HUD SÛRESİ

Hud Sûresi, Mekkede nazil olmuştur ve yüz yinni üç âyettir.

Bu sûre-i celile de, diğer bütün Mekki surelerde olduğu gibi inanç konusunu işlemektedir. Surenin giriş kısmında inanç gerçeği açıklanmakta, ikinci bölümünde bu gerçeğin tarih içindeki seyri ve harekeli beyan edilmekte, üçüncü bölümünde de yine inanç gerçeğinin devamı zikredilmektedir.

Sûre-i Celile, İslam inancının hareket ve aksiyonunu bütün beşeriyet tarihi içinde ele alıyor ve Nuh (aleyhisselam) devrinden Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) devrine kadar getiriyor. Ve bütün bu hareketlerin tek bir esasa dayandığını belirtiyor. Bu esas ta yalnızca Allah'ın dinine dayanmak, hiçbir tartışmaya girmeksizin sadece Allah’a ibadet etmektir. Bir de tarih boyunca gelmiş geçmiş Peygamberler vasıtasıyla indirilen emir ve yasaklara göre ibadet etmek ve bu çizgiden hiç sapmadan devam etmektir.

Sûre-i Celile, tarihi seyri içinde Peygamberlerin tevhid mücadelesini beyan ediyor ve Nuh (aleyhisselam)ın kıssasını beyanla Tufanın gelip, gemiye binmeyen İnkârcıları mahvettiğini haber veriyor.

Sonra Hud (aleyhisselam)ın kıssası beyan ediliyor, Salih (aleyhisselam)ın kıssası açıklanıyor ve Şuayb (aleyhisselam)ın kavminin durumu gözler önüne seriliyor.

Kur'an-ı Kerimin muhtelif surelerinde Peygamberlerin, kavimleriyle olan mücadelelerinden bahsedilmekte, onların kıssaları anlatılmaktadır. Fakat Hud süresindeki kıssalar, surenin ana unsurunu teşkil ediyor. Burada, beşeriyet tarihi boyunca ilahi inanç sisteminin hareketi gözler önüne seriliyor.

Sûre-i Celilenin asıl hedefinin, sadece Allah'ın varlığını ispat etmek değil aynı zamanda beşer hayatında, yalnızca Allah'ın rablığının kabulü ve yalnızca onun hükümlerinin geçerli olacağı meselesi olduğu beyan ediliyor.

Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle.

1

Elif, Lâm, Râ. Bu Kur'an, hüküm ve hikmet sahibi ve herşeyden haberdar olan Allah tarafından, âyetleri sağlam kılınmış ve sonra geniş olarak açıklanmış bir kitaptır.

Bu Kur'an, kullarının işlerini çevirmede hikmet sahibi olan ve onların menfaatlerini çok iyi bilen Allah tarafından, âyetleri her türlü bâtıl ve bozuk şeylere kanştınlmaktan korunup sağlam kılınmış ve hükümleri açıklanmış bir kitaptır. Bu kitapta, helal, haram, emir ve yasak bellidir.

Taberi, "Âyetleri sağlam kılınmış" ifadesinin müfessirler tarafından iki şekilde izah edildiği söylemiştir:

a- Bu Kur’an’ın âyetleri, bir kısım emir ve yasaklarla sağlam kılınmış sonra bu emir ve -yasakların, yerine getirilip getirilmemesiyle sevap veya cezanın kazanılacağı beyan edilmiştir.

b- Âyetleri bâtıla karşi sağlamlaştırılmış sonra onlarla haram ve helal açıklanmıştır. Taberinin kendisi de bu görüşü tercih etmiştir.

2

Tâ ki, Allah’tan başkasına ibadet etmeyesiniz. Şüphesiz ki ben, Allah tarafından sizi bir uyaran ,ve bir müjdeleyenim.

Bu Kur'an, Allah tarafından sağlam ve açık bir şekilde indirildi ki, put ve ortaklara ibadeti bırakıp ancak Allah’a kulluk edesiniz. Şüphesiz ki ber sizin için Allah tarafından gönderilmiş bir uyarıcıyım. Sizleri, Allah’a isyan ettiğiniz takdirde cezalandıracağı gerçeğiyle uyarırım. Yine ben sizler için bir müjdeleyiçiyim. Allah’a itaat ettiğiniz takdirde onun sevabını kazanacağınızı müjdelerim. '

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine Peygamberliğin geldiği ilk zamanlarda, "Önce en yakın akrabanı uyar. Şuara Sûresi, âyet, 214 âyeti gelince Safa tepesine çıkmış ve Kureyşin, kendisine en yakın kollarından başlayarak insanları çağırmış ve onlara demiştir ki;

"Bu dağın alt tarafından atlıların (düşmanların) çıkıvereceklerinin size haber versem bana inanır mısınız?" Onlar da: "Biz senin yalan söylediğini duymadık." demişler. Bunun üzerine Resûlüllah da: "Şüphesiz ki ben sizi, şiddetli bir azaba uğrayacağınız hususunda uyarıyorum." buyurmuştur. Müslim, K. el-İman, bab: 355 Hadis No: 208

3

Rabbinizden af dileyin. Sonra ona tevbe edin ki, sizi, tayin edilen vade gelinceye kadar güzelce yaşatsın ve her fazilet sahibine faziletinin mükâfatını versin. Eğer yüzçevirirseniz, şüphesiz ki ben, sizin için o büyük günün azabından korkarım.

Yine bu Kur'an, Allah tarafından sağlam ve açık bir şekilde indirildi ki, sizler, rabbinizden, şirk ve günahlardan dolayı af dileyesiniz. Sonra sadece ona kulluk ederek yaptığınız kötülüklerden vaz gecesiniz. Böylece rabbiniz de sizi dünya hayatında, güzel rızıklarla, nimetlerle rızıklandırsın ve eceliniz gelinceye kadar sizi yaşatsın. Âhirette de, malı ve davranışıyla her iyilikte bulunana sevapların en bol ve ne üstün olanını versin. Şâyet sizler, davet ettğim şeyden yüzçevirecek olursanız bilin ki ben sizlerin, büyük günün azabına uğramanızdan korkuyorum.

4

Dönüşünüz yalnız Allalıadir. O, her şeye kadirdir.

Dönüşünüz yalnız Allah’adır. O, her şeye kadirdir. Onun cezalandırmasından korkun. O, hayat verme, Öldürme, sevap verme ve cezalandırma gibi her türlü şeye gücü yetendir.

5

İyi bilinmelidir ki kâfirler, Allah’tan gizlenmeleri için iki büklüm olurlar. Yine iyi bilinmelidir ki onlar, elbiselerine büründükleri zaman bile Allah, onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını bilir. Çünkü o, kalbicrin özünü çok iyi bilendir.

İyi bilinmelidir ki müşrikler, Allah hakkındaki bilgisizliklerinden dolayı, kalblerinde olanı Allah’tan gizlemek için iki büklüm olurlar. Yine iyi bilinmelidir ki, bu cahiller, elbiselerine büründükleri zaman da Allah onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını bilir. İster elbiselerine bürünsünler isterlerse çıplak olsunlar. Allah onların her türlü hallerini bilir. Zira Allah, göğüslerin özünde olanı çok iyi bilendir.

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Münafıklardan biri Resûlüllah’ın yanından geçerken iki büklüm oluyor elbisesiyle başını kapatıyordu ki Resûlüllah onu tanımasın. Bu âyet-i kerime işte bu ve benzerlerine işaret etmektedir.

Bu izaha göre münafıklar, Allah’tan saklanmak için değil Resûlüllahtan saklanmak için böyle davranmışlardır. Ancak tercihe şayan olan görüşe göre, münafıklar, Allah’tan saklanmak için böyle davranırlarmış. Taberi de âyetin ifadesine uygun olarak bu görüşü tercih etmiştir.

6

Yeryüzünde hiçbir canlı varlık yoktur ki rızkı Allah’a ait olmasın. Allah, her canlının, hayattayken yerleştiği, ölümünden sonra da konulduğu yeri bilir. Her şey apaçık bir kitapta kayıtlıdır.

Yeryüzünde hareket eden, insan, hayvan ve benzeri hiçbir canlı varlık yoktur ki, Allah onun rızkını üzerine almış olmasın. Allah, yeryüzünde hareket eden her canlının gece ve gündüz karar kıldığı yeri de, öldükten sonra kalacağı yeri de bilir. Bütün bunlar, Allah katında, îevh-i mahfuzda yazılmış ve tesbit edilmiştir.

7

Gökleri ve yeri altı günde yaratan Allah’tır. Arşı daha önce su üzerindeydi. Allah, hanginizin daha iyi amel işleyeceği hususunda sizi imtihan etmek için kâinatı yarattı. Ey Rasûlüm, yemin olsun ki, eğer onlara: "Mutlaka siz, öldükten sonra dirileceksiniz." desen, şüphesiz ki kâfirler: "Bu, sihirden başka bişek değildir." derler.

Gökleri ve yeri altı günde yaratan Allah’tır. Sizi, öldükten sonra tekrar diriltmeye nasıl gücü yetmez? Gökleri ve yeri yaratmadan önce onun arşı su üzerinde bulunuyordu. Allah, gökleri ve yeri, henginizin daha güzel amel edeceğini ortaya çıkarmak için yarattı. Ey Rasûlüm, yemin olsun ki şâyet sen bu müşriklere: "Sizler öldükten sonra mutlaka dirileceksizin." demiş olsan onla;:

"Senin bize okuduğun bu şeyler, dinleyenleri büyüleyen apaçık bir sihirden başka birşey değildir." derler.

Bu âyet-i kerime, arşın ve suyun, gökler ve yer yaratılmadan önce var olduklarını bildirmektedir. Bu hususta bir Hadis-i Şerifte şöyle anlatılıyor: "Ebû Rezin diyor ki:

"Dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, rabbimiz, yarattığı varlıkları var etmeden önce neredeydi? Resûlüllah: "O, kendisiyle beraber hiçbir şey bulunmaz bir haldeydi. Ne altında hava bulunuyordu ne de üstünde. Allah, arşını suyun üzerineyaratti. Tirmizî, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre 11, bab: l. Hadis No: 3109/İbn-i Mâce, K.el-Mukaddime, bab: 13, Hadis No: 182/Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.4 s.11,12

tmran b. Husayn diyor ki:

"Birgün devemi kapıya bağlayıp Resûlüllah'ın yanına girdim. O anda temim oğullarından bazı kimseler de geldi. Resûlüllah onlara: "Ey Temim oğulları müjdeyi kabul edin." dedi. Onlar da iki kere: "Öyleyse müjdelediğini ver." dediler. Bundan sonra Resûlüllah’ın yanına Yemen halkından bazıları geldi. Resûlüllah onlara: "Ey Yemenliler, Temim oğullarının kabul etmediği müjdeyi siz kabul edin." dedi. Onlar da: "Kabul ettik Ya Resûlallah." dediler. "Biz sana geldik bu husus hakkında (Rabbimizin ilk defa neyi yarattığı hususunda) soru sormak istiyoruz." dediler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Her şeyden önce Allah vardı, ondan başka hiçbir şey yoktu. Allah'ın arşı suyun üzerindeydi'. Her şeyi levh-i mahfuzda yazdı. Gökleri ve yeri yarattı." buyurdu. Burada adamlardan biri: "Ey Tmran b. Husayn deven kaçtı." dedi. Ben de oradan ayrılıp gittim. Baktım ki deveyi görmek bir hayal olmuş. Allah’a yemin olsun ki, isterdim ki devem kaybolsa da ben Resûlüllah’ın yanında kalayım. (Bu arada daha neler konuşulduğunu hileydim.) Buhari, K.Bed'ül Halk, bab: 1, K.et-Tevhid, bab: 22/Tirmizi, K.el-Menakıb bab: 73, Hadis No: 3951

8

Yemin olsun ki, eğer onlardan azabı, sayılı bir zamana kadar ertelesek: "Onu bizden alıkoyan nedir?" derler. İyi bilinmelidir ki, azap onlara geldiği gün, o, kendilerinden uzaklaştırılmayacaktır. Onları, alay ettikleri azap kuşatacaktır.

Yemin olsun ki eğer bu müşriklerden azabı belli bir zamana kadar ertelemiş olsak onlar, : Bu azapla alay ederek ve Allah'ın, kendilerini cezalandıracağı sözünü yalanlayarak: "Bu azabı bizden erteleyen şey nedir?" diye sorarlar. İyi bilsinler ki yalanlamış oldukları azap kendilerine geldiği gün onu kendilerinden ne alıkoyacak ne de savacak biri bulunur. Alaya almış oldukları azap onlara gelecek ve kendilerini yakalayacaktır.

Bu âyet-i kerime, Allah’a iman etmeyenlerin temiz yaratılışları bozulduğu için herşeyden şüphe ettiklerini, bu bakımdan Allah'ın azabı gibi çok ciddi bir meseleyi dahi alaya alıp onu yalanladıklarını beyan etmekte, onların, şüpheci bir topluluk olduklarını bildirmektedir.

9

Yemin olsun ki biz insana, katımızdan bir rahmet verip sonra onu kendisinden alırsak, şüphesiz ki insan, ümitsizliğe düşer ve nankörleşir.

Yemin olsun ki eğer biz insana, tarafımızdan bol rızık verir, geniş bir yaşantı tattıracak olur da sonra da onu kendisinden çekip alacak olursak, şüphesiz ki insan, Allah'ın nimetinden ümidini keser ve rabbine karşı pek az şükreder ve onun nimetlerine karşı nankörlük eder.

10

Yemin olsun ki biz insana, uğradığı zarardan sonra tekrar nimetler tattırsak: "Kötülükler başımdan gitti." der.

Yemin olsun ki şâyet biz insana, kendisine dokunan bir sıkıntı ve darlık halinden sonra bol rızık ve geniş imkân verecek olursak bu defa insan, "Sıkıntı ve zorluklar benden gitti." der. Ve o, kendisine verilen nimetlerle çok sevinir ve onlarla çokça övünür, Allah’a şükretmez.

Bu âyetler, Allah'ın, merhametiyle muhafaza ettiği kulları dışında, insanoğîundaki kötü sıfatları zikretmektedir. Öyleki, insanoğluna önce bir nimet verilir de sonra o nimet onun elinden alınırsa, bunu verip alanın, tekrar vereceğini ümit etmesi yerine ümitsizliğe kapılır. Daha önce gördüğü nimetlere karşı şükretmeyip nankörlüğe girişir. Yine insanoğluna çetin sıkıntılar, şiddetli zorluklardan sonra nimet verildiğinde, bunlara karşı, nimetleri veren rabbine şükretmesi yerine, zevke safaya dalar. Sonra o nimetleri sırf kendi kabiliyetiyle elde etmiş gibi böbürlenip durur. İşte Allah’a gerçekten boyun eğmeyen insan böyledir.

Bu hususta diğer bir âyette de şöyle buyurulmaktadır; "Gerçekten insan, sabırsız ve hırslı yaratılmıştır. Başına bir felaket geldiği zaman feryad eder. İyiliğe uğradığı zaman da çok cimrileşir. Mearic Sûresi, âyet, 19-21

11

Ancak sabredenler ve iyi amel işleyenler bundan müstesnadır. İşte onlara, günahlarından bağışlanma ve büyük mükâfaat vardır.

Ancak, bela ve sıkıntılara karşı sabredenler, geniş zamanlarında da salih amel işleyenler müstesnadır. İşte bunların günahlarının bağışlanması ve salih amellerinin karşılığı olarak büyük mükâfaatları vardır.

Evet, hakkıyla iman eden teslimiyetçi kul, hem sıkıntılı halinde hem de geniş zamanında rabbine şükreder ve başına gelenlere sabreder, bu husuta bir Hadis-i Şerifte şöyle buyuruluyor:

"Şaşılır mü’minin işine ki, onun her işi hayırdır. Bu hal, mü’minden başka hiçbir kimsede yoktur. Şâyet ona sevindirci bir hal isabet ederse şükreder ve bu onun için hayırlıdır. Eğer ona bir zarar dokunacak olursa sabreder bu da onun için hayırlıdır. Müslüm, K.ez-Zühd, bab: 64. Hadis No: 2999/Ahmed b. Hanbel. Müsned, c.5 s.24

12

Ey Peygamber, sana vahyedilenlerin bir kısmını, belki bırakabilirsin. Onların: "Onun üzerine bir hazine indirilsin veya kendisiyle birlikte bir Melek gelsin." demelerine üzülebilirsin. Sen ancak bir uyarıcısın. Allah herşeye vekildir.

