HICR SÛRESİHicr Sûresi Doksandokuz âyettir. 87.Âyeti Medinede diğerleri Mekkede nazil olmuştur. Hicr, Medine ile Şam arasında bulunan kayalık bir arazinin adıdır. Salih Aleyhisselam, burada yaşayan bir kavme Peygamber olarak gönderilmiştir. Bu kavim, kayaları oymak suretiyle sağlm evler yapıyor ve kendilerini bu evlerde daha emniyette hissediyorlardı. Fakat Salih aleyhisselamın getirdiği, Kayadan çıkan "Deve" mucizesine inanmadılar, Ona dokunmaları ve rahatsız etmeleri bile yasaklandığı halde Deveyi kestiler ve sonunda Allahü teâlânın gönderdiği korkunç bir çığlıkla yok olup gittiler. İşte bu Surede bu kavim ve onların başına gelen bu korkunç olay da kısaca anlatılmakta ve Sûre adını buradan almaktadır. Sûre-i Celile, kâfirlere ihtar ile başlıyor. "Kâfirler kıyamet günü "Keşke Müslüman olsaydık" temennisinde bulunurlar Hicr: 2 "Ey Peygamber, onları kendi hallerine bırak. Yesinler, eğlensinler, boş umutlan onları oyalayıp dursun. Onlar yakında bileceklerdir. Hicr: 3 buyuruluyor. Surede, kâfirlerin, bu dünyada yeyip içip eğlenmelerinin, sonunda kendilerine pişmanlıktan başka birşey getirmeyeceği beyan edildikten sonra, her ümmetin bir ecelinin bulunduğu ve bu ecel sonunda yok olup gidecekleri şöyle anlatılıyor: "Biz, hiçbir ülkeyi helak etmedik ki, onun, takdir edilen belirli bir zamanı olmasın. Hicr: 4 Hiçbir ümmet, ecelini ne öne alabilir ne de erteleyebilir. Hicr: 5 Sûre-i celilede daha sonra, müşriklerin, Peygamber efendimize inanmayıp ona sataşmaları, onunla alay ederek ona: "Ey kendisine öğüt verici bir kitap indirilen, şüphesiz ki sen delisin. Hicr: 6 demeleri üzerine Allahü teâlâ o öğüdü yani Kur'ara, kendisinin indirdiğini açıklayarak "Kur’an’ı biz indirdik biz. Onun koruyucusu da şüphesiz ki biziz. Hicr: 9 buyuruyor. Ve daha önce gelmiş olan Peygamberlerin de ümmetleri tarafından yalanlandıklarını beyan ile Peygamber efendimizi teselli ediyor. Sûre-i celilede, yeryüzünün, Allahü teâlâ tarafından bir nimet olmak üzere, insanların yaşamasına elverişli bir biçimde yaratıldığı, rüzgâr, yağmur, bulutlar ve benzeri tabiat olaylarının, insanların menfaatleri için takdir ve tayin edildiği açıklanıyor. Hazret-i Âdemin topraktan, Cinlerin ise ateşten yaratıldıkları açıklanıyor. Allahü teâlânın emri üzerine Meleklerin Âdeme secde ettikleri, İblisin ise, kendisini Âdemden üstün görüp secde emrine uymayarak. Allah’a âsi olduğu beyan ediliyor. Sûre-i Celile, daha sonra, Lût kavmini helak etmeye gelen Meleklerin, Hazret-i İbrahime misafir oluşlarını ve bu arada, karısının ve kendisinin yaşlılığına rağmen, onlara, Allahü teâlânın, Salih bir evlat vereceğini müjdelediklerini beyan ediyor. Bundan sonra Lût aleyhisselama gelen Meleklerin, ona, kavmini helak etmeye geldiklerini söyledikleri, kendisini ve ailesini alarak arkasına bakmadan ,orayı terketmesini istedikleri açıklanıyor. Daha sonra, Lût kavminin bir şafak vakti, korkunç bir çığlık ile yok , edilişi, memleketlerinin üstünün altına gelişi beyan ediliyor ve bütün bu olaylardan ibret alınması gerektiğine dikkat çekiliyor. Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle. 1Elif, Lâm, Râ. Bunlar, kitabın ve apaçık Kur’an’ın âyetleridir. Taberiye göre bu âyetin izahı şöyledir: "Bu âyetler, Kur'andan önceki Tevrat ve İncil gibi kitapların ve apaçık Kur'an'ın âyetleridir." Katade ve Mücahid de bu izah şeklini benimsemektedirler. Diğer bir kısım Müfessirler ise bu âyeti şöyle izah etmişlerdir: "Ey Rasûlüm, bu âyetler, sana indirmeyi vaadettiğimiz kitabın, yani Kur’an’ın apaçık âyetleridir." 2Kafirler, kıyamet günü: "Keşke Müslüman olsaydik."temennisinde bulunurlar. Abdullah b. Abbas, bu âyetin izahında diyor ki: "Kafirler, kıyamet gününde Allah’ı birleyip Müslüman olan kimselerden olmayı temenni edeceklerdir. Zira Müslümanlardan bazı günahkârlar günahları yüzünden cehenneme girecekler. Müşrikler onlara: " Allah’tan başka ilâh yoktur." demenizin ne faydası oldu ki? İşte siz de bizimle birlikte cehennemdesiniz." diyeceklerdir. Fakat Allahü teâlâ onların bu sözlerine gazaplanarak, günahkâr mü’minleri cehennemden çıkaracak ve işte o zaman kâfirler: "keşke biz de dünyadayken Müslüman olsaydık." temennisinde bulunacaklardır. 3Ey Peygamber, onları kendi hallerine bırak. Yesinler, eğlensinler. Boş umutları onları oyalayıp dursun. Onlar, yakında bileceklerdir. Ey Rasûlüm, bırak o kâfirleri, dünyada yeyip içsinler Zevk ve arzularıyla eğlenip dursunlar. Boş ümitler onları oyalasın da, ebedi hayatları için hiçbir hazırlık yapmasınlar. Yakında onlar, dünyada şehevi arzularının ve maddî lezzetlerin mahkumu olmanın neticesinin ne olduğunu çok ıyı anlayacaklardır. Allahü teâlâ bu âyette, kâfirleri tehdit etmektedir. Kur'an-ı Kerimde bu hususta başka âyetler de" bulunmakta ve onlarda da şöyle buyurulmaktadır: "Müşrikler, insanları Allah'ın yolundan saptırmak için, Allah’a ortaklar koştular. Ey Peygamber, onlara şöyle de: "Yaşayın bakalım. En son varacağınız yer, ateştir. İbrahim Sûresi, âyet: 30 "Ey kâfirler, dünyada az bir zaman, yeyin ve eğlenin bakalım. Şüphesiz siz, suçlularsınız." "O gün, yalanlayanların vay haline Mürselat Sûresi, âyet: 46,47 4Biz, hiçbir ülkeyi helak etmedik ki, onun, takdir edilen belirli bir zamanı olmasın. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, helak ettiği ülkelerin halkı için, tayin ettiği bir süre bulunduğunu, bu süre dolmadan önce onları helak etmeyeceğini, bu sebeple kâfirlerin, kendilerine mühlet verilmesine aldanarak şımarmamalan gerektiğini beyan etmektedir. 5Hiçbir ümmet, ecelini ne öne alabilir ne de erteleyebilir. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, hiçbir ümmetin, helak edilme zamanı gelmeden önce helak edilmeyeceğini, helak edilme vakti gelince de asla ertelenmeyeceğini beyan etmektedir. Bu husuta diğer âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: "De ki: "Allah'ın dilediğinin dışında, benim, kendime ne bir zarar ne de bir fayda sağlamaya gücüm yeter. Her Ümmetin bir eceli vardı. Ecelleri geldiğinde onu ne bir an geciktirebilirler, ne de öne alabilirler. Yunus Sûresi, âyet: 49 "Eğer Allah, insanları, zulümleri yüzünden hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat Allah onları, belli bir vakte kadar erteler. Vâdeleri geldiğinde, onu ne bir an erteleyebilirler ne de bir an öne alabilirler Nahl Sûresi, Âyet: 61 6Müşrikler, Peygambere şöyle dediler: "Ey, kendisine öğüt verici bir kitap indirilen, şüphesiz ki sen, delisin." Allahü teâlâ, müşrik ve kâfirleri, akıbetlerinin kötü olacağı hususunda uyardıktan sonra, bunların, Peygambere karşı nasıl iftira ve ithamlarda bulunduklarım bizlere bildirerek buyuruyor ki: "Kâfirler, Peygamberle alay ederek ona şöyle dediler: "Ey, kendisine, Allah’tan kitap indiğini iddia eden kişi, şüphesiz ki sen, bize yaptığın davetle deli olduğunu gösteriyorsun." 7Eğer doğru söyleyenlerdensen, bize Melekleri getirsenc. O müşrikler, sözlerine devamla: "Ey Peygamber, şâyet sen, Allah tarafından bize gönderilmiş bir Peygamber olduğun iddianda doğru isen, bize, senin doğruluğuna şahitlik edecek bir Melek getirsene." dediler. 8Biz, Melekleri ancak hak ile göndeririz. O takdirde kâfirlere hiç aman verilmez. Allahü teâlâ da, Peygamberden, doğru söylediğine şahitlik edecek bir Melek getirmesini isteyen kâfirlere cevaben buyuruyor ki: "Biz Melekleri ancak Peygamberlere, Peygamberlik getirmek, azabı hak edenlere cezasını uygulamak gibi önemli vazifelerle göndeririz. Şâyet biz Melekleri, onların istedikklerine göre gönderirsek ve onlar da buna rağmen inkârlarına devam ederlerse artık o andan sonra onlara hiç mühlet vermeyiz. Geçmiş ümmetlere yaptığımız gibi onları da derhal cezalandırmaz." 