MERYEM SÛRESİMeryem Sûresi doksan sekiz âyettir ve Mekke'de nazil olmuştur. Bu sûre-i Celite'de de çok hikmetli kıssalar bulunmaktadır. Bu kıssalardan biri, Zekeriyya (aleyhisselam) ile ilgilidir. Bu hususta buyuruluyor ki: "Ey Rasûlüm, bu, Rabbinin kulu ve Peygamberi Zekeriyya'ya lütuf ve ihsanın kissasıdır." Bunu takibeden âyetlerde, Zekeriyya (aleyhisselam)ın, çok yaşlandığı bir zamanda, kendisinden sonra yerine geçecek bir oğul vermesini Allah'tan dilediği, Allahü teâlâ'nın da kendisine, yaşlı olmasına rağmen, bir oğul müjdelediği beyan ediliyor. Ve Zekeriyya (aleyhisselam)a, yumuşak kalbli, muttaki, anne ve babasına karşı itaatkâr bir evlat olan Yahya aleyhisselamın verildiği açıklanıyor. Sûre-i Celile'de daha sonra Meryem kıssası zikrediliyor. Meryem'in, ailesinden ayrılıp oturdukları yerin doğu tarafına çekildiği bir sırada Meleğin gelip ona, Allahü teâlâ tarafından, babasız olarak bir çocuk verileceğini müjdelediği, Meryem'in ise bu haber karşsında dehşetle irkildiği, fakat Meleğin, Allahü teâlâ'nın bu işi böyle takdir ettiğini söylediği ve Cenab-ı Hakkın takdiriyle Hazret-i Meryem'in Hazret-i Mûsa'ya hamile kaldığı beyan ediliyor. Yine Hazret-i Meryem'in, günü gelince Hazret-i İsa'yı dünyaya getirdiği ve bu olaydan sonra kavmi karşısında çok müşkül durumda kaldığı fakat henüz kucaktaki bir çocuk olan Hazret-i İsa'nın bizzat konuşarak, Allah'ın kedisini Peygamber seçtiğini söylediği açıklanıyor. Daha sonra Hazret-i İbrahim'in kıssası beyan ediliyor, Hazret-i İbrahim'in babasını, putlara tapmaktan vazgeçip Allah'a ibadet etmeye çağırdığı ifade ediliyor. Babasının ona karşı çıkışı, sonunda Hazret-i ibrahim'in onlardan ayrılarak oradan uzaklaştığı açıklanıyor. Hazret-i İbrahim'in, kavminden uzaklaşmasından sonra Allahü teâlâ'nın ona oğlu İshak'ı, İshak'a da oğlu Yakub'u ihsan ettiği ifade ediliyor. Sûre-i celilede daha sonra Hazret-i Mûsa'nın kıssasına kısaca temas ediliyor. Cenab-ı Hakkın Hazret-i Mûsa'ya Sina dağmın sağ tarafından nidada bulunduğu ve kardeşi Harun'un da ona yardımcı olarak Peygamber seçildiği beyan ediliyor. Daha sonra ve yine kısaca İsmail aley hissel amin kıssası zikrediliyor. Hazret-i ismail'in, vaadine sadık ve kendisine kitap verilen bir Peygamber olduğu, ümmetine namaz kılmayı, zekât vermeyi emreden ve rabbinîn rızasını kazanmış bir kul olduğu beyan ediliyor. Bundan sonra da yine kısa olarak İdris aleyhisselamın kıssası zikrediliyor. Onun da özü sözü doğru bir Peygamber olduğu ve kendisine yüce makamlar verildiği açıklanıyor. Ve daha sonra da bu Peygamberlerin ardından, namazı terkeden, heva ve heveslerine uyan insanların geldiği ve onların da yaptıkları sebebiyle cezalarını görecekleri, tevbe edip iman ederek salih amel işleyenlerin ise cennete girecekleri ve bir haksızlığa uğratılmayacakları zikrediliyor. Sûre-i Celile'de daha sonra, alaylı bir şekilde: "Bana âhirette mal ve evlat verilecek." diyen kâfirin haline dikkat çekiliyor. Bu gibi kâfirlerin, iftihar ettikleri mallarının ellerinden alınacağı ve bunların hemen cezaya uğratılmalarının