Ey Rasûlüm, onların sana, "Ona bir hazine indirilse ya." veya "Onun, Allah'ın Peygamberi olduğunu doğrulayan bir Melek kendisiyle beraber gelse ya." diyeceklerinden korkarak Allah'ın sona vahyettiklerinin bir bölümünü belki tebliğ etmeyeceksin. Sakın bunların sözüne aldırma ve tebliğ vazifenden geri durma. Zira sen ancak bir uyarıcısın. Sana düşen ancak tebliğ etmektir. Herşeyi sevk ve idare eden Allah’tır.

13

Yoksa onlar "Kur’an’ı Muhammed uydurdu" mu diyorlar? Ey Rasûlüm, de ki: "Siz de Kur’an’ın benzeri on uydurma Sûre meydana getirin bakalım. Eğer iddianızda doğruysanız, Allah’tan başka yardımını isteyebileceklerinizi de çağırın."

Yoksa müşrikler: "Muhammed bu Kur’an’ı uydurdu da onu Allah’a isnad ediyor" mu diyorlar? De ki: "Şâyet bana gelen Kur’an’ı ben uydurmuşsam siz de bu Kur’an’ın Surelerine benzer on Sûre uydurup getirin. Bu iddianızda samimi iseniz Allah’tan başka bütün varlıkları da yardımınıza çağırın.

*Kur'an-ı Kerimde bulunan bu gibi âyetler "Tehaddî" yani, "meydan okuma" âyetleri denir. Bu âyetlerde, bozan Kur’an’ın tamamının benzeri bazen on suresinin benzeri bazan da tek bir suresinin benzerinin meydana getirilmesi içydan tadır. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hak peygamber olduğuna delil olarak insanları âciz bırakan bu Kur'an kâfidir. Zira Resûlüllah, zamanında yaşadığı toplumun fertlerinden biridir. Fakat ona gelen Kur’an’ın bir Sûresinin dahi benzeri meydana getirilememiştir. Halbuki o tarihte Araplar edebiyetın zirvesinde bulunuyorlardı. Tüm belagat ve fesahatlarına rağmen Kur'an ifadeleri karşısında âciz kalmışlar onun bir Sûresinenin dahi benzerini meydana getirememişlerdir. İşte bu haliyle Kur'an-ı Kerim, Resûlüllah’ın Hak Peygamber olduğuna en büyük delildir.

14

Eğer onlar size cevap vermezlerse, bilin ki bu Kur'an, ancak Allah'ın ilmi ile indirilmiştir. Ondan başka ilâh yoktur. Artık siz, Müslüman mısınız?

Ey Rasûlüm, o müşriklere de ki: "Şâyet bu Surelerin benzeri olan on Sûre meydana getirebilmek için Allah’tan büşkü bütün yardımcılarınızı çağırdığınızda eğer onlar size cevap vermiyorlarsa, siz de bunu yapmaktan âciz iseniz şunu iyi bilin ki Kur'an, Allah'ın bilgisi ve izniyle gökten Muhammede indirilmiş bir kitaptır. Muhammed bunu uydurmamıştir ve uydurmaya da kadir değildir."

Yine şunu iyi bilin ki, Allah’tan başka hakkıyla ibadete layık olan hiçbir ilâh yoktur. Artık ona teslim olup itaat eden ve samimiyetle ona kulluk eden Müslümanlar olmaktan başka çareniz kalmış mıdır?

Bazı müfessirler buradaki hitabın Resûlüllah’a ve Mü’minlere olduğunu beyan ederek âyeti şöyle izah etmişlerdir: "Ey Rasûlüm, şâyet o müşrikler size cevap vermezlerse, Kur'an'ın Allah tarafından ve onun bilgisi dahilinde indirildiği inancınızda ve Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığı itikadınızda kararlı olun. "Artık sizler, Allah’a hakkıyla boyun eğiyor musunuz? Artık imanınız arttığı gibi amel ve ihlasınız da artsın.

15

Kim dünya hayatını ve onun ziynetlerini isterse biz onlara, dünyada yaptıklarının tam karşılığını veririz. Onların orada bir şeyleri de eksiltilmez.

Kim yaptığı amellerle sadece dünya nimetlerini ister âhiret nimetlerine ait inancı bulunmazsa biz ona dünyadayken yaptıklarının karşılığını tam olarak verir hiçbirşeyi eksiltmeyiz.

Abdullah b. Abbas bu âyetin izahında diyor ki: "Mallarını gösteriş için harcayanlar bunun karşılığını dünyadayken alır, asla zulme uğratılmazlar."

16

İşte bunlara, âhirette de cehennem ateşinden başka birşey yoktur. Orada yaptıkları boşa çıkmıştır. Zaten işledikleri bâtıldır.

Ahiret hayatına inanmayıp sadece bu dünya için çalışan ve karşılıklarını bu dünyada görmek isteyenlerin, âhirette, içine girecekleri cehennemden başka hiçbir paylan yoktur. Dünyada yapmış oldukları amelleri geçip gitmiş ve Allah, yaptıklarını boşa çıkarmıştır. Çünkü onlar, Allah için değil başka şeyler için amel etmişlerdir.

Kur'an-ı Kerimde bu iki âyetin benzeri âyetler pek çoktur. Bunlardan bazılarında şöyle buyurulmaktadır: "Kim âhiret menfaatini siterse, onun mükâfaatını artırırız. Kim de dünya menfaatini isterse ona, dünyada istediğinin bir kısmını veririz. Âhirette ise hiçbir nasibi yoktur. Şûra Sûresi, âyet, 20 "Kim, geçici dünya hayatını isterse, bunlardan istediğimize, dilediğimiz kadar veririz. Sonra da ona cehennemi hazırlarız. Oraya perişan bir halde, Allah'ın rahmetinden kovulmuş olarak girer." "Kim de Mü’min olarak âhireti diler, onun için gerekeni yaparsa, işte onların amelleri Allah katında makbuldür." "Dünya ve âhireti arzulayanlardan her ikisine de Rabbinin nimetlerinden veririz. Rabbinin nimetleri, kimseye yasak değildir." Isra Sûresi, âyet, 18-20

17

Hiç rabbinden Kur'an gibi apaçık bir delili olan, üstelik doğruluğuna Cebrâil gibi, Allah tarafından bir şahit bulunan ve daha önce Allah'ın Mûsaya, insanlar için bir rehber ve rahmet olarak indirdiği Tevrat tarafından doğrulanan kimse ile, bunlara sahip olmayan bir olur mu? İşte bu vasıflara sahibolanlar Kur'ana iman ederler. Fırkalardan kim de bunu inkâr ederse, ona vaadedilen ateştir. Ey Peygamber, Kur'an üzerinde bir şüphen olmasın. Şüphesiz ki o rabbinin katından bir haktır. Fakat insanların çoğu yine de iman etmezler.

Müfessirler bu âyet-i kerime’yi farklı şekillerde izah etmişlerdir:

Taberiye göre âyetin izahı şöyledir: "Hiç Muhammedle, sapıklık içinde bocalayan başkaları bir olur mu? Zira Muhammedin, rabbi tarafından gönderilmiş Kur'an gibi apaçık bir delili bulunmaktadır. Bu delili kendisine, Allah tarafından bir şahit olarak Cebrâil okumaktadır. Cebrâil daha önce de, Yahudiler için bir rehber olup, rahmet ve merhamet kaynağı olan Tevratı da Mûsaya okumuştur. İşte ellerinde delili bulunan ve Hak üzere olanlar bu Kur'ana iman ederler. Müşriklerden bâtıla taraftar olan ve bu Kur’an’ı inkâr edenlerin ise, Kur’an’ı yalanlamalarından dolayı varacakları yer cehennemdir. Ey Resulüm sen bu Kur'andan asla şüphe etme. Zira bu, Allah tarafından gönderilmiş bir gerçektir. Fakat insanların çoğu onu tasdik etmezler.

Diğer bazı müfessirler ise bu âyeti şöyle izah etmişlerdir: "Hiç, Abdullah b. Selam gibi, ehl-i Kitabın iman edenleriyle, dünya hayatını ve onun ziynetlerini tercih edenler bir olur mu? Halbuki Abdullah b. Selam gibi mü’minler, dinlerinin hak olduğunu gösteren apaçık aklî delillere sahiptirler. Bu delillerin ardından, Allah tarafından bir şahit olan Kur'an gelmektedir. Kur'andan önce de bu aklî delillerin peşinden, Mûsaya verilen, insanlar için bir önder olan ve rahmet ve merhamet kaynağı olan Tevrat gelmiştir.

Başka bir görüşe göre ise âyet şöyle izah edilmektedir: "Hiç, mü’minlerle dünya hayatım tercih edenler bir olur mu? Zira Mü’minlerin, Kur'an gibi apaçık bir delilleri bulunmakta ve o Kur’an’ı kendilerine, Allah’tan bir şahit olarak Muhammed okumaktadır.

18

Yalanlar uydurup Allah’a nisbet edenden daha zalim kim olabilir? İşte onlar, rablerinin huzuruna çıkarılacaklardır. Şahitler: "Bunlar, rablerine yalan nisbet ettiler." diyeceklerdir. İyi bilinmelidir ki, Allah'ın laneti zalimleredir.

Allah’a yalan isnad edendendaha şiddetli azap görecek olan zalim kirn vardır? İşte onlar, dünyada yaptıklarından hesaba çekilmek için rablerinin huzuruna çıkarılacaklardır. Bunların amellerine şahit olan Melekler ve Peygamberler ise: "İşte bunlar, dünyada rablerine karşı yalan söylediler." diyeceklerdir. İyi bilin ki Allah'ın gazabı kâfirler üzerinedir.

Allahü teâlâ, kıyamette mü’minlerin günahlarını örtecek fakat kâfirleri, diğer yaratıkların huzurunda rüsvay edecektir. Bu hususta Abdullah b. Ömer diyor ki:

"Beri, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in şöyle buyurduğunu işittim "Kıyamette mü’min rabbine yaklaştırılır öyleki rabbi onu, perdesi altına alır ve ona günahlarını itiraf ettirerek "Şu günahı biliyor musun?" der. Kul da iki defa "Biliyorum rabbim, Biliyorum rabbim." der. Allah: "Ben onu dünyada örttüm buğun de onu senden affediyorum." der. Sonra amel defterinin sevap sahifeleri örtülür. Kâfirlere ise şahitler huzurunda şöyle seslenilir: "İşte rablerine karşı yalan uyduranlar bunlardır. Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre 11, bab: 4/Müslim, K.et-Tevbe, bab: 52. Hadis No: 2768

19

O zalimler, insanları Allah'ın yolundan ahkoyarlar. Bu yolu eğri bir yola çevirmeye çalışırlar. Bunlar, âhiret gününü inkâr ederler.

Bu kâfirler, insanları, Allah’a iman etmekten alıkoyar ve dinlerinde fitneye düşürmeye çalışırlar. Allah'ın doğru yolu olan İslami eğri göstermeye uğraşırlar. İşte bunlar, öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenlerdir.

20

O kâfirler, yeryüzünde Allah’ı âciz bırakamazlar. Onların, Allah’tan başka hiçbir yardımcıları da yoktur. Onlara azap kat kat artırılır. Çünkü onlar, hakkı dinleyemez ve göremezlerdi.

İşte bu kâfirler, Allah'ın mülkü içinde ve hükmü altındadırlar. Rableri onları cezalandırmak istediğinde ondan kaçmak suretiyle kurtulamazlar ve onu, dilediğini yapmaktan alıkoyamazlar. Onların, Allah’tan başka herhangi bir yardımcıları da yoktur ki kendileriyle Allah'ın arasına girip Allah'ın azabına engel olabilsinler. Bunların azabı kat kat verilecektir. Bunların, İnkârcılıkları kendilerini meşgul ettiği için, hakkı, kendilerine fayda verecek bir şekilde duyamamışlar ve kendilerini doğru yola iletecek bir şekilde görememişlerdir.

Âyet-i kerime’den anlaşılmaktadır ki, Allahü teâlâ, kâfirlere, hak ettikleri cezayı bu dünyada hemen vermese bile bu onların cezalandırılmayacakları anlamına gelmez. Bu onlar için sadece bir ertelemedir. Ahirette, hak ettikleri cezayı mutlaka göreceklerdir.

Bu hususta bir Hadis-i Şerifte şöyle buyurulmaktadır:

"Allah, zalime mühlet verir. Ancak onu yakalayınca da bir daha bırak Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre 11, bab: 5/Müslim, K.el-Birr, bab: 61. Hadis No: 2583

21

Kendilerini hüsrana uğratanlar, işte bunlardır. Uydurdukları şeyler, âhirette kendilerinden uzaklaşmıştır.

İşte kendilerini zarara sokanlar bunlardır. Zira bunlar kendilerini cehennemin kızgın ateşine sokmuşlardır. Bunların, Allah’a karşı uydurmuş oldukları put ve ortaklar kendilerinden uzaklaşmış gitmiştir ve kendilerine hiçbir menfaat sağlamamıştır. Böylece, Allah'ın eş ve benzerleri olduğuna dair uydurmuş oldukları iftiraları boşa çıkmıştır.

22

Ahirette en çok zarara uğrayanların bunlar olacağından kimsenin şüphesi olmasın.

Zira bunlar cennetteki makamlarını, cehennemliklerin yerleriyle değiştirmeye razı olmuşlardır. Yani çeşitli cennet nimetlerini bırakıp, vücudun gözeneklerinden işleyen ateşi, kaynar suyu ve kapkara bir duman gölgesini almışlardır. Yüce köşkleri bırakıp harabe ve uçurumları almışlardır. Allah'ın cemalini görmekten vaz geçip gazabına uğramayı seçmişlerdir. En büyük zarara uğrayanlar bunlar değil de kimlerdir?

23

Şüphesiz ki iman edip salih ameller işleyen ve rablerine boyun eğenler, işte onlar, cennetliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.

Allahü teâlâ bundan önceki âyetlerde cehennemliklerin hallerini belirttikten sonra bu âyet-i kerime’de de mü’minlerin hallerini beyan etmektedir.

Gerçek Mü’minlerin, kalbleri iman ettiği gibi vücutlarındaki bütün azaların da imanın gerektirdiği şeyleri yaptıkları ve bu sayede nimetlerle dolu cenneti kazandıkları bildirilmektedir. Böylece, sadece dilleriyle "İman ettik." deyip imanın gereklerini yerine getirmeyenlerin, cezalarını çekeceklerine işaret edilmektedir.

24

Kâfir ve mü’min: Bu iki topluluğun hali, kör ve sağırla gören ve işitenin haline benzer. Hiç bu iki topluluk bir olur mu? Düşünmez misiniz?

Kâfir topluluklar, hiçbir şeyi görmeyen kör'e ve herhangi bir şeyi işitmeyen sağıra benzerler. Çünkü onlar, gerçeği görmez ve hakka davet eden davetçiyi işitmezler. Mü’min bir topluluk ise, çevresini gören ve işiten sıhhatli bir insana benzer. Çünkü onlar, Allah'ın delillerini görür ve hakkın davetçilerini dinleyip Allah’a itaat ederler. Şimdi bu iki topluluk bir olur mu? Elbette ki Allah’ın katında bunlar eşit değildirler. Hiç düşünüp ibaret almaz mısınız?

Bu hususta âyet-i kerime'lerde de şöyle buyurulmaktadır: "Cehennemliklerle cennetlikler bir değildir. Kurtuluşa erenler sadece cennetliklerdir. Haşr sûresi, âyet, 20 "Kör ile gören bir olmaz." "Karanlıklarla aydınlık bir olmaz." "Gölge ile sıcak bir olmaz." Dirilerle ölüler bir olmaz. Şüphesiz ki Allah, dilediğine işittirir. Sen, kabirdekilere işittiremezsin." "Sen ancak bir uyarıcısın." Fâtır sûresi, Âyet, 19-23

25

Bak. Âyet 26.

26

Doğrusu biz, Nuh'u kavmine Peygamber olarak gönderdik. O kavmine: "Şüphesiz ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım. Ancak Allah’a ibadet edin. Ben, sizin için can yakıcı bir günün azabından korkarım." dedi.

Allahü teâlâ bu surede çeşitli Peygamberlerin kıssalarını zikretmiştir. Birinci olarak Hazret-i Nuh'un, kavmi olan kıssası zikredilmiştir. Zira o, Allah’a ortak koşan müşriklerin ilk ortaya çıktığı dönemde Peygamber olarak gönderilmiştir. Bu itibarla Nuh aleyhisselam kavmine: "Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım. Putları bırakıp sadece Allah’a kulluk edin. Eğer bu hal üzere devam ederseniz ben sizin, şiddetli ve dehşetli olan kıyamet gününde can yakıcı bir azaba uğrayacağınızdan korkarım." demiştir. Fakat kavmi inatçılığında ısrar etmiş, isyanlarına devam etmiş ve sonunda tufan koparak suda boğulup helak olmuşlardır. .

İşte bundan sonra gelen âyetler de bu hususu beyan etmektedir:

27

Nuh'un kavminden ileri gelen kâfirler: "Seni ancak bizim gibi bir beşer olarak görüyoruz. İçimizden sana, basit görüşlü en adî kimselerden başkasının tâbi olduğunu görmüyoruz. Sizin bizden bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Bilakis yalancı olduğunuzu sanıyoruz." dediler.

Nuhun kavminden ileri gelen ve Nuh'un Peygamberliğini inkâr eden kimseler, onun davetine karşılık şöyle dediler: "Sen de yaratılış, şekil ve cins bakımından bizim gibi bir insansın. Ayrıca sana, aramızda, gördüğümüz kadarıyla kavmin ileri gelenleri ve eşrafı değil, beyinsizlerinin ve ayak takımlarının uyduğunu görüyoruz. Senin bizden üstün olarak herhangi bir meziyet ve şerefinin olduğunu görmüyoruz ki sana tâbi olalım. Bilakis ey Nuh, biz seni ve sana tabi olanları, senin Peygamber olduğunu iddia etmenizde yalancılar olarak görüyoruz."

Evet, kâfirlerin, Hazret-i Nuh ve ona iman edenlere itirazları bu şekilde olmuştur. Bu da onların cahilliklerini ve beyinsizliklerini gösterir. Zira, gerçeğe uyanların, zayıf kimselerden olması gerçeği gerçeklikten çıkarmaz. Ona kim tabi olursa olsun o gerçektir. Bilakis ona tâbi olanlar aslında yüce kişiler ve ona uymayan kimseler de rezillerdir.

Şurası da bir gerçektir ki, hakka başlangıçta genellikle zayıf kimseler tabi olmuş, ileri gelenler ise gururlarından dolayı ona karşı çıkmışlardır. Bu hususta Allahü teâlâ şöyle buyuruyor: "Bilakis onlar: "Biz atalarımızı bir din üzerinde bulduk. Biz de onların izinde doğru yolda gidiyoruz." dediler." "Böylece senden önce ne zaman bir ülkeye bir uyarıcı göndermişsek mutlaka o ülkenin ileri gelen, varlıklı, şımarık kimseleri şöyle demişlerdir: "Biz atalarımızı bir din . üzerinde bulduk. Biz de onların izlerini takibediyoruz. Zuhruf Sûresi âyet, 22,23

Bu gerçeği idrak eden Bizans İmparatoru Herakliyüs Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)i, henüz Müslüman olmayan Ebû Süfyan'dan sorarken, aralarında şu konuşma geçmiştir:

Ona insanların zayıf olanları mı yoksa ileri gelenleri mi tabi oluyorlar?

Zayıf olanları tabi oluyor.

Ben sana, "O Peygambere, insanların ileri gelenleri mi yoksa zayıf olanları mı tâbi oluyorlar?" diye sorduğumda sen:

İnsanların zayıf olardan ona tabi oluyorlar. Dedin.

İşte böyledir. Peygamberlere insanların, önceleri genellikle zayıflan tabi oluyorlar... Bkz. Buhari, K. el-Bedyül Vahy, bab: 6 (Ayrıca bakınız, Al-i İmran Sûresi âyet 64 ün izahı)

28

Nuh, kavmine şöyle dedi: "Ey kavmim, söyleyin bana, rabbim tarafından apaçık bir delilim varsa ve katından bana bir rahmet verdiyse ve bunlar da gözünüzden gizlendiyse, istemediğiniz halde size bunları zorla mı kabul ettirelim?

Nuh ise onlara şöyle dedi: "Söyleyin bana şâyet bende Allah tarafından bir ilim, bir bilgi ve açıklama bulunuyor da benim sadece ona kulluk etmemi icabettin yorsa ve Allah bana, katından bir rahmet olarak Peygamberliği ve hikmeti vermişse, sizler de hakkı göremeyen körler olmuşsanız, sizleri, istemediğiniz halde İslama zorla mı sokayım?

29

Ey kavmim, ben davetime karşılık sizden herhangi bir mal istemiyorum. Benim ücretim ancak Allah’a aittir. Ben, iman edenleri kovacak değilim. Çünkü onlar da rablerinin huzuruna çıkarılacaklardır. Fakat ben sizi, cahillik yapan bir kavim görüyorum.

Nuh dedi ki: Ey kavmim, ben, öğütlerime karşılık sizden bir ücret istemiyorum ki bundan dolayı beni suçlamaya yol bulaşınız. Tebliğime karşılık benim sevabm ancak Allah’a aittir. Onun sevabını bana ancak o verecektir. Ben, Allah’a iman edenleri kovup uzaklaştıracak değilim. Onlar da Allah'ın huzuruna varacak, Allah onlara şeref ve soylarından değil salih amellerinden soracaktır. Ancak ben sizleri cahil bir topluluk olarak görüyorum. Cehaletinizden dolayı benden, mü’minleri kovmamı istiyorsunuz.

Bu âyet-i kerime'den anlaşılıyor ki: Nuhun kavminin ileri gelenlerinin, Nuhtan, kendisine iman eden zayıflan kovduğu takdirde ona iman edeceklerini teklif etmişler Nuh da onlara, kendisine iman edenleri kovmayacağını bildirmiştir."

Nitekim Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) e de böyle bir teklif yapılmış ve bunun üzerine Allahü teâlâ şu âyet-i kerime’yi indirmiştir. "Sırf Allah'ın rızasını dileyerek sabah akşam rablerine dua edenleri huzurundan kovma. Onların hesabından sen sorumlu değilsin. Onlar da senin hesabından sorumlu değiller ki, onları kovasın da zalimlerden olasın," En'am Sûresi, âyet: 52

30

Ey kavmim, Allah’a iman edenleri kovarsam Allah’a karşı bana kim yardım edebilir? Hiç düşünmez misiniz?

Nuh Peygamber devamla dedi ki: "Ey kavmim, Allah’ı birleyen mü’minleri kovacak olursam Allah da bunun için beni cezalandıracak olursa buna sizden kim engel olabilir? Konuştuğunuz lafların mânâsını düşünüp hata ettiğinizi anlamıyor musunuz?

31

Size "Allah'ın hazineleri yanımdadır." demiyorum. Gaybı da bilmiyorum. "Ben bir Meleğim" de demiyorum. Gözlerinizin hor gördüğü kimselere "Allah, asla hayır vermeyecektir." de diyemem. Onların içinde olanları Allah daha iyi bilir. Aksi takdirde ben, mutlaka zalimlerden olurum."

Yine Nuh, kavmine şöyle demiştir: "Ben sizlere: "Yanımda, Allah'ın bitip tükenmeyen hazineleri var, onlar için bana tabi olun." demiyorum. Ben, kulların gizliliğini bilen ve rablık iddiasında bulunan birisi de değilim. Ben, sizlere gönderilmiş bir Melek olduğumu da söylemiyorum. Ben de sizin gibi ancak bir beşerim. Ayrıca ben, sizin küçümsediğiniz, Allah’a iman eden kişiler için "Allah onlara imanı nasibetmez" de diyemem. Onların kalelerinde ne olduğunu Allah daha iyi bilir. Şâyet onları kovacak olursam o takdirde ben, Allah'ın koyduğu hudutları aşan zalimlerden olurum.

32

Onlar: "Ey Nuh, bizimle mücadele ettin ve bizimle bu mücadelede aşırı gittin. Eğer doğru söyleyenlerdensen, tehdit ettîğin azabı bize getir." dediler.

Nuhun kavmi ona şu cevabı verdi: "Sen bizimle çok tartıştın ve bu tartışmada çok ileri gittin. Eğer iddianda doğru isen vaadettiğin azabı bize getir de görelim. Biz sana uyacak değiliz.

33

Nuh dedi ki: "O azabı size eğer dilerse ancak Allah getirir. Siz, Allah’ı âciz bırakamazsınız.

Nuhun kavmi, azabın acele gelmesini isteyince, Nuh onlara: "Acele gelmesini istediğiniz azabı getirmek benim elimde değil, ancak Allah'ın elindedir. O, azabı size dilerse dünyada getirir. Size azabetmeyi dilediği takdirde de siz ondan kaçıp kurtularak, Allah’ı âciz bırakamazsınız. Zira sizler onun mülkünde ve onun hüküm ve kudreti altında bulunuyorsunuz.

34

Eğer Allah sizi azdırmayı dilemişse öğüt vermek istesem de öğüdüm size fayda vermez. Sizin rabbiniz O'dur ve ancak ona döndürüleceksiniz.

Eğer Allah sizleri azdırıp azabıyla helak etmeyi dilemişse, ben size öğüt vermek istesem de, Allah'ın azabından kaçınmanıza dair öğüdüm size fayda vermez. Zira sizler öğüdümü kabul etmiyorsunuz. Sizin sahibiniz ve sizi, hakimiyeti altında bulunduran, rabbiniz Allah’tır. Bu itibarla helak olduktan sonra dahi ona döndürüleceksiniz. Orada yaptıklarınızın karşılığını göreceksiniz.

35

Yoksa kâfirler: "Muhammed Kur’an’ı uydurdu" mu diyorlar? Ey Peygamber, de ki: "Eğer onu uydurdumsa, onun cezası yalnız banadır. Gerçekte ben, sizin işlediğiniz suçlardan uzağım."

Ey Rasûlüm, yoksa kavminin müşrikleri: "Muhammed bu Kur’an’ı kendi tarafından uydurdu." mu diyorlar? Onlara cevaben de ki: "Şâyet ben bu Kur’an’ı uydurup Allah’a yalan isnad ettiysem bunun yalan ve günahı sadece bana aittir. Siz bundan dolayı hesaba çekilmeyeceksiniz. Ben de sizin işlediğiniz suçlardan beriyim. Onlardan hesaba çekilecek değilim.

Bu âyet-i kerime, Hazret-i Nuhun kıssasının arasında bir mutariza cümlesi şeklinde zikredilmiştir. Böylece Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)in getirdiği Kur’an’ın ve onun içinde zikredilen Hazret-i Nuh (aleyhisselam) vb. kıssaların, Allah katından vahyedildiğini, müşriklerin iddia ettikleri gibi bu kıssaların Hazret-i Muhammed tarafından uydurulmadığını beyan etmiştir.

36

Nuh'a şöyle vahyedildi: "Daha önce iman etmişlerden başka, artık kavminden hiçbir kimse iman etmeyecektir. Yaptıklarından dolayı sakın üzülme.

Nuh Peygamber kavmi ile tartıştıktan sonra ona: "Artık kavminden sana tabi olup iman edenler dışında hiçbir kimse sana imân etmeyecektir. Artık onların yaptıklarından dolayı, başlarına gelecek şeye üzülme. Zira ben onları helak edip seni kurtaracağım" diye vahyedildi.

Hazret-i Nuh, kavmini, dokuzyüzelli sene iman etmeye davet etmesine rağmen pek azı hariç çoğu iman etmemişler, inkârlarında ısrar etmişlerdir. Bunun üzerine Nuh aleyhisselam, Allahü teâlâya yalvararak helak olmalarını istemiştir.

Bu hususta diğer âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: "Bu kâfirlerden önce Nuh kavmi de yalanlamıştı. Kulumuz Nuh'u yalanlayarak "deli" demişlerdi. Nuh'a engel olunmuştu". "Nuh da rabbine: "Mağlup oldum bana yardım et" diye dua etmişti". "Biz de boşanan sularla gök kapılarını açıverdik". "Yeri de yarıp kaynaklar fışkırttık. Böylece takdir edilen bir iş için yerle göğün suları birleşiverdi". "Biz de Nuh'u, tahta ve çivilerden yapılmış bir gemiye bindirdik". "İnkâr edilen Nuh'a bir mükâfaat olarak o gemi, nezaretimizde akıp gidiyordu". "Biz bu hadiseyi bir ibret olarak bıraktık. Hiç düşünen var mı?" "Azabım ve uyarılarım nasılmış gördünüz mü? Kamer sûresi, 54/9-16 "Nuh şöyle dedi: "Rabbim, kâfirlerden yeryüzünde dolaşan tek kişi bırakma". "Eğer onları yeryüzümnde bırakırsan, kullarını saptırırlar ve ancak günahkâr ve kâfir çocuklar Nuh sûresi, 71/26-27

37

Gemiyi murakabamız altında, vahyettiğirniz gibi yap. Zalimler hakkında bana dua etme. Çünkü onlar boğulacaktır.

Ey Nuh, kopacak olan Tufanda, sizi taşıyacak olan gemiyi, denetimimiz altında ve öğrettiğimiz şekilde yap. Zalimlerin affedilmelerini benden isteme. Zira onlar, hakettikleri cezanın gereği olarak tufanda boğulup gideceklerdir.

38

Nuh, gemiyi yapıyordu. Kavminden ileri gelenler ona her uğradıklarında, onunla alay ediyorlardı. Nuh dedi ki: "Eğer siz, bizimle alay ediyorsanız, biz de bizimle alay ettiğiniz gibi sizinle alay edeceğiz.

Bu âyet-i kerime, Nuh'un kavminden ileri gelenlerin, Nuh gemiyi yaparken onunla alay ettiklerini ve ona: "Peygamberliği bırakıp marangozluğa mı başladın?" dediklerini Nuhun da onlara: "Bugün siz bizimle alay ediyorsunuz ama tufan kopup gemiye bindiğimiz de biz de sizinle alay edeceğiz" diye cevap verdiğini beyan etmektedir.

39

Rüsvay edici azabın kime geleceğini, devamlı azaba kimin uğrayacağını, yakında bileceksiniz.

Yine Nuh onlara: "Yakında Allah'ın azabını gözünüzle güdüğünüz zaman, rezil eden azabın kimin başına gelerek onu helak edeceğini ve ahretteki devamlı olan Cehennem azabına kimin uğrayacağını göreceksiniz" dedi.

40

Emrimiz gelip su o tandırdan fışkırmaya başlayınca Nuh'a; "Her hayvan türünden birer çift, daha önce helakine hükmettiğimiz hariç, aile fertlerini ve iman edenleri gemiye yükle" demiştik. Zaten onunla beraber ancak pek az kimse iman etmişti.

Tufan kopacağına dair emrimiz gelip çatınca, azabımızın geleceğine bir alamet olmak üzere ekmek tandırından sular fışkırınca biz Nuh'a dedik ki: "Sen gemine, bütün yaratıkların cinslerinden, biri erkek diğeri dişi olmak üzere birer çift al. Ailenden de çoluk çocuğun ve eşlerinden de helak olacağına hüküm verdiğim dışında kalanları da gemiye al. Kavminin iman edenlerini de gemiye al. "Zaten Nuh'a kavminden pek az kimse iman etmiş ve Allah'ın birliğini kabul etmişti.

Abdullah b. Abbas, Nuh'a iman edenlerin seksen kişi olduklarını söylemiş, diğer bir Rivâyette de bunların, on kişi oldukları zikredilmiştir. Ancak Taberi, bu hususta belli bir rakam vermenin doğru olmayacağını söylemiştir.

Âyet-i kerime’de zikredilen "Tandır"dan neyin kastedildiği hakkında farklı görüşler zikredilmiştir.

Abdullah b. Abbas: "Bundan maksat yeryüzüdür" demiştir. Şu âyet-i kerime bu görüşü desteklemektedir: "Yeri de yarıp kaynaklar fışkırttık. Böylece takdir edilen bir iş için yer ve göğün sulan birleşiverdi" Kamer sûresi, 54/12

Taberi ise, buradaki tandır'dan maksadın, ekmek tandırı olduğunu, Allahü teâlânın bundan su fışkırtmasını, Nuh tufanının bir alameti yaptığını söylemektedir.

Hazret-i Ali (radıyallahü anh)den Rivâyet edilen bir görüşe göre ise buradaki tandırdan maksat, tanyerinin ağarmasıdır.

41

Nuh, kavminden iman edenlere dedi ki: "Siz gemiye binin, onun yürümesi de durması da Allah'ın ismiyledir. Şüphesiz ki rabbim, çok affeden ve çok merhamet edendir.

Nuh, kendisiyle beraber gemiye bindirilmesi emredilen kişilere şöyle dedi: "Siz bu gemiye binin. Bunun su üzerinde yürümesi de Allah'ın ismiyle, yolculuğu bittikten sonra durması da Allah'ın emriyledir. Şüphesiz ki kâfirleri helak edip iman edenleri kurtaran rabbim, çok affeden ve çok merhamet edendir.

