RA'D SÛRESİRa'd Sûresi kırk üç âyettir. Mekkede mi yoksa Medinede mi nazil olduğu hususunda çeşitli Rivâyetler vardır. Bazı âyetlerinin Mekkede diğer bir kısım âyetlerinin de Medinede nazil olduğu Rivâyet edilmektedir. Bu Sûre-i Celile, daha ziyadet inanç mevzuunu işlemekte, Allahü teâlânın bir olduğu inancını telkin etmektedir. Mevcudatı yoktan var eden Allahü teâlânın, varlık, birlik ve kudretine delil olarak ta bütün kâinatı takdim bütün bu mevcudatı meydana getirne tek bir yaratıcı olduğunu beyan etmektedir. Direksiz olarak yaratılmış gökler, Allah'ın takdir edeceği bir güne kadar, tayin edildiği şekilde hareketine devam eden güneş, ay, birbirini takibeden gece ve gündüz, göklere doğru yükselen muhteşem dağlar, durup dinlenmeden akışına devam eden nehirler, çeşitli meyve bahçeleri, ekinler, çeşitli tatlardaki yiyecekler, insanı korku ve ümide sevkeden gök gürültüsü ve şimşek, cenab-ı Hakkı tesbih eden yıldırım, rahmet yüklü bulutlar vb. bütün eşya ve olaylar, Allahü teâlânın birliğine ve sonsuz kudretine delil olarak gösterilmektedir. Bu sûre-i Celilede, gök gürültüsünün, Allah’ı tesbih ettiği ifade edilmekte ve "Gök gürültüsü Allah’ı hamd ile tesbih eder... Ra'd Sûresi, âyet: 13 buyurulmaktadır. Âyet-i kerime’de, "Gök gürültüsü" anlamına gelen "Ra'd" kelimesi geçmekte Sûre-i Celile de "Ra'd" ismini buradan almaktadır. Sûre-i celilede, Allah'ın ilminin herşeyi kuşattığı ifade edilmekte, bir dişinin karnında taşıdığı şeyin ne olduğunu, yine rahimlerde artan ve eksilen şeyin de ne olduğunu, Allahü teâlânın, ilm-i Ezelîsi ile bilmekte olduğu ifade edilmektedir. Sûre-i celilede, kâinatta cereyan eden bütün bu olaylara ibret nazarıyla bakılması öğütlenmekte ve insan idrakini, bütün bu olaylara hakim olan yüce yaratıcının varlığını kabule yaklaştırmakta ve insanı imana götüren yollan aydınlatmaktadır. İşte bu aydınlığın parıltıları olan yüce âyetlerin teker teker izahı... Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıvla. 1Elif, Lâm, Mîm, Râ. bunlar, kitabın âyetleridir. Ey Rasûlüm, rabbinden sana indirilen Kur'an haktır. Fakat insanların çoğu iman etmezler. Ey Rasûlüm, bunlar, sana indirdiğimiz Kur’an’ın âyetleridir. Sana, rabbin tarafından indirilen bu Kur'an haktır. O halde sen, bunun hükümleriyle amel et ve buna sımsıkı sarıl. Fakat ne yazık ki insanların çoğu, bu Kur'ana iman etmezler. İnkârın bataklığına saplanıp kalırlar. Elif, Lâm, Mîm, Râ. ve benzeri Hurufu mukatta'a hakkında Bakara Sûresi ve diğer Surelerin başında yeteri kadar açıklama yapılmıştır. Ancak Taberi, diğer Surelerin başında geçen, Elif, Lâm, Râ, harflerine ilaveten burada Mim, harfinin de zikredilmesi sebebiyle, Abdullah b. Abbas'dan bu harflerin mânâsı hakkında şu Rivâyeti nakletmiştir. "Elif, Lâm, Mim, Râ'nın mânâsı: "Ben, Allah’ım görürüm." demektir. 2Gökleri, gördüğünüz bir direk olmadan yükselten, sonra arşa hakim olan, belli bir zaman kadar hareket eden güneşi ve ay'ı hizmetinize âmâde kılan, Allah’tır. Göklerde ve yerde ne varsa hepsini o idare eder. Rabbinizin huzuruna kesinlikle çıkacağınızı bilmeniz için Allah, âyetleri açıklıyor. Yedi göğü direksiz olarak yükselten Allah’tır. Sizler de göklerin direksiz olduğunu ve Allah'ın, o gökleri yeryüzü için âdeta bir tavan gibi yaptığını görmektesiniz. Allah," arşa"hakim olandır. Güneşi ve ay'ı emrine boyun eğdirmiştir. Onlar, dünyanın sonu gelinceye kadar, yaratılanların menfaatlan için yörüngelerinde hareket etmeye devam edeceklerdir. Bütün işleri düzene koyan ancak Allah’tır. O, âyetlerini size açıklar ki, rabbinizin huzuruna çıkacağınızı kesinlikle bilmiş olasınız. Onun vaad ve tehditlerinin gerçekliğine iman edesiniz. Âyet-i kerime’de "Allah, arşa hakim olandır." diye tercüme edilen "istiva ve arş" kelimelerinin daha geniş izahı için, A'raf Sûresinin elli dördüncü âyetinin izahına bakılabilir. 3Yeryüzünü döşeyen, orada sabit dağlar ve ırmaklar yaratan ve her türlü mahsulden çift çift yetiştiren Allah’tır. O, geceyle gündüzü perdeler. Şüphesiz ki bunda, düşünen bir kavim için nice deliller vardır. Yeryüzünü enine boyuna döşeyen, onun sarsılmasını önlemek için sabit dağlar yaratan, orada yaşayan canlılar için akar sular var eden Allah’tır. O, yeryüzündeki hertürlü mahsulü, siyah-beyaz, Tatlı-acı, erkek-dişi şeklinde çift çift yaratan O'dur. Gecenin karanlığı ile gündüzü, gündüzün ışığı ile de geceyi örter. Şüphesiz ki, Allah'ın yarattığı bu şeylerde, düşünüp ibret alan bir topluluk için, Allah'ın kuvvet ve kudretini gösteren alâmet ve deliller vardır. 4Yeryüzünde birbirine komşu birçok toprak parçaları, uzum bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurma ağaçları vardır. Onlar, aynı su ile sulanırlar. Bununla beraber biz onların mahsullerini birbirinden üstün kılarız. Şüphesiz ki bunda, aklını kullanan bir kavim için nice ibretter vardır. Yeryüzünde birbirine komşu nice topraklar vardır ki, birbirlerinden farklıdır. Bazıları verimli bazıları çoraktır. Bazılarının rengi kırmızı, bazılarının ki boz, diğerleri karadır. Bazıları dağlık diğerleri ovadır. Bazıları kumsal, diğerleri balçıktır. Bütün bunlar, kendilerini farklı şekilde meydana getiren büyük bir kudret sahibinin bulunduğunu gösterir. Yine yeryüzünde çeşitli üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalar vardır. Bunlar, aynı su ile sulandıkları halde, kendilerinden meydana gelen mahsullerin, tatlan, kokuları, renkleri ve şekilleri birbirinden farklıdır. Bu farklıklar da yine yaratıcının yüceliğini göstermektedir. Şüphesiz ki bütün bunlarda, aklını kullanan bir topluluk için bir delil ve ibret vardır. Bu hususta diğer âyet-i kerimelerde de şöyle buyurulmaktadır: "Sonra ben, o inkâr edenleri azabımla yakaladım. Yaptıklarını reddederek cezalandırmam nasılmış bir bak." "Allah'ın, gökten su indirdiğini görmedin mi? Biz onunla değişik renklerde meyveler çıkarmışızdir. Dağlardan da beyaz, kırmızı, simsiyah ve türlü renkte tabakalar yaratmışızdır." 5Ey Peygamber, eğer şaşacağın bişey varsa, aslında şaşılacak şey, onların: "Öldükten ve toprak olduktan sonra mı, biz mi yeniden yaratılacağız?" demeleridir. İşte onlar, rablerini inkâr edenlerdir. İşte onlar, boyunlarına zincirler vurulanlardır.' İşte onlar, cehennemliklerdir. Orada devamlı kalacaklardır. Ey Rasûlüm, eğer sen, herhangi bir zarar veya menfaat veremeyecek olan bir takım şeylere tapan müşriklere şaşıyorsan, bil ki daha çok şaşılacak şey, onların şu sözleridir. "Öldükten ve toprak olduktan sonra mı? Biz mi yeniden yaratılacağız?" İşte öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden bu insanlar, rablerinin kudretini inkâr eden kimselerdir, kıyamet günü boyunlarına demir bukağılar takılacak olanlar da işte bunlardır." Bunlar, cehennemliklerdir. Orada ebedi olarak kalacaklardır. Ne ölüp kurtulacaklar ne de cehennemden çıkarılacaklardır. Öldükten sonra dirilmenin imkânsız olduğunu iddia eden gafillerin gafletine işaret eden bir âyet-i kerime’de de şöyle buyuruluyor: "Gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmada hiçbir güçlük çekmeyen Allah'ın, ölüleri tekrar diriltmeye kadir olduğunu görmüyorlar mı? Evet, elbette o, herşeye kadirdir. Ahkaf Sûresi, âyet: 33 6Kâfirler senden, iyilikten önce kötülüğün acele gelmesini isterler. Halbuki kendilerinden önce, ibret alınacak cezalandırılmalar geçti. Şüphesiz rabbin, zulmetmelerine rağmen, tevbe eden insanlara af sahibidir. Aynı zamanda rabbin, cezası çok şiddetli olandır. Müşrikler, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)i yalanlamışlar ve "Eğer senin söylediklerin doğruysa bize vaadettiğin cezaları derhal getir." demişlerdir. Hatta bazan alaylı bir eda ile Allah’a bile: "Ey Allah’ım, eğer bu Kur'an, nezdinden indirilmiş bir kitap ise gökten üzerimize taşlar yağdır veya bize can yakıcı bir azap ver." demişlerdi. Enfal Sûresi, âyet: 32 İşte Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, müşriklerin ve İnkârcıların, azabı acele istemekle akılsız olduklarını, azaba uğrayan geçmiş ümmetlerden ibret almaları gerektiğini, azabı erteleme sebeplerinden birinin de, yaptıklarından vaz geçmeleri için bir lütuf olduğunu beyan etmektedir. 7Kâfirler, Peygambere: "Rabbinden bir mucize inse ya." derler. Sen ancak uyarıcısın. Her ümmetin, bir, doğru yolu göstereni vardır. Kâfirler, diğer âyetlerde de belirtildiği gibi,' Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) e iman etmek için, ondan, çeşitli mucizeler getirmesini istemişlerdir. Bu hususa işaret eden âyetlerde şöyle buyuruluyor: "Kâfirler şöyle dediler: "Bizim için yerden, suyu kesilmeyen bir kaynak çıkarmadıkça sana iman etmeyeceğiz." "Veya içinde üzüm ve hurma bulunan bir bahçen olsun. Ortasından şanl şanl ırmaklar akıt." "Yahut sandığın gibi göğü başımıza parça parça düşür veya Allah’ı ve Melekleri karşımıza getir." "Yahut altından bir evin olmalı veya göğe çıkmalısın. Allah’tan, Peygamber olduğunu yazan, okuyabildiğimiz bir kitap getirmedikçe göğe çıktığına da inanmayız. "Ey Rasûlüm, sen onlara şöyle de: ."Rabbimi tenzih ederim. Nihâyet ben def Peygamber olan insandan başka birşey değilim. Isra Sûresi, âyet: 90-93 Allah teala, Resûlüllah’a, müşriklerin aruzalnna göre mucize gönderilmeyeceğini, Resûlüllah'ın sadece bir uyarıcı olduğunu, mucize göndermenin ise sadece Allah'ın elinde olduğunu, her kavim için de doğru yolu gösteren bir peygamber gönderdiğini beyan etmektedir. Zira Allahü teâlâ, hiçbir topluluğa, Peygamber göndermeden sorumluluk yüklememiştir. Bu hususu beyan eden diğer bir âyette de şöyle buyurulmaktadır; "Kirn doğru yola giderse ancak kendisi için doğru yola gitmiş olur. Kim de saparsa kendi aleyhine sapmış olur. Hiçbir kimse başakısmın günahını yüklenmez. Biz, bir Peygamber göndermedikçe kimseye azap etmeyiz. îsra Sûresi, âyet: 15 Allahü teâlânın, kullarına doğru yolu göstermesi için lütfundan olmak üzere bir Peygamber göndermesi, o Peygambere, herkesin keyfine göre mucize vermesini gerektirmez. O halde kâfirler, kendi arzılarına göre mucize isteyedursunlar, bu konuda karar Allahü teâlânındır. İsterse mucize verir istemezse vermez. 8Her dişinin neye hamile olduğunu, rahimlerin neyi azaltıp neyi çoğalttığını Allah bilir. Allah katında herşey bir ölçüye tabidir. Allah, her dişinin neye hamile olduğunu, o dişinin kamındakinin, şeklinin, huyunun, inancının, ömrünün, rızkının vb. şeylerin nasıl olacağım bilir. Rahimlerin, zamanından evvel doğum yapmak, içlerinde bulunan şeyleri dışarı atmakla neleri eksilttiğini de bilir. Yine Allah, bu rahimlerin, zamanı geldiği halde doğum yapmaması ve orada ceninin oluşması gibi şeylerden neyi çoğalttığını da bilir. Herşey, Allah katında bir ölçüye tabidir. 9O, gizli ve aşikârı bilendir. Uludur, yüceler yücesidir. Allah, gözlerin göremediklerini de bilir gördüklerini de. Kalblerde gizli olanları da bilir, açığa vurulanları da. Bu itibarla Peygamberden mucize isteyenlerin ne niyetle istediklerini de çok iyi bilir. Allah, yüceler yücesidir. Herhangi bir şeyi yapmaması, onun acizliğinden değil, o şeyi yapmak isteyip istememes indendir. 10Allah’a göre, içinizden sözünü gizleyenle açığa vuran, geceleyin saklananla gündüzün ortaya çıkan arasında hiçbir fark yoktur. Allah'ın ilmi herşeyi kuşatmaktadır. Herhangi bir şeyi ondan gizlemek imkânsızdır. İnsanlara karşı gizli konuşmakla aşikâr konuşmak bir fark ifade eder fakat böyle davranmak Allah’a karşı hiçbir mânâ ifade etmez. Zira o, herşeyi bilendir. O halde gizlice veya aşikâr olarak söylenen bir sözle, işlenen günahı veya sevabı Allah bilir. Geceleyin, saklanarak yapılan isyanı da, gündüzleyin açıkça işlenen günahı da bilir. 11İnsanı, önünden ve arkasından takibeden ve Allah'ın emriyle onu koruyan Melekler vardır. Şüphesiz ki bir millet kendisini değiştirmedikçe Allah onu değiştirmez. Allah bir milletin kötülüğünü istediğinde kimse ona karşı duramaz. O millet için, Allah’tan başka bir koruyacak ta bulunmaz. İnsanı önünden ve arkasından takibeden ve onu koruyan Melekler hakkında başka âyet-i kerimelerde de şöyle buyuruluyor: "Onun sağında ve solunda oturan iki alıcı Melek, yaptıklarını kaydetmektedirler." "İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında onu gözetleyici hazır bir Melek bulunmasın. Kaf Sûresi, âyet: 17,18 Bu hususta Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de bir Hadis-İ Şerifinde şöyle buyuruyor: "Sizleri hem gece hem de gündüz takibeden Melekler vardır. Bunlar, sabah ve ikindi namazlarında (Nöbet değiştirmek için) bir araya gelirler. Sonra sizinle beraber geceleyenler yukarı çıkarlar. Rabbiniz daha iyi bildiği halde, onlardan: "Kullarımı nasıl bıraktınız?" diye sorar. Onlar da: "Biz onları namaz kılarken bıraktık. Gittiğimizde de namaz kılıyorlardı." derler. Kaf Sûresi, âyet: 17,18 Peygamber efendimiz diğer bir Hadis-i Şerifinde de şöyle buyuruyor: "Çıplak durmaktan kaçının. Zira sizden hiç ayrılmayan, sadece tuvalette bir de kişinin, ailesiyle cinsî münasebette bulunduğu sırada ayrılan Melekler vardır, onlardan utanın ve onlara saygı gösterin. Tirmizî, K. el-Edeb, bab: 42, Hadis No: 2800 Âyet-i kerime’de: "Şüphesizki bir millet kenidisin değiştirmedikçe, Allah onu değiştirmez." buyurulmaktadır. Buradan anlaşılıyor ki, esas olan, insanların kendi davranışlarıdır. Dnlar kendilerini değiştirmeyip, hak yolda devam ettikleri sürece Allahü teâlâ onları saptırmaz. Ancak, insanlar iradelerini kullanmaz, hak yoldan çıkma eğilimi gösterirlerse Allah da onları doğru yolda tutmaz. Böylece. sapıklığa düşerler. Bu hususta diğer âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: "Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana ne kötülük te gelirse kendi nefsindendir. Biz seni insanalara Peygamber olarak gönderdik. Şahit olarak Allah yeter. Nisa Sûresi, âyet: 79 "Başınıza gelen bir musibet, kendi ellerinizle kazandığınız günahlar yüzündendir. Oş işlenenlerin birçoğunu da affeder. Şûra Sûresi, âyet: 30 12Size korku ve ümit vermek için şimşeği gösteren ve o yağmurla yüklü bulutlan meydana getiren Allah’tır. Sizlere yıldırım düşme korkusunu salan ve yağmur yağdırma ümidini veren, şimşeği gösteren ve yağmur dolu bulutları meydana getiren Allah’tır. İnsanlar şimşekten hem korkar hem de ümitlenirler. Korkmaları, yıldırım düşmesinden ve benzeri âfetlerden dolayıdır. Bu sebeple Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), gök gürlediğinde, Allahü teâlâya şöyle dua ederdi: "Ey Allah’ım, sen bizi gazabınla öldürme, azabınla helak etme. Bunlardan önce bize afiyet ver. Tirmizî, K. ed-D3v5l, bab: 50, Hadis No: 3450/Ahmed b. Hanbel, Müsned c.2, s.100 13Gök gürlerken, Allah; hamd ile tesbih eder. Melekler de Allah’tan korkarak onu hamd ile tesbih ederler. Allah, yıldırımlar gönderir, onları dilediğine çarptırır. Kâfirler, Allah hakkında mücadele ederler. Halbuki Allah, büyük kudret sahibidir. Âyet-i kerime’de, gök gürültüsünün ve Meleklerin, Allah’ı hamd ile tesbih ettikleri beyan edilmektedir. Aslında, kâinatta nievcud olan herşey, Allah’a hemd eder ve onu tesbih eder. Bu hususta diğer bir âyette de şöyle buyurulmaktadır: "Yedi gök, yer ve onlarda bulunan varlıklar, Allah’ı tesbih ve tenzih ederler. Aslında hiçbirşey yoktur ki, hamd ile Allah’ı tesbih etmesin. Ne var ki siz onların tesbih etmesini anlamazsınız. Şüphesiz ki Allah, yarattıklarına çok yumuşak davranan ve çok affedendir. İsra Sûresi, âyet: 44 Âyet-i kerime’de, Allahü teâlânın, yıldırımlar göndererek onları, dilediğine çarptıracağı da beyan edilmektedir. Bu âyetin nüzul sebebi hakkında, Özet olarak zikredilecek olan şu olay Rivâyet edilmektedir: Erbed b. Rebia ile Amir b. Tufeyl, Resûlüllah efendimiz Mescidde iken yanına gelmişler. Amir b. Tufeyl, arkadaşı Erbed'e daha önce demiş ki: "Ben Muhammedle konuşurken sen arkasını dolaş ve kılınanla vurarak onu öldür." Fakat onların bu niyetini anlayan Resûlüllah: "Allah’ım, sen dilediğin bir şeyle bunların şerrini benden uzaklaştır." diye dua etmiş onlar da bu işte muvaffak olamayarak çekip gitmişler. İşte bunlardan, Erbed b. Rebia'nın üzerine, açık bir yaz gününde yıldırım düşmüş ve onu yakmıştır. İşte Resûlüllah'ın duası böylece yerine gelmiş, Allah'ın teala dilediği bir sebeple bu adamı helak etmiştir. Âyet-i kerime’nin son bölümünde: "Kâfirler, Allah hakkında mücadele ederler. Halbuki Allah, büyük kudret sahibidir." buyurulmaktadır. Bu hususta da Taberi şu olayı zikretmektedir: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), zulmüyle tanınmış bir kimseye birisini göndererek onu yanına çağırtmış, giden adam: "Allah'ın Peygamberi seni yanına çağırıyor." demiş. Adam da ona şu cevabı vermiştir: "Allah'ın Peygamberi kim? Allah kim? O, altından mı gümüşten mi? Yoksa bakırdan mı? "Bunlar aralarında tartışırlarken Allahü teâlâ, gürültülerle bir bulut göndermiş, buluttan çıkan bir şimşek, bunları söyleyen kişinin kafa tasını dağıtmıştır. İşte bu olay üzerine bu âyet nazil olmuştur. 14Doğru dua ancak Allah’a yapılandır. Allah'ın haricindeki dua ettikleri varlıklar ise, dua edenlerin hiçbirşeylerine cevap veremezler. Allah’tan başkasından yardım isteyenlerin durumu: Ellerini tamamen açarak suya uzatan kimseye benzer. Ağzına su götürmek ister fakat götüremez. Şu halde kâfirlerin duası, sapıklıktan başka birşey değildir. "Doğru dua ancak Allah’a yapılan duadır." Âyetin bu kısmı çeşitli şekillerde tefsir edilmiştir. Bu izah şekillerindenbirisi Mealde yapılan izah şeklidir. Diğer bir açıklama şekline göre de âyetin bu kısmının açıklaması şöyledir: "İnsanları hakka çağırmak, ancak Allah’a çağırmaktır. Allah’tan başkasına davet etmek ise bâtıldır. Bir başka izah şekline göre de bu kısmın açıklaması şöyledir: "Hakka davet etmek Allah’a mahsustur. Çünkü o, tevhide davet eder. Allah’tan başka varlıklar ise bâtıla davet edeler. Asılsız şeyleri kabullenmeye çağırırlar. Âyet-i kerime, Allah’tan başkasına yalvaran ve onlardan birşeyler isteyenleri, ellerini açarak uzakta bulunan bir suyu alıp ağzına götürmek isteyen kimsenin durumuna benzetiyor ve diyor ki: "Müşriklerin, Allah’ı bırakıp da kendilerine yalvardıklan putlar, onların dualarına cevap veremezler. Onlara ne bir menfaat sağlayabilirler ne de bir zararı onlardan uzaklaştırabilirler. Bunların durumu, susuz bir adamın durumuna benzer ki, o adam, ellerini açarak derin bir kuyunun dibindeki suya uzatır, diliyle suyun gelmesi için çağırır, elleriyle ona işaret eder. Fakat su, kendiliğinden yükselip onun ağzından içeri girmez. Allah’ı inkâr edenlerin duası, sapıklıktan başka birşey değildir. 