YUSUF SÛRESİ

Yusuf sûresi Mekke'de nazil olmuştur ve yüz on bir âyettir. Bu mübarek Sûre, Resûlüllah'ın ve kendisine tabi olan müslürnanlar topluluğunun, Mekkede müşrikler tarafından gördükleri zulüm ve sıkıntılar esnasında nazil olmuş ve büyük bir peygamberin başından geçenler burada anlatılmak suretiyle Resûlüllah’a teselli kaynağı olmuştur.

Bu surede Yusuf (aleyhisselam)ın, babasının kolları arasından alınıp başka diyarlara götürülmesi, oralarda sıkıntılar ve çileler çekmesi beyan edilmiş böylece Resûlüllah, daha sonra Mekkeden çıkıp Medineye hicret etmesi sırasında çekeceği sıkıntılara hazırlanmıştır.

Sûre-i celilede Yusuf (aleyhisselam)ın, kardeşlerinin tuzağına düşerek çektiği çileler, kuyunun içinde geçirdiği korku ve heyecanlar, köle olarak bir eşya gibi, iradesi dışında satılarak elden ele dolaşması ana baba ve diğer akrabalarından hiçbirini görememenin acısı, Mısır sarayında vezirin karısı ve diğer kadınların tuzaklarıyla karşı karşıya kalışının sıkıntıları, vezirin sarayında geçirdiği mutlu günlerden sonra iftiraya uğrayarak zindana atılması, ondan sonra da zindandan kurtulup Devlet idaresinde büyük yetkiler elde etmesi beyan edilmektedir.

Yusuf (aleyhisselam) bütün bu sıkıntı ve heyecanların içinden son derece dirÂyetle, vakar ve iffetiyle çıkmasını bilmiştir. Hadiseleri bütün güçlükleriyle yaşarken sabır ve metanetini muhafaza etmiş, bütün güçlükleri yendikten sonra anne ve babasıyla buluşmuş böylece daha önce görmüş olduğu rüya tahakkuk etmiştir.

Bu surede beyan edilen Hazret-i Yusufun kıssası, tüm olarak ve tafsilatıyla anlatılmıştır. Kur’an’ı kerimde bunun dışında anlatılan kıssalar, birbirine eklenen parçalar halindedir. Halbuki Yusuf (aleyhisselam)ın kıssası hem tek surenin içerisinde hem de baştan sona bütün tafsilatiyle anlatılmaktadır. Bu durumuyla Kur'an-ı Kerim'deki diğer kıssalar arasında özel bir yer işgal eder.

Sûre-i celilede anlatılan kıssa Hazret-i Yusufun gördüğü rüya ile başlayıp bu rüyanın yine kendisi tarafından tabir edilmesiyle sona eriyor.

Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle

1

Elif, Lam, Râ, Bunlar, apaçık kitabın âyetleridir.

Bunlar, helali haramı ve diğer hususları açıklayan bir kitap olan Kur'an'ın âyetleridir.

Elif, Lâm, Râ ve benzeri harflere "Hurufu mukattaa" elenir. Kur'an-ı Kerim'de surelerin başında bulunan bu gibi harflerin ne mânâya geldikleri kesin olarak bilinmemektedir. Bu hususta daha geniş bilgi için Bakara ve Yunus surelerinin birinci âyetlerinin izahlarına bakınız.

2

Şüphesiz ki biz, bu kitabı, okuyup anlamanız için Arapça bir Kur'an olarak indirdik.

Evet, Arapça, fasih, açık ifadeli, geniş ve mânâyı en güzel şekilde aktaran bir dildir. Bu sebeple gökten indirilen kitapların en mükemmeli olan Kur'an-ı Kerim, dillerin en mükemmeli olan Arapça ile, Peygamberlerin en büyüğü olan Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)e, Meleklerin en üstün olanı Cebrâil aleyhisselam vasatısayla, yeryüzünün en mukaddes toprağı olan Mekke ve Medinede, ayların en mübareki olan Ramazan ayında indirilmiştir. Bu sebeple Kur'an her yönden mükemmel olan ilahi bir kitaptır. Kur’an’ın beyan ettiği kıssalar da kıssaların en güzelidir. İşte bundan sonra gelecek olan âyetler, bu güzel kıssaları beyan etmektedir.

3

Ey Peygamber, biz bu Kur'an'ı indirmek suretiyle sana, kıssaların en güzelini nakletmiş oluyoruz. Halbuki daha önce bunlardan senin hiç haberin yoktu.

Ey Rasûlüm, biz bu Kur’an’ı sana vahyetmek suretiyle sana geçmiş ümmetlere ait olan kıssaların en güzellerini ve daha önce indirilmiş kitapları anlatıyoruz. Halbuki daha önce bunlardan senin hiç haberin yoktu.

4

Hani bir zaman Yusuf babasına: "Babacığım, rüymada onbir yıldızla, güneşin ve ay'ın bana secde ettiklerini gördüm" demişti.

Ey Rasûlüm, kavmine Yusufun kıssasını anbt: Bir zaman Yusuf, babası Yakuba demişti ki: "Babacığını, ben rüyamda onbir yıldız ile güneş ve ay'ın bana secde ettiklerini gördüm"

Yusuf aleyhisselam bu rüyayı görmüş daha sonra başından olaylar geçmiş ve yıllarca sonra gördüğü bu rüyanın neye işaret ettiği ortaya çıkmıştır. Bu surenin yüzüncü âyetinde bu husus açıklanmaktadır.

5

Babası da ona şöyle demişti: "Yavrum bu rüyanı sakın kardeşlerine anlatayım deme. Şeytanın hilesine kapılıp sana bir tuzak kurabilirler. Şüphesiz ki Şeytan, insan için apaçık bir düşmandır.

Hazret-i Yakub, oğlu Yusufa rüyasını kardeşlerine anlatmamasını söylemektedir. Zira o, diğer oğullarının, Şeytanın vesveselerine kapılarak, kıskançlıkları yüzünden Yusufa bir kötülük yapabileceklerinden korkmaktadır.

İnsan, gördüğü rüyaların iyilerini anlatmalı kötülerini ise anlatmayıp şerlerinden Allah’a sığınmahdır. Bu hususta Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyurmaktadır:

"Güzel rüya Allah tarafındandır. Sizden biriniz sevdiği bir rüya görürse onu ancak sevdiği kişilere anlatsın. Sevmediği bir rüya görürse onun şerrinden ve Şeytanın şerrinden Allah’a sığınsın. Üç kere (sol tarafına) tükürsün, onu kimseye anlatmasın. Böylece o rüya ona asla zarar vermez. Buhari K. el-Ta’bir bab: 46/ Müslim, K. er-Ru’ya bab: 4 Hadis No: 2261.

Peygamber efendimiz diğer bir Hadis-i Şerifte ise şöyle buyurmaktadır:

Sizden bir kimse bir rüya görürse şüphesiz ki o rüya Allah tarafındandır. Ondan dolayı Allah’a hamdetsin ve onu anlatsın. Sevmediği bir rüya görürse şüphesiz ki o da Şeytandandır. O rüyanın şerinden Allah’a sığınsın ve onu kimseye anlatmasın. Şüphesiz ki o rüya ona zarar vermez. Buhari K. el-Ta’bir bab: 46

6

İşte böylece rabbin seni seçecek, sana rüyaların tabirini öğretecek, daha önceki ataların İbrahim ve İshaka nimetini tamamladığı gibi sana ve Yakuboğullarına ila tamamlayacaktır. Şüphesiz ki rabbin, her şeyi çok iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Hazret-i Yakuboğlu Yusufun gördüğü rüyayı dinledikten ve rüyasını kardeşlerine anlatmamasını tavsiye ettikten sonra, Yusufun, ilahi bir lütufîa seçileceğini ve ona, rüyaları tabir etme yeteneğinin verileceğini bildiriyor. Ayrıca Allahü teâlânın Hazret-i Yusufun dedesi İshaka Peygamberlik vererek, dedesinin babası olan Hazret-i İbrahimi ise ateşten kurtararak, oğlu İsmaili kurban etmesine çare göndererek ve onu dost ve Peygamber seçerek nimetlerini tamamladığı gibi Yakub ailesine ve Yusufa da Peygamberlik vermek suretiyle nimetini tamamladığını bildirmiştir.

7

Muhakkak Yusuf ve kardeşlerinin kıssasında bunu soranlar için birçok ibretler vardır.

Bu âyet-i kerime, Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)i teselli etmektedir. Çünkü kendisine Peygamberlik gibi en yüce bir mertebe verilmesine rağmen, en yakın akrabaları tarafındım çeşitli işkencelere maruz kalmıştır. Fakat o bu şekilde kötü muameleye maruz kalan ilk Peygamber değildir. Zira Hazret-i Yusufa da böyle olmuştu. O da, Allah nezdinde yüce bir mertebesi olmasına rağmen bizzat kardeşleri tarafından haksızlığa uğramış, eziyetler çekmiştir.

8

Bir zaman Yusufun kardeşleri, kendi aralarında şöyle konuşmuşlardı. "Yusuf ve öz kardeşi, babamızın yanında bizden daha çok sevgilidir. Halbuki biz güçlü bir topluluğuz. Şüphesiz ki babamız bu davranışıyla açık bir yanlışlık içindedir.

Bir zaman Yusufun diğer onbir kardeşi kendi aralarında şöyle konuşmuşlardı: "Yusuf ve onun ana bir öz kardeşi Bünyamin, babamızca bizden daha çok seviliyorlar. Halbuki bizler güçlü bir cemaatiz. Şüphesiz ki babamız Yakub, Yusufu ve öz kardeşini sevgisiyle bizlere tercih ederek apaçık bir hata içinde bulunmaktadır.

9

Yusufu öldürün veya onu uzak bir yere atın da, babanız size kalsın. Bundan sonra yine salih kimselerden olursunuz.

Yusufün kardeşleri sözlerine devamla dediler ki: "Yusufu öldürün veya onu öyle bir yere götürüp atın ki, onu severek bizimle ilgilenmeyen babamız, artık bizimle olsun. Sonra Yusufa yaptıklarınızdan dolayı tövbe edersiniz ve iyi insanlardan olursunuz".

10

İçlerinden biri de şöyle dedi: "Yusufu öldürmeyin, onu derin bir kuyunun dibine bırakın. Oradan geçen bir yolcu kafilesi onu bulsun. Eğer yapacaksanız böyle yapın".

İbn-i İshak diyor ki: "Bu sözü, Yusufun kardeşlerinden en büyüğü söylemişti. Onun adı "Rubil" idi. Süddi ise bu şahsın adının "Yahuda" Mücahid ise "Şemun" olduğunu söylemiştir.

11

Yusufu uzaklaştırmayı kararlaştınnca babalarına şöyle dediler: "Ey babamız, sana ne oluyor da Yusufu bize emanet etmiyorsun? Halbuki biz, onun iyiliğini isteyen kimseleriz.

Görüldüğü gibi kıskançlık, Yusufun kardeşlerini, kalblerinde taşıdıkları kötü düşüncenin aksini söylemeye ve böylece babalarını kandırmaya sevketmiştir. Bunun içınufr ki Attan teala, hasetçinin hasedinden kendisine sığınılmasını emretmiş ve şöyle buyurmuştur. "Ey Rasûlüm, de ki: -Sığınırım karanlığı yanın sabahın rabbine, yarattıklarının şerrinden, çöktüğü vakit karanlığın şerrinden, haset ettiği vakit haset edenin şerrinden. Felak sûresi, âyet, 1,5

12

Yarın onu bizimle birlikte gönder de yesin oynasın. Mutlaka biz onu koruruz".

Yarın onu bizimle birlikte kır'a gönder. Gezelim, yiyelim, içelim, oynayalım. Korkma biz onu koruruz.

13

Yakub: "Onu götürmeniz beni üzer. Korkarım ki siz gafletteyken onu kurt yer" dedi.

Yakub, oğullarına şu cevabı verdi: "Yusufu beraberinizde kır'a götürmeniz beni endişelendirir. Zira sizler gafil olursunuz da onu kurt yer".

Yakub aleyhisselamın oğulları, babalarının": "Korkarım ki onu kurt yer" sözünü duyunca, daha önce hatırlarına gelmeyen "Kurt yedi" hikâyesini uydurmuşlardır.

14

Yusufun kardeşleri: "Yemin ederiz ki biz, kuvvetli bir toplulukken, eğer onu kurt yerse o takdirde biz, hüsrana uğrayanlardan oluruz" dediler.

Yakubun oğulları babalarına şöyle dediler: "Biz kuvvetli bir cemaat iken, kırda bulunduğumuz zaman kurt gelip onu bizim yanımızda yerse o takdirde bizler hüsrana uğrarız ve bizim âciz kimseler olduğumuz ortaya çıkar".

15

Yusufu alıp götürdüklerinde onu derin bir kuyunun dibine bırakmaya karar verdiler. Biz de Yusufa; "Kardeşlerin hiç farkında olmadan sen onlara yaptıklarını haber vereceksin" diye vahyettik.

Yakub, Yusufu diğer oğullarıyla birlikte kıra gönderdi, Onlar, Yusufu götürüp derin bir kuyunun dibine bırakmaya karar verince biz de Yusufa şunu vahyettik; "Bir zaman gelecek ki sen, kardeşlerine bu yaptıklarını anlatacaksın. Onlar, senin Yusuf olduğunu bilmeyecekler. Seni tanıyamayacaklar".

16

Akşamleyin ağlayarak babalarına geldiler.

Yusufun kardeşleri onu kuyuya attıktan sonra akşama kadar beklediler, "akşamüstü ağlayıp sızlayarak babalarına geldiler.

Gündüz gelmeyip te gece karanlığında gelmelerinin sebebi, yaptıkları hileleri gizlemek ve babalarının merhametini celbetmek içindi.

17

Babalarına: “Ey babamız, biz yarış yapmak için gittik. Yusufu da eşyamızın yanına bırakmıştık. Onu kurt yemiş. Ne kadar doğru söylesek de sen bize inanmazsın dediler.