42

Gemi onlarla, dağlar gibi yükselen dalgalar üstünde seyrediyordu. O sırada Nuh, gemiden ayrı bir yerde bulunan oğluna: "Ey oğulcağizım, bizimle beraber gemiye bin, kâfirlerle beraber olma" diye seslendi.

Nuh aleyhisselam, ailesiyle birlikte bütüm iman edenleri gemiye aldıktan sonra, oğullarından biri olan Kenan veya Yam, suyun erişemeyeceğini zannettiği yüksekçe bir yere çekilip gemiye binmemekte ısrar etti. Nuh ona: "Bizimle beraber gemiye bin, boğulan kâfirlerle birlikte olma" diye seslenmiş fakat oğlu yine binmemekte ısrar ederek şöyle demiştir:

43

Oğlu: "Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım" dedi. Nuh: "Bugün Allah'ın esirgediği hariç, onun hükmünden koruyacak hiçbir şey yoktur" dedi. Nihâyet oğulla babası arasına bir dalga girdi. Böylece oğul, boğulanlardan oldu.

Görüldüğü gibi Nuh aleyhisselam bir Peygamber olmasına rağmen, kâfirlikte ısrar eden oğlu ona iman etmemiş, Allah'ın gönderdiği tufan gibi dehşetli bir azabı bile hafife almış ve helak olup gitmeştir. İlahi davete karşı çıkan herkesin akıbeti de böyledir. Bu hususta Peygamber oğlu olmak da fayda vernıez.

44

Nihâyet: "Ey arz suyunu yut, ey gök yağmurunu kes" denildi. Bunun üzerine su yerden çekildi, iş olup bitti. Gemi "Cûdî" denilen yerde durdu. "Zalim kavim helak olsun" denildi.

Nuh kavmi, tufanla boğulup helak olduktan sonra Allah, yeryüzüne "Suyunu yut" göğe de "Yağmurunu kes" dedi. Bunun üzerine su çekildi. Allah'ın, Nuh kavmini helak etme emri yerine gelmiş oîdu. Nuhu ve onunla birlikte bulunanları taşıyan gemi ise Cûdî dağında kaldı. Nuh kavminden, Allah'ı inkâr eden zalimlere ise "Hüsrana uğrayın" denildi.

Bir kısım müfessirler, Cûdî dağının, Musul şehri civarında olduğunu söylemişler; bazıları da geminin Tur dağında kaldığını beyan etmişlerdir.

45

Nuh, rabbine nida ederek: "Ey Rabbim, şüphesiz ki oğlum ailemdendi. Senin, ailemi helak etmeme vaadin haktır. Sen de hükmedenlerin en âdilisin" dedi.

Geçen âyetlerde ifade edildiği gibi, Nuh aleyhisselamın oğlu, kendisini dinlemeyerek gemiye binmemiş ve: "Ben yüksek bir dağa çıkar kurtulurum" demişti. Fakat tufan kopunca sular dağlan da yutmuş, bu arada Nuh'un oğlu da dalgalar arasında boğulmaktan kurtulamamıştı. Nuh aleyhisselam: "Daha önce helakine hükmettiğimiz hariç, aile fertlerini ve iman edenleri gemiye yükle" Hud sûresi, 11/40 âyetine dayanarak, "Ey rabbim, senin, ailemi helak etmeme vaadin haktır" demiş ve oğlunun boğulmasına üzüldüğünü beyan etmiştir. Allahü teâlâ ise ona, bundan sonra gelen âyette şöyle cevap vermiştir:

46

Allah şöyle dedi: "Ey Nuh, o senin ailenden değildir. Çünkü o, iyi olmayan bir amel sahibidir. O halde bilmediğin bir şeyi benden isteme. Cahillerden ol mayasın diye sana öğüt veriyorum".

Ey Nuh, boğulan oğlun, kurtarılmasını vaadettiğim ailenden değildir. Zira o, salih olmayan bir amel işlemiştir. Ve böylece senin ehlin olmaktan çıkmıştır. Oğlunu niçin helak ettiğimi sana bildirmiş oldum. Artık bundan sonra bilmediğin bir şeyi benden isteme. Cahillerden olmamanı sana öğütlüyorum.

Müfessirler bu âyet-i kerime’yi farklı şekillerde izah etmişlerdir: Bir kısmına göre bu âyetin izahı şöyledir: "Ey Nuh, bu senin oğlun değildir. Zira onun sana isyan etmesi, onu, senin oğlun olmaktan çıkarmıştır. Çünkü yaptığı, salih olmayan bir ameldir".

Bazılarına göre ise, bunun mânâsı: "Ey Nuh bu, senin ailenin, kurtarılması vaadedilen fertlerinden değildir. Çünkü onun bütün yaptıkları, salih olmayan ameldir. Yani, onun bizzat kendisi bile salih olmayan bir amel'e dönüşmüştür" demektir.

Bazı müfessirler ise bu âyeti şöyle izah etmişlerdir: "Ey Nuh, helak olan bu oğlun, kurtarılması vaadedilen aile fertlerinden değildir. O halde senin bu sorun, salih bir amel değildir. Zira sen, daha önce kâfirlere, yeryüzünü yurt yapmamayı istemiştin. O da kâfirlerin birisiydi ve bu sebeple de boğulup gidenlerden oldu"

47

Nuh dedi ki: "Ey rabbim, bundan sonra, gerçek yüzünü bilmediğim bir şeyi senden istemekten sana sığınırım. Eğer beni affetmez, rahmetinle merhamet etmezsen, hüsrana uğrayanlardan olurum".

Nuh, oğlunun kurtarılmam asının sebebini sormakla hata ettiğini anlayınca, rabbine yalvararak: "Ey rabbim, bundan sonra gerçek yüzünü bilmediğim bir şeyi sana sormaktan sana sığınırım. Eğer sen beni bu hatamdan dolayı bağışlamaz ve beni rahmetinle merhamet etmezsen, şüphesiz ki ben, hüsrana uğrayanlardan olurum" dedi.

48

Nuh'a şöyle denildi: "Ey Nuh, bizden sana ve seninle birlikte olan ümmetlere verilen emniyet ve bereketler içinde in. Birtakım toplulukları da bir müddet dünyada yaşatacağız. Sonra onları, katımızdan, can yakıcı bir azap yakalayacaktır".

Allah Nuh'a: "Gemiden yeryüzüne tarafımızdan bir güven içinde, sana ve senin zürriyetinden sonra gelecek ümmetlere verilecek olan bereketlerle in. Bir kısım ümmetleri de ecelleri gelinceye kadar rızıklandiracağız. Sonra onlara, tarafımızdan can yakıcı bir azap dokunacaktır. İşte onlar, cehennemlik olanlardır dedir."

Nuh aleyhisselam, tufandan sonra yeryüzüne inerken orada yiyecek, içecek ve barınacak gibi zaruri ihtiyaçlarını nasıl karşılayacağı hususunda endişe içindeydi. İşte bunun üzerine Allahü teâlâ ona: "Gemiden yeryüzüne tarafımızdan bir güven içende, sana ve senin zürriyetinden gelecek olan ümmetlere verilecek olan bereket ve nimetlerle in. Orada bu nimetler sana verilecektir. Bu hususta endişen olmasın" diye teminat verdi.

Ayrıca âyet-i kerime, Nuh aleyhisselamin yeryüzüne inmesinden sonra da inasnlar içerisinden, yine İnkârcıların çıkacağını ve onların da azaba uğratılacaklarını beyan etmektedir.

49

Ey Rasûlüm, sana vahyettiğimiz bu kıssa, gayb haberlerindendir. Bundan önce sen de mîlletin de bunu bilmiyordunuz. Sabret. Şüphesiz ki, hayırlı sonuç, Allah'tan korkanlarındır.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de Nuh aleyhisselamın kıssasının, Resûlullah ve kavmi tarafnidan bilinmeyen ve ancak Allah'ın, Peygamberlerine vahy etmesiyle bildirilen bir gayb haberi olduğunu beyan etmekte, böylece Kur’an’ın hak bir kitap, Resûlullahın da gerçek bir Peygamber olduğunu ortaya koymaktadır. Âyet-i kerime’nin son bölümünde ise, Resûlüllah’a, kavminin müşriklerinin yaptıklarına karşı sabretmesi emredilmekte ve güzel neticelerin, Allah’tan korkanlara ait olduğu beyan edilmektedir.

50

Âd kavmine de kardeşleri Hûd'u Peygamber olarak gönderdik. Hûd onlara dedi ki: "Ey kavmim, Allah’a ibadet edin. sizin için ondan başka hiçbir ilâh yoktur. Allah'ın ortaklan olduğu yolundaki iddialarınızla, iftiracılardan başka birşey değilsiniz.

Nuh aleyhisselamın kıssası bittikten sonra Hud aleyhisselamın da, kavmiyle olan kıssası az ve öz olarak bundan sonra gelen âyetlerde anlatılmaktadır. Âd kavminin de, Allahü teâlâya ortaklar koştukları, ortak koşulan bu şeylerin de ilâh olduklarını iddia ederek, Allah’a karşı iftirada bulundukları zikredilmektedir.

51

Ey kavmim, davetime karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim mükâfaatim, ancak beni yaratan Allah’a aittir. Hiç aklınızı kullanmaz mısınız?

Hud Peygamber, kavmi olan Ad'a şöyle demişti: "Ey kavmim, davetime karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükâfaatim ancak beni yaratan Allah’a aittir. Hiç düşünmüyor musunuz? Şâyet ben, size öğüt vermekten başka bir maksat gütmüş olsaydım, yaptığım davete karşılık, sizlerden bir kısım dünya menfaatlan elde etmeye çalışırdım".

Her Peygamber, ümmetine, Allah'ın emirlerini tebliğ ederken, hiçbir ücret istemediğini de söylemiş ve yaptığı tebliğ çalışması karşılığında hiçbir şey almamıştır. Zira onların bu çalışmalarının karşılığı, âhirette. Allahü teâlâ tarafından kendilerine verilecektir.

52

Ey kavmim, rabbinizden af dileyin. Sonra ona tevbe edin ki size gökten bol bol yağmurlar indirsin. Kuvvetinize kuvvet katsın. Suçlular olarak yüzçevirmeyin.

Hud, devamla kavmine şöyle dedi: Ey kavmim, kendisine ortak koştuğunuz için rabbinizden af dileyin. Sonra da geçmişteki günahlarınızdan dolayı tevbe edin ki gökten üzerinize bol bol yağmurlar yağdırsın da onunla memleketinizi bereketlendirip sizi kıtlıktan kurtarsın, gücünüzü daha da artırmış olsun. Sizi davet ettiğim şeyi inkâr ederek, yüzçevirip suçlulardan olmayın.

Âyet-i kerime’de, tevbe eden kimselerin haklarının bol olacağına işaret edilmektedir: Bu hususta bir Hadis-i Şerifte de şöyle buyuruluyor:

" Kim Allah’tan devamlı olarak af dilerse Allah onun için, her darlıktan çıkacak bir yol ve her üzüntüden kurtulacak bir sebep gösterir ve onu, beklemediği bir taraftan.' Ebû Davud K. el-Vitr. bab: 26 Hadis No: 1518 / İbn-i Mace K. el- Edeb, bab: 57, Hadis No: 3819.

53

Dediler ki: "Ey Hud, bize apaçık bir delil getirmedin. Bizler de sırf senin sözünle ilahlarımızı bırakacak değiliz. Sana inanacak da değiliz.

Kavmi, Hud'a şöyle dedi: "Ey Hud, sen bize apaçık bir delil getirmedin ki senin Peygamberliğini kabul edelim. Sırf senin sözünden dolayı biz ilahlarımızı bırakacak değiliz. Biz senin, Peygamber olduğun iddiana da inanmıyoruz."

54

Bak. Âyet 55.

55

Sana ancak şunu deriz: "İlahlarımızdan bazısı seni çarpmış". Hud şöyle cevap verdi: "Allah’ı şahit tutarım, siz de şahit olun ki, ben sizin, Allah’ı bırakıp ortak koştuklarınızdan beriyim. Hep birlikte yapacağınız hileyi bana yapın. Sonra elinizden gelirse bana hiç fırsat vermeyin.

Hud kavmi sözlerine devamla şöyle demişlerdir: "Senin, bizim ilahlarımızı kınaman ve onlara tapılmasına engel olman sebebiyle, bazı ilahlarımızın seni çarptığını görüyoruz". Hud da onlara şöyle dedi: "Ben, Allah’ı kendime şahit tutuyorum. Sizler de şahit olun ki ben, Allah'ın dışında sizin tapmış olduğunuz şeylerden uzağım. Sizler de ilahlarınız da hep birlikte, bana zarar vermek için tuzağınızı kurun. Sonra da elinizden geleni geri bırakmayın.

56

Ben, benim ve sizin rabbiniz olan Allah’a güvendim. Hareket eden hiçbir canlı varlık yoktur ki, idare ve tasarrufu onun elinde olmasın. Şüphesiz ki rabbim doğru bir yol üzerindedir.

Hud, kavmine yine şöyle dedi: "Sizden gelecek kötülüklere karşı ben, benim de sizin de rabbiniz olan Allah’a sığındım. Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı varlık yoktur ki, Allah onların sahibi olmasın ve onlar, Allah'ın tasarrufu ve idaresinde bulunmasınlar. Şüphesiz ki rabbim, iyilik yapanı iyilikle, kötülük yapanı da kötülükle cezalandırarak, herkese karşı adaletini uygulamaktadır.

57

Eğer yüzçevirirseniz bilin ki, ben, size, benimle sizin için gönderileni tebliğ ettim. Rabbim sizi yok eder de yerinize başka bir milleti getirir. Sizler ona bir zarar veremezsiniz. Muhakkak ki rabbim her şeyi koruyandır.

Ey kavmim, şâyet sizler benim, hakka davetimden yüzçevirirseniz, şunu iyi bilin ki, rabbimin, sizlere tebliğ etmemi emrettiği hususlan tebliğ ettim. Peygambere düşen de ancak tebliğ etmektir. Eğer bu halinizde devam ederseniz, rabbim sizi helak edip yerinize, onu birleyen ve sadece ona kulluk eden bir kavim getirir. Bundan dolayı siz, rabinize herhangi bir zarar da veremezsiniz. Şüphesiz ki rabbim, bütün yaratıkları koruyandır. Beni de size karşı o koruyacaktır.

58

Âd kavmini yok etme emriniz gelince Hud'u ve onunla beraber iman edenleri rahmetimizle kurtardık. Onları çetin bir azaptan kurtardık.

Hud'un kavmi Âd'a azap emrimiz gelince Hud'u ve onunla beraber iman edenleri, tarafımızdan bir lütuf olarak kurtardık. Biz onları gazaptan ve büyük bir azaptan kurtardık.

Allahü teâlâ, şu âyetlerde de, Âd kavmine gelen azapla, onları nasıl helak ettiğini beyan ederek buyuruyor ki: "Âd kavmi ise, uğultu çıkaran, herşeyi kasıp kavuran ve şiddetle esen bir rüzgârla yok edildi". "Allah onların köklerini kazımak için, o kasırgayı, yedi gece sekiz gün aralıksız estirdi. Eğer orada olsaydın onların, kökünden sökülmüş küf hurma kütükleri gibi yere serildiklerini görürdün". "Sen onlardan hiç kurtulup kalanı gördün mü? Hakka sûresi, 69/6-8

59

Bak. Âyet 60.

60

Âd kavmi işte budur. Rablerinin açık delillerini inkâr ettiler. Peygamberlerine isyan ettiler. İleri gelenlerinden, inatçı her zorbanın sözüne uydular. Âd kavmi, hem bu dünyada hem de kıyamet gününde lanete uğramıştır. İyi bilinsin ki, Âd kavmi, rablerini inkâr ettiler. Ve iyi bilinsin ki Hud kavmi olan Âd, Allah'ın rahmetinden uzaklaştılar.

İşte kendilerini cezalandırdığım Âd kavmi bunlardır. Bunlar, Allah'ın birliğini gösteren delilleri inkâr etmişler ve Hud'u dinlemeyerek Allah'ın Peygamberine isyan etmişlerdir. Onlar, Allah’a karşı kibirlenen, inkârında inat eden her zorbaya uymuşlar, böylece bu dünyada, Allah'ın gazabına uğramış, dünya ve âhirette lanetlenmişlerdir. İyi bilin ki, Âd kavmi, rablerini inkâr etmişlerdir. Yine iyi bilin ki, Hud'un kavmi olan Âd'ı Allah, rahmetinden uzaklaştırmıştır.

