İSRA SÛRESİ

İsra suresinin büyük bir bölümü bölümüyle Mekkede nazil olmuştur. Ve yüz on bir âyettür.

Bu sûre-i Celile, Allahü teâlâyı tesbih ile başlıyor ve ona hamdederek sona eriyor. Bu sûre-i Celile de çoğunlukla inançla ilgili konulan bünyesinde toplamıştır.

Sûre-i celilenin ilk âyetinde Resûlüllah’ın bir gece, Mekkeden, Kudüste bulunan Mescid-i Aksaya götürüldüğü beyan ediliyor ve şöyle buyuruluyor:

"Kulu Muhammedi geceleyin, delillerini göstermek için, Mescid-i Haramdan, çevresini mübarek kıldığı Mescid-i Aksa'ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir. Şüphesiz ki o, her şeyi çok iyi işiten, çok iyi görendir."

İsra, gece yolculuğu anlamına gelmektedir. Miraç hadisesinin bir gece yolculuğu ile başladığını ifade eden İSRA sureye de adını vermiştir.

Sûre-i celilede ana mevzu olarak Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Mekke halkının ona karşı olan tutumu ele alınmaktadır. Önce Resûlüllah’ın tsra ve Miracı beyan ediliyor. Sonra da tevhid inancının temel kaideleri açıklanıyor. Sonra cahiliye putperestlerinin çirkin davranışları reddediliyor. Ve diğer Peygamberlere verilen mucizelerle Resûlüllah’a verilen deliller beyan ediliyor. Sonra da müşriklerin, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) e karşı düşmanlıkları, ona inen âyetler üzerine fitne çıkarmaya yeltenmeleri ve Resûlüllahı Mekkeden çıkarmaya çalışmaları bahse konu ediliyor.

Sûre-i celile, Kur’an’ı ve ondaki gerçek hakikati dile getirerek son buluyor. O Kur'an ki, Resûlüllah, yeri geldikçe onu insanlara okusun, onlar da istifade etsinler diye parça parça inmiştir. İşte bu Kur’an’ın surelerinden biri olan bu mübarek Sûre de, Hamd'in Allah’a mahsus olduğunu beyan ederek son buluyor.

"Hamd, çocuk edinmeyen, mülkte ortağı bulunmayan, âciz olmayıp yardımcı da edinmeyen Allah’a mahsustur." de. Onu layık olduğu şekilde yücelt."

İşte bu âyet-i kerime ile son bulan sûre-i celilenin, hikmet dolu âyetlerinin teker teker izahına gelelim.

Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle.

1

Kulu Muhammedi geceleyin, delillerini göstermek için, Mescid-i Haramdan, çevresini mübarek kıldığı Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir. O, herşeyi çok iyi işiten, çok iyi görendir.

Bu âyet-i kerime, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in, Mekkeden, Kudüste bulunan Mescid-i Aksâya, ilâhî bir güçle götürüldüğünü beyan etmektedir. Bu hadiseye "İsra ve Miraç" denilmektedir. Bu hususta zikredilen çeşitli Hadis-i Şerifler incelendiğinde, özetle şunları söylemek mümkündür: '

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) uyanık bir haldeyken, geceleyin, Mekkeden Mescid-i. Aksâ'ya "Burak" denilen bir bineğe bindirilerek götürüllmüş, Mescid-i Aksâya varınca bineğini Mescidin kapısında bırakmış, içeri girip iki rekât mescid namazı kılmış sonra, merdivene benzeyen ve "Miraç" denen ve günümüzde "Asansör" diye adlandırabileceğimiz bir aracın yanına varmış, o araç vasıtasıyla önce dünya semasına çıkmış sonra göğün diğer katlarına gitmiştir. Her kata vardığında, oranın ileri gelen sakinleri tarafından karşılanmıştır.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) göklerin her katına vardığında, derecelerine göre oralarda bulunan Peygamberlerle selamlaşmış, altıncı katta Hazret-i Mûsa ile yedinci katta da Hazret-i İbrahim ile görüşmüş, daha sonra onların ve diğer Peygamberlerin makamlarını da aşarak kaderleri yazan kalemlerin gıcırtısının işitildiği makama kadar ulaşmış ve "Sidretül Müntehâ"yı görmüştür.

Ayrıca, altıyüz kanadi bulunan Cebrâil aleyhîsselami aslî suretiyle görmüş yine, bütün ufukları tutan yeşil "Refref'i de görmüştür. Göğün Kâbesi olan Beytül Mamuru görmüş, yeryüzündeki Kâbeyi yapan Hazret-i İbrahimin ona yaslandığına ve kıyamete kadar bir daha dönmemek üzere hergün oraya yetmişbin Meleğin gelip Allah’a ibadet ettikten sonra ayrılıp gittiklerine şahit olmuştur.

Yine Resûlüllah o makamda Cennet ve Cehennemi görmüş, Allahü teâlâ, günde elli vakit namaz kılınmasını farz kılmış, daha sonra bir lütuf olarak bu elli vakti beş vakte indirmiştir.

Tercih edilen görüşe göre Resûlüllah "Sidretül Müntehâ"dan sonra bütün Peygamberlerle birlikte Kudüse dönmüş orada imam olarak onlara namaz kildirmıştır. Sonra Kudüsten tekrar Burak'a binmiş, gecenin karanlığında Mekkeye dönmüştür.

Yine tercih edilen görüşe göre Resûlüllah Miraca ruh ve beden olarak çıkmıştır. Zira hadiseyi anlatan bu Sûrenin ilk kelimesi "Sübhan"dır. Ve bu kelime, fevkalade olayları anlatmak için kullanılır. Resûlüllah'ın cismen değil de sadece ruhen gittiğini söylemek, bu kelimenin kullanılacağı nisbette fevkalede bir olay değildir. Ayrıca âyet-i Kerîmede "Geceleyin kulunu yürüttü" ifadesi yer almaktadır. Geceleyin yürümek, fiilen mesafe katetmektir. Bu da ancak bedenle olur. "Kul" kelimesi de kişinin ruh ve bedeni için birlikte kullanılır. İnsanın sadece ruhuna kul denilmez.

Diğer yandan, Buhari de dahil sahih Hadis kitaplarında, Resûlüllah’ın "Burak" isimli bir bineğe bindirildiği zikredilmektedir. Ruhun tek başına bineğe ihtiyacı olmadığı muhakkaktır.

Kureyşliler, Resûlüllah’ın İsra ve Miracını yalanlamışlardır. Şâyet İsra ve Miraç bedenen değil de ruhen ve uyku halinde' meydana gelmiş olsaydı. Kureyşlilerin bunu yalanlamalarına gerek kalmazdı. Çünkü bilirlerdi ki, kişi uyku halindeyken birçok harika olayları görebilir. İsra ve Miraç olayı ise ruhen ve bedenen cereyan etmiştir.

Ayrıca Allahü teâlâ "İsra"nın zamanını belirtmiş, geceleyin olduğunu söylemiş, yerini zikretmiş, Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksâya kadar yüründüğünü beyan etmiş ve bunun hikmetinin de, âyetlerini ve kuderetini ortaya koyan delillerini, göstermek olduğunu beyan etmiştir. Bütün bunlar göstermektedir ki, İsra ve Miraç, sadece ruhen değil, hem ruh hem de beden ile meydana gelmiştir.

Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)in miracını anlatan çeşitli Hadis-i Şerifler mevcuttur. Biz burada, Buharinin zikrettiği şu Hadis-i Şerifi veriyoruz:

Enes b. Mâlik diyor ki: "Ebû Zer el-Ğifarî, Resûlüllah’a şöyle buyurduğunu anlatıyordu: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Ben Mekkede iken evimin tavanı ansızın yarıldı, oradan Cebrai aleyhisselam indi göğsümü yardı ve içini Zemzem suyu ile yıkadı.,Sonra hikmet ve iman ile dolu bir altın leğen getirip içindekini göğsümün içine boşalttı. Ve göğsümü kapayıp üzerini mühürledi. Sonra elimden tutup beni semaya doğru çıkardı. Dünya semasına vardığımda Cebrâil aleyhisselam o semanın bekçisine:

— Aç" dedi.

— Kimdir o?

Cebrâil,

— Yanında kimse var mı?

— Evet, yanımda Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) var.

— Peygamber olarak gönderildi mi? (Veya buraya davet edildi mi?)

— Evet. dedi.

Kapı açılınca dünya semasının üstüne çıktık. Bir de ne göreyim, orada bir kimse oturmuş, sağında birtakım karaltılar var, solunda birtakım karaltılar var. O kimse sağ tarafına baktığında gülüyor sol tarafına baktığında ise ağlıyordu. O zat bana "Hoş geldin sefa geldin ey Salih Peygamber ey salih oğlum." dedi. Cebrâile "Bu kim?" diye sordum. "Âdem aleyhisselamdir. Sağında solunda bulunan bu karaltılar da evladının ruhlarıdır. Sağında olanlar cennetlikler solunda olanlar ise cehennemliklerdir. Sağına bakınca güler soluna bakınca ağlar." dedi. Derken Cebrâil beni ikinci semaya doğru çıkardı. Bekçisine "Aç" dedi. Bekçisi de evvelkinin söylediklerini söyledikten sonra kapıyı açtı."

Enes (radıyallahü anh) diyor ki: "Ebû Zer, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın göklerde Âdem, İdris, Mûsa, İsa, İbrahim hazretlerini gördüğünü söyledi. Fakat herbirerinin nerelerde olduklarını ayrı ayrı söylemeyip yalnız Âdemi, dünya semasında İbrahimi de altıncı semada gördüğünü söyledi."

Buharinin, Mâlik b. Sa'saa'dan rivâyet ettiği diğer bir Hadis-i Şerifte ise Resûlüllah’ın, göklerin her katında hangi Peygamberlerle görüştüğü zikredilmiş ve şu şekilde sıralandıkları Rivâyet edilmiştir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in dünya semasında Hazret-i Âdem ile, ikinci gökte Hazret-i İsa ve Hazret-i Yahya ile, üçüncü gökte Hazret-i Yusuf ile, dördüncü gökte Hazret-i İdris ile, beşinci gökte Hazret-i Harun ile, altıncı gökte Hazret-i Mûsa ile yedinci gökte ise Hazret-i İbrahim ile görüşüp selamlaştığı Rivâyet edilmektedir. Bkz. Buhari, K. Bed'ül Halk, bab: 6

Enes (radıyallahü anh) sözlerine devamla şöyle diyor: "Cebrâil aleyhisselam Resûlüllah ile birlikte îdris aleyhisselama uğradıklarında idris aleyhisselam: "Hoş geldin sefa geldin ey salih Peygamber, ey salih kardeş." demiş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de demiş ki: "Bu kim?" diye sordum. Cebrâil "Bu İdristir" dedi. Sonra Mûsaya uğradım o da "Hoş geldin, sefa geldin ey salih Peygamber, ey salih kardeş." dedi. "Bu kim?" diye sordum Cebrâil "Bu Muşadır" dedi. Sonra İsaya uğradım. O da "Hoş geldin ey salih kardeş ey salih Peygamber." dedi. "Bu kim?" dedim. Cebrâil "Bu İsadır" dedi. Sonra İbrahime uğradım. "Hoşgeldin sefa geldin ey salih Peygamber, ey salih oğlum." dedi. "Bu kim?" dedim Cebrâil "Bu İbrahimdir." dedi.

(Muhammed b. Şihab-i Zührî'nin, İbn-i Hazm tankından Rivâyetine nazaran) İbn-i Abbas ile Ebû Habbe el-Ensafî (radıyallahü anhüm), Peygamber efendimizin: "Sonra Cebrâil beni yukarıya götüre götüre nihÂyet kalemlerin (Kaderi yazan kalemlerin) cızırtılarını duyacak kadar yüksek bir yere çıktım." buyurduğunu söylerlerdi.

Yine İbn-i Hazm ile Enes b. Mâlik (radıyallahü anhüm) şöyle demişlerdir:

"Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "O zaman Allahü teâlâ ümmetime elli vakit namaz farz kıldı. Bu farziyeti yüklenerek döndüm. Derken Mûsaya rast geldim. "Allah ümmetine neyi farz kıldı?" diye sordu. "Elli vakit namaz farz kıldı." dedim. "Rabbins dön (Elli vaktin indirilmesini iste) zira ümmetin buna güç yetiremez." dedi. (Allahü teâlâya) müracaat ettim. Yarısını indirdi. Ben de Mûsanın yanına dönüp "Yarısını indirdi." dedim. O yine "Rabbine müracaat et. zira ümmetin buna güç yetiremez." dedi. Bir daha müracaat ettim. Yine yarısını indirdi. Mûsanın yanına döndüm. O yine "Rabbine dön. Zira ümmetin buna güç yetiremez." dedi. Bir daha müracaat ettim. Allahü teâlâ "Namazlar beş vakittir, fakat elli vakit sevabını haizdir. Benim katımda hüküm değişmez." buyurdu. Mûsanın yanına döndüm, O yine "Rabbine dön" dedi. "Artık rabbimden utanır oldum." dedim. Sonra Cebrâil tâ Sidretül Müntehâya vancaya kadar beni götürdü. Sidre'yi öyle acaip renkler kaplamıştı ki onlar nedir bilemem. Sonra cennetin içine konuldum. Orada birçok inci yığını vardı. Toprağı da misk kokulu idi. Buhari, K. es-Salah, bab: 1, K. el-Enbiya, bab: 5, K. et-Tevhid, bab: 37

Taberi, İsra ve Miraçla ilgili olarak uzun bir Hadis zikretmektedir. Fakat bu konuda Buharinin rivâyet ettiği Hadis tercih edilmiştir. îsra ve Miraçla ilgili olarak çeşitli Hadis kitaplarında birçok sahabiden Hadis Rivâyet edilmiştir. Enes b. Mâlik, Mâlik b. Sa'saa, Ebû Zer el-Ğifarî, Übey b. Kâ'b, Huzeyfetül Yeman, Cabir b. Abdullah, Ebû Saîd el-Hudrî, Şeddad b. Evs, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes'ud, Ebû Hureyre, Hazret-i Âişe, Ümmühânî gibi sahabiler, uzun ve kısalığı farklı şekillerde, değişik Hadis kitaplarında bu konuyla ilgili Hadisler Rivâyet etmişlerdir. Bu hususta Taberinin asıl metnine ve İbn-i Kesire baş vurularak bu sahabilerin rivâyetlerini görmek mümkündür.

1 ﴿