NAHL SÛRESİ

Nahl Sûresi Yüz yirmi sekiz âyettir. 126, 127 ve 128. âyetleri Medinede, diğerleri Mekkede nazil olmuştur.

Bu Sûre-i Celile, kâfirleri tehdit ile başlıyor. Müşriklerin, İnkârcıların, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) e karşı "Söylediklerin doğruysa, bizi korkuttuğun azap gelsin de görelim." demelerine karşılık buyuruluyor ki:

"Allah'ın emri geldi." Yani, âhiret gününün ve orada hesap sorulmasının tahakkuk edeceği o kadar kesindir ki bundan hiç kimse şüphe etmemelidir. O gün, mutlaka gelecek ve hak edenler cezalarını bulacaklardır.

Allahü teâlâ, Peygamberler göndermesinin sebebini de bu Surede bir kere daha açıklıyor ve buyuruyor ki: "Allah, Meleklerini, kalbleri ihya eden vahyi ile, kullarından dilediğine göndererek "Benden başka ilâh olmadığını bildirin. Ancak benden korkun" der. Nahl Sûresi, âyet: 2 Sûre-i celilede, göklerin ve yerin Allah tarafından yaratıldığı, insanın da bir damla sudan yani meniden yaratıldığı, bu halini ve kul olduğunu unutan insanın, yaratanına karşı âdeta bir hasım kesildiği ve böylece isyan içinde olduğu ifade ediliyor.

Yaratılan hayvanların, etlerinden, sütlerinden, yünlerinden istifade ettiğimiz, yüklerimizi de onlara taşıttığımız beyan ediliyor. Bu nimetler hatırlatıldıktan sonra "...Henüz bilmediğiniz daha nicelerini yaratacaktır Nahl Sûresi, âyet: 8 buyunıluyor. Bu ifade, kullanılan nakil vasıtalarının sadece bu hayvanlardan ibaret olmadığını anlatmakta, insaoğlunun kafasını ve gönlünü her türlü yeniliğe ve gelişmeye açık tutmaktadır. İnsanların kullandığı taşıt araçlarının, günümüzde fevkalade gelişmiş ve süratlerinin artmış olması, bu âyeti daha iyi anlamamıza yardımcı olmaktadır. Ayrıca bu taşıt araçlarının çok daha fazla gelişebileceğini göstermektedir bize.

Allahü teâlânın, dilediği takdirde bütün insanları doğru yola iletebileceği, fakat insanalan kendi iradeleri dışında hidayate sevketmediği, kulu kendi iradesine bıraktığı ifade edilmektedir.

Allahü teâlânın, insanlara, yeryüzünde yaşamalarım kolaylaştırıcı nimet olarak yağmuru indirdiği, o yağmurun sularından insanların kendilerinin içtiği, hayvanlarını suladıkları, her çeşit canimin ve bitkilerin de bu sularla hayat bulduğu ifade edilmektedir.

Sûre-i celilede güneşin ve ay'ın, insanların emrine ve hizmetine verildiği, yıldızların da emre hazır hale getirildiği açıklanmaktadır.

Rabbimizin, sayılamayacak kadar çok nimetlerinden olan denizin de bize hizmet eder bir şekilde yaratıldığı, ondan çıkardığımız etleri yani balıklan yediğimiz, içinden süs eşyası elde ettiğimiz ve üzerinde ağır yük gemileri yüzdürdüğümüz hatırlatılmakta, bütün bunların, şükrünü eda etmemiz gereken nimetlerden oldukları beyan edilmektedir.

Yeryüzünün sarsılmaması için dağların yaratıldığı, orada ırmakların, insanlara yollarım göstererek işaretlerin var edildiği beyan edilmektedir. Yine, Allahü teâlânın, kullarına olan nimetleri kısaca hatırlatıldıktan sonra, bütün bu nimetleri var eden Allah'ın bu nimetlerinden ve yaratıklarından ibret alınması ve herşeyin tek yaratıcısı olan Allah’a şükredilmesinin gerektiği ifade edilmektedir.

Bir'den çok ilâh kabul eden müşriklerin, kâfirlerin bu bâtıl iddiaları karşısında büyük gerçek bu Sûre-i celilede bir kere daha tekrarlanıyor: "Sizin ilahmız tek bir ilahtır. Nahl Sûresi, âyet: 22

Buna rağmen kalblerinde inkâr hastalığı bulunanlar, kibirlerinden dolayı inkârlarına devam ediyorlar. Onların bu ahmakça davranışlarının sonunda, Allah'ın kendilerim rahmet ve merhametinden ve rızasından uzaklaştırdığını beyan eden âyette de buyuruluyor ki: "... Ve o, büyüklük taslayanlan sevmez. Nahl Sûresi, âyet: 23

Allah'ın indirdiği âyetlere "Geçmişlerin masalları" diyenlerin, kıyamet gününde kendi günahlarına ilaveten, hak yoldan saptırdıktan insanların bir kısım günahlarını da yüklenecekleri beyan edilmektedir. Daha önce geçmiş ümmetlerin de, kendilerini hak yola davet eden Peygamberlere tuzaklar kurdukları, kimsenin bozamayacağını zannettikleri tuzaklarının, başlarına geçirildiği ifade edilmekte ve onlara felaketin hiç ummadıkları bir taraftan geldiği beyan edilmektedir. Allah'ın emirlerine uyup yasaklarından kaçınan muttaki kullarına ise, âhirette güzel mükâfaatlar ve Adn cennetlerinin verileceği ifade edilmektedir.

Sûre-i celilede, müşriklerin, hâlâ iman etmeyip neyi bekledikleri soruluyor ve daha öncek İnkârcıların başlarına gelen felakketlerin onların da başlarına geleceği ve bunun da sırf kendi işledikleri günahları ve inkârları sebebiyle olacağı beyan ediliyor.

Sûre-i celile, müşriklerin, "Allah dileseydi biz de babalarımız da ondan başka bir şeye tapmazdık." şeklindeki ahmakça iddialarına da işaret etmekte ve onlara şu cevabı vermektedir. "Andolsun ki her ümmete "Allah ibadet edin ve putlardan kaçının" diye Peygamberler göndermişizdir. Nahl Sûresi, âyet: 36

Yine Sûre-i celilede, ölümden sonra dirilişi inkâr eden müşriklere cevaben, dirilişin gerçekleşeceği ve İnkârcıların yalancı olduklarının ortaya çıkacağı, diriltmenin ise Allah için çok kolay bir hadise olduğu beyan ediliyor.

Allah yolunda zulme uğradıkları için hicret edenlere verilen nimetler zikredilmekte, âhirette ise daha büyük mükâfaatlar verileceği açıklanmaktadır.

Sûre-i celilede, daha önce de kitaplar gönderildiği gibi şimdi de Kur’an’ın gönderildiği, kötü amel işleyenlerin, kendilerine cezanm gelmeyeceğinden emin olmamaları, her an bir cezaya çarptırılabilecekleri ve bunu yapmaktan da Allah’ı kimsenin âciz bırakamayacağı, bütün yaratıkların, onların gölgelerinin ve göklerde ve yerde olan her şeyin Allah’a secde ettiği beyan ediliyor.

Allah’tan başka bir ilâh kabul edilmemesi, herşeyin Allah’a ait olduğu, her nimeti Allah'ın verdiği, insanoğlunun, sıkışınca Allah’ı hatırladığı, sıkıntısı gidince de isyana başladığı ifada ediliyor.

Sûre-i celilede, insanların çirkin bir davranışına da işaret edilmektedir. Onlar kazandıkları mallardan, taptıkları tanrılarına da pay ayırıyorlar, kız çocuklarını da bir şerefsizlik vesileri addediyorlardı.

Allahü teâlânın, insanları, yaptıkları zulümler sebebiyle hemen cezalandırmayıp belli bir müddete kadar cezalarını ertelediği de beyan ediliyor. Ve devamla, Şeytanın, insana, yaptıklarını güzel gösterdiği, Kur’an’ın ise insanlara bir hidâyet ve rahmet olarak gönderildiği, gökten yağmurun indirilşinde ve hertürîü ihtiyacımız için kullandığımız hayvanlarda da bizim için birçok ibretler bulunduğu beyan ediliyor.

Sûre-i celilede îbretâmiz bir olaya dikkatler çekiliyor. Allahü teâlânın, Nahl'e yani bal ansma, dağlarda, ağaçlarda kovanlar edinmesini ilham ettiği, çeşitli yollardan giderek insanlar için şifa olan bal'ı yapmasını ona öğrettiği beyan ediliyor. O küçücük hayvanın, hiçbir kimya laboratuvarının yapamayacağı özellikte ve güzellikte bal'ı nasıl yaptığına dikkatler çekiliyor.

Sûre-i Celile "Nahl" ismini de buradan alıyor.

Sûre-i celilede; insanların rızık bakımından farklı yaratıldıkları, fakat herkesin rızkını ancak Allah'ın verdiği ve bu bakımdan da insanların eşit olduğu, insanların eşlerinin de kendi cinslerinde yaratıldığı, her türlü nimeti veren Allah'ı bırakıp ta, insanlara böyle nimetler veremeyen şeylere tapmanın ne kadar çirkin bir davranış olduğu beyan ediliyor.

Sûre-i Celilenin devamında, Özetle zikredeceğimiz şu hususlar beyan ediliyor: Göklerin ve yerin gaybını ancak Allah bilir. Kıyamet ansızın geliverecektir. Varlıkları analarının karnından doğum yoluyla çıkaran Allah’tır. Göğün boşluğunda kuşları uçuran da O’dur. Birer huzur yeri olarak evler edinmenizi sağlayan da Allah’tır. Eşyanın kendisini de gölgesini de var eden Allah’tır.

Ahirette her ümmetten bir şahit getirilecektir. Zalimlerin azabı hafifletilmez. Ahirette, bu dünyadayken putlara vb. şeylere tapanlarla taptıkları şeyler birbirlerini suçlayacaklardır. Onların azapları kat kat olacaktır.

Allahü teâlâ, adaleti ve iyiliği emreder. Fenalığı yasaklar. Ahitleştiğiniz zaman Allah'ın ahdini yerine getirin. Her kime söz vermişseniz o sözünüzden dönmeyin ve ipliğini iyice büktükten sonra onu açmaya çalışan kadın gibi olmayın. Ahdinize vefa gösterin. Birbirinizi aldatmak için yemin etmeyin. İnanan ve iyi amel işleyen erkek ve kadınlar bu yaptıklarının mükâfaatını göreceklerdir.

Kur'an okumaya başlarken Euzü Besmele çekin, Şeytandan Allah’a sığının. Allah’a ve âhirete inanmayanlar, uydurulan bir yalanın peşindedirler. Allah'ı inkâr edenlere büyük bir azap vardır.

Kendilerine Peygamber geldiği halde onu yalanlayanlar, kendi kendilerine zulmetmişlerdir ve azap kendilerini yakalayıvermiştir.

Allahü teâlâ, ölü hayvanı, kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesilen hayvanların etlerini yemeyi haram kılmıştır. Allah'ın haram kıldıklarının dışındaki şeyleri kendiliğinizden helal ve haram saymayın.

İbrahim, tek başına bir ümmetti ve Allah'ı birleyen bir muvahhitti. O, rabbinin nimetlerine çokça şükrederdi. İbrahim hiçbir zaman müşriklerden olmamıştır.

Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et. İnanmayanlarla güzel bir şekilde mücadele et. Sabredin. Şüphesiz ki Allah, sabredenlerle beraberdir.

İşte Sûre-i Celile çok ana hatlarıyla zikredilen bu konulara temas ediyor. Şimdi gelelim âyetlerin teker teker izahına:

Rahman ve Rahim Olan Allah'ın ismiyle.

1

Ey müşrikler, şüphesiz ki Allah'ın emri gelmektedir. Onun acele gelmesini istemeyin. Allah, müşriklerin ortak koştuğu şeylerden münezzehtir.

Taberinin de katıldığı müfessirlerin çoğunluğu bu âyet-i Celilenin izahında şunları söylemişlerdir.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) e kâfirleri azapla tehdit eden âyetler gelince, kâfirler onunla alay ederek: "Hadi bize geleceğini söylediğin azabı getir de görelim." demişler, bunun üzerine, Allah'ın azabının mutlaka geleceğini, bu hususta acele etmelerine gerek olmadığını beyan eden âyet-i kerimeler nazil olmuştur. Bu âyet-i kerime de onlardan biridir.

Bu hususta diğer âyetlerde de şöyle buyuruluyor: "Onlar senden azabın hemen indirilmesini isterler. Allah, vaadinden asla caymaz. Şüphesiz rabbinm nezdindeki bir gün, sizin hesabınızdaki bin yıl gibidir. Hac Sûresi, âyet: 47

"Onlar senden azabın acele indirilmesini istiyorlar. Eğer tayin edilen bir müddet olmasaydı, azap onlara gelmişti. Şüphesiz ki azap, onlara, hiç haberleri olmadan ansızın geliverecektir." "Senden, azabın bir an önce inmesini istiyorlar. Halbuki cehennem, kâfirleri çepeçevre kuş atacaktır. Ankebut Sûresi, âyet: 53-54

Dehhak ise bu âyet-i kerime’yi şöyle izah etmiştir: "Allah'ın farzları, cezaları ve diğer hükümleri geldi. Bunları Allah’tan acele istemeyin. Allah, müşriklerin ortak koştukları sıfatlardan münezzehtir."

İbn-i Kesir de Taberinin görüşüne katılmakta Dehhakın görüşünü ise yadırgamaktadır.

2

Allah, Meleklerini, kalbleri ihya eden vahyi ile, kullarından dilediğine gönderir ve "Benden başka ilâh olmadığını bildirin. Ancak benden korkun." der.

Müfessirler bu âyet-i kerime’yi şöyle izah etmişlerdir. "Allah, Melekleri ve onlarla birlikte Cebrâili, emirleriyle, kullarından dilediğine gönderir. Nitekim Bedir ve Hunyn savaşlarında, Cebrâil ile birlikte diğer Melekler, mü’minlere yardım etmek üzere Allah tarafından gönderilmişlerdir.

Bazıları da bu âyetin izahında şunları söylemişlerdir: "Allah, Cebrâili, emirlerinin ruhu mahiyetinde olan Kur’an’la, kullarının içinden seçmiş olduğu Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) e gönderir."

Taberi ve İbn-i Kesir bu âyet-i kerime’nin, mealde verilen şekilde izah edildiğini rivâyet etmişlerdir.

3

Allah, gökleri ve yeri yerli yerince yarattı. Allah, müşriklerin ortak koştukları şeylerden yücedir.

Allahü teâlâ, Peygamberlerine, insanları, kendisinden başka hiçbir ilâh olmadığı hususunda uyarmalarını emrettikten sonra buna deliller göstererek, gökleri ve yeri yaratanın ancak kendisi olduğunu, bunları boşuboşuna değil, uygun bir şekilde yarattığını, bu sebeple müşriklerin, bazı şeyleri kendisine eş koşmalarından beri olduğunu beyan etmektedir.

4

Allah, inşam meniden yarattı. Bir de ne bakarsın o insan, açıkça bir hasım oldu.

Müfessirler, insanın kime karşı hasım olduğu hususunda iki şekilde izahta bulunmuşlardır.

Taberi ve İbn-i Kesir'e göre bu âyette insanın, rabbine karşı hasım kesildiği ifade edilmektedir. Buna göre âyetin izahı şöyledir: "Allah insanı, pis bir su olan meniden yarattı. Onu, anne rahminde çeşitli safhalardan geçirdi. Sonra ne görürsün, insan, kendi mantığı ile rabbine karşı çıkıyor. Diliyle mücadele ediyor ve rabbinin nimetlerine karşı şükretme yerine nankörlük yapıyor.

Bu hususta başka bir âyette de şöyle buyurûluyor: "İnsan, kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmez mi ki, hemen apaçık bir hasım kesilir. Yaratışımızı unutarak bize misal getirir ve: "Çürümüş kemikleri kim diriltecekmiş?" der Yâsin Sûresi, âyet: 77-78

Diğer bir kısım müfessirlere göre ise" O insan açıkça hasım oldu" ifadesi şöyle açıklanır: insan Allahü teâlâ tarafından, basit bir sudan yaratılıp, doğduğu sırada âciz bir varlık olduğu halde, daha sonra, kendisini, herşeye karşı savunabilecek bir güce eriştirilir." Bu izah şekline göre âyetin mânâsı şöyle olur: "Allah insanı, hiçbir gücü olmayan bir damlacık sudan, yani meniden yarattı. O insan annesinin rahminde iken ve doğumundan sonra herhangi bir zararı kendisinden uzaklaştırmaktan âcizdi. Öyle ki, diğer canlılar kadar dahi kendisini müdafaa edecek güçte değildi. Sonra Allah ona güç ve kuvvet verdi. Artık insan, kendisini herşeye karşı savunabilir bir güce sahiboldu. insan, bunları kendisine veren rabbini bırakıp ta başka şeyleri nasıl ilâh edinebilir? Veya âciz birtakım varlıkları ona ortak koşabilir?

5

Allah, hayvanları da yarattı. Onlarda sizin için ısıtacak şeyler ve pek çok faydalar vardır. Bir kısmının etlerini yersiniz.

Allah, Deve, Koyun, Sığır gibi hayvanları da yarattı. Onların yün ve tüylerinden elbise, yatak gibi ısıtacak şeyler yaparsınız. Ayrıca onların, sütlerinin yenilmesi, yük taşımaları ve binilmeleri gibi birçok faydalan vardır. Sizler onların bazılarının etlerini de yersiniz. Veya, onlar vasıtasıyla yiyeceklerinizi de temin edersiniz. Bütün bunları yaratana karşı şükretmek insanın vazifesi değil midir?

6

Hayvanları yerlerine koyduğunuzda ve otlaklara salıverirken sizleri bir zevk ve sevinç alır.