15Göklerde ve yerde olanlar, ister istemez Allah’a secde ederler. Gölgeleri de sabah akşam Allah’a boyun eğer. Göklerde bulunan Melekler ve benzeri varlıklar, Allah’a, isteyerek secde ederler. Yeryüzündeki mü’minler de Allah’a, isteyerek secde ederler. Kâfirler ise, sıkışınca istemeseler de Allah’a boyun eğerler. Hatta bütün bunların gölgeleri bile sabah ve akşam, Allah’a secde ederler. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, yüceliğini ve kahredici bir güce sahibolduğunu beyan etmektedir. Herşey, Allah'ın hükümranlığı ve kontrolü altındadır, bütün yaratıklar ister istemez sonunda ona boyun eğmek ve onun önünde secdeye kapanmak zorundadırlar. Bu konuda başka bir âyet-i kerime’de de şöyle buyuruluyor: "Onlar, Allah'ın yarattığı eşyanın gölgelerinin, Allah’a boyun eğip secde ederek, sağa sola vurmasını görmezler Nahl Sûresi, âyet: 48 16Ey Rasûlüm, onlara de ki: "Göklerin ve yerin rabbi kimdir? O, Allah’tır." de. Allah’ı bırakıp, kendilerine hiçbir fayda ve zarar vermeyen şeyleri mi dostlar edindiniz?" de. Hiç körle gören bir olur mu?" de. Yoksa Allah’a, Allah gibi yaratmaya kadir ortaklar mı buldular da, yaratmanın kim tarafından olduğunda şüphe ettiler? Ey Peygamber sen onlara: "Herşeyin yaratıcısı Allah’tır, o birdir, kahredicidir." de. Ey Rasûlüm, Allah’a ortak koşan kişilere de ki: "Gökleri ve yeri yaratan, onları icadeden ve onları sevk ve idare eden kimdir? Onlara sen cevap vererek de ki: "Onları yaratan ve icadeden ancak Allah’tır. O halde kulluk ancak Allah’a yapılır." Ey Rasûlüm, yine o müşriklere de ki: "Gökleri ve yeri yaratan Allah’ı bırakıp ta, bizzat kendilerine dahi bir menfaat sağlyamayan ve bir zarar da veremeyen yaratıkları mı dostlar ediniyorsunuz? De ki: "Hakkı göremeyen kör kâfirle, onu görüp ona uyan mü’min hiç bir olur mu? Yoksa karanlıklara benzeyen kâfirlik ve sapıklıkla aydınlığa benzeyen iman ve hidâyet bir olur mu? Yoksa o müşrikler Allah’a ortaklar uydurup onların da Allah gibi varlıklar yarattıklarını görüp'te yaratma işinin kime ait olduğu hakkında şüpheye mi düştüler? Ey Rasûlüm, onlara de ki: "Sizin ve herşeyin yaratıcısı Allah’tır. O, birdir, kahredicidir. Hiçbirşey onu kahredemez. O, herşeye galiptir. 17Allah, semadan yağmur indirir. Dereler, taşıyabileckeleri kadar su akıtırlar. Seller, çerçöp ve köpükler taşırlar. Ziynet veya faydalı eşya yapmak için ateşte eritilen madenlerin de cürufu vardır. Allah, hak ile bâtılı, bunalrı misal vererek açıklar. Cüruf ve köpük boşa gider, insanlar için faydalı kısımları yerinde kalır. Allah, böylece misaller verir. Hakkın kalıcı oluşu, bâtılın da yok olmaya mahkum oluşu: Allah'ın, gökten indirdiği yağmur suyuna ve çeşitli ziynet eşyaları ve benzeri şeyler yapmak için eritilen madenlerin durumuna benzer. Gökten indirilen yağmur suyunu, her vadi, kapasitesi ölçüsinde taşır. Akıp giden bu su üzerinde, kabaran bir köpük oluşur ve eritilen bu madenlerin bir de posası vardır. İşte Hak, kabakları ve faydalı olmaları bakımından bu su ve madene benezmekte, bâtıl - ise, gelip geçiciliği ve faydasız olması bakımından, bu suyun ve madenin üzerinde oluşan köpüğe ve madenden çıkan posaya benzemektedir. Yani, bâtıl yok olmaya mahkumdur. Hak, ebedidir, kalıcıdır. 18Rablerinin davetini kabul edenler için güzel mukâfaat vardır. Allah'ın davetini kabul etmeyenler ise, yeryüzündekilerin hepsi, hatta onların bir misli daha kendilerinin olsa kurtulmak için feda ederlerdi. İşte bunlar için kötü bir hesap vardır. Sığınacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir beşiktir. Allah’a ve Peygambere itaat eden ve Allah katından kendilerine gelenleri tasdik eden mü’minler için güzel bir mukâfaat olan cennet vardır. Allah’a ve Peygambere itaat etmeyen kâfirlere gelince: Yeryüzünde bulunan herşey ve bir o kadarı daha kendilerinin olsa da, Allah'ın azabından kurtulmak için fidye verecek olsalar bu, kendilerinden kabul edilmeyecektir. Onlar için kötü bir hesap verme vardır. Allah, onları bütün yaptıklarından hesaba çekecek ve kötülükleri karşısında cezalandıracaktır. Onların kaçıp sığınacakları yer ancak cehennemdir. O, ne kötü bir yataktır. Ahirette mü’min kişinin, bu dünyada işlemiş olduğu salih ameller dışında bir kazancı yoktu. Kâfirler için ise hiçbir yardımcı yoktur. Kurtuluş için de hiçbir çareleri yoktur. Bu hususta diğer bir âyette de şöyle buyurulmakladır: "Şüphesiz inkâr edip kâfir olarak ölenlerin hiçbirinden, yeryüzünü dolduracak kadar altın fidye verseler bile kabul olunmayacaktır. Onlar için can yakıc; bir azap vardır. Onların, hiçbir yardımcıları da yoktur. Âl-i îmran Sûresi, âyet: 91 19Ey Peygamber, râbbin tarafından sana indirilenin gerçek olduğunu bilenle, doğruyu görmeyen kör, bir olur mu? Bunu ancak akıl sahipleri idarek ederler. Âyet-i kerime’de, hakkı idrak edenlerin, gerçekten gözleri görenler oldukları, hakkı idrak edemeyenlerin ise, maddi olarak gözleri görse de, mânevi bakımdan kör oldukları beyan edilmektedir. Zira hakkı görmeyen kimse ebedi hayatı kaybetmiş ve uçuruma yuvarlanmış bir kördür. Bundan daha kötü bir şaşkınlık olabilir mi?.. Bu hususta; diğer bir âyette de şöyle buyurulmaktadır: "Onlar hiç yeryüzünde gezip dolaşmazlar mı? Bari bu yolla düşünecek kalblere ve işitecek kulaklara sahibolsalar. Gerçek şudur ki, gözler kör olmaz ama göğüslerdeki kalbler körelir." Hac Sûresi, âyet: 46 20Bu akıl sahipleri onlardır ki, Allah'ın ahdini yerine getirirler, verdikleri sözü bozmazlar. Âyet-i kerime’de zikredilen "Allah'ın ahdi"nden neyin kastedildiği hususunda şu görüşler zikredilmiştir: "Bu ahit," Hani rabbin, Âdemoğullarının sulbleriden zürriyetlerini çrkarmış, onları, kendi nefislerine şahit tutarak "Ben sizin rabbiniz değil miyim?" demiş, onlar da "Evet, şahidiniz, sen bizim rabbimizsin." diye cevap vermişlerdi. Bu, kıyamet gününde "Bizim bundan haberimiz yoktu." dememeniz içindir. A'raf Sûresi; Âyet: 172 âyetinde zikredilen ahittir. Yahut bu ahit, haklarında aklî ve naklî deliller bulunan emir ve yasaklardır. Bu delilleri görenler, emirleri tutmak ve yasaklardan kaçınmak zorundadırlar. Zira onun delilleri görmesi, Allah’a karşı bir ahit vermesi anlamına gelmektedir. Âyet-i kerime’de zikredilen "Söz verme"nin ne anlama geldiği hususunda da şunlar söylenmiştir: "Buradaki söz verme "La ilahe İllallah MuhammedurResûlüllah" diyerek iman ettiğine dair Allah’a vermiş olduğu söz ile, insanlarla yapmış olduğu herhangi bir muamelede verilen söz anlamına gelmektedir. Böylece hakkı gören mü’minler, hem rablerine iman ettiklerine dair verdikleri sözü bozmazlar hem de insanlarla yapmış oldukları muamelelerde vermiş oldukları sözden caymazlar. 21Onlar, Allah'ın, riâyet edilmesini emrettiği şeylere riâyet ederler. Rablerinden korkar, kötü hesaptan sakınırlar. Bu akıl sahipleri, Allah'ın, koparılmamasını emrettiği akrabalık bağını koparmazlar. Bütün hareketlerinde rablerinin, kendilerini denetlemesinden korkarlar. Ahirette çetin bir hesap vereceklerinden çekinirler ve ona göre davranırlar. 22Bak. Âyet 24. 23Bak. Âyet 24. 24Onlar, rablerinin rızası için sabrederler. Namazı gereği gibi kılarlar. Bizim rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açık, hayır yolunda sarfederler. İyilikle kötülüğü savarlar. İşte bu mü’minlere, âhiretin en güzel mükâfaatı vardır. O da "Adn" cennetleridir. Oraya mü’minler, Salih olan ataları, eşleri ve soyları gireceklerdir. Melekler her kapıdan onların yanlarına girecekler ve "Sabretmenizin karşılığı olarak, selam size, âhiretin en güzel mükâfaatı ne hoştur." diyeceklerdir. Gerçeği gören o akıl sahipleri, rablerinin rızası için sabrederler. Kendilerini haramlardan ve günahlardan alıkoyarlar. Namazlarını, bütün tadil-i erkânıyla ve huzur-ı kalb ile kılarlar. Kendilerine vermiş olduğumuz rızıklardan, eşleri, akrabalan, fakirler ve yoksullar için, yerine göre gizli yerine göre aşikar olarak harcarlar. İyilikler yaparak kötülükleri önlerler. İşte bunlar için âhiret yurdunun en güzel mükâfaatı olan "Adn" cennetleri vardır. Bu cennetler, Peygamberlerin, şehitlerin ve velilerin makamıdır. Bu cennetlere hem kendileri hem de salih amel işleyen atalan, eşleri ve çocukları girecektir. Böylece ahirette de bir araya gelmenin sevincini yaşayacaklardır. Melekler her kapıdan onların yanına girecekler ye onları, dünyada çeşitli zorluk ve çilelere karşı sabretmeleri sebebiyle eriştikleri nimetlerle müjdeleyip tebrik edecekler ve "Selam size" diyeceklerdir. Âyeti kerime’de, âhiretteki nimetlerin, dünyadaki sabretmenin karşılığı olarak verildiği zikredilmektedir. Sabır, hem cihad sırasında düşman karşısında direnmek hem de fakirlik içinde bulunulduğu halde isyan etmeden, ihtiyaçlar karşısında mütevekkil olup Allah’a güvenmektir. Bu hususta Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyurmaktadır: "Sizler, Allah'ın yarattıklarından, cennete ilk gireceklerin kimler olduğunu biliyor musunuz?" dedi. Sahabiler ise: "Allah ve resulü daha iyi bilir." dediler. Bunun üzerine Resûlüllah şöyle buyurdu: "Allah'ın yarattıklarından cennete ilk girecekler, fakirler ve muhacirlerdir. Onlar ki sınırlar onlarla korunur, zor işler onlarla başarılır. Onlardan birisi öldüğünde, ihtiyaçlarını kalbinde taşıyarak, onları gideremeden ölürler. Allahü teâlâ, Meleklerinden dilediğine şöyle der: "Onları karşılayın ve selamlayın." Melekler: "Ey rabbimız, biz senin göklerde yaşayan ve yarattıklarının hayırlıları olan varlıklarız. Sen bizlere, gidip onları karşılamamızı ve onları selamlamamızı mı emrediyorsun?" derler. Allah: "Onlar, sadece bana kulluk eden, hiçbirşeyi bana ortak koşmayan kullardır. Sınırlar onlarla korunuyor, sevilmeyen zor işler onlarla başanhyordu. Onlardan biri öldüğünde, ihtiyaçlarını kalbinde taşıyarak, onları gideremeden ölmüşlerdir." Bunun üzerine Melekler gelirler ve her kapıdan yanlarına girerler ve sabretmelerinin karşılığı olarak "Selam size, âhiretin en güzel mükâfaatı ne hoştur." derler. Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.2 s. 168 25Kesin söz verdikten sonra, Allah'ın ahdini bozanlara, Allah'ın, riâyet edilmesini emrettiği şeylere riâyet etmeyenlere, yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlara, işte onlara lanet vardır, Âhiretin kötülüğü de bunlaradır. Allah'ın emirlerine itaat edip yasaklarından kaçınacaklarına dair kesin söz vermelerinden sonra bu ahitlerini bozanlara, Allah'ın, kopanlmamasmı emrettiği akrabalık bağını koparanlara, yeryüzünde çeşitli günahlar işleyerek bozgunculuk çıkaranlara gelince, işte lanet bunlaradır. Bunlar, Allah'ın rahmeti ve cennetinden uzaklaştırılmışlardır. Ahirette kötü akıbet kendilerini beklemektedir. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, günahkârların sıfatlarını ve ahirette ne gibi cezalarla karşılaşacaklarını beyan etmektedir. Bu günahlar, Allah’a verilen sözleri bozmak, Allah'ın, koparılmamasını emrettiği akrabalık bağlarını koparmak ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak şeklinde üç kısma ayrılmıştır. Allah’a verdikleri sözü bozmaktan maksat, iman esaslarına ters davranmak ve Allah'ın emir ve yasaklarını dinlememektir. Akrabalık bağlarını koparmak ise, akrabalar karşı İslamın emrettiği şekilde davranmamaktır.. Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak meselesine gelince, o da, Allah’a karşı isyan etmek ve diğer herhangi bir günahı işlemektir. Böyle bir insan, kendisini yaratan Allah ile, akrabalarıyla ve diğer bütün insanlarla irtibatını koparmış olduğundan, Allah'ın rahmetinden kovulmayı hak etmiş ve ahirette kötü bir ceza ile cezalandırılmaya layık olmuştur. 26Allah, dilediğinin rızkını genişletir, dilediğininkini de daraltır. Onlar, dünya hayatıyla sevinirler. Halbuki dünya hayatı, âhirete göre ancak gelip geçici bir maldır. Kâfirler, Allah'ın, dünyada kendilerine vermiş olduğu mallarla sevinip kendilerini mutlu hissederler. Halbuki Allah bu malları onlara, imtihan için vermiştir. Ve Allah, dilediğini zengin, dilediğini fakir kılar. Kâfirlerin zengin olmaları, kendi meziyetlerinden dolayı değildir. Ayrıca kâfirlerin dünya hayatındaki üstünlükleri, gelip yeçici bir şeydir. Ahi ret nimetleriyle karşılaştırıldığında, geçici bir azıktan başka bir şey değildir. Bu itibarla kâfirler, dünya hayatına mağrur olmamalıdırlar. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir Hadis-i. Şerifinde, dünya hayatıyla âhiret hayatını karşılaştırarak şöyle buyurmuştur: "Allah’a yemin olsun ki, âhirete göre dünya hayatı, denizin suyuna nisbetle, sizden birinizin şehadet parmağını uzatarak dalgadan kaptığı su kadardır." Müslim,K.el-Cenne, 55, Hadis No. 2858/Tirmizî. K. ez-Zühd bab: 15. Hadis No: 2323/İbn-i Mâce, K. ez-Zühd, bab. 13, Hadis No: 4108 27Kafirler, Peygambere: "Rabbinden bir mucize inse ya." derler. Ey Peygamber de ki: "Allah dilediğini saptırır. Kendisine yöneleni doğru yola sevkeder." Ey Rasûlüm, kavminin, Allah’a ortak koşanları senin için şöyle derler: "Ona rabbi katından, kendisiyle birlikte insanları uyaran bir Melek veya benzer bir mucize verilse ya." Onlara de ki: "Allah, sizin gibileri saptırır da bana benimle gönderilenlere iman etmezler. Yaptıklarından vaz geçip tevbe edenleri ise doğru yoluna iletir. Bana teklif ettiğiniz mucizenin gelip gelmemesi, sizin iman etmenizi sağlamayacaktır. 28Allah’a yönelenler, iman edip Allah’ı zikrederek kalbleri huzura kavuşanlardır. İyi bilinmelidir ki, kalbler Allah’ı zikretmekle huzura kavuşur. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, gerçekten kendisine yönelenleri beyan ederek bunların iki önemli sıfatlarını zikretmekte ve bu sıfatların, önce iman etmek sonra da Allah’ı anarak kalbini huzura kavuşturmak olduğunu bildirmektedir. Ayrıca bundan sonra gelen âyette de, imanla birlikte salih amel işlemenin de Allah’a yönelmeyi gösteren bir sıfat olduğunu açıklamaktadır. 29İman edip salih amel işleyenlere ne mutlu. Hayırlı akıbet de onlar içindir. Âyette geçen ve "Ne mutlu" diye tercüme edilen "TÛBÂ" kelimesinin ne anlama geldiği hususunda farklı görüşler zikredilmiştir. Bazılarına göre "TUBA" cennet demektir. Buna göre âyetin mânâsı: "Salih amel işleyenlere cennet vardır." demektir. Bazılarına göre de "TÛBÂ" cennette bulunan ve mü’minlerin, altında gölgelenecekleri büyük bir ağacın ismidir. Buna göre de âyetin mânâsı şöyledir: "Salih amel işleyenlere cennette Tûbâ ağacı vardır." Bazılarına göre ise Tûbâ nın mânâsı, "Ne mutlu, müjdeler olsun, gözün aydın olsun" şeklinde müjde ifadeleridir. Meal de bu görüşe göre hazırlanmıştır. 30Ey Peygamber, böylece seni de, sana vahyettiğimizi onlara okuyasın diye, kendilerinden önce birçok ümmetler geçmiş ümmete, Peygamber olarak gönderdik. Onlarsa rahman olan Allah’ı inkâr ederler. De ki: "O benim rabbimdir. Ondan başka ilâh yoktur. Ben ancak ona tevekkül ettim. Tevbem de yalnız onadır." Âyet-i kerime’de "...Onlarsa rahman olan Allah’ı inkâr ettiler..." ifadesi zikredilmektedir. Mücahid bu hususta şunları söylemektedir: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) müşriklerle antlaşma yaparken, antlaşmanın başına "Bismillahirrahmanirrahim" yazılmasını emretmiş, Kureyşli müşrikler ise "Rahmanı yazma biz onun ne olduğunu bilmiyoruz. Ey Allah'ım senin adınla diye yaz." demişler. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime onlara cebap vererek buyurmuştur ki: "Ey Rasûlüm, de ki: "O rahman benim rabbimdir. Ondan başka ilâh yoktur.. 31Eğer Kur'an ile dağlar yürütülse veya yeryüzü parçalansa yahut ölüler konuşturulsaydı, yine kâfirler iman etmezlerdi. Oysa bütün işler Allah’a aittir. İman edenler bilmezler mi ki, eğer Allah dikseydi, bütün insanların cüz'î iradelerini ellerinden alır, doğru yola sevkederdi. Allah'ın vaadi gelinceye kadar, kötü amellerinin cezası olarak, kâfilerin, ya devamlı olarak başlarına bir bela gelecek vaya evlerinin yakınına isabet edecektir. Elbette Allah vaadinden dönmez. Âyet-i kerime’nin ilk cümlesinin meali: "Eğer Kur'an ile dağlar yürütülse veya yeryüzü parçalansa yahut ölüler konuştunılsaydı yine kâfirler iman etmezlerdi." şeklinde verilmiştir. Bu meal, müfessirlerin çeşitli görüşlerinden tercih edilen bir tanedisidir. Âyetin bu cümlesi şu şekilde de izah edilmiştir. "Şâyet müşriklerin teklif ettikleri gibi bu Kur'an vasıtasıyla dağlar giderilip ovalar haline getirilse, yerler yarılıp ırmaklar fışkırsa, ölüler kabirlerinden çıkarılıp konuşturalacak olsalar dahi yine o müşrikler, rahman olan Allah’ı inkâr etmeye devam ederler." Bu görüşe göre âyet-i kerime, müşriklerin tekliflerine cevap vermektedir. Diğer bir görüşe göre âyetin bu cümlesi şöyle izah edilmiştir. "Geçmiş kitaplardan herhangibiri, dağları yürütmüş, yeryüzünü yarmış yahut ölüleri konuşturmuş olsaydı, Kur'an da bunları yapardı. Bu tür şeyleri yapmak kitapların işi değil, Peygamberlere verilen mucizelerdir. O halde müşriklerin veya ehl-i Kitabın, Kur’an’ın böyle şeyleri yapmasını istemeleri yersizdir, manasızdır." Taberi bu ikinci görüşü zikretmiştir. İbn-i Kesir ise bu âyeti şöyle izah etmektedir: "Herhangi bir ilahi kitap, dağlan yerinden yürütecek veya yerleri yaracak yahut ölüleri kabirlerinden çıkartıp konuşturacak olsaydı bu kitap Kur'an olurdu. Zira Kuran, insanların ve cinlerin, belagatı önünde âciz kaldıkları bir kitaptır. Âyet-i kerime’nin devamında: "Oysa bütün işler Allah’a aittir." ifadesi zikredilmiştir. Burada Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)in asıl söz sahibi olmadığı, gerçek söz sahibinin, Allahü teâlâ olduğu, onun dilemesiyle herşeyi yapacağı beyan edilmiş ve dikkatler tevhid inancına çekilmiştir. Âyette devamla şöyle buyuruluyon "İman edenler bilmezler mi ki, eğer Allah dileseydi, bütün insanların cüz'î iradelerini ellerinden alır, onları doğru yola sevkederdi." Taberi, âyet-i kerime’nin, mealde verildiği gibi bu şekilde izah edildiğini nakletmiş ve bu izah şeklini tercih etmiştir. Bir başka izaha göre, âyetin bu bölümünün mânâsı şöyledir: "Mü’minler, kâfirlerin iman etmelerinden hâlâ ümitlerini kesmediler mi? Hidâyetin ve doğru yoldan saptırmanın sadece Allah'ın elinde olduğunu bitmediler mi?" Âyet-i kerime’nin son bölümü ise, kâfirleri tehdit etmekte ve akıbetlerinin felaket olacağını ve daha dünyada iken bile birçok musibetlere uğradıklarım beyan etmektedir. 