61

Semud kavmine de kardeşleri Salih'i Peygamber olarak gönderdik. Salih, kavmine dedi ki: "Ey kavmim, Allah’a ibadet edin, sizin için ondan başka hiçbir ilâh yoktur. O sizi topraktan yarattı ve yeryüzünü imar etmenize imkân verdi. O halde Allah'tan af dileyin. Sonra ona tevbe edin. Muhakkak ki rabbim çok yakındır. Duaları çokça kabul edendir".

Semud kavmine de kardeşleri Şalini Peygamber olarak gönderdik. O da kavmine: "Ey kavmim, sadece Allah’a kulluk edin. Sizin, Allahlan başka hiçbir ilahınız yoktur. Atanız Âdemi topraktan yaratarak, sizin aslınızı yerden icadederivO’dur. Sizlere, yeryüzünü imar etme ve orada yaşama imkânı verdi. Orayı sizin yaşamanıza müsait kıldı. Yaptıklarınızdan dolayı rabbinizden af dileyin. Bir daha ona ortak koşmayacağınıza dair ona tevbe edin. Şüphesiz ki rabbim, kendisine samimiyetle kulluk edene pek yakındır, ona yalvaranın duasını çokça kabul edendir.

Semud kavmi, Tebuk ile Medine arasında bulunan Hicr bölgesinde yaşamış olan bir kavimdir. Bunlar, dağlan oyarak, kendilerine, emniyet içinde yaşayacakları evler yapan... Hicr sûresi, 15/82 bir kavimdi. Kendilerine Peygamber olarak gönderilen Salih aleyhisselamı yalanlayıp onun, mucize olarak getirmiş olduğu deveyi kestiler. Bunun üzerine Allahü teâlâ onları yerle bir etti. İşte bu kavmin kıssası, bundan sonra gelen âyetlerde şöyle anlatılmaktadır:

62

Semud kavmi: "Ey Salih, sen bundan önce aramızda kendisinden ümit beklenen bir kişiydin. Şimdi bize, babalarımızın taptıklarına tapmamızı mı yasaklıyorsun? Doğrusu biz, davet ettiğin şeyden şüphe içindeyiz, kuşkuluyuz" dediler.

Semud kavmi, Peygamberleri Salihe şöyle dediler: "Ey Salih, sen bunları söylemeden önce, içimizde kendisinden birçok ümitler beklenen biriydin. Şimdi de kalkmış, atalarımızın taptıklarına tapmamızı yasaklıyorsun. Şüphesiz ki bizler, senin bizi davet ettiğin şeylerin doğru olup olmadığı hususunda şüphe içindeyiz.

63

Salih: "Ey kavmim, söyleyin bana, rabbim tarafından apaçık bir delilim varsa ve katından bana bir rahmet verdiyse, buna rağmen Allah’a isyan edersem, ona karşı kim bana yardım edebilir? O zaman siz benim zarar ve hüsranımı artırmaktan başka bir şey yapamazsınız" dedi.

Salih, kavmine dedi ki: "Ey kavmim, söyleyin bana, eğer benim, rabbim tarafından apaçık bir delilim varsa, ben de onu kesin olarak biliyorsam, rabbim, katından bir rahmet olarak bana Peygamberliği ve islânu vermişse, buna rağmen ben, rabbimin emrine karşı gelirsem, Allah'ın cezalandırmasına karşı beni kim kurtaracaktır? Sizi, hakka davet vetmeyi bırakacak olsam, sizler, benim zararımı artırmaktan başka bir şey yapmamış olursunuz.

64

Ey kavmim, işte Allah'ın yarattığı dişi bir deve, Allah onu size mucize kıldı. Bırakın onu, A İlahın mülkü olan yeryüzünde otlasın. Ona bir kötülük yapmayın. Aksi takdirde çok yakında meydana gelecek bir azap sizi yakalar.

Salih Peygamber devamla şöyle dedi: "Ey kavmim, Allah'ın, mucize olarak size gönderdiği bu deve, sizi davet ettiğim dinin hak olduğuna dair bir delildir. Onun bakımına siz karışmayın. Bırakın onu, Allah'ın mülkü olan yeryüzünde otlasın. O deveyi kesip bir kötülükte bulunmayın. Aksi takdirde pek yakında gelecek bir azap yakalar da helak olursunuz.

65

Fakat onlar, deveyi kesip devirdiler. Bunun üzerine Salih dedi ki: "Evlerinizde üç gün daha yaşayın. Bu, yalanlanamayacak bir tehdittir.

Semud kavmi, Peygamberleri Salihi yalanladılar ve ikazlarını dinlemeyerek, kendilerine bir mucize olarak Allah tarafından gönderilen deveyi kesip devirdiler. Bunun üzerine Salih onlara dedi ki: "dünyada üçgün daha yaşayın. Bu tehdidim gerçektir. Bunun sonucunu mutlaka göreceksiniz. Ben bunda yalancı değilim.

66

Azap emrimiz gelince, rahmetimizle Salihi ve onunla beraber iman edenleri o günün azabından ve perişanlığından kurtardık. Şüphesiz ki rabbin, kuvvetlidir ve her şeye galiptir.

Bizim onlara azap emrimiz gelip çatınca biz Salihi ve onunla birlikte iman edenleri, tarafımızdan bir lütuf ve merhamet olmak üzere kurtardık. Onları, o dehşetli günün rezil ve rüsvaylığmdan da kurtardık. Şüphesiz ki rabbinin yakalaması pek kuvvvetlidir. İntikam almasında herşeye galiptir, hiçbirşey ona galip gelemez.

67

Bak. Âyet 68.

68

Nihâyet zalimleri, korkunç bir çığlık yakaladı. Böylece kendi yurtlarında dizüstü yığılıp kaldılar. Sanki yeryüzünde yaşamamışlar gibi izleri silinip gitti. İyi bilinsin ki Semud kavmi, rabbini inkâr etti. Yine iyi bilinsin ki Semud kavmi, Allah'ın rahmetinden uzaklaştı.

Allah'ın, kendilerine bir mucize olarak gönderdiği deveyi kesen bu zalim kavimi, korkunç çığlıklarla dolu bir azap yakaladı da, hiçbir tarafa kaçma imkânı bulamadan, oldukları yerde dizüstü yığılıp kaldılar. Onlar bu halleriyle sanki orada hiç yaşamamışlardı. Zira bu azap sonunda böylece izleri tamamen silinip gitti. İyi bilinsin ki Semud kavmi rablerini inkâr ettiler, yine iyi bilinsin ki Allah, Semud kavmini bu sebeple rahmetinden uzaklaştırdı.

Allahü teâlâ, Semud kavmini helak eden şeyin ne olduğunu diğer âyetlerde de şöyle açıklıyor: "Semuda gelince, biz onlara doğru yolu gösterdik. Fakat onlar, körlüğü hidâyete tercih ettiler. Bunun üzerine onları, kazandıkları günahlar yüzünden o zelil edici azabın yıldırımı çarpıverdi Fussilet sûresi, 41/17

"Semud kavminin kıssasında da sizin için bir ibret vardır. Onlara: "Belli bir zamana kadar yaşayın" denilmişti". "Onlar da rablerinin emrine karşı gelmişlerdi. Bunun üzerine onları, balap dururken yıldırım çarpıvermişti". "Ne ayağa kalkacak güçleri kalmış ne de yardım görebilmişlerdi Zariyet sûresi, 51/43-45 "Semud kavmi ise onu yalanladı ve deveyi kesti. Rableri de işledikleri günahları sebebiyle azabı başlarına geçirdi ve orayı yerle bir etti Şems sûresi, 91/14

"Biz onların üzerine bir çığlık gönderdik de, ağılcının ağılını çevirdiği kuru çalı çırpı gibi kırılıp döküldüler" Kamer sûresi, 54/31

69

Şüphesiz ki, elçilerimiz bir müjde ile İbrahime geldiler. Ona: "Selam" dediler. İbrahim de "Selam" dedi. Hemen semiz bir buzağıyı kızartıp getirdi.

Şüphesiz ki elçilerimiz olan Melekler İbrahime, oğlu İshakin doğacağını müjdeleme emrini getirdiler. îbrahime selam verdiler. İbrahim de onların selamını aldı. Çok geçmeden onlara kızartılmış bir buzağı getirdi.

70

Ellerinin ona uzanmadığını görünce, durumları hoşuna gitmedi ve içine bir korku düştü. Melekler "Korkma biz Lût kavmi için gönderildik" dediler.

İbrahim, Melek olduklarını anlamadığı bu misafirlerin, kızartılmış buzağıya ellerini uzatıp yemediklerini görünce, durumları hoşuma gitmedi ve içinden, onlardan korkmaya başladı. İbrahimin bu halini anlayan Melekler: "Bizden korkma bizler, rabbinin melekleriyiz. Allah bizi, Lût kavmini helak etmek için gönderdi" dediler.

71

O sırada İbrahimin hanımı ayaktaydı ve güldü. Biz ona İshaki ve İshakın ardından da Yakubu gönderdik.

Meleklerin, İbrahime, Lût kavmini helak etmek için gönderildiklerini söyledikleri sırada İbrahimin karısı Sare perdenin arkasında, ayakta dikiliyor ve konuşulanları dinliyordu. Lût kavminin helak olacağı haberini duyunca, sevincinden güldü. Biz aynı zamanda o Melekler vasıtasıyla, İbrahimin karısı Sare'ye kendisinden İshak isminde bir oğlan doğacağını, İshaktan da torunu Yakubun meydana geleceğini müjdeledik.

Burada İbrahim aleyhisselamın hanımı Sare'nin, Lût kavmine azap emri geldiği halde onların hâlâ gaflet içinde olmalarına şaştığından veya onların helak olacaklarına sevindiğinden yahut da kendisi ve kocası İbrahim yaşlı oldukları halde, kendilerinin nasıl olup da çocuklarının doğacağına hayret ettiğinden güldüğünü söyleyen müfessirler vardır.

72

İbrahimin hanımı: "Vay başıma gelene, ben bir koca karı iken çocuk mu doğuracağım? İşte kocam, o da ihtiyar. Cidden bu, hayret verici bir şeydir" dedi.

Hazret-i İbrahimin hanımı Sare, kendisinden çocuk doğacağına şaşırmıştı. Çünkü o sırada kendisinin, doksan yaşında, Hazret-i İbrahimin de yüzyirmi yaşında oldukları Rivâyet edilmektedir.

73

Melekler, hanıma: "Allah'ın işine şaşıyor musun? "Ey ev halkı, Allah'ın rahmeti ve bereketi üzerinizdedir. Şüphesiz ki o, övgüye çok layıktır. İzzet ve şeref sahibidir" dediler.

Melekler, İbrahimin hanımı Sare'ye "Allah'ın yapacağı işe, kaza ve kadere mi şaşıyorsun? ;Bu, Allah'ın, İbrahim ailesine bir rahmeti ve bir lütfudur. Onu istediği an istediği kimseye, yaşına bakmaksızın verir. Şüphesiz ki Allah, çokça övgüye layık olan ve çok yüce olandır" dediler.

74

İbrahimin korkusu geçip ona müjde gelince, Lût kavmnin helaki hususunda elçilerimizle münakaşaya başladı.

İbrahimin içinden, Meleklere karşı duyduğu korku gidip de ona, oğlu İshakın verileceği müjdelenince, Lût kavminin helak olması hakkında Meleklerle mücadeleye başladı.

Katade diyor ki: "Rivâyet edildiğine göre Hazret-i İbrahim ile Melekler arasında şu şekilde bir mücadele olmuştur: Hazret-i İbrahim Meleklere:

— İçinde elli kadar mü’min bulunan bir topluluğu helak eder misiniz?

— Hayır etmeyiz.

— Kırk mü’min bulunan bir topluluğu helak eder misiniz?

— Hayır etmeyiz.

— Otuz mü’min bulunan bir topluluğu helak eder misiniz?

— Hayır etmeyiz.

— Yirmi mü’min bulunan bir topluluğu helak eder misiniz?

— Hayır etmeyiz.

— On mü’min bulunan bir topluluğu helak eder misiniz?

— Hayır etmeyiz.

Demişler bunun üzerine Hazret-i İbrahim: "İçlerinde iman eden on kişi dahi bulunmayan bir toplulukta hayır yoktur" demiştir.

75

Şüphesiz ki İbrahim, çok halim selim, çok duygulu ve Allah’a yönelen bir kimse idi.

Şüphesiz ki İbrahim, çok yumuşak huylu, yumuşak kalbli, hassas ve rabbinin emrine itaate yönelen bir kimse idi. Bu itibarla Lût'un kavminin helaki hususunda Meleklerle tartıştı ve nihÂyet o kavmin, cezayı hak ettiklerine o da inandı.

76

Melekler: "Ey İbrahim, bu tutumundan vazgeç. Çünkü onların yok olmaları için rabbinin emri gelmiştir. Önlenemeyecek azap mutlaka onlara gelmektedir" dediler.

Melekler İbrahime şöyle dediler: "Ey İbrahim, Lût kavmi hakkında tartışmayı bırak. Zira rabbinin onları helak etme emri gelip çatmıştır. Lût kavmine, rabbin tarafından gönderilen azap, artık geri çevrilemeyecek bir azaptır.

77

Elçilerimiz Lût'a gelince, hoşuna gitmedi. Sıkıntıya düştü ve "İşte bugün zor bir gündür" dedi.

Elçilerimiz olan Melekler, Lût'un yanına varınca, Lût, onların gelmelerini hoş karşılamadı. Onların gelmesiyle sıkıntıya düştü. Zira o, kavminin ahlâksız insanlarının, bu gelen misafirlere sarkıntılık edeceklerinden korkuyordu. Bu sebeple dedi ki: "Bugün, belalı ve zor bir gün".

Lût kavmi, kadınları bırakıp da erkeklerle cinsî temas kuran, insanlığın ilk cinsi sapıkları idi. Çevrelerinde gördükleri erkeklere sarkıntılık yaptıklarından Hazret-i Lût, kendisine gelen bu misafirlere de sarkıntılık edeceklerinden korkmuş ve bu sebeple çok sıkıntı içine düşmüştü. Gelen misafirlerin, kavminin helak edileceği haberini getiren Melekler olduklarını henüz anlamamıştı.

78

Bunun üzerine, daha önce iğrenç davranışlarda bulunan Lût kavmi, hemen koşup ona geldi. Lût onlara: "Ey kavmim, işte kızlarım, bunlar sızın için daha temizdir. Allah'tan korkun. Misafirlerime tecavüz ederek beni rezil etmeyin. İçinizde aklı başında bir kişi yok mu?" dedi.

Lût'un kavmi, gelen Meleklere tecavüzde bulunmak arzusuyla koşarak Lût'un evine geldiler. Bunlar, erkeklerle cinsî temasta bulunmak gibi çirkin bir işi yapıyorlardı. Onların geldiklerini gören Lût dedi ki: "Ey kavmim, işte benim kızlarım durumunda bulunan kadınlar. Cinsî arzularınızı meşru yollardan onlarla tatmin etmeniz sizin için daha temizdir. Allah'ın, sizi cezalandırmasından korkun. Hayasızlık yaparak misafirlerime karşı beni rezil etmeyin. İçinizde aklı başında olan bir kişi dahi yok mu?

79

Kavmi Lût'a: "Biliyorsun ki bizim, kızlarında bir hakkımız yoktur. Ne istediğimizi çok iyi biliyorsun" dediler.

Lût'un kavmi ona şu cevabı verdiler: "Biliyorsun ki bizim, senin kavminin kadınlarında bir arzu ve isteğimiz yoktur. Halbuki sen bizim, kadınları değil erkekleri istediğimizi çok iyi biliyorsun.

80

Lût da: "Keşke size yetecek gücüm olsa veya sağlam bir yere sığınabilsem" dedi.

Lût onların, düşündükyleri ahlâksızlığı yapmaya kararlı olduklarını görünce dedi ki: "Keşke benim taraftarlarım ve yardımcılarım olsa da, size karşı koysam veya beni himaye edecek sağlam bir kabilenin desteğini sağlasam da, aramızdaki işi halletmiş olsak".

81

Melekler şöyle dediler: "Ey Lût, bizler, rabbinin elçileriyiz. Bunlar sana il işemeyecekler. Sen, ailenle beraber gecenin bir bölümünde yürü git. Hiçbiriniz arkasına dönüp bakmasın. Ancak hanımın kalsın. Çünkü kavminin uğrayacağı azaba mutlaka o da uğrayacaktır. Onların yok olma vakitleri bu sabahtır. Sabah da yakın değil mi?

Lût'un sıkıntıya düştüğünü gören Melekler ona şöyle dediler: "Bizler rabbinin elçileriyiz. Kavmini helak etmek için gönderildik. Onlar, sana ve misafirlerine herhangi bir kötülük yapamacaklardır. Bu hususta müsterih ol. Ancak gecenin bir bölümünde ailenle birlikte burayı terkedip git. Sizden hiçbiriniz dönüp geri bakmasın. Ailenden kann hariçtir. O, seninle gelmesin. Kavminin helak olma vakti sabah vaktidir. Sabah ise çok yakın bir vakittir.

Meleklerden, kavminin helak olacağını öğrenen Hazret-i Lût, sabaha kadar bile kavminin cezalandırılmamasını uzun bir zaman olarak görmüş ve daha erken cezalandırılmalarım istemiş, bunun üzerine Melekler de ona: "Sabah yakın değil midir?" cevabını vermişlerdir.

82

Bak. Âyet 83.

83

Azap emrimiz gelince, yaşadıkları ülkenin üstünü altına çevirdik. Üzerine, rabbin tarafından işaretlenmiş kızgın taşları sağanak halinde yağdırdık. Bu azap, zalimlerden hiçbir zaman uzak değildir.

Lût kavminin helak edilmesi için, azap emrimiz gelince, onların bulundukları beldenin üstünü altına çevirdik. Biz onların üzerine, rabbin tarafından işaretlenmiş kızgın taşları yağmur gibi yağdırdık.

Ey Rasûlüm, senin kavminin müşriklerinin üzerine de bu şekilde taşlar yağdırmak uzak bir ihtimal değildir.

Lût kavminin üzerine Allah'ın azabı bir sabah güneş doğarken gelmiş, memleketleri olan Sodom şehrinin üstü altına çevirilmiş, ayrıca üzerlerine, topraktan pişirilerek taşlaşmış, işaretli parçalar yağmıştır. Lût kavminin, şehirlerde yaşayanları da köylerde yaşayanları da helak olup gitmiştir.

Allahü teâlâ, kadınları bırakarak, erkeklerle cinsi temasta bulunan Lût kavmini bu şekilde cezalandırmıştır. Bu çirkin işi yapanlar hakkında Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de şöyle buyurmuştur: Tirmizi, K. el-Hudud bab: 24 Hadis No: 1456/İbn-i Mace K. el-Hudud Bab: 12 Hadis No: 2561/ Ebû Davud K. el-Hudud bab: 29 Hadis No: 4462

"Lût kavminin yaptığı işi yapan bir kimseyi ele geçirirseniz yapanı da yaptıranı da öldürün.

Diğer bir Hadis-i Şerifte de şöyle buyurulmuştur:

"Lût kavminin yaptığı işi yapan kimse mel'undür Tirmizi, K. el-Hudud bab: 24, Hadis No: 1456

Bir başka Hadis-i Şerifte de:

"Ümmetim için en çok korktuğum şey, Lût kavminin yaptığı işi yapmasıdır' Tirmizi K. el-Hudud bab: 24, HN: 1457/İbn-i Mace K. el-Hudud: Bab: 12 HN.2563 buyurulmuştur.

İmam Şafii, İmam Malik ve İmam Ahmed b. Hanbel bu Hadis-i Şerife dayanarak livata yapanın, ister evli olsun ister bekâr olsun, recm edilmesi gerektiğini söylemişlerdir.

Hasan-ı Basrî, Ata b. Ebi Rebah ve İbrahim en-Nehaî ise livata yapanın cezasının zina cezası olduğunu söylemişlerdir. Yani bu işi yapan kimse evli ise recm edilir bekâr ise yüz sopa vurulur.

Ebû Hanife ise bu işi yapan kişinin, yüksek bir uçurumdan aşağı atılması ve arkasından da taşlanması gerektiğini söylemiştir. Buna gerekçe olarak da Allahü teâlârun Lût kavmine bu şekilde ceza verdiğini göstermiştir.

Yine Ebû Hanifeden nakledilen başka bir görüşe göre ise böyle bir işi yapana tazir cezası verilir.

84

Medyen halkına da kardeşleri Şuay'i Peygamber olarak gönderdik. Şöyle dedi: "Ey kavmim, Allah’a kulluk edin. Sizin için ondan başka hiçbir ilâh yoktur. Ölçü ve tartıyı eksik tutmayın. Ben sizi, bolluk ve bereket içerisinde görüyorum. Şüphesiz ki ben, sizin için, çepeçevre kuşatacak bir günün azabından korkarım".

Medyen halkına da, kendilerinden biri olan Şuaybı Peygamber olarak gönderdik. Şuayb onlara şöyle dedi: "Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, ona itaat edip ona boyun eğin. Sizin için ondan başka, hakkıyla ibadete layık hiçbir ilâh yoktur. Ölçü ve tartılan eksik yapmayın. İnsanların hakkını yemeyin. Şüphesiz ki ben, sizleri bolluk ve bereket içinde yaşıyor görüyorum. Allah'ın emirlerine karşı gelmeniz halinde, ben sizlerin, çepeçevre kuşatacak bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum.

Medyen: Medyen, aslında bir kabilenin ismidir. Bu kabile Hicaz bölgesiyle Şam arasında Maun şehri yakınında yaşıyordu. Bunların yaşadığı yere, kendi adları verilerek "Medyen" denmiştir. Allahü teâlâ bu kavme, en şereflilerinden olan Şuayb aleyhisselamı Peygamber olarak göndermiştir.

Şuayb aleyhisselamın, kavmini ilk önce ölçü ve tartıyı doğru tutmaları hususunda uyarmasının sebebi, çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Bir kısım âlimler, Şuayb aleyhisselamın, Peygamber olarak gönderildiği zamanda, kavminin yaşadığı bölgede çok pahalılık olduğunu, Şuayb aleyhi sselamın, bu emir ve tavsiyeleriyle, fiyatları düşürmelerini istediğini söylemişlerdir. Bu görüş, Abdullah b. Abbas ve Hasan-ı Basrî'den nakledilmektedir.

Diğer bir kısım âlimler ise Şuayb aleyhisselamın kavminin, çokça mal ve süs eşyası biriktirdiğini görmüş ve fakirlere merhametli davranıp onların haklarım tam olarak vermelerini tavsiye etmiştir.

85

"Ey kavmim, ölçü ve tartıyı adaletle ve tam olarak yapın. İnsanlara eşyalarını eksik vermeyin. Yeryüzünde bozgunculuk, karışıklık çıkarmayın.

Bundan önceki âyet-i kerime’de, Şuayb aleyhisselamın kavmine, ölçü ve tartıyı eksik yapmamalarının emredildiği beyan edilmiş, bu âyet-i kerime’de ise ölçü ve tartıyı tam olarak yapmalarının, insanların mallarını eksik vermemelerinin, ayrıca yeryüzünde bozgunculuk çıkarmamalarının emredildiği haber verilmiştir, zira bunlar, yol kesmek suretiyle de yeryüzünde bozgunculuk çıkarı yorlarm iş.

86

Eğer iman ediyorsanız, Allah'ın geriye bıraktığı şey sizin için daha hayırlıdır. Ben, sizin üzerinize bir bekçi değilim".

Âyet-i kerime’de geçen "Allah'ın geriye bıraktığı şey"den neyin kastedildiği hususunda farkh görüşler zikredilmiştir.

Taberi bu şeyin, ölçü ve tartıların tam olarak yapılmasından sonra elde edilen kâr olduğunu ve buna göre de âyetin mânâsının: "Ölçü ve tartılarınızı tam olarak yaptıktan sonra geriye kalan kâr'iniz sizin için, insanların malını almaktan daha hayırlıdır" demek olduğunu söylemiştir.

Abdullah b. Abbas ve Hasan-ı Basrî'ye göre ise "Allah'ın geriye bıraktığı şey"den maksat, Allah'ın verdiği rızıktır. Buna göre de âyetin mânâsı: "Eğer iman ediyorsanız, Allah'ın size vermiş olduğu rızık, insanların malını eksiltmekten, sizin için daha hayırlıdır" demektir.

Mücahide göre ise: "Allah'ın geriye bıraktığı şeyden" maksat, Allah’a itaattir. Buna göre de âyetin mânâsı: "Eğer iman ediyorsanız, Allah’a itaat etmeniz sizin için daha hayırlıdır" şeklindedir.

Katadeye göre ise: "Allah'ın geriye bıraktığı şeyden" maksat, Allah tarafından kullarına verilen nasiptir. Buna göre de mânâ şöyledir: "Eğer iman ediyorsanız, Allah'ın, sizin için verdiği nasibiniz sizin için daha hayırlıdır".

Abdurrahman b. Zeyd'e göre ise, "Allah'ın geriye bıraktığı şey"den maksat, Allah'ın rahmetidir. Buna göre de âyetin mânâsı: "Eğer Allah’a iman ediyorsanız onun rahmeti sizin için daha hayırlıdır" anlamındadır.

Bütün bu görüşleri birarada ifade etmek gerekirse, âyeti şöyle izah etmek mümkündür: "Eğer Allah’a iman ediyorsanız, Allah'ın size verdiği rızık, veya ölçü ve tartıları tam olarak yaptıktan sonra elde ettiğiniz kâr, veya Allah’a itaatiniz veya Allah tarafından size verilen nasibiniz veya Allah'ın rahmeti sizin için daha hayırlıdır"

87

Medyen kavmi şöyle dedi: "Ey Şuayb, atalarımızın taptığını bırakmamızı veya mallarınızda dilediğimizi yapmamayı sana namazın mı emrediyor? Şüphesiz ki sen halim selim, aklı başında bir adamsın.

Şuaybin kavmi, onunla alay ederek demişlerdir ki: "Ey Şuayb, senin dininin temeli olan namazın mı bizim, putlara tapmamızı veya mallarımızda dilediğimiz gibi tasarrufta bulunarak onları eksik ölçüp tartmayı bırakmamızı emrediyor? "Herhalde sen, halim selim, aklı başında, olgun bir kimsesin ha?

88

Şuayb da şöyle dedi: "Ey kavmim, söyleyin bana, rabbim tarafından apaçık bir delilim varsa ve benî, güzel bir rızikla katından rızıklandırıyorsa, ona nasıl karşı gelebilirim? Ben, sizlere yasak ettiğim şeyleri kendim yapmak istemem. Sadece gücümün yettiği kadar, ıslah etmeyi isterim. Muvaffakiyetim ancak Allah’tandır, Sadece ona güvendim ve ona yönelirim.

Şuayb onlara şöyle dedi: "Şâyet benim, sizleri davet ettiğim ve sizlere yasakladığım şeyler hakkında, apaçık bir delilim varsa ve rabbim beni katından helal ve temiz bir rızıkla rızıklandırmışsa, siz bana ne diyebilirsiniz? Ben sizlere bir şeyi yasaklayıp da kendim onu yapacak değilim. Ben, gücümün yettiği ölçüde sizi sadece düzeltmek istiyorum, ki, Allah'ın azabına uğramayasınız. Benim başarılı olmam, ancak Allah'ın yardı mı yi ad ir. Ben ona güvendim ve tevbe ederek ona yöneldim"

89

Ey kavmim, bana karşı gelmeniz, Nuh veya Hud veya Salih kavimlerinin başlarına gelenlerin aynısını başınıza getirmesin. Lût kavmi de sizden uzak değildir.

Şuayb devamla dedi ki: "Ey kavmim, bana karşı olan düşmanlığınız ve ayrılığınız, sizleri İnkârcılıkta diretmeye sürüklemesin. Aksi takdirde sizin de başınıza, Nuh veya Hud yahut Salih Peygamberlerin kavimlerinin başlarına gelen felaketler gelir. Lût Peygamberin kavminin nasıl helak olduğu sizden uzak bir mesele değildir. Onu biliyorsunuz. O halde niçin öğüt ve ibret almıyorsunuz?

isyancıların, Halife Hazret-i Osman (radıyallahü anh)in evini kuşattıkları zaman Hazret-i Osman onlara işte bu âyeti okumuştur.

90

Rabbinizden affınızi isteyin. Sonra ona tevbe edin. Şüphesiz ki rabbim, çok merhametlidir ve çok sevendir.

Şuayb yine şöyle dedi: "Ey kavmim, putlara tapmanız ve ölçü ve tartıyı eksik yaparak insanların hakkını yemenizden doğan günahlarınrızdan dolayı, rabbinizden affınızi dileyin. Sonra yaptıklarınızdan vazgeçip ona itaate yönelin. Rabbim, yaptıklarından vazgeçip kendisine yönelenlere karşı, çokça merhametlidir ve kendisine yönelenleri de çokça sevendir.

91

Bunun üzerine kavmi şöyle dedi: "Ey Şuayb, söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz. Şüphesiz seni aramızda çok zayıf bir kimse olarak görüyoruz. Eğer kabilen olmadaydı, seni taşlayarak öldürürdük. Esasen bizim aramızda bir itibarın da yoktur".

Şuaybin nasihatlan üzerine kavmi ona şöyle demiştir: "Ey Şuayb, söylediklerinin çoğunun gerçek mahiyetini anlamıyoruz. Sen bizim içimizde pek zayıf birisin. Eğer kabilen olmasa seni taşlayarak öldürürdük. Aslında bizce sen, pek değerli bir kimse de değilsin.

Görülüyor ki Şuayb aleyhisselamın kavmi, akıllarını kullanıp rableri tarafından kendilerine gelen emirleri düşünme ve kabul etme yerine kaba güce baş vurarak Şuayb aleyhisselamı tehdit etmekte, kavminden çekindikleri için de zorbalıklarım ileri götürememektedirler. Bu sebeple Şuayb aleyhisselam onları tekrar uyarmakta ve kavminin gücünün hiçbir zaman Allah'ın gücünden üstün olamayacağını açıklamaktadır.

92

Şuayb şöyle dedi: "Ey kavmim, size göre kabilem Âllahtan daha mı üstün ki, Allah’a sırt çeviriyorsunuz? Şüphesiz ki rabbim, yaptıklarınızı ilmiyle kuşatmıştır.

Şuayb, kavmine şöyle dedi: "Ey kavmim, benim kabilemi ne kadar yüceltiyorsunuz? Onları, Âllahtan daha mı üstün görüyorsunuz? Rabbinizi alaya alıp onu arkanıza mı atıyorsunuz? Emirlerini bırakıyor azabından korkmuyorsunuz, ona hakkıyla saygı göstermiyorsunuz. Şüphesiz ki rabbim, yaptıklarınızı ilmiyle kuşatmaktadır. Hiçbir şey ona gizli değildir. O sizleri, hemen veya gelecekte cezalandıracaktır.

93

Ey kavmim, olduğunuz gibi devam edin. Ben de yoluma devam edeceğim. İleride rezil edici azabın kime geleceğini ve kimin yalancı olduğunu bileceksiniz. Bekleyin bakalım, ben de sizinle beraber bekleyiciyim".

Şuayb devamla şöyle dedi: "Ey kavmim, siz kendi yolunuzda amel etmeye devam edin bakalım. Ben de kendi yolumda amel edenim. Yakında kimin kendi aleyhine cinÂyet işleyen ve bu sebeple hor ve hakir düşüren azaba uğrayan olacağım, yalancının ben mi yoksa siz mi olduğunu bileceksiniz. Azabın kime ineceğini bekleyin.

94

Azap emrimiz gelince, Şuayb ve onunla birlikte iman edenleri rahmetimizle kurtardık. Zalimleri ise korkunç bir çığlık yakaladı. Böylece yurtlarında dizüstü yığılıp kaldılar.

Şuayb aleyhisselamin kavmi olan Medyen halkının, helak edilme şekli bu surede "Bir çığlık yakalamasıyla" olduğu beyan edilmekte, A'raf suresinin doksanbirinci âyetinde ise, şiddetli bir sarsıntı ile helak edildikleri açıklanmakta ve Şuara suresinin yüzseksendokuzuncu âyetinde ise, onların cezalandırılması şöyle açıklanmaktadır: "Fakat Şuaybı yalanladılar. Ardından onları, gölgeleyen bulut gününün azabı yakalayıverdi. Gerçekten o büyük bir günün azabı idi".

Âyet-i kerimelerden anlaşılıyor ki, Medyen halkı, siyah bir bulutun kendilerini kaplaması neticesinde, üzerinde bulundukları yerin sarsılması sonucunda, büyük bir çığlıkla beraber helak olup gitmişlerdir.

95

Sanki yeryüzünde yaşamamışlar gibi izleri silinip gitti. İyi bilin ki daha önce Semud kavmi, Allah'ın rahmetinden uzaklaştığı gibi Medyen kavmi de öylece uzaklaştı.

Semud kavmi* Medyen kavmine komşu bir ülkede yaşıyordu. Onlar da İnkârcılıklarında, yol kesmelerinde, insanların hakkını yemelerinde, Medyen halkına benziyorlardı. Bu sebeple her ikisi de Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmış ve Allah'ın gazabına uğramış kavimlerden oldular. Sanki yeryüzünde hiç yaşamamışlar gibi silinip gittiler.

96

Bak. Âyet 97.

97

Şüphesiz ki biz Mûsayı, mucizelerimizle ve apaçık bir kuvvetle, Firavun ve cemaatine Peygamber olarak gönderdik. Fakat cemaati Firavuna uydu. Oysa Firavunun emri doğruya ulaştırıcı değildi.

Şüphesiz ki biz Mûsaya, âsâ, denizin yarılması, taştan su fışkırması, çölde bulundukları bir zamanda gökten yemek indirilmesi gibi mucizelerle ve düşmanı olan Firavuna karşı onu, her bakımdan yenecek apaçık bir güçle, Firavun ve topluluğuna Peygamber olarak gönderdik. Fakat kavmi Mûsayı yalanlayıp Firavunun emrine uydu. Halbuki Firavunun emrinde, haktan bir pay yoktu. Onun emri, kendisine tâbi olanları doğru yola iletemezdi.

98

Firavun, kıyamet gününde kavminin önüne düşecek ve onları ateşe götürecektir. Varılacak o yer ne kötü bir yerdir.

Kıyamet gününde Firavun, kendi kavminin önüne düşecek ve onları alıp cehennemin ateşine götürecek ve onları oraya sokacaktır. Cehennem ateşine girmek ne kötü bir giriştir.

99

Onlar hem bu dünyada hem de kıyamet gününde lanete uğramışlardır. Yapılan bu ikram ne kötü bir ikramdır.

Firavun ve ona tabi olanlar, bu dünyada cezalandırıldıkları gibi kıyamet gününde de lanete uğratılacaklardır. Onlara yapılan bu ikram ne kötüdür. Bu da dünya ve âhirette lanete uğratma ikramıdır.

100

Ey Peygamber, sana anlattığımız bu kıssalar, ülkelerin haberlerinden bazılarıdır. Onların bir kısmı hâlâ ayaktadır bir kısmı ise ekin gibi biçilip gitmiştir.

Allahü teâlâ, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)e, geçmiş ümmetlerden, Peygamberlerine karşı gelenlerin sonlarının ne olduğunu, özet olarak beyan ettikten sonra, bu ümmetlerin bazılarının, yaşadıkları yerlerin hâlâ mamur kaldığını, diğer bazılarının yerlerinin ise harabeye dönüştüğünü bildirmektedir. Ta ki iimmet-i Muhammed, bunlardan ibret alsın da onların durumuna düşmesin.

101

Biz onlara zulmetmedik. Fakat onlar kendi nefislerine zulmettiler. Böylece rabbinin emri geldiği zaman, Allah'tan başka taptıkları ilâhlar, onlara hiçbir fayda sağlayamadı. O putlar, onların helakini artırmaktan başka bir şeye yaramadı.

Biz onları, hak etmedikleri bir ceza ile cezalandımıadık ki onlara zulmetmiş olalım. Fakat onlar, inkârları ve Allah'a karşı isyan etmeleri yüzünden cezalandırılmayı hak ettiler. Böylece kendi kendilerine zulmetmiş oldular. Allah'ın azap etme emri gelince de, onların, Allah’ı bırakıp da ilâh kabul ettikleri şeyler, Allah'ın azabına karşı onlara hiçbir fayda sağlamadı. O azabı kendilerinden uzaklaştıramadı. Taptıkları şeyler, onların azap ve helakini artırmaktan başka bir şeye yaramadı.

102

Rabbinin, zalim olan ülkeleri yakaladığı zaman yakalaması böyledir. Şüphesiz ki rabbinîn yakalaması can yakıcıdır, şiddetlidir.

Bu âyet-i kerime, ümmet-i Muhammedi, geçmiş ümmetlerden sapık olanların yolunu tutmamaları için uyarmaktadır. Zira Allah, mühlet verse de asla ihmal etmez. Hak edene sonunda cezasını mutlaka verir. Ve Allah'ın cezalandırması, yaratıklarının cezalandırmasına benzememektedir.

103

Şüphesiz ki bu kıssalarda, âhiretin azabından korkan için ibret vardır. O, insanların toplandıkları bir gündür. O gün, herkesin göreceği bir gündür.

Şüphesiz ki bu anlatılan kıssalarda, Allah'ın cezalandırmasından ve âhiret gününün azabından korkanlar için, büyük bir ibret ve nasihat vardır. Kıyamet günü var ya, işte o gün haktır. Cezai andırılmak veya mükâfaatl andırılmak için o gün, insanlar biraraya getirileceklerdir. Bütün yaratıklar o günü görecektir. Hiçbiri geri bırakılmayacaktır.

104

Biz o günü, ancak sayılı bir süreye kadar erteliyoruz.

Biz kıyametin kopmasını' belirli bir vadeye kadar erteleriz. O vâde içerisinde, Âdemin zürriyetinden gelen insanlar yaşayacaklar ve onların sonunun gelmesine hüküm verilince, kıyamet kopacak, ve herkes yaptığının cezasını görecektir.

105

O gün gelince, hiçbir kimse Allah'ın izni olmadan konuşamaz. O gün insanların bir kısmı bedbaht bir kısmı da mes'uttur.

Kıyamet günü gelip çatınca Allah'ın izin vermediği hiçbir kimse konuşamayacaktır. O gün bir kısım insanlar bedbahttır, cehennemliktir. Diğer bir kısmı ise mes'uttur ve cennetliktir.

Bu hususta bir Hadis-i Şerifte de şöyle buyurulmaktadır:

"Kıyamet gününde, Peygamberler hariç hiçbir kimse konuşamayacaktır. O gün Peygamberlerin duaları: "Allah'ım sen koru, Allah’ım sen koru" olacakür; Buhari, K. el-Tevhid bab: 24 / Müslim K. el-îmam bab: 299 Hadis No: 182

106

Bedbahtların varacakları yer ateştir. Onların orada ızdırapli bir nefes alış verişleri vardır.

Âyet-i kerime, cehennemliklerin orada feryat ve figan koparacaklarını, hatta merkep sesi gibi nefret ettirici sesler çıkaracaklarını beyan etmektedir.

107

Gökler ve yer durdukça onlar ateşte kalacaklardır. Ancak rabbinin dilemesi müstesnadır. Şüphesiz senin rabbin, dilediğini mutlaka yapandır.

Araplar, bir şeyin ebedi olarak devam edeceğini söylemek istedikleri zaman, "Gökler ve yer durdukça" ifadesini kullanırlar. Bundan anlaşılmakladır ki âyet-i kerime’nin ifade etmek istediği mânâ "Cehennemlikler cehennemde ebedi olarak kalacaklardır" anlamındadır. Kur'an-ı Kerim Arapça lisanla indiğinden, Arap deyimleriyle hitabetmesi tabiidir, yadırganmamalıdır.

Âyet-i kerime, cehennemliklerin cehennemde ebedi olarak kalacaklarını ifade ettikten sonra "Ancak rabbinin dilemesi müstesnadır" buyurmaktadır. Bu istisnadan maksadın ne olduğu hususunda şu görüşler zikredilmektedir:

a- Katade ve Dehhak'tan nakledilen bir görüşe göre, burada, cehennemde ebedi olarak kalacaklardan istisna edilenler, mü’minlerin günah işleyenleridir. Zira sahih Hadislerde de Rivâyet edildiği gibi, bunlar, cehenneme girip, işledikleri günahlar kadar yandıktan sonra, oradan çıkarılıp hayat sularında yıkanacaklar ve cennete konulacaklardır. Taberi de bu görüşü tercih etmektedir.

Bu hususta Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) söyle buyuruyor:

"...Cehennemin tam ortasına sırat köprüsü kurulur. Ümmetini onun üstünden en evvel geçirecek kimse ben olacağım. O gün Peygamberlerden başka hiçbir kimse konuşamaz. Peygamberlerin o günkü sözleri de "Allah’ım sen koru, Allah’ım sen koru" olacaktır. Cehennemde Sa'dan dikenlerine benzer çengeller vardır. Sa'dan dikenlerini hiç gördünüz mü? Onlar "evet" dediler. Resûlüllah işte bu çengeller Sa'dan dikenlerine benzer. Ancak bunların ne kadar büyük olduklarını yalnız Allahü teâlâ bilir. İşte bu dikenler, insanları, kötü amellerinden dolayı kapıp alırlar. Kimisi kötü ameli dolayısıyla helak olur, kimisi de iyice parçalanıp hardal tanesi gibi olduktan sonra kurtuluş bulur. Nihâyet Allahü teâlâ, cehennemliklerden kimlere rahmet etmeyi dilemişse, bunlardan, Allah’a ibadet etmiş olanları cehennemden çıkarmalarını Meleklere emredecek onlar da onları cehennemden çıkaracaklardır. Melekler onları, yüzlerindeki secde izlerinden tanıyacaklardır. Allahü teâlâ secde izlerini yeyip bitirmeyi cehennem ateşine haram kılmıştır. Onlar, cehennemden çıkarılırlar. Âdemoğlunun bütününü cehennem ateşi yer de yalnız secde izlerini yiyemez. Bu cehennemlikler ateşten kavrulup kapkara olmuş vaziyette çıkarılacaklardır. Bunların üzerine hayat suyu dökülecek de, sel akıp gittikten sonra biten yabani reyhan tohumları nasıl çabucak biterse onlar da öylece biteceklerdir. Sonra Allahü teâlâ kullan arasında vereceği hükmü tamamlayacaktır... Buhari, K. el-Ezan bab: 129 K. er-Rikak bab: 52, K.. el-Tevhid bab: 24 / Müslim, K. el-İman bab: 299, bab: 304, Hadis No: 182-183

b- Bir Rivâyete göre Cabir b. Abdullahtan, diğer bir Rivâyete göre de Ebû Said el-Hudrîden nakledilen bir görüşe göre ise, cehennemde ebedi olarak kalacaklardan istisna edilenler, mü’minlerin günahkâr olanlarıdır. Eğer Allah dilerse bunlar, hiç cehenneme girmeden Allah'ın affına mazhar olup cennete gireceklerdir.

c- İbn-i Zeyd'den Rivâyet edilen bir görüşe göre ise, Allahü teâlâ, gökler ve yer durduğu müddetçe bedbahtların cehennemde kalacaklarını beyan etmiş ve kendi dilemesinin müstesna olduğunu bildirmiştir. Ancak bu istisna ettiği kimselerin, cehennemde azapları daha mı fazla olacak yoksa daha mı az olacak, bizlere bildirmemiştir. Halbuki bundan sonra gelecek olan âyette, cennette devamlı kalacaklardan istisna ettiklerine ne yapacağım beyan etmektedir.

d- Diğer bazı âlimlere göre ise istisnadan maksat, kabirde geçen süredir. Zira, Cennetlik ve Cehennemlikler öldükten sonra, her ne kadar kabirlerinde farklı muamele görseler de hemen cehenneme veya cennete girmemektedirler. Bu süreyi cehennem veya cennetin dışında geçireceklerdir. Âyette belirtilen istisna da bunu ifade etmektedir.

c- Bazı âlimlere göre ise,*ebedi olarak cehennemde kalacaklardan veya ebedi olarak cennette kalacaklardan istisna edilenlerden maksat, bu dünya hayatında yaşamalarıdır. Zira kâfirler de mü’minler de bu dünya hayatında cehenneme ve cennete girmeden yaşamaktadırlar.

f- Bir kısım âlimlere göre ise, ebedi olarak cehennem veya cennette kalacaklardan istisna edilenlerden maksat, cehennemliklerin, cehennemin daha alt derecelerine cennetliklerin ise cennetin daha yüce mertebelerine konulacak ol ani andır.

g- Bir kısım âlimler bu âyet-i kerimeye dayanarak, cehennemliklerin azaplarının belli bir süre sonra biteceğini söylemişlerdir. Ancak âlimlerin büyük çoğunluğu, bu görüşün sahih olmadığını beyan etmişlerdir. Zira Allahü teâlâ başka âyeta-i Kerimelerde şöyle buyurmaktadır: Ahzab sûresi, 33/64-65 "Şüphesiz ki Allah, kâfirleri lanetlemiş ve onlar için alev alev yanan bir ateş hazırlamıştır. Onlar orada ebediyyen kalacaklardır. Kendilerine ne bir dost ne de bir yardımcı bulabileceklerdir. "Ben ancak Allah'ın emirlerini tebliğ etmeye ve Peygamberlikle ilgili hususları bildirmeye kadirim. Kim, Allah ve Peygamberlerine karşı gelirse, şüphesiz ona içinde ebedi kalacağı cehennem ateşi vardır. Cin sûresi, 72/23

"İnkâr edenlere ise cehennem ateşi vardır. Onların ölümlerine hükmedilmez ki ölsünler. Onlardan cehennem azabı da hafifletilmez. Biz, her kâfiri işte böyle cezalandınnz." Fâtır sûresi, 35/36

Bu hususta Peygamber efendimiz de şöyle buyurmaktadır;

"Ölüm, güzel bir koç şeklinde getirilir. Bir kişi: "Ey cennetlikler" diye çağınr. Onlar da başlarıni uzatıp bakarlar. Çağıran onlara şöyle der: "Siz bunu tanıyor musunuz? Onların hepsi onu görünce "evet bu ölümdür" derler. Sonra o kişi: "Ey cehennemlikler" diye çağırır. Onlar da başlarını uzatıp bakarlar. O kişi onlara da: "Bunu tanıyor musunuz?" diye sorar. Onların hepsi onu görünce "Evet bu ölümdür" derler. Bu koç götürülüp kesilir. Sonra o çağıran kişi şöyle der: "Ey cennetlikler, cennette devamlı kalacaksınız. Artık ölüm diye bir şey yoktur. Ey cehennemlikler, cehennemde devamla kalacaksınız, artık ölüm diye bir şey yoktur... Buhari, K. Tefsir el-Kur'an Sûre 19,bab: 1 / Müslim K.el-Cennet bab: 40HN: 2849

108

Mes'ut olanlar ise cennettedirler. Gökler ve yer durdukça onlar orada kalacaklardır. Ancak, rabbinin dilemesi müstesnadır. Bu onlara, rablerinin hiç eksilmeyen bir nimetidir.

Bu âyet-i kerime’de de, gökler ve yer durdukça mü’minlerin cennette kalacakları beyan edilmekte ancak, Allah'ın dilemesinin müstesna olduğu bildirilmektedir. Bu istisnadan" neyin kastedildiği hakkında şunlar söylenmektedir:

a- Mü’minlerin günahkârları, günahlan kadar cehennemde yanacaklardır. İşte cehennemde geçecek olan bu süre, cennette devamlı kalmalarından istisna edilen süredir.

b- Bu istisna, âyetin sonunda belirtilen "Hiç kesilmeyen nimetlerdir".

c- Bu istisnadan maksat, mü’minlerin kabirde veya dünyada geçirdikleri zamandır. Zira mü’minler bu zaman zarfında fiilen cennette yaşamamışlardır.

109

Ey Rasûlüm, şu putperestlerin taptıklarının bâtıl olduğundan hiç şüphe etme. Bunlar da daha önceki atalarının yaptıkları gibi puta tapmaktadırlar. Muhakkak ki biz* onlara, ceza paylarını eksiksiz vereceğiz.

Ey Rasûlüm, sen kavminin, Allah’a ortak koşan müşriklerinden, put ve benzeri şeylere ibadet edenlerin, ibadetlerinin bâtıl ve yersiz olduğundan şüphe etme. Onlar ancak, daha önceki atalarının put ve benzeri şeylere taptıkları gibi tapmaktadırlar. Onların, atalarını taklit etmekten başka hiçbir delilleri yoktur. Şüphesiz ki biz de onların hak ettikleri ceza veya mükâfaatları eksiksiz olarak vereceğiz. Onlar, yaptıklarından dolayı serbest bırakılmayacaklardır.

110

Şüphesiz ki biz, Mûsa'ya Tevratı vermiştik. Onda ihtilafa düşmüşlerdi. Eğer rabbinin, cezalarını kıyamete kadar erteleyeceğine dair önceden vaadi olmasaydı, onlar hakkında hükmünü verirdi. Doğrusu onlar, kitaptan şüphe içindedirler, kuşkuludurlar.