Hayvanları yerlerine koyarken, onların görünüşleri hoşunuza gider. Zira karınlan doymuş, göğüsleri sütle dolmuş ve hoş bir manzaraya bürünmüşlerdir. Sizler, onları otlağa salıverirken de onların görünüşleri hoşunuza gider. Zira onlar iştahla otlarken ve su içerken bundan zevk alırsınız.

7

Bu hayvanlar, ancak büyük zorluklarla ulaşabileceğiniz yerlere yüklerinizi taşırlar. Şüphesiz ki rabbiniz, çok şefkatlidir, çok merhametlidir.

Bu hayvanlar, büyük zorluklar içerisinde gidebileceğiniz sarp yerlere yüklerinizi taşırlar. Şüphesiz ki bu hayvanları sizin emrinize veren rabbiniz, sizin için çok şefkatli ve çok merhametlidir. Zira o, size olan merhameti sebebiyle bu hayvanlan size itaatkâr kılmasaydı, onlara asla güç yetiremezdiniz. Şüphesiz ki bunları sizin emrinize veren rabbiniz çok şefkatli ve çok merhametlidir.

8

Allah, binmeniz ve süs hayvanı edinmeniz için, atları, katırları ve merkepleri yarattı. Henüz bilmediğiniz daha nicelerini yaratacaktır.

Âyet-i kerime’de, at, katır ve merkeplerin, binilmek ve süs hayvanı olarak kullanılmak üzere yaratıldığı beyan edilmekte fakat bu hayvanların etlerinin yenilip yenilmeyeceği hususunda bir açıklık bulunmamaktadır. Bu sebeple bu hayvanlardan at etinin yenilmesinin haram olup olmadığı hususunda farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Bu görüşleri şöylece özetlemek mümkündür:

a- Ebû Hanife ve ona katılan diğer Fıkıh âlimleri, at eti yemenin haram olduğunu söylemişler ve delil olarak ta şunları zikretmişlerdir:

aa- Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de atı, Hadis-i Şeriflerde, yenilmesinin haram olduğu beyan edilen, katır ve merkeple birlikte zikretmekte ve bunların, sadece binilmek ve süs eşyası olarak kullanılmak üzere yaratıldığını beyan etmektedir. Bu da at etinin yenilmesinin haram olduğunu gösterir,

bb- Abdullah b. Abbasın, at, katır ve merkep etlerini yemeyi hoş karşılamadığı ve şöyle dediği rivâyet edilmektedir: -"Allahü teâlâ "Allah, hayvanları da yarattı. Onlarda sizin için ısıtacak şeyler ve pek çok faydalar vardır. Bir kısmının etlerini de yersiniz." buyurmuş, etleri yenilenleri beyan etmiş bu âyette de "Allah, binmeniz ve süs hayvanı edinmeniz için atları, katırları ve merkepleri yarattı." buyurarak binek hayvanlarını beyan etmiştir.

cc- Halid b. Velid diyor ki:

"Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) at, katır ve merkep etinin yenilmesini yasakladı. Ebû Dâvûd, K. et Et'ıme bab: 26, Hadis No: 3790/İbn-i Mâce, K. ez-Zebaih, bab: 14, Hadis No: 3198 / Nesâi, K. es-Sayd, bab: 30, Hadis No: 3336

Ebû Davud bu hadisi Rivâyet ettikten sonra, bunun mesüh olduğunu, Resûlüllah’ın sahabilerinden Abdullah b. Zübeyr, Fadâle b. Ubeyd, Enes b. Mâlik, Esma binti Ebû Beldr, Suveyd b. Ğafie ve Alkame, at eti yediklerini, Kureyşlilerin, Resûlüllah’ın döneminde at kestiklerini rivâyet etmektedir. İmam Nevevî ise bu hadisin zayıf olduğunu söylemiştir.

b- Alimlerin çoğunluğu ise, katır ve merkep etinin haram olmasına karşılık, at etinin yenilmesinin caiz olduğunu söylemişler ve Cabir b. Abdullah (radıyallahü anh) dan rivâyet edilen şu Hadis-i Şerifi delil göstermişlerdir. Cabir diyor ki:

"Reşululullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber savaşında ehlî eşeklerin etlerinin yenilmesini yasakladı. At etinin yenilmesine ise izin verdi. Buhari, K. el-Megazi, bab: 38, K. ez-Zebaih bab: 26 Hadis No: 28 / Müslim K. es-Sayd, bab: 36 Hadis No: 1941 / Ebû Dâvûd, K. el- Et'ıme, bab: 26, Hadis No: 3788-3789

Hazret-i Ebubekirin kızı Esma (radıyallahü anhâ) diyor ki:

"Biz, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında at kestik ve etini yedik." Müslim. K. es-Sayd bab: 38, Hadis No: 1942

Âyet-i kerime’nin sonunda "Daha nicelerini yaratacaktır." ifadesi vardır. Bu ifade, biz Mü’minleri, binilecek ve her türlü ihtiyaç için kullanılacak vasıtaları icadetmeye teşvik etmekte ve adıgeçen hayvanların dışında, Özellikle günümüzde kullanılan taşıt araçlarının icadedileceğine işaret etmektedir. Bu sürecin sonu yoktur. Bu sahadaki ilerleme kapısı kıyamete kadar açıktır. Bu da Kur'an-ı Kerimin mucize olduğunu gösteren delillerden bir tanesidir.

9

Doğru yolu size açıklamak Allah’a aittir. Eğri yollar da vardır. Allah dileseydi hepinizi doğru yola sevkederdi.

Abdullah b. Abbas, Ali b. Ebi Talha, Katade ve Dehhak bu âyet-i kerime’yi, mealde verildiği şekilde izah etmişlerdir.

Taberi de bu görüşü tercih etmektedir. Bunlara göre âyetin izahı şöyledir: "Doğru yol olan İslamı açıklamak Allah’a aittir, Yahudilik, Hıristiyanlık gibi haktan sapan eğri yollar da vardır. Eğer Allah dileyecek olsaydı sizin hepinizin iradenizi elinizden alarak sizi doğru yola sevkederdi. Fakat o böyle yapmadı, sizi, hakkı bâtıldan ayrdetmekte serbest bıraktı. Kim doğru yolu tutarsa kendi menfaatinedir. Kim de doğru yoldan saparsa zararı kendisinedir.

Mücahid ise bu âyet-i kerime’yi şöyle izah etmiştir: Hak yol, Allah’a giden yoldur. O da, Allah'ın gösterdiği yoldur. Bu hak yoldan sapan bir kısım insanlar vardır. Eğer Allah dileseydi, sizin hepinizi, kendisine ulaştıran hak yola sevkederdi."

İbn-i Kesir, Mücahidin görüşünü tercih etmektedir.

10

Size semadan su indirme O’dur. Siz ondan içersiniz. Hayvanlarınızı otlattığınız bitkiler de o su ile yetişir.

Allahü teâlâ bundan önceki âyet-i kerimelerde, çeşitli hayvanları insanlar için yarattığını ve insanları çeşitli bineklerle taşıttığını beyan ettikten sonra bu âyet-i kerime’de de gökten yağmur yağdırdığını, insanların, o yağmurlardan elde edilen sulardan içtiklerini, çeşitli bitkilerin o sularla büyüyüp hayvanlara gıda olduğunu beyan ediyor, bundan sonra gelen âyette ise insanların yiyeceklerinin de gökten inen bu yağmurlar vasıtasıyla meydana geldiğini bildiriyor.

11

Allah, semadan inen su ile, ekini, zeytini, hurmayı, üzümleri ve bütün meyve çeşitlerini yetiştirir. Şüphesiz ki bunda, düşünen bir topluluk için büyük bir ibret vardır.

Evet, gökten indirilen su ile, insanların, hayvanların, bitkilerin sulanmasında, selim akıl sahibi olan ve düşünen bir toplum için Allah'ın varlığını ve birliğini gösteren apaçık bir delil vardır.

Bu hususta başka bir âyet-i kerime’de de şöyle buyurulmaktadır: "O şeyler mi hayırlıdır, yoksa gökleri ve yeri yaratan ve sizin için gökten su indiren mi? Ki biz o su ile, birtek ağacını bile bitiremeyeceğiniz nice güzel bahçeler yetiştirdik. Allah ile beraber başka bir ilâh mı var? Hayır, fakat onlar, haktan uzaklaşan bir kavimdir. Nem Sûresi, âyet: 60.

12

Allah, geceyi, gündüzü, güneşi ve ay'i hizmetinize âmâde kılmıştır. Yıldızlar da Allah'ın emrine boyun eğmişlerdir. Şüphesiz ki bunda, aklını kullanan bir topluluk için nice ibretler vardır.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de de, yarattığı çeşitli gezegenleri, insanın faydalanmasına tahsis ettiğini, gündüzü rızık temini için, geceyi de istirahat için yarattığını beyan etmekte, yıldızların da kendilerine boyun eğdiklerini açıklamaktadır.

13

Yeryüzünde yarattığı çeşitli renklerdeki varlıkları da sizin hizmetinize verdi. Şüphesiz ki bunda, düşünen bir topluluk için büyük bir ibret vardır.

Allah, yeryüzünde yaratmış olduğu çeşitli renklerdeki hayvan, ağaç, meyve ve bitkleri de sizin menfaatinize tahsis etti. O halde bu nimetlere karşı şükredin. Şüphesiz ki bu nimetlerde, düşünüp ibret alan bir toplum için Allah'ın varlığını ve birliğini gösteren büyük bir delil vardır.

14

İçinizden taze et yemeniz ve ondan, takındığınız süs eşyasını çıkarmanız için denizi emrinize veren Allah’tır. Sen, gemilerin denizi nasıl yararak gittiklerini görürsün, Allah bunu, lütfundan rızık aramanız ve şükretmeniz için böyle yapmıştır.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de de, denizleri insanların hizmetine verdiğini beyan ediyor. Onlar, denizden taze et çıkarıp yiyorlar. İnci, Mercan ve benzeri çeşitli süs eşyaları çıkarıp kullanıyorlar. Denizin üzerinde akıp giden gemilere binerek yolculuk yapıyor ve ağır yüklerini taşıyorlar. Kullara, bütün bunları emirlerine veren rablerine şükretmekten başka ne yaraşır?

15

Bak. Âyet 16.

16

Allah, yeryüzü sizi sarsmasın diye oraya sabit dağlar yerleştirdi. Orada ırmaklar ve şaşırmadan gidebilmeniz için yollar yarattı. Allah, yeryüzünde insanlara doğru yolu gösterecek işaretler yarattı. İnsanlar, geceleyin de Allah'ın yarattğı yıldızlarla yollarını bulurlar.

Allahü teâlâ bu âyetlerde de, insanların, üzerinde yaşamış olduklar, yeryüzünü, dağları yaratarak istikrara kavuşturduğunu ve orada dağları, çölleri ve ovaları yarıp geçen ırmaklar akıttığını, dünyanın çeşitli giden yollar var ettiğini, dünyanın çeşitli yerlerini tanıyabilmek için her tarafı ayrı özelliklerde yarattığını, geceleyin karanlık çöküpte yeryüzündeki işaret ve alametlerden istifade edilemediği zamanlarda ise insana, gökte yarattığı yıldızlarla yolunu gösterdiğini beyan ediyor.

17

Hiç, yaratanla yaratmayan bir olur mu? Düşünmez misiniz?

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Allah’ı bırakıp ta âciz varlıklara tapanlara hitaben buyuruyor ki: "Size anlatılan bu kadar kıymetli varlıkları yaratıp size lütufta bulunanla, herhangi bir şeyi yaratmayan âciz varlıklar bir olur mu? Nasıl olur da varlıkları Allah’a ortak koşabilirsiniz?

18

Allah'ın nimetlerini saymaya kalksanız sayamazsınız. Şüphesiz ki Allah, çok affeden ve çok merhamet edendir.

Allah'ın, yaratıklarına lütfetmiş olduğu nimetler o kadar çoktur ki onları saymaya kalksanız asla sayamazsınız. Vücut sıhhati, hayatın devamı için lâzım olan hertürlü gıda maddesi ve barınak imkânı, içerisinde yaşanılmakta olan tabiat şartları, su, hava ve benzeri nimetler hepsi Allah'ın lütfudur. Ve bunları saymakla biritmek mümkün değildir. Kulun, bütün bu nimetlere karşı Allah’a şükretmesi gerekirken onlara nankörlük etmesi olacak şey midir?

Allahü teâlânın bütün bu nimetleri yanında bir de af ve merhamat nimeti vardır ki bu da günahkâr bir kul için tutulan ümit kapısıdır.

19

Allah, gizlediklerinizi de açığa vurduklarınızı da bilir.

Ey insanlar, size çeşitli nimetleri lütfeden Allah, içinizde saklayıp başkalarından gizlediğiniz şeyleri de bilir. Dillerinizle ve çeşitli azalarınızla açığa vurduğunuz söz ve işlerinizi de bilir. O sizlere, yapaklarınızın karşılığını kıyamet gününde vermek için bütün amellerinizi tesbit ettirmektedir.

20

Kâfirlerin, Allah’ı bırakıp taptıkları varlıkların herhangi birşeyi yaratmaları bir yana, bilakis kendileri yaratılmıştır.

O kâfir ve müşriklerin, Allah’ı bırakıp ta taptıkları çeşitli varlık ve eşyalar, herhangi birşey yaratamazlar. Üstelik kendileri Allah tarfından yaratılmışlardır. Hatta bu tapınılan şeylerin bir kısmını, müşrikler kendi elleriyle yapmışlardır. O halde, kendilerine herhangi bir menfaat sağlamaya veya kendilerinden herhangi bir zararı uzaklaştırmaya güçleri yetmeyen bu yaratıklar nasıl ilâh olabilirler? Bunları ilâh kabul etmek, ahmaklıktan başka nedir?

21

O tapılanlar, ölülerdir. Diri değillerdir. Onlar ne zaman dirileceklerini de bilmezler.

Âyet-i kerime’nin bu mealine göre, müşriklerin tapmış oldukları şeyler, put ve benzeri bir takım cansız varlıklardır.

Bu âyet-i kerime’yi şu şekilde izah edenler de vardır: O müşriklerin taptıkları şeyler, ölmeye muhkumdurlar. Onlar, devamlı din kalamazlar Onlar, kendilerinin veya kendilerine tapanların ne zaman dirileceğini de bilemezler.

Bu izah şekline göre ise müşriklerin taptıkları şeyler, canlı varlıklardır. Her iki izah şekline göre de âyet-i kerime’de müşrikleri kınama vardır.

22

İlahınız tek bir ilahtır. Bununla beraber, âhirete iman etmeyenlerin kalbleri İnkârcı, kendileri kibirlidir.

Gerçekten ibadet edilmeye layık olan ilahınız tek bir ilahtır. Ne var ki öldükten sonra dirilmeye, Allah'ın orada gerçekleştireceğini vaadettiği cezalandırma veya mükâfaatlandırmaya iman etmeyenlerin kalbleri, Allah'ın kudretini, büyüklüğünü ve birliğini inkâr etmektedir. Onlar, hakkı kabul ve Allah'ın birliğini ikrar etmekten kibirlenen kimselerdir.

23

Şüphesiz ki Allah, gizledikleri ve açığa vurdukları herşeyi bilir. Muhakkak ki Allah, büyüklük taslayanları sevmez.

Şurası bir gerçektir ki Allah, müşriklerin gizlemiş oldukları kibirlenmeyi 'de, açığa vurdukları inkâr ve iftiralarını da bilir. Ve Allah, putları bırakıp ta kendisine ibadet etmeyi gururlarına yediremeyenleri sevmez.

24

Onlara: "Rabbiniz ne indirdi?" diye sorulduğunda, onlar: "Öncekilerin efsanelerini" dediler.

Allah’a ortak koşan ve Peygamberlerini yalanlayan o kâfirlere: "Rabbiniz Peygambere ne indirdi?" diye sorulduğunda onlar: "O birşey indirmedi. Bize okunan bu şeyler, Öncekilerden nakledilen efsanelerdir." derler.

Taberi diyor ki: "Müşrikler, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) e giden yollan tutuyor, oralardan geçmek isteyen mü’minlere: "Onun söyledikleri, geçmiş insanların anlattıkları efsanelerdir." diyorlardı."

Bu hususta başka bir âyet-i kerime’de de şöyle buyurulmaktadır: "Kâfirler: "Bu Kur'an, Muhammedin uydurduğu iftiradan başka birşey değildir. Başka bir topluluk ta kendisine yardım etmiştir." dediler. Böylece haksızlığa ve yalancılığa saptılar." "Kur'an, öncekilerin efsaneleridir. Muhammed onu başkalarına yazdırmış da, sabah akşam kendisine tekrarlanıp okunuyor." dediler." "Ey Rasûlüm, sen onlara şöyle de: "Onu, göklerde ve yerdeki sırlan bilen Allah indirdi. Şüphesiz ki o, çok affeden ve çok merhamet edendir. Furkan Sûresi, âyet: 5-6.

25

Böyle demekle kıyamet gününde kendi günahlarının hepsini ve bilgisizce sapıttıkları kimselerin günahlarının da bir kısmını yükleneceklerdir. Dikkat edin, yüklendikleri günah ne kötüdür.

Âyet-i Celilede, insanları hak yoldan saptıran kimselerin, saptırdıklarının günahlarının bir bölümünü de yüklenecekleri ifade edilmektedir. Bu ifadeden, saptırılanların günahlarının hafifleyeceği anlaşılmamalıdır.

Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:

"Kim, insanları doğru yola davet ederse, ona, kendisine tabi olacak kimselerin mükâfaatı kadar müklfaat vardır. Verilen bu mükâfaat, onlardan herhangi birinin mükâfaatını eksiltmeyecektir. Kim de sapıklığa çağırırsa, ona, kendisine uyan kişinin günahı kadar günah vardır. Yüklenilen bu günah da, onlardan herhangi birinin günahını eksiltmeyecektir. Müslim, K. el-İlm, bab: 16, Hadis No: 2674 / Ebû Dâvûd, K. es-Sünne bab: 6, Hadis No: 4609 Tirmizi, K. el-îlm, bab: 15, Hadis No: 2674-26-75

26

Kendilerinden önceki kâfirler de tuzak kurdular. Fakat Allah, onların binalarını temelinden sarstı. Tavanları başlarına geçti. Azap, beklemedikleri bir yönden kendilerine geldi.

Müfessirlerin çoğunluğu, âyette ifade edilen "Daha önce tuzak kuran kâfirler" den maksadın "Nemrut" olduğunu söylemişlerdir.

Nemrut, Babil şehrinde büyük bir kule yaptırıp oradan. Hazret-i İbrahimin, kendisini iman etmeye davet ettiği Allah’ı görmeye ve ona karşı savaşmaya çıkmıştır. Bunun üzerine Allahü teâlâ bir rüzgâr gönderip o kuleyi, kendisini ve halkının başına yıkmıştır.

Bazı müfessirlere göre ise "Daha önce tuzak kuran kâfirlerden maksat, Buhtunnasr'dır. Allahü teâlâ bunun yaptığı kuleyi yerle bir etmiş ve kendisinin de helak etmiştir.

Bazı müfessirler de bu âyet-i kerime’nin bir misal olduğunu, Allah’a ve göndermiş olduğu Peygamberlere tuzak kuranlara karşı Allah'ın azabının aniden gelip onları helak ettiğini bildirdiğini söylemektedirler.

27

Sonra kıyamet gününde Allah onları rezil edecek "Uğrunda savaştığınız ortaklarım nerede?" diyecek. İşte o zaman kendilerine ilim verilenler "Şüphesiz bugünün rezilliği ve kötülüğü kâfirleredir." diyeceklerdir.

Allah, kıyamet günüde, çeşitli hilelere baş vuran müşrikleri, can yakıcı azabıyla rezil edecek ve onları kınayarak "Benim dışımda, taptığınız ilahlarınız nerede?" Siz onlar için bana karşı çıkıyordunuz, niçin onlar gelip sizden azabı uzaklaşürmıyorlar?" diyecektir. Alimler de " Bugünün rezilliği ve kötü azabı, Allah'ın varlığım ve birliğini inkâr eden kâfirleredir." diyeceklerdir.

Allahü teâlâ kıyamette kâfirleri çeşitli şekillerde rezil edecektir. Peygamber efendimiz bu hususta bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:

"Kıyamet günüde her hainin arka tarafına, hıyaneti ölçüsünde bir sancak dikilecek ve ona "Bu, falan oğlu falanın ihanetidir." diye söylenecektir. Buhari, K. el-Edeb, bab: 99 / Müslim K. el-Cihad, bab: 9-10-12, Hadis No: 1735-173.:

28

Bunlar, Meleklerin, canlarını kâfir olarak aldıkları kimselerdir. Bu kâfirler, âhirette gerçekleri görünce, boyun eğip "Biz, hiçbir günah işlemedik" derler. Hayır işlediniz. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızı bilendir.

Kıyamet günün rezilliğini ve kötülüğünü hak eden kâfirler, meleklerin, canlarını kâfir olarak aldıkları kimselerdir. Bunlar âhiret azabını bizzat gözleriyle görünce teslim olmak zorunda kalırlar ve kendi yaptıklarını yalanlayarak ve kurtulacaklarını ümit ederek "Biz hiçbir günah işlemedik" derler. Allah ise onları yalanlayacak ve şöyle diyecektir: "Hayır, işlediniz. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızı çok iyi bilendir.

29

Orada ebedi kalmak üzere cehennemin kapılarından girin. Büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür.

Cehennemden daha kötü bir yer olabilir mi? Zira oraya girenin ne azabı hafifler ne de ölüp kurtulabilir:

Bu hususta başka bir âyette de şöyle buyuruluyor: "înkâr edenlere ise, cehennemin ateşi vardır. Onların ölümlerine hükmedilmez ki, Ölsünler. Onlardan cehennem azabı da hafifletilmez. Biz, her kâfiri işte böyle cezai andırırız. Fâtır Sûresi, âyet: 36

30

Bak. Âyet 32.

31

Bak. Âyet 32.

32

Allah’tan korkanlar ise "Rabbiniz ne indirdi?" denildiğinde "Hayır indirdi" derler. İyilik edenlere bu dünyada iyilik vardır. Ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Allah’tan korkanların yurdu ne güzeldir. O yurt, altından ırmaklar akan, ebedi kalacakları "Adn" cennetleridir. Orada, Allah’tan korkanlara, diledikleri nimetler vardır. Allah kendisinden korkanları işte böyle mükâfaatlandırır. Bunlar, meleklerin, canlarını mü’min olarak aldıkları salîh kimselerdir. Melekler onlara "Selam olsun size, dünyada yaptıklarınızın karşılığı olarak cennete girin." derler.

Allahü teâlâ, bundan önceki âyetlerde, Peygamberlerine göndermiş olduğu âyetleri "Efsane" olarak vasiflandıranların nasıl can vereceklerini ve derecelerine göre cehennemin çeşitli yerlerine konulacaklarını beyan ettikten sonra bu âyetlerde de, Allah’tan korkan takva sahiplerini zikretmekte ve şöyle buyurmaktadır: "Allah’tan korkanlara: "Rabbiniz Peygamberine ne indirdi?" diye sorulunca onlar da "Hayırlı şeyler indirdi." derler. Allah’a itaat ederek iyilikte bulunanlara, iyiliklerinin karşılığı olarak, bu dünyadayken ikram vardır. Ahiret yurdu ise dünyadan daha hayırlıdır. Bu itibarla oranın ikramları daha büyüktür. Allah'ın emirlerini yerine getirip, yasaklarından kaçınarak ona itaat eden takva sahiplerinin yurdu olan ahiret ne güzel bir yurttur.

O yurt, altından ırmaklar akan "Adn" cennetleridir. Takva sahipleri o cennetlere gireceklerdir. Orada, kendileri için arzuladıkları ve zevk aldıkları herşey vardır. Allah, takva sahiplerine dünyada ikramda bulunduğu gibi âhirette de öyle mükâfaatlandırcaktır. Bu takva sahipleri iman ile kendilerini arındırmış oldukları halde Meleklerin, canlarını aldığı kimselerdir. Melekler onları, canlarını alırken "Selam olsun size, dünyada yaptığınız amellerin karşılığı olarak cennete girin." diyerek müjdeleyeceklerdir.

33

Bak. Âyet 34.

34

Müşrikler ise, Meleklerin gelip canlarını almasından veya rabbinin azabının gelmesinden başka birşey mi beklerler? Bunlardan önceki kâfirler de böyle yapmışlardı. Allah, onlara zulmetmemişti, fakat onlar kendi kendilerine zulmetmişlerdi. Onları, yaptıkları kötülüklerin cezası yakaladı.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerimelerde de, bâtılda ısrar eden ve dünya hayatına aldanıp böbürlenen müşrikleri tehdit ederek buyuruyor ki: "Bu müşrikler, Meleklerin gelip canlarını almasından veya kıyamt gününde, Allah'ın, kendilerini mahşerde toplayıp cehenneme koyacağı emrinin gelmesinden başka neyi beklemiş olabilirler ki? Onlardan önce gelen kâfirler de onlar gibiydi. Sonunda Melekler onların canlarını aldı. Şimdi ise cehenneme gitmeyi beklemektedirler. Allah onlara asla zulmetmedi. Bilakis onlar, rablerini inkâr ederek cehennem azabını hak ettiler ve kendi kendilerine zulmetmiş oldular. Onları, işledikleri kötülüklerin cezası yakalayıverdi ve dünyadayken alaya aldıkları azap, kendilerini çepeçevre kuşatmış oldu.

35

Allah’a ortak koşanlar: "Eğer Allah dileseydi ne biz ne de atalarımız, ondan başka hiçbirşeye ibadet etmezdik. Yine onun helal kıldığını haram saymazdık." derler. Bunlardan önceki kâfirler de böyle yapmışlardı. Peygamberlere düşen, ancak apaçık tebliğdir.

Putları ve benzeri şeyleri Allah’a ortak koşanlar, kendilerini tatmin etmek için şöyle dediler: "Eğer Allah dilemiş olsaydı biz, onun dışında, put ve benzeri herhangi bir şeye tapmış olmazdık. Ve onun emri olmadan bazı şeyleri kendimize haram kılmazdık. Allah, bizlerin de atalarımızın da böyle yapmamıza razı oldu. Eğer o razı olmasaydı, ya bizleri cezalandırarak bunlardan vaz geçirirdi veya bizi de doğru olan yola sevkederdi."

Allahü teâlâ, böyle diyen müşriklere cevaben buyuruyor ki: "Bunlardan önce gelen müşrikler de Peygamberleri yalanlamada ve sapık atalarının yolunu takibetmekte aynı tavırları takınmışlardı. Peygamberlere düşen, apaçık tebliğden başka birşey değildir.

36

Şüphesiz ki her ümmete: "Yalnız Allah’a ibadet edin, tağutlardan kaçının" diyen bir Peygamber gönderdik. İçlerinden bir kısmını Allah doğru yola sevketti. Diğer bir kısmı ise sapıklığı haketti. Ey insanlar, yeryüzünde dolaşın, Peygamberlerini yalanlayanların sonunun ne olduğuna bir bakın.

Şüphesiz ki geçmiş her ümmete: "Yalnızca Allah ibadet edin, tağutlardan uzak durun." diye tebliğde bulunan bir Peygamber gönderdik. Bu ümmetlerden bir kısmım, Allah, doğru yoluna sevketti. Onlar, iman edip kurtuluşa erdiler. Diğer bir kısmı ise inkârda bulundu, Peygamberleri yalanladı, sapıklığı hak etti ve helak oldu. Peygamberlerini yal ani ay ani ann akıbetinin ne olduğuna bir bakın vş onlardan ibret alın. Siz de onlar gibi olmayın.

37

Ey Peygamber, onların, doğru yola gitmesini ne kadar istesen de, Allah, saptırdığını zorla doğru yola sevketmez. Onların yardımcıları da yoktur.

Ey Rasûlüm, sen, bu müşriklerin iman etmeleri için ne kadar gayret göstersen de bunlar iman etmezler. Zira Allah, saptırdığı kimseyi hidâyete erdirmez. Onların, Allah’tan başka herhangi bir yardımcıları da yoktur. Bu itibarla sen kendini yorma.

38

Kâfirler: "Allah, öleni tekrar diriltmeyecek" diye en büyük yeminleriyle Allah’a yemin ettiler. Hayır, bu, Allah'ın gerçekten bir vaadidir. Ne var ki insanların çoğu bunu bilmezler.

Allah’a ortak koşanlar, Öldükten sonra dirilmeyi ve insanların, dünyada yaptıklarından hesaba çekileceklerini inkâr ettiler. Ve bu inkârlarım: "Allah, Ölüleri diriltmeyecek." diye yemin ederek pekiştirdiler.

Allahü teâlâ ise bunları yalanlayarak "Hayır, Allah'ın, ölenleri tekrar diriltmesi, mutlaka gerçekleşecek olan bir vaaddir. Fakat insanların çoğu, Peygamberlerim dinlemedikleri için bu vaadin hak olduğunu, Allah'ın, kendilerini, öldükten sonra dirilteceğini bilmezler." buyurmuştur.

39

Allah) ihtilaf ettikleri şeyin gerçek yüzünü onlara göstersin, kâfirler de yalancı olduklarını bilsinler diye, ölenleri tekrar diriltecektîr.

Allah, ölenleri tekrar diriltecektir ki insanların ihtilaf ettikleri tekrar dirilmenin gerçek olduğunu onlara göstersin ve kâfirler de yeminlerinde yalancı olduklarını bilmiş olsunlar.

Bu yalancı kâfirler, âhirette, cehennem zebanileri tarafından ateşe çağırılacaklardır: "O gün onlar, cehennem ateşine sürülüp itileceklerdir. O gün onlara şöyle denecektir: "Dünyada yalanladığınız cehennem ateşi işte budur." "Bu bir sihir midir yoksa hâlâ görmüyor musunuz?" "Girin cehenneme. Sabredin veya sabretmeyin. Sizin için değişen birşey olmayacaktır. Siz, sadece yaptıklarınızın cezasını göreceksiniz. Tûr Sûresi, âyet: 13-16

40

Biz, herhangi bir şeyin var olmasını dilediğimizde ona sözümüz sadece "Ol" dememizdir. O da hemen oluverir.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, dilediği herşeye gücünün yettiğini, vaadettiği şeyleri yerine getirme hususunda hiçbir şeyin onu âciz bırakamayacağını, herhangibir şeyi var etmek istediğinde ona sâdece "ol" demesinin yeterli olduğunu beyan etmekte ve kâfirlerin "Allah ölenleri nasıl diriltecek?" düşüncelerinin bâtıl olduğunu ortaya koymaktadır.

Başka bir âyet-i kerime’de de, insanları yaratma ve öldükten sonra onları tekrar diriltmenin, Allahü teâlâ için çok kolay bir şey olduğu beyan edilerek buyuruluyor ki: "Sizin yaratılmanız da tekrar diriltilmeniz de, bir tek kişininki gibidir. Şüphesiz ki Allah, her şeyi çok işi işitendir, çok iyi görendir. Lokman Sûresi, âyet: 28 Diğer bir âyette de şöyle buyuruluyor: "Bizim emrimiz sadece bir defadır ve göz kırpması gibidir. Kamer Sûresi, HÂyet: 50

41

Zulme uğradıktan sonra, Allah'ın rızası için hicret eden mü’minleri, dünyada güzel bir yere yerleştireceğiz. Ahiretin mükâfaatı ise daha büyüktür. Bir bilseler.

Müfessirler, âyette zikredilen "Hicret eden mü’minlerin kimler olduğu hususunda çeşitli açıklamalar yapmışlardır.

Bazılarına göre bunlar, Hazret-i Osman ve Cafer b. Ebi Talibin de içlerinde bulundukları, Mekkeden Habeşistana hicret eden, daha sonra ise dönüp Mediye yerleşen Müslümanlardır.

Bazılarına göre ise bu âyet-i kerime, Süheyl oğlu Ebû Cendel hakkında nazil olmuştur. Ebû Cehdel Mekkede Müslüman olmuş, Medineye hiceret etmemesi için babası tarafından hapsedilmiş ve çeşitli işkencelere maruz kalmıştır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Umre yapmak için Hudeybiyeye kadar gittiğinde Ebû Cendel hapsedildiği yerden kaçmayı başarmış ve yakalanmamak için normal yollan kullanmayıp dağlardan giderek, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Ebû Cendelin babası" Süheyl arasında tam Hudeybiye musalahasi yapılırken Müslümanlara katılmıştır. Fakat musalaha yapan babası, oğlu Ebû Cendelin kendisine iade edilmemesi halinde musalahayı bozacağını söylemiş, bunun Üzerine Müslümanlar Ebû Cendeli babasına iade etmek zoranda kalmışlardır. Ebû Cendel bu sefer de babasının elinden kaçıp, Mekke ile Medine arasında bir yerde yaşayan Ebû Basîr ve arkadaşlarına katılmış ve orada Mekkelilerin ticaret kervanlarına baskınlar düzenlemeye başlamışlardır. Böylece Mekkeliler, Hudeybiye musalahasının "Müşrikler tarafında bulunduğu halde Müslüman olarak Medineye gidenlerin müşriklere geri iade edilmelerini" hükme bağlayan maddesinin Resûlüllah tarafından iptal edilmesini istemişler ve artık ondan sonra Müslüman olarak Medineye gitmek isteyenler, serbestçe gidebilmişlerdir. İşte âyet-i kerime’de zikredilen mü’minler bunlardır.

42

Bunlar, sabredenler ve yalnız rablerin güvenenlerdir.

Kendilerini dünyada güzel yerlere yerleştireceğimiz ve âhirette de büyük mükâfaat vereceğimiz bu insanlar, hak yolda çektikleri çeşitli çile ve sıkıntılara karşı sabredenler ve bütün işlerinde bize güvenenlerdir.

43

Ey Peygamber, biz senden önce de ancak kendilerine vahyettiğimiz erkekleri Peygamber olarak gönderdik. Eğer bilmiyorsanız kitap ehline sorun.

Dehhak, Abdullah b. Abbastan şöyle Rivâyet etmektedir: "Allahü teâlâ, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) i Peygamber olarak gönderince onu kabul etmeyenler: "Allah, bir insanı Peygamber gönderecek dereceye düşmez, o bundan münezzehtir." dediler. Bunun üzerine Allahü teâlâ bu ve benzeri âyet-i kerimeleri indirdi.

Âyet-i kerime’de "Kitap ehli" diye tercüme edilen "Ehl-i Zikr" ifadesinden neyin kastedildiği hususunda müfessirler değişik görüşler ileri sürmüşlerdir.

Mücahid, A'meş, İbn-i Abbas, "Ehl-i Zikr" den maksadın, daha önce kendilerine kitap verilen ümmetler olduğunu söylemişlerdir. Meal bu görüşe göre hazırlanmıştır. Bu görüşe göre âyetin izahı şöyledir: Ey Rasûlüm, senin bir beşer olarak Peygamber olamayacağım iddia eden müşriklere de ki: "Benden önce gönderilen bütün Peygamberler de ancak kendilerine vahyedilen bir kısım erkeklerdi. Şâyet bu hususta bana inanmıyorsanız daha önce kendilerine kitap verilen ümmetlere sorun. Onlara gönderilen Peygamberler de benim gibi erkek kişiler miydi yoksa Melekler miydi?"

Diğer bir kısım müfessirler ise, âyetteki "Ehl-i Zikr" den maksadın, Kur'an ehli kimseler olduklarını söylemişler, buna delil olarak ta, Kur'an-ı Kerimin başka yerlerinde "zzzikir" kelimesinin "Kur'an" mânâsına geldiğini gösteren misalleri vermişlerdir. Bu görüşe göre de âyetin izahı şöyledir: "Ey müşrikler, daha önce gönderilen Peygamberlerin de bir kısım erkek kişiler olduklarını bilmiyorsanız, Kur'ana iman eden Kur'an ehline sorunuz. Kendi mantığınızla karar vermeyiniz."

Ebû Cafer el-Bâkır ise: Buradaki "Ehl-i Zikr" den maksat biziz. Yani, ümmet-i Muhammeddir." demiştir.

Bununla beraber, âyet-i kerime’nin mânâsı geneldir. Bu sebeple "Ehl-i Zikr"i belli bir takım insanlara sıfat yapmaktansa, genel anlamda bırakıp "İşi bilenler" şeklinde izah etmenin daha uygun olacağı söylenebilir. Ancak âyetin baş tarafı "Ehl-i Zikr" den maksadın, "Ehl-i Kitap" olduğu görüşüne daha yakındır.

44

Onları mucizelerle ve kitaplarla gönderdikten sonra da Kur’an’ı indirdik ki, insanlara gönderilenleri kendilerine açıklayasm. Ve onlar da düşünsünler.

Allahü teâlâ bundan önceki âyette, insanlara, kendi cinslerinden olan erkek kişileri Peygamber gönderdiğini beyan etmiş, bu âyet-i kerime’de de, gönderdiği peygamberleri mucizelerle ve kitaplar vererek gönderdiğini, bu itibarla selim akıl sahibi olanların, düşünerek, Peygamber olanları Peygamber olmayanlardan ayırdedebileceklerini açıklamıştır ki, "İnsandan Peygamber olmaz" iddiasında bulunanlar, sapıklıklarından vaz geçip hakka teslim olsunlar.

45

Bak. Âyet 47.

46

Bak. Âyet 47.

47

Kötülük tuzakları kuranlar, Allah'ın, kendilerini yere batırmayacağından veya bilmedikleri bir yerden azabın kendilerine gelmeyeceğinden emin midirler? Veya gezip dolaşırken o azabın, kendilerini yakalamayacağından emin midirler? Çünkü onlar, Allah’ı âciz bırakamazlar. Yahut, korkulu hallerindeyken azabın, kendilerini yakalamayacağından emin midirler? Şüphesiz rabbiniz çok şefkatlidir, çok merhametlidir.

Mü’minlere ve Kur'ana karşı çeşitli tuzaklar kuran kâfirler, inkârları yüzünden, Allah'ın, kendilerini yerin dibine geçirmesinden veya bilmedikleri bir yerden, azabın kendilerini yakalamasından yahut, gezip dolaşırlarken azabın kendilerine gelmeyeceğinden emin midirler? Zira onlar, Allah’ı âciz bırakamazlar. Yahut da düşmanlarının, kendilerine musallat olmasından, can ve mallarının her gün eksilmesinden dolayı korku içinde yaşarlarken, Allah'ın azabının, kendilerini yakalamayacağından emin midirler? Şüphesiz ki, rabbiniz, yarattıklarına karşı çok şefkatli ve çok merhametlidir. Bu sebeple kâfirleri, yaptıklarından dolayı hemen cezalandırmaz. İnkârlarından vaz geçmeleri için onlara mühlet verir. İşte bu hal onları şımartmamalıdır.

Evet, Allahü teâlânın, kâfir ve isyankârları ne zaman cezalandıracağım, âciz kullar bilemez. Bu ceza gece de gelebilir gündüz de. Yere geçirme şeklinde de olabilir, yer üstünde de helak edebilir, denizde de.

Bu hususta Allahü teâlâ şöyle buyuruyor: "O memleketler halkı, azabımızın onlara uyurlarken gece gelmeyeceğinden emin midirler?" "Ve yine memleketler halkı, azabımızın kendilerine, kuşluk vakti eğlenirken gelmeyeceğinden emin midirler?" "Yoksa onlar, Allah'ın, kendilerini ansızın yakalayı vermesinden emin mi oldular? Allah'ın, ansızın yakalamasından, ancak hüsrana uğrayan bir topluluk emin olur. Araf Sûresi, âyet: 97-99

Sizi karada yerin dibine batirmayacağindan veya başınıza taş yağdırmayacağından emin misiniz? Sonra kendinize bir yardımcı da bulamazsınız." "Yoksa, tekrar sizi denize döndürerek üzerinize kasırgalar göndermeyeceğinden, inkârınız sebebiyle sizleri boğmasından emin misiniz? Sonra bizden yaptıklarımızın hesabını soracak birisini de bulamazsınız. lsra Sûresi, HÂyet: 68-69

Ancak Allahü teâlâ, kullarının işlemiş oldukları günahların cezalarını derhal vermeyip o cezayı belli bir zamana kadar erteler. Fakat bir de yakalayınca artık ondan kimse kurtulamaz.

Bu hususta Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:

"Şüphesiz ki Allah, zalime mühlet verir. Onu bir de yakalayınca, zalim kendisini ondan asla kurtaramaz. İsra Sûresi, K. Tevsiri el-Kur’an, Sûre: 11, bab: 5 / Müslim, K. el-Birr bab: 62, Hadis No: 2583

48

Onlar, Allah'ın yarattığı herhangi bir şeyin gölgesinin, Allah’a boyun eğip secde ederek sağa sola vurmasını görmezler mı?

Allahü teâlâ, bu âyet-i kerime’de bizlere yüceliğini bildirmekte, canlı cansız her türlü varlığın kendisine boyun eğdiğini, bütün eşyanın güneşe göre gölgesinin değişmesinin, Allah’a boyun eğme hikmetine göre meydana geldiğini, bu hallerin boşu boşuna meydana gelmediğini beyan etmektedir.

49

Bak. Âyet 50.

50

Göklerde ve yeryüzünde bulunan ve canlılar ve melekler, Allah’a secde ederler. Melekler asla kibirlenmezler. Üstlerinde kadir olan rablerinden devamlı korkarlar ve kendilerine emrolunanı yaparlar.

* Allahü teâlâ bunlardan önceki Âyet-i kerime’de eşyanın Allah’a boyun eğdiğini beyan etmekte bu Âyetlerde ise bütün canlıların ve Meleklerin kendisine secde ettiklerini açıklamaktadır. Ayrıca meleklerin sıfatlarını beyan etmekte, bunların, rablerinden korktuklarını ve kendilerine emredilenleri yaptıklarını açıklamaktadır.

Evet, herşey, ister istemez Allah’a boyun eğmek ve ona secde etmek zorundadır. Buhu şeklen yapmasa da manen yapmaktadır. Zira bütün varlıklar, hayatlarım devam ettirebilmek için yüce mevlanın kendilerine verdiği nimetlerden istifade etmek zorundadırlar. Bu sebeple kendilerine nimet veren Allah’a boyun eğmek zorundadırlar.

Bu hususta diğer âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: "Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde ne varsa, hepsi ister istemez ona teslim olmuştur. Ve yine ona döneceklerdir.

"Göklerde ve yerde olanlar ister istemez Allah’a secde ederler. Gölgeleri de sabah akşam Allah’a boyun eğer. Âl-i îmran Sûresi, âyet: 83

51

Allah: "İki ilâh edinmeyin. Şüphesiz ki o, tek bir ilahtır. Ancak benden korkun." dedi.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, herhangi bir varlığı kendisine ortak koşanlara ihtarda bulunarak buyuruyor ki: "İki ilâh edinmeyin. İlah, ancak tek tanedir, O da ben'im. Benden başkasına kulluk etmek hususunda benden korkun, başka varlıklardan korkmayın.

52

Göklerde ve yerde olan herşey, yalnız onundur. Devamlı itaat ona'dır. O halde, Allah’tan başkasından mı korkarsınız?

Allahü teâlâ, bir takım yaratıkları kendisine ortak koşan müşrikleri uyararak, hiçbir şeyin, kenidisinin ortağı olmayacağını, zira göklerde ve yerde ne varsa hepsini yaratanın, onları rızıklandıranın, onlara hayat veren ve öldürenin, sadece kendisi olduğunu, devamlı itaatin de sadece kendisine yapılacağını beyan ediyor, kendisinden başka hiçbir varlıktan korkulmaması gerektiğini açıklıyor.

53

Size ulaşan bütün nimetler, Allah’tandır. Sonra bir zarara uğradığınızda yalnız ona yalvarırsınız.

Aciz olan insan, çaresiz kaldığında, yaratılışı icabı, kendisini yoktan var eden Allah’tan başkasına sığınamaz. Ne varki kendisine sığındığı yüce mevla onu selamete ulaştırınca yeniden şımanr ve kendisine her türlü nimeti veren Allah’a itaat etmeyi unutur.

54

Bak. Âyet 55.

55

Sonra da Allah, duanızı kabul edip, sıkıntınızı giderdiğinde, içinizden bir zümre, hemen rablerine ortak koşmaya kalkışır. Böylece onlara verdiğimiz nimetlere karşı nankörlük etmiş olur. Zevkle yaşayın bakalım, yakında bileceksiniz.

Evet, insanoğlu nankördür. Kendisine verilen sayısız nimetlere karşı rabbine şükredeceği yerde, o nimetleri Allah’a isyan etme yolunda kullanır. Bunu yapan insanoğlu iyi bilmelidir ki, bunun hesabını birgün mutlaka verecektir.

Allahü teâlâ bu konuda dikkatleri çekerek: "Eceliniz gelip çatıncaya kadar zevkle yaşayın bakalım. Yakında rabbinize döndürüleceksiniz ve yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz" buyurmaktadır.

56

Müşrikler, ne olduğunu bilmedikleri şeylere, kendilerine verdiğimiz rızıktan pay ayırırlar. Allah’a yemin olsun ki, uydurduğunuz yalanlardan hesaba çekileceksiniz.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de müşriklerin, çirkin işlerini beyan ediyor. Müşrikler, Allah'ın kendilerine vermiş olduğu nimetlerin bir kısmım Allah’a diğer bir kısmını da tapmış oldukları putlara ayırıyorlardı.

Allahü teâlâ, müşriklerin bu çirkin âdetlerini başka bir âyet-i kerime’de şöyle beyan ediyor: "Allah'ın yarattığı ekin ve hayvanlarda ona pay ayırdılar. Ve kendi iddialarına göre: "Bu Allah’ındir. Şu da ortak koştuklarımızmdır." dediler. Ortaklan için ayırdıkları Allah için verilmezdi. Fakat Allah için ayırdıktan ortaklan için verilirdi. Bu hükümleri ne kötüydü En'am Sûresi, âyet: 136

57

Onlar, Allah’a kızlar isnad ederler. Allah bundan münezzehtir. Kendilerine ise sevdiklerini (Erkek çocuklarını) isnad ederler.

Müşriklerin çirkin amellerinden biri de, Allah'ın kızlan olduğu iddiasında bulunmalandır. Şüphesiz ki Allah, bundan uzaktır. Zira her şeyin yaratıcısı olan Allah'ın, evlat edinmeye ihtiyacı yoktur.

Bu müşrikler, kendilerinin kız çocuklan doğduğunda bunlardan utanırlar. Hal böyleyken, Allah'ın kızlan bulunduğu iddiasında bulunurlar. Yani nefret ettikleri şeyi Allah’a nisbet ederler. Diğer yandan erkek çocuklan doğduğunda ise sevinirler ve bunların, kendilerine ait olduğunu söylerler. Bundan daha büyük ahmaklık olur mu?

58

Bak. Âyet 59.

59

Onlardan biri, kız çocuğu ile müjdelendiğî zaman, içi öfkeyle dolar. Yüzü simsiyah kesilir. Kız çocuğunun, kendisine müjdelenmesinden utanarak insanlardan gizlenmeye çalışır ve şöyle düşünür "Kız çocuğunu zillet ve ar pahasına korusun mu yoksa diri diri toprağa gömüp öldürsün mü?" Dikkat edin, verdikleri hüküm ne kötüdür.

Cahiliye döneminde, bir kimsenin kız çocuğu doğunca ondan utanç duyar ve insanlardan uzaklaşma ihtiyacını hissederdi. Bunlardan bazılan da bu kız çocuklarını diri diri toprağa gömerek öldürürlerdi. Bunu yapmalarının sebebi, kızlarının kaçmlarak onlara tecavüz edilmesinden korkmalan yahut da nüfuslarının çoğalarak fakirleşmelerinden endişe etmeleriydi. İşte bu âyet-i kerime, müşriklerin bu çirkin âdetlerini belirtmekte ve verdikleri bu hükmün ne kadar fena bir şey olduğuna dikkatleri çekmektedir.

Allahü teâlâ diğer âyetlerde de, kız çocuklarını diri diri toprağa gömenlerin, kıyamet gününde hesaba çekileceklerini beyan ederek buyuruyor ki: "Diri diri toprağa gömülen kız çocuğunun, hangi suçla öldürüldüğü sorulduğu zaman. Tekvir Sûresi, âyet: 8-9

60

Kötü sıfatlar, âhirete iman etmeyenlerindir. En yüce sıfatlar ise Allah’ındır. O, herşeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Kız çocuklarını hor görmek, onları diri diri toprağa gömmek ve sadece oğlan çocuklarıyla iftihar etmek gibi kötü sıfatlar, âhirete iman etmeyen müşriklere aittir. En yüce sıfatlar ise Allah’ındır. Allah, müşriklerin, kendisine isnad ettikleri sıfatlardan uzaktır. Allah, herşeye galiptir, yaptıklarında hüküm ve hikmet sahibidir.

61

Eğer Allah, insanları, zulümleri yüzünden hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat Allah onları belli bir vakte kadar erteler. Vadeleri geldiğinde, onu ne bir an erteleyebilirler ne de bir an öne alabilirler.

Şâyet Allah, insanlardan günah işleyenleri, bu günah ve zulümlerinden dolayı hemen cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı varlık bırakmazdı. Nitekim Nuh tufanında, geminin dışında kalanlardan hiçbir kimse sağ kalmadı. Dilerse aynen o şekilde hiçbir canlı varlığı sağ bırakmaksızın herkesi yok edebilir. Fakat Allahü teâlâ, daha önce koymuş olduğu bir kanun gereği olarak onları cezalandırmayı belli bir vakte kadar erteler. Bu vade, kıyametin gelmesi veya onların ölmesi ân'ıdır. Zira kâfirler, kabirlerindeyken azapları başlar.

Onlara, yok olma vakitleri gelip çatınca onu ne bir an erteleyebilirler ne de öne alabilirler.

62

Müşrikler, Allah’a, hoşlanmadıkları şeyleri nisbet ederler. Dilleri, güzel şeylerin kendilerine ait olduğunu, yalan yere durmadan söyler. Doğru, kendilerine ateş vardır. Onlar oraya, herkesten önce gireceklerdir.

Müşrikler, sevmedikleri kız çocukları gibi şeyleri Allah’a isnad ederler. Onların dilleri, erkek evlat ve cennet gibi güzel şeylerin ise kendilerine ait olduğunu, yalan olarak söyler. Şüphesiz ki bu iftiracılara, âhirette cennet değil, cehennem ateşi vardır. Onlar o ateşe herkesten önce sürülecekler. Orada devamlı olarak kalacaklar ve cehennemin en derin yerlerine atılacaklardır.

Kâfirler, bir yandan, kendilerini cehenneme sokacak amelleri işlerlerken, diğer taraftan uydurdukları bir kısım kuruntularyıla hem kendilerini teselli ederler, hem de çevrelerinde bulunanları ikna etmeye çalışırlar ve "Ahiret hayatı gerçek olsa bile orada da en güzel hayat bizimdir." derler. Allahü teâlâ, onların bu kuruntularının bâtıl olduğunu beyan ederek, onlara güzel bir hayal olmadığını, aksine, kendileri için cehennem ateşi olduğunu bildiriyor ve onları uyarıyor.

63

Allah’a yemin olsun ki, senden önceki ümmetlere de Peygamberler göndermiştik. Şeytan onlara, yaptıklarını hoş göstermişti. Bugün onların dostu şeytandır. Ahirette onlara can yakıcı bir azap vardır.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i, kendisini yalanlayanlara karşı teselli etmekte, geçmiş ümmetlere gönderilen Peygamberlerin de, ümmetleri tarafından yalanlandıklarını ve o ümmetlerin, kötü amellerini kendilerine süslü gösteren Şeytana uyduklarını beyan etmekte, dünya da Şeytanı dost edinenlere âhirette can yakcıcı bir azap olduğunu bildirmektedir.

64

Biz, Kur’an’ı sana, ancak insanların ihtilaf ettikleri hususların gerçeğini açıklaman için ve iman eden millete hidâyet rehberi ve rahmet kaynağı olsun diye indirdik.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Kur’an’ı indirmesinin iki sebebini beyan ediyor. Bunlardan biri, insanların ihtilaf ettikleri zor meselelerin gerçek yüzünün açıklanmasıdir. Bunlar da, Allahü teâlânın çeşitli sıfatları, öldükten sonra dirilme, cennet ve cehenneme konulma, helal ve haramı birbirinden ayırdetme gibi akılla bilinemeyecek şeylerdir.

Diğeri ise, iman eden insanlara -doğruyu gösterme ve kendilerine merhamet etmedir. Zira Kur'ana iman edenler, onun emir ve yasaklarına uymak suretiyle dünya ve âhirette Allah'ın gazap ve azabından kendilerini kurtarmış ve çeşitli nimetlerine kavuşmuş olurlar. Kur'andan daha büyük bir merhamet kaynağı düşünülebilir mi?