32Şüphesiz senden önce gönderilen Peygamberlerle de alay edildi. Ben, inkâr edenlere mühlet verdim. Sonra onlari asabımla yakalayıverdim. Onları cezalandırmam nasılmış bir bak. Ey Rasûlüm, kavminin müşrikleri seni yalanladığı gibi, senden önceki Peygamberleri de kavimleri yalanlamışlar ve onları alaya almışlardır. Ben, o Peygamberlerimi alaya alan kâfirlere mühlet verdim. Onlar, azgınlıklarına devam edip durdular. Sonra da onları azabımla yakalayıverdim. Onları cezalandırmam nasılmış bir bak da gör ve onlardan ibret al. Bu âyet-i kerime, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)i kavminin inkâr ve alaylarına karşı sabırlı olmaya davet etmekte, kâfirlerin âdetlerinin böyle olduğunu bildirerek onu teselli etmekte ve usanmadan tebliğ vazifesine devam etmesinin gerektiğini beyan etmektedir. 33Herkesin yaptığını murakabe eden Allah, herşeyden âciz olan putlara hiç benzer mi? buna rağmen müşrikler Allah’a ortaklar koştular. Ey Peygamber de ki: "Siz onları, layık olduklarıyla adlandırın. Yeryüzünde Allah'ın bilmediği şeyler var da onları mı Allah’a haber veriyorsunuz? Yoksa kuru iddialarda mı bulunuyorsunuz? Daha doğrusu, hiyleleri, kâfirlere yaldızlı gösterildi de, doğru yoldan altkonuldular. Allah, kimi saptırırsa, artık onu doğru yola sevkedecek, hiçbir kimse bulunamaz. Hiç, herkesin yaptığını denetleyen, bütün yaratıkların rızkını veren, ebedi olarak baki kalan Allah ile, görüp işitmeyen, kendine veya başkasına herhangi bir fayda sağlamayan, kendisinden veya herhangi birisinden bir zararı uzaklaştıramayan ve sonunda helak olmaya mahkum olan putlar bir olur mu? Bunu hiç düşünmezler de mi Allah’a ortaklar koşarlar? Ey Rasûlüm, sen, o Allah’a ortak koşan o müşriklere de ki: "O ortak koştuğunuz şeylerin adlarını söyleyin bakalım, onlar nasıl varlıklardır?,Allah’a nasıl ortak olabilirler? Yoksa sizler, yeryüzünde, Allah’a, bilmediğiniz bir hususu mu haber vermeye kalkıyorsunuz ve onun dışında ilâhlar bulunduğunu iddia ediyorsunuz? Yahut ta birtakım kuru ve tutarsız iddialarda mı bulunuyorsunuz? Doğrusu kâfirlere yalan uydurarak insanlara tuzak kurup onları haktan saptırmaları süslü gösterildi. Böylece kendileri de doğru yoldan sapmış oldular. Allah, kimi saptırırsa artık onu doğru yola iletecek kimse yoktur. 34Bu müşriklere dünya hayatında azap vardır. Ahlret azabı ise daha çetindir, On'an, Allah'ın azabından koruyacak hiç kimse de yoktur. Allah’a ortak koşan bu müşriklere, daha dünya hayatmdayken, mü’minlerin elleriyle öldürülme ve esir alınma gibi azap vardır. Ertelenmiş olan âhiret azabı ise daha çetindir. Zira o, hiç bitmeyen cehennem azabıdır. Onları, Allah'ın azabından koruyacak herhangibir kimse de yoktur. Âyet-i kerime’de zikredildiği gibi, cehennem azabı, dünyadaki hiçbir azapla kıyaslanamayacak kadar şiddetlidir. Bu hususta diğer âyetlerde de şöyle buyuruluyor: "İşte bunlar, rableri hakkında münakaşa eden mü’min ve kâfir iki hasım zümredir. İnkâr edenlere ateşten elbiseler biçilir, başlarının üstünden kaynar sular dökülür." "Onunla karınlarındakiler ve derileri eritilir." "Ayrıca onlar için demirden topuzlar vardır." "Onlar ne zarftan, cehennem azabının sıkıntısından çıkmak isteseler, her defasında oldukları yere döndürülürler. Onlara: "İnkârınızın cezası olarak yakıcı azabı tadın." denilir. Müslim,K.el-Cenne, bab.55, Hadis No. 2858/Tirmizî. K. ez-Zühd bab: 15. Hadis No: 2323/İbn-i Mâce, K. ez-Zühd, bab. 13, Hadis No: 4108 35Allah’tan korkanlara vaadedilen cennet, altından ırmaklar akan, yiyecekleri ve gölgeleri devamlı olan bir cennettir. İşte Allah’tan korkanların akıbeti bu, İnkârcıların akıbeti ise ateştir. Bu âyet-i kerime’de ise, Allah’tan korkanlara vaadedilen cennet zikredilmektedir. Cennetin üstünlüğünü tam olarak anlatabilmek mümkün değildir. Bu hususta diğer bir âyette de şöyle buyurulmaktadır: "Hiç kimse onlar için, dünyada yaptıklarının karşılığı olarak saklanmış, memnun edici nimetlerin ne olduğunu bilemez. Secde Sûresi âyet: 17 Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) cenneti vasıflandıran bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor: "Allah "Ben, salih kullanma, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir beşerin hatırına gelmeyen nimetler hazırladım." buyurdu. Dilerseniz: "Hiçbir kimse onlar için, dünyada yaptıklarının karşılığı olarak saklanmış, memnun edici nimetlerin ne olduğunu bilemez. Secde Sûresi, âyet: 17 âyetini okuyun. Buhari, K. Bed'ül Halk, bab: 8/Müslim, K. el-İman, bab: 312, Hadis No: 189 dedi. 36Daha önce kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, sana indirilene sevinirler. Fakat guruplaşanlardan bir kısmı, sana indirilenin bir bölümünü inkâr ederler. Ey Peygamber de ki: "Ben, yalnız Allah’a ibadet etmek, ona hiçbirşeyi ortak koşmamakla emrolündum. Yalnız ona davet ederim. Dönüşüm de ancaknadir. Ey Rasûlüm, kendilerine kitap verdiklerimizden sana iman edenler, sana indirilen Kur'andan dolayı sevinirler. Onlardan bazıları ise, o Kur’an’ın bir kısmını inkâr ederler. Ey Rasûlüm, de ki; "Ben Allah’a kulluk etmekle ve herhangi bir şeyi ona ortak koşmamakla emrolundum. İnsanları ancak ona ibadet etmeye davet ederim. Benim dönüşüm de ancak onadır. 37(Geçmiş Peygamberlere kitaplarımızı kendi dilleriyle indirdiğimiz gibi) Sana da, hikmetlerle dolu Kur’an’ı Arapça olarak indirdik. Yemin olsun ki, eğer sana ilim geldikten sonra kâfirlerin heveslerine uyarsan, Allah’a karşı senin, ne bir dostun ne de bir koruyucun bulunur. Ey Rasûlüm, biz, senden önce Peygamberler gönderip, onlara gökten kitaplar indirdiğimiz gibi, sana da sağlam hükümleri kapsayan ve Arapça olan bu Kur’an’ı gönderip, seni bununla şereflendirdik. Bütün bunlara rağmen şâyet sen, rabbin katından sana ilim geldikten sonra, kâfirlerin heva ve heveslerine uyacak olursan, yemin olsun ki Allah’a karşı senin ne bir dostun ne de bir koruyucun bulunur. Bu âyet-i Celile, hernekadar Resûlüllah’a hitabetmekte ise de, ümmetinin âlimlerini uyarmaktadır. Bu ümmetin âlimleri, kendilerine Allah katından, Kur'an-ı Kerim gibi hakkı beyan eden bir ilim geldikten sonra, kâfirlerin heva ve heveslerine uymamak zorundadırlar. Aksi takdirde, Allah'ın, kendilerine verecek olduğu cezaya karşı kendilerine ne bir dost ne de bir koruyucu bulabilirler. 