Yusufun kardeşleri, babalan Yukaba dediler ki: "Ey babamız, biz ok atma yarışı yapmak için gitmiştik. Yusufu da elbiselerimizin ve diğer eşyamızın yanına bırakmıştık'. Ne yazık ki biz gittikten sonra kurt gelip onu yemiş. Biz şimdi doğruyu söylesek de sen bize inanmazsın".

18

Yusufun gömleğine başka bir kan bulaştırarak getirdiler. Yakub: "Bilakis nefsiniz size başka bir şeyi hoş gösterdi. Artık bana düşen, güzelce bir sabır. İddialarınız karşısında ancak Allah’tan yardım istenir" dedi.

Mücahid Süddî ve diğer âlimlerden, bu âyetin izahında şunları söyledikleri nakledilmektedir: "Yusufun kardeşleri onu kuyuya attıktan sonra onu, kurdun yediğini ispat edebilmek için bir kuzu kesmiş ve Yusufun elbiselerini onun kanına bulamışlardı. Fakat onlar, gömleği ve diğer elbiseleri bazı yerlerinden yırtmayı akıl edememişlerdi. Hazret-i Yakub, kana bulanmış elbiseleri görünce: "Eğer onu kurt yemiş olsaydı elbiselerini yırtardı, ben böyle yumuşak huylu kurt görmedim. Belki de siz, başka bir tuzak kurdunuz" demiş ve Allah'ın yardımına sığınmıştır.

19

Bir kafile geldi. Sucularını kuyuya gönderdiler. Sucu kovasını kuyuya sarkıttı. Kovayı çekerken, Yusufun kovaya sımsıkı sarılmış olduğunu görünce "Müjde, işte bir oğlan" diye bağırdı. Yusufu bir ticaret malı gibi gizlediler. Halbuki Allah, yaptıklarını çok iyi bilir.

Kardeşleri Yusufu kuyuya atıp gittikten sonra oraya bir kervan geldi. Sucularını gönderip kuyudan su getirmelerini istediler. Sucuları kovayı uzatınca, Yusuf kovaya yapıştı. Sucu kovayı çekip yukarı çıkarınca Yusufu gördü ve: "Müjde, işte bir oğlan çocuk" diye bağırdı. Kuyudan çıkan Yusufu gören kervancılardan bir kısmı, diğerlerinin de kendilerine ortak olmamaları için onun ne olduğunu söylemediler ve dediler ki: "Bu bir eşyadır. Bunu bize, kuyunun sahipleri götürüp satmamız için verdiler." Halbuki Allah, Yusufun kardeşlerinin ve onu satın alanların ne yaptıklarını çok iyi bilmekteydi.

* Bazı müfessirler, Yusufun hür bir insan olduğunu gizleyerek onun, satılık bir köle olduğunu, Yusufun da gerçeği söylediği takdirde, kardeşlerinin, kendisini öldüreceklerinden korkarak ses çıkarmadığını söylemişlerdir. Taberi

birinci görüşü tercih etmiştir.

20

Yusufu, düşük fiyatla birkaç dirheme sattılar. Bunlar, Yusufu satma hususunda cömert davrandılar.

İbn-i Abbas, Mücahid ve Dehhak'a göre Yusufu az bir paraya satanlar, onun kardeşleridir.

Taberi de bu görüşü tercih etmektedir. Zira âyetin sonunda: "Bunlar, Yusufu satma hususunda cömert davrandılar" ifadesi vardır. Bu ifade, onu gözden çıkaran ve kaybolmasını isteyen kardeşlerinin ne pahasına olursa olsun onu satmış olabileceklerini göstermektedir.

Katadeye göre ise Yusufu satanlar kervancılardır. Onu kuyudan çıkarmış fakat gerçek değerini bilemeyerek Mısır yöneticisine değerinden çok az bir pahaya satmışlardır.

Yerleştirdik. Ayrıca ona olayların yorumunu öğretelim diye böyle yaptık. Allah, emrini mutlaka yerine getirendir.

21

Yusufu', Mısırın maliye bakanı olan ve "Aziz" unvanıyla çağırılan "Kıtfir" isimli şahıs satın almış ve evine götürerek karısına şöyle demiştir: "Buna iyi bak. Belki büyüyünce bize faydalı olur veya onu evlat ediniriz".

Allahü teâlâ, Yusufun başından geçenleri bir hikmete binaen takdir ettiğini beyan ederek buyuruyor ki: "Biz onu, hem kardeşlerinin öldürmesinden kurtardık hem de Mısır topraklarında yerleştirdik ve oranın ileri gelen idarecilerinden yaptık. Bir de ona, olayların yorumunu, rüyaların tabirini öğretelim diye böyle yaptık"

22

Yusuf rüşdüne erince, biz ona, doğru hüküm verme kabiliyeti ve faydalı ilimler verdik. İşte iyiliklerde bulunanları da böyle mükâfaatlandırırız.

Âyet-i kerime’de geçen: "Biz ona, doğru hüküm verme kabiliyeti ve faydalı ilimler verdik" ifadesi, "Biz Yusufa Peygamberlik ve ilim verdik". Veya "Biz Yusufa, Peygamber olmadan önce akl-ı Selim ve ilim verdik". Yahut: "Biz Yusufa anlayış kabiliyeti ve ilim verdik" şekillerinde izah edilmiştir.

Âyet-i kerime’nin son bölümü, Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)i teselli etmekte ve gelecekte, İnkârcılar karşısında kuvvetleneceğini bildirerek ona mânevi bir güç vermektedir.

Evet, Allahü teâlâ o gün Hazret-i Yusufu nasıl kardeşlerinin kötülüklerinden korumuş ve onu Mısır ülkesinin idaresinde en yüksek mevkiye getirmişse, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)i de Kureyşliler karşısında kormuuş ve neticede onu, dünyanın en büyük devletlerini sarsan bir devlet kurmaya ve Allah'ın dinini hakim kılmaya muvaffak etmiştir.

23

Yusufu, evinde yaşadığı kadın baştan çıkarmak istedi. Kapıları sıkı sıkıya kapattı "Haydi gel" dedi. Yusuf: "Allah’a sığınırım. Efendim olan kocan bana iyilik yapmıştır. Şüphesiz ki zalimler hiçbir zaman kurtuluşa eremezler" dedi.

Yusufun, evinde bulunduğu Mısır Azizinin hanımı, kapıları kapattı ve Yusufa: "Haydi gel" dedi. Yusuf ise ona: "Beni davet ettiğin şeyden Allah’a sığınırım. O beni korusun. Ayrıca, senin kocan olan efendim bana ikramda bulundu ve bana güvendi. Ben, onun ailesine ihanet edemem. Şüphesiz ki Allah kendisine iyilikte bulunana ihanet eden zalimleri asla kurtuluşa erdirmez" dedi.

24

Şüphesiz ki o kadın, Yusufa yaklaşarak onu baştan çıkarmak istemişti. Eğer Yusuf, rabbinin mucizesini gormeseydi, kadının arzularına uyabilirdi. Yusufu, ihanetten ve fuhuştan alıkoymak için biz ona böyle yaptık. Çünkü o, ihlaslı kullarımızdandı.

Mısır azizinin karısı, Yusufu kendisine celbedecek şekilde davranarak kendisine yaklaşmasını istedi, Yusuf da Allah'ın korkusu ve koruması olmasaydı ona meyletmişti. Allah onu korudu ve mucizesiyle o kadına yaklaşmaktan alıkoydu. Böylece Allah onu kötülükten ve hayasızlığa düşmekten korumuş oldu. Çünkü o, Allah'ın ihlaslı kullarındandi.

25

Yusufla kadın, kapıya doğru birlikte koşuştular. Kadın, Yusufun gömleğini arkadan, boydan boya yırttı. Kapıdayken, kadının kocasıyla karşılaştılar. Kocasını Yusufa karşı kışkırtan kadın: "Ailene kötülük yapmak isteyenin cezası zindana atılmak veya acı bir azaba uğratılmaktan başka ne olabilir" dedi.

Yusuf ile Azizin karısı kapıya doğru koşuştular. Yusuf kadından kaçıyor kadın Yusufu yakalamaya çalışıyordu. Kadın Yusufu yakalamaya çalışırken gömleğini arkadan yırttı. Tam kapının arkasına geldiklerinde karşılarına kadının kocası çıktı. Ka'dın, kocasını görünce, kendisini temize çıkarmak için Yusufu suçlayarak kocasına şöyle dedi: "Senin ailene ihanet etmek isteyenin cezası, zindana atılmaktan veya ağır bir cezaya uğratılmaktan başka ne olabilir?"

26

Bak. Âyet 27.

27

Yusuf: "Beni o baştan çıkarmak istedi" dedi. Kadının akrabasından biri "Eğer Yusufun gömleği ön tarafından yırtılmış ise kadının söyledikleri doğrudur. Yusuf yalancılardandır. Şâyet Yusufun gömleği arkadan yırtılmışsa, kadın yalancıdır, Yusuf doğru söyleyenlerdendir" diye hakemlik etti.

Yusuf, kadın tarafından iftiraya uğradığını açıklayarak şöyle dedi: "Tam aksine o beni baştan çıkarmak istedi". Ayrıca kadının akrabasından bir şahit de şöyle dedi: "Eğer Yusufun gömleği ön tarafından yırtılmışsa, kadın doğru söylüyor, Yusuf yalancılardandır. Zira gömleğinin önden yırtılmış olması, Yusufun saldırdığını gösterir. Şâyet gömleği arkadan yırtılmışsa kadın yalancıdır, Yusuf doğru söylemektedir. Zira gömleğin arkadan yırtılmış olması, kadının onu yakalamak istediğini gösterir"

28

Kadının kocası, Yusufun gömleğinin arkadan yırtıldığını görünce, karısına: "Bu, siz kadınların tuzağındandır. Doğrusu sizin tuzağınız pek büyüktür" dedi.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Mısır Azizinin diliyle, kadınların tuzağının pek bçterolduğunu beyan etmiş, Nisa sûresinin yetmişaltıncı âyetinde ise: "Şüphesiz ki Şeytanın hiylesi zayıftır" buyurmuştur. Bu da, erkekler için kadınların ne büyük bir imtihan vesilesi olduğunu göstermektedir.

Bu hususta Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyurmaktadır:

"Ben, kendimden sonra ümmetimin erkekleri için kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmadım" Buhari, K. en-Nikah, bab: 17/Tirmizi, K. el-Edab, bab: 31, Hadis No: 2780/İbn-i Mace, K. el-Fiten, bab: 9 Hadis No: 3998

29

Yusufa dönerek: "Yusuf, sen bunu kimseye söyleme. "Karısına da: "Sen de işlediğin günahtan dolayı tevbe et. Muhakkak ki sen, günah işleyenlerden oldun" dedi.

Yusufun suçsuz olduğunu anlayan Mısır Azizi, ona, bu olaydan kimseye bahsetmemesini söylemiş, karısına da başka bir ceza tatbik etmeyerek "Sen de işlediğin günahdan dolayı tevbe et. Şüphesiz ki sen, bu hareketinle günah işlemiş oldun" demiştir.

Taberiye göre bu sözleri Yusufa ve Azizin karısına söyleyen kimse, Azizin kendisi değil, daha önce zikredilen, kadının akrabasından olan şahittir. O şahit Yusufa: "Sen bu meseleyi kimseye söyleme" demiş kadına da, kocasından özür dilemesini söylemiştir.

30

Şehirde kadınlar: "Azizin karısı, hizmetçisini baştan çıkarmak istemiş, delikanlının sevgisi kalbine işlemiş. Şüphesiz ki biz onu, apaçık bir sapıklık işinde görüyoruz" dediler.

Mısır şehrinin kadınları, Yusufla Azizin karısının hadisesi duyulunca, Azizin karısı hakkında şöyle dediler: "Büyük bir idareci olan Azizin karısı, hizmetçisini baştan çıkarmak istemiş. Yusufun sevgisi onun kalbine işlemiş. Şüphesiz ki biz, bu kadını, yaptıklarından dolayı apaçık bir sapıklık içinde görüyoruz."

31

Vezirin karısı, şehirdeki kadınların, kendisi hakkındaki dedikodularını duyunca, onları evine davet etti. Onlara koltuklar hazırladı. Geldikleri zaman, ikram ettiği şeyleri yemeleri için, herbirerinin eline bıçak verdi. Ve Yusufa; "Yanlarına çık." dedi. Onlar Yusufu görünce hayretlere düşüp onu yüce bir varlık kabul ettiler. Yiyeceklerini kesecekleri yerde, ellerini kestiler. bu bir beşer değildir, olsa olsa üstün bir Melektir." dediler.

Allahü teâlâ Hazret-i Yusufu çok güzel bir simada yaratmıştır. Mısırlı kadınlar onu görünce onun bir insan olmadığını düşünerek: "Hâşâ, bu beşer değil, olsa olsa üstün bir Melektir." demişlerdir.

Peygamber efendimiz, Miraca çıktığında Hazret-i Yüsufla görüştüğünü söylemiş ve şöyle buyurmuştur:

"Bize üçüncü göğün kapısı açıldı. Bir de ne göreyim, Yusuf aleyhisselam karşımda. Meğer ona dünya güzelliğinin yarısı verilmiştir. Müslim, K. el-İman, bab: 259. Hadis No: 162/Ahmed b. Hanbel, Müsııcd, c.35.148, 286

32

Vezirin karısı şöyle dedi: "Beni ayıplayarak hakkımda dedikodu yaptığınız delikanlı işte budur. Onun, benim olmasını istedim. Fakat kabul etmedi, iffetini korudu. Yemin olsun ki emrettiklerimi yapmazsa, muhakkak ki zindana atılacak ve aşağılanmışlardan olacaktır."

Bütün bu olup bitenlerden sonra Azizin karısı yine de aklına koyduğunu yapmaya çalışmış, Yusufun, teklifini kabul etmemesi halinde onu zindana attıracağını ve zillete düşüreceğini söyleyerek tehdit etmiştir. Fakat Hazret-i Yusuf bütün bu tehditlere rağmen Şeytana uymamış, nefsine hakim olmasını bilmiş namus ve şerefiyle zindanda yaşamayı tercih etmiş ve Allah’a yönelerek şöyle niyazda bulunmuştur:

33

Yusuf şöyle dedi: "Ey rabbim, zindan benim için, bunların teklif ettiklerinden daha iyidir. Eğer tuzaklarını benden uzaklaştirmazsan onlara uyar ve cahillerden olurum."

Evet, Hazret-i Yusuf, serbest olarak hayasızca yaşamaktansa, zindanda mahkum yaşamayı tercih etmiştir. Böylece, hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde, arşin gölgesinde gölgelenecek olan yedi sınıftan birine misal olmuştur.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu yedi sınıfı açıklayan bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyurmuştur:

"Yedi kimse vardır ki hiçbir gölgenin bulunmadığı sadece Allah'ın gölgesinin bulunduğu bir günde, Allah onları kendi özel gölgesinde gölgelendirecektir. Bunlar, âdil olan hükümdar, rabbine ibadet ederek yetişen genç, kalbi Mescitlere bağlı olan kişi, Allah için birbirini seven ve Allah için biraraya gelip ve Allah için birbirlerinden ayrılan iki kişi, asalet ve güzellik sahibi bir kadın kendisini davet ettiği halde: "Ben, Allah’tan korkarım." diyerek onu reddeden kişi, sadaka verirken sağ elinin verdiğini sol eline hissettirmeyecek şekilde gizlice sadaka veren kişi ve kimsenin olmadığı yerde Allah’ı anarak gözlerinden yaş döken kişidir. Buhari, K. el-Ezan, bab: 36, K. ez-Zekât, bab: 16/Müslim, K. ez-Zekat bab: 91, Hadis No: 1031/Tirmizî, K. ez-Zühd, bab: 53. Hadis No: 2391

34

Rabbi, Yusufun duasını kabul etti ve kadınların tuzağını ondan uzaklaştırdı. Şüphesiz ki Allah, herşeyi çok iyi işitendir, çok iyi bilendir.

Yusuf aleyhisselam rabbine ihlasla ve samimiyetle dua etmiş o da duasını kabul etmiştir. Allah’a samimiyetle dua edildiği takdirde bu duanın kabul edileceği, diğer bir âyette şöyle beyan ediliyor: "Bana dua edin ki duanızı kabul edeyim..." Mü’min Sûresi, âyet: 60

35

Sonra kadının tarafları, Yusufun suçsuz olduğunu gösteren delilleri görmelerine rağmen, yine de, onu bir müddet zindana atmayı uygun buldular.

Mısır veziri ve kendileriyle istişarede bulunan diğer kişiler, gömleğin arkadan yırtılması ve benzeri, Yusufun suçsuzluğunu gösteren delilleri görmelerine rağmen yine de belli bir süre için Yusufu zindana atmayı uygun gördüler.

Süddî, vezir ve adamlarının, Yusuf aleyhisselamı herşeye rağmen hapsetmek istemelerinin sebebinin, vezirin karısı hakkında çıkan söylentileri susturmak olduğunu söylemişlerdir.

36

Yusufla beraber zindana iki genç daha girdi. .Onlardan biri Yusufa: "Rüyamda kendimi, şaraplık üzüm sıkarken gördüm." dedi. Diğeri de: "Ben de kendimi, başımda ekmek taşıyor ve kuşlar da ondan yiyor gördüm. Bize, bu gördüklerimizin tabirini yap. Şüphesiz ki biz seni, iyilik yapanlardan görüyoruz." dediler.

Yusufla beraber zindana iki genç daha girmişti. Bu gençlerden birinin, Kralın içki sunucusu, diğerinin ise fırıncısı olduğu zikredilmiş bunların hapsedilme sebebinin de, Kralın, kendisini zehirlemelerinden şüphe etmesi hadisesi olduğu Rivâyet edilmiştir.

Yusuf aleyhisselam, kendisiyle birlikte hapiste bulunanlara çok iyi muamele yapıyor, hasta olanların başından ayrılmıyor, onlara gereken yardımı yapıyordu. Bu sebeple arkadaşları arasında itibar edilir olmuştu. Kral tarafından hapsedilen iki genç te, kendisine itimat ettikleri için, gördükleri rüyaların tabirini Yusuftan istemişlerdi. Veya bu gençler gerçekte rüya görmemişler, sırf Yusufu imtihan etmek için böyle birer rüya uydurmuşlardı. Yusuf rüyaları tabir edince bunların gerçek rüyalar olmadıklarını söylemişler, Yusuf ise, kendileri hakkında yaptığı tabirin aynen çıkacağını söylemiş ve sonuç ta aynen çıkmıştır.

37

Yusuf onlara şöyle dedi: "Gönderilen yemekler size uluşmadan, onun tabirini size bildireceğim. Bu, rabbimin bana öğrettiği ilimlerdendir. Ben, Allah’a iman etmeyen, âhireti inkâr eden bir kavmin dininden uzaklaştım."

Müfessirler bu âyet-i kerime’yi farklı şekillerde izah etmişlerdir. Yukarıda verilen meal, bu izah şekillerinden biridir. Diğer bir izah şekline göre ise, âyetin mânâsı şöyledir: "Rüyanızda herhangi bir yemek görseniz, o yemeğin neyi ifade ettiğini, henüz olay meydana çıkmadan ben onu size söylerim. Bu bana, rabbimin öğretmiş olduğu ilimlerdendir. Zira ben, Allah’a iman etmeyen bir topluluğun dininden uzaklaştım. Onlar, âhireti de inkâr eden bir topluluktu.

Yusuf aleyhisselam bunları söylerken, kendisinin bir kâhin olmadığını ve bu hususta kendisine özel bir ilim verildiğini ve bu özel ilim sayesinde rüyaları tabir ettiğini vurgulamak istemiştir.

Başka bir görüşe göre ise âyetin izahı şöyledir: Dünyada size herhangi bir yemek gönderilmeden önce, onun ne gibi bir yemek olduğunu bilir ve size haber veririm. Rabbim tarafından bana bunlan bilme ilmi verilmiştir. Zira ben, Allah’a iman etmeyen bin topluluğun diniden uzaklaştım. Onlar, âhireti de inkâr eden bir topluluktu.

Rivâyet edildiğine göre, Mısır Kralı, mahkumlardan, öldürmek istediği kişiye zehirli bir yemek gönderir ve onu öldürtürdü. İşte Yusuf aleyhisselam, o iki mahkum arkadaşına, bu çeşit yemeklerin mahiyetini bilebileceğim ve onlara anlatabileceğini söylemek istemiştir.

Yusuf aleyhisselamin, rüyalarını tabir ettirmek isteyen bu arkadaşlarına, rüyalarının tabirini hemen söylemeyerek önce, Allah'ın, kendisine özel bir ilim verdiğini ve kendisinin tevhiçl inancına sahip olduğunu, insanların da böyle olmaları gerektiğini söylemesi ise şöyle izah edilmiştir: Yusuf aleyhisselam, rüyayı tabir ettirenlerden birinin, Kral tarafından asılarak öldürüleceğini bildiği için rüyaları hemen tabir etmeyip ortamı hazırlamış, kendisinin sağlam bir bilgiye sahip olduğunu anlatmış ve ölecek olan kişinin, tevhid inancını kabul ettikten sonra ölmesini istemiş ve bunun için de, rüyayı tabir etmeden önce, zikredilen sözleri söylemiştir.

38

Ben atalarım, İbrahim, İshak ve Yakubun dinine sarıldım. Herhangi birşeyi Allah’a ortak koşmak bize yakışmazdı. Bu, Allah'ın bize ve insanlara bir lütfudur. Fakat insanların çoğu yine de şükretmezler.

Yusuf aleyhisselam bu âyet-i kerime’de, İnkârcıların ve Allah’a ortak koşanların dininden uzak durduğunu, Peygamber olan atalarının yolunu tuttuğunu, bu yoldan gidecek olan herkesin de doğru yolu bulmuş olacağını, bilmediği şeylerin de kendisine öğretileceğini ve iyilikte insanların rehberi olacağını beyan etmiştir. Fakat insanların çoğunun bundan gafil olduklarını, Allah'ın lütfuna karşı ona şükredecekleri yerde nankörlük edip haktan saptıklarını, muhatabı olan gençlerin de bunlardan ibret almaları gerektiğini açıklamaktadır.

39

Ey zindan arkadaşlarım, birbirlerinden ayrı uydurma rabler mi hayırlı yoksa bir ve herşeye galip olan Allah mı?

Ey hapis arkadaşlarım, hiçbir zarar veya menfaat vermeye gücü yetmeyen, çeşitli uydurma rablere tapmak mı hayırlıdır yoksa bir olan ve herşeyi kahretme gücüne sahip olan Allah’a ibadet etmek mi daha hayırlıdır?

*Görüldüğü gibi Yusuf aleyhisselam burada hapishane arkadaşlarını açıkça tevhid inancına davet ediyor. Bundan sonra gelen âyette de, onların dinlerinin kendileri ve ataları tarafından uydurulmuş efsaneler olduğunu söylüyor.

40

Allah’ı bırakarak taptığınız ilâhlar, sizin ve babalarınızın isimlendirdiği putlardan başka birşey değildir. Allah, onların, ilâh diye isimlendirilmelerine dair hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’ındır. O, ancak kendisine ibadet etmemizi emretti. Doğru din işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.

Sizin, Allah’ı bırakıp ta kendilerine tapmış olduğunuz heykeller, sizlerin ve atalarınızın, rabler ve ilâhlar edindiğiniz bir takım âciz varlıklardır. Allah, bunların ilâh diye isimlendirilmesine dair herhangi bir delil indirmemiş, fakat onları siz kendiniz uydurmuşsunuzdur. Hüküm verme ve tasarrufta bulunma sadece Allah’a aittir. Aciz varlıkların böyle bir yetkisi yoktur. Mutlak hüküm sahibi olan Allah, ancak kendisine kulluk etmenizi emretmiştir. Fakat insanların çoğu bu gerçeği bilmezler. Tevhid inancını bırakıp başka yollara saparlar.

41

Ey zindan arkadaşlarım, biriniz efendisine içki sunacak diğeriniz ise asılacak ve kuşlar başından yiyecektir. Sorduğunuz mesele artık olup bitmiştir.

Ey iki zindan arkadaşım, rüyasında üzümü sıkarak içki yaptığını göreniniz, zindandan çıkacak Krala içki sunacak, Başının üzerinde ekmek taşıdığını ve kuşların gelip o ekmekten yediğini göreniniz ise idam edilecek ve kuşlar gelip onun başından yiyecektir. Bana sormuş olduğunuz olay aynen böyle çıkacaktır: "Biz bu rüyayı gerçekten görmüştük veya görmemiştik." demeniz neticeyi değiştirmeyecektir.

42

Yusuf, iki gençten, zindandan kurtulacağını umduğuna: "Efendinin yanında benden söz et." dedi. Şeytan ona, efendisinin huzurunda Yusufu hatırlatmayı unutturdu. Yusuf birkaç yıl daha zindanda kaldı.

Yusuf iki zindan arkadaşından, zindandan çıkıp kurtulacağına kanaat getirdiği kişiye şöyle dedi: "Benim, suçsuz olduğum halde zindana atıldığımı Krala hatırlat. "Fakat Şeytan, zindandan kurtulan bu kişiye, Krala, Yusuftan söz etmeyi unutturdu. Böylece Yusuf zindanda birkaç yıl daha kaldı.

Anlaşılıyor ki Yusuf aleyhisselam zindana atılırken Kral yanıltılmıştır. Ve, Hazret-i Yusuf, durumunun ona hatırlatılması halinde hatasını anlayacağını ümit etmektedir. Bu sebepledir ki Hazret-i Yusuf zindandan çıkan arkadaşına: "Efendinin yanında beni hatırlat." demiştir. Fakat Allahü teâlânın hikmeti icabından olarak, Şeytan o kişiye Hazret-i Yusuftan söz etmeyi unutturmuştur. Böylece, Yusuf aleyhisselamın suçsuzluğunun anlaşılmasıyla zindandan çıkarılması, birkaç yıl daha geri kalmıştır. Bu sürenin ne kadar olduğu âyette açıkça belirtilmemektedir. Bu müddetin, üç, beş, yedi veya dokuz yıl olduğuna dair görüşler ileri sürülmüşse de, kaç yıl olduğu tam olarak bilinememektedir. Taberi, yedi yıl diyen görüşü tercih etmiştir.

43

Hükümdar: "Ben rüyamda yedi semiz ineği, yedi zayıf ineğin yediğini, yedi yeşil başak ve bir o kadar da kuru başak gördüm. Ey ileri gelenler, eğer rüya tabirini biliyorsanız bu rüyamı tabir ediniz." dedi.

Mısır hükümdarı, etrafında bulunan kimselere şöyle dedi: "Ben rüyamda pördümki yedi tane zayıf sığır, yine yedi adet besili sığın yiyor. Yine yedi adet vesil başak, yedi' adet de kuru başak gördüm. Ey ileri gelenler, eğer rüya tabirinden anlıyorsanız bu rüyamın tabirin bana söyleyin. Zira ben bu rüyamdan korktum."

*Hazret-i Yusufun zindandan çıkma zamanı gelince, Allahü teâlâ onun için bir sebap yaratıyor ve ülkenin hükümdarı dikkat çekici bir rüya görüyor. Rüyasını önce etrafında bulunan güvendiği kişilere söyleyerek tabir etmelerini istiyor fakat onlar, bu rüyayı tabir etmekten âciz kalıyor ve şöyle diyorlar:

44

Onlar da: "Bunlar, karışık rüyalardır. Biz, böyle rüyaların tabirini bilmeyiz." dediler.

Hükümdarın etrafında bulunan kişiler ona şu cevabı verdiler: "Senin bu gördüğün şeyler, birtakım karışık ve aldatıcı rüyalardır. Biz, böyle şeylerin yorumunu bilmiyoruz."

Hükümdarın ileri gelen adamları rüyanı tabiri konusunda ona bu cevabı verdiklerinde, Hazret-i Yusufun, zindanda kendisiyle beraber olduğu arkadaşı Yusufu hatırlamış, bu rüyayı ancak onun tabir edebileceğini düşünmüş ve gidip zindanda onunla konuşmayı teklif etmiştir.

Alimler, rüya hakkında çeşitli bilgiler vermiş ve onun üç kısma ayrıldığını söylemişlerdir.

Birincisi: Allah tarafından kişiye uyku esnasında ilham edilen ve o kişinin geleceğiyle alakalı olan telkinlerdir. Asıl rüya işte budur.

İkincisi: Kişiye uyku esnasında gelen Şeytani bir telkindir. Buna, karışık rüyalar, denir.

Üçüncü: Kişinin bizzat kendi nefsinden kaynaklanan vesveselerdir Bkz. Buhari, K. et-Ta'bir, bab: 26 Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) rüya hakkında bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyurmaktadır:

"Güzel rüya Allah tarafındandir. Sizden kim, hoşuna giden bir rüya görecek olursa onu sadece sevdiği bir kimseye anlatsın. Kim de hoşuna gitmeyen bir rüya görecek olsa onun ve Şeytanın şerrinden Allah’a sığınsın. Üç kere (sol tarafına) tükürsün. Onu kimseye anlatmasın. Böyle yaptığı takdirde o rüya ona asla zarar veremeyecektir. Buhari, K. et-Tu'bir, bab: 46

45

Yusufun, zindandaki iki arkadaşından, kurtulanı, aradan uzun bir zaman geçtikten sonra birgün Vusufu hatırlayarak: "Rüyanın tabirini ben yaptırayım, beni, rüya tabir eden biri var ona yollayın." dedi.

Yusufun, zindandaki iki arkadaşından, zindandan kurtulanı, aradan uzun bir müddet geçtikten sonra, hükümdarın gördüğü rüya üzerine Yusufu hatırladı. Ve hükümdarın rüyasını da ona tabir ettirmek istedi ve onlardan, kendisini, Yusufun yanına göndermelerini istedi. Yusufun yanına varıp şöyle dedi:

46

Ey Yusuf, ey doğru sözlü kişi, rüyada görülen yedi semiz ineği, yedi zayıf ineğin yemesi, yedi yeşil başak ve bir o kadar da kuru başak ne demek? Bize tabir et. Umarım ki yaptığın tabiri insanlara götürünce ne demek olduğunu anlarlar." dedi.

Mısır hükümdarı, Hazret-i Yusufun, zindandan çıkan arkadaşını ona gönderdi. Bu kişi zindana varıp Yusufu gördü ve şöyle dedi:

Ey Yusuf, ey özü sözü doğru olan kişi, şu rüyayı tabir eder misin? Rüyada yedi besili sığın yedi zayıf sığır yiyor, yedi yeşil başak yedi de kuru başak görülüyor. Bunun tabiri nedir? Sen bunu bana izah edersen ben de gidip insanlara açıklayabilirim. Onlar da böylece bu rüyanın bana izah edersen ben de gidip insanlara açıklayabilirim. Onlar da böylece bu rüyanın tabirini öğrenmiş olurlar."

Bunun üzerine Yusuf (aleyhisselam), tabiinden âciz kaldıkları rüyayı yorumlayarak şöyle dedi: "

47

Yusuf şöyle dedi: "Siz, âdetiniz olduğu üzere yedi yıl ekin ekeceksiniz. Yiyeceğiniz az bir miktar hariç, diğerlerini başağında bırakın.

Yusuf şöyle dedi: "Daha önce ektiğiniz gibi bundan sunra da âdetiniz üzere yine yedi sene ekin ekeceksiniz. Ektiğiniz ekinlerden elde ettiğiniz mahsullerin, yediğiniz az bir miktarın dışında kalanını, zayi olmaktan korumak için başağının içinde bırakın."

Bazı âlimler, bu âyet-i kerime’yi şöyle izah etmişlerdir: "Yedi sene peşpeşe ekin ekmelisiniz. Bu ekinlerden, yiyebileceğiniz az bir miktarın dışında kalanını, başaklan içinde bırakarak depolayın."

Yusuf aleyhisselam, âyet-i kerime’de ifade edildiği gibi, ekinlerin, başaklan içinde muhafaza edilmelerini tavsiye etmiştir. Zira, ekinlerin, başaklan içinde bekletilmesi, onların, uzun zaman muhafaza edilmeleri bakımından çok önemlidir.

48

Sonra bunun ardından yedi yıl kıtlık olacak. Sakladığınız az bir miktar hariç, biriktirdiğiniz bütün mahsulleri yeyip bitirecek.

Sonra o bolluk yıllarının arkasından yedi kurak sene gelecek, daha önce biriktirdiklerinizi yeyip bitirecek. Biriktirdiğiniz mahsullerden çok az bir miktar kalacak.

İşte rüyada görülen yedi cılız inek te bu yedi kıtlık senesine işarettir. Bu cılız ineklerin, besili inekleri yemesi, anlaşıldığı gibi, bolluk senesinin ürünlerinin bu kıtlık seneleri süresince yenilip bitirilmesidir.

49

Bu kıtlık yıllarının ardından, insanların yağmur göreceği bereketli bir yıl gelecek. O zaman insanlar, çeşitli ürünleri sıkıp faydalanacaklar."

Geçirilen bu kıtlık yıllarından sonra, bol yağmurların yağdığı bir yıl gelecek, o yılda insanlar, zeytin, üzüm, şekerkamışı gibi çeşitli mahsulleri sıkıp yağ ve sularından faydalanacaklar.

Yusuf aleyhisselamın haber verdiği bu son bir yıl'a, hükümdarın rüyasında bir işaret yoktur, yusuf aleyhisselam bunu bir Peygamber olarak, Allah'ın, kendisine bildirdiği bir gayb haberi olarak anlatmaktadır.

50

Hükümdar: "Yusufu buraya getirin." dedi. Hükümdarın elçisi Yusufa gelince Yusuf ona: "Efendine git, ellerini bıçakla kesen o kadınlar ne istiyordu?" diye sor, Şüphesiz ki rabbim, o kadınların tuzağını çok iyi bilendir." dedi.

Mısır hükümdarı, rüyanın, Yusuf tarafından tabir edilme şeklîni duyunca: "Yusufu bana getirin." dedi. Hükümdarın elçisi Yusufun yanına varınca Yusuf ona dedi ki: "Efendine git. Ellerini bıçakla kesen o kadınların, Özellikle beni özindana attıran kadının maksadı neydi?" diye sor. Şüphesiz ki rabbim olan Allah, bu kadınların tuzağını çok iyi bilmektedir. Ve onlara, layık oldukları cezayı verecektin" dedi.

51

Hükümdar kadınlara sordu: "Yusufu baştan çıkarmak istemekteki maksadınız neydi? Kadınlar: "Hâşâ biz ondan bir kötülük görmedik." dediler. O zaman Azizin karısı: "Şimdi gerçek ortaya çıktı. Ben onu baştar çıkarmak istemiştim. Şüphesiz ki o, doğru söyleyenlerdendir." dedi.

*Görüldüğü gibi yıllar sonra da olsa Yusuf aleyhisselamın suçsuz olduğu ortaya çıkmış, vezirin karısı bizzat hükümdarın huzurunda, suçun kendisinde olduğunu itiraf etmiş, Yusufun iffetli bir kimse olduğunu ve ekmeğini yediği efendisine ihanet etmediğini açıklamıştır.

52

Yusuf dedi ki: "Bu, (Hemen zindandan çıkmayıp diretmem) Azizin gıyabında kendisine ihanette bulunmadığımı ve Allah'ın, hainlerin tuzağını başarıya ulaştırmayacağını bilmesi içindir.

53

Ben, nefsimi temize çıkarmak istemem. Çünkü nefis, şüphesiz ki çokça kötülüğü emredendir. Ancak, rabbimin merhamet ettiği müstesnadır. Şüphesiz ki rabbim, çok affeden, çok merhamet edendir.

Bu iki âyet-i kerime’deki ifadenin, Hazret-i Yusufa mı yoksa vezirin karısına mı ait olduğu hakkınca iki görüş vardır.

Mücahid, Sa'd b. Cübeyr, İkrime, Dehhak, Hasan-ı Basrî ve Katade'ye göre bu ifadeler Hazret-i Yusufa aittir. Taberi de bu görüşü tercih etmiştir. Bunlar, bir önceki âyetin ifadesinin, vezirin karısına ait olmasının bu iki âyetteki ifadenin de Hazret-i Yusufa ait olmasına mani olamayacağını söylemişlerdir. Zira âyetlerdeki ifadelerden herbirinin kime ait olduğu dolayılı olarak ta olsa anlaşılmaktadır. Bunların görüşüne göre âyetin izahı şöyledir:

Vezirin karısının itiraflarından sonra Yusuf şöyle dedi: "Ben hemen zindandan çıkmayıp, olayın, kadınlardan sorulup açıldığa kavuşturulmasını istedim ki, vezir, evinde bulunmadığı bir sırada ona ihanet etmediğimi ve Allah'ın, hainlerin tuzağını başarıya ulaştırmayacağını bilmiş olsun. Ben nefsimi her türlü hata ve kusurlardan temize çıkarmek için söylemiyorum. Zira nefis muhakkak ki kötülükleri çok emredendir. Ancak rabbimin merhamet ederek korudukları hariçtir. Zira rabbim çok affeden ve çok merhamet edendir."

Diğer bir görüşe göre bu iki âyette zikredilen ifade, vezirin karısına aittir. Zira bunlardan önceki âyette, vezirin karısının konuştukları zikredilmektedir. Bu âyetlerdeki ifadeleri de aynı konuşmanın devamı saymak, ifadelerin birbirini takibindeki sıralamaya daha uygundur. İbn-i Kesir bu görüşü tercih etmiştir. Bu görüşe göre de bu iki âyetin izahı şöyledir:

"Vezirin karısı sözlerine devamla şöyle dedi: "Benim bu itirafta bulunmamın sebebi: Kocamın bulunmadığı bir zamanda fiilen bir ihanette bulunmadığımı, sadece bu genci davet ettiğimi, onun da bundan çekindiğini bilsin. Bir de Allah'ın, hainlerin tuzağını başarıya eriştirmeyeceğini anlasın. Ben, nefsimi temize çıkarmak istemiyorum. Zira nefis, şüphesiz çok kötülüğü emredendir. Benim, Yusufu davetim bundan dolayı oldu. Rabbimin merhamet ederek himaye ettiği nefisler müstesnadır. Şüphesiz ki rabbim, çokça affeden ve merhamet edender.

54

Hükümdar Yusufun suçsuz olduğunu anlayınca: "Onu huzuruma getirin, onu maiyetime alayım." dedi. Yusuf onunla konuşunca hükümdar Yusufa: "Bugün senin, bizim yanımızda mühim bir yerin vardır. Sen, emin bir kimsesin." dedi.

Misır hükümdan, Yusuf aleyhisselamın suçsuz olduğunu, ilmine ve ahlakına güvenilir bir kimse olduğunu anlayınca, onun, kendisi için faydalı bir kimse olduğu kanaatine varmış ve adamlarına şöyle demiştir: "Yusufu yanıma getirin ben onu maiyetime alayım, özel adamlarından olsun."

Hükümdarın adamları Yusuf aleyhisselamı getirdiler. Hükümdar onunla konuşunca onun şahsiyetini takdir etti ve ona: "Artık sen, bugünden itibaren bizim yanımızda büyük bir mevki sahibi ve kendisine güvenilir birisin." dedi.

55

Yusuf hükümdara: "Beni, ülkenin hazinelerinin başına getir. Çünkü ben, iyi muhafaza eden ve iyi bilen birisiyim." dedi.

Hazret-i Yusufun, Mısır hükümdarından vazife istemesi, Peygamber olması hasebiyle insanları kendisi yönettiği takdirde onları hak yola götüreceği inanandandır. Bu istek bir makam hırsı olmayıp, üzerine düşen bir görevi yerine getirmektir.

Âyet-i kerime’nin sonunda, Yusuf aleyhisselamın: "Çünkü ben iyi muhafaza eden ve iyi bilen biriyim." demesi, kendisini övmek değil, tanımayanlara kendisini tanıtmak içindir.

56

Böylece biz Yusufu, yeryüzünde mevki sahibi kıldık. Yusuf artık dilediği yerde kalabiliyordu. Biz, merhametimizi dilediğimize veririz. İyilik edenlerin mükâfaatını asla zayi etmeyiz.

Âyet-i kerime’de, Yusuf aleyhisselamın vazife istemesi karşısında hükümdarın ona ne gibi bir vazife verdiği açıklanmamaktadır. Ancak bu surenin yetmişsekizinci âyetinde, Yusuf aleyhisselamın, kardeşleri kendisini tanımadıkları halde ona: "Ey Aziz, bunun oldukça yaşlı bir babası var. diye hitab etmişlerdir. Buradan anlaşılmaktadır ki Yusuf aleyhisselam, Mısırın veziridir. Hükümdar ona vezirlik vermiştir. İbn-i İshak ise, Yusuf aleyhisselamm, Mısırın veziri olan "Kıtfîr"in ölümünden sonra onun hammiyla evlendiğini, bu evlilikten iki çocuğunun olduğunu ve Yusuf aleyhisselamm, Mısır hükümdarı tarafından vezir tayin edildiğini rivâyet etmektedir.

57

İman edip Allah’tan korkanlar için, âhiretin mükâfaati elbette daha hayırlıdır.

Allah’a ve âhiret günü ne iman edip, cezalandırmasından korkarak ona ittat edenler için âhirette verilecek olan mükâfaat, bu dünyada verilen nimetlerden daha hayırlıdır. Bu sebeple Yusufa âhirette daha hayırlı nimetler verilecektir.

58

Yusuf un kardeşleri yiyecek temini için Mısıra varıp Yusufun huzuruna çıkınca Yusuf kardeşlerini tanıdı amma onlar Yusufu tanımadılar.

İbn-i İshak, Süddî ve diğer müfessirler, Yusuf aleyhisselamın kardeşlerinin Mısıra gelişlerini şöyle izah etmişlerdir:

Kardeşlerinin, Yusuf aleyhisselamı kuyuya atmalarından sonra, aradan yıllar geçmişti. Yusuf aleyhisselam Mısıra vezir olmuş, Mısır hükümdarının rüyasında gördüğü gibi yedi yıl bolluk olmuş ondan sonra da kıtlık yılları gelmişti. Yusuf aleyhisselam, bolluk yıllarında tedbir alarak kıtlık yıllan için hububat depo etmişti. Bu sebeple kendi ülkesinin ihtiyaçlarını karşıladığı gibi diğer ülkelerden gelen insanlara da, kişi başına bir deve yükü olmak üzere gıda maddeleri satıyordu. Kenan ilinde oturan Yakub aleyhisselamın oğulları da bu durumu duymuş onlar da ihtiyaçları olan gıda maddelerini almak üzere Mısıra gelmişlerdi. Bunlar, Yusuf aleyhisselamın huzuruna girdiklerinde, Yusuf aleyhisselam onları tanımış fakat kardeşleri onu tanıyamamışlardı. Zira Yusuf aleyhisselam kuyuya atılırken henüz çocuk denecek bir yaştaydı. Ayrıca kardeşleri Yusuf aleyhisselamın sağ kalıp böyle bir mevkiye erişebileceğini de hiç düşünmemişlerdi.

59

Yusuf yüklerini hazırlatınca onlara şöyle dedi: "Bir daha gelişinizde, baba bir kardeşinizi de bana geterin. Görmüyor musunuz? ben, ölçüyü bol tutuyorum. Misafirlere ikram edenlerin hayırlısıyım." dedi.

Yusuf aleyhisselamın kardeşleri yanına gelince, Yusuf aleyhisselam onlara, niçin geldikelrini sormuş, onlara, casusluk yapabileceklerini ihsas ettirmiş, bunun üzerine kardeşleri, kendileri hakkında düşünülebilecek şüpheleri bertaraf etmek için, kimin oğulları olduklarını, kaç kardeşleri bulunduğunu izah etmişler, bunun üzerine Yusuf aleyhisselam, bir daha geldiklerinde üvey kardeşleri olan ve aslında Yusuf aleyhisselamın ana bir öz kardeşi olan Bünyamini de getirmelerini istemiş, bunun için onları hem teşvik etmiş hem de getirmedikleri takdirde ne yapacağını açıklayarak şöyle demiştir.

60

Eğer onu bana getirmezseniz, artık benden size bir ölçek bile yok. O zaman bana yakın olmayın."

Eğer sizin, baba bir kardeşiniz olan Bünyamini getirmeyecek olursanız size ölçüp verebileceğim hiçbirşey yoktur. Memleketime de yaklaşmayın.

61

Yusufa kardeşleri: "Babasını ikna etmeye çalışacağız. Bu hususta elimizden geleni yapacağız." dediler.

Yusufun kardeşleri şu cevabı vermişlerdir: "O kardeşimizi babamız yanından ayırmak -istemez. Fakat biz kendisini ikna etmeye çalışacağız. Zannediyoruz bunda muvaffak ta oluruz."

62

Kardeşleri, ülkelerine dönme hazırlığına başlayınca, Yusuf, adamlarına: "Satın alınan malların bedellerini yüklerine koyun, belki ailelerine döndüklerinde bunu anlarlar da tekrar gelirler." dedi.

Yusuf aleyhisselam bunu yapmakla, kardeşlerinin, ülkelerine döndükten sonra gıda maddeleri almak için tekrar geri donup gelmelerini sağlamak istiyordu. Bu onların tekrar dönmeleri için bir teşvikti. Zira onlarla tanışması ve artık olayın aydınlığa kavuşması için tekrar gelmelerini istiyordu.

63

Babalarına dönünce: "Ey babamız, bize yiyecek verilmesi yasak edildi. Kardeşimizi de bizimle gönder ki, yiyecek maddelerini alabilelim. Şüphesiz ki biz, onu koruruz." dediler.

Yusuf aleyhisselamın kardeşleri,- Mısırdan memleketlerine döndüklerinde, babalarına, kendilerine bundan böyle zahire verilmeyeceğini söyleyerek söze başlamışlar, sanki bu sefer de boş gelmişler intibaı ile konuşmuşlardı. Bunun sebebi de kardeşleri Bünyamini babalarından istemeye yüzlerinin olmamasındandı. Zira daha önce Yusufu da götürmüşler fakat geri getirmemişlerdi. Bu sebeple önce böyle bir giriş yapmışlar, arkasından da, kardeşleri Bünyaminin de gönderilmesi halinde kendilerine yiyecek maddeleri verileceğini söylemişlerdir.

Oğullarının, bu sefer de Bünyamini götürmek istemeleri ve onu koruyacaklarına dair kesin söz vermelerine rağmen, Yakub aleyhisselam, oğullarına itimatsızlığını hissettirerek şöyle demiştir:

64

Yakub onlara şöyle dedi: "Ben bu oğlumu, daha önce size Yusufu emanet ettiğim gibi mi emanet edeyim? Koruyucu olarak Allah daha hayırlıdır. Çünkü o, merhametlilerin en merhametîisidir." dedi.

Yakub aleyhisselam, oğullarına, daha önce Yusuf için de, onu koruyacaklarına dair vaadlerde bulunup fakat onu korumadıklarını söylüyor ve neticede Allah’a sığınarak, onun himaye ve merhametini diliyor. Bu son ifadeden anlaşılıyor ki Yakub aleyhisselam kendisini, oğlu Bünyamini de kardeşlerine teslim etme mecburiyetini hissediyor ve bunun için Allah'ın himayesini diliyor ve bir sonra gelen âyette zikredilen belli birtakım şartları da öne sürüyor.

65

Yusufun kardeşleri yüklerini açınca verdikleri bedellerinin iade edildiğini gördüler. Bunun üzerine babalarına şöyle dediler: "Ey babamız, daha ne isteriz, işte aldığımız malların bedeli olduğu gibi bize iade edilmiş. Kardeşimizle gidip ailemizin yiyeceğini getirelim. Kardeşimizi koruruz. Bir deve yükü daha fazla yiyecek alırız. Aslında bu, hükümdar için kolay bir şeydir.

Âyet-i kerime’nin son bölümünde "Aslında bu kolay bir şeydir." ifadesi geçmektedir. Mukatiî bu ifadeden "Bir deve yükü fazla yiyecek vermek, Mısır hükümdarı için kolay bir şeydir." mânâsının kastedildiğini söylemiştir. Meal de bu görüşe göre hazırlanmıştır.

Keşşaf ise, bu ifadenin, Hazret-i Yakubun sözü olabileceğini ve mânâsının da: "Bir deve yükü yiyecek için çocuk tehlikeye atılmaz." şeklinde olabileceğini söylemiştir.

Başka bir görüşe göre de bu ifadenin izahı şöyledir: "Bu kadar yiyecek bizim için azdır. Kardeşimize verilecek payı da buna ilave etmek istiyoruz."

66

Yakub, oğullarına şöyle dedi: "Tamamen kuşatılmanız dışındı, onu bana tekrar getireceğinize dair Allah’a söz vermedikçe, oğulumu sizinle birlikte asla göndermeyeceğim." Oğulları babalarına yemin edince, Yakub,: "Allah, söylediklerimize vekildir." dedi.

Oğullarının, kardeşlerini ısrarla istemeleri karşısında Yakub, oğullarına şöyle dedi: "Hepiniz kuşatılıp mağlup olmanız ve tümünüzün bir felakete uğramanız hali müstesna, oğlumu mutlaka bana getireceğinize dair Allah’a yemin etmediğiniz müddetçe ben onu sizinle Mısıra asla göndermeyeceğim." Bunun üzerine oğulları Yakuba, kardeşlerini sağ salim geri getireceklerine dair kesin söz verdiler. Yakub da oğlunu göndermeye razı olarak şöyle dedi: "Allah, söylediklerimize şahittir."

İbn-i İshak diyor ki: "Yakub aleyhisselamın, oğlu Bünyamini, kardeşlerine emanet etme zorunda kalması, kıtlık sebebiyle gıda maddelerine ihtiyaç duymasındandır."

67

Yakub, oğullarına: "Ey oğullarım, Mısıra girerken bir kapıdan değil ayrı ayrı kapılardan girin. Ama ben sizi, Allah'ın takdir ettiğinden koruyacak güçte değilim. Çünkü hüküm sadece Allah’ındır. Ben ona güvendim. Güvenenler de yalnız ona güvensinler, dedi.

Dehhak Süddî Mücahid, Muhammed b. Kâ'b ve Abdullah b. Abbas'a göre Yakub aleyhisselamın, oğullarından, Mısıra girerken, hep birlikte aynı kapıdan girmeyip, ayrılarak çeşitli kapılardan girmelerini istemesinin sebebi, onlara nazar değeceğinden korkmasıdır. Zira Yakub aleyhısselamın oğulları yakışıklı olmaları ve temiz kıyafetleriye dikkatleri çeken kimselerdi. Yakub aleyhisselam oğullarına böyle tavsiyelerde bulunuyor, diğer yandan da yalnız Allah’a güvenilmesi gerektiğine, onun takdirinin, herşeyin üstünde olduğuna dikkatleri çekiyordu.

68

Onların, babalarının emrettiği şekilde girmeleri, Allah'ın takdir ettiği hiçbirşeyi önleyemezdi. Fakat Yakubun tavsiyesi, içinde gizlenen bir his idi, onu dışarıya vurdu. Şüphesiz ki o, kendisine öğrettiğimizden dolayı bilgi sahibiydi. Ne varki insanların çoğu bunu bilmezler.

Âyet-i kerime’de geçen: "Fakat Yakubun tavsiyesi, içinde gizlenen bir his idi onu dtşan vurdu." ifadesi şöyle izah edilmiştir: "Çeşitli kapılardan girmeleri, Yakubun oğullarından, Allah'ın dilediği herhangi bir şeyi uzaklaştıracak değildi. Ancak, Yakubun içinde, oğullarına karşı bir his bulunuyordu ta o da, çocuklarına nazar değeceği korkusuydu. İşte bu sebeple bu duygulanın dile getirdi.

Yakub aleyhisselam, Allahü teâlânın kendisine öğertmesiyle ilim sahibi olmuştu. Allah'ın dilemesi halinde çocuklarına nazar değebileceğim biliyordu Ve yine biliyordu ki Allah bir şeyi dileyince herhangi bir tedbir buna engel olamazdı.

69

Kardeşleri Yusufun huzuruna gelince, Yusuf, öz kardeşini bağrına bastı. Ona: "Ben kardeşinim, üvey kardeşlerinin yaptıklarına üzülme." dedi.

Taberi bu âyetin izahında özetle şöyle diyor: " Yusuf aleyhisselam, kardeşlen kendi yanına gelince, onlara bir ziyafet vermiş, herkes ikişer ikişer oturmuş, Bünyamin ise yalnız kalmış ve ağlamış ve şöyle demişti: "Kardeşim Yusuf sağ olsaydı o da benimle oturur, biz de iki kişi olurduk." Bunun üzerine Yusuf aleyhisselam onu kendi sofrasına oturtmuş ve yemeği beraber yemişler. Yusuf aleyhisselam, yemekten sonra herkesi ikişer ikişer odalarına taksim etmiş, Bünyamin bu sefer yine yalnız kalmıştı. Bunun üzerine Yusuf aleyhisselam demiştir ki: "Bunun arkadaşı yok o halde benimle kaisın." Böylece Bünyamin, kardeşi Yusufla beraber gecelemişti. Yusuf aleyhisselam, Bünyamine demişti ki: "Ölen kardeşinin yerine benim sana kardeş olmamı ister misin?" Bünyamin de demiş ki: "Senin gibi bir kardeşi kim bulabilir?" Fakat ne yazık ki sen, Yakub ve onun hanımı Rahiyl'den doğmadın. "Bunun üzerine Yusuf aleyhisselam ağlamış ve kalkıp Bünyaminin boynuna sarılarak: "Ben senin kardeşin Yusufum, sen, kardeşlerinin bana yaptıklarına üzülme. Benim söylediklerimi de kardeşlerine haber verme." diye tenbih etmiş.

70

Yusuf, kardeşlerinin yüklerini hazırlatınca, bir su kabını, öz kardeşinin yüküne koydu. Sonra Yusufun adamlarından bir tellal, arkalarından bağırdı: "Ey kafile, siz mutlaka hırsızsınız."

Yusuf, kardeşlerinin ihtiyaçlarını karşılayıp yüklerini hazırlattıktan sonra Mısır hükümdarının su içmek için ve ölçek olarak kullandığı bir kabı, Öz kardeşi olan Bünyaminin yükünün içine koydu. Kafile hareket ettikten sonra, arkalarından bir tellal şöyle bağırdı: "Ey kafile sizler hırsız insanlarsınız."

Kervanını arkasından: "Ey kafile, siz mutlaka, hırsızsınız." diye bağırılmasının nasıl caiz görüldüğü hususunda şu izahlar yapılmıştır:

Aslında Yusuf aleyhisselam, gerçekte hırsız olmadıklarını bildiği kardeşlerine karşı bu şekilde hitabedilmesini emretmemiştir. Fakat kervanı teftiş edecek olanlar, hükümdarın su kabının kaybolduğunu anlayınca, kendiliklerinden bu şekilde bağırmışlardır.

Yahut, tellal, bunu bir soru şeklinde sormuş ve: "Sizde hırsızlar var mı?" demek istemiştir.

Veya, bu bağırmada özellikle Bünyamin kastedilmişti. O da kabın kendi yükünde saklı olduğunu ve bu işin danışıklı olduğunu bildiği için, kendisine hırsızlık isnad edilmesine katlanmıştır. Zira gerçekte o bir hırsız değildi.

Yahut da, Yusufun kardeşleri, daha önce Yusufu babalarından kaçırıp onu kuyuya attıkları için bu şekilde hitap edilmeye layık görülmüşlerdir.

71

Yusufun kardeşleri onlara dönerek: "Ne kaybettiniz?" dediler.

Yusufun kardeşleri, arkalarından bağıranlara dönerek: "Ne kaybettiniz ki bizi hırsızlıkla itham ediyosunuz?" dediler.

72

Bunun üzerine Yusufun adamaları: "Biz, hükümdarın su kabın, kaybettik. Bulup getirene bir deve yükü mükâfaat var dediler. Başkanları da (Tellal da): "Ben, bu mükâfaatın verileceğine kefilim, dedi.

Âyet-i kerime’de, hükümdann su kabının kaybolduğu zikredilmektedir. Adı geçen su kabının ölçek olarak ta kullanıldığı ve Hazret-i Yusufun, hububatı bununla ölçerek verdiği rivâyet edilmektedir.

73

Yusufun kardeşleri: "Allah’a yemin olsun ki, bildiğiniz gibi biz buraya, fitne fesat çıkarmak için gelmedik. Biz, hırsız da değiliz." dediler.

Hazret-i Yusufun kardeşleri yemin ederek, Mısıra fitne ve fesat çıkarmak için gelmediklerini söylüyorlar ve diyorlar ki: "Siz de biliyorsunuz ki biz, fesat çıkarmak için gelmedik. Ve biz, hırsız da değiliz." Zira onlar, daha önce yüklerine konan zahire bedellerini geri getirmişlerdir. Şâyet hırsız olsaydılar bu paralan geri getirmezlerdi. Ayrıca onlar, Mısıra gelen diğer kafileler arasında üstün bir ahlaka sahip idiler. İşte bütün bunlar gösteriyordu ki, onlar bozguncu ve hırsız değillerdi.

74

Yusufun adamları: "Eğer yalancıysanız, hırsızın cezası nedir?" dediler.

Yusufun adamaları, Yusufun kardeşlerine şöyle dediler: "Eğer siz "Biz hırsız değiliz" sözünüzde yalancıysanız, ölçeği çalanın, size göre cezası nedir?" Yusufun kardeşleri ise şu cevabı verdiler:

75

Yusufun kardeşleri: "Hırsızlık yapanın cezası, yükünde çalman eşya bulunan kişinin kendisidir. İşte biz, zalimleri böyle cezalandırırız." dediler.

Hazret-i İbrahim'in şeriatına göre hırsızlık yapan kişi, malı çalınana teslim edilirdi, o kişi, dilerse hırsızı emrinde çalıştırır dilerse köle yapardı. Hazret-i Yakubun oğulları, Hazret-i İbhrahimin şeriatıyla amel ettikleri için Hazret-i Yusufun adamlarına bu cevabı vermişlerdi. Yusuf aleyhisselam da bunu bildiği için, kardeşi Bünyamini yanında alıkoyabilmek maksadıyla bu tedbire başvurmuştu.

76

Yusuf, öz kardeşinin yükünden önce, diğerlerinin yüklerini aramaya başladı. Nihâyet su kabını, öz kardeşinin yükünden çıkardı. İşte biz Yusufa böyle maharetli davranmayı öğrettik. Yoksa Allah dilemedikçe, hükümdarın nizamına göre, Yusuf, kardeşini alamazdı. Biz, dilediğimizi derece derece yükseltiriz. Her bilenin üstünde daha iyi bilen biri vardır.

Yusuf aleyhisselam, Allahü teâlânın kendisine öğretmiş olduğu bu tedbirle kardeşi Bünyamini yanında alıkoyma imkânına sahibolmuştur. Zira o zamanın kanunlarına göre kardeşini yanında alıkoyma imkânı yoktu. Allahü teâlâ, Yusuf aleyhisselama böyle bir çareyi öğretmekle lütufta bulunmuş ve onun derecesini yükseltmiştir.

Âyet-i kerime’nini sonunda: "Her bilenin üstünde daha iyi bilen biri vardır." buyurulmakta ve ilim sahibi olanların, ilimleriyle böbürlenmemeleri gerektiğine dikkati çekmektedir.

77

Yusufun kardeşleri şöyle dediler: "Eğer hırsızlık ettiyse daha önce öz kardeşi de hırsızlık etmişti." Yusuf onların bu sözlerini sineye çekti. Onlara hissettirmedi. Kendi kendine şöyle dedi: "Kötü olan sizsiniz. Allah, söylediklerinizin aslını daha iyi bilir."

Yusufım kardeşleri: "Bünyamin hırsızlık yaptıysa onun öz kardeşi olan Yusuf da daha önce hırsızlık yapmıştır." diyerek suçu kendilerinden uzaklaştırmak istemişlerdir.

*Yusuf aleyhisselamin, kardeşlerinin suçladığı şekilde hırsızlık yapıp yapmadığı hususunda şunlar söylenmiştir: "Katade diyor ki: " Yusuf aleyhisselam, anne tarafından dedesinin bir putunu çalıp kırmıştır.

Ayrıca Taberi ve İbn-i Kesirin, İbn-i İshaktan naklettikleri, bir Rivâyete göre, Yusuf aleyhisselamın yaptığı iddia edilen hırsızlık hakkında şunlar anlatılmaktadır: Mücahid diyor ki: "Yusufun geçirdiği ilk imtihan, halasının evinde iken olmuştur. Yusuf, dedesi Hazret-i İshakın en büyük çocuğu olan halasının yanında bulunuyor, ona halası bakıyordu. Yusuf büyüyünce babası Yakub onu özlemiş ve halasından almak istemişti. Halası ise onu çok sevdiği için Hazret-i Yakuba vermek istemiyordu. Fakat Yakub aleyhisselam ısrarla Yusufu istemişti. Bunun üzerine halası, çocuğun belli bir süre daha kendisinde kalmasını rica etti. Yakub aleyhisselam da razı oldu. Yusufun halası, kardeşlerinin en büyüğü olması hasebiyle babası İshak aleyhisselam'dan yadigâr kalan bir kuşağı evinde bulunduruyor ve onu muhafaza ediyordu. Yakub aleyhisselamm, oğlu Yusufu ısrarla istemesi karşısında bir Plan düşünmüş ve bu kuşağı Yusufun beline, elbisesinin altından sarmıştı. Yakub aleyhisselam Yusufu götürmeye gelince, kuşağın kaybolduğu söylenmiş ve araştırıldığında Yusufun belinde sarılı olarak bulunmuştur. Böylece Yusuf bu işten dolayı halasının yanında kalmıştır, İşte Yusufun yaptığı söylenen hırsızlık budur.

78

Yusufun kardeşleri şöyle dediler: "Ey Aziz, bunun, oldukça yaşlı bir babası var. Onun yerine içimizden birini al. Şüphesiz ki biz, seni, iyilikte bulunanlardan görüyoruz.

Hazret-i Yusufun kardeşleri, Bünyaminin ve kendilerinin babası olan Hazret-i Yakubun, yaşlı biri olduğunu, Bünyamini çok sevdiğini ve kaybettiği oğlundan dolayı da onunla teselli bulduğunu, bu sebeple Bünyaminin, serbest bırakılarak kendilerinden herhangibirinin onun yerine tutulmasını Hazret-i Yusuftan istemişler, ayrıca Hazret-i Yusufu överek isteklerinin kabul edilmesini sağlamaya çalışmışlardır. Fakat Bünyamini yanında alıkoymak için tedbire başvuran Yusuf aleyhisselam onların bu isteğini reddederek şöyle demiştir:

79

Yusuf: "Eşyamızı yükünde bulduğumuzdan başkasını almaktan Allah’a sığınırız. Aksi takdirde biz zulmetmiş oluruz." dedi.

Yusuf aleyhisselam, kardeşlerine, suçlunun yerine masum bir kimseyi cezalandıramayacağını, aksi takdirde haksızlık yapan bir zalim olacağını beyan etmiş ve böyle bir iş yapmaktan Allah’a sığınmıştır.

80

Kardeşleri Yusuftan ümitlerini kesince, gizlice istişare etmek üzere bir kenara çekildiler. Büyükleri şöyle dedi: "Babamızın, Allah’a yemin ettirerek, sizden söz aldığını, daha önce de Yusuf hakkında hata işlediğinizi bilmiyor musunuz? Babamın bana müsaade etmesine veya Allah'ın, hakkımda vereceği kesin hükmüne kadar buradan ayrılmayacağım. Şüphesiz ki Allah, hükmedenlerin en hayırlısıdır.

Rivâyet edildiğine göre, diğer kardeşlerine, Allah için yemin ederek, babalarına verdikleri sözü hatırlatan büyük kardeşleri, daha önce de Yusufun öldürülmesine karşı çıkan ve öldürülmesi yerine kuyuya atılmasını taklif eden kişidir. Bu şahsın isiminin, "Rubil" olduğu Rivâyete edilmektedir.

81

Siz babanıza dönün, ona şöyle deyin: "Ey babamız, oğlun hırsızlık etti. Biz ancak bildiklerimizi anlatıyoruz. Biz, gaybi bilenler değiliz.

Büyük kardeşleri yine sözlerine devamla şöyle dedi: "Babanız Yakuba gidin ve ona deyin ki: "Senin oğlun Bünyamin hırsızlık yaptı ve bu sebeple tutuklandı. Biz, oğlunun hırsızlık yaptığını bilmiyorduk. Hükümdarın ölçeğinin, onun yükünden çıkmasıyla anladık. Biz onun hırsızlık yapacağını sanmıyorduk. Bu duruma düşüceğimizi de zannetmiyorduk. Zira bizler, gayb bilen insanlar değiliz.

82

İçinde bulunduğumuz Mısır halkına ve birlikte geldiğimiz kervana sor. Şüphesiz ki biz, doğru söylüyoruz.

Büyük kardeşleri yine sözlerine devamla dedi ki: "Şâyet babanız size inanmazsa ona: "İçinde bulunduğumuz Mısır halkına ve kendileriyle baraber geldiğimiz kafiledeki insanlara sor. Şüphesiz ki bizler, Bünyamin hakkında sana söylediklerimizde doğru söyleyenleriz." deyin.

Yusuf aleyhisselamın kardeşleri, babaları Hazret-i Yakuba gelip olayı anlatmışlar Yakub aleyhisselam ise onlara inanmamış ve şöyle demiştir:

83

Yakub onlara şöyle dedi: "Bilakis nefsiniz bir işi daha size yaldızlı gösterdi. Artık güzelce sabretmekten başka çarem yoktur. Umarım ki Allah, oğullarımın hepsini bana gönderir. Şüphesiz ki Allah, herşeyi çok iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Yakubun, oğullarına cevabı şöyle oldu: "Bilakis nefsiniz size yine bazı şeyleri süslü gösterdi. Yine birşeyler dönüyor ortada. Fakat ben, şikâyeti bırakarak güzelce sabrediyorum. Belki de Allah, üç. oğlumu da birden bana gönderir. Zira o, benim, oğullarımı kaybettiğimden dolayı ne kadar üzüldüğümü ve sizin, doğru söyleyip söylemediğinizi çok iyi bilendir, yaptıklarında hikmet sahibidir.

Yakub aleyhisselamın, oğulları Yusuf, Bünyamin ve kardeşlerinden ayrılarak Mısırda kalan Rubil'in, Allah tarafından, kendisine hep birlikte gönderileceğini ümid etmesi, ya vahiyle kendisine bildirilmeşindendir veya uzun bir süre sıkıntılara katlanmasına karşılık, Allah'ın, kendisini genişliğe çıkaracağı inancından kaynaklanmaktadır.

84

Yakub onlara sırt çevirdi: "Vah Yusufa yazık oldu." dedi. Üzüntüsünden gözlerine ak düştü. Bununla beraber o, acısını içine atıyordu.

Hazret-i Yakubun bu son üzüntüsü, eski üzüntülerini de tekrar hatırına getirdi. Daha önce kaybettiği Yusufu hatırlayarak: "Vah Yusufa yazık oldu." dedi. Ve üzüntüsünden gözlerine perde indi. O üzülüyor fakat üzüntüsünü içine atıyordu.

Durumu gören oğulları, Hazret-i Yakuba sitem ederek şöyle dediler:

85

Oğullar: "Allah’a yemin olsun ki, kendini yeyip bitirinceye veya yok oluncaya kadar hep Yusufu hatırlayıp duracaksın." dediler.

Mısırdan dönen oğulları, babalan Hazret-i Yakubun bıktın haline üzülerek: "Sen, devamlı olarak Yusufu hatırlıyorsun. Böylece kendini yeyip bitiliyorsun. Giderek helak olacaksın. Artık üzülmeyi bırak. Üzüntü bir fayda getirmez, demişlerdir.

86

Yakub şöyle dedi: "Ben, sıkıntı ve üzüntümü ancak Allah’a havale ederim. Ben, Allah’tan, sizin bilmediğiniz şeyicri biliyorum.

Hazret-i Yakub tarafından bilinen fakat oğulları tarafında bilinmeyene şeyin ne olduğu hususunda şunlar söylenmektedir: Yakub aleyhisselam, oğlu Yusufun gördüğü rüyayı bilmekte ve nihÂyet sonunda, onbir oğlunun, karısının ve kendisinin onu yücelterek takdir edeceklerine inanmaktaydı. Bu sebple Yusufun ölmemiş olabileceğini, Bünyaminin tutuklanmasının da bu meseleye ışık tutacak bir hadise olduğunu düşünüyor ve bu sebeple oğullarına diyordu ki:

87

Ey oğullarım, gidin, Yusufu ve kardeşini iyice arayın. Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah'ın rahmetinden ancak kâfir bir millet ümidini keser.

Yakub aleyhisselam sözlerine devamla şöyle demiştir: "Ey oğullarım, kardeşiniz Rubil'i bıraktığınız yere tekrar dönün. Orada Yusufun ve kardeşi Bünyaminin âkibetilerinin ne olduğunu iyice araştırın. Sakın Allah'ın merhametinden ümidinizi kesmeyin. O, merhametinin gereği olarak, Yusufu ve iki kardeşini de birlikte bize iade edebilir. Allah'ın rahmetinden ancak kâfir olan bir topluluk ümidini keser. Çünkü onlar, Allah'ın herşeye kadir olduğunu bilmezler.

88

Kardeşleri Yusufun huzuruna çıkınca şöyle dediler: "Ey Aziz, biz ve ailemiz sıkıntıya düştük. Size değersiz bedeller getirebildik. Sen, istediğimiz yiyecek maddelerini bize tam ver. Ayrıca sadaka da ihsan et. Şüphesiz ki Allah, sadaka verenleri mükâfaatlandırır."

Yusuf aleyhisselamın kardeşleri Mısıra vardılar, Yusuf aleyhisselamın huzuruna çıktılar ve kendilerine açındırarak şöyle dediler: "Ey Aziz, biz ve ailemiz, kuraklık ve kıtlık yüzünden sıkıntıya düştük. Sana, pek değeri olmayan bedeller getirebildik. Sen bizelere, yine de ölçeği tam olarak ver. Bize lütufta bulun. Bedenlerimiz az diye ölçeği eksik tutma. Zira Allah, muhtaç olanlara lütufkâr davrananın mükâfaatını verendir."

89

Yusuf: "Siz cahilken Yusuf ve kardeşine ne yaptığınızı biliyor musunuz?" dedi.

Kardeşleri, Yusuf aleyhisselami kuyuya atarak onu öz kardeşi Bünyaminden ayırmışlar ve dolayısıyla hem Yusufa hem de Bünyamine kötülük yapmışlardı. Kardeşleri sıkıntı içinde bulunduklarını, kıtlık sebebiyle ailelerinin zor durumda kaldıklarının anlatınca artık kendini tutamıyor, babasının ve kardeşlerinin yardımına koşmak için kendini tanıtıyor ve onlara: "Daha önce Yusuf ve kardeşi Bünyamine, cahil oldukları bir zamanda neler yaptıklarını soruyor onlar da, Mısır Azizinin, kardeşleri Yusuf olduğunu anlıyorlar ve şaşkınlık içerisinde ona şöyle diyorlar:

90

Kardeşleri: "Gerçekten sen Yusuf musun?" dediler. Yusuf: "Ben Yusufum. Bu da kardeşim. Allah bize lütufta bulundu. Kim Allah’tan korkar ve sabrederse, şüphesiz ki Allah, iyilikte bulunanların mukafaatını zayi etmez." dedi.

Yusuf kendisini tanıtınca, kardeşleri ona: "Gerçekten Yusuf musun?" dediler. Yusuf: "Evet, ben Yusufum, bu da kardeşim Bünyamin. Allah, ayrılıktan sonra bizleri tekrar bir araya getirerek bize lütufta bulundu. Zira kim Allah’tan korkar, farzlarını yerine getirip günahlardan kaçınarak Allah'ın kendisini kontrol ettiğini kalbinden çıkarmaz, Allah'ın kendisine haram kıldığı söz ve işlerden çekinir ve Allah tarafından gelen musibetlere karşı sabrederse, şüphesiz ki Allah ona sevabını eksiksiz verir. Zira Allah, iyilikte bulunanların mükâfaatını asla zayi etmez." dedi.

91

Kardeşleri: "Allah’a yemin olsun ki, Allah seni bizden üstün kıldı. Muhakkak biz suçlu idik." dediler.

Yusufun kardeşleri, ondan özür dileyerek: "Allah’a yemin olsun ki, Allah seni, ilimle, faziletle, hoşgörülü olmakla bizden üstün kıldı. Şüphesiz ki bizler, sana yaptığımız şeylerde suçlu idik." dediler.

92

Yusuf onlara şöyle dedi: "Artık bugün sizin için kınanacak bir durum yoktur. Allah sizleri affeder. O, merhametlilerin en merhametlisidir.

Yusufun kardeşleri suçlu olduklarını itiraf edince, Yusuf aleyhisselam, Peygamberlere yaraşır müsamahakâr bir tavırla: "Sizi kınayacak değilim. Sizden hesap ta sormayacağım." demiş, ayrıca, Allah'ın da kendilerini affetmesi temennisinde bulunmuştur.

Mü’min bir kimsenin, haksız olan diğer bir Mü’min kardeşinden, intikam alma imkânı bulnduğu halde onu affetmesi, en büyük faziletlerden biridir. Bu hususta Allahü teâlâ diğer âyetlerde de şöyle buyuruyor: "Rabbinizin mağfiretine ve genişliği göklerle yer kadar olan cennete koşuşun. O cennet, Allah’tan korkanlar için hazırlanmıştır." "O takva sahibi olanlar, bollukta ve darlıkta, Allah yolunda harcarlar. Öfkelerini yenerler ve insanların kusurlarını bağışlarlar. Allah, iyilik yapardan sever." Al-i İmran Sûresi, Âyet: 133,134

93

Şu gömleğimi götürüp babamın yüzüne koyun, gözleri görür hale gelir. Bütün ailenizle birlikte bana gelin."

Süddî diyor ki: "Yusuf aleyhisselam, kendisini kardeşlerine tanıttıktan sonra: "Benden sonra babam ne durumdadır?" diye sordu. Onlar da: "Bünyamin de elinden çıkınca üzüntüsünden gözleri görmez oldu." dediler. Bunun üzerine Yusuf aleyhisselam: "Şu gömleğimi götürüp yüzüne sürün de gözleri açılsın. Ve bütün ailenizi alıp buraya getirin." dedi.

Hazret-i Yusufun gönderdiği gömleğin, Hazret-i Yakubun gözlerini açması olayını izah eden müfessirler, bu gömleğin nasıl bir gömlek olduğu ve nasıl olup ta Hazret-i Yakubun gözlerini açtığı hususunda kısaca şu açıklamaları yapmışlardır:

a- Bu gömlek, Hazret-i Yusufa verilmiş olan bir mucizedir. Cebrâil aleyhisselam bu hususu Hazret-i Yusufa bildirmiş o da gömleği, babasının yüzüne sürülmek üzere göndenniştir.

b- Hazret-i Yusuf, babasının gözlerinin görme gücünü, üzüntüden dolayı kaybettiğini duymuş ve kendisinin hayatta olduğunu anlayınca, sevincinden gözlerinin tekrar kuvvet bulacağım düşünmüş ve gömleğini, babasının yüzüne sürülmek üzere ona göndermiştir. Bunu ya bizzat Yusuf aleyhisselam düşünmüş veya Cebrâil aleyhisselam ona bildirmiştir.

c- Bu gömlek Yusuf aleyhisselamin atalarından kalmış bir gömlektir. Bu gömlek cennetten gelmiştir. Bunun mânevi bir tesiri bulunmaktadır. Yusuf aleyhisselam bunu bildiği için gömleği göndermiş ve babasının yüzüne sürülmesini istemiştir.

94

Kervan mısırdan ayrılınca, babaları Yakub şöyle dedi: "Gerçekten ben Yusufun kokusunu hissediyorum. Beni bunak yerine koymazsanız buna inanırsınız.

Yakub aleyhisselamın, kervan Mısırdan ayrılır ayrılmaz Hazret-i Yusufun kokusunu hissetmesi," ona verilmiş bir mucizedir. O, bu kokuyu tâ uzaklardayken hissetmiş, bir müddet sonra da Yusuf aleyhisselamın gömleği kendisine ulaşmıştır. Fakat henüz gölmek gelmedin bu mucizeyi anlamayan insanlar, Hazret-i Yakubu, öteden beri devam eden üzüntüsü sebebiyle onu kınamışlar ve demişlerdir ki:

95

Yanındakiler: "Allah’a yemin olsun ki sen hâlâ eski şaşkınlığındasın." dediler.

Yanında bulunanlar Yakub aleyhisselama: "Allah’a yemin olsun ki sen hâlâ, eskidenberi içinde bulunduğun şaşkınlıktasın. Eskidenberi Yusufu anıp duruyorsun. Tekrar tekrar aynı şeyleri söyleyip duruyorsun. İşte bu bir şaşkınlıktır." dediler.

96

Müjdeci gelip gömleği Yakubun yüzüne koyunca, Yakubun gözleri düzeldi. Yakub, etrafındakilere: "Ben size, sizin bilmediğiniz şeyleri Allah’tan biliyorum." dememiş miydim? dedi.

Yusufun sağ olduğunu müjdeleyen kimse gelip, Yusufun gömleğini Yakubun yüzüne koyunca Yakub tekrar görmeye başladı. Ve çevresinde bulunanlara şöyle dedi: "Ben size dememiş miydim ki: "Ben sîzin bilmediğiniz şeyleri, Allah'ın bana bildirmesiyle biliyorum. O bilmediğiniz şey, Allah'ın, Yusufu tekrar bana döndürmesi ve birbirimize kavuşmamızdı.

Abdullah b. Abbas bu müjdecinin, Yakub aleyhisselamın oğullarından Vahuza olduğunu ve bunun, kardeşlerine: "Yusufun kanlara bulaştırılmış gömleğini babama ben götürmüştüm, şimdi onun müjdeleyici gömleğini de babama ben götüreceğim." dediğini rivâyet etmektedir.

97

Oğulları: "Ey babamız, günhalarımizın affını dile. Şüphesiz ki biz, hata ettik," dediler.

Yakub aleyhisselamın oğulları, daha önce kardeşlen Hazret-i Yusufun yanında suçlu olduklarını itiraf ettikleri gibi bu defa, babaları Yakub aleyhisselamın yanında da suçlu olduklarını itiraf etmişler ve babalarının bir Peygamber olarak, kendileri için Allah’tan af dilemesini istemişlerdir. Yakub aleyhisselam ise onların bu isteklerini hemen yerine getirmeyip bilahare yerine getireceğini vaadederek şöyle demişti:

98

Yakub: "Yakında rabbimden, günahlarınızın affını dileyeceğim. Şüphesiz ki o, çok affeden ve çok merhamet edendir." dedi.

Abdullah b. Mes'ud diyor ki: "Yakub aleyhisselam, Allah’tan, oğullarının affını hemen dilememiş, seher vaktine bırakmıştır. Çünkü o vakit, duaların daha çok kabul edileceği bir andır."

99

Yakub, ailesiyle birlikte Yusufun yanına gelince, Yusuf, anne ve babasını kucakladı: "Allah'ın izniyle, huzur ve emniyet içinde Mısıra girin." dedi.

Taberinin tercih ettiği görüşe göre Yusuf aleyhisselam, babasını ve ailesini şehrin dışında karşılamış ve anne ve babasını kucakladıktan sonra. "Allah'ın izniyle Mısıra, kapılarından güven içinde girin." demiştir.

İbn-i Kesir ise, Yusuf aleyhisselamm, baba ve annesini, Mısıra girmelerinden sonra kucakladığını ve onlara: "Allah'ın izniyle Mısırda güven içinde yaşayın." demek istediğini söylemiştir.

100

Yusuf anne ve babasını tahtın üzerine çıkardı. Onlar da ona hürmetle eğildiler. Yusuf şöyle dedi: "Babacığım, daha önceki rüyamın tabiri budur. Rabbim bunu gerçekleştirdi. Bana ihsanda bulundu. Şöyle ki: Beni zindandan çıkardı. Şeytan, kardeşlerimle aramı açtıktan sonra, sizi çölden getirerek benimle burada buluşturdu. Şüphesiz ki rabbim, dilediğine lütfeder. O, herşeyi çok iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Yusuf, babasını ve annesini tahtın üzerine oturttu. Babası, annesi ve kardeşleri hep birden Yusufa saygı ile eğildiler. Bunun üzerine Yusuf şöyle dedi: "Babacığım, daha önce onbir yıldız, güneş ve ay'ın bana secde ettiklerini gördüğüm rüyanın tabiri işte budur. Rabbim bu rüyamı doğru çıkardı. Bana büyük bir lütufta bulundu. Zira beni zindandan çıkardı. Sizi uzak çöllerden bana getirdi, bundan önce Şeytan beni senden uzaklaştırmak için, kardeşlerime vesvese vererek aramızı açmıştı. Şüphesiz ki rabbim, dilediği şeylerde büyük lütuf sahibidir. Beni hapisten çıkarması, sizi, çölleri aşırtarak buraya getirmesi ve benimle kardeşlerim arasındaki dargınlığı gidermesi, rabbimin bir lütfudur. Rabbim, yarattıklarına neyin daha faydalı olacağını çok iyi bilendir ve yaptıklarında hikmet sahibidir."

Hazret-i Yusufun gördüğü rüya ile bu rüyanın neyi ifade ettiğinin ortaya çıkması arasında kırkdört yıl geçtiği rivâyet edilmektedir.

Âyet-i kerime’de, Hazret-i Yusufun babası Yakub aleyhisselam ile annesi ve kardeşlerinin, saygı göstererek eğildikleri yani secde ettikleri zikredilmektedir. Müfessirler bu secdenin ne mânâya geldiği hususunda çeşitli izahlarda bulunmuşlardır.

a- Taberi ve İbn-i Kesirin tercih ettikleri görüşe göre, Hazret-i Yakubun da saygı göstermek maksadıyla bir insanın önünde eğilmek caizdi. Bu Hz Yusufun "babası, annesi ve kardeşleri, kendisine saygı secdesinde zikrettikten sonra buna benzer secdenin islam dini gelince Allah’tan Sasına secde edilmesinin yakaslandıgını söylemekte ve bu hususta şu Hadisleri zikretmektedir:

Abdullah b. Evfa diyor ki:

"Muaz Şamdan dönünce Resûlüllahü secde etti. Resûlüllah ona: Ey Muaz bu da ne?" diye sordu. Muaz şöyle dedi: "Ben Şama gittim orada Şamlıların, Piskoposlarına ve Patriklerine secde ettiklerini gördüm. Ben de içimden sana böyle yapmamızı arzuladım." Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Sakın böyle birşey yapmayın. Şâyet ben, herhangi bir kimsenin, Allah’tan başkasına secde etmesini emredecek olsaydım, kadının, kocasına secde etmesini emrederdim... İbn-i Mâcc, K. en-Nikâh, bab: 4. Hadis No: 1853/Ahmed b. Hanbel. Müsnad, c.4,s.381

Kays b. Sa'd diyor ki:

"Hiyreye gitmiştim. Orada halkın, Merzübana (Reislerine) secde ettiklerini gördüm. (Döndüğümde) Resûlüllah’a: "Ey Allah'ın Resulü, sana secde etmeyelim mi?" diye sordum. Buyurdu ki: "Şâyet ben, bir kimsenin, Allah’tan başkasına secde etmesini emredecek olsaydım, kadınların, kocalarına secde etmesini emrederdim. Zira Allah, kocalara kadınlar üzerinde birçok haklar vermiştir. Dârimî, K. es-Sahh, bab: 159

Meleklerin Hazret-i Âdeme saygı secdesinde bulunmaları da bu görüşü desteklemektedir. Ayrıca bu Surenin dördüncü âyetindeki Hazret-i Yusufun, ay güneş ve onbir yıldızın kendisine secde ettiklerini görmesi ve sonunda babası, annesi ve kardeşlerinin kendi önünde eğilmelerini, başlangıçta gördüğü rüyanın tabiri olarak izah etmesi de aynı şekilde bu görüşe olan müfessirleri desteklemektedir. Âyetin meali de bu görüşe göre yapılmıştır.

b- Diğer bir kısım müfessirler ise aslında Hazret-i Yakubun, karısının ve oğullarının, Hazret-i Yusufa secde etmeyip, onu sağ salim buldukları için Allah’a secde ettiklerini söylemişlerdir. Bu görüşte olanlar aynı Surenin dördüncü âyetini de bu şekilde izah etmişlerdir. Bunlara göre dördüğca âyetin meali de şöyledir: "...Babacığım, rüyamda onbir yıldızla güneşin ve ayın benim için secde ettiklerini gördüm." Yani, "Benim için Allah’a secde ettiklerini gördüm."

Neysaburî "Garaibül Kur'an adlı tefsirinde bu göriişü tercih etmiş ve bunun, Abdullah b. Abbasdan nakledildiğini zikretmiştir Bkz: Tefsiril Garaibül Kur'an, Taberi Kenan, c.12, s.49

Bu görüşte olanlar, âyet-i kerime’de geçen "Li" harfi çerinin bu mânâyı ifade ettiğini söylemişlerdir.

101

Rabbim, bana mülk verdin. Bana rüyaların tabirini öğrettin. Ey, göklerin ve yerin yaratıcısı, dünya ve âhirette dostum sensin. Benim canımı Müslüman olarak al ve beni salihlere kat."

Yusuf aleyhisselam, rabbine kavuşmayı ve geçmiş olan salih ameller işlemiş atalarına katılmayı arzulayarak rabbine yalvarmış ve bu Âyette ifade edilen duayı yapmıştır.

Rivâyete göre Hazret-i Yusuf bu duayı, kendisine ölüm gelip çatmadan önce yapmış ve rabbine kavuşmayı arzulamıştır. Abdullah b. Abbas diyor ki: "Yusuf aleyhisselamdan önce hiçbir Peygamber ölümü temenni etmemiştir.

Diğer bir Rivâyete göre de Yusuf aleyhisselam bu duayı ölüm anında yapmıştır.

102

Ey Rasûlüm, bu kıssa, gaybın haberlerindendir. Biz onu sana vahyediyoruz. Yusufun kardeşleri tuzak kurmak için ittifak ettiklerinde sen onların yanında değildin.

Bu âyet. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Hak Peygamber olduğunu gösteren delillerden birisidir. Zira o gün için kimse tarafından bilinmesi mümkün olmayan Hazret-i Yusuf ve kardeşlerinin kıssasını bize öz ve anlamlı bir şekilde beyan etmektedir. Bunun gibi, insanlar tarafından bilinmeyen daha birçok olay, Allahü teâlâ tarafından Resûlüllah’a bildirilmiş ve sonunda Resûlüllah’ın, bir beşer olarak bunları kendiliğinden bilemeyeceği ve ancak Allahü teâlânın beyanıyla bilebileceği zikredilmiştir.

Nitekim Hazret-i Meryemin kıssası anlatıldıktan sonra: "Bunlar, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Meryemin işlerine kim bakacak diye kalemlerini atıp kur'a çekerlerken sen, yanlarında değildin. Bu hususta, çekişirlerken de yanlarında bulunmuyordun. Al-i İmran Sûresi, âyet: 44 buyurulmaktadır.

Hazret-i Mûsanın kıssası anlatıldıktan sonra da: "Ey Rasûlüm, biz Mûsaya o emri vahyettiğimiz vakit sen batı yönünde değildin, görenlerden de olmadın Kasas Sûresi, âyet: 44 buyurulmuştur.

Medyen halkının kıssası anlatıldıktan sonra da: "Fakat biz, nice nesiller var ettik te üzerlerinden ömürler geçti. Ey Rasûlüm, sen, Medyen halkı arasında bulunup ta âyetlerimizi onlara okumuyordun. Fakat Peygamberliği veren biziz, biz." Kasas Sûresi, âyet: 45 buyurulmaktadır.

103

Sen ne kadar yürekten dilersen dile, insanların çoğu iman etmezler.

Âyet-i kerime’de, iman ettirmenin, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in elinde olmadığı, ancak Allah'ın dilemesiyle mümkün olabileceği ifade edilmekte, Resûlüllah’ın tüm gayretlerine rağmen iman etmeyenlerden dolayı da üzülmemesi gerekdiği ifade edilmektedir. Bu hususta diğer bir âyette de şöyle buyurulmaktadır: "Ey Rasûlüm, şüphesiz sen, sevdiğini hidâyete erdiremezsin. Fakat Allah, dilediğini hidâyete erdirir. O, hidâyete erecekleri çok iyi bilir. Kasas Sûresi, âyet: 56

104

Sen onlardan, davetine karşılık bir ücret istemiyorsun. Kur'an ancak âlemlere bir zikir ve öğüttür.

Peygamberler, Allah tarafından gönderilen emirleri insanlara tebliğ etmekle görevlidirler. Allahü teâlâ onları bunun için Peygamber seçmiştir. Bu sebeple onlar, tebliğ görevlerini yaparlarken, bu görev karşılığında insanlardan herhangi bir dünyavî menfaat gözetmezler. Onlar, yaptıkları bu hizmetlerin karşılığını, kendilerine bu vazifeyi veren Allah’tan beklerler.

Hatta, Peygamberler, hayattayken kazanmış oldukları mallarım bile mirasçılarına değil ümmetlerine bırakmışlardır. Bu hususta Peygamber efendimiz bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyurmaktadır:

"Biz, (Peygamberler topluluğu) miras bırakmayız. Bıraktığımız mallar sadakadır. (Beytül Mal'â aittir.) Buhari,K.el-Humus, bab: 1; K. el-Magazi, bab: 14/Müslim. K. el-Cihad, bab: 49, 52, 54 Hadis No: 1757

105

Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki, insanlar bunların yanından yüzçevirip geçerler de ibret atmazlar.

Göklerde güneş, ay, yıldızlar ve yeryüzünde, dağlar, denizler, bitkiler gibi Allah'ın varlığını gösteren nice deliller vardır ki, kâfirler onları bizzat gözleriyle gördükleri halde ibret almazlar.

Allahü teâlâ bu âyet-i Kerimde insanları, kâinata bakmaya, onun bir nizam içinde seyrinden ibret almaya davet etmektedir. Bu hususta başka bir âyet-i kerime’de de şöyle buyurulmaktadır: "Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin değişik olması, onun varlığını gösteren delillerdendir. Şüphesiz ki, bunda, bilenler için nice ibretler vardır." Rûm Sûresi, âyet: 22

106

Onların çoğu ancak müşrik olarak Allah’a iman ederler.

Kafirlerin çoğu Allah’a, aynı zamanda putları da ortak koşarak iman ederler. Onlar, kendilerini Allah'ın yarattığını ve rızıklandirdığıni söylerler. Bununla beraber Allah'ın dışındaki varlıkları ilahlık mertebesine yükseltirler ve onları Allah’a ortak koşarlar.

107

Onlar, Allah'ın azabından, çepeçevre kuşatan bir belanın kendilerine gelmeyeceğinden veya kıyametin, hissetmedikleri bir zamanda, ansızın kopmayaçağmdan emin midirler?

Bu müşrikler, Allah'ın herhangi bir azabının, ansızın gelip kendilerin kuşatmayacağından veya idrak edemedikleri sir anda kıyametin aniden kopup, kendilerinin cehenneme sürüklenmeyeceklerinden emin midirler?

Evet, Allahü teâlâ kullarını cezalandırırken aniden cezalandırabilir. Kul, kendisine verilen mühletten dolayı şimarmamalı, devamlı olarak rabbine yönelmelidir. Aksi takdirde aniden cezaya çarpılır da artık sızlanması ona bir fayda temin etmez. Bu hususta başka âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: "O memleketler halkı, azabımızın onlara uyurlarken gece gelmeyeceğinden emin midirler?" "Ve yine o memleketler halkı, azabımızın kendilerine kuşluk vakti eğlenirken gelmeyeceğinden emin midirler?" "Yoksa onlar, Allah'ın kendilerini ansızın yakalayıvermesinden emin mi oldular? Allah'ın ansızın yakalamasından ancak hüsrana uğrayan bir topluluk emin olur. A'raf Sûresi, âyet: 97-99

108

Ey Rasûlüm, de ki: "İşte benim yolum budur. Ben ve bana uyanlar, insanları Allah'ın yoluna körü körüne değil, bilgiyle davet ederiz. Allah’ı, layık olmadığı şeylerden tenzih ederim. Ben müşriklerden değilim."

Evet, Hazret-i Muhammed; (sallallahü aleyhi ve sellem)in yolu tevhid yoludur. İnsanları sadece Allah’a kulluk etmeye davet etme yoludur. Hazret-i Muhammed ve ona tabi olanlar, insanları tevhid inancına davet ederlerken ne yaptıklarını bilerek davet ederler. Onlar, bilgisizce bir saplantı içerisinde değildirler.

109

Ey Rasûlüm, biz, senden önce de şehirler halkından ancak kendilerine vahyettiğimiz erkekleri Peygamber olarak gönderdik. Onlar, yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden önce geçmiş kavimlerin akıbetlerinin ne olduğuna bakmazlar mı? Allah’tan korkanlar için âhiret yurdu daha hayırlıdır. Hiç düşünmez misiniz?

Alimlerin çoğunluğu bu ve benzeri âyetlerin delaletiyle, Peygamberlerin, sadece erkeklerden görevlendirilidiğini söylemişlerdir. Azınlıkta kalan bir kısım âlimler ise, Hazret-i İbrahimin hanımı Sare'nin, Hazret-i Mûsanın annesi Meryemin Peygamber olduklarını söylemişler şu âyetleri de bu husuta deül olarak zirketmişlerdir: "O sırada İbrahimin hanımı ayaktaydı ve güldü. Biz ona İshaki ve İshakın ardından da Yakubu müjdeledik. Hud Sûresi, âyet: 71

Biz Mûsanın annesine şöyle ilham ettik; "Çocuğu emzir. Başına birşey gelmesinden korkunca da, onu hemen sandığa koyup Nil nehrine bırak. Sakın korkma, mahzun da olma. biz onu sana geri döndüreceğiz ve onu Peygamberlerden yapacağız. Kasas Sûresi, âyet: 7

Melekler de şöyle demişti: "Ey Meryem, şüphesiz ki Allah seni seçti, ve tertemiz kıldı. Ve seni, âlemlerin kadınlarına üstün kıldı. Âl-i İmran Sûresi, âyet: 42

Taberi ve İbn-i Kesir, çoğunluğun görüşünü benimsemiş ve kendilerine göre ilave deliller zikretmişlerdir.

110

Peygamberler, ümmetlerinin iman etmelerinden ümitsizliğe düşüp yalanlandıklarının sanınca, onlara yardımımız ulaşmıştır. Böylece dilediğimizi kurtarırız. Suçlu bir kavme olan azabımız reddolunamaz.

Âyet-i kerime’de, insanların ve özellikle de Peygamberlerin, daraldıkları anlarda Allah'ın yardımı ve zaferinin, kendilerine eriştiği beyan edilmektedir. Zira'her zulmün bir sonu vardır. Allah, hakkı temsil eden kuluna, o hak yoldaki mücadelesinde sıkıştığı anda yardım eder. Yeter ki kul, rabbinin emirleri istikametinde hareket etsin.

Bu âyet-i kerime’yi şu şekilde izah edenler de vardır: "Peygamberler, kavimlerinin iman etmelerinden ümit kesip, kavimleri de Peygamberlerinin yalancı olduklarını sanınca Peygamberlere zaferimiz geldi. İşte böylece dilediğimizi azaba uğramaktan kurtarırız."

Yine şu şekilde izah edenler de vardır: "Peygamberler, kavimlerinin iman etmelerinden ümit kesip, kendilerine iman edenler de, iman etmeyenler tarafından yalanlandıkları kanaatine varınca, Peygamberlere ve onlara iman edenlere yardımımız ulaştı. Böylece dilediğimizi kurtardık. Zira suçlu olan bir kavme gelecek olan azabımıza kimse engel olamaz."

111

Şüphesiz ki bunların kıssalarında akıl sahipleri için ibret vardır. Kur'an, uydurulmuş bir söz değildir. Ancak o, geçmiş kitapları doğrulayan, herşeyi açıklayan, iman eden bir kavme hidâyet rehberi ve rahmet kaynağı olan bir kitaptır.

Şüphesiz ki Yusuf ve kardeşlerinin kıssasında, Öğütlerden ibret alan akıl sahibi insanlar için nice ibretler vardır. Kur'an, uydurulmuş bir söz değildir. O, kendisinden önce gelen, Tevrat, İncil, Zebur gibi kitapları doğrulayan, kulların; açıklanmasına ihtiyaç duydukları, helal, haram, emir ve yasak gibi bütün hükümleri açıklayan bir kitaptır. Kur'an, kendisine iman edenlere, doğru yolu gösteren bir hidâyet rehberi ve bir rahmet kaynağıdır.

Kur'an-ı Kerim insanlara, akıllanyla idrak edemeyecekleri, geçmişte yaşamış milletlerden haber vermesi, öldükten sonra âhirette karşılaşacağımız sonuçlan bildirmesi ve dünya hayatındayken insanca yaşamayı bize öğretmesi hasebiyle, bizim için bir hidâyet ve rahmet kaynağıdır.

Bu hususta diğer Âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: "Şüphesiz bu Kur'an insanlan en doğru yola götürür. Salih ameller işleyen mü’minlere büyük bir mükâfaat olduğunu, âhirete iman etmeyenlere de can yakıcı bir azap hazırladığımızı müjdeler. İsra Sûresi, âyet: 9,10

0 ﴿