9Şüphesiz ki zikri (Kur’an’ı) biz indirdik biz. Onun koruyucusu da şüphesiz ki biziz. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Peygamberle alay ederek ona: "Ey kendisine öğüt verici bir kitap indirilen kimse, şüphesiz ki sen, delisin." diyen kâfirlere cevaben buyuruyor ki: "Ey kâfirler, o öğüt veren kitabı biz indirdik biz. Onu olduğu gibi muhafaza edecek olan da biziz. Ona ne birşey ilave edilebilir ne de ondan birşey eksiltilebilir. O, değiştirilemez." Kur'an-ı Kerim, Allahü teâlânin kelamı olması hasebiyle, mânâsı ve ifadre şekilleri bakımından da mucizedir. Herhangi bir insan sözüne benzememektedir. Bu itibarla ona bir insan sözünü karıştırmak veya onun herhangi bir kısmını değiştirmek imkânsızdır. Böyle birşey yapıldığında durum hemen ve çok açık bir şekilde anlaşılır. Diğer taraftan Allahü teâlâ birçok kullarını Kur'ana hizmetçi kılmış, onu tam olarak ezberlemelerini nasibetmiştir. Öyleki, dünyanın bir ucunda bulunan bir Hafızın, tek bir kelimeyi dahi yanlış okuması, diğer ucundaki Hafız tarafından tesbit edilmekte ve düzeltilmektedir. Ayrıca Allahü teâlânın, mânevi bir güçle Kur'an-ı Kerimi muhafaza ettiği muhakkaktır. Nitekim Kur'an-ı Kerim, asırlardan beri kitaplarda ve insanların zihninde muhafaza edilmiş, herhangi bir değişmeye maruz kalmamıştır. 10Ey Peygamber, şüphesiz ki senden önceki ümmetlere de Peygamberler gönderdik. Allahü teâlâ bu ve bundan sonra gelen âyet-i kerimelerde Resûlüllahi, kendisini yalanlayan kâfirlere karşı teselli etmekte ve kâfirlerin, Peygamberleri yalanlamalarının, devam edegelen kötü huylarından olduğunu bu itibarla onun üzülmemesi lâzımgeldiğini bildirmektedir. 11Onlara hiçbir Peygamber gelmedi ki, onunla alay etmemiş olsunlar. O kâfirlere, Allah’ı birlmeye ve ona itaat etmeye davet eden hiçbir Peygamber gelmedi ki, onlar, sırf inatları ve gururlarından dolayı o Peygamberlerle alay etmemiş olsunlar. 12Bak. Âyet 13. 13Böylece günahkârların kalbine Kur’an’ı sokarız. Yine de onlar, Kur'ana iman etmezler. Halbuki daha öncekilerin neye uğradıkları bellidir. Taberi bu âyet-i kerimeleri şöyle izah etmektedir: "Önceki kâfirlerin kalblerine, Peygamberleriyle alay etmeyi ve inkâra sapmayı soktuğumuz gibi, Ey Rasûlüm, senin kavminin suçlularının kalblörine de seninle alay etmeyi veya seni yalanlamayı yahut Allah’a ortak koşmayı ya da iman etmemeyi sokarız da onlar, Kurana iman etmezler. Mealde tercih edilen görüşe göre ise, kâfirlerin kalblerine sokulan, kendilerine tebliğ edilen Kur'andır. Yani, Kur'an kendilerine tebliğ edilmiş, buna rağmen onlar ondan faydalanmamışlardır. Zira kalblerin hepsi bir değildir, işledikleri amelleri yüzünden bazı insanların kalbleri paslanmıştır. Bu sebeple gerçeği kabul edemezler. 14Bak. Âyet 15. 15Onlara gökten bir kapı açsak, oradan yukarı durmadan çıksalar: "Gözlerimiz perdelendi. Daha doğrusu büyülendik." derler. Şâyet biz bu kâfirlere, gökten, yukarı doğru tırmanıp, yarattığımız kâinatın genişliğini ve mülkümüzün azametini görmeleri için gökten bir kapı açsak ta onlarda oradan yukan doğru yükselseler, bu defa da: "Gözlerimiz perdelendi. Hatta büyüledik." derler. Zira onların inkârları katmeri esmiştir. Mucizeler onlara tesir etmez. Mucizeleri sihir sayarlar. 16Şüphesiz biz, semada burçlar yarattık. Bakıp ibret alanlar için onu süsledik. Âyet-i kerime’de zikredilen "Burçlar"dan maksat, göklerdeki gezegenler veya bu gezegenlerin takip ettikleri yörüngelerdir. Yahut da bu gezegenlerin, yörüngelerinde hareketlerine devam ettikleri sırada, belli yer ve zamanlarda almış oldukları konum ve durumlardır. 17Bak. Âyet 18. 18Gökleri, Allah'ın rahmetinden kovulan bütün Şeytanlardan koruduk. Ancak semadan kulak hırsızlığı yapanı apaçık bir ateş kovalar. Bu âyet-i kerimelerin tefsirinde şu Hadis-i Şerifler zikredilmiştir: Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyuruyor ki: "Allahü teâlâ gökte bir emrin yerine getirilmesine hükmettiği zaman Melekler, Allah'ın emirlerine boyun eğdiklerini göstererek kanatlarını çırparlar. Allah, düz kayalar üzerinde hareket eden zincirlerin çıkardığı ses gibi heybetli bir ses çıkaran emri Meleklere uygulatır. Meleklerin kalbinden (Bu ilahi emrin dehşetiyle meydana gelen) korku gidince melekler, (mertebeleri daha yüce olan diğer meleklere) derler ki: "Rabbiniz ne emretti?" Onlar da cevaben derler ki: "Hakkı emretti. O, yücedir, büyüktür. "Bu sırada kulak hırsızı Şeytanlar, yerden göğe kadar birbirlerinin üstünde zincirleme dizilmiş ve kulak hırsızlığına hazırlanmış bulunurlar. Şeytanlar bu vaziyette iken bazı kere, Meleklerin konuşmasını işiten en üstteki Şeytana bir ateş parçası yetişip, altındaki Şeytana o haberi ulaştıramadan o Şeytanı yakar. Bazı kere de ateş o Şeytanı yakalamadan, haberi bir sonraki Şeytana ulaştırır, o da altındakine ulaştırır... böylece haber yeryüzüne ulaşır, sihirbazların ve kâhinlerin ağzına düşer. Onlar da bu haberin yanına yüz yalan katarak insanlara söylerler. Nihâyet o ilahi emir yeryüzünde meydana gelir ve böylece de o sihirbaz veya kâhinin söylediği doğru çıkmış olur. Onlardan bu haberi işiten taraftarları da derler ki: "Nasıl, bunlar vaktiyle şöyle şöyle olacak diye bize haber vermemişler miydi? Gördünüz ya, sihirbazın, gökten işitildiğini söylediği sözün gerçek olduğu ortaya çıktı." Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 15 bab: 1 Sûre: 34, bab; î K. et-Tevhid bab: 32 Tirmizî, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre 34, bab: 2, Hadis No: 3223 Abdullah b. Abbas diyor ki: "Birgün Resûlüllah, sahabileriyle beraber otururken bir yıldız aktı ve ışığı göründü. Resûlüllah: "Cahiliye döneminde bunu gördüğünüz zaman ne diyordunuz?" diye sordu. Sahabiler dediler ki: "Biz, "Büyük bir şahsiyet öldü veya büyük bir şahsiyet doğdu." derdik." Bunun üzerine Resûlüllah şöyle buyurdu: "Yıldız, kimsenin ölümü veya doğumu üzerine akıtılmaz. Fakat güçlü ve yüce olan rabbimiz birşeyin olmasına hükmettiği zaman, arşı sırtında taşıyan melekler onu tesbih ederler. Sonra onların altında bulunan gök sakinleri tesbih ederler. Sonra, onlardan daha aşağıda bulunan varlıklar tesbih ederler. Tesbih etme nihÂyet bu semada (Dünya semasında bulunanlara) kadar ulaşır. Sonra altıncı semada bulunanlar Yedinci semada bulunanlara "Rabbimiz ne dedi?" diye sorarlar. Yedinci semada bulunanlar onlara rablerinin ne dediğini haber verirler. Ondan sonra her semadakiler bir üstte bulunandan haber alır. Böylece o haber dünya semasındakilere kadar ulaşmış olur. Şeytanlar da kulak hırsızlığı yaparak bu haberlerden bir kısmını kaparlar. Onu dostlarına ulaştırırlar. O getirdikleri haber aslında doğrudur. Fakat onlar o haberi değiştirir ve ona başka şeyler katarlar. Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre 34 bab: 3 Hadis No: 3224 Bu hususta diğer âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: "Biz, dünya semasını, lamba gibi parlayan yıldızlarla donattık. Onlarla Şeytanların taşlanmasını sağladık. Ahirette de biz, Şeytanlara, alev alev yanan bir azap "Biz dünyadaki göğü, bir zinet olan yıldızlarla süsledik." "Biz, o göğü her isyankâr Şeytandan koruduk." Mülk Sûresi, âyet: 5 "Böylece onlar, o yüca topluluğu dinleyemezler. Kovulmak için her taraftan kendilerine ateş atılır. Kıyamet gününde de onlar için devamlı bir azap vardır." "Ancak o yüce topluluktan bir söz kapanların da, peşine, herşeyi delip geçen bir alev takılır.' Sâffât Sûresi, âyet: 6-10 19Yeryüzünü düzgün bir şekilde yarattık. Oraya sabit dağlar yerletirdik. Orada herşeyden belli bir ölçüde bitkiler bitirdik. Yeryüzünü düzgün bir şekilde yaydık. Oraya, sarsılmasını önlemek için, dağlar yerleştirdik. Yeryüzünde çeşitli meyve ve sebze gibi bitkileri, ihtiyaca göre belli bir miktarda ve ölçülü bir şekilde bitirdik. Öyle ki, birinin bitip ortaya çıkması, diğerinin bitmesine engel olmadığı gibi, bunların herbirini, kendilerinden en güzel şekilde faydalanılacak biçimde yarattık. 20Yeryüzünde sizlere ve rızıklarını veremediklerinize geçim yolları yarattık. Biz, sizler için, o yeryüzünde, hayatınızı devam ettirecek çeşitli geçimlikler yarattık. Sizlerin, faydalandığınız ve fakat kendilerini zıklandıramadiğınız, kölelerin, hizmetçilerin ve diğer çeşitli canlı varlıkların da geçimliklerini orada yarattık. Bu âyet-i kerime, Allahü teâlânın, insanoğluna bahşettiği çeşitli nimetleri ona hatırlatmakta ve onu, o nimetleri kendisine veren rabbini tanımaya ve ona boyun eğmeye davet etmektedir. Zira Allahü teâlâ insanın kendisini rızıklandırdığı gibi onun, çeşitli hedeflere varmak için kullandığı vasıtaları da o rızıklandırmaktadır. İnsan en basit bir binek hayvanına dahi yem yaratmaktan âcizdir. O halde nasıl olur da rabbinin nimetlerine nankörlük edebilir? 21Herşeyin hazinesi bizim katımızdadır. Biz onlardan ancak belli ölçülerde veririz. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, herşeyin sahibi olduğunu, herşeyin kendisi için kolay olduğunu ve herşeyin hazinesinin bizzat kendi katında bulunduğunu ve bu eşyaları, hikmetinin icabettirdiği şekilde kullarına belli bir miktarda gönderdiğini beyan etmektedir. Allah'ın, kullarına bu nimetlerinden vermesi, sadece onun bir lütfudur. Allah, kullan için herhangi birşey yapmak mecburiyetinde değildir. O halde kullar bu lütuflan bilmeli ve lütufkâr olan rablerine karşı nimetlerinin şükrünü eda etmelidirler. 22Biz, rüzgârları, aşılayıcı olarak gönderdik. Gökten su indirdik. Onunla sizleri suladık. Yoksa siz onu biriktiremezdiniz. Âyet-i kerime’de ifade edilen, rüzgârların aşilayıcılığı hususu, özellikle günümüzde botanik ilminin elde ettiği sonuçlarla daha iyi anlaşılır olmuştur. Zira artık bilinmektedir ki, bitkilerde ve meyvelerde döllenme, rüzgârın tesiriyle meydana gelmektedir. Erkek organlarda bulunan toz zerrecikleri halindeki tohumlar, rüzgârın tesiriyle uçuşarak dişi organlara konuyor ve döllenme meydana geliyor. Bu hadise Cenab-ı Hakkın takdiri ve emriyle öyle düzenli ve planlı bir şekilde oluyor ki, erkek organdan kalkan tohum, dişi organa konuyor. Eğer bu olay bir takdirle ve bir ölçü dahilinde olmasaydı, yani rüzgâr, zamanında ve belli bir ölçüde esmeseydi felaketler meydana gelebilir, tohumların, yerlerine konması değir ağaçlar bile kökünden sökülüp yerle bir olabilirdi. Demek oluyor ki Allahü teâlânın takdiriyle olaya bir ölçü hakimdir. Âyet-i kerime’de işaret edilen bir diğer husus ta, yağmurun yağması hususudur. Yine bilindiği gibi bulutlar da rüzgârın tesiriyle yer değiştirerek doyum noktasına ulaşacakları yerlere geliyorlar ve yağmur yağıyor. Yağan bu yağmurdan meydana gelen sular, toprak tarafından emiliyor ve depolanıyor. Ve oradan belli bir ölçüde akarak toprak üstüne çıkıyor ve bundan bütün canlı varlıklar istifade ediyor. İşte bütün bu olayları programlayıp tertipleyen ilâhi iradedir. Herşey Allahü teâlânın takdiriyle meydana gelmektedir. Artık onun bu gibi tükenmez nimetlerine şükretmek, kulun en başta gelen vazifderindendir. 23Şüphesiz ki dirilten de öldüren de biziz. Herşey yok olduktan sonra baki kalan da biziz. Şüphesiz ki yumurta, tohum ve benzeri cansız şeylere hayat veren biziz. Bütün canlıları da, kendileri için takdir edilen vadeleri geldiğinde öldüren de biziz. Herşey yok olup gittiken sonra geride kalacak olan da sadece biziz. Bu hususta başka âyet-i kerimelerde de şöyle buyurulmaktadır: "Şüphesiz ki güldüren de ağlatan da O’dur." "Öldüren de dirilten de o'du. Necm Sûresi, âyet: 43-44 Yeryüzünde bulunan herşey fanidir. Baki olan sadece, azamet ve ikram sahibi rabbindir. Rahman Sûresi, âyet: 26-27 O, herşeyden önce vardı. Herşey yok olduktan sonra kalacak O’dur. Varlığı apaçıktır. Zatı gizlidir. O, her şeyi bilendir. Hadid Sûresi, âyet: 3 24Şüphesiz ki biz, sizden önce gelenleri de, sîzden sonra gelenleri de biliriz. Bu âyet-i kerime’yi müfessirler şu şekillerde izah etmişlerdir: "Şüphesiz ki biz, sizden önce yaratılmış olup ölenleri de şu anda diri olanları da ve bundan sonra yaratılacak olardan da biliriz." Veya: "Şüphesiz ki biz, ölenleri de diri kalanları da biliriz." Yahut: "Şüphesiz ki biz, geçmiş ümmetleri de, sonradan gelen Muhammed ümmetini de biliriz." Ya da: "Şüphesiz ki biz, sizden, ölüp âhirete intikal etmiş olanları da sizden sonra babalarının sulbünde ve analarının rahminde olacak olanları da biliriz." Yahut: "Şüphesiz ki biz, namazada ön safta olanları da ve belli sebeplerden dolayı arka saflarda duranlan da biliriz." 25Şüphesiz rabbin, onları, kıyamette bir araya toplayacaktır. O, hüküm ve hikmet sahibidir, herşeyi çok iyi bilendir. Şüphesiz ki rabbin, Önce geçenleri de sonradan gelecek olanları da, namazda önde duranlan da, arka saflarda kalanlan da, kıyamet gününde, hesaba çekmek ve yaptıklarının karşılığını vermek üzere bir araya toplayacaktır. Şüphesiz ki rabbin, yaptiklarında hikmet sahibidir. Yarattıklarının amellerini çok iyi bilendir. 26Şüphesiz ki biz, insanı, vurulduğu zaman ses çıkaran, işlenebilir kara topraktan oluşmuş kuru balçıktan yarattık. Âyet-i kerime’de geçen "İnsan" dan maksat, Hazret-i Âdemdir. Çünkü o, insanlığın atasidır. Topraktan ilk yaratılan beşerdir. İnsanlık onun neslinden türemiştir. * Bu hususta bir Hadis-i Şerifte Peygamber efendimiz şöyle buyuruyor: "... Sizler, Âdemoğullarısınız. Âdem ise topraktan yaratılmıştır... Ebû Dâvûd, K. el-Edeb, bab: 111, Hadis No: 5116/Tirmizî, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre 49 Hadis No: 3270 Âyet-i kerime’de geçen ve "Vurulduğu zaman ses çıkaran." diye tercüme edilen "Salsâl" kelimesinin, neyi ifade ettiği hususunda değişik görüşler vardır. Bunlardan biri, mealde verilen "Vurulduğu zaman ses çıkaran çamur" mânâsıdır. Şu âyet-i kerime de bu hususa işaret etmektedir. "Allah insanı, vurulduğunda testi gibi ses çıkaran kuru bir balçıktan yaratti. Rahman Sûresi, âyet: 14 . Taberi bu görüşü tercih etmiştir. Görüşlerden diğeri de "Salsâl" kelimesinin "Kokuşmuş çamur" mânâsına geldiği görüşüdür. Mealde "Kara toprak" diye tercüme edilen "Hamein" kelimesinin ise "Cıvık çamur" "Rengi siyahlaşmış çamur" "Kokuşmuş siyah çamur" mânâlarına geldiği zikredilmiştir. Yine mealde "İşlenebilir" diye tercüme edilen "Mesnun" kelimesinin de "Değişen" "Şekil alan" "Yumuşak olan" "Dökülmüş olan" mânâlarına geldiği zikredilmiştir. Âyet-i kerime’den anlaşılmaktadır ki, Hazret-i Âdem, topraktan, şu safhalan geçirerek yaratılmıştır: Toprak çamur haline gelmiş. O çamur cıvık bir hale gelerek kokuşup, yani maya tutup belli bir kıvama gelmiş, rengi siyahlaşmış ve işlenebilir, şekil alabilir bir duruma gelmiş sonra da âdeta bir testi gibi, dokunulduğunda ses çıkaran bir hale gelmiştir... 27Cinleri de daha önce, insan vücudunun gözeneklerinden geçebilen çok sıcak bir ateşten yarattık. Biz, Cinlerin atası olan İblisi ise, insanlığın atası Âdemden önce, vücudun gözeneklerinden geçebilecek güçlü bir ateşten yarattık. Âyet-i kerime’de "Vücudun gözeneklerinden geçebilecek" diye tercüme edilen "Semum" kelimesinin mânâsı hakkında da farklı görüşler zikredilmiştir. Abdullah b. Abbasdan rivâyet edilen bir görüşe göre "Semum" öldürücü bir sıcaklık demektir. Buna göre âyetin mânâsı: "Biz, Cinlerin atası olan İblisi. öldürücü bir ateşten yarattık." demektir. Diğer bir görüşe göre ise "Semum" kelimesinin mânâsı "Alev" demektir. Buna göre ise âyetin mânâsı: "Biz, Cinlerin atası olan İblisi, ateşin alevinden yarattık." demektir. Başka bir görüşe göre ise "Semum kelimesinin mânâsı "Gece ve gündüz insanın vücudundaki gözeneklerden geçebilecek özellikte sıcak bir rüzgâr"dir. Buna göre de âyetin mânâsı şöyle olur: "Biz, Cinlerin atası olan İblisi, gece gündüz, insanın vücudundaki gözeneklerden geçebilecek sıcak bir rüzgârdan yarattık." demektir. 28Ey Peygamber, rabbinin, meleklere şöyle dediğini hatırla. Vurulduğu zaman ses çıkaran, işlenebilir kara topraktan oluşmuş, kuru balçıktan bir insan yaratacağım." Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) e, Hazret-i Âdemi nasıl yarattığını ve onu yaratmadan önce Meleklere bu olayı haber verdiğini beyan ediyor ve onu üstün bir varlık kıldığını açıklıyor. Bu sebeple de Meleklerin ona secde etmelerini istiyor. 29Âdemin yaratılışı tamamlayıp ruhumdan ona üflediğim zaman, onun için secdeye kapanın. Ey Melekler, Âdeme şekil verip yaratılışım tamamladığım ve ona ruhumdan üfleyip canlı bir beşer haline getirdiğim zaman sizler ona selam ve saygı secdesinde bulunun. 30Bak. Âyet 31. 31Bunun üzerine bütün Melekler topluca secde ettiler. Ne var ki İblis, secde edenlerle beraber olmaktan geri durdu. Allah'ın, Meleklerden, Âdeme saygı secdesinde bulunmalarını istemesi üzerine bütün Melekler Allah'ın emrine boyun eğip hepsi de Âdeme secde ettiler. Fakat İblis diretti. Âdeme karşı kibirlendiğinden ve onu kıskandığından dolayı secde edenlere katılmadı. 32Allah: "Ey İblis, ne oluyor sana da, secde edenlerle beraber olmuyorsun?" dedi. Âyet-i kerime’de görüldüğü gibi Allahü teâlâ İblise hitabetmektedir. Bir kısım âlimler, Allahü teâlânin, bizzat İblise hitabetmeyip, elçisi vasıtasıyla ona soru sorduğunu söylemişlerdir. Zira Allahü teâlânın bir kimseye bizzat hitabetmesi büyük bir şereftir. İblis ise bu şerefe layık değildir. Diğer bir kısım âlimlere göre ise Allahü teâlâ İblise bizzat hitabetmiştir. Fakat bu hitap İblis için bir şeref değildir. Zira buradaki hitaptan maksat, İblisi ayıplamak ve azarlamaktır. Onun için bir şeref söz konusu değildir. 33İblis: "Vurulduğu zaman ses çıkaran, işlenebilir kara toprakan oluşmuş kuru balçıktan yaratığın bir insana secde edemezdim." dedi. Âyet-i kerime’nin ifadesinden, İblisin, kibirinden dolayı Hazret-i Âdeme secde etmediği anlaşılmaktadır. Çünkü secde etmemesinin gerekçesi olarak, Âdemin topraktan yaratılmasını ileri sürmektedir. İblisin ileri sürdüğü bu gerekçe diğer bir âyette de şöyle ifade edilmektedir: "Allah: "Sana emrettiğimizde seni secde etmekten alıkoyan nedir?" dedi. İblis: "Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın." dedi 34Allah şöyle dedi: "Cennetten çık. Sen artık kovulmuş birisin." Âyet-i kerime’nin mealinda, Allahü teâlânın, İblisi Cennetten çıkardığı zikredilmiştir. Bir kısım müfessirler, burada "Cennet" olarak açıklanan zamirin "Gök" anlamına geldiğini buna göre âyetin mealinin "Gökten çık" demek' olduğunu söylemişlerdir. Diğer bir kısım âlimler ise bu zamirin "Yüce varlıklar" anlamına geldiğini, âyetin mealinin de "Yüce varlıkların arasından çık" demek olduğunu söylemişlerdir. 35Hesap ve ceza gününe kadar sana lanet olsun. Allah, Şeytana dedi ki: "Kıyamet gününe kadar lanet ve gazap senin üzerine olsun. Zira sen, bulunduğun yerden çıkarılıp kovuldun. 36İblis: "Rabbim, insanların tekrar dirilecekleri güne kadar bana mühlet ver." dedi. İblis: hiç ölmemeyi isteyerek Allah’tan şunu diledi: "Ey rabbim, yaratılmışların, dirilip kabirlerinden kalkacakları güne kadar bana mühlet ver. Yani o güne kadar benim canımı alma." 37Bak. Âyet 38. 38Allah da: "Sen, vakti tayin edilen bir güne kadar mühlet verilenlerdensin" dedi. Allah da, ebedi bir hayat isteyen İblise: "Senin helak olman, bütün mahlukatın helak olacağı güne kadar ertelenmiştir." dedi. O, gün, yeryüzünde insandan hiçbir eserin kalmayacağı gündür. 39Bak. Âyet 40. 40İblis şöyle dedi: "Rabbim, beni saptırdığın için, mutlaka ben de, yeryüzünde Âdemoğullarına, kötülükleri güzel göstereceğim ve onların hepsini azdıracağım. Ancak kullarından, ihlaslı olanlar müstesnadır." İblis de şöyle dedi: "Rabbim, senin, beni azdırman sebebiyle, yeryüzünde günah işlemeyi, Âdemin soyundan gelen insanlara süslü göstereceğim ve sevdireceğim. Onların tümünü doğru yoldan saptırıp azdıracağım. Ancak senin hidâyetine muvaffak kıldığın ihlaslı kulların hariç. Zira benim onları saptırmaya gücüm yetmez." Bazı müfessirler, bu âyet-i kerime’nin baş tarafına şu şekilde mânâ vermişlerdir: "Rabbim, beni azdırmana yemin olsun ki, kullarının tümünü yoldan çıkaracağım. Onlardan ihlaslı olanlar müstesnadır." Bu izah şekline göre Şeytan, Allah'ın, kendisini saptırmasına yemin ederek söze başlamaktadır. 41Allah da şöyle dedi: "Bu, bana ulaşan dosdoğru bir yoldur." Yani, hepinizin dönüşü banadır. Herkesi, yaptığının karşılığı ile cezalandıracağım. Zira sonunda mutlaka yolunuz bana uğrayacaktır. Bazı müfessirler bu âyeti şu şekilde izah etmişlerdir: "Hak yol, bana varan yoldur." Yani, Ey İblis, senin yolunu tutanlar bâtıl yoldadır. Benim yolum ise hak yoldur. Benim yolumda gidenler cennete, senin yolunda gidenler de cehenneme varacaklardır. Bu âyet-i kerime’yi bazıları da şöyle izah etmişlerdir: "İhlas, dosdoğru bir yoldur. Benim yolumda gidenler cennete, senin yolunda gidenler de cehenneme varacaklardır. Bu âyet-i kerime’yi bazıları da şöyle izah etmişlerdir: "İhlas, dosdoğru bir yoldur. O yolda olanları korumak bana aittir." Diğer bazılarının izahı ise şöyledir: "İhlas: İşi, Allah’a bırakmak ve onun kaza ve kaderine iman etmektir. Bu, yüce ve dosdoğru olan bir yoldur." 42Kullarımın üzerinde hiçbir nüfuzun yoktur. Ancak sana uyan azgınlar hariç." Taberi bu âyet-i kerime’yi şu şekilde izah etmiştir: "Ey İblis, şüphesiz ki senin, kullarımı saptırırken bu yaptığını haklı gösterecek hiçbir delilin yoktur. Ancak kendi heva ve heveslerine uyaraka azıp sana tabi olanlar müstesnadır. Taberi bu âyet-i kerime’nin izahında şunları da anlatmaktadır: "Bir mü’min, Şeytanın şerrinden, Allah’a sığınarak kurtulabilir. Zira Allahü teâlâ, izah edilen bu âyet-i kerime’de ve: "Eğer Şeytan tarafından sana bir vesvese gelirse Allah’a sığın. Şüphesiz ki Allah, herşeyi çok iyi işiten ve çok iyi bilendir. A'raf Sûresi, âyet: 200 âyetinde, Şeytandan bir vesvese geldiğinde, kendisine sığınılmasını emretmektedir. Şeytanın insana galip gelmesi ise, insanın öfkeli bulunduğu an ve heva ve hevesine kapıldığı zamandır. 43Onların hepsine vaadedilen yer, cehennemdir. Ey İblis, sana uyan kullarımın hepsinin varacağı yer, cehennemdir. 44Cehennemin yedi kapısı vardır. O kapıların herbirinden girecek muayyen bir zümre vardır. Cehennemin yedi derecesinin yedi ayrı kapısı vardı. Her kapı, İblise tabi olan belli bir zümrenin girişi için ayrılmıştır. Hazret-i Ali (radıyallahü anh)nin şöyle dediği rivâyet edilmektedir: "Cehennemin kapılan, üstüste bulunan katlarda bulunmaktadır. Önce birinci katın kapısı açılıp orası doldurulur. Sonra ikincisinin, sonra üçüncüsünün. Nihâyet hepsi doldurulur." İbn-i Cüryec ise bu yedi kapıdan herbirinin, ait olduğu cehennem katlarının adlarını şöylece saymıştır: İlkinin adı "Cehennem" ondan sonra gelen "Leza" ondan sonra gelen "Hutame" ondan sonra gelen "Saîr" ondan sonra gelen "Sakar" ondan sonra gelen "Cahim" ondan sonra gelen "Hâviye" dir." Peygamber efendimiz bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyurmaktadır; "Cehennemin yedi kapısı vardır. Bu kapılardan bir tanesi, ümmetime karşı kılıç çekene aittir. Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 15, Hadis No: 3123 45Allah’tan korkanlar ise cennetlerde ve pınarların başlarındadırlar. Allah tela, İblisi ve İblise tâbi olan kâfir, münafık ve müşriklerin kıyamette cehenneme nasıl gireceklerini beyan ettikten sonra muttaki olan kullarının cennetlerde ve pınar başlarında yaşayacaklarım beyan ediyor. 46Allah’tan korkanlara: "Sağ salim ve emniyet içinde girin cennetlere." denilir. Evet, cennetlikler için, âhirette herhangi bir felakete maruz kalma söz konusu olmadığı gibi bunlar, güven içinde yaşayacaklar, cennetten çıkarılma veya cennet nimetlerinden mahrum olma yahutta belli bir süre sonra yok olma korkusu taşımayacaklardır. Zira cennet, esenlik ve güven yurdudur. 47Biz, onların kalblerinden kini çıkardık. Kardeşler olarak sevinç içinde karşılıklı koltuklara otururlar. Biz, cennet ehli olanların kalblerinden, kinleri, Öfkeleri çıkarmışızdır. Onlar, Allah için kardeşler olarak, altından yapılmış koltuklar üzerinde, başlarına, inci ve yakuttan yapılmış taçlar giyerek, karşılıklı olarak otururlar. Peygamber efendimiz bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor: "Mü’minler, kendilerini cehennemden kurtardıkları zaman, cennetle cehennem arasında bulunan bir" köprü üzerinde durdurulurlar. Dünyada iken birbirlerine karşı yapmış oldukları haksızlıkları orada birbirlerine öderler. Tam olarak arındırılıp temizlenmelerinden sonra cennete girmelerine izin verilir. Muhammedin hayatı kudret elinde bulunan Allah’a yemin olsun ki, onlar cennetteki yerlerini dünyadaki evlerinden daha iyi tanırlar. Buhari, K. el-Mezalim, bab: 1, K. er-Rikak, bab: 48 Hadis-i Şeriften anlaşılmaktadır ki, mü’minlerin birbirlerine olan hakları, haksızlık yapandan alınıp hak sahibine verilecek ve böylece onların kalblerinde bulunabilecek kinler çıkarılacak, cennete tertemiz olarak gireceklerdir. 48Cennette onlar, hiçbir yorgunluk hissetmezler. Oradan çıkarılacak ta değillerdir. Evet, cennet, huzur ve saadet yeridir. Orada açlık yorgunluk, hastalık, ihtiyarlık ve ölüm gibi haller bulunmayacaktır. Bu hususta Peygamber efendimiz bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyurmaktadır: "Cennetliklere bir cağına şöyle seslenecektir: "Sîzler, sıhhatli olacaksınız. Hiç hasta olmayacaksınız. Sizler devamlı yaşayacaksizın, asla ölmeyeceksiniz. Sizler, genç olarak kalacaksınız. Asla ihtiyarlamayacaksınız. Sizler nimetler içinde yaşayacaksınız, asla sıkıntı çekmeyeceksiniz. Müslim, K. el-Cenııct, bab: 22, Hadis No: 2837/Tirmizî K.Tefsir el-Kur'an Sûre: 39 Hadis No: 3346 Peygamber efendimiz diğer bir Hadis-i Şerifinde cennetlikleri şöyle, anlatıyor: "Cennetlikler orada yerler içerler fakat tükürmezler, küçük ve büyük abdeste çıkmazlar (İdarar ve gaita yapmazlar) sümük çıkarmazlar." Sahabiler: "O halde yenen yemekler ne olacaktır?" diye sorunca Resûlüllah: "O yemekler (in posası) geğirmek suretiyle ve misk gibi kokan terler ile dışarı atılacak (yaratılışlarının gereği) nefes alıp verdikleri gibi aynı şekilde Allah’ı tesbih edecek ve ona hamd edeceklerdir. Müslim, K. el-Cennet, bab: 19, Hadis No: 2835 buyurmuştur. 49Bak. Âyet 50. 50Ey Peygamber, kullarıma, benim, son derece bağışlayıcı ve merhametli olduğumu, azabımın da gerçekten can yakıcı bir azap olduğunu söyle. Ey Rasûlüm, kullanma bildir ki, onlar, günahlarından tevbe ettikleri takdirde onların günahlarını örtecek ve cezalarını affedecek olan benim. Yaptıklarından vaz geçmeleri halinde, onlara merhametli davranacak olan da benim. Yine onlara haber ver ki, günahlarında ısrar edip onlardan vaz geçmeyenlere karşı benim azabım can yakıcı bir azaptır. O, hiçbir azaba benzememektedir. Bu âyet-i kerime, kulun, rabbine ümit ve korku içinde itaat etmesi gerektiğini beyan ediyor. Görülüyor ki kul, durumu ne olursa olsun, Allah’tan ümit kesmemeli, yine durumu ne olursa olsun Allah’tan korkmayı terketmemelidir. 51Ey Peygamber, sen, İbrahime gelen misafir Melekleri onlara hatırlat. Allahü teâlâ, Lût aleyhisselamin kavmini, yapmış oldukları çirkin işten dolayı helak etmeyi dileyince, onların içinde bulunan Hazret-i Lût'u ve ona iman edenleri helaktan kurtarmak için Melekler göndermiş bu Melekler Hazret-i Lût'a gitmeden önce, aynı dönemde Peygamber olan Hazret-i İbrahime uğramış ve onu, bir çocuğu olacağı müjdesiyle müjdelemişlerdir. Bundan sonra gelen âyetler bu hususu beyan etmektedirler. 52Hani Melekler, İbrahimin evine girdikleri zaman "Selam" demişlerdi. İbrahim de onlara "Sizden korkuyoruz" demişti. Hazret-i İbrahimin, gelen misafirlerden korkamsının sebebi, onlara ikram etmiş olduğu yemeği yemem el eridir. Zira misafir, ev sahibinin yemeğini yemezse, onun hakkında iyi düşünmüyor demektir. Bu misafirlerin durumu, diğer âyetlerde de şöyle izah ediliyor: "Şüphesiz ki elçilerimiz bir müjde ile İbrahime geldiler. Ona "Selam" dediler. İbrahim de "Selam" dedi. Hemen semiz bir buzağıyı kızartıp getirdi." "Ellerinin ona uzanmadığım görünce durumları hoşuna gitmedi ve içine bir korku düştü. Melekler: "Korkma, biz Lût kavmi için gönderildik." dediler. Hud Sûresi, âyet: 69-70 53Bunun üzerine Melekler İbrahime: "Korkma biz seni, büyük bir ilim sahibi olacak bir oğulla müjdeliyoruz." dediler. Meleklerin, Hazret-i İbrahimi müjdeledikleri oğlu, Hazreti İshaktır. Bu hususu açıklayan diğer bir âyette de şöyle buyuruluyor: "O sırada îbrahimin hanımı ayaktaydı ve güldü. Biz ona İshaki ve İshakın ardından da Yakubu müjdeledik. Hud Sûresi, âyet: 71 54İbrahim şöyle dedi: "İhtiyarlayınca mı beni müjdeliyorsunuz? Neye göre beni müjdeliyorsunuz? Burada, ihtiyarlığından dolayı Hazret-i İbrahimin, kendisinin çocuğu olacağı müjdesini garip karşıladığı beyan edilmekte, diğer bir âyette de hanımının bu müjdeyi garip karşıladığı bildirilmekte ve şöyle buyurulmaktadır: "İbrahimin hanımı "Vay başıma gelen! ben bir koca karı iken çocuk mu doğuracağım? İşte kocam o da ihtiyar. Cidden bu, hayret verici bir şeydir." dedi Hud Sûresi, âyet: 72 55Melekler: "Seni gerçekle müjdeliyoruz. Sakın Allah'ın rahmetinden ümit kesenlerden olma." dediler. Misafir Melekler İbrahime: "Allah'ın, sana bilgili bir çocuk bahşedeceğini müjdelememiz kesin bir haberdir. Sen, Allah'ın lütfundan ümit kesenlerden olma. Seni müjdelediğimiz şeyle sevin ve müjdeyi kabul et." dediler. 56Bunun üzerine İbrahim: "Rabbinin rahmetinden sapıklardan başka kim ümidim keser?" dedi. Hazret-i İbrahim, bir Peygambere yakışır şekilde, Allah'ın rahmetinden hiçbir zaman ümit kesilmeyeceğini, zira Allah'ın rahmetinden ancak hak yoldan sapanların ümit keseceğini beyan ediyor ve hakka teslim oluyor. 57İbrahim: "Ey Allah'ın elçileri, peki meseleniz nedir?" dedi. Hazret-i îbrahimini, Meleklerin, kendisini bir oğul ile müjdelemelerine rağmen yide de onlara: "Niçin geldiniz?" diye sorması, Meleklerin sayılarının çok oluşundandır. Zira kendisini bir oğul ile müjdelemek için tek bir Meleğin gelmesinin dahi yeterli olacağını bilmektedir. 58Bak. Âyet 59. 