38Şüphesiz ki biz, senden önce de Peygamberler gönderdik. Onlara da eşler ve çocuklar yerdik. Hiçbir Peygamber, Allah'ın izni olmadan bir âyet getiremez. Herşeyfn vadesi kitapta kayıtlıdır. Müşrikler, Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)e karşı çıkarak şöyle demişlerdi: "Kâfirler şöyle dediler: "Bu ne biçim Peygamber ki yemek yiyor, çarşılarda geziyor? Kendisine bir melek indirilip te onunla birlikte uyarıcı olsaydı ya." "Yahut kendisine bir hazine indirilse veya bir bahçesi olsa da oradan yese ya. "Zalimler, mü’minlere: "Siz ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz." dediler. Furkan Sûresi, âyet: 7,8 Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de onlara cevap veriyor ve buyuruyor ki: "Peygamber olarak gönderdiğimiz ilk insan sen değilsin. Senden önce de Peygamberler gönderdik. Onlar da senin gibi insandı. Biz onlara, eşler ve çocuklar vermiştik. Onlar, yeyip içmeyen Melekler değillerdi. İnkârcıların teklif ettikleri gibi, Peygamberlerin, Allah'ın izni olmadan, herhangi bir mucize getirmeleri mümkün değildir. Allah'ın emirlerinin gelmesi için takdir edilmiş bir vade vardır. O vade gelince Allah'ın emri mutlaka gelir. Yoksa müşriklerin isteklerine göre gelmez. 39Allah, hükümlerden dilediği hükmü siler, dilediğini bırakır. Esas kitap onun katındadır. Müfessirler bu âyet-i kerime’yi çeşitli şekillerde izah etmişlerdir: Bazılarına göre âyetin izahı şöyledir: "Allah, gönderdiği hükümlerden dilediğini neshederek kaldırır. Dilediğini ise olduğu gibi bırakır." Bazılarına göre de âyetin izahı şöyledir: "Allah, kullarına ait hususlardan dilediğini siler, dilediğini olduğu gibi bırakır. Ancak cehennemlik olmak, cennetlik olmak, ecel ve hayat müstesnadır. Bunlar değişmez." Diğer bazılarına göre ise şöyle izah edilir: "Allah, Meleklerin tesbit ettileri amel defterinden dilediği şeyleri silip, dilediklerini de olduğu gibi bırakır. Değişmeyen levh-i Mahfuz ise onun katındadır. Bazılarına göre de âyet şöyle izah edilir: "Allah, dilediği her şeyi siler ve dilediği herşeyi olduğu gibi bırakır." Bu son izah şekline göre, Allah'ın silmeyeceği hiçbirşey yoktur. Bu görüşe delil olarak şu Hadis-i Şerif zikredilmiştir: "Kaza ve kaderin önüne ancak dua durabilir. Ömrü ancak iyilik yapma artırır. Bir başka görüşte de âyetin izahı şöyledir: "Levh-i Mahfuz iki kısımdır. Birinde Allah, dilediği değişikliği yapar dilediğini ise olduğu gibi bırakır. Diğerinde de hiçbir değişiklik yapmaz. Ona "Ümmül Kitap" denir. Yine başka bir görüşe göre de âyet şöyle izah edilir: "Allahü teâlâ eceli geleni siler. Ömrü olanı devam ettirir. "Taberi de bu görüşü tercih etmiştir. Bir diğer görüşe göre de âyetin izahı: "Allah, kullarından dilediğinin günahını siler. Dilediğinin ise günahını bırakır." şeklindedir. Âyetin sonunda bulunan ve "Esas Kitap" diye tercüme edilen "Ümmül Kitap" ifadesinden neyin kastedildiği hakkında da farklı izahlar yapılmıştır: Bazılarına göre buradaki Ümmül Kitap'tan maksat, Allah'ın ilmidir. Bazılarına göre Ümmül Kitap "Kitabın aslı" demektir. Bazılarına göre'ise "Ümmül Kitap" "Haram ve Helali kapsayan hükümler." demektir. Taberi ikinci görüşü tercih etmiştir. 40Onalara vaadettiğimiz azabın bir kısmını sana göstersek te veya onu göstermeden seni vefat ettirsek te, sana düşen ancak tebliğ etmektir. Hesaba çekmek yalnız bize aittir. Evet, Peygamberin vazifesi tebliğ etmek ve uyarmaktır. Bu sebeple Peygamberin azabetmesi diye birşey söz konusu değildir. Ceza veya mükâfaat vermek, Allah’a aittir. Bu hususta başka bir âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır: "Ey Rasûlüm, sen hatırlat. Çünkü sen, ancak bir hatırlatıcısın." "Sen onlara tahakküm edici değilsin." "Fakat yüzçevirip inkâr edenleri, Allah, en büyük azaba çarptırır.'" "Şüphesiz ki onların dönüşü bizedir." "Onları hesaba çekmek te bize aittir." Ğaşiye Sûresi, âyet: 21-26 41Kâfirler emrimizin yeryüzüne gelîp onu etrafından eksilttiğimizi görmezler mi? Hükmeden yalnız Allatır, Onun hükmünü takibedip reddedecek hiç kimse yoktur. O, hesabı çok sür'atti olandır. Âyet-i kerime’de, Allahü teâlânın yeryüzünü eksilttiğini bildirilmektedir. Yeryüzünün eksiltilmesinden neyin kastedildiği hakkında çeşitli görüşler zikredilmiştir: Bir görüşe göre, bundan maksat, Müslümanların zaferiyle, kâfirlerin ellerinde bulunan toprakların eksilmesidir. Taberi ve İbn-i Kesir bu görüşü tercih etmişlerdir. Diğer bir görüşe göre, yeryüzünün eksiltilmesi, onda bulunan maddelerin, ürünlerin ve insanların yok edilmesidir. Başka bir görüşe göre: Yeryüzünün eksiltilmesi: Mamur olan yerlerin tahrip edilmesidir. Geçmiş ümmetlerden kalan eserler bunu göstermektedir. Bir diğer görüşe göre ise: Yeryüzünün eksilmesi, orada yaşayan âlimlerin ve seçkin insanların giderek yok olmalarıdır. 42Onlardan öncekiler de tuzaklar kurdular. Halbuki bütün tuzakların hedefine ulaşması ancak Allah’a aittir. Allah, herkesin yaptığını bilir. Kâfirler, âhiretin en güzel mükafaatının kimin olacağını yakında bileceklerdir. Bu müşriklerden önce geçen ümmetler de Peygamberlerin aleyhine çeşitli tuzaklar kurmuşlardır. Fakat bütün tuzakları başarıya eriştirmek Allah’a aittir. Bu itibarla, Allah dilemedikçe, onların kurmuş oldukları tuzaklar, herhangi bir zarar veremez. Allah, bütün yaratıkların ne yaptığını bilir. Müşriklerin, sana kurdukları tuzakları da bilir. Müşrikler rablerinin huzuruna çıkınca, âhirette güzel mükâfaatın kimin olacağını bilmiş olacaklardır. 43Kâfirler; "Sen, Allah tarafından gönderilmiş bir Peygamber değilsin." derler. Onlara de ki: "Bizimle sizin aranızda, Allah'ın ve kitabın bilen âlimlerin, şahit olmaları yeter. Allahü teâlâ, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in Peygamberliğini inkâr eden kâfirlere karşı şöyle söylemesini emrediyor: "Benim Peygamberliğime Allah'ın şahit olması, bir de benden önceki Peygamberlere gönderilen kitapları okuyup benim Peygamber olarak gönderildiğimi bilen âlimlerin şahit olması yeter. |
﴾ 0 ﴿