65

Gökten su indirip, onunla, öldükten sonra yeryüzüne hayat veren Allah’tır. Şüphesiz ki bunda, işiten bir millet için büyük ibret vardır.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, birliğini ve kudretini kullarına göstermek için onların dikkatini gökten yağan yağmurlara ve o yağmurlarla yeryüzünün, çeşitli mevsimlerde, âdeta öldükten sonra diriltildiğine çekmektedir. Bütün bu olaylarda, Allah'ın emirlerini tutup, yasaklarından kaçınarak onun nizamını kabul edenler için büyük delil ve ibret vardır. Onlar, kâinatta cereyan eden bu hadiselerin, gelişigüzel bir şekilde meydana gelmediğini, yaratıcının ve takdiriyle meydana geldiğini bilirler.

66

Sizler için hayvanlarda da ibret vardır. İşkembelerindeki yem artıklarıyla, kan'dan meydana gelen, saf, içenlerin boğazından kolaylıkla geçen bir süt içiririz.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de de, gökten indirdiği yağmurlar vasıtasıyla, yeryüzünde biten çeşitli bitkilerle beslenen hayvanlardan, insanoğlu için nasıl lezzetli bir içecek yarattığını beyan ediyor ve bunun, tesadüfen meydana gelmediğini, kendisinin kudret ve takdiriyle meydana geldiğini, kulların, bunlan düşünerek, şükretmeleri gerektiğini açıklıyor.

Adıgeçen içilecek şey, süt'tür. Yüce mevlanın da ifade buyurduğu gibi bu içecek, hayvanın vücudunda bulunan, kan, pislik ve benzeri şeylerin arasından çıktığı hade bunlardan hiçbir şey ona karışmamaktadır. Ve saf, tertemiz bir şekilde hayvanın memesinden çıkmakta ve içenlerin boğazından kolaylıkla kayıp geçmektedir.

67

Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerden, sarhoş edici içkiler ve güzel rizıklar edinirsiniz. Şüphesiz ki bunda, aklını kullanan bir millet içir büyük ibret vardır.

Âyet-i kerime’de zikredilen "Sarhoş edici içkiler" diye tercüme edilen "Sekr" kelimesinin ne mânâya geldiği hakkında müfessirler farklı görüşler zikretmişlerdir.

Bazılarına göre bunun mânâsı, mealde zikredildiği gibi "Sarhoş edici içkidir" Bunlara'göre bu âyet-i Celile, Mâide Sûresinin doksan ve doksan bir'inci âyetleriyle neshedilmiştir. Zira o âyetlerde içki tamamen yasak edilmiştir.

Diğer bir kısım âlimler ise "Sekr" kelimesinin, "Sarhoş etmeyen meşrubat" mânâsına geldiğini söylemişler ve âyeti şöyle izah etmişlerdir. "Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerden şerbet, şıra ve güzel rızık elde edersiniz. Şüphesiz ki bunda, aklını kullanan bir millet için büyük ibret vardır."

Bu görüşte olanlara göre âyet-i kerime mensuh değildir. Taberi de bu şekilde izahta bulunmakta ve bu görüşü benimsemektedir.

Görüldüğü gibi âyet-i kerime’de, çeşitli meyvelerden elde edilen suların bize rızık olarak verildiği ifade edilmekte ve aklını kullanan insanlar için bunda, Allah'ın varlığını, birliğini, kudret ve kuvvetini gösteren deliller bulunduğu beyan edilmektedir.

68

Bak. Âyet 69.

69

Ey Peygamber rabbin, arıya, "Dağlarda, ağaçlarda ve yapılan kovanlarda yuva edin. Sonra her çeşit mahsulden ye. Rabbinin sana kolaylaştırmış olduğu yollardan git," diye ilham etti. Arıların karınlarından, içinde insanlar için şifa bulunan, çeşitli renklerde şerbet çıkar. Şüphesiz ki bunda düşünen bir millet için büyük ibret vardır.

Ey Rasûlüm, bil ki, rabbin, arı'ya şöyle ilham etmiş ve ilhamını yerine getirecek kabiliyette yaratmıştır. "Ey arı, sen, dağların bir kısmında, ağaçların bazılarında ve insanların yaptıkları asmalarda kendine yuva edin. Onlarda kendine kovan yap. Bütün meyvelerden ye. Rabbinin sana boyun eğdirdiği dağlardan, taşlardan, nehirlerden, vadilerden geç git."

Arının karnından beyaz, san, kırmızımsı renklerde bal çıkar. Bu balda, insanların hastalıkları için şifa vardır. Şüphesiz ki arının davranışlarında düşünen bir topluluk için Allah'ın yüceliğini gösteren deliller vardır.

Âyet-i kerime’de, arının yapmış olduğu balda şifa bulunduğu zikredilmektedir. Bu hususta Peygamber efendimizden de şu Hadis-i Şerif Rivâyet edilmektedir: "Ebû Said el-Hudrî diyor:

"Bir adam Resûlüllah’a gelip "Ey Allah'ın Resulü, kardeşim ishal oldu." dedi. Resûlüllah: "Ona bal içir," dedi. Adam gitti ve tekrar gelip "Ona bal içirdim fakat ishal biraz daha arttı." dedi. Adam üç defa gidip geldi. Her defasında Resûlüllah aynı şeyi emretti. Dördüncü defa geldiğinde Resûlüllah "Ona bal içir." dedi. Adam: "Ben yine bal içirdim fakat bu onun ishalini artırmaktan başka bir şey yapmadı." dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (Bu âyet-i Celileye işaretle) "Allah doğru söyledi. Senin kardeşinin karnı ise yalancıdır." dedi. Adam gidip tekrar hastaya bal içirdi bu defa hasta iyileşti Müslim, K. es-Selam, bab: 91, Hadis No: 2217/Tirmizî, K. et-Tıb, bab: 31, Hadis No: 2082, Buhari, K. et-Tıb, bab: 24

70

Allah, sizi yarattı, sonra öldürecektir. İçinizden bir kısmınız, eşyayı önceki bildiği gibi bilmesin diye, ömrü kemaline erdirilip acizlik devresine girdirilir. Şüphesiz ki Allah, herşeyi çok iyi bilen ve herşeye kadir olandır.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, biz kullan hakkında, dilediği şekilde nasıl tasarrufta bulunduğunu, bizleri yoktan var ettikten sonra bir kısmımızı ihtiyarlıktan önce vefat ettirdiğini, diğer bir kısmımızı ise, daha önce bildiklerimizi bilmeyecek derecede ileri bir yaşa vardırdığını ve bundan sonra vefat ettirdiğini beyan etmektedir.

Peygamber efendimiz bir Hadis-i Şerifinde, çeşitli şeylerden Allah’a sığınmış, bunlardan birisinin de, ömrün acizlik devresi olduğunu zikretmiştir. Sa'd b. Ebi Vakkas diyor ki:

"Resûlüllah, namazın arkasından dua ederek şu şeylerden Allah’a sığınır ve şöyle derdi: "Ey Allah'ın, ben, korkaklıktan sana sığınırım. Ömrün ilerlediği acizlik devresinden sana sığınırım. Dünyanın fitnesinden sana sığınırım. Kabir azabından sana sığınırım. Buhari, K. el-Cihad, bab: 25, K. ed-Dâvât, bab: 37

Enes b. Mâlik diyor ki:

"Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Allah’a sığınarak şöyle dua ederdi: "Ey Allah’ım, tembellikten sana sığınm. Korkaklıktan sana sığınırım. Çok yaşlanmaktan sana sığınırım. Cimrilikten sana sığınırım. Buhari, K. ed-Dâvât, bab: 42

71

Allah, rızık yönünden bir kısmınızı diğerlerinden üstün kıldı. Rızik yönünden üstün kılınanlar, elleri altındakilerin rızıklarıni veremezler. (Rızıkların ancak Allah tarafından verilmesi yönünden) bütün insanlar eşittir. Hâlâ Allah'ın nimetlerini inkâr mı ediyorlar?

Müfessirler bu âyet-i Celileyi iki şekilde izah etmişlerdir:

Bazılarına göre bu âyeti Celile şu anlama gelmektedir: "İnsanın zengin veya fakir oluşu, Allah'ın takdiriyledir. Zira rızkı veren ancak Allah’tır, İnsanların bir kısmını diğerlerinden, dünyadaki rızık bakımından üstün kılmıştır. Kendilerine fazlaca rızık verilenler, elleri altında bulunanları rızıklandırdıklarını sanmasınlar. Çünkü Allah tarafından rızıklandırılma bakımından herkes eşittir. O halde kendilerine fazla rızık verilenler, bu verilenlerin hakkını ifa etmeyerek Allah'ın nimetlerine karşı nasıl nankörlük ederler? Onlar, bu rızıklan, kendi güçleriyle elde ettiklerini sanarlar. Böyle yanlış bir zanna kapılmasınlar." Meal bu izah şekline göre hazırlanmıştır.

Diğer bir kısım müfessirlere göre ise âyetin izahı şöyledir. "Ey Allah’a ortak koşan müşrikler, sizler, Allah'ın size rızık olarak verdiği şeyleri, emirleriniz altında bulunan köle ve işçileriniz gibi insanlara vererek mal ve servet bakımından onlara eşit olmak istemezsiniz. O halde nasıl olur da Hazret-i İsa gibi Allah'ın yarattığı bir kulun veya cansız putların, Allah’a, onun mülkünde ortak olduklarını iddia edersiniz? O halde Allah'ın size vermiş olduğu nimetlerin bir kısmını putlara ayırarak onun nimetlerine karşı nasıl nankörlük edersiniz?

Taberi ve İbn-i Kesir bu son görüşü tercih etmişlerdir.

72

Allah, kendi cinsinizden eşler, o eşlerden de oğullar ve torunlar yarattı. Sizi, helal ve güzel şeylerle rızıklandırdı. Hâlâ batıl şeylere iman edip, Allah'ın nimetlerine nankörlük mü ederler?

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de de, kullarına vermiş olduğu nimetleri zikrediyor. İnsanlara, kendi cinslerinden eşler verdiğini beyan ediyor. Eğer Allah, insanın eşini başka bir varlıktan yaratacak olsaydı, eşler arasındaki kaynaşma, sevgi ve merhamet meydana gelmezdi. Fakat Allah, insanoğluna lütufta bulunarak, eşini kendi cinsinden yarattığı gibi, çocuk sahibi olmasını da erkek ve dişinin evlenmesiyle sağladı. Böylece eşlerin ikisinin de kalblerine, yavrularına karşı sevgi ve merhamet kondu.

Diğer yandan Allahü teâlâ, kullarının, yeryüzünde hayatlarım sürdürebilmeleri için onlara çeşitli ve tertemiz nimetleri rızık olarak vermiştir. Artık bütün bunlardan sonra, kâfirlerin uydurdukları bâtıl şeylere inanıp Allah'ın, nimetlerine karşı nankörlük etmek hiç insana yakışır mı?

Âyet-i kerime’de "Torunlar" diye tercüme edilen "Hafede" kelimesinin "Hısımlar" "Yardımcılar" ve "Hizmeşçiler" anlamına geldiğini söyleyenler de vardır. Buna göre âyetin izahı şöyledir: "Allah, eşlerinizi kendi cinsinizden yarattı. O eşlerinizden de oğullar ve torunlar veya hısımlar yahut akrabalar veya hizmetçiler var etti. Artık bâtıl şeylere iman edip, Allah'ın nimetlerine karşı nasıl nankörlük edersiniz? Hısımlarınız da, akrabalanruz'da, hizmetçileriniz de kendi , cinsinizdendir. Onlarla anlaşıp kaynaşmanız daha kolaydır.

73

Müşrikler, Allah’ı bırakıp göklerden ve yerden kendilerine verilecek rızka sahibolmayan ve vermeye de kadir olamayan şeylere taparlar.

Müşrikler, Allah’ı bırakıp ta bir kısım pullara taparlar. Bu putlar onlara, ne gökten yağmur yağdırarak ne de yerden ekin bitirerek rızık vermeye mâliktirler. O halde nasıl olur da insanlar böyle şeylere taparlar?

74

Allah’a ortaklar koşmayın. Muhakkak Allah bilir, siz bilemezsiniz.

Ey müşrikler, Allah’a eşler, benzerler ve denkler uydurmayın. Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmadığını ve sizin ona ortak koşmanızın bâtıl olduğunu çok iyi bilir. Sizler ise bunları bilmez ve Cehaletinizden dolayı ortak koşarsınız.

75

Allah, hiçbirşey yapmaya gücü yetmeyen el altındaki bir köle ile, Allah tarafından kendisine güzel rızık verilen ve o rızıktan gizli aşikâr sarf eden bir insanı misal verdi. Hiç bunlar eşit olur mu? Hamd Allah’a mahsustur. Ne var ki insanların çoğu bilmezler.

Allahü teâlâ, bu âyet-i kerime’de, kendisine itaat eüneyen, hiçbir hayır yapmayan ve kendi yolunda hiçbir şey harcamayan kâfiri, emir altında bulunan ve hiçbirşeye sahip olmayan bir köleye benzetmektedir. Köle nasıl efendisinin emrindeyse kâfir de nefsinin ve Şeytanın elindedir. Dolayısıyla hayra yönelemez. Allahü teâlâ, kendisine itaat eden, hak yolda malını harcayan mü’mini ise, serbestçe tasarrufta bulunan hür bir kimseye benzetiyor. İradesinde hür olan bir mü’minle, eli kolu âdeta bağlı olan bir kâfir hiç bir olur mu? Mü’mini, kendisine itaat etmeye muvaffak kılan Allah’a hamdolsun. Hamd, tapınılan putlara değil ancak Allah’a mahsustur. Ne var ki insanların çoğu bunu bilmezler.

76

Allah, iki adamı misal verdi. Bunlardan bir dilsizdir, hiçbir şeye gücü yetmez. Efendisine bir yüktür. Efendisi onu nereye gönderse, hiçbir şey getiremez. Hiç, böyle bir adam, dosdoğru bir yol üzerinde olduğu halde adaletle emreden bir amada eşit olur mu?

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de de, kâfir olan bir kimseyi, dilsiz, hiçbir şeye gücü yetmeyen, efendisine yük olan ve nereye gönderilirse hiçbir iş yapamayan bir köleye benzetiyor. Mü’mini ise adaletle emreden, dosdoğru bir yolda bulunan bir insana benzetiyor. Ve bunların, birbirleriyle eşit olamayacağını beyan ediyor.

Taberi bu âyet-i kerime’yi şöyle izah ediyor: "Allahü teâlâ, putları, konuşamayan, herhangi bir şeye gücü yetmeyen, kendisine bakanlara muhtaç olan ve gönderildiği işten başarıyla dönmeyen bir kimseye benzetiyor. Böyle bir insandan herhangi bir hayır beklenemeyeceği gibi, kendisine bile herhangibir menfaat sağlayamayacak ve kendisinden herhangibir zararı da uzaklaştı ram ayacak bir puttan nasıl menfaat beklenebilir?

Halbuki Allah, adaleti emreder ve dosdoğru yolu gösterir. Hiç putlarla Allahbir olur mu?

77

Göklerin ve yerin gaybını sadece Allah bilir. Kıyametin kopuşu ancak bir göz kırpması veya daha kısa bir zaman kadardır. Şüphesiz ki Allah, herşeye kadirdir.

Ey insanlar, göklerde ve yerde görmediğiniz şeylerin mülkü ve ilmi Allah’a aittir. Yoksa kâfirlerin iddia ettikleri gibi taptıkları putlara ait değildir. Kıyametin kopması Allah için pek kolaydır. O, bir göz kırpması kadar veya daha çabuk bir zamanda meydana gelecektir. Zira Allah, heşeye kadirdir. Bu sebeple kıyameti bir anda koparmak onun için zor değildir. Kıyamet kopmaycak diye kendinizi aldatmayın.

78

Allah, sizleri, annelerinizin karnından çıkardı. Sizler birşey bilmiyordunuz. Şükretmeniz için size kulaklar, gözler ve kalbler verdi.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, herşeye kadir olduğunu gösteren bir misal olarak, insanı, annesinin karnından nasıl çıkardığını, kendisine kulluk etmesi için ona göz kulak ve kalb verdiğini, insanın bu nimetler karşısında rabbine şükretmesi gerektiğini beyan etmektedir.

79

Onlar, göğün boşluğunda kendilerine uçma imkânı sağlanmış kuşlara bakmazlar mi? Onları boşlukta tutan yalnız Allah’tır. Şüphesiz ki bunda, iman eden bir millet için nice ibretler vardır.

Allahü teâlâ bu âyet-i Celilede, kendisine ortak koşanları, kendisini birlemeye ve kudretini görmeye davet ederek, yerle gök arasında uçan kuşlara bakıp onlardan ibret almalarım emrediyor. Zira bu kuşlar, hava boşluğunda ancak Allah'ın kudretiyle durmaktadırlar. İman eden bir topluluk, bunlara bakarak büyük ibretler alır. Kâfirler ise bunları düşünmekten uzaktırlar.

80

Allah, evlerinizi sizin için mesken kıldı. Hayvanların derilerinden, yolculuğunuzda ve mukim' olduğunuzda kolayca taşıyabildiğiniz barınaklar yarattı. Size bu hayvanların yünlerinden, tüylerinden ve kıllarından eşya ve belirli bir zamana kadar kullanılan ticaret malları yarattı.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, insan için, yeryüzünde çeşitli maddelerden yapılan evler var ettiğini, hayvanların derilerinden, yolculuk sırasında veya mukim olunduğu hallerde çadır ve benzeri barınaklar yarattığını, koyunların ve develerin yünlerinden, keçilerin ve benzeri hayvanların kıllarından, insanlar için ev eşyaları ve belli bir zamana kadar kullanılacak şeyler var ettiğini beyan etmektedir.

81

Allah, yarattığı şeylerden sizin için gölgeler kıldı. Dağlarda sizin için barınaklar yarattı. Güneşin sıcağından sizi koruyacak elbiseler yarattı.

Savaşta sizi koruyacak zırhalar yarattı. Allah, kendisine boyun eğmeniz için, size verdiği nimetini işte bu şekilde tamamlamaktadır.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, ağaç ve benzeri şeylerden, insanları, sıcaktan koruyacak gölgeler yarattığını, dağlarda mağaralar gibi barınaklar yarattığını, yine insanları sıcak ve soğuğun dehşetinden koruyacak elbilseler var ettiğini, savaşta düşmanların saldırısından korunmak üzere, giyilen zırhlar yarattığını beyan ediyor. Kulların, kendisine itaat edip boyun eğmeleri için bu nimetleri tamamladığını zikrediyor.

82

Ey Peygamber, eğer yüzçevirirlerse sana düşen ancak açık bir tebliğdir.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de Resûlüllahı teselli ediyor ve onun, kendisine gönderilen emir ve yasakları tebliğ etmekle vazifesini yerine getirdiğini beyan ediyor ve kâfirlerin, tebliğ edilen haktan yüzçevirmelerinin, Resûlüllah’a bir sorumluluk yüklemeyeceğini beyan ediyor.

83

Onlar, Allah'ın nimetlerini bilir fakat inkâr ederler. Onların çoğı kâfirdir.

Peygamberin, kendilerine ilahi emirler tebliğ etmesine rağmer yüzçeviren bu müşrikler, Allah'ın, kendilerine vermiş olduğu nimetleri çok iy: bilirler. Bu nimetler kendilerine, Allah tarafından Peygamber gönderilmesi ve Allah'ın, insanlara verdiği hertürlü nimetlerdir. Fakat onlar bu nimetlerin, Allar tarafından gönderildiğini bildikleri halde inkâr ederler ve o nimetler karşılığında Allah’a şükretmeleri gerekirken, nankörlük ederler.

84

Kıyamte günü, her ümmetten bir şahit göndeririz. Kâfirlere ne. özür beyan etme izni verilir ne de onlardan, Allah’ı razı etmeleri istenir.

Âyet-i kerime’de, gönderileceği beyan edilen şahitten maksat, her ümmetin, kendisine gönderilen Peygamberdir. Bunlar, Allah'ın emrini ümmetlerine tebliğ ettiklerine ve ümmetlerinden de kimlerin iman ettiklerine kimlerin de inkâr ettiklerine dair şahitlik edeceklerdir.

Âyet-i kerime’de, kıyamet gününde kâfirlerin tevbe ve istiğfarlarının, kendilerine herhangibir fayda vermeyeceği, hatta, bunları dilemek için bile kendilerine izin verilmeyeceği beyan edilmektedir.

Bu hususta başka âyetlerde de şöyle buyurulrnaktadır: "Kıyamet günün inkâr edenlere şöyle denilir "Ey kâfirler bugün mazeret göstermeyin. Sizler ancak dünyada yaptıklarınızla cezalandırılıyorsunuz. Tahrim Sûresi, âyet: 7

"O gün yalanlayanların vay haline. O gün onlar konuşamazlar. Özür dilemeleri için kendilerine izin de verilmez. O gün, yal ani ay ani vay haline. Miirselât Sûresi, âyet: 34-37

85

Zalimler, azabı gördükleri zaman, onlardan azap hafifletilmez. Cehenneme girmeleri de ertelenmez.

Bu âyet-i Celile, kâfirlerin azabının hiçbir zaman hafıfletilmeyeceğini beyan etmekte, ve "Kâfirlerin gördükleri azap ta bir müddet sonra bitecektir." şeklindeki iddiaları reddetmektedir.

Kâfirlerin görecekleri azabı ve cehennemin durumunu anlatan diğer âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: "Bu ateş onlara uzak bir yerden gözükünce, onlar onun öfkesini ve uğultusunu duyarlar." "Elleri boyunlarına bağlı olarak onun dar bir yerine atıldıkları zaman, orada ölüp yok olmayı isterler." "Onlara "Bugün bir defa helak olmayı istemeyin, birçok defa helak olmayı isteyin."denilir. Furkan Sûresi, âyet: 12-14

86

Allah’a ortak koşanlar, ortaklarını görünce: "Ey rabbimiz, işte bunlar, senden başka taptığımız ortaklarımizdir." derler. Ortakları onlara: Şüphesiz ki siz, yalancısınız." diye cevap verirler.

Âyet-i kerime’de, dünyada Allah’a ortak koşanların, âhirette ilâhî azabı görünce, ortak koştukları şeylerle ceddeleşeceklerini, her iki tarafın birbirlerini suçlayacaklarını beyan etmektedir.

Başka âyet-i kerimelerde de, Allah’a ortak koşan kimselerle, ortak koştukları şeylerin, âhirette birbirlirine nasıl düşman kesilecekleri beyan edilerek şöyle buyuruluyor: "Allah’ı bırakıp ta kendilerine kıyamet gününe kadar hiçbir cevap vermeyecek şeylere tapanlardan daha sapık kimdir? Halbuki tapındıkları şeyler, onların yalvarmalarından habersizdirler." "Kıyamet günü, insanlar, hesap vermek üzere toplandıkları zaman, dünyada tapındıkları şeyler kendilerine düşman kesilir ve onların, kendilerine yaptıkları ibadeti tanımazlar. Ahkaf Sûresi, âyet: 5-6

87

O gün müşrikler, Allah’a teslim olup boyun eğerler. Uydurdukları şeyler onlardan uzaklaşıp giderler.

Âyette, kıyamet gününde, Tağutlan putlaştıranların, ister istemez Allah’a boyun eğecekleri ve putlaştırdıklan şeylerin, kendilerinden kaçacakları beyan edilmektedir.

Evet o gün, dünyadayken Allah’a eş koşanların, boyun eğip teslim olmaktan başka çareleri yoktur. "Bütün yüzler, Hayy (Ezeli ve ebedi diri), Kayyum (Herşeyin mutlak hakimi olan) Allah’a boyun eğer. Zulüm yüklenen perişan olur." Taha Sûresi, âyet: 11

88

İnkâr eden ve Allah'ın yolundan alıkoyanlara, bozgunculuk yapmaları sebebiyle azabı kat kat artırırız.

Müfessirler, âyette, artırılacak olan azabın, Hurma ağacı kadar dişleri olan akrepler, deve gibi yılanlar, arşın altından akan beş azap nehiri v.b. şeyler olduğunu söylemişler ise de bu azabın gerçek mahiyetini ancak Allah bilir.

89

Kıyamet gününde her ümmetten, kendisi aleyhine bir şahit tutarız. Seni de ey Peygamber, şu ümmetine karşı şahit getiririz. But sana, herşeyi açıklayan, hidâyet rehberi, rahmet kaynağı ve Müslümanlar ıçm bir müjde olan Kur’an’ı indirdik.

Allahü teâlâ kıyamet gününde, her ümmete göndermiş olduğu Peygamberi şahit tutup ona, ümmetinin, davetine karşı ne cevap verdiğini soracağını, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) i de ümmetine karşı şahit kılarak, ümmetinin, kendisine karşı ne cevap verdiğini soracağını beyan ediyor ve Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) e indirilen Kur'an-ı Kerimin, helal, haram, Hak, bâtıl ve geçmiş ve gelecek şeylere ait haberleri beyan ettiğini bildirerek bu kitabın, insanları doğru yola ileten bir hidâyet ve rahmet rehberi olduğunu açıklamaktadır. Kur’an’ın, aynı zamanda mü’minler için bir müjde olduğu ifade edilmektedir. Zira Kur'an, Allah’a boyun eğip itaat edenlere, âhirette büyük mükâfaatlar verileceğini müjdelemektedir.

90

Şüphesiz ki Allah, adaletli davranmayı, iyilikte bulunmayı ve akrabalara yardım etmeyi emreder. Fuhşu, kötülüğü ve zulmü yasaklar. Allah sizlere, düşünmeniz için öğüt verir.

Âyet-i kerime, "Adeletli davranma" "İyilikte bulunma" ve "Akarabaya yardımda bulunma" gibi üç temel esasın yerine getirilmesini istemekte, buna mukabil, hayasızlık, kötülük ve Zulüm gibi üç temel fenalığı da men etmektedir.

Abdullah b. Mes'ud, bu âyet-i kerime hakkında "Bu âyet, Kuranın en manidar âyetidir." demektedir.

Âyet-i kerime’de zikredilen bu emir ve yasaklan şöylece açıklamak mümkündür:

Adalet: Taberi, adaletten maksadın, "İnsaflılık" olduğunu söylüyor ve şöyle diyor: "Bize çeşitli nimetler veren Allah’ı tanımamız, nimetlerine karşı ona şükretmemiz ve ona hamdetmemiz "İnsaflılıktır" Bu itibarla Tağut ve Putları övmek, onlara tapmak, bizlere herhangibir fayda ve zarar veremeyen bu şeylere boyun eğmek insafsızlıktır, adaletsizliktir. İşte bu sebepledir ki, Abdullah b. Abbas, buradaki Adaleti "Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına şehadet etmektir." şeklinde izah etmiştir.

İslamî idarenin, Adalet esası üzerine kurulduğu şüphesizdir. Bu hususta Allahü teâlâ diğer bir âyette de şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler, Allah için Hakkı ayakta tutanlar ve adaletle şahitlik yapanlar olun. Bir kavme olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevketmesin. Adaletli olun. Çünkü o, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. Mâide Sûresi, âyet: 8

Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de, Allah'ın gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde Allahü teâlânın, bir kısım insanları gölgelendireceğini beyan ederken "Adaletli davranan İmamı (İslam Devletinin Başkanını) bu gölgelendirileceklerin birincisi olarak zikretmiştir... Bkz. Buhari, K. el-Hudûd. bab: 19 / Müslim, K. ez-Zekât, bab: 91 Hadis No: 1031

İyilikte bulunmak:

Taberi diyor ki "Burada geçen "İyilik"ten maksat, Allah'ın emrettiklerini yapmakta, yasakladıklarından kaçınmakta sabırlı olmak, sıkıntılı zamanlarda da geniş zamanlarda da, sevilen hususlarda da sevilmeyen hususlarda da Allah’a itaat etmek ve buna gayret göstermektir. Bu sebepledir ki buradaki "İyilikte bulunmak" ifadesi "Allah'ın farzlarını eda etmek" şeklinde izah edilmiştir.

Süfyan b. Uyeyne'ye göre buradaki "İyilik yapmak"tan maksat, kişinin iç âleminin, dış görünüşünden daha güzel olmasıdır. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) e Cibril Hadisinde:

İhsan (İyilikte bulunmak) nedir? diye sorulduğunda.

Senin, Allah’ı görüyormuşçasına ona ibadet etmendir. Sen onu görmesen de o seni görmektedir." diye cevap vermiştir. Bkz. Buhari, K. el-İman, bab: 37 / Müslim, K. el-îman, bab: 5, Hadis No: 9

Akrabaya yardımda bulunmak: Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), akrabalık bağını koparan kişi hakkında bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyurmaktadır:

"Allah'ın, işleyenini, dünyadayken hemen cezalandırmasına en layık olan günahlar, azgınlık yapmak ve akrabalık bağını koparmak günahlarıdır. Allah, bunların işleyen için bir kısım cezaları âhirete bıraksa da... Ebû Dâvûd, K. el-Edeb, bab: 43, Hadis No: 4902 / Tirmizî, K. el-Kıyame, bab: 57 Hadis No: 2511 / İbn-i Mâce, K. ez-Zühd, bab: 23, Hadis No: 4211

Fuhuş: Burada, kaçınılması emredilen Fuhuş'tan maksat, Zina etmektir. Allahü teâlâ, bu çirkin fiilin, toplum için çok tehlikeli bir hastalık olduğunu beyan ediyor ve o fiili, değil yapmak, ona yaklaşılmasını dahi yasaklayarak şöyle buyuruyor: "Sakın Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, rezilliktir, kötü bir yoldur." îsrâ Sûresi, Âyet: 32

Kötülük: Buradaki kötülük'ten maksat, Dinen yasaklanmış her şeydir.

Zulüm: Burada ifade edilen Zulüm'den maksat ise, böbürlenmek, haksızlık yapmak ve haddi aşmak demektir.

91

Ahitleştiğiniz zaman, Allah'ın ahdini yerine getirin. Allah’ı kefil tutarak kuvvetlendirdikten sonra yeminleri bozmayın. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızı bilir.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, yapılan muahadelerin, sözleşmelerin ve yapılan yeminlerin, yerine getirilmesini emretmektedir. Zira bir Müslümanın, yaptığı sözleşmeyi tek taraflı olarak bozması, karşı tarafa bir ihanettir. İhanet ise İslam dini tarafından yasaklanmıştır.

Ancak, herhangibir kimsenin hak ve hukukuyla ilgili olmayan, Mesela: "Vallahi yarın falan yere gideceğim." gibi yeminleri, keffaret ödeyerek bozmak caizdir.

92

Kendileriyle ahitleştiğiniz ümmetten, sayıca daha üstün olan diğer bir ümmetle iyi geçinmek için, yeminlerini aldatma vasıtası yaparak, ipliğini sağlam eğirip te sonra onu söküp bozan şaşkın kadın gibi olmayın. Allah, sizi bununla imtihan eder. Şüphesiz ki o, kıyamet gününde ihtilaf ettiğiniz şeylerin gerçek yüzünü size açıklayacaktır.

Mücahid, bu âyet-i kerime’yi şöyle izah etmektedir: Cahiliye döneminde insanlar birbirleriyle muahede yapıp taraftarlar edinirlerdi. Muahadeyi yaptıktan sonra, kendileriyle muahade yaptıkları topluluklardan daha güçlü ve sayıca da daha çok olanlarını bulunca, öncekilerle olan muahadelerini bozup o güçlü ve sayıca çok olanlarla muahade yaparlardı. Böylece, kendileriyle daha önce muahaade yaptıkları insanları, Allah’a söz verdikleri halde aldatmış olurlardı. Allahü teâlâ onların bu hallerini, ipliğini iyice eğirdikten sonra onu tekrar çözen kadının haline benzetmiştir. Ve Müslümanlara, yaptıkları mauhadeyi, başkalarına yaranmak için bozmamalarını emretmiştir.

Katade, Dehhak ve İbn-i Zeyd, âyet-i kerime’yi bu şekilde izah etmişlerdir.

İbn-i Kesir ise bu âyet-i kerime’yi şöyle izah etmektedir: "Sizler bir ümmeti, kendinizden daha güçlü gördüğünüz zaman onları kendinize güvendirmek için onlarla muahade yapıyor sonra da ihanet etme imkânı bulunca anlaşmanızı bozup onlara ihanet ediyorsunuz. Bunu yapmayın. İpliğini sağlamca eğirdikten sonra onu çözen kadın gibi olmayın. Nitekim Kureyşliler, Resûlüllah’a karşı böyle yapmışlardır.

İbn-i Kesir diyor ki: "Allah, mü’minlere, güçlü olan düşmanlarıyla yapmış oldukları muahadeyi, imkân bulunca tek taraflı olarak bozmayı yasaklamıştır. Güçlü olan düşmanla yapılan muahadenin durumu böyle olunca, zayıf olan düşmanla yapılan muahadenin de tek taraflı olarak bozulamayacağı muhakkaktır.

93

Eğer Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat Allah dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola sevkeder. Şüphesiz ki kıyamet gününde yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz.

Ey insanlar, eğer rabbiniz dileseydi, sizleri tek bir ümmet yapardı da ihtilafa ve ayrılığa düşmezdiniz. Fakat Allah, sizleri çeşitli ümmetlere ayırdı. Bazılarınız iman etti bazılarınız da kâfir oldu. Allah, sizlerin hepinizin, amellerinizden dolayı hesaba çekecek, itaat edene sevabını, isyan edene de cezasını verecektir.

94

Yeminlerinizi aranızda aldatma vasıtası yapmayın. Sonra sağlamca basan ayak kayar. Allah'ın yolundan alıkoymanız sebebiyle, dünyada kötülüğü tadarsınız. Ahirette de sizlere büyük bir azap vardır.

Ey insanlar, yeminlerinizi aranızda, birbirinizi aldatma vasıtası yapmayın. Aksi takdirde güven içindeyken güvensizliğe düşersiniz. Emniyette iken tehlikeye girer helak olursunuz. Yeminlerinizi bozmanız sebebiyle, insanların, Allah’a ve Peygamberine iman etmelerine engel olmanız yüzünden, Allah'ın, sizin için hazırlamış olduğu azabı tadarsınız. Ahirette ise size cehennem azabı vardır.

Âyet-i kerime’de geçen "Sağlamca basan ayak kayar" ifadesi, emniyet içindeyken tehlikeye girmek, doğru yolda iken yolunu şaşırmak anlamına gelir. Mesela: "Falanın ayağı kaydı." demek "Kötü duruma düştü" demektir.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de mü’minleri, yaptıkları yeminlere bağlı kalmaya davet etmekte ve yeminlerini, bir kısım insanları aldatmak için vasıta yapmaktan sakındırmaktadır. Aksi takdirde, insanlar arasındaki güvenin sarsılacağını ve istikrarsızlığın hâkim olacağını ve Mü’minlerin, yeminlerini bozmaları neticesinde kâfirlerin de onlara güvenmeyerek İslama girmekten kaçınacaklarını, böylece mü’minlerin, insanları, Allah'ın yolundan alıkoymuş olacaklarını beyan etmektedir. Bunun cezası ise dünyada perişan olmak ahirette de büyük bir azaba uğramaktır.

95

Allah’ın ahdini basit değerlerle değişmeyin. Eğer bilirseniz. Allah katındaki, sizin için daha hayırlıdır.

İman ettiğinize dair Allah’a verdiğiniz sözü, sakın, az bir maddi değer karşılığında satmayın. İmandan çıkıp, geçici dünya menfaatlari için inkâra sapmayın. Zira, dünya menfaatleri pek değersiz, Allah katında bulunan mükâfaatlar ise, değeri biçilemeyecek kadar büyüktür. Ve sizin için daha hayırlıdır. Yeter ki siz, bu iki nimetin mukayesesini yapabilin.

96

Sizin elinizdeki şeyler sonunda biter. Allah'ın katındakiler ise tükenmez. Şüphesiz ki sabredenleri, yaptıklarının en güzeliyle mükâfaatlandıracağiz.

Ey insanlar, sizin, dünyada sahibolduğunuz şeyler, ne kadar çok olursa olsun, gelip geçicidir, birgün bitiverir. Allah'ın, kendisine itaat eden kullarına verdiği nimetler ise sonsuzdur, bitip tükenmez. O halde bitip tükenmeyen nimetleri kazanmaya çalışın. Gelip geçici olan nimetlere aldanmayın. Şüphesiz ki biz, çeşitli darlık ve sıkıntılara karşı sabredenleri, yaptıklarının en güzeliyle mükâfaatlandıracağız. Kötülüklerini ise bağışlayacağız.

97

Erkek olsun kadın olsun, her kim, mü’min olarak salih amel işlerse şüphesiz ki onu, sıkıntısız, güzel bir hayat içinde yaşatacağız. Bunları, yaptıklarının en güzeliyle mükâfaatlandıracağız.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, salih amel işleyen mü’min kullarına, dünyada güzel bir hayat, ahirette de en güzel mükâfaatları vereceğini vaadediyor.

Burada zikredilen salih arael'den maksat, Allah'ın kitabı ve Resûlüllah’ın sünnetine uygun olan ameldir. "Güzel bir hayat" dan maksat da, bütün yönleriyle rahat bir hayattır.

Burada zikredilen "Güzel hayat" Abdullah b. Abbas tarafından "Helal rızık" Hazret-i Ali tarafından "Kanaat" Ali b. Ebi Talha tarafından "Saadet" Mücahid ve Katade tarafından "Cennet" Dehhak tarafından "Helal rızık ve ibadet" şeklinde izah edilmiştir.

İbn-i. Kesir ise "Güzel hayat'ın" bütün bu izah edilenleri kapsadığını söylemiştir.

Taberi de buradaki "Güzel Hayaf'ın "Kanaat" olduğu görüşünü tercih etmiştir.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:

"Şüphesiz ki Müslüman olan, ihtiyacı kadarıyla rızıklandinlan ve Allah'ın, kendisine verdiği ile kanaat eden kimse kurtuluşa ermiştir. Müslim, K. ez-Zekât bab: 125, Hadis No: 1054 /İbn-i Mâce, K. ez-Zühd, bab: 9, Hadis No: 4138 / Ahmed b. Hanbel, Müsned, C: 6, S: 19

98

Ey Peygamber, Kur'an okumak istediğin zaman, Allah'ın rahmetinden kovulmuş olan Şeytandan Allah’a sığın.

Allahü teâlâ bu âyet-i Celilede, Resûlüllah’a, Kur'an okumaya başlarken "Eûzübillahimineşşeytanirracîrn" (Kovulmuş Şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım) demesini emrediyor.

Taberi, Kur'an okumaya başlarken "Eûzübillahimineşşeytanirracîm" (Kovulmuş Şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım) demenin mendup olduğu hakkında ittifak edildiğini zikretmektedir.

Şeytanın şerrinden kaçınılarak Allah’a sığınılmasının emredilmesinin hikmeti, O Şeytanın iyilikten anlamaz olması ve insanoğlunun helakinden başka birşeye razı olmamasıdır. Halbuki insanlar, aynı cins yaratıklar olmaları sebebiyle birbirlerine yakındırlar ve birbirlerine karşı hoşgörülüdürler. İşte bu sebeplerdir ki Allahü teâlâ, "Kur’an’ı okumak istediğin zaman, Allah'ın rahmetinden kovulmuş olan Şeytandan Allah’a sığın." buyurmuştur.

Bu hususta Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) den de çeşitli Hadis-i Şerifler Rivâyet edilmektedir. Peygamberimiz bu Hadis-i Şeriflerinden birinde şöyle buyuruyor:

"Allah'ın huzurundan kovulmuş olan Şeytanın kışkırtmasından, gururlandırmasından ve vesvesesinden, herşeyi işiten ve bilen Allah’a sığınınm. Ebû Davûd, K. es-Salah bab: 20, Hadis No: 775 / Tirmizî, k. Mevakit, es-Salah, bab: 65, Hadis No: 242 / İbn-i Mâce, K. İkametüssalah, bab: 2, Hadis No: 808

Muaz b. Cebel diyor ki:

"İki kişi Resûlüllah'ın yanında birlerine hakaret ettiler. Onlardan biri o derece kızdı ki, ben, öfkesinden, onun burnunun patlayacağını zannettim. Bu durumu gören Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Ben, bir kelime biliyorum ki o, bunu söylecek olsa öfkesi gidecektir." Ben: "O kelime nedir Ya Resûlallah?" diye sordum (Ey Allah’ım, Kovulmuş Şeytanın şeninden sana sığınırım) demendir." buyurdu. Ebû Dâvûd, K. el-Edeb, bab: 4, Hadis No: 4780 / İbn-i Mâce, K. ed-Dâ'vat, bab: 52, Hadis No: 3452

99

Şüphesiz ki, Şeytanın, iman edip rablerine güvenenler üzerinde hiçbir nüfuzu yoktur.

"Şeytanın, mü’minlerin üzerinde nüfuzu yoktur." ifadesi, müfessirler tarafından şu şekilde izah edilmiştir:

Bazılarına göre: "Şeytanın, mü’minlerin üzerinde nüfuzu yoktur" demek, "Şeytanın, mü’minleri, affedilemeyecek bir günaha sürüklemeye gücü yetmez" demektir.

Bazılarına göre ise bu ifade: Şeytanın şerrinden Allah’a sığınana, Şeytanın herhangibir şerrinin dokunamayacağı anlamına gelmektedir.

Diğer

bazılarına göre ise bu ifade, İblisin, ifade ettiği şu ihîaslı kulları kastetmektedir. İşte Şeytanın, bunlara karşı bir nüfuzu sözkonusu değildir. Âyette buyuruluyor ki: "İblis: "İzzet ve şerefine yemin olsun ki, onlardan, ihlasli kulların hariç, bütün insanları yoldan çıkaracağım." dedi Sâd Sûresi, âyet. 82-S3

Bazılarına göre de bu ifadeden maksat, Şeytanın, iman edenlere karşı hiçbir delilin bulunmadığının beyan edilmesidir.

100

Şeytanın nüfuzu, sadece onu dost edinenlere ve onun vesvesesi ile Allah’a ortak koşanlaradır.

Bu âyet-i kerime’de, Şeytanın nüfuzunun kimler için geçerli olduğu açıkça beyan edilmektedir. Bunlar da Şeytanı dost edinip onun peşinden gidenler ve Allah’a ortak koşanlardır.

101

Biz, bir âyeti değiştirip yerine başka bir âyet getirdiğimiz zaman -ki, Allah ne indirdiğini çok iyi bilir- müşrikler, Peygambere "Sen ancak bir iftiracısın." derler. Hayır, onların çoğu bunu bilmezler.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, bir kısım âyetlerin hükmünü kaldırıp neshederek başka âyetleri getirdiğinde, müşrik ve münafıkların, bunu fırsat bilerek Resûlüllahı yalancılıkla ve Allah’a karşı iftirada bulunmakla suçladıklarını bildiriyor ve bunların çoğunun, hiçbirşey bilmeyen cahiller olduklarını beyan ediyor.

Bu âyet-i Celile de, Bakara Sûresinin yüz altıncı âyeti gibi, Kur'an-ı Kerimde mensuh âyetlerin bulunduğunu göktermektedir. Bunlar, âlimler tarafından incelenip açıklanmıştır. Bu konuda daha geniş bilgi için usul kitaplarına başvurulmalıdır.

102

Ey Peygamber, de ki: "Kur’an’ı, Ruhül Kudüs Cebrâil, mü’minlerin imanını pekiştirmek, müslümanlara bir hidâyet rehberi ve bir müjde olmak üzere, rabbinin katından hak olarak indirdi.

Ey Rasûlüm, de ki: "Bu Kur’an’ı Cebrâil, Hak bir kitap olarak indirdi ki, iman edenlerin imanını sağlamlaştırsın da, imanları güçlensin. Müslümanlara doğru yolu gösteren bir rehber ve onlara ilahi nimetleri bildiren bir müjde olsun.

103

Şüphesiz biz, kâfirlerin "Bu Kur’an’ı Muhammede bir adam öğretiyor." dediklerini çok iyi biliriz. Kur’an’ı Muhammede öğrettiğini iddia ettikleri kimsenin dili yabancıdır. Kur'an ise açık, fasih Arapçadır.

Şüphesiz ki biz, şu müşriklerin "Bu Kur'an Allah katından değildir. Bunu Muhammede bir insan öğretiyor." dediklerini çok iyi biliyoruz. Halbuki müşriklerin, Kur’an’ı Muhammede öğrettiğini iddia ettikleri kişi Arap değildir. Kur'an ise apaçık bir Arap diliyle inmiştir. Hiç, Arap olmayan birinin, böyle bir şeyi öğretmesi mümkün müdür?

Müfessirler, müşriklerin, Resûlüllah’a Kur'an-ı Kerimi öğrettiğini iddia ettikleri, Arap olmayan kişiden kimi kastettikleri hususunda şunları söylemişlerdir:

a- Bazıları, Resûlüllah’a Kur’an’ı öğrettiği iddia edilen bu kişinin, Mekkede yaşayan ve Hıristiyan olan Bel'am isimli bir köle olduğunu söylemişlerdir.

b- Bazıları da bu kişi nin, Yeîş isimli bir köle olduğunu söylemişlerdir.

c- Bazıları ise bu yabancı kişinin, Hıristiyan olan Cebir isimli bir köle olduğunu söylemişlerdir.

d- Başka bir gurup Müfessir ise, bunların, Yesar ve Cebir isimli köleler olduklarını ve bunların Tevrat okuduklarını söylemişlerdir.

e- Bazıları da bu kişinin, Selman-ı Farisî olduğunu söylemişlerdir.

Resûlüllah’a Kur'an-ı Kerimi bir insanın öğrettiği iddiası tamamen bâtıl bir iddia ve iftiradır. Zira Kur’an’ı Resûlüllah’a öğrettiği iddia edilen kişiler Arap bile değildirler. Kur'an ise fasih bir Arapça ile indirilmiş bir kitaptır. O dönemde Edebiyat alanında çok ileri gitmiş olan tüm Arap şair ve ediplerini susturmuş bu kimseler Kur'an-ı Kerimin belagat ve fesahati karşısında âciz kalmışlardır. Bütün bu gerçeklere rağmen "Kur’an’ı, Arap olmayan birisi ona öğretiyor." iddiasının hiçbir dayanağı yoktur. Diğer yandan, eğer Kur'an-ı Kerimi Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) e öğreten birisi şâyet bulunmuş olsaydı, o kimse kendi Peygamberliğini iddia eder veya kendisi önder olup birşeyler kazanmaya çalışırdı. Böyle birşey olmamıştır. Bunlar tamamen hayal mahsulü olup kâfirlerin yakıştırmasıdır.

Aslında Kur'an-ı Kerimin belagatı ve fesahati karşısında âciz kalan kâfirler, ona, yeri gelmiş "Sihir" demişler, bazan "Şiir" demişler. Bazan da burada da zikredildiği gibi "O Kur'an, başkaları tarafından ona öğretiliyor." demişlerdir. Bu, onların, Kur'an-ı Kerimin karşısında bocaladıklarının ifadesidir.

104

Şüphesiz ki Allah'ın âyetlerine iman etmeyenleri Allah doğru öyola sevketmez. Onlara, can yakıcı bir azap vardır.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Kur'andan yüzçevireni ve Resûlüllah’a indirdiği âyetlerden gafil olanları ve Allah katından gönderilenlere iman etmeye niyeti olmayanları zorla doğru yola sevketmeyeceğini ve onları yaptıklarıyla başbaşa bırakacağını, âhirette de yaptıklarının karşılığı olarak can yakıcı bir azabın bulunduğunu bizlere bildirmektedir.

105

Yalanı, ancak, Allah'ın âyetlerine iman etmeyenler uydururlar. İşte onlar, yalancıların ta kendileridir.

Allahü teâlâ bu âyet-i Celilede, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) e "Sen ancak bir iftiracısın, Kuranı kendin uydurdun." diyen müşriklere cevap vererek buyuruyor ki: "Yalanı ancak, Allah'ın gönderdiği âyetlere iman etmeyenler uydurur. Peygamber uydurmaz. Zira o iman etmeyenler, yalancılıklarından dolayı cezalandırılacaklarına veya doğru söyledikleri takdirde de sevap kazanacaklarına inanmazlar. İşte yalancılar onlardır.

106

Kalbi imanla huzura kavuşmuş olduğu halde inkâra zorlanan hariç, kim imar. ettikten sonra Allah’ı inkâr eder, kalbini inkâra açık tutarsa Allah'ın gazabı onların üzerindedir. Bunlara büyük bir azap vardır.

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Bu âyet-i kerime, Ammar b. Yâsîr hakkında nazil olmuştur."

Müşrikler Mekkede Amman, babası Yâsir'i ve annesi Sümeyye'yi, iman etmelerinden dolayı yakalamışlar ve onları inkâra zorlamak için çeşitli işkenceler yapmışlardır. Ammann annesi Hazret-i Sümeyye, ayaklarından iki ayrı Deveye bağlanmış ve "Sen, Müslüman erkeklere göz dikerek Müslüman oldun." demişler ve ona çeşitli işkenceler yaptıktan sonra onu develere sürükletmişler ve edep mahalline mızrak saplayarak şehit etmişlerdir. Ammann babası Yâsir de işkenceler sonunda şehit olmuştur. Bunlar İslamın ilk şehitleridirler.

Ammar ise işkencelere dayanamayarak, kalbi imanla dolu olduğu halde, diliyle, müşriklerin istediklerini söylemiştir. Bunun üzerine Resûlüllah’a "Ammar inkâr etti." haberi getirilmiş Resûlüllah da şöyle buyurmuştur: "Hayır olamaz, Ammar, tepesinden tırnağına kadar imanla doludur. İman onun kalbine işlemiştir." Nihâyet Ammar ağlayarak Resûlüllah'ın huzuruna gelmiş, Resûlüllah da ona "Kalbini nasıl buluyorsun?" diye sormuş o da "İmanla dolu buluyorum." demiştir. Resûlüllah da ona "Sana aynı şeyi yaparlarsa sen de aynı şekilde davran." buyurmuştur.

107

Bunun sebebi, dünya hayatını âhirete tercih etmeleri ve Allah'ın, kâfirleri doğru yola sevketmemesidir.

Kâfirlerin uğradıkları bu büyük azabın sebebi, dünya hayatının geçici zevklerini, âhiretin devamlı nimetlerine tercih etmeleri ve Allah'ın, kâfirleri hidâyete erdirmemesidir.

108

İşte Allah'ın, kalblerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimseler bunlardır. İşte bunlar, gafîllerin ta kendileridir.

İşte Allah, bunların kalblerini mühürlemiştir, iman etmezler. Kulaklarını sağırlaştirmıştır hakkı işitmezler. Gözlerini kör etmiştir Allah'ın delillerini görüp ibret almazlar. İşte bunlar, Allah'ın, kendilerine hazırladığı azaptan gafil olan insanlardır.

109

Şüphesiz ki bunlar, âhirette de hüsrana uğrayacaklardır.

Şüphesiz ki bu, kalbleri, gözleri ve kulakları mühürlenen kimseler, âhirette de hüsrana uğrayacaklardır.

110

Ey Rasûlüm, şüphesiz ki rabbin, mihnete uğratıldıktan sonra hicret eden ve işkencelere sabredenleri affeder. Bunlardan sonra muhakkak ki rabbin, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.

Allahü teâlâ bu âyet-i Celilede, Mekkede müşrikler tarafından ezilen ve dinden dönmeleri için çeşiü fitneler sürüklenen raustaz'af bir sınıfı zikretmektedir. Bunlar, ailelerini, mallarını, mülklerini terkederek Allah yolunda hicret etmişler, mü’minlerle birlikte kâfirlere karşı cihad etmişler ve metanet göstermişlerdir. İşte bu sebeple Allahü teâlâ, daha önce içine düştükleri fitneden dolayı onları affettiğini ve onlara merhamet ettiğini beyan etmektedir.

Âyet-i Celilede, hicret, Cihad ve metanetin, günahları silen birer vasıta olduklarına dikkat çekilmektedir.

111

Kıyamet günü herkes gelip kendisini müdafaaya çalışacak ve herkese, yaptıklarının karşılığı verilecek, kimseye zulmedılmeyecektir.

Kıyamet gününde kimsenin kimseyi savunmaya gücü yetmeyecektir. Allah'ın, şefaatçi olma izni verdiği kimseler hariç, kimsenin kimseye faydası dokunmayacak, bilakis herkes en yakın akrabasından dahi uzaklaşmayı tercih edecektir.

Bu hususta diğer âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: "O gün insan, kardeşinden, anne ve babasından, karısından ve çocuklarından kaçar. O gün herkesin kendisine yetecek kadar derdi vardır.

112

Allah bir ülkeyi misal verdi. Bu, emin, huzurlu, rızkı her taraftan bol bol gelen bir ülkeydi. Ne var ki bu ülkenin halkı, Allah'ın nimetlerine nankörlük etti. Bu yüzden Allah onlara, yaptıklarına karşılık korku ve açlık ızdarabını tattırdı.

Taberi, âyte-i Celilede misal verilen, bu ülkeden Mekke'nin kastedildiğini söylemekte ve şöyle demektedir: "Mekke güven içinde olan ve istikrarlı bir hayata sahibolan bir ülkeydi. Zira Araplar birbirlerine saldırarak, birbirlerini öldürüp esir alırlarken Mekkeye kimse saldırmaz orayı kutsal kabul ederek oranın halkına karşı savaş açmazlardı. Oranın halkının, çevresinde yaşayan Bedevilerde olduğu gibi bir kısım mer'a ve otlaklara ihtiyacı yoktu. Zira onlara rızıkları her taraftan bol bol geliyordu. Ayrıca Allahü teâlâ Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) i oraya Peygamber olarak gönderince Mekkeye en büyük nimeti lütfetmiş oldu. Ne var ki Mekke müşrikleri, Allahü teâlânın bu nimetlerine karşı nankörlük ettiler. Resûlüllah’a çeşitli işkenceler yapmaya giriştiler. Bunun üzerine Allahü teâlâ da onlara belalar gönderdi. Kıtlık yılları yaşadılar, açlığa düştüler. Öyleki leş, kemik ve Deve yünlerini dahi yemek zorunda kaldılar. Ayrıca onların kalblerine, Resûlüllah’ın müfrezelerinin baskın yapacakları korkusunu saldı.

113

Şüphesiz ki onlara, kendilerinden Peygamber geldi. Ancak onlar onu yalanladılar. Bu sebeple onlar zulümlerine devam ederlerken azap kendilerini yakalayıverdi.

Taberi, bu âyet-i Celileyi şöyle izah etmektedir: "Mekkelilere kendi içlerinden, soyunu ve doğruluğunu bildikleri Muhammed, Peygamber olarak geldi. Fakat Mekkeliler onu yalanladılar. Allah tarafından Peygamber olarak gönderildiğine inanmadılar. Bunun üzerine onları açlık, huzursuzluk ve güvensizlik azabı yakaladı. Ayrıca ileri gelenleri Bedir savaşında öldürüldüler.

Âyet-i kerimeler izah edilirken belli kişi ve yerlerin adlan geçtiği için bunlara göre izahlar yapılsa da, Kur'an-ı Kerimin hükmünün kıyamete kadar bakî olması sebebiyle bu izahların da sadece o belli yer ve isimlere hasredilmeyip genel bir şekilde yorumlanmaları gerekir. Demek oluyor ki kendilerine gönderilen Peygamberleri yalanlayan her zalim ülkenin akıbeti hüsrandır.

114

Allah'ın size rızık olarak verdiği helal ve temiz şeylerden yeyin. Eğer yalnız Allah’a ibadet ediyorsanız, Allah'ın nimetlerine şükredin.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, mü’min kullanım helal ve temiz olarak vermiş olduğu rızıklardan yemelerini ve buna karşılık kendisine şükretmelerini, zira nimetleri lutfedenin, kendisine şükredilmeye layık olduğunu beyan ediyor.

Taberi, bundan sonra gelen âyeti de gözönünde bulundurarak âyet-i kerime’yi şöyle izah ediyor: "Ey insanlar, Allah'ın size rızık olarak verdiği hayvanlardan helal olan ve usulüne uygun olarak kesilenlerin etlerinden yeyin. Şâyet sizler, rabbinize hakkıyla kullak ediyorsanız, Allah'ın size vermiş olduğu bu nimetlere karşı ona şükredin.

115

Allah, sizlere yalnız leşi, kanı, domuz etini bir de Allah’tan başkası adına kesilenleri haram kıldı. Bir kimse mecbur kalır, zururet haddini aşmadan ve başkalarının hakkına tecavüz etmeden bunlardan yer ise ona günah yoktur. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

Âyet-i kerime, yenmesi haram olan şeylerin bir kısmını zikretmekte, açlık sebebiyle mecbur kalan kimsenin ise, zaruret miktarını aşmadan ve başkasının hakkına tecavüz etmeden bunlardan yemesine ruhsat verildiğini beyan etmektedir. Bu konuyla ilgili hükmüler, Mâide Sûresinin üçüncü âyetinde geniş olarak izah edilmiştir. Daha geniş bilgi için oraya bakılabilir.

116

Dilinizin alıştığı yalanlarla "Bu helaldir." "Bu haramdır" demeyin. Aksi halde bu sözlerinizle Allah’a yalan isnad etmiş olursunuz. Şüphesiz ki Allah’a yalan isnad edenler, hiçbir zaman kurtuluşa eremezler.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, insanların, kendi heva ve heveslerine göre, hiçbir delile dayanmadan, herhangibir şeyin helal veya haram olduğunu söylemeye haklarının olmadığını, zira herhangibir şeyin helal veya haram olduğunu beyan etmenin, ancak onları yaratan Allah’a ait olduğunu, aksini iddia edenlerin ise, Allah’a iftiralarda bulunarak asla kurtuluşa eremeyeceklerini bildirmektedir.

İbn-i Kesir bu âyet-i izah ederken şöyle diyor: "Herhangibir şer'î delile dayanmadan bir bid'at icadeden veya Allah'ın helal kıldığı bir şeyi haram sayan yahut, Allah'ın haram kıldığı bir şeyi helal sayan insanlar da bu âyetin kapsamına girerler.

117

Bu, dünyada az bir geçimliktir. Ah ir ette de onlara can yakıcı bir azap vardır.

Helali haram, haramı da helal sayarak Allah hakkında yalan uyduranlar için dünyada az bir geçimlik vardır. Bunların âhiretteki cezaları ise can yakıcı bir azaptır.

118

Ey Peygamber, daha önce sana anlattığımız şeyleri Yahudilere haram kılmıştık. Biz onlara zulmetmemiştik fakat onlar, kendi kendilerine zulmetmişlerdi.

Bu âyet-i kerime’de zikredilen "Yahudilere haram kılınan şeyler" En'am Sûresinin şu âyetinde beyan edilmektedir: "Biz, Yahudilere tırnaklı her hayvanı haram kıldık. Onlara sığır ve davarın sırt, bağırsak ve kemik yağlarının dışında iç yağlarını da haram kıldık. Aşın gitmelerinden dolayı, onları bu şekilde cezalandırdık. Şüphesiz ki biz, doğruyuzdur." En'am Sûresi, âyet: 146

119

Sonra şüphesiz ki rabbin, bilmeden günah işleyip ardından tevbe eden ve kendilerini düzeltenleri bağışlar. Bunlardan sonra rabbin, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

Allahü teâlâ bu âyet-i Celilede, mü’minlerin günahkârlarını, tevbe etmeleri halinde nasıl affedeceğini ve onlara merhametli davranacağını beyan etmektedir.

Âyet-i kerime’den anlaşılmaktadır ki, esas mesele, kulun iman etmesi ve hatalarım idrak ederek işlediği günahlardan vazgeçmesidir. Kul böyle olduğu müddetçe ona Allahü teâlânın af ve merhamet kapısı daima açıktır.

120

Bak. Âyet 121.

121

Şüphesiz ki İbrahim, Allah'a boyun eğen, hakka yönelen bir ümmetti. (Önderdi) Hiçbir zaman müşriklerden olmadı. Rabbinin nimetlerine şükrederdi. Allah onu Peygamber seçti ve doğru yola sevketti.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Hazret-i îbrahimin dini olan Hanif dinine bağlı olduklarını iddia eden ve Allah’a ortak koşan müşriklere, Hazret-i fbrahimin, Allah’a itaat eden, hakka yönelen bir önder olduğunu, hiçbir zaman müşriklerden olmadığını beyan ediyor ve onların bâtıl iddialarını çürütüyor.

Âyet-i kerime’de, Hazret-i İbrahim bir "Ümmet" olarak vasıflandırılıyor. Alimler, "Ümmet" sıfatının ne mânâya geldiği hususunda şu izahları yapıyorlar:

İbrahim bir ümmetti. Yani, kendisine tabi olunan bir önderdi. Veya,O, doğru yola sevkeden bir önderdi. Yahut, İbrahim, hayrı öğreten bir muallimdi, veya, İnsanlara dinlerini bildiren bir öğretmendi. Yahut, Kendisi tek başına bir ümmetti. Zira o, bir ümmet kadar güçlüydü. Veya,Sadece o iman etmişti. Diğer bütün insanlar ise mü’min değillerdi.

122

Biz, dünyada İbrahime iyilik verdik. Şüphesiz ki o, âhirette de salih kimselerdendir.

Hazret-i îbrahime dünyada verilen iyiliğin ne olduğu hususunda Taberi şöyle diyor: "Bu ifade "Biz ona dünyada güzel bir hatıra ve dillerde dolaşan güzel bir öğüt verdik" demektir.

İbn-i Kesir ise bu ifadenin anlamının: "Biz İbrahime dünyada bir mü’minin temiz hayatını mükemmel bir şekilde yürütebileceği bütün dünya nimetlerini verdik" demek olduğunu söylemiştir.

123

Ey Peygamber, sonra sana: "Hakka yönelen, müşriklerden olmayan İbrahimin dinine tâbi ol' diye vabyettik.

Allahü teâlâ bu âyît-i kerime’de, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)in, kendisinden önce Peygamber olar?k gönderilen Hazret-i İbra ıimin Hanif dinine tâbi olduğunu, bu itibarla Hazret-i İbrahimin dinine tâbi olduklarını iddia edenlerin, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)e de tâbi olmaları gerektiğini beyan etmektedir. Zira Hazret-i İbrahim, hiçbir zaman müşriklerden olmamıştı. Şirk yolunu tutanlar da hiçbir zaman, İbrahimin dininûen olamazlar.

124

Cumartesi gününe hürmet etme, sadece, onda ihtilaf eden Yahudilere farz kılındı. Şüphesiz ki rabbin kıyamet gününde, ihtilaf ettikleri hususlarda aralarında hükmedecektir.

Yahudiler Cuma gününe saygı göstermeyi bırakıp Camartesi gününü kutsallaştırmışlar daha sonra da Cumartesi gününde avlanma gibi bazı işleri yapmanın haram veya helal olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. İşte bu âyet-i kerime onların bu davranışlarına işaret etmekte ve cumartesi gününün kutsallığının sadece Yahudileri bağlayan bir hüküm olduğunu, buna uymayan Ümmet-i Muhammedin sonımlu olmadığını, zira Ümmet-i Muhammed için asıl kutsal olan cuma gününün seçildiğini beyan etmektedir. Cuma gününde Müslümanlar biraraya gelerek topluca ibadetlerini yaparlar, bundan dolayı Yahudilerin, Müslümanlara söyleyecek hiçbir şeyleri yoktur.

Allahü teâlâ âyet-i kerime’nin sonunda, Yahudilerin cumartesi günü yasağı gibi ihtilaf ettikleri meselelerin asıl hükmünü kıyamet gününde vereceğini bildirmektedir.

Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) cuma gününün mü’minler için haftanın mukaddes bir günü olduğu hususunda şöyle buyuruyor:

"Biz, en son gelen bir ümmetiz. Kıyamet günü ise en önde bulunanlar olacağız. Ancak geçmiş her ümmete kitap bizden önce verilmiştir. Bize ise onlardan sonra verilmiştir. Sonra Allah'ın bize farz kıldığı bu gün (Cuma günü) Allah'ın bize göstermiş olduğu bir gündür. Bugünde insanlar bize tâbidir. Yann (Cumartesi) Yahudiler ertesi gün (Pazar) de Hristiyanlar." Müslim, K. el-Cuma, bab: 19 Hadis No: 855 Diğer bir Rivâyette de Hadis-i Şerifin sonu şöyledir:

"...Ehl-i kitaba farz kılınan gün işte bugündür (Cuma günüdür) Fakat onlar onun hakkında ihtilafa düştüler. Bize ise onu Allah gösterdi, bu sebeple ehl-i Kitap cuma gününde bize tabidirler. Yann Yahudiler, ertesi gün de Hıristiyanlar. Müslim, K. el-Cuma, bab: 19 Hadis No: 855

125

Ey Peygamber, insanları rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et. Onlarla en uygun şekilde mücadele et. Şüphesiz ki rabbin, yolundan sapanı da çok iyi bilir. Doğru yolda yürüyenleri de çok iyi bilir.

Ey Rasûlüm, insanları, rabbinin yolu olan İslam şeriatına, hikmetlerle dolu olan Kur'an'la, delillerle ve güzel ibadetlerle davet et. Sen onlarla en güzel yollarla tartışma yap. Şüphesiz ki rabbin olan Allah, yolundan sapan kimseyi de çok iyi bilir hidâyete kavuşup hak yola gidenleri de çok iyi bilir.

Taberi, âyet-i kerime’de zikredilen "Hikmet"den maksadın, "Allah'ın kitabı ve Resûlüllah’ın sünneti" olduğunu, "Güzel öğüt"den maksadın ise, "Allah'ın beyan ettiği deliller ve ibret alınması gereken hadiseler" olduğunu söylemiştir.

Buna göre âyetin mânası: "Ey Rasûlüm, sen, rabbinin yoluna, Allah'ın kitabı, Resulünün sünnetiyle ve Allah'ın beyan ettiği delil ve öğütlerle davet et" şeklindedir.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, davetçinin, hikmetle hareket eden, güzel öğüt veren ve muhataplar için en uygun yolu seçen bir kimse olmasını emrediyor ve onun, bu yolda, usanmadan çalışmasını tavsiye ediyor.

Allahü teâlâ, Hazret-i Mûsa ve kardeşi Hazret-i Harunu "Rab"lık iddia eden Firavuna gönderirken, onların, Firavuna nasıl tebliğde bulunmaları gerektiğini beyan ederek şöyle buyuruyor: "İkiniz de Firavuna gidin. Çünkü o azdı". "Öğüt alacağını veya korkacağını umarak ona yumuşak söz söyleyin. Tâhâ Sûresi, âyet: 43-44

126

Ceza verirken, size verilenin aynıyla karşılık verin. Yemin olsun ki, eğer sabrederseniz bu, sabredenler için daha hayırlıdır.

Alimler bu âyet-i kerime’nin mensuh olup olmadığı hususunda şunları söylemişlerdir.

a- Bazıları: "Bu âyet-i kerime, düşmanlar tarafından müslümanlara işkence yapılarak öldürülmeleri halinde onların da düşmanlarına aynı işkenceleri yaparak öldürebilecekelerine izin vermekte, bundan sonra gelen âyet-i kerime ise, işkence yaparak öldürmeyi yasaklamakta ve bu âyet-i kerime’yi neshetmektedir" demişlerdir. Şöyle ki, Resûlüllah ve sahabileri Uhud savaşında, Hazret-i Hamza ve onun gibi şehit olanların düşmanlar tarafından uzuvlarının kesildiğini görünce: "Allah’a yemin olsun ki Allah bize zafer nasibederse biz de düşmanlara bu yapılanlardan daha fazlasını yapacağız" demişlerdir. Bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş, düşmana yapılacak işkencelerin, müslümanlara yapıldığı kadar yapılmasına izin vermiş, bundan sonra gelen âyet-i kerime ise işkenceyi yasaklamış ve sabredilmesini emretmiştir.

b- Bazıları da "Bu âyet-i kerime, savaşı ilk olarak müslümanların başlatmamasını, ancak, kendilerine savaş açıldığı takdirde aynıyla mukabele etmelerini emretmektedir. Ancak Tevbe Sûresinin beşinci âyetinde "Mukaddes olan haram aylar çıkınca müşrikleri nerede bulursanız öldürün" buyurularak Müslümanların savaşı başlatmalarına izin verilmiş ve bu âyetin hükmü neshedilmiştir" demişlerdir. Abdullah b. Abbas bu görüştedir.

c- Bazıları ise "Bu ve bundan sonra gelen âyetten maksat, herhangi bir zulme uğrayanın, kendisine haksızlık yapan kimseyi, zulmettiği kadarıyla cezalandırabileceğini, intikam duygusuyla hareket ederek cezalandırmada ileri gidemeyeceğini beyan etmektedir" demişlerdir. İbn-i Sirîn, Süfyan es-Seviî ve Mücahid bu görüştedirler. Bunlara göre âyet-i kerime mensuh değildir.

* Şa'bî ve İbn-i Güreye bu âyet-i kerime’nin nüzul sebebi hakkında şöyle demişlerdir: "Uhut savaşında müşrikler, Hazret-i Hamza ve diğer Müslümanlardan öldürdükleri kimselerin vücutlarının çeşitli uzuvlarını kesip parçalamışlardır. Bunu gören Müslümanlar: "Yemin olsun ki Allah bizi onlara galip getirdiği zaman biz de onlara şöyle şöyle yapacağız" demişler ve bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş, cezaların aynen karşılığının verilebileceğini, bununla beraber yapılan ezaya aynıyla mukabele etmeyip affetmenin daha faziletli olacağını beyan etmiştir. Zira bu takdirde cezayı verme işi Allah’a havale edilmiş olur. Allah'ın ise daha âdil ceza vereceği muhakkaktır". Taberi de bu görüşü tercih etmiştir.

127

Bak. Âyet 128.

128

Ey Peygamber, sabret. Sabretmen ancak Allah'ın lütfuyladir. Onlara karşı üzülme. Kurdukları tuzaklardan sıkıntıya düşme. Şüphesiz ki Allah, kendisinden korkanlarla ve iyilikte bulunanlarla beraberdir.

Ey Rasûlüm, Allah yolunda sana yapılan eziyetlere karşı sabret. Senin sabretmen, ancak Allah'ın yardımıyîadir. Seni yalanlayan ve sana gelenleri inkâr eden şu müşrikler için üzülme. İnsanları Allah'ın yolundan alıkoymak için başvurdukları çeşitli hile ve desiselerden dolayı sıkıntıya düşme. Zira Allah, kendisinden korkan ve iyilikte bulunan siz mü’minlerle beraberdir. Onun yardımı ve desteği sizin yanınızdadır.

0 ﴿