ibadet etmem. Fakat ben, sizi öldüren Allah’a ibadet ederim. Ben, iman edenlerden olmakla emrolundum. Ey Rasûlüm, o müşriklere de ki: "Eğer sizler, sizi davet ettiğim dinimden şüphe ediyorsanız şunu iyi bilin ki ben, sizlerin, Allah’ı bırakıp ta taptıklarınız put ve tanrılara asla tapmam. Fakat ben, Ömrünüz bittiğinde sizi öldüren Allah’a kulluk ederim. Rabbim bana, kendi katından gelenleri tasdik eden mü’minlerden olmamı emretti. Görüldüğü gibi Âyet-i kerime’de, Resûlüllah’ın, müşriklere şunları söylemesi emrediliyor: "Siz benim dinimden şüphe ediyorsanız da bu, size yakışmayan bir şeydir. Size yaraşan, duyup işitmeyen, zarar ve menfaat vermeyen put ve heykellere tapmanızda şüphe etmektir. Bu sebeple ben, sizin, Allah'tan başka taptığınız put ve ilahlara tapmam. Zira ben, herşeyi yaratan, her canlıyı rızıklandıran, dirilten ve öldüren, faydalandıran ve zarar veren, yarattıkları üzerinde kahredici bir güce sahib olan Allah’a kulluk ediyorum. Siz ise, başkalarına herhangi bir zarar veremedikleri gibi kendilerini en âciz yaratıklara karşı dahi savunamayan put ve heykellere tapıyorsunuz. Benim dinim mi şüphe edilmeye layık yoksa sizin dininiz mi? 105Hakka eğilerek yüzünüzü dine çevir. Sakın Allah’a ortak koşanlardan olma. Yine rabbim bana dedi ki: "Ey Resulüm sen, İslam dini üzerinde kararlı ol, Yahudiliğe ve Hıristiyanlığa meyletme. Sakın sen, kulluğundan rabbine ortak koşanlardan olma. 106Allah’ı bırakıp sana fayda ve zarar veremeyecek şeylere ibadet etme. Eğer bunu yaparsan o zaman sen de zalimlerden olursun. Allah’ı bırakıp ta put vb. zarar ve menfaat vermeyen şeylere kulluk etme. Şâyet bunu yapacak olursan kendini Allah'ın azabına atarak kendine zulmedenlerden olursun. Bu âyet-i kerime'den, bizzat Resûlüllah’ın, Allah’ı bırakıp ta başka bir şeye kulluk edebileceği anlaşılmamalıdır. Bu ifadeden asıl maksat, Resûlüllah’ın şahsında diğer insanları uyarmaktır. 107Allah, seni bir zarara uğratırsa, onu senden kaldıracak ancak O'dur. Sana bir iyilik te dilerse lütfuna kimse mani olamaz. O, lütfunu kullarından dilediğine verir. O, çok affeden ve çok merhamet edendir. Ey Resulüm, şâyet sana Allah tarafından bir sıkıntı veya bir felaket dokunacak olursa onu senden, Allah’a ortak koşulan putlar değil ancak Allah kaldırır. Şâyet Allah sana bir hayır diler, herhangibir nimet verirse, Allah'ın lütfuna karşı gelecek te hiçbir kimse yoktur. Allah, darlık ve genişlikleri, rahmet ve felaketleri, kullarından dilediğine isabet ettirir. O, kullarından tevbe edip ona yönelenin tevbesini çokça kabul eden ve kendisine iman edip itaat edenlere de çokça merhametli davranandır. Bu âyet-i kerime, hayınn da şerrin de, faydanın da zararın da ancak Allah katarfından olduğunu, bu hususta ona hiçbirşeyin ortak olmadığını, bu sebeple, ibadet edilmeye de sadece onun layık olduğunu beyan etmektedir. Bu hususta Abdullah b. Abbas şu hadis-i Şerifi Rivâyet etmektedir: Abdullah b. Abbas diyor ki: " Birgün Resûlüllah'ın terkisine binmiştim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana şöyle dedi: "Ey genç sana bazı şeyler öğreteceğim. Sen, Allah'ın emrini gözet ki Allah da seni korusun. Allah'ın emrini gözet ki, onu yanında bulasın. Birşey istediğinde Allah'tan iste. Bir yardım dilediğinde Allah'tan dile. Ve şunu iyi bil ki bütün ümmet bir araya gelip sana herhangi bir fayda sağlamaya çalışsa Allah'ın, senin için takdir ettiğinin dışında sana hiçbir fayda sağlayamazlar. Yine bütün ümmet sana herhangi bir zarar vermek için bir araya gelecek olsalar, Allah'ın, senin için takdir ettiği dışında sana herhangi bir zarar veremezler. Artık kalem kaldırılmış, sahifeler dürülmüştür Ahmed b. Hanbel, Müsned, C: 1 S: 293 108Ey Rasûlüm, de ki: "Ey insanlar, size rabbiniz tarafından hak geldi. Kim doğru yola giderse kendi lehine doğru yola gitmiş olur. Kim de saparsa kendi aleyhine sapmış olur. Ben, üzerinize vekil değilim. Ey Rasûlüm, de ki: "Ey insanlar, size, hak olan Kur'an geldi. Onda hidâyet ve açıklamalar vardır. Kim hak yolu tutar, dosdoğru giderse, ancak kendi lehine hareket etmiş olur. Kim de Allah katından gelen hak din'den ve kitaptan sapacak olursa, kendisine zarar vermiş olur. Ben, sizi düzeltmek için üzerinize gönderilmiş bir zorba değilim. Ben, ancak tebliğ eden bir Peygamberim. 109Sana vahyedilene uy. Allah'ın hükmü gelinceye kadar sabret. Allah, üküm verenlerin en hayırlısıdır. Ey Rasûlüm, Allah'ın sana vahyettiği şeylere uy. Bu yolda sana dokunan eziyet ve sıkıntılara karşı Allah'ın, seninle seni inkâr edenler arasında hüküm vermesine kadar sabret. Allah, kullan arasında en hayırlı hüküm verendir Çünkü o, adaletle hüküm verir, hakkı ortaya çıkarır. Allah, Resulü ile onunla ayrılığa düşenler arasında Bedir savaşında hükmünü verdi ve onları kılıçlarla öldürttü. Peygamberine, sağ kalanlarına karşı da, iman etmelerine kadar aynı şekilde davranmasını emretti. İbn- Zeyd demiştir ki: "Bu âyet-i kerimme, müşriklere karşı cihad etmeyi ve onlara sert davranmayı emreden, Enfal suresinin yetmiş üçüncü âyeti ve Tevbe suresinin yüz yirmi üçüncü âyeti gibi âyetlerle neshedilmiştir. Zira, Alla teala artık müşriklere karşı cihad etme hükmünü vermiş Resûlüllah'ın sabretmesi meselesini sona erdirmiştir. |
﴾ 0 ﴿