İBRAHİM SÛRESİİbrahim Sûresi, Mekkede nazil olmuştur ve elli iki âyettir. Bu Sûre-i Celilenin, adını aldığı Hazret-i İbrahirn, Babil şehrinde dünyaya gelmiş ve Rivâyete göre ikiyüz yıl yaşamış Ülül Azim bir Peygamberdir. Babilde yaşayan insanlar putlara, ay'a güneşe ve yıldızlara tapıyorlardı. O beldenin hükümdarı da Nemrut idi. Hazret-i İbrahim işte bu kavme Peygamber olarak gönderildi. Putperest olan bu kavmi hidâyete davet etti. Fakat kavmi, onun bu davetini kabul etmedi. Ülkenin hükümdarı olan Nemrut, ısrarla davetini sürdüren Hazret-i İbrahimi mancınıkla, hazırlattığı büyük bir ateşin içine attırdı. Fakat Allahü teâlânın korumasıyla ateş onu yakmadı. Ateşin içine düştüğü yer güllük gülistanlık bir yer haline geldi. Bunu gören insanların bir kısmı ona iman etti. Bazıları da yine inkârlarından devam ettiler. Bu Sûre-i Celile de diğer Mekki Surelerin ihtiva ettiği mevzuları ihtiva etmektedir. Bu mevzular, İnanç, Vahiy, Risalet, Tevhid, Ölümden sonra diriliş, hesap ve ceza gibi mevzulardır. Bu Sûre-i celilede, diğer surelerde de istenen bu mevzular ayrı bir açıdan inceleniyor ve özel ilhamlar veriyor insana. Hazret-i İbrahim, rabbine şükreden, ona sığınarak yardımını talep eden bir Peygamber ve Peygamberler atasıdır. Onun, rabbine çokça şükreden ve ona çokça yalvaran bir şahsiyet oluşunun ifadeleri hissediliyor âyetlerde. Sûre-i celilede bir çok itikadı gerçek yer alıyor, birçok mevzular beyan ediliyor. Bunlardan bazılarını şöylece özetlemek mümkündür: Sûre-i celilede, bütün Peygamberlerin ve Peygamberlik müessesesinin birliği, getirmiş oldukları davetin tek bir davet olduğu hepsinin de cahiliyete ve şirkin temellerine karşı aynı şekilde davrandıkları, değişik yer ve zamanlarda gelmelerine rağmen, davranış şekillerinin aynı olduğu görülüyor. Yine Sûre-i celilede, Allahü teâlânın insanlara verdiği nimetin şükürle artırılacağı beyan ediliyor. Buna rağmen birçok insanın bu gerçeği benimsemeyerek inkâra kalkıştıkları açıklanıyor ve insanların, bunlardan ibret almaları için ikazlar serdediliyor. Tabbi ki Surede daha birçok olaya ve gerçeğe işaret buyuruluyor. Ancak yukarıya dercedilen bu iki husus Surenin havasına hakim durumda görülüyor. Peygamberlerin ve onlarla beraben gönderilen ilahi kitapların vazifeleri, insanılan karanlıklardan çıkarıp aydınlığa kavuşturmaktır. Bu husus daha Surenin başında beyan edilerek buyuruluyor ki: "Ey Rasûlüm, bu, insanları, rablerinin izniyle, karanlıklardan aydınlığa, her şey galip ve övülmeye layık olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır. Bakara Sûresi, Âyet: 257 Şimdi Sûre-i Celilenin, insanlara hidâyet yolunu gösteren âyetlerinin izahına gelelim: Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle 1Elif, Lam, Râ. Ey Rasûlüm, bu, insanları, rablerinin izniyle, karanlıklardan aydınlığa, her şeye galip ve övülmeye layık olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır. Elif, Lâm, Râ. gibi Huruf-u Mukatta'a hakkında, Bakara Sûresi ve diğer Surelerin başında yeteri kadar açıklama yapılmıştır. Bu gibi harflerin ne mânâya geldiklerini geniş bir şekilde anlamak için oralara müracaat edilebilir, Âyet-i kerime’nin devamında şöyle buyurulmaktadır: "Ey Rasûlüm, biz sana bu Kur’an’ı indirdik ki, sen, insanları, rablerinin izniyle, bu kitap sayesinde, sapıklık ve İnkârcılığın karanlıklarından çıkarıp imanın nuruna sevkedesin. Herşeye galip ve övülmeye layık olan Allah'ın yoluna, İslama iletesin. Allahü teâlâ, kendisine iman eden insanları, sapıklık ve cehaletin karanlıklarından çıkarıp; hakkın ve İslamın aydınlığına iletir. Allah'ın dışındaki Tağutlar ise insanığı sapıklık ve cehaletin karanlıklarına götürür, küfrün bataklığına düşürürler. Bu hususta başka bir âyet-i kerime’de de şöyle buyurulmaktadır. "Allah, iman edenlerin dostudur. Onları, karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin dostlan ise tağutlardir. Onları aydınlıktan karanlıklara düşürürler. İşte onlar cehennemliktirler. Orada ebedi olarak kalacaklardır. 2Bu yol, göklerde ve yerdekilerin sahibi olan Allah’ın yoludur. Şiddetli azaba uğrayacak kâfirlerin vay haline. Ey Rasûlüm, senin, insanları karanlıklardan çıkarıp üzerine sevkedeceğin o aydınlık yol, göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın yoludur. Hiçbirşeye sahibolmayan putların ve tabutların yolu değildir. Sana indirilen bu kitaba inanmayan kâfirlerin, uğrayacakları şiddetli azaptan dolayı vay hallerine. 3Onlar, dünya hayatını, âhirete tercih ederler. İnsanları Allah'ın yolundan uzaklaştırırlar. Allah'ın doğru yolunu eğri göstermeye çalışırlar. İşte onlar, büyük bir sapıklık içindedirler. Ey Muharnmed, Peygamberliğine ve sana indirilen bu kitaba iman etmeyen ve şiddetli bir azaba uğratılacak olan kâfirler, dünya hayatını âhirete tercih ederler. Yine onlar, insanları Allah'ın yolundan ahkoyarlar. Ayrıca onlar, Allah'ın dosdoğru olan yolunu, yalan ve iftiralarla insanlara eğri göstermeye çalışırlar. İşte bu kâfirler, derin bir sapıklık içindedirler. 4Biz, her Peygamberi, emrolunduklarını, gönderildikleri insanlara kolayca anlatabilmeleri için, kavimlerinin diliyle gönderdik. Allah, dilediğini saptırır. Dilediğini de doğru yola iletir. Allah, herşeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir. Allahü teâlânın, kullarına olan en büyük lütuflarından biri de, göndermiş olduğu Peygamberleri, kendilerine gönderilen kavimlerinin dilini konuşan insanlardan seçmesidir. Böylece Peygamberler, kendi kavimlerine ilahi emirleri kolayca tebliğ ederler ve vazifelerini hakkıyla ifa etmiş olurlar. Kavimlerinin de bunları kabul etmemeye dair herhangi bir mazeretleri kalmamış olur. Bu hüküm, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) dışındaki Peygamberlere aittir. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) sadece Araplara değil, kıyamete kadar yaşayacak olan tüm insanlığa gönderilmiş bir Peygamberdir. Bu hususta Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Ey Rasûlüm, de ki: "Ey insanlar, şüphesiz ki ben, göklerin ve yerin hükümranı, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan, hayat veren ve öldüren Allah'ın, hepinize gönderdiği bir elçiyim. O halde Allah’a iman edin. Allah’a ve sözlerine iman edin. Okuyup yazması olmayan Allah'ın elçisi Peygambere de. Ona uyun ki doğru yola eresiniz. A'raf Sûresi, âyet: 158 Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de kendisinin, bütün insanlığa Peygamber olarak gönderildiğini beyan eden bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyurmaktadır: "Bana, benden önce hiçbir kimseye verilmeyen beş özellik verilmiştir. Ben, bir aylık mesafeden, düşmanımın kalbine korku sahnmasiyla yardım olundum. Yeryüzü bana Mescid ve temiz kılındı. Ümmetimden kime namaz vakti kavuşursa onu kılsın. Ganimetler bana helal kılındı. Benden önce hiçbir kimseye helal kılınmamıştı. Bana, şefaat etme verildi. Önceki Peygamberler sadece kendi kavimlerine gönderiliyordu ben ise bütün insanlığa Peygamber olarak gönderildim. Buhari, K. et-Teyemmüm, bab: l/Müslim, K. el-Mesatud, bab: 3 Hadis No: 521 5Şüphesiz Mûsayi mucizelerimizle gönderdik. Ona şöyle dedi k "Kavmini karanlıklandan aydınlığa çıkar. Onlara, Allah'ın hadiseli günlerini hatırlat. Şüphesiz ki bunda, her sabredip şükreden için nice ibretler vardır. Allahü teâlâ, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)den önce göndeliren Peygamberlerden olan Hazret-i Mûsaya da, kavmini, cehalet ve sapıklığın karanlıklarından çıkarıp imanın aydınlığa iletmesini ve kavmine, geçmişteki acı ve tatlı günleri hatırlatmasını emretmiştir. Allahü teâlâ, Hazret-i Mûsaya dokuz mucize vermiş bunlarla onun hak Peygamber olduğunu ispat ederek kavminin ona iman etmesini istemiştir. Bu dokuz mucizeden beşi, A'raf Sûresinin yüz otuz üçüncü âyetinde zikredilmiş ve bunların, Tufan, Çekirge, Haşere, Kurbağa ve kan olduğu beyan edilmiştir. Diğer mucizelerin de Asâ, Yed-i Beyza (Beyaz el), Denizin yanlması ve Kıtlık yılları olduğu zikredilmiştir. 6Hani bir zaman Mûsa kavmine şöyle demişti: "Allah'ın sizlere verdiği nimeti hatırlayın. Allah, bir zamanlar size, en kötü işkenceler yapan, oğullarınızı boğazlayıp kadınlarınızı sağ bırakan Firavun ailesinden sizi kurtarmıştı. Bütün bunlarda, sizin için, rabbinizden büyük bir imtihan vardır. Hazret-i Mûsa, kavminden, Allah'ın, kendilerine vermiş olduğu nimetleri hatırlamalarını istiyor böyece hakka yönelip imanda karar kılmalarını talep ediyor. Zira rableri onları, Firavunun en kötü işkencelerinden kurtarmış ve Hazret-i Mûsa vasıtasıyla onları insanca yaşamaya kavuşturmuştu. Ne yazık ki İsrailoğullarının şımarık olanları bütün bu nimetleri unutmuş ve zaman zaman inkâra ve sapıklığa düşmüşlerdir. 7Yine bir zaman rabbiniz size şunu bildirmişti: "Yemin olsun ki, şükrederseniz size olan nimetlerimi mutlaka artırırım. Şâyet nankörlük ederseniz şüphesiz ki azabım çok şiddetlidir." Yine bir zaman Mûsa, kavmine şöyle demişti: "Ey kavmim, hatırlayın, hani bir zaman rabbiniz size şunu bildirmişti; "Yemin olsun ki sizi Firavundan kurtarmam gibi nimetlerime karşılık şükreder ve bana itaatta bulunursanız size olan nimetlerimi mutlaka artırırım. Şâyet bu nimetlerime karşı nankörlük eder ve bana itaatta bulunmazsanız, iyi bilin ki benim azabım pek çetindir. Firavunun ve benzerlerinin azabına benzemez. 8Mûsa şöyle demişti: "Sizler ve yeryüzündeki bütün insanlar, Allah'ın nimetlerine nankörlük etseniz, Allah’a hiçbir zarar veremezsiniz. Çünkü Allah, hiçbirşeye muhtaç değildir. Övülmeye layıktır. Hazret-i Mûsa, kavmini uyararak, sözlerine şöyle devam etmiştir. Allah'ın nimetlerine karşı şükretmeniz, sizin menfaatinizedir. Şâyet bu nimetlerin şükrünü yerine getirmeyip nankörlük edecek olursanız Allah’a hiçbir zazar veremezsiniz. Zira Allah'ın hiçbirşeye ihtiyacı yoktur ve çokça övülendir. Peygamber efendimiz, Allahü teâlânın, bir Hadis-i Kudside, herhangi birşeye ihtiyacı olmadığı hususunda şöyle buyurduğunu beyan ediyor: "Allahü teâlâ şöyle buyuruyor: "Ey kullarım, şâyet sizin geçmişleriniz, gelecekleriniz, insanlarınız ve cinleriniz, içinizden en muttaki adamın kalbine sahip olsalar da bu benim mülkümden hiçbirşeyi artırmaz. Ey kullarım, şâyet sizin geçmişleriniz, gelecekleriniz, insanlarınız ve cinleriniz, içinizden en kötü adamın kalbine sahip olsalar da bu benim mülkümden birşey eksiltmez. Ey kullarım, şâyet sizin geçmişleriniz, gelecekleriniz, insanlarınız ve cinleriniz bir yerde durup benden istekte bulunmuş olsalar ben de herkese istediğini versem, bu benim nezdimde bulunan şeylerden, ancak denize batırılan bir iğnenin, deniz suyundan eksilttiği kadar bir miktar eksilmiş olabilir. Müslim, K. el-Birr, bab: 55, Hadis No: 2577/Tirmizî, K. el-Kıyamc, bab: 48 Hadis No: 2495 9Sizden önce gelen Nuh, Ad ve Semud kavimlerinin ve onlardan sonra gelip, sayılarını Allah’tan başkasının bilmediği diğer milletlerin haberleri size ulaşmadı mı? Peygamberler onlara apaçık delillerler geldiler. Fakat onlar, ellerini ağızlarına götürerek şöyle dediler; "Biz, sizin getirdiklerinize înartmıyoruz. Bizi davet ettiğiniz şeyden de şüphe ve kaygı içindeyiz." Taberi, bu âyet-i kerime’de geçen ifadelerin de, Hazret-i Mûsanın, kavmine söylediği sözlerden olduğunu zikretmiştir. Buna göre Hazret-i Mûsa, geçmiş kavimlerin, hak yoldan sapmaları sebebiyle başlarına gelen felaketlere dikkati çekerek kavmini tevhid inancına davet etmiş ve onların durumuna düşmemeleri için kendilerini uyarmıştır. İbn-i Kesir ise bu âyette geçen ifadelerin, Hazret-i Mûsanın sözlerine dahil olmadığını, doğrudan Ümmet-i Muhammede hitabettiğini söylemiştir. Âyet-i kerime’de: "Kâfirlerin, ellerini ağızlarına götürerek, İnkârcılıklarını ilan ettikleri zikredilmektedir." Bu âyette geçen "Ellerin, ağızların götürülmesi" ifadesinden neyin kastedildiği hakkında çeşitli izahlar yapılmıştır. Bazılarına göre, kâfirler, ellerini kendi ağızlarına götürerek, Peygamberlerin susmalarını ve konuşmamalarını işaret etmişlerdir. Yine bazılarına göre de: Kâfirler, ellerini kendi ağızlarına götürerek, Peygamberlere cevap vermek istemediklerini işaret etmişlerdir. Diğer bazılarına göre de kâfirler, Peygamberlerin sözlerini duyunca, öfkelerinden, ellerini ağızlarına götürerek ellerini ısırmışlardır. Taberi de bu görüşü tercih etmektedir. Bazılarına göre ise: Kâfirler, Peygamberleri, dilleriyle yalanlamışlardır. 10Peygamberler de: . "Gökleri ve yeri yaratan Allah’tan hiç şüphe edilir mi? Halbuki o, sizi günahlarınızdan bir kısmını affetmeye ve sizi, belirli bir zamana kadar ertelemeye davet ediyor." dedi. Kavimleri de Peygamberlerine şöyle dediler: "Siz de bizim gibi insandan başka birşey değilsiniz. Davet ettiğiniz şeylerle bizi, atalarımızın taptıklarından uzaklaştırmak istiyorsunuz. Bize apaçık bir delil getirin." Allah’a iman etmeye davet edildikleri halde, Peygamberlerin davetlerini yalanlayan kavimlere, Peygamberleri şöyle demişlerdir: "Hiç, gökleri ve yeri yaratan Allah'ın varlığından ve ibadete sadece onun layık oluşundan şüphe edilir mi? Halbuki Allah sizleri, kendisinin birliğini kabul etmeye ve böylece günahlarınızın bir kısmım affetmeye ve belli bir vakte kadar güzel bir hayat sürmeye davet ediyor." O müşrikler ise şu cevabı vermişlerdir: "Siz de ancak bizim gibi birer beşersiniz. Sizler bizi, atalarımızın taptıklarından engellemek istiyorsunuz. Bizlere, söylediklerinizin doğru olduğunu gösteren apaçık bir delil getirin." 11Peygamberleri onlara şöyle dediler: "Evet, bizler de sizler gibi birer insanız. Fakat Allah, kullarından dilediğine lütufta bulunur. Biz, sizin istedeğiniz delili, ancak Allah'ın izniyle getirebiliriz. Mü’minler sadece Allah’a güvensinler. Peygamberleri, kavimlerinin inkâr eden ve mucize getirmelerini isteyen kâfirlerine şöyle dediler: "Biz de ancak sizin gibi birer beşeriz. Ancak, Allah, kullarından dilediğine Peygamberlik vermek ve daha başka nimetler ikram etmek gibi lütuflarda bulunur. Bize de Peygamberlik vererek böyle bir lütufta bulunmuştur. Bizim Peygamber oluşumuz, sizin her istediğiniz mucizeyi getirebileceğimizi ifade etmez. Zira biz, ancak Allah'ın izniyle size delil getirebiliriz. Mü’minler ancak Allah’a tevekkül etsinler. 