59Melekler şöyle dediler: "Biz, suçlu bir kavmi cezalandırmak için gönderildik. Lût ailesi hariç. Biz, Lût ailesinin hepsini kurtaracağız." Burada zikredilen suçlu kavimden maksat, kadınları bırakıp erkeklerle cinsi temasta bulunma hayasızlığını ilk icadeden Lût kavmidir. Bu husuta başka bir âyet-i kerime’de de şöyle buyurulmaktadır: "Siz, kadınları bırakıp ta şehvetle erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Doğrusu siz, haddi aşan bir kavimsiniz. A'raf Sûresi, Âyet: 81 60Lût ailesinden sadece karısı kurtulmayacak. Çünkü onun, geride kalıp helak edilenlerden olmasını takdir ettik. Lût aleyhisselamin karısı da kavmi ile beraber helak olup gitmiştir. Zira Lût aleyhisselamın karısı da Nuh aleyhisselamın karısı gibi, kocaları olan Peygamberlere iman etmedikleri gibi onlara karşı hainlik te etmişlerdir. Bu hususta diğer bir âyette şöyle buyurulmaktadır: Allah, kâfirlere, Nuh ve Lût'un karılarını misal gösterir. Onlar, salih kullarımızdan olan iki kulumuzun nikâhı altında idiler. Kocalarına karşı hainlik ettiler. Bu iki Peygamber, Allah tarafından, karılarının başına inen azaba engel olamadı. Onlara: "Diğer inkâr edenlerle beraber siz de cehenneme girin." denildi Tahrim Sûresi, âyet: 10 61Bak. Âyet 62. 62Gönderilen Melekler, Lût'un ve ailesinin oturduğu ülkeye gelince, Lût Meleklere: "Doğrusu siz, tanınmayan kişilersiniz." dedi. Lût aleyhisselam Meleklere: "Doğrusu siz, tanınmayan kişilersiniz." demiştir. Zira Melekler, Lût aleyhisselamın karşısına, kendilerini tanıtmadan ve aniden çıkmışlardır. Bu sebeple Lût aleyhisselam bunların, kendisine bir kötülük yapabileceklerinden endişe etmiştir. Bunun üzerine Melekler de Lût aleyhisselama güven vermek için şöyle demişlerdir: 63Bak. Âyet 65. 64Bak. Âyet 65. 65Melekler de şöyle dediler: "Hayır, biz sana, kavminin şüphe ettiği azabı getirdik. Biz sana, gerçek bir emri getirdik. Biz, elbette doğru söylüyoruz. Geceleyin bir ara aileni yola çıkar. Sen de peşlerinden yürü ve sizden kimse de ardına bakmasın. Emrolunduğunuz yere doğru gidin. Melekler, kendilerinden çekinen Lût'a şöyle dediler: "İş, senin sandığın gibi değil. Biz, kavminin şüphe ettiği azabı getirdik. Biz sana, Allah katından kesin bir haber getirdik. Biz, kavminin helak olacağı haberinde doğru söyleyenleriz. Gecenin sonuna doğru ailenle birlikte kavminin arasından ayrılıp git. Aileni önüne kat, sen onların arkasından yürü. Sakın sizden kimse dönüp arkasına bakmasın. Sizler, Allah'ın size emrettiği yere doğru devam edip gidin." Lût ailesine, bulundukları yeri terkedip Allah'ın emrettiği yere doğru gitmeleri ve giderken de geri dönüp bakmamaları emredilmiştir. Geriye dönüp bakmamalan emrinin sebebi şöyle izah edilmektedir: Geri dönüp bakmasın ki Lût aleyhisselamın kalbi başka şeylerle meşgul olmasın, sadece Allah’ı zikretmeye yönelsin. Kavminden herhangi bir kimse herhangi bir sebeple geri kalıp o da kâfirlere gelen azaba uğramasın. Bu aile, kavimlerinin başına gelen felaketi görüp onlara karşı acıma hisleri kabarmasın. Mallarını ve yurtlarını kolayca terketme alışkanlığı edinsinler ve geride kalan eşyalarına üzülmemeyi öğrensinler. 66İşte biz Lût'a, kavminin suçlularının, sabaha karşı köklerinin kesileceği bu emri bildirdik. Böylece biz Lût'a, kavminin suçlularının köklerinin kurutulacağım, büyük, küçük hiç kimsenin kalmayacağını bildirdik. 67Lût kavmi, insan şeklindeki güzel yüzlü Melekleri görünce, onlara iğrenç işlerini yapabileceklerini düşünüp sevinerek geldiler. Lût kavminden olan Sodom şehrinin halkı, Lût'a misafir olarak geldiklerini gördükleri Meleklere, düşündükleri iğrenç fiillerini yapabilecekleri arzusuyla, sevinçli bir şekilde koşarak geldiler. 68Bak. Âyet 69. 69Lût, kavmine şöyle dedi: "Bunlar benim misafirlerim. Beni rezil etmeyin. Allah tan korkun. Beni rüsvay etmeyin." Lût aleyhisselam, kavmine bu sözleri, henüz misafirlerinin kimler olduklarını bilmeden söylemiştir. Onların Melek olduklarını bilseydi kavminin onlara bir zarar veremeyeceklerini de bilirdi. Bu husuta diğer âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: "Elçilerimiz Lût'a gelince, hoşuna gitmedi. Sıkıntıya düştü ve: "İşte bugün zor bir gündür." dedi." "Bunun üzerine, daha önce iğrenç davranışlarda bulunan Lût kavmi, hemen koşup ona geldi. Lût onlara: "Ey kavmim, işte kızlarım. Bunlar sizin için daha temizdir. Allah’tan korkun. Misafirlerime tecavüz ederek beni rezil etmeyin. İçinizde aklı başında bir kişi yok mu?" dedi." "Kavmi Lût'a: "Biliyorsun ki bizim, kızlarında bir hakkımız yoktur. Ne istediğimizi çok iyi biliyorsun." dediler." "Lût da: "Keşke size yetecek gücüm olsa veya sağlam bir yere sığınabilsem." dedi." "Melekler şöyle dediler: "Ey Lût, bizler, rabbinin elçileriyiz. Bunlar sana ilişemeyeceklerdir. Sen, ailenle beraber, geçeninin bir bölümünde yürü git. Hiçbiriniz arkasına dönüp bakmasın. Çünkü kavminin uğrayacağı azaba mutlaka o da uğrayacaktır. Onların yok olma vakitleri bu sabahtır. Sabah da yakın değil mi? Hud Sûresi, âyet: 77-81 70Bunun üzerine Lût kavmi şöyle dedi: "Biz seni, başkalarının işine karışmaktan men etmemiş miydik?" Gözleri dönmüş olan Lût kavmine, hikmetli sözler fayda vermiyordu. Onlar, nefislerinin kölesi olmuşlardı ve onu tatminden başka birşey düşünmüyorlardı. Allah’a isyan ediyorlar, misafirlere saldırmaktan ve ev sahibini rezil etmekten de çekinmiyorlardı. Üstelik Lût aleyhisselami da azarlıyorlar ve "İşimize karışma, kimsenin koruyuculuğunu yapma ve kimseyi de misafir etme." dememiş miydik? diyorlardı. 71Lût: "Eğer alacaksanız işte kızlarım." dedi. Lût: "Eğer evlenmek istiyorsanız, işte benim kızlarım durumunda olan ümmetimden kadınlar. Onlarla evlenin. Kadınları bırakıp ta erkeklere yaklaşarak edepsizlik etmeyin." dedi. 72Habibim, ömrün hakkı için, onlar, sarhoşlukları içinde bocalayıp duruyorlardı. Ey Rasûlüm, senin ömrüne yemin olsun ki, Lût kavmi, şehvet sarhoşluğu içinde bocalayıp duruyordu. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hayatına yemin ederek onun şerefinin yüceliğini göstermiştir. Bu hususta Abdullah b. Abbas şöyle diyor: "Allahü teâlânın, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in dışında herhangibir kimsenin hayatına yemin ettiğini ben işitmedim." 73Bak. Âyet 77. 74Bak. Âyet 77. 75Bak. Âyet 77. 76Bak. Âyet 77. 77Şafak vakti, korkunç bir çığlık yakaladı onları. Biz, onların memleketlerinin üstünü altına getirdik. Üzerlerine taşlaşmış çamurlar yağdırdık. Şüphesiz ki bunda, sezebilenler için nice ibretler vardır. O ülkenin harabeleri, insanların gelip geçtikleri yol üzerinde dimdik ayakta durmaktadırlar. Şüphesiz ki bunda, mü’minler için bir ibret vardır. Sabahleyin gün doğarken Lût kavmini korkunç bir çığlık yakalayıverdi. Memleketlerinin üstünü altına çevirdik. Ayrıca üzerlerine çamurdan yapılmış kızgın taşlar yağdırdık. Şüphesiz ki Lût kavmine verilen bu cezada, basiret sahibi olan mü’minler için birçok ibretler vardır. İşte mahvolan Sodom şehrinin harabeleri. İnsanların gelip geçtikleri bir yol üzerinde bulunmaktadır. Onların yurtlan, kokuşmuş bir su birikintisine dündürülmüştür. Şüphesiz ki bunda, mü’minler için ibretler vardır. Âyet-i kerime’de Lût kavminin nasıl cezalandırıldığı, memleketleri olan Sodom şehrinin altüst edildikten sonra nasıl kokuşmuş bir göl haline getirildiğine işaret edilmektedir. Bu göl, bugün "Ölü Deniz" diye adlandırılan ve Ürdün sınırları içerisinde bulunan bir göldür. Âyette, "Şüphesiz ki bunda, firaset sahibi olan (Sezebilen) mü’minler için nice ibretler vardır." buyurulmaktadır. Buradan anlaşılıyor ki ancak firaset sahibi mü’minler ibret alırlar. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de bir Hadis-i Şerifinde bu hususa işaret buyurmaktadır: Ebû Said el-Hudrî diyor ki: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) "Mü’minin firasetinden sakının. Çünkü o, Allah'ın nuruyla bakar (ve görür)" buyurdu ve sonra: "Şüphesiz ki bunda, sezebilenler için nice ibretler vardır." âyetini okudu. Tirmizî, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 15, No: 3127 78Bak. Âyet 36. 79Şüphesiz ki Eyke halkı zalimlerdi. Biz, Eyke halkını da cezalandırdık. Lût kavminin ve Eyke halkının geride bıraktıkları harabeler, hâlâ işlek bir yol üzerindedir. "Eyke" kelimesinin lügat mânâsı aslında "birbirine girmiş sık ağaçlık"tır. Burada zikredilen Eyke halkından maksat, Hazret-i Şuayb'ın kavmidir. Âyet-i kerime bu kavmin, zalimler olduğunu beyan etmektedir. Bunların zulümleri, Allah’a ortak koşmaları, yol kesmeleri, ölçü ve tartıyı eksik yapma gibi fıilerdi. Allahü teâlâ bu kavmi de çığlıkla, zelzele ile ve üzerlerini siyah bir bulutun kaplaması ile cezalandırmıştı. Bu kavim de Lût kavmine yakın bir yerde yaşıyordu. Bu sebeple âyette, Lût kavminin ve Eyke halkının geride bıraktıkları harabeler hâlâ işlek bir yol üzerinde bulunmaktadır." buyuruluyor. Hazret-i Şuayb hem Eyke halkına hem de Medyen halkına Peygamber olarak gönderilmişti. Bu iki kavim ayrı ayrı cezalarla helak edilmiştir. 80Şüphesiz ki Hicr halkı da Peygamberleri yalanladılar. Âyette zikredilen "Hicr halkı" ından maksat, Hazret-i Salihin kavmi olan Semud kavmidir. Bunlar, Salih Peyamberi yalanladıkları için daha önce geçmiş bütün Peygamberleri de yalanlamış gibi oldular. Bu sebeple âyette: "Peygamberleri yalanladılar." buyurulmuştur. 81Biz onlara âyetlerimizi gönderdik. Ne var ki onlar, âyetlerden yüzçevirdiler. Biz onlara, Salihin doğruluğunu gösteren delil ve mucizelerimizi gönderdik. Fakat onlar, bunlardan ibret alma yerine yüzçevirdiler. Salih Peygambere verildiği zikredilen mucize, bir dişi Devedir. Bu Deve, Salih Peygamberin, Allah’tan dilemesi üzerine büyük bir kayanın içinden çıkmıştır. Vücudu çok büyüktü. Çok yiyor, çok su içiyordu. Öyle ki, halkın içtiği suyun tamamını bir gün o içiyor, bir gün de bütün halk içiyordu. Fakat buna mukabil bütün halkın süt ihtiyacını karşılıyordu. İşte Hicr halkı Salih Peygamberi dinlemeyerek, yasaklandıkları halde bu Deveyi kesmişler ve sonunda da Allahü teâlânın gönderdiği korkunç bir azapla yok olup gitmişlerdir. 82Onlar, dağları oyarak kendilerine, emniyet içinde yaşayacakları evler yapıyorlardı. Âyette belirtildiği gibi, Salih aleyhisselamın kavmi, taşları oyup ev haline getirdikleri için kendilerini güven içinde hissediyor, birgüh gelip te Allah'ın azabının kendilerini yakalayacağını düşünmüyorlardı. 83Bak. Âyet 84. 84Sabahleyin korkunç bir çığlık yakaladı onları. Kazandıkları onları kurtaramadı. Semud kavmini, Deveyi öldürmelerinin dördüncü günü sabahı, korkunç bir çığlık şeklinde gelen ilahi azap yakaladı. Böylece dizüstü çökekaldılar. Daha önce biriktirdikleri mallar, kendilerinden azabı uzaklaştıramadı. Abdullah b. Ömer diyor ki: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Tebük'e giderken Hicr diyarından geçti. Ve oradan geçerken şöyle buyurdu "Kendilerine zulmedenlerin yurtlarına girmeyin. Onların başına gelen, sizin başınıza da gelmiş olur. Ancak ağlayarak girin." Sonra Resûlüllah başım örterek hızla yürüdü ve Hicr vadisini geçti Buhari, K. el-Megazi, bab: 80 85Biz, gökleri, yeri ve aralarındaki varlıkları yerli yerince yarattık. Elbette kıyamek kopacaktır. Ey Peygamber, yumuşak davran, hoşgörülü ol. Âyet-i kerime’nin birinci bölümünde, göklerin, yerin ve bu ikisinin arasındaki varlıkların boşuna yaratılmadığı, ilahi bir hikmetin gereği olarak yaratıldığı beyan ediliyor. Bu hususta diğer âyetlerde de şöyle buyuruluyor: "Biz, göğü, yeri ve aralarındakileri boşuna yaratmadık. Bu, kâfirlerin zannıdır. O ateş sebebiyle vay o kâfirlerin haline. Sâd sûresi, âyet: 27 "Sizi boşuna yarattığımızı ve huzurumuza çıkarılmayacağınızı mı sandınız? Mü’minûn Sûresi, âyet: 115 Taberi de âyetin bu bölümünü şöyle izah etmektedir. "Biz, gökleri, yeri ve bu ikisi arasında bulunan varlıkları, zulümle değil adaletle ve insafla yarattık. Bu itibarla bu Surede kıssaları anlatılan ümmetlerden herhangi birine zulmedilmemiştir. Bunların dünyada iken helak edilmeleri, hak ettikleri cezadan dolayıdır. Zira göklerde, yerde ve onların aralarında bulunan varlıklarda ilahi adalet dışında herhangi bir şey tecelli etmez." Âyet-i kerime’nin ikinci bölümünde ise, Allahü teâlâ, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)e kıyametin mutlaka kopacağı haberini bildiriyor. Böylece onu yalanlayanların kıyamet günüde hesap vereceklerini bildirerek kendisini teselli ediyor. Âyetin son bölümünde ise, Resûlüllah’ın hoş görülü olması emrediliyor. Taberi, bu âyetin son bölümünün ve Kuran-ı Kerimde buna benzer âyetlerin, "İman edinceya kadar kâfirlerle savaşılmasıni" emreden âyetlerle neshedildiğini söylemektedir. Bu görüş, Katade, Dehhak, Mücahid ve Süfyan b. Uyeyne'den nakledilmektedir. İbn-i Kesir de bu görüşü tercih etmekte ve "Bu âyet-i kerime Mekkidir. Savaşı emreden âyetler ise hicretten sonra nazil olmuştur." demektedir. 86Şüphesiz ki yaratan ve bilen ancak rabbindir. Bu âyet-i kerime’de, Allahü teâlânın, kıyamet koptuktan sonra insanları tekrar dirilteceği te'yid edilmektedir. Zira herşeyi yaratanın ve herşeyi bilenin, bütün varlıkları yok edip yeniden yaratması pek kolaydır. Bu hususta başka bir âyet-i kerime’de de şöyle buyurulmaktadır: "Gökleri ve yeri yaratan Allah, onların benzerini yaratmaya kadir değil midir? Elbette kadirdir. Herşeyi yaratan ve herşeyi hakkıyla bilen O’dur. Yasin Sûresi, âyet: 81 87Şüphesiz ki biz sana Seb'ul Mesaniyi (Yedi âyet olan ve namazlarda tekrar edilen fatihayı) ve yüce Kur’an’ı verdik. Müfessirler, bu âyet-i kerime’nin: "Şüphesiz ki biz sana, tekrar edilen yediyi ve yüce Kur’an’ı verdik. " şeklindeki lafzı mânâsına bakarak çeşitli şekillerde yorumlamışlardır. İbn-i Mes'ud, İbn-i Ömer, İbn-i Abbas, Mücahid, Sa'd b. Cübeyr ve Dehhak'tan nakledilen görüşe göre buradaki "Tekrar edilen Yedi" den maksat, Kur'an-ı Kerimin yedi uzun Süresidir. Bu Sûreler de bu görüşe göre: Bakara, Al-i İmran, Nisa, Maide, En'am A'raf ve Yunus'tur. diğer bir görüşe göre Bu Sûreler: Bakara, Al-i îmran, Nisa, Maide, En'am, A'raf ve Enfal ile birlikte Tevbe Sureleridir. Bu Surelerede farzlar, cezalar ve diğer hükümler tekrar edildiği için "Tekrar edilenler" adını almışlardır. Yahut bunlarda çeşitli misaller, haberler ve ibretler tekrar edildiği için bu adı almışlardır. Bazılarına göre ise buradaki "Tekrar edilen"den maksat, Kur'an-ı Kerimin tümüdür. Çünkü Kur'an-ı Kerim emir, yasak, müjde, uyarma, misal verme, nimetleri sayma ve haberleri bildiime bakımından yedi genel kısma ayrılmaktadır. Bazılarına göre de buradaki "Yedi"den maksat "Fatiha", "Tekrar edilen"den maksat da, Kur'an-ı Kerimin tümüdür. Zira Fatihe, besmele ile birlikte yedi âyettir. Kur'an-ı Kerimin ifade ettiği mânâlar ise Surelerde tekrar edilmektedir. Bu sebeple bu isimleri almışlardır. Hazret-i Ali, Hazret-i Ömer, Abdullah b. Mes'ud ve Abdullah b. Abbasdan nakledilen, Taberi tarafından da tercih edilen ve hakkında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) den iki Hadis Rivâyet edilen görüşe göre ise bu âyette zikredilen "Tekrar edilen yedi" den maksat, Fatiha Süresidir. Bu Sûre, namazın her rekâtında tekrar edildiği için "Tekrar edilen" sıfatını almış ve besmele ile birlikte yedi âyet olduğu için de ona "Tekrar edilen yedi" adı verilmiştir. Bu hususta Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) den şu Hadis-i Şerifler Rivâyet edilmiştir: Ebû Said b. el-Mualla diyor ki: "Ben, Mescitte namaz kılarken Resûlüllah beni çağırdı. Namazda olduğum için cevap vermedim. Namazımı bitirdikten sonra dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü ben namaz kılıyordum." Resûlüllah da dedi ki: "Allah, "Ey iman edenler, Allah'ın Resulü sizi, kendinize hayat verecek şeylere davet ettiği zaman, hemen Allah'ın ve Resulünün davetine icabet edin. Enfal Sûresi, âyet: 24 buyurmuyor mu?" Resûlüllah sözlerine devamla şöyle buyurdu: "Sen Mescitten çıkmadan önce ben sana öyle bir Sûre öğreteceğim ki, o, Kur'arun en yüce Süresidir." Sonra Resûlüllah elimden tutta ve Mescitten çıkmak istedi. Ben de: "Ey Allah'ın Resulü, sen bana "Sana öyle bir Sûre öğreteceğim ki, o, Kur’an’ın en yüce Süresidir." demedin mi? diye sordum. Resûlüllah da şu cevabı verdi: "O Sûre, Elhamdülillahi Rabbilâlemîn'dir. O, bana verilen Seb'ul Mesanî (Tekrar edilen Yedi) ve Kur'an-ı Azîm'dir. Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 1, bab: 1 Resûlüllah efendimiz diğef bir Hadis-i Şerifinde de şöyle buyurmaktadır: "İmam "Ğayrilmağdûbi aleyhim Veladâllîn" dediği zaman "Amîn" deyin, kim böyle der de söylediği bu söz, Meleklerinkine rast gelirse, onun, geçmiş günahları bağışlanır. Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 1, bab: 2 88Kâfirlerden bir kısmına verdiğimiz çeşitli dünya nimetlerine heveslenip göz dikeyim deme. Onların akıbetlerine üzülme. Mü’minlere merhamet kanatlarını indir. Ey Rasûlüm, sakın sen, kavminin zenginlerinden, Allah’a ve âhired gününe iman etmeyenlere bu dünya hayatında verdiğimiz mallara meyletme. Zira onlar bu mallarla, bu dünyada eğelenecekler ve sonunda korkunç bir azaba uğrayacaklardır. Sana iman etmedikleri için, Müslümanlar onlarla güçlenip çoğalmıyorlar diye üzülme. Mü’minlere ise şefkatli davran. Onlara karşı merhametli ol. 89De ki: "Şüphesiz ki ben, apaçık bir uyarıcıyım." Ey Rasûlüm, sen, müşriklere de ki: "Ben, insanları, can yakıcı bir azabın, kendilerine geleceğini söyleyerek uyarıyorum." 90Biz, bölücülere de kitap indirmiştik. Müfessirler bu âyet-i kerime’yi farklı şekillerde izah etmişlerdir. Bazılarına göre âyetin mânâsı şöyledir: Ey Rasûlüm, sana, Seb'ul Mesaniyi (Tekrar edilen yedi âyeti) ve yüce Kur’an’ı verdiğimiz gibi, senden önceki, bölücülük yapan ehl-i Kitaba da kitap indirmiştik. "Meal bu görüşe göre hazırlanmıştır. Diğer bazılarına göre ise bu âyetin mânâsı, bir önceki âyetle birleştirilerek şöyle izah edilmiştir. "Ey Rasûlüm, de ki: "Ben sizleri, apaçık bir azapla uyaranım. Nitekim biz o azabı, bölücülük yapanlara da indirmiştik." Âyette "Bölücülük yapanlara" diye tercüme edilen "Muktesimîn" kelimesinden neyin kastedildiğinde de çeşitli görüşler vardır: Bu görüşler şöyle izah edilmiştir: a- Bazılarına göre bu kelime, yemin etmek mânâsına gelen "Kasem" kökünden türetilmiştir. Buradaki şekliyle mânâsı "Yeminliler" demektir. Bu yeminlilerden kimlerin kastedildiği hakkında ise şu görüşler zikredilmiştir: Bazılarına göre bu yeminliler, Salih aleyhisselamın kavmidir. Allahü teâlâ bunlar hakkında başka bir âyette şöyle buyurmaktadır: "Aralarında Allah’a yemin ederek şöyle konuştular. "Şalini ve ailesini, bir gece baskınıyla öldürelim. Sonra da akrabasına: "Yakınlarınızın öldürülmesinden haberimiz yok. Şüphesiz bizler, doğru kimseleriz." diyelim. Nemi Sûresi, âyet: 49 Bazılarına göre ise bu yeminliler, Peygamberlerine karşı gelmek için aralarında antlaşma yapan bütün topluluklardır. b- Bazılarına göre ise bu kelime "Taksim" kökünden türetilmiş, mânâsı da "Bölücüler" veya "Bölüştürenler" olarak izah edilmiştir. Buradaki bölücülerden maksat, kendilerine kitap verilen Yahudi ve Hıristiyanlardır. Bunlara "Bölücüler" denmesinin sebebi ise, Resûlüllah’a gelen Kur'an-ı Kerimi kısımlara ayırarak bir kısmına iman edip diğerine iman etmemeleridir. Yahut, kendi kitaplarını kısımlara ayırarak bir kısmına iman edip diğer kısmım arkalarına atmalarıdır. Yahut, kendi kitaplarına iman edip diğer kitapları inkâr etmeleridir. "Bölüştürenler" den maksat ise, Hac mevsiminde Mekkeye giden yollan aralarında taksim ederek herbir gurubu belli bir yolu tutan ve oradan geçen insanları Kur'an-ı Kerim aleyhine kışkırtanlar ve Resûlüllah’a "Şair" "Sihirbaz" "Mecnun" gibi sıfatlar yakıştıranlardır. 91Onlar, Kur’an’ın bir kısmına iman edip, bir kısmına iman etmeyerek onu böldüler. Abdullah b. Abbas diyor ki: "Kur’an’ı bölenlerden maksat, Ehl-i Kitaptır. Zira onlar, Kuranı kısımlara ayırmış, bazısına iman etmişler diğerini ise inkâr etmişlerdir. 92Bak. Âyet 93. 93Rabbine yemin olsun ki, yaptıklarından hesaba çekeceğiz. Ey Rasûlüm, rabbine yemin olsun ki, bütün yaratıkları, tevhid inancından ve dünyada yaptıkları bütün amellerden hesaba çekeceğiz. Abdullah b. Abbas diyor ki: "Allah, âhirette yaratıklarına: "Sen şunu ve şunu yaptın mı?" şeklinde sormayacaktır. Zira o, yapılan işleri yapanlardan daha iyi bilmektedir. Fakat onlara "Şunu ve şunu niçin yaptın?" diye sorulacaktır. 94Ey Peygamber, insanlara, emrolunduğunu açıkça tebliğ et. Müşriklere itibar etme. Müfessirler bu âyet-i kerimeye çeşitli mânâlar vermişlerdir. Bunları şöylece özetlemek mümkündür. "Ey Peygamber, emrolunduğun şeye devam et." Veya "Ey Peygamber, emrolunduğunu yap." Yahut "Ey Peygamber artık namazda Kur’an’ı açıktan oku." Ya da "Ey Peygamber artık ortaya çık, kendini gizleme." 95Alay edenlere karşı biz sana yeteriz. Ey Rasûlüm, Allah'ın kitabı ve Peygamberleriyle alay eden o insanlara karşı biz sana yeteriz. Peygamber efendimizle en çok alay edenlerin, Kureyşten, tanınmış olan ve bu yaptıkları sonunda helak olanların şu beş kişi olduğu Rivâyet edilmektedir. Bunlar: Velid b. Muğire, As b. Vâil, Esved b. Abdi Yeğûs, Esved b. Abdülmuttalib ve Haris b. et-Talatile'dir. 96Onlar, Allah ile beraber bir ilâh edinirler. Yakında bileceklerdir. Bu âyet-i Celile, Resûlüllah ile alay eden müşrikleri tehdit etmekte, ve Allah'ın azabına uğrayacaklarını bildirmektedir. 97Şüphesiz ki biz, onların sözlerinden, canının sıkıldığını çok iyi biliriz. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, müşriklerin, kendisine karşı takınmış oldukları tavırdan dolayı canı sıkılan Resûlüllahı teselli etmekte ve ona, bundan sonra gelen âyette canının sıkıntısını giderecek çareyi bildirmektedir. 98Rabbini hamd ile tesbih et. Secde edenlerden ol. Ey Rasûlüm, sıkıntıdan kurtulap feraha kavuşman için, rabbine hamd ederek onu, layık olduğu sıfatlarla an ve onu, kendisine layık olmayan sıfatlardan arındır. Ve namaz kılanlardan ol. Görüldüğü gibi, sıkıntılardan genişliğe çıkaran manevî bir vasıta olarak Allah’ı anmak ve namaz kılmak tavsiye edilmektedir. Huzeyfe b. el-Yeman diyor ki: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) herhangi bir hususta sıkıntıya düştüğü zaman namaz kılardı Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, S. 388 99Ecelin gelinceye kadar rabbine ibadet et. Buhari, âyet-i kerime’de "Ecel" diye tercüme edilen "Yakîn" kelimesini, Abdullah b. Ömerin oğlu Salimin, "Ölüm" olarak izah ettiğini rivâyet etmiştir Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 15, bab: 5 Buna göre âyetin mânâsı: "Ey Rasûlüm, sana ölüm gelinceye kadar rabbine ibadet et." demektir. Bu âyetten da anlaşılıyor ki, kul, mükellef olduğu ibadetleri, aklı başında olduğu sürece, ölünceye kadar devam ettirmek mecburiyetindedir. Nitekim Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Basur hastalığına yakalanan ve nasıl namaz kılacağını soran İmran b. Husayn'a şöyle buyurmuştur: "Namazı ayakta kıl. Buna gücün yetmezse oturarak kıl. Şâyet buna da gücün yetmezse yanüstü yatarak kıl. Buhari K. Taksir es-Salah, bab: 19/İbn-i Mace, K. el-İkame bab: 139, Hadis No: 1223 Bu da gösteriyor ki, durum ne olursa olsun, kişi ibadetlerine, ölünceye kadar devam edecektir. |
﴾ 0 ﴿