Şüphesiz ki biz, Mûsa'ya hak kitap olan Tevratı verdik. Onun ümmeti olan Yahudilerden bir kısmı onu tasdik ettiler. Diğerleri ise onu yalanladılar. Böylece Tevrat hakkında ihtilafa düştüler. Ey Rasûlüm, şâyet rabbinin "Günah işleyenleri hemen cezalandırmayabileceği" vaadi daha önceden verilmiş olmasaydı, onların cezasını derhal verir, Tevratı yalanlayanları helak ederdi. Şüphesiz ki o yahudiler, sana indirilen Kur'an hakkında da şüphe içindedirler.

Müfessirler bu âyet-i kerime’nin son bölümündeki: "Doğrusu onlar, kitaptan şüphe içindedirler, kuşkuludurlar" cümlesini şu şekillerde izah etmişlerdir:

"Mûsanın kavmi, kendi kitaplan olan Tevrat hakkında şüphe içindedirler" veya "Mûsa'nın kavmi, senin kitabın olan Kur'an hakkında şüphe içindedirler". Veya, "Senin kavmin, sana inen- Kur'an hakkında şüphe içindedirler". Veya "Mûsanın kavmi yahut senin kavmin: "Öldükten sonra dirilme hususunda şüphe içindedirler". Veya "Mûsanın kavmi veya senin kavmin, Allah'ın takdir ettiği kaza ve kader hakkında şüphe içindedirler". Veya "Mûsanın kavmi veya senin kavmin, cezalandırılma hakkında şüphe içindedirler".

Bu izah şekilleri nasıl olursa olsun aslında âyet-i kerime Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)i teselli etmekte ve ona gönderilen kitabı yalanlama huyunun sadece kendi ümmitende değil daha önceki ümmetlerde de bulunduğu bildirilmektedir.

111

Elbette rabbin bunlardan herbirine, yaptıklarının karşılığını verecektir. Şüphesiz Allah, onların yaptıklarından haberdardır.

Ey Rasûlüm, rabbin sana, kıssalarını anlattığımız bütün bu ümmetlerin yaptıklarının karşılığını eksiksiz olarak verecektir. Salih amel işleyenlere sevap, kötü amel işleyenlere de ceza verecektir. Şüphesiz ki rabbin, onların işledikleri amellerden haberdardır. Hiçbir şey ona gizli değildir. Bu itibarla mükâfaatlandırma veya cezalandırmada kimseye asla zulmedilmeyecektir.

112

Sen, emrolunduğun üzere dosdoğru ol. Seninle birlikte tevbe edenler de. Haddi tecavüz etmeyin. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızı çok iyi görendir.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)e hitabederek "Sen ve seninle birlikte, yaptığı kötülüklerden tevbe ederek hakka yönelen mü’minler, rabbin tarafından sana emredilen hususlarda dosdoğru olun. Kararlı olun, ondan ayrılmayın, sakın günah işleyerek Allah'ın emrine karşı gelmeyin, kimseye zulmetmeyin, şüphesiz ki rabbiniz, amellerinizi çok iyi görendir. O, sizi gözetlemektedir" buyuruyor.

113

Zalimlere asla meyletmeyin aksi takdirde cehennem ateşi size dokunur. Sizin, Allah’tan fcaşka dostunuz yoktur. Sonra yardım göremezsiniz.

Ey insanlar, Allah’ı inkâr eden şu zalimlerin sözlerine, sakın meyledip onların fikirlerini kabul etmeyin, yaptıklarına razı olmayın. Aksi takdirde böyle yapmanızdan dolayı sizi ateş yakalar. Sizin, Allah’tan başka dostunuz yoktur. Zalimlere meyletmeniz halindeyse, onun tarafından yardım göremezsiniz. Böylece cehennem azabına girmeye mahkûm olursunuz.

Âyet-i kerime, insanlara, zalimlere meyletmemelerini, her şeye rağmen haktan ayrılmamalarını emretmektedir. Zira zalimler de ömürleri sınırlı olan kimselerdir. Bir gün yok olup gideceklerdir. Bunlara bel bağlayarak mazlumlara karşı, zalimlerin safında yer alanların, amelleri yazılıp kaydedilmektedir. Onlar bu amellerinden hesap verirken, Allah'ın huzurunda amelleriyle başbaşa kalacaklar ve her türlü davranışlarının hesabını vereceklerdir. Âhirete iman eden hiçbir mü’min bundan şüphe etmemelidir.

114

Ey Rasûlüm, gündüzün iki tarafında ve gecenin, gündüze yakın zamanlarında namaz kıl. Şüphesiz, iyilikler kötülükleri siler. Bu, rablerini ananlar için bir öğüttür.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Peygamberi Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)e, dolayısıyla da biz Mü’minlere, gündüzün iki tarafında ve gecenin, gündüze yakın olan bir bölümünde namaz kılmamızı emretmektedir.

Müfessirler, gündüzün iki tarafındaki namazlardan hangi vakitlerin kastedildiği hususunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.

Mücahid, Muhammed b. Kâ'b el-Kurezî ve Dehhak, gündüzün iki tarafında kılınması emredilen namazlardan maksadın, sabah, öğle ve ikindi namazları olduğunu söylemişlerdir.

Abdullah b. Abbas ve Hasan-ı Basrî ise, bu namazların, sabah ve akşam namazları olduklarını söylemişlerdir. Taberi bu görüşü tercih etmiştir.

Katade ve diğer âlimlerden nakledilen başka bir görüşe göre ise, gündüzün iki tarafında kılınması istenen namazlardan maksadın, sabah ve ikindi namazları olduğu söylenmiştir.

Bazıları da, bu iki tarafta kılınması emredilen namazların, Öğle ve ikindi namazları olduğunu söylemişlerdir.

Gecenin gündüze yakın zamanlarında kılınması emredilen namaza gelince, bununla, hangi vakitte kılınan namazın kastedildiği hakkında da şunlar söylenmektedir:

Mücahid, Abdullah b. Abbas, Hasan-ı Basrî ve İbn-i Zeyd, bu namazdan maksadın, yatsı namazı olduğunu söylemişlerdir. Taberi de bu görüşü tercih etmiştir.

Diğer bir kısım âlimler ise bu namazdan maksadın, akşam ve yatsı namazları olduğunu söylemişlerdir.

Âyet-i kerime’de geçen: "Şüphesiz iyilikler kötülükleri siler" ifadesinde geçen iyilik ve kötülüklerden neyin kastedildiği hakkında, bir kısım âlimler "Bundan maksat "Sübhanallahi Velhamdülülahi ve Lailahe İllallahu Vallahu Ekber" duasıdır. Demişlerse de, Kâ'b b. el-Kurezî, oğlu Muhammed, Abdullah b. Abbas, Mücahid, Hasan-ı Basrî, Dehhak, Mesruk v.b. âlimlere göre buradaki kötülükleri silen iyiliklerden maksat, beş vakit namazdır. Zira namaz kılmanın, kişinin günahlarım sileceği hakkında çeşitli Hadis-i Şerifler zikredilmiştir.

Bu hususta Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:

"Söyleyin bana şâyet sizden birinizin kapısından ırmak aksa da, her gün o ırmaktan beş kere yıkanacak olsa o su o kişide kirden bir eser bırakır mı? Ne dersiniz? Sahabiler: "Su, o kişide kirden bir eser bırakmaz" cevabını vermişlerdir. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "işte beş vakit namaz da buna benzer ki, Allah, bu namaz sayesinde hataları siler. Buhari, K. el-Mevakıt es-Salah bab: 6

Diğer bir Hadis-i Şerifte de şöyle buyuruluyor:

"Kul, büyük günahlardan kaçındığı müddetçe, beş vakit namazdan herbir vakit, kendinden önceki vakitle kendisi arasında işlenen günahları, Cuma Namazı, daha önceki Cuma ile kendisi arasında işlenen günahları, Ramazan orucu ise, önceki Ramazandan o âna kadar işlenen günahları affettirir. Müslim, K. et-Taharet, bab: 14-16 Hadis No: 233.

Âyette zikredilen "Kötülüklerden maksadın" ise günahlar olduğu beyan edilmiştir.

115

Ey Rasûlüm, sabret. Çünkü Allah, iyilik işleyenlerin mükâfaatını zayi etmez.

Ey Rasûlüm, sen Allah yolunda ve onun dini uğrunda çeşitli eziyetlere sabret. Zira Allah, kendisine itaat eden ve güzel amel işleyenlerle iyilikte bulunanların amellerini asla zayi etmez.

116

Sizden önceki ümmetlerin ileri gelenleri, yeryüzündeki fesadı önlemeli değil miydiicr? Ancak onlardan kurtardığımız pek azı müstesna. Zalimler ise, kendilerine verilen refahın peşinde koştular ve suçlular oldular.

Âyet-i kerime, daha önce geçen ve aklı başında olan Ümmetlerin, yeryüzündeki bozgunculuğu önlemeleri gerektiğini, buna rağmen Allah'ın kurtardığı pek az insan hariç, onların, bozgunculuğu önlemediklerini bildirmektedir.

Diğer yandan, zalimlerin, dünya lezzetlerine ve şehevi arzularına uyduklarını, Allah'ın emirlerine karşı böbürlenip karşı çıktıklarını ve Allah’ı inkâr ederek mücrimler olduklarını beyan etmektedir.

Evet, yeryüzündeki bozgunculuğu önlemek mü’minlerin en önemli vazifelerinden birisidir. Zira, zalimin zulmüne dur denilmediği takdirde, fitne ve fesadın bütün toplumu kuşatacağı muhakkaktır. Neticede Allah'ın azabı herkese gelecektir. Bu hususta Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:

"İnsanlar bir kötülüğü görür de onu iyiliğe çevirmezlerse, Allah'ın onları, kuşatan bir azaba uğratması yakındır. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C, 1, S, 1 / Ebû Davud, K. el-Mciahim, bab: 17, Hadis No: 4338 /Tirmizi K. el-Fiten bab: 9 Hadis No: 2169

117

Rabbin, halkı ıslah olmuş bir memleketi, haksız yere helak edecek değildi.

Allahü teâlâ, halkı dürüst olan ve hak yoldan ayrılmayan bir memleketin insanlarını, onlar hak yolda devam ettikleri sürece cezalandırmayacağını bildirmektedir. Zira Allahü teâlâ hiçbir kuluna zulmetmez.

Bu hususta başka bir âyet-i kerime’de de şöyle buyurulmaktadır: "Şüphesiz ki Allah, hiçbir kimseye zerre kadar zulmetmez. Yapılan iyilik zerre kadar da olsa onu kat kat artırır. Ve yapana katından büyük bir mükâfaat verir.

118

Eğer rabbîn dileseydi, insanları tek bir ümmet yapardı. Fakat onları serbest bıraktı, Onlar da durmadan ihtilaf etmektedirler.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, dilemiş olsaydı bütün insanları tek bir din üzerinde ittifak eden tek bir ümmet yapabileceğini, fakat hikmeti gereği onları, kendi ilahi iradesiyle bir dinde toplamayıp serbest bıraktığım ve insanların da bu serbestlikten istifade ile ihtilaf ettiklerini beyan etmektedir. Fakat bunlardan bazıları hak yolu tutmuş diğerleri ise bâüla saplanmışlardır.

119

Ancak rabbinin merhamet ettikleri müstesnadır. Allah, insanları bunun için yaratmıştır. Rabbinin "şüphesiz ben, cehennemi bütün cin ve insanları dolduracağım" sözü kesinleşmiştir.

Evet insanlar, Yahudilik, Hıristiyanlık ve ateşperestlik gibi çeşitli dinlere girerek ihtilaf etmiş olacaklar. Ancak rabbinin kendilerine lütufta bulunarak merhamet ettiği, tevhid inancına sahip olanlar müstesnadır. Bunlar, Peygamberlerine tabi olurlar ve Peygamberlerinin kendilerine tebliğ ettikleri emirlere sımsıkı sarılırlar. Peygamberlerin sonuncusu Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) gelince de ona uyup onu tasdik ederler. Böylece dünya ve âhirette mes'ut olurlar.

Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir Hadis-i Şerifinde, insanların çeşitli fırkalara ayrılacağını beyanla buyuruyor ki;

"Yahudiler yetmiş bir veya yetmiş iki fırkaya aynimi şiardır. Hıristiyanlar da yetmiş bir veya yetmiş iki fırkaya ayrılmışlardır. Ümmetim ise yetmişiiç fırkaya ayrılacaktır." Ebû Davud K. es-Sünne, bab: 1 Hadis No: 4596

Peygamber efendimiz diğer bir Hadis-i Şerifinde ise, İslâm ümmetinin yetmişüç fırkasından sadece birinin kurtulacağını beyan ederek buyuruyor ki: "İyi bilin ki sizden önce kendisine kitap verilen insanlar, yetmiş iki fırkaya ayrılmışlardır. Bu ümmeti se yetmiş üç fırkaya ayrılacak, yetmiş ikisi cehennem ateşinde olacak sadece bir fırka cennete girecektir. Bu da cemaat olarak yaşayanlardır. Ebû Davud, K. es-Sünne, bab: 1 Hadis No: 4597

Diğer bir Rivâyette:

"Kurtulacak fırka kimdir ya Resûlallah?" diye sorulunca "O, benim ve ashabımın üzerinde bulunduğumuz yolda olandır" buyurmuştur Tirmizî, K. el-İman, bab: 18, Hadis No: 2641

Âyet-i kerime’de "Allah insanları bunun için yaratmıştır" ifadesi zikredilmektedir. Bu ifadeden neyin kastedildiği hakkında şunlar zikredilmektedir: Hasan-ı Basrî bu ifadeyi "Allah insanları ihtilaf etmeleri için yaratmıştır. Onlardan bazıları cehennemliktir diğerleri ise cennetliktir" şeklinde açıklamıştır.

Abdullah b. Abbas, Mücahid, Dehhak, Katade ve Tâvûs ise bu ifadeyi "Allah insanları rahmeti için yaratmıştır" şeklinde açıklamışlardır.

Taberi,

birinci görüşü tercih etmektedir. İkinci görüş ise şu âyet-i kerimeye dayanmaktadır: "Ben, cinleri ve insanları sadece bana kulluk etsinler diye yarattım Zariyat sûresi, 56.

120

Ey Rasûlüm, Peygamberlerin kıssalarından sana anlattığımız her şeyle senin kalbini pekiştiririz. Bu haberlerde sana işin hakikati, mü’minlere ise bir öğüt ve hatırlatma gelmiştir.

Ey Rasûlüm, geçmiş Peygamberler ve mü’minlerine ait olan haberleri sana anlatmamızın sebebi, senden önceki Peygamberlerin, ümmetlerinden neler beklediklerini bilmen ve kavminin seni yalanlamasından dolayı üzülmemen içindir. Peygamberlerin kıssalarım açıklayan bu Surede sana, rabbin tarafından gerçekler gelmiş, mü’minlere ise bir öğüt ve bir ibret gelmiştir ki Allah'a itaattan ayrılmasınlar.

121

Ey Rasûlüm, iman etmeyenlere şöyle de: "Olduğunuz gibi devam edin, biz de devam edeceğiz".

Ey Rasûlüm, Allah'ın birliğine iman etmeyenlere de ki: "Gücünüzün yettiği şeyi yapın. Bizler ise, Allah'ın bize emrettiği şeyleri yapacağız. İbn-i Kesir bu âyeti şöyle izah etmiştir: "Sizler kendi yol ve metodunuza göre yapacağınızı yapın biz de kendi yol ve metodumuza göre amel edeceğiz".

122

Bekleyin, Biz de bekleyeceğiz.

Sizler, Şeytanın size vaadettiği şeyleri bekleyin. Bizler de Allah'ın bize vaadettiği affı ve lütfü beklemekteyiz. Veya siz, bizim başımıza geleceğini sandığınız şeyleri bekleyin. Bizler de sizin benzerlerinizin başlarına geldiği gibi sizin de başınıza gelecek olan azabı beklemekteyiz.

123

Göklerin ve yerin gaybını büme Allah’a aittir. Bütün işler ona döner. O halde sadece rabbine kulluk et. Ona güven. Rabbin, hiçbir zaman yaptıklarınızdan habersiz değildir.

Göklerde ve yerde görülmeyen ve gizli kalan her şeyin mülkü de Allah’a aittir. Allah onları bilir. Onlardan hiçbir şey Allah’a gizli değildir. Her amel işleyen, ameliyle birlikte Allah’a döner. Allah, amel işleyenler arasında adaletiyle hüküm verir. O halde ey Resulüm, rabbine kulluk et, işlerini ona bırak. Zira o, kendisine tevekkül edenlere kâfidir. Rabbin, müşriklerin yaptıklarından asla gafil değildir. O onları gözetlemektedir. Onları, yaptıklarına göre cezalandıracaktır.

0 ﴿