12Allah’a nasıl güvenmeyelim? Halbuki o, bizi doğru yolumuza sevketti. Bize verdiğiniz eziyetlere elbette sabredeceğiz. Güvenenler sadece Allah’a güvensinler. Peygamberler, ümmetlerinin İnkârcılarına cevap vermeye devam ederek şöyle dediler: "Bizler neden Allah’a güvenmeyelim ki? Çünkü o bizi, üzerinde bulunduğumuz doğru yola iletti. Bizler, sizin bize vermiş olduğunuz eziyetlere karşı mutlaka sabredeceğiz. Ve sizi, tevhid inancına davet etmeye devam edeceğiz. Güvenenler, Allah’a güvensinler, başka şeylere değil. 13Kâfirler, Peygamberlerine şöyle dediler: "Sizi ya memleketimizden sürgün edeceğiz, ya da dinimize tekrar döneceksiniz." Bunun üzerine rableri, Peygamberlerine şöyle vahyetti. "Zalimleri mutlaka helak edeceğiz." Kâfirler, kendilerini tevhid inancına davet eden Peygamberlerine tahammül edemeyip şöyle demişlerdir: "Sizi mutlaka topraklarımızdan kovacağız. Yahut da bizim dinimize gireceksiniz." Bunun üzerine Allah, Peygamberlerine yardım ederek onlara şöyle vahyetmiştir: "Biz, sizin düşmanlarınız olan zalimleri mutlaka helak edeceğiz." Bunlar, tevhid inancını reddederek kendi kendilerine zulmetmişler; insanları hak dinden alıkoymak suretiyle de başkalarına da zulmetmişler, böylece helak olmayı hak etmişlerdir. 14Onları yok ettikten sonra, yerlerine sizleri yerleştireceğiz. Bu da, makamımdan ve azap emrimden korkanlar içindir. Allahü teâlâ bu ve bundan önce geçen âyette, kendisini inkâr eden ve Peygamberlerine karşı çıkma cesareti gösteren kâfirleri tehdit etmekte, sonunda, Peygamberlerin ve hakkı temsil edenlerin muzaffer olup, kâfirlerin ve bâtılı temsil edenlerin helak olacaklarını bildirmektedir. 15Peygamberler, rablerinden yardım dilediler. Her zorba, her inatçı hüsrana uğradı. Kâfirler, inkârlarında ısrar edip, inatçılıklarında devam edince, Peygamberler, bunlara karşı, rablerinin, kendilerine yardım etmesini istediler. Bunun üzerine Allah, onlara yardım etti. Her zorba ve inatçı hüsrana uğradı. Âyet-i kerime, hak ile bâtıl, mücadelesini tasvir etmekte bâtılın, ne kadar güçlü görünse de sonunda yenileceğini, hakkın önünde yok olup gideceğini beyan etmekte, böylece hakkı temsil edenlerin maneviyatını kuvvetlendirmektedir. Hakkı temsil eden Hazret-i Mûsaya karşı direnen Firavun, Hazret-i İbrahime karşı direnen Nemrut, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)e karşı direnen Ebû Cehil, hep yok olup gitmemişler midir? Bunlar, bu dünyadan yok olup gitmekle kurtulmuş değillerdir. Asıl ceza, âhirette kendilerini beklemektedir. 16Peşinden de cehennem vardır. Orada ona irinli sudan içirilecektir. Evet, inatçı zorbaları, âhirette cehennem azabı beklemektedir. Orada layık oldukları cezayı göreceklerdir. 17O, suyu yutkunur, bir türlü yutamaz. Ölüm her yönden kendisine gelir ama, ölüp kurtulamaz. Peşinden de çetin bir azap vardır. Âyet-i kerime’de, cehennemliklerin görecekleri azabın bir kısmı beyan edilmektedir. Cehennemliklerin nasıl azap görecekleri, birçok âyet-i kerime’de zikredilmiştir. O âyetlerde şöyle buyurulmaktadır; "Ey Rasûlüm, sen onlara şöyle de: "Benim size getirdiklerim, rabbiniz nezdinden indirilmiş bir hak ve gerçektir. Dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. " Şüphesiz biz zalimlere, çevrelerini ateşten duvarlarla kuşatan korkunç bir ateş hazırlamışızdır. Susuzluktan kavrulup yardım istediklerinde onlara erimiş maden gibi bir su verilir ki, yüzleri haşlar. O, ne kötü bir içecektir. O cehennem ne kötü bir yerdir! Kehf Sûresi, âyet: 29 Bu böyle... Şüphesiz, haddi aşan azgınlar için de kötü döşektir o." "İşte kaynar su ve irin. Tatsınlar onu." "Buna benzer daha başka çeşit çeşit azaplar! Sâd sûresi, âyet: 55-58 "Şüphesiz zakkum ağacı, günahkârların, cehennemdeki yiyecekleridir." "Zakkum ağacı erimiş maden gibidir. İnsanların karnında, tıpkı sıcak suyun kaynaması gibi kaynar." "O gün, cehennem zebanilerine şöyle denecektir: "Bu günahkârları tutup cehennemin ortasına sürükîeyin. Sonra da başına, azabını artırmak için kaynar su dökün." "O günahkârlara da şöyle denecektir: "Azabı tat bakalım. Çünkü sen dünyada çok kuvvetli ve üstün bir kimseydin. İşte bu, dünyada şüphe ettiğin o azapptır. Duhan Sûresi, âyet: 43-50 İşte bunlar, rableri hakkında münakaşa eden, mü’min ve kâfir, iki hasım zümredir. İnkâr edenlere ateşten elbiseler biçilir. Başlarının üstünden kaynar sular dökülür." "Onunla kannlarındakiler ve derileri eritilir." "Ayrıca onlar için, demirden topuzlar vardır." "Onlar, ne zaman, cehennem azabının sıkıntısından çıkmak isteseler, her defasında oldukları yere döndürülürler. Onlara: "İnkârınızın cezası olarak yakıcı azabı tadın." denilir.' Hac Sûresi, âyet: 19-22 18Rablerini inkâr edenlerin amelleri, fırtınalı bir günde, rüzgârın savurduğu küle benzer. Kazandıklarını ellerinde tutamazlar, İşte en büyük sapıklık budur. Allahü teâlâ, kendisine kulluk etmeyen, Peygamberlerini yalanlayan ve amellerini sağlam temellere oturtmayan kâfirlerin, dünyada yapmış oldukları amelleri, şiddetli bir fırtınanın savurduğu küle benzetiyor. Rüzgâr nasıl bu külden hiçbir zerre bırakmaz, savurup götürürse, işte âhirette kâfirlerin amellerinden de hiçbirşey ellerinde kalmaz. Âyet-i kerime’den anlaşılmaktadır ki, kâfirlerin dünyada yaptıkları hayır gibi görünen işlerin, âhirette kendilerine hiçbir faydası yoktur. Bu husus, çeşitli âyet-i kerimelerde çeşitli benzetmelerle beyan edilmiştir. O âyetlerde şöyle buyurulmaktadır: "Kavminin, inkâr eden, âhirete kavuşmayı yalanlayan ileri gelenleri -Ki biz onları dünyada refah içinde yaşatmıştık- Şöyle dediler: "Bu, sizin gibi beşerden başka birşey değildir. Yediklerinizden yer, içtiklerinizden içer. Furkan Sûresi, âyet: 23 "Onların bu dünya hayatında sarfettikleri şeyin durumu; Kendilerine zulmeden bir kavmin ekinlerine isabet edip onu yok eden çok soğuk bir rüzgârın durumuna benzer. Onlara Allah zulmetmedi fakat onlar, kendi kendilerine zulmettiler. Ai-iîmran Sûresi, âyet: 117 "Ey iman edenler, malını, insanlara gösteriş için harcayan ve Allah’a, âhiret gününe iman etmeyen kimse gibi, başa kakarak ve eziyet yaparak sadakalarınızı boşa çıkarmayın. Böyle bir kimsenin durumu, üzerinde toprak bulunan kaygan bir kayaya benzer ki, ona şiddetli bir yağmur isabet eder. Üzerindekini götürüp çıplak bir taş bırakır. İşte bunlar da kazandıklarından birşey elde edemezler. Allah, kâfir bir topluluğu hidâyete erdirmez. Bakara Sûresi, âyet: 264 19Ey Peygamber, Allah'ın, gökleri ve yeri, yerli yerince yarattığını görmezmisin? Eğer dilerse sizi yok eder, yerinize yeni bir kavim getirir. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, gökleri ve yeri, takdir ettiği bir ölçüyle ve pek düzenli bir şekilde yarattığını beyan ediyor ve emirlerine uymayan insanları tehdit ederek, dilerse onları yok edip yerlerine yepyeni bir nesil getirebileceğini açıklıyor. Zira, gökleri ve yeri yaratan Allah için bunu yapmak, hiç te güç bir iş değildir. Bu hususta diğer âyetlerde de şöyle buyuruluyor: "Gökleri ve yeri yaratan Allah, onların benzerini yaratmaya kadir değil midir? Elbette kadirdir. Herşeyi yaratan ve herşeyi hakkıyla bilen O’dur." "Bir şeyin olmasını dilediği zaman onun emri sadece "ol" demektir. O da hemen oluverir. Yasin Sûresi, âyet: 81-82 "Ey iman edenler, sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah, onların yerine, kendisinin onları, onların da kendisini sevdiği, mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise güçlü ve şerefli olan, Allah yolunda cihad eden ve kınayanın kınamasından korkmayan bir kavim getirir. İşte bu, Allah'ın bir lütfudur. Onu, dilediğine verir. Allah, geniş ihsan sahibidir. Herşeyi çok iyi Maide Sûresi, âyet: 54 20Bu, Allah için asla zor değildir. Ey insanlar, sizleri yok edip yerinize başka kavimler getirmesi, Allah için asla zor değildir. Zira o, dilediğini yapmaya kadirdir. 21Kâfirlerin hepsi Allah'ın huzuruna çıkacaklar. Güçsüz kimseler, büyüklük taslayanlara şöyle diyecekler: "Biz, size uymuştuk. Allah'ın azabının bir kısımim bizden uzaklaştırır mısınız?" Büyüklük taslayanlar da şöyle cevap verirler: "Eğer Allah bizi doğru yola sevketmiş olsaydı, biz de sizi o yola sevkederdik. Bugün sızlanmanız da sabretmeniz de aynıdır. Bizler için kurtuluş yolu yoktur." Kıyamet gününde bütün kâfirler, hesap vernıek üzere Allah'ın huzuruna çıkacaklar ve orada birbirleriyle çekişecekler, güçsüz olanlar büyüklük taslayanlara şöyle diyeceklerdir: "Biz, dünyada size tabi olmuştuk. Sizin emirlerinizi dinliyor ve sizin yasakladıklarınızdan kaçınıyorduk. Bugün sizler, Allah'ın azabından herhangibirşeyi bizden uzaklaştırır mısınız? Büyüklük taslayanlar ise, kendilerinin de âciz olduklarını beyan ederek şu cevabı vereceklerdir: "Allah bizi, dünyada doğru yola iletseydi, biz de sizleri doğru yola iletmiş olurduk. Durum böyle olmadı. Artık bugün sızlansak ta sabretsek te değişen birşey yoktur. Bizim için kurtuluş yolu yoktur. Bu hususta başka âyet-i kerimelerde de şöyle buyurulmaktadır: "Kâfirler cehennemde birbirleriyle münakaşa ederlerken güçsüzler, büyüklük taslayanlara şöyle diyeceklerdir: "Biz size uymuştuk. Şimdi ise siz, ateşin bir kısmını olsun bizden uzaklaştırabilir misiniz?" "Büyüklük taslayanlar ise: "Simde hepimiz cehennemdeyiz. Şüphesiz Allah, kullan arasında hükmünü vermiştir." derler." "Cehennem ateşinde bulunanlar, cehennem Zebanilerine: Rabbinize dua edin de, azabımızdan birgün olsun hafifletsin. Mü’min Sûresi, âyet: 47-49 "Allah, kıyamet gününde onlara der ki: "Sizden önce geçmiş Cin ve İnsan ümmetleriyle beraber Cehennem ateşine girin?" Cehenneme giren her ümmet, kendi din kardeşlerine lanet eder. Nihâyet hepsi oraya toplandığında, sonrakiler, öncekiler hakkında derler ki: "Rabbimiz, işte şunlar bizi doğru yoldan saptırdı. Onlara, cehennem ateşinden iki kat azap ver." Allah der ki: "Herkesin azabı kat kattır. Fakat siz bilemezsiniz." "Öncekiler de sonrakilere derler ki: "Sizin, bizden bir üstünlüğünüz yoktur. O halde yaptıklarınızdan dolyaı azabı tadın. A'raf Sûresi, âyet: 38-39 "Şüphesiz ki Allah, kâfirleri lanetlemiş ve onlar için, alev alev yanan bir ateş hazırlamıştır. Ohlar orada ebediyyen kalacaklardır. Kendilerine ne bir dost ne de bir yardımcı bulabileceklerdir." "Yüzleri ateşe çevirildiği gün onlar: "Keşke Allah’a itaat etseydik, Peygambere itaat etseydik." derler." "Ey rabbimiz, biz, efendilerimize ve büyüklerimize uymuştuk. Onlar ise bizi doğru yoldan saptırmışlar. Ey rabbimiz, onların azabını iki kat ver. Onları büyük bir lanete uğrat." derler. A’raf sûresi, âyet: 64-68 "İnkâr edenler: "Biz bu Kur'ana ve ondan önce gelen kitaplara inanmayacağız." dediler. Sen, o zalimlerin, rablerinin huzurunda dururken, birbirlerini suçlayarak söz attıklarını bir görmelisin. Zayıflar, büyüklük taslayanlara: "Siz olmasaydınız biz mutlaka iman etmiş olacaktık." derler." "Büyüklük taslayanlar da, zayıfların sözlerini reddederek: "Size hidâyet gelince, sizi ondan biz mi alıkoyduk? Bilakis siz suçluydunuz." derler." "Zayıflar, büyüklük taslayanlara: "Bilakis, gece gündüz tuzaklar kurmanız bizi alıkoydu. Çünkü siz, Allah’ı inkâr etmemizi ve ona ortaklar koşmamızı emrederlerdiniz." derler. Onlar, azabı görünce, pişmanlıklarını içlerine atıp gizlerler. Biz, inkâr edenlerin boyunlarına demir halkalar takarız. Onlar, yaptıklarından başka bir şeyin mi cezasını çekerler?' Sebe Sûresi, âyet: 31-33 22Allah'ın emri yerine gelince Şeytan şöyle der: "Şüphesiz Allah, size gerçek bir vaadde bulunmuştu. Ben de sîze vaadde bulunmuştum. Fakat vaadimi bozdum. Benim, sîzin üzerinizde bir nüfuzum yoktur. Fakat siz sapıklığa çağırdım siz de bana uydunuz. O halde beni kınayın, kendinizi kınayın. Artık ne ben sizi kurtarabilirim ne siz beni. Daha önce beni Allah’a ortak koşmanızı reddediyorum. Elbette zalimlere can yakıcı bir azap vardır. Allahü teâlâ, kıyamette kulları arasında hükmünü verip, herkesin yaptığının karşılığını alma işi bitince bu dünyada Şeytana aldananlar, kendilerine liderlik eden mütekebbirlerden bir imdat bulamayınca bu defa Şeytanın, kendilerine yardımcı olmasını isterler. Şeytan ise onlara şöyle der: "Şüphesiz ki Allah, sizlerin cehenneme gireceğinize dair hak olan bir vaadede bulunmuştu. Ben ise yardımcı olacağımı vaadetmiştim. Şimdi ise ben, verdiğim sözümden dönüyorum. Aslında benim, sizin üzerinizde bir nüfuzum ve zorlayıcı gücüm yoktu. Ben sadece sizi bâtıla çağırdım. Siz de benim davetimi kabul ettiniz. O halde beni kınamayın kendinizi kınayın. Artık ne ben sizin imdadınıza koşabilirim, ne de siz benim imdadıma koşabilirsiniz. Şüphesiz ki ben, daha önce beni Allah’a ortak koşmanızı reddediyorum." Bu böyledir. Zira şüphesiz ki zalimler için can yakıcı bir azap vardır. Bunlar, Allah'ın emirlerini tutmayıp yasaklarından kaçınmayarak kendilerine zulmetmişler, insanları da Âllahın yolundan alıkoyarak cehenneme girmelerine sebep olmuş, böylece onlara da zulmetmişlerdir. 23İman edip salih ameller işleyenler, altından ırmaklar akan cennetlere yerleştirileceklerdir. Ve rablerinin izniyle orada ebediyyen kalacaklardır. Orada "Selam" diyerek selamlaşırlar. Allahü teâlâ bundan önceki âyette, kâfirlerin, âhirette cehennem azabını görünce birbirleriyle nasıl cedelleşeceklerini, vesvesesine kapıldıkları Şeytandan da hiçbir yardım göremeyeceklerini ve bunlar için can yakıcı bir azaptan başka birşey olmadığını beyan ettikten sonra bu âyette de iman edip salih amel işleyenlerin, Allah'ın izni ve lütuyla, altından ırmaklar akan cennetlere konulacaklarını ve orada ebedi olarak yaşayacaklarını beyan etmekte ve orada "Selam size" diye selamlaşacaklarını bildirmektedir. 24Ey Peygamber, Allah'ın, güzle bir sözü, kökü sabit, dallan göğe doğru yükselen güzel bir ağaca benzettiğini görmez misin? Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Mü’minin kalbinde karar kılan kelime-i Tevhidi, yani, "Lailahe İllallah" sözünü, güzel bir ağaca benzetiyor. Nasıl ki güzel bir ağaç, köklerini yere salıp sağlamlaşır ve dallarım göğe doğru yükseltirse, Mü’minin kalbindeki kelime-i Tevhid de öylece orada karar kılar. Ve o mü’minden salih ameller meydana gelir. Ve bu ameller, en yüksek makamlarda dosyalanıp saklanır. 25O ağaç, rabbinin izniyle her zaman meyvelerini verir. Allah insanlara misaller veriyor ki öğüt alsınlar. Güzel bir ağaç, nasıl ki her zaman rabbinin izniyle meyvelerini verir ve insanlar için faydalı olur, mü’min kişi de işte böyledir. Bütün amelleriyle hem kendisine hem de çevresindekilere faydalı olur. Onun amelleri adeta faydalı meyveler gibidir. 26Çirkin söz ise, topraktan sökülüp atılmış, kararsız, kötü bir ağaca benzer. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de de kâfirlerin kalblerindeki inkârı, yerinden sökülmüş l?ir ağaca benzetiyor. Nasıl ki yerinden sökülmüş köksüz kötü bir ağaç hiçbir kimseye fayda vermez, sadece zaran dokunur, Allah’a ortak koşanın kalbindeki inkâr da kâfiri imanından koparır. Hem kendisi için hem de diğer insanlar için zararlı hale getirir. 27Allah, iman edenleri, dünya hayatında ve âhirette hak ve hakikatte sabit kılar. Allah, zalimleri ise saptırır. Allah, dilediğini yapar. Allah, mü’min kullarını dünya hayatında da imanlarında kararlı kılar. Kabirlerinde hesaba çekildiklerinde de Kelime-i Tevhidde ve imanlarında kararlı kılar. Zalim olan kâfir ve münafıkları ise, kabirde hesaba çekildikleri zaman hak'ta muvaffak kılmaz. Allah, dilediğini yapar. Âyet-i kerime’de, Allahü teâlânın, iman edenleri dünya hayatında hak ve hakikat üzere sabit kılacağı beyan edilmektedir. Müfessirler buradaki "Hak ve Hakikat" diye tercüme edilen "Kavl-i Sabif'ten maksadın, iman ve salih amel. olduğunu söylemişlerdir. Böylece âyetin mânâsı: "Allah, mü’minleri dünya hayatında, imanlarında ve salih amellerinde kararlı kılar." anlamına gelmektedir. Âyetin devamında Allahü teâlânın, iman edenleri âhirtte de hak ve hakikatte kararlı kılacağı zikredilmektedir. Buradaki âhiretten maksadın da kabir hayatı olduğu, mü’minin orada hesaba çekilirken, imanında ve Kelime-i Tevhidde kararlı kılınacağı beyan edilmektedir. Bu hususta Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor: "Mü’min, kabirde hasaba çekilince "Lailahe İllallah MuhammedurResûlüllah" diyerek şahadet getirecektir. İşte Allahü teâlânın: "Allah’a iman edenleri dünya hayatında ve âhirette hak ve hakikatte sabit kılar." Âyetinden maksat budur. Buhari, K. Tefsir el-Kur'an Sûre: 14 bab: 2 Hazret-i Osman (radıyallahü anh) diyor ki: "Resûlüllah, cenaze defnini bitirdikten sonra kabrin başında durur ve şöyle derdi: "Kardeşiniz için af dileyin. Onun, imanda kararlı kılınmasını isteyin. Zira o şimdi sorgu suale tâbi tutulmaktadır. Ebû Dâvûd K. el-Cenaiz, bab: 69, Hadis No: 3221 28Kâfirlerin, Allah'ın nimetlerine şükredecekleri yerde Allah'ı inkâr ettiklerini, kavimlerini helak yurduna sürüklediklerini görmez misin? Ey Rasûlüm, Kureyş kâfirlerinin, Allah'ın, kendilerine göndermiş olduğu Peygamberi inkâr ederek, Allah'ın bu nimetini nasıl inkâr ile değiştirdiklerini görmez misin? 29Helak yurdu cehennemdir. Onlar oraya gireceklerdir. O, ne kotu bir yerdir. Âyet-i kerime’de, Kureyş kâfirleri gibi İnkârcıların, (sallallahü aleyhi ve sellem)i yalanlayarak büyük bir nimete karşı nankörlük ettikleri, kendilerini ve kavimlerini, içine düşenleri helak eden cehenneme sürükledikleri beyan edilmektedir. 30Müşrikler, insanları, Allah'ın yolundan saptırmak için, Allah’a ortaklar koştular. Ey Peygamber, onlara şöyle de: "Yaşayın bakalım, en son varacağınız yer ateştir. Allahü teâlâ bu âyet-i Celilede, müşriklerin, insanları, Allah'ın yolundan saptırmak için Allah’a ortak koştuklarını beyan ettikten sonra onları tehdit ederek buyuruyor ki: "De ki: "Yaşayın bakalım. Şüphesiz ki, döneceğiniz yer, Cehennem ateşidir." Bu hususta diğer âyetlerde de şöyle buyuruluyor: "Biz onları az bir zaman, nimetler içerisinde yaşatırız. Sonra da ağır bir azaba sürükleriz. Lokman Sûresi, âyet: 24 "Onlar için dünyada geçici bir hayat vardır. Sonra dönüşleri yine bizedir. Biz onlara, inkârları sebebiyle şiddetli azabı tattıracağız. Yunus Sûresi, âyet: 70 31Ey Rasûlüm, iman eden kullanma söyîe naınazl gereği gibi kılsınlar. Alış veriş ve dostluğun fayda vermeyeceği gün gelmeden, kendilerine verdiğimiz rızıkların bir kısmını, gizli ve açık olarak hayır yollarında harcasınlar. Ey Rasûlüm, tarafımdan gönderdiğim dini, kendilerine tebliğ ettiğin mü’minlere de ki: Kendilerine farz kılınan namazı gereği gibi kılsınlar. Bir de alış verişin ve dostluğun bulunmadığı kıyamet günü gelip çatmadan önce, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden, gizli ve açık olarak, Allah yolunda harcasınlar. Zira o gün ne mü’minlerden ne de kâfirlerden, herhangi bir fidye kabul edilmez.. Katade diyor ki: "Allahü teâlâ, insanların dünyada alış veriş yapmak suretiyle birbirlerinden faydalandıklarını ve kendilerine göre dostlar seçerek birbirleriyle yardımlaştıklarıni bilmekte ve bu halin âhirette devam edebileceğini zansebepleri uyarmaktadır. Zira âhirette, takva sahiplerinden başka, herhangi bir kimsenin, diğeriyle olan dostluğu fayda vermeyecektir. Bu hususta diğer bir âyette de şöyle -buyurulmaktadır: "Takva sahipleri hariç, dost olanlar o gün, birbirlerine düşman Zuhruf Sûresi, âyet: 67 32Gökleri ve yeri yaratan, semadan su indirip onunla size rızık olarak meyveler çıkaran, izniyle denizde seyretmek üzere gemileri hizmete veren, ırmakları emrinize âmâde kılan Allah’tır. Gökleri ve yeri yoktan var eden, insanların yaşaması için, yeryüzündeki ağaç ve ekin gibi çeşitli bitkileri meydana getirmek üzere gökten su indiren, sizi ve eşyanızı izniyle denizlerde taşıtmak için gemileri sizin emrinize âmâde kılan Allah’tır. O halde sadece ona kullak edin ve onun emirlerine itaatte bulunun. Herhangi bir zarar veya menfaat vermeye gücü yetmeyen varlıkları ona ortak koşmayın. 33Vazifelerini devamlı yerine getiren güneşi ve ay'ı hizmetinize veren, geceyi ve gündüzü emrinize âmâde kılan yine Allah’tır. Allahü teâlâ bu âyet-i Celilede, güneşi ay'ı, geceyi ve gündüzü insanların faydalanmalarına tahsis edenin bizzat kendisi olduğunu, bunların, bir tabiat hadisesi olarak, kendiliklerinden bu hale gelmediklerini, bütün kâinatın, onun emriyle bir ahenk içinde hareketlerine devam ettiklerini beyan etmekte bu sebeple kullarının, kendisine itaat etmelerini istemektedir. 34Allah, istediğiniz herşeyden size verdi. Allah'ın nimetlerini saymaya kalksanız bitiremezsiniz. Şüphesiz ki insan, çok zalim ve çok nankördür. Allah, sizlere, gerek lisanınızla istediğiniz, gerekse halinizle istediğiniz ve muhtaç olduğunuz bütün nimetlerden verdi. Öyleki, sizler, Allah'ın o nimetlerini saymaya kalksanız sayamazsınız. Ne yazık ki insan, bütün bunlara karşı şükretmek yerine nankörlük etmektedir. Zira insan, çokça haksızlık yapan ve çokça nankörlük edendir. 35Bir zaman İbrahim şöyle dua etmişti: Rabbim, bu beldeyi emin bir belde yap. Beni ve oğullarımı putlara tapmaktan koru. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Resûlüllah’a, İman etmeyen müşriklere, içinde yaşadıkları Mekkenin, meskun bir bölge olmasına sebep olan Hazret-i İbrahimin de, burada, putlara tapımlmamasmi Allah’tan dilediğini kavmine hatırlatmasını bildirmektedir. 36Rabbim, çünkü putlar, kendilerine tapan birçok insanın sapmasına sebep oldular. Kim bana uyarsa şüphesiz ki o, benîm dinimdendir. Kim bana karşı gelirse şüphesiz ki sen, af ve merhameti bol olansın. Ey rabbim, bu putlar, birçok insanı hak yoldan çevirip sapıklığa düşmelerine ve onların, seni inkâr edip, kendilerine tapmalarına vesile olmuşlardır. Ey rabbim, kim, sana iman etmem ve sadece sana kulluk etmemde bana uyar da putları bırakırsa şüphesiz ki o, benim yaptığımı yapmış ve benim dinime tâbi olmuş olur. Kim de benim emrime karşr gelir, benim davetimi kabul etmez ve sana ortak koşacak olursa, onun hakkında hüküm verecek sensin. Şüphesiz ki sen, günahları çokça affeden ve kullarına karşı çokça merhametli olansın. 37Ey rabbimiz, soyumdan bazılarını, mukaddes evinin yanındaki ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz, namaz kılsınlar diye böyle yaptım. Rabbimiz, insanlardan bir kısmının kalblerini onlara meylettir. Onları meyvelerle rızıklandır ki şükretsinler. Ey rabbim, oğlum İsmaili ve annesi Hacer'i, Mekke vadisine yerleştirdim. Bu vadide ne su ne de ekin bulunmaktadır. Rabbim, ben bunu, senin mukaddes evinde namaz kılsınlar diye yaptım. Rabbim, bir kısım insanların kalblerini, mübarek belde olan Mekkeyi ziyaret etmeye ve orada yaşayacak olanlara meylettir. Rabbimiz, onları, dünyanın diğer yerlerindeki insanları rızıklandırdığın gibi çeşitli meyvelerle rızıklandır ki, nimetlerine karşı sana şükretmiş olsunlar. Hazret-i İbrahim, Allahü teâlânın emriyle, oğlu İsmaili ve İsmailin annesi olan karısı Hacer'i Şam taraflarından getirip, o gün için henüz mevcut almayan Mekke şehrinin bugünkü yerine bırakmış ve bu âyet-i kerimelerde bildirildiği gibi rabbine dua ederek oradan ayrılmıştır. Bu hususta Abdullah b. Abbas diyor ki: "Kadınların kemer kullanma âdeti ilk olarak Hazret-i İsmailin annesi Hacer'den kalmıştır. Hacer, kendisini, kuması Sâre'den gizlemek için bu yola başvurmuştur.O zaman kemer kullanmak hizmetçilere mahsus bir âdetti. İş yaparken, entarileri, ayaklarına dolaşarak düşmemeleri için, bellerine kemer bağlarlardı. Hazret-i İbrahim, oğlu İsmaili ve onu emzirmekte olan annesi Haceri Şamdan alıp, Mescid-i Haramın bugünkü bulunduğu yerin üst tarafında, Zemzem suyunun yanında, büyük bir ağacın altına bıraktı. O gün Mekkede ne insan ne de su bulunuyordu. İşte İbrahim onların ikisini de burada bıraktı. Yanlarına, içinde Hurma bulunan bir dağarcık ve su bulunan bir de kırba bıraktı. Sonra geri dönüp gitmeye başladı. İsmailin annesi Hacer'de onun arkasından yürüdü ve ona: "Ey İbrahim, bizi, hiçkimsenin bulunmadığı, hatta hiçbirşeyin olmadığı bu vadide bırakıp ta nereye gidiyorsun?" dedi. Hacer bu sözlerini tekrar ettiyse de İbrahim ona dönüp bakmadı. Nihâyet Hacer İbrahime şöyle dedi: "Bunu sana Allah mı emretti?" İbrahim: "Evet" dedi. Bunun üzerine Hacer: "Öyleyse Allah bizi korur ve helak etmez" dedi. Ve oğlu İsmailin yanına döndü. İbrahim ise yoluna devam edip gitti. Hacer ve oğlu İsmailin, kendisini göremeyecekleri "Seniyye" denilen yere varınca Kâbeye doğru yöneldi, ellerini kaldırdı ve rabbine şöyle yalvardı: "Ey rabbimiz, soyumdan bazılarını, mukaddes evinin yanındaki ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz, namaz kılsınlar diye böyle yaptım. Rabbimiz, insanlardan bir kısmının kalbini onlara meylettir. Onları, meyvelerle rızıklandır ki, şükretsinler." İsmailin annesi, İbrahimin bıraktığı sudan içiyor ve çocuğunu emziriyordu. Kırbadaki su bitince hem kendisi hem de çocuğu susadı. Hacer, susuzluktan dolayı oğlunun boynunun büküldüğünü (Veya ayaklarını yere vurarak debelendiğini) gördü. Hacer, çocuğunun bu acıklı halinden dolayı fenalaşarak yanından ayrılıp biraz öteye vardı ve o. bölgede Kâbeye en yakın olan Safa tepesine doğru gitti ve tepenin üzerine çıktı. Sonra vadiye dönerek, herhangi bir kimse görebilir miyim? diye bakmaya başladı. Fakat hiçkimse göremedi. Sonra Safa tepesinden aşağı indi. Vadiye geçip Merve tepesine geldi. Bu defa onun üzerine çıktı. Sonra herhangi bir kimse görbilir miyim? diye baktı. Fakat hiçbir kimse göremedi. Hacer bu şekilde Safa ile Merve arasında yedi defa gidip geldi. Abdullah b. Abbas, bu hususta Resûlüllah’ın şöyle buyurduğunu söylüyor: "İşte insanların Safa ile Merve arasında sa'y yapmaları bundandır." "Hacer son defa Merve tepesine çıktığında bir ses işitti ve kendi kendine şöyle dedi: "Sus iyice dinle" Sonra dikkatle dinledi. Bu sesi yine işitti. Bunun üzerine: "Ey ses sahibi, sesini duyurdun. Eğer sen, bize yardım etmek kudretinde isen bize yardım et." dedi. Hacer sözünü bitirir bitirmez, Zemzem kuyusunun yanında bir Melek göründe. O Melek, ayağının topuğu veya kanadıyla yeri eşeliyordu. Nihâyet orada su göründü. Hacer, suyun akıp gitmemesi için havuz yapmaya başladı. Bir yandan eliyle suyun önünü tıkamaya çalışıyor, diğer yandan kırbasına su dolduruyordu. Hacer suyu avuçladıkça su kaynayıp geliyordu. Abdullah b. Abbas, sözlerine devamla şöyle diyor: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Allah, İsmailin annesi Hacere rahmet eylesin. Eğer o, Zemzemi kendi haline biraksaydi (Veya Zemzem suyunu avuçlamasaydı) Zemzem, akan bir pınar olurdu." Abdullah b. Abbas diyor ki: "Hacer bu sudan içti, çocuğunu emzirdi. Melek ona şöyle dedi: "Helak olacağınızdan korkmayın. Zira burada Allah'ın evi bulunmaktadır. Bu evi, bu çocuk ve babası yapacaktır. Şüphesiz ki Allah, evinin sakinlerim helak etmez." Beytullahın yeri tepe gibi yüksekçe bir yer üzerindeydi. Seller, sağından ve solundan gelip onu aşmdirmışlardı. Hacer bu şekilde günlerini geçirirken birgün Cürhum kabilesinden bir topluluk (Veya bir aile) onların yanından geçti. Cürhumlular, "Keda" denilen yoldan gelip Mekkenin alt tarafında konaklamışlardı. Cürhumlular, orada bir kuşun havada dolaştığını gördüler ve şöyle dediler: "Şüphesiz bu kuş, bir suyun başında dolaşıyor. Biz ise bu vadide su bulunmadığını biliyoruz." Bunlar, bir iki gözelteliyici çıkardılar. Bu gözetleyiçiler orada su bulunduğunu gördüler ve gelip haber verdiler. Bunun üzerine Cürhumlular suyun bulunduğu yere geldiler. Abdullah b. Abbas diyor ki: "Cürhumlular geldiklerinde İsmailin annesi de suyun başındaydı. Ona dediler ki: "Senin civarında konaklamamıza verir misin?" Hacer: "Evet konaklayabilirsiniz fakat bu suda herhangi bir hakkınız yoktur." dedi. Onlar da "Evet hakkımız yoktur." dediler. Abdullah b. Abbas sözlerine devamla diyor ki: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Cürhumiler, Hacerin, birtakım insanlarla konuşmayı arzuladığı bir sırada kendisiyle karşılaştılar." Abdullah b. Abbas diyor ki: "Cürhumiler Mekke civarına inip kondular. Sonra asıl kalabalık kısımlarına da haber gönderdiler. Onlar da gelip kondular. (Yerleştiler) Nihâyet Mekkenin bulunduğu yer, mamur bir şehir haline gelmeye başladı. Hacerin oğlu İsmail, yiğitlik ve gençlik çağına girmişti. (Bu arada) Cürhumilerden Arapça da öğrenmişti. Artık İsmail, gençlik çağında Cürhumiler arasında en sevimli bir sima olmuştu. Onun soyluluğu, güzel hali, Cürhumileri hayret içinde bırakmıştı. Bu sebeple, İsmail buluğ çağma girince Cürhumiler onu, kızlarından biriyle evlendirdiler... (Hayatın bu döneminde mes'ut bir şekilde yaşarlarken) İsmailin annesi öldü. (Hacer doksan yaşına girmişti. Onu, Kâbenin bitişiğinde bulunan ve Hıcr-i İsmail diye anılan yere gömdüler.) İsmail evlendikten sonra İbrahim (Bırakıp gittiği oğlunu ve karısını) arayarak görmeye geldi. İsmail o sırada evde yoktu. İsmailin nerede olduğunu karısına sordu. O da "Rızkımızı tedarik etmek üzere gitti." Diye cevap verdi. Sonra İbrahim, "Geçiminiz, durumunuz nasıldır?" diye sordu. İsmailin karısı: "Şiddetli darlık içindeyiz, çok kötü bir durumdayız." diye şikâyet etti. İbrahim: "Kocan geldiğinde benden selam söyle ve ona de, kapısının eşiğini değiştirsin." dedi. İsmail geldiğinde, babasının eve gelip gittiğini, (Evin içinde duyduğu güzel bir koku gibi emarelerden) anlar gibi oldu da karısına dedi ki: — Evimize gelen oldu mu? — Evet, şöyle şöyle şekilde yaşlı bir kişi geldi. Bana seni sordu. Cevap verdim. MÂişetimizi sordu ben de şiddetli darlık içinde olduğumuzu söyledim." dedi. Bunun üzerine İsmail: — Sana bir şey vasiyet ve bir söz tevdi etti mi? diye sordu. O da: — Evet, bana, sana selam söylememi ve "Kapının eşiğini değiştir." dememi tenbih etti." dedi. Sonra İsmail karısına: — O gelen ihtiyar babamdır. Bana, senden ayrılmamı emretmiştir. Artık sen ailenizin evine gidebilirsin." dedi. Onu boşadı ve Cümumilerden başka bir kadınla evlendi. İbrahim, Allah'ın dilediği bir müddet kadar uzaklaştıktan sonra yine geldi. Yine evde İsmaili bulamadı. İsmailin karısının yanına girdi. Ona da İsmaili sordu. O da "MÂişetimizi temin etmeye gitti." dedi. İbrahim: — Nasılsınız? Geçiminiz, durumunuz iyi midir? diye sordu. İsmailin karısı: — Biz hayır, saadet ve bolluk içindeyiz." diye Allah’a Hamdü sena etti. İbrahim: — Ne yeyip ne içiyorsunuz? diye sordu. Kadın: Et yiyoruz, su içiyoruz." dedi. İbrahim: — Ya rab, bunların etlerini ve sularını mübarek kıl, onlara bereket ihsan eyle." diye dua etti. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurmuştur ki: "İbrahim zamanında Mekke civarında hububat bilinmiyordu. Eğer o tarihlerde ve oralarda hububat bilinseydi, İbrahim, hububat hakkında da dua ederdi." İbn-i Abbas diyor ki: "İbrahimin bu duası bereketiyledir ki, et ile su Mekkeden başka yerlerde (O sıcak muhitte) Mekkedeki kadar hiçbir kimsenin sihhatma iyi gelmez. Yine İbn-i Abbas, Rivâyetine devamla diyor ki: "İbrahim gelinine: — Kocan geldiğinde ona selam söyle ve onu, kapısının eşiğini yerinde tutsun diye emreyle." demiştir. (Sonra İbrahim Şam'a dönmüştür.) İsmail geldiğinde: — Evimize gelen oldu mu? diye sordu. Karısı: — Evet, güzel yüzlü bir ihtiyar geldi." diye İsmaile o kişiyi methetti. Kadın şöyle dedi: — Seni sordu. Ben de "Rızkımızı tedarik etmeye gitti." dedim. "Geçiminiz nasıldır?" diye sordu ben de: — Hayır ve saadet içindeyiz." dedim. Sonra İsmail: — Sana birşey vasiyet etti mi? diye sordu. O da: — Evet, o muhterem ihtiyar sana selam söyledi ve kapının eşiğini yerinde tutmanı emreyledi." dedi. Bunun üzerine İsmail hanımına: — İşte o babamdır. Sen de evimizin eşiğisin. Babam bana, seni hoş tutmamı, iyi geçinmemi emretmiştir." dedi. Sonra İbrahim yine bir müddet daha oğlundan ve ailesinden uzakta yaşadı. Ondan sonra Mekkeye geldi. O sırada İsmail, Zemzem kuyusunun yakınında büyük bir ağacın altında ok'unu yontup düzeltmekte idi. İsmail babasını görünce hemen kalkıp babasına karşı mutad olan sarılmalar ve el yüz, göz öpmelerde bulundular. Sonra İbrahim oğluna: — Ey İsmail, Allahü teâlâ bana muazzam bir iş emretti." dedi. İsmail de: — Babacığım, rabbin ne emrettiyse o emri yerine getir." dedi. İbrahim: — Fakat bu işte sen bana yardım edeceksin." dedi. İsmail: — Babacığım ben sana, her veçhile yardım ederim." dedi. İbrahim: — Allahü teâlâ burada bir Beyt (Ev) yapmamı emretti." diye, etrafında yüksekçe bir tepeye işaret etti. İbn-i Abbas Rivâyetine devamla diyor ki: "İbrahimle İsmail işte orada Kâbenin esasını (Temelin) kurup duvarlarını yükselttiler. İsmail taş getirirdi İbrahim de bina ederdi. Nihâyet Beyt'in binası ilerleyip duvarları yükseldiğinde İsmail, (Bugün ziyaret edilen malum taşı getirdi.) İbrahim de onu ayağının akma iskele olarak koydu. Üzerinde inşaata devam etti. İbrahim yapar İsmail de taş verirdi. İnşaat tamam olduktan sonra baba oğul: "Rabbimiz bunu bizden kabul et. Şüphesiz ki sen, herşeyi işitensin, bilensin. Bakara Sûresi âyet: 127 diye dua etmişlerdir. Buhari, K. el-Enbiye, bab: 9 38Ey rabbimiz, sen bizsim gizlediğimizi de açığa vurduğumuzu da çok iyi bilirsin. Yerde ve gökte hiçbirşey Allah’tan gizli değildir. Hazret-i İbrahim, duasına devamla şöyle diyor: "Ey rabbimiz, sen, benim bu duamla neyi kastettiğimi bilirsin. Zira sen, gizlediğimiz ve açığa vurduğumuz herşeyi çok iyi biliyorsun. Allahü teâlâ Hazreti. İbrahimin sözünü doğrulayarak ona şu cevabı vermiştir: Yerde ve gökte bulunan hiçbirşey Allah’a gizli değildir. O halde senin duanı da işitmektedir. Daha sonra Hazret-i İbrahim, Allahü teâlânın, kendisine verdiği nimetlere karşılık ona hamdederek duâsına şöyle devam etmiştir: 39Yaşlandığım bir sırada, bana İsmaili, İshakı veren Allah’a hamdoisun. Şüphesiz ki rabbim, duamı çok iyi işitendir. Hazret-i İbrahim, Allahü teâlâ tarafından kendisine verilen nimetleri anmak isterken, yaşlı bir durumda olduğu halde kendisine verilen evlat nimetini anmaktadır. Zira kişinin ölümünden sonra geride kalan nimetlerden biri de kendisine hayır duada bulunan evlat nimetidir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyurmaktadır: "İnsanoğlu öldüğünde ameli kesilir. Ancak üç çeşit ameli müstesna. (Ölümenden sonra) Devam eden sadaka veya kendisinden faydalanılan ilim yahut, kendisine dua eden salih evlat. Müslim. K. el-Vasiyye, bab: 14, Hadis No: 1631/Ebû Dâvûd, K. el-Vasâyâ, bab: 14 Hadis No: 2880/Tirmizî, K. el-Ahkâm, bab: 36, Hadis No: 1376 40Rabbim, beni ve soyumdan gelen salih kimseleri, namazını dosdoğru kılanlardan eyle. Ey rabbimiz, duamı kabul eyle. Hazret-i İbrahim bu âyette de, Allahü teâlâdan, kendisini ve soyundan gelenleri, ibadetlerin en faziletlisi ve en geniş anlamlısı olan namaza devam etmelerine muvaffak kılmasını talep ediyor. Abdullah b. Mes'ud, Peygamber efendimizin, namazın fazileti hakkında şöyle buyurduğunu Rivâyet ediyor: "Abdullah b. Mes'ud diyor ki: "Ben "Ey Allah'ın Resulü, amellerin hangisi daha efdaldir?" diye sordum. Resûlüllah "Vaktinde kılınan namazdır..." buyurdu Müslim, K. el-İman, bab: 137,140, Hadis No: 85 41Ey rabbimiz, hesabın görüleceği günde, beni, babamı, annemi ve mü’minleri affet." Hazret-i İbrahim bu âyet-i Celilede, babasının da affedilmesini dilemektedir. Hazret-i İbrahim bu duasını, babasının, inkârından dönmeyeceğini öğrenmesinden önce yapmıştır. Hazret-i İbrahim, babasının kâfir olduğunu anlayınca artık ondan uzaklaşmıştır. Bu hususta başka bir âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır: "İbrahimin, babası için af dilemesi ise, sadece ona verdiği sözü yerine getirmesi içindir. Fakat babasının, Allah'ın düşmanı olduğu ortaya çıkınca İbrahim ondan uzaklaştı. Şüphesiz ki İbrahim çok niyaz eden ve çok halim selim bir insandı." İbrahim Sûresi, âyet 114 42Ey Peygamber, sakın zalimlerin yaptıklarından Allah'ın habersiz olduğunu sanma. Allah, onların cezalarını, gözlerin belereceğı o zor güne bırakır. Ey Rasûlüm, sakın sen, zalimlerin yapmış oldukları işlerden. Allah'ın habersiz olduğunu zannetme. Allah, zalimleri de, yaptıklarını da çok iyi bilmekte ve tesbit ettirmektedir. Onları hemen cezalandırmıyorsa bil ki, cezalandırılmalarını, dehşetinden gözlerin belereceğî kıyamet gününe bırakmaktadır. 43Onlar, başlarını göğe kaldırarak, çağırıldıkları yere doğru koşacaklardır. Gözleri donacak, gönülleri bomboş kalacaktır. Kâfirler, gözlerin belereceği o dehşetli kıyamet gününde başlarım dikerek, çağırıldıkları yere hızla koşarlar. O günün dehşetinden dolayı gözlerini kendilerine çevirip hallerine dahi bakamazlar. Kıyametin korkusundan kalbleri bomboştur. Aslında gözleri belererek şaşıran kişi, yerinde çakılıp kalır. Suçluluğunu anlayarak başını önüne eğer. Fakat kıyamet gününde şaşıranlar böyle olmayacaktır. Onlar sağa sola telaşla koşacaklar ve kafalarını da yukan doğru dikilmiş vaziyette tutacaklardır. Zira o günün korkusu, başka hiçbir korkuya benzemez. 44Ey Peygamber, insanları, azabın geleceği gün ile uyar. O gün zalimler şöyle derler: "Ey rabbimiz, kısa bir zamana kadar bize müsaade et. de davetini kabul edelim, Peygamberlere uyalım." Onlara: "Daha önce âhirete intikal etmeyeceğinize dair yemin etmiyor muydunuz?" denir. Ey Rasûlüm, İslama davet etmen için seni kendilerine gönderdiğim insanları, kendilerini, Allah'ın azabının geleceği kıyamet gününün dehşetiyle uyar. O gün rablerini inkâr ederek kendilerine zulmedenler, azabı bizzat gözleriyle görünce: "Ey rabbimiz, azabı bizden ertele, bize kısa bir zaman için mühlet ver de, senin, hakka davetini kabul edip sana iman edelim, Hiçbirşeyi sana ortak koşmayalım. Bize gönderdiğin Peygamberlerine tâbi olalım." diyeceklerdir. Allah da onlara diyecektir ki: "Daha önce dünyada iken, âhirette tekrar dirilmeyeceğinize dair yemin etmiyor muydunuz?" Kâfirlerin, âhirette azabı bizzat gözleriyle gördüklerinde tekrar dünyaya dönüp iman etmeyi isteyeceklerine dair, diğer âyetlerde şöyle buyurulmaktadır: "Müşriklerden birine ölüm geldiği zaman şöyle der: "Rabbim, beni dünyaya geri gönder. Mü’min Sûresi, âyet: 99 "Suçluların, rablerinin huzurunda başlarını eğerek: "Rabbimiz, gördük, işittik. Bizi tekrar dünyaya gönder de salih ameller işleyelim, artık kesin olarak iman ettik. Secde Sûresi, âyet: 12 "Ateşin üzerinde durduruldukları zaman: "Ne olurdu tekrar dünyaya döndürülseydik, rabbimizin âyetlerini yalanlamasaydık da mü’minlerden olsaydık." dediklerini bir görsen. En'am Sûresi, Âyet: 27 "Onlar, cehennemde "Ey rabbimiz, bizi çıkar da, dünyada işlediğimiz kötü amelleri bırakıp salih ameller işleyelim." diye bağmşırlar. Onlara şöyle denir: "Size, öğüt alan birinin, Öğüt alabileceği kadar bir ömür vermedik mi? Üstelik size uyarıcı da gelmişti O halde tadın azabı. Zalimlerin hiçbir yardımcısı yoktur. Fâtır Sûresi, âyet: 37 45Kendilerine zulmedenlerin yerlerinde kalmıştınız. Onlara ne yaptığımızı görmüştünüz. Size misaller de vermiştik. Halbuki sizler dünyada iken, Allah’ı inkâr ederek kendilerine zulmeden önceki ümmetlerin yerlerine yerleştiniz. Ve bizim, onları, azgınlıklarında devam etmeleri sebebiyle nasıl helak ettiğimizi görmüştünüz. Biz sizlere çeşitli misaller vermiştik. Fakat siz, inkârınızdan vaz geçip tevbe etmediniz. Şimdi ise azap gelip çattıktan sonra tevbe etmek için ertelenmek istiyorsunuz. Artık bu olmayacaktır. 46Müşrikler, çeşitli hilelere baş vurdular. Onların tuzakları, Allah tarafından çok iyi bilinir. Bunların tuzaklarıyla dağlar yerinden oynamaz. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, yüce şeriatını, sarsılmaz dağlara benzetmiş kâfirlerin tuzaklarım da onların üzerinde esen yellere benzetmiştir. Yeller nasıl dağları koparamazsa, kâfirlerin tuzakln ve tutarsız iddiaları da İslam dinine herhangi bir zarar veremez. 47Ey Peygamber, sakın Allah'ın, Peygamberlerine olan vaadinden, döneceğini sanma. Şüphesiz Allah, herşeye galiptir. Hak edenleri cezalandırır. Ey Rasûlüm, Allah'ın, Peygamberlerine, kendilerini yalanlayanları, sonunda mutlaka helak edeceğine dair, verdiği vaadden döneceğini sanma. Zira Allah, herşeye galiptir ve intikam sahibidir. Kendisini inkâr edenleri asla cezasız bırakmaz. 48Yaşadığınız yerin bir başka yere, göklerin başka göklere çevrileceği ve bütün varlıkların, kabirlerinden çıkıp bir ve herşeye galip olan Allah'ın huzuruna vardıkları o dehşetli günde, Allah onlardan hesap soracaktır. * Bazı âlimler, yeryüzünün gümüş gibi beyaz bir hale dönüşeceğini söylemişlerdir. Bu hususta bir Hadis-i Şerifte şöyle buyurulmaktadır: "İnsanlar, kıyamet gününde beyaz undan yapılmış bir ekmeğin rengine benzer şekilde, kırmızımsı beyaz bir yer üzerinde toplanacaklar. O yeryüzünde hiçbir kimseye ait bir eser görülmeyecektir. Buhari, K. er-Rikak, bab: 44/Müslim, K. el-Münafıkîn, bab: 29, Hadis No: 2790 Diğer bazı âlimler de yeryüzünün, kıyamet gününde ateşe dönüşeceği, oradan da cennetin görünceğini söylemişlerdir. Bazıları da, yeryüzünün, âhirette, başka bir şekildeki yere çevirileceğini söylemişlerdir. Bu hususta Taberi şöyle diyor: "Kıyamet gününde yeryüzü ve gökler, bu dünyadaki yer ve gökten başka bir yer ve göğe çevirilecektir. Ancak çevirilecek şeklin nasıl bir şekil olduğu hakkında kesin bir şey söylemek mümkün değildir. 49Kıyamet gününde suçluların, birlikte zincire vurulduklarını görürsün. Ey Rasûlüm, sen, kıyamet gününde, inkârları ve bozgunculukları yüzünden suçlu olanların, birbirlerine yaklaştırılmış olarak zincirlere vurulduklarını görürsün. Yahut elleriyle ayaklan, birbirlerine yaklaştırılmış olarak zincirlenmiş olduklarını görürsün. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, kendisini inkâr eden kâfirlerin ve ona çeşitle şeyleri ortak koşan müşriklerin, serbestçe yürü yemeyeceklerini, birbirlerine zincirlerle bağlı olarak veya elleri kollan bukağılarla boyunlarına bağlanmış olarak toplanacaklarını beyan ediyor. Mü’minleri ise böyle bir duruma düşmekten sakındırıyor. 50Gömlekleri katrandandır. Yüzlerini ateş kaplar. Bu hususta başka bir âyet-i kerime’de de şöyle buyurulmaktadır: "Ateş onların yüzlerini yalar. Onların orada yüzleri kavurulup dişleri sırıtır kalır. Mü’minûn Sûresi, âyet: 104 51Bütün bunları Allah, herkesin, dünyada işlediğinin karşılığını vermek için yapar. Şüphesiz ki Allah'ın, hesaba çekmesi çok süratlidir. Allah, hiçbir kimseye zulmetmez. İyilik yapana karşılığım kat kat verir. Kötülük yapanı ise yaptığı kötülük kadarıyla cezalandırır. Allah'ın, bütün yükümlüleri hesaba çekmesi uzun zaman almaz. Çok kısa sürede biter. Zira, herkesin yaptığı kaydedilmiştir. Allah herşeyi bilendir. Ondan herhangi birşeyi gizlemek mümkün değildir. 52Bu Kur'an, sakındırılsınlar, Allah'ın ancak bir ilâh olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye insanlara bir tebliğdir. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Kur'an-ı Kerimin, gönderilmesinin hikmetlerinden bazılarını zikretmekte ve bunları şöyle bildirmektedir. "Kur'an, insanlara, Hak ve bâtılı göstererek onları uyarmaktadır." Kur'an, bütün varlıkları yaratan Allah'ın bir olduğunu öğretmektedir. Kur'an, akl-ı Selim sahiplerine öğüt vermektedir. Doğruyu gösteren, yaratıcıyı tanıtan ve akılları aydınlatan bu Kur'andan daha müessir bir tebliğ vasıtası olabilir mi? |
﴾ 0 ﴿