istenmemesi ihtar ediliyor. Daha sona, "Allah çocuk edindi." diyen kâfirlerin bu çirkin ve bâtıl iddialarına dikkat çekiliyor. Ve bu korkunç iddiaların tesirinden neredeyse dağların bile çatlayacağı ve rahman olan Allah'a çocuk edinmenin asla yakışmayacağı beyan ediliyor. Kıyamet gününde bütün yaratıkların, Allah'ın huzurunda hesap vermek üzere toplanacakları ve herkesin orada dünyada yapmış olduğu ameliyle başbaşa kalacağı beyan ediliyor ve buyuruluyor ki: "Ey Rasûlüm, bu Kur'an'la takva sahiplerini müjdelemen, inatlaşıp düşmanlık besleyen bir kavmi de uyarman için onu senin diline kolaylaştırdık. (Senin lisanınla indirdik.) Biz onlardan önce nice nesilleri helak ettik. Şimdi onlardan herhangi birini görüyor veya sesini işitiyor musun? Sûre-i Celile bu âyet-i kerimelerle sona eriyor. Şimdi gelelim âeyetlerin teker teker izahına: Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle, 1Kâf, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd. Mukatta'a harfleri hakkında Bakara Sûresi'nin başında açıklamalar yapılmıştır. Burada geçen mukatta'a harfleri hakkında da özellikle şunlar zikredilmektedir. Bazı âlimler buradaki Kâf harfinin, Allahü teâlâ'nın "Kebir" yani, büyük sıfatının birinci harfi olduğunu bazıları da bu harfin "Kerim" yani, cömert sıfatının birinci harfi olduğunu söylemişlerdir. "Hâ" harfinin ise "Hâdî" yani, hidâyete erdiren sıfatının birinci harfi olduğunu söylemişlerdir. "Yâ" harfinin ise "Yemin" yani, bereket veren, kuvvetli olan sıfatının birinci harfi olduğunu veya "Hâkim" sıfatının sondan ikinci harfi yahut "Yâ men Yücîru" yani, "Ey yardıma koşan" duasının birinci harfi olduğunu söylemişlerdir. "Ayn" harfinin ise "Alîm" yani, "Bilen" sıfatının veya "Aziz" yani, "Güçlü" sıfatının yahut "Âdil" yani, "Adaletli" sıfatının birinci hari olduğunu söylemişlerdir. "Sâd" harfinin de "Sâdık" yani, "Sözünde doğru olan" sıfatının birinci harfi olduğunu söylemişlerdir. Diğer bir kısım âlimler ise "Kâf, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd" harflerinin hepsinin, Allahü teâlânın yalnız bir ismi olduğunu söylemişlerdir. Bazıları ise, "Kâf, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd" harflerinin Kur'an-ı Kerim'in isimlerinden biri olduğunu söylemişlerdir. 2(Ey Rasûlüm, bu,) Rabbinin kulu Zekeriyya'ya lütuf ve ihsanının kıssasıdır. Zekeriyya aleyhisselam, İsrailoğullarına gönderilen büyük Peygamberlerden birisiydi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onun hakkında şöyle buyurmaktadır: "Zekeriyya marangozluk yapardı" (elinin emeğiyle geçinirdi.) Müslim, K. el-Fadail, bab: 169, Hadis No: 2379 / İbn-i Mâce, K. et- Ticar bab: 5, Hadis No: 2150. 3Hani bir zaman Zekeriyya rabbine gizlice niyaz etmişti. Zekeriyya aleyhisselam in, Allahü teâlâ'dan kendisine çocuk vermesini niyaz ederken duasını gizlice yapması, riyadan korunması veya gizli duanın Allah nezdinde daha makbul olması yahut yaşlılığına rağmen çocuk istediği için "Saçmalamakla" suçlanacağından korkmasmdandır. 4Şöyle demişti: "Rabbim, kemiklerim zayıfladı, saçlarım ağardı. Ey rabbim, şimdiye kadar sana dua edip te hiç mahzun ve mahrum olmadım. 5Doğrusu ben, kendimden sonra yerime geçecek yakınlarımdan endişelendim. Hanımımın da çocuğu olmuyor. Bana, yerime geçecek bir oğul lütfet. 6Bana ve Yakuboğullarına vâris olsun. Rabbim, onu, rızanı kazananlardan eyle." Zekeriyya aleyhisselam, Yakub aleyhisselanun soyundandır. Bu itibarla Allah'tan istediği çocuğun, kendilerine ve Yakub aleyhisselamın ailesine mirasçı olmasını istemektedir Ancak burada söz konusu olan mirasçılık malda değil ilimde ve Peygamberliktedir. Zira Peygamberlerin bıraktıkları mal'a mirasçı olunmaz. Bu mallar sadakadır. 7Ey Zekeriyya, biz sana Yahya adında bir erkek çocuk müjdeliyoruz. Daha önce de bu adı kimseye vermiş değiliz. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Zekeriyya aleyhisselamın duasını kabul ederek kendisine, ismini "Yahya" koyacağı bir erkek çocuk vereceğini beyan ediyor. Müfessirler: "Daha önce de bu adı kimseye vermiş değiliz." ifadesini "Daha önce bu çocuğun bir benzerini yaratmamıştık." veya "Daha önce, kısır olan bir kadından böyle bir çocuk meydana getirmemiştik." şekillerinde izah etmişlerdir. Taberi ise mealde verilen mânâyı tercih etmiştir. Âyet-i Kerirne'de adı geçen Yahya aleyhisselam, Allah'ın gönderdiği Peygamberlerden biridir. Onun hakkında diğer âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: "İşte orada Zekeriyya rabbine dua etti. "Ey rabbim, bana kendi katından temiz bir nesil ihsan et. Şüphesiz sen, duayı işitensin." dedi." "Zekeriyya, mabedde kalkıp namaz kılarken Melekler ona şöyle seslendiler: "Allah sana, kendi sözüyle meydana gelen İsa'yı tasdik eden, efendi, iffetli ve salihlerden bir Peygamber olan Yahya'yı müjdeliyor. Âl-i İmran Sûresi, âyet: 38-39 Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Miraç'ta gördüğü Yahya aleyhisselami şöyle anlatıyor: "Sonra yukan çıkıp ikinci kat göğe vardık. Cebrâil göğün kapısının açılmasını istedi. "Kim o?" diye soruldu. O da "Cebrâil" dedi. "Yanında kim var?" diye soruldu. O da "Muhammed var." dedi. "Ona peyamberlik verildi mi?" diye soruldu. Cebrâil "Evet" dedi. İş bitince (Kapı açılıp içeri girdiğimde) bir de ne göreyim, iki teyze çocuğu Yahya ve İsa oradalar. Cebrâil bana "Bunlar Yalıya ve İsa'dır. Bunlara selam ver." dedi. Ben de onlara selam verdim. Selamımı aldılar ve bana "Merhaba salih kardeş, merhaba salih Peygamber" dediler. Buhari, K. el-Enbiya, bab: 43 8Zekeriyya: "Rabbim, hanımım kısır ben de iyice ihtiyarlamışken nasıl oğlum olabilir?" dedi. Allahü teâlâ, Zekeriyya aleyhisselama "Yahya" isimli bir oğul vereceğini müjdeleyince, Zekeriyya aleyhisselam: "Ey rabbim, benim nasıl çocuğum olabilir ki? Hanımım kısırdır. Ben ise yaşlılığın son haddine ulaşmış durumdayım. Sen beni kuvvetlendirerek, kısır olan hanımımı da çocuk doğuracak duruma getirerek mi onu bana vereceksin? Yoksa beni başka bir hanımla evlendirerek mi vereceksin? Şüphesiz ki, sen herşeye kadirsin." dedi. Buradan anlaşılmaktadır ki Zekeriyya aleyhisselam kendisine çocuk verilmesini garip karşılamıyor fakat çocuğun ne şekilde verileceğini merak ediyor. Zira kendisine çocuk verilmesini isterken de, ihtiyar olduğunu, hanımının da kısır olduğunu bilmekte ve bunu zikretmektedir. Bu itibarla kendisine çocuk verileceği müjdesini garip karşılaması mümkün değildir. 9Allah Zekeriyya'ya: "Rabbin böyle buyurdu. Bu bana kolaydır. Çünkü seni de daha önce hiç yokken var eden benim." dedi. Allahü teâlâ Zekeriyya aleyhisselama cevaben buyuruyor ki: "Evet durum böyledir. Sen ihtiyarsın, hanımın da kısır. Fakat rabbin der ki: "Bu haldeyken de sana çocuk vermek benim için çok kolaydır. Çünkü seni de daha önce hiç yokken ben yarattım. Bu halinde sana çocuk vermem, sen hiç ortada yokken seni var etmemden daha zor değildir. 10Zekeriyya: "Rabbim, öyleyse bana (Çocuğum olacağına dair) bir alâmet ver." dedi. Allah: "Senin alâmetin, sapasağlamken insanlarla üç gün konuşmamandır." dedi. Zekeriyya aleyhisselam, kalbinin mutmain olması için, çocuğunun olacağına dair kendisine bir alâmet verilmesini istedi. Allahü teâlâ da ona alâmet olarak, üç gün dilinin tutulup konuşamayacağını ancak işaretle konuşabileceğini beyan etti. Bu hususta başka bir âyette de şöyle buyurulmaktadır: "Zekeriyya: "Rabbim, o halde bana bir alâmet ver." dedi, Allah da "Senin alametin, insanlarla işaretle konuşman dışında, üç gün konuşmamandır. Rabbini çokça an. Akşam sabah onu tesbih et." dedi Âl-i İmran Sûresi, âyet: 41 Bu âyetten de anlaşıldığı gibi Zekeriyya aleyhisselam o üç gün içinde rabbini zikredip onu tesbih edebiliyor fakat insanlarla işaretleşmenin dışında konuşamıyordu. 11Zekeriyya mabetten kavminin önüne çıktı. Onlara: "Sabah akşam Allah'ı tesbih edin" diye işarette bulundu. Zekeriyya aleyhisselara, kendisine oğul verileceğinin işareti olarak üç-gün dili tutulunca ibadet ettiği namazgahından dışarı çıkmış ve konuşamadığı için eliyle veya yazı yazarak kavmine, sabah akşam Allah'a ibadette bulunmalarını, onu zikretmelerini emretmiştir. 12(Yahya dünyaya gelince): "Ey Yahya, kitaba sımsıkı sarıl diye vahyettik. Biz ona daha çocukken hikmet ve hüküm verdik. Yahya doğup büyüyünce biz ona: "Zamanının şeriatı olan Tevrat'a sımsıkı sani. Ona ciddiyetle eğil." dedik ve ona daha çocukken hikmeti yani, kitabı anlamayı, ilmi, ciddiyeti, kararlılığı ve hayra yönelmeyi verdik. 13Ayrıca biz ona yumuşak kalblilik ve safiyet verdik. O, muttaki idi. 14Anne ve babasına karşı itaatkârdı. Zalim ve isyankâr değildi. Taberi bu âyetlerin tefsirinde çeşitli izah şekilleri nakletmiştir. Bu izah şekillerini şöylece ifade etmek mümkündür. "Biz Yahya'ya veya babası Zekeriyya'ya lütufta bulunarak yahut Yahya'ya acıyarak veya onu severek yahut onun kıymetini yükselterek daha çocukken ona hikmet verdik. Biz Yahya'ya günahlardan arınıp temiz olmayı yahut salih amel işlemeyi yahut bereketi verdik. O da takva sahibi bir kimseydi. Allah'ın farz kıldığı emirleri yerine getirip yasaklarından kaçınarak ondan korkardı." "Yahya, ailesine, babasına iyilikte bulunan, rabbine ve anne babasına itaat hususunda böbürlenmeyen ve onlara isyan etmeyen bir kimseydi." 15Doğduğu gün, öleceği gün ve dirileceği gün selam Yahya'ya. * Süfyan b. Uyeyne diyor ki: "Kişi yabancılığı en çok üç yerde hisseder. Doğduğu günde, öldüğü günde, birde dirileceği günde. Zira kişi doğduğu gün kendisini daha önce bulunduğu ortamın dışında bulur. Öldüğü gün ise daha önce hiç görmediği varlıklarla karşılaşır. Diriltildiği günde ise kendisini büyük bir mahşerin içinde bulur. İşte Allahü teâlâ Yahya aleyhisselama bu üç günde ikramda bulunmuş ve onun bu üç günde güven içinde olacağını bildirmiş ve "Doğduğu gün, Öleceği gün ve dirileceği günde selam Yahya'ya." buyurmuştur. Zekeriyya aleyhisselamin kıssası burada bitiyor ve bundan sonra Hazret-i Âdem'in ilk olarak topraktan yaratılışım hatırlatmak için Hazret-i Meryem'e, babasız olarak bir çocuk verildiği beyan ediliyor ve Hazret-i Meryem'in oğlu İsa aleyhisselamın dünyaya gelişi bahse konu ediliyor. 16Ey Rasûlüm, sen insanlara, Kur'an'daki Meryem kıssasını anlat. Bir zaman Meryem, ailesinin bulunduğu yerin doğu tarafına çekilmişti. 17Ailesiyle kendisi arasına bir perde koymuştu. Biz ona Meleğimiz Cebrâil'i gönderdik te ona tam bir insan şeklinde göründü. Ey Rasûlüm, sen, Allah'ın sana indirdiği hak kitap olan Kur'an'da, İm-ran'ın kızı Meryem'in hadisesini anlat. Bir zaman Meryem, ailesinden ayrılıp onların doğu tarafında bulunan bir yerde yaşamaya başladı. Ailesiyle kendisi arasına, birbirlerini gömelerini engelleyecek bir perde koyduk. Biz ona, Ruhul Emin olan Cebrâil'i gönderdik. Cebrâil ona normal bir insan şeklinde göründü. Burada Hazret-i İsa'nın annesi olan Hazret-i Meryem'den bahsediliyor. Hazret-i Meryem, Hazret-i Davud'un soyundan ve İsrailoğulları'nın temiz bir ailesinden meydana gelmiştir. Babasının adı "İmran"dir. Hazret-i Meryem'in annesi hamileyken, doğuracağı çocuğu Kudüs'teki Beytül Makdisin hizmetine adamıştır. Hazret-i Meryem doğunca, kızkardeşinin kocası olan Zekeriyya aleyhi ssel amin himayesine verildi. Ve onun bakımında büyüdü. Hazret-i Meryem, saliha, ibadetiyle meşhur, kendisini Allah'a vermiş bir hanımdı. Hazret-i İsa'yı babasız olarak dünyaya getirmesinden önce zekeriyya aleyhisselam onun birçok olağanüstü hadiselerini görmüştü. Buna işaret eden şu âyette buyurulmaktadır ki: "Rabbi onu güzel bir şekilde kabul etti. Ve onu güzel bir şekilde yetiştirdi. Ve Zekeriyya'yı onun bakımına memur etti. Zekeriyya Meryem'in bulunduğu mihraba her girdiğinde onun yanında yiyecek rızık buldu. "Bu sana nereden geldi Ey Meryem?" dedi. Meryem" "O, Allah ta-rafındandır. Şüphesiz Allah, dilediğini hesapsız bir şekilde rızıklandırır." dedi. (Âl-i İmran, 37) Alan Teala, Hazret-i Meryem'den, babasız olarak Hazret-i İsa'yı dünyaya getirmeyi dileyince, Hazret-i Meryem, ailesinin bulunduğu yerden ayrılarak Beytül Maksisin doğusundaki bir yerde inzivaya çekilmiştir. Müfessirler, Hazret-i Meryem'in, ailesinden uzaklaşarak onların doğu taraflarına çekilmesinin ve kendisiyle ailesinin arasına birbirlerini görmelerine engel olacak bir perde çekmesinin hikmeti hakkında çeşitli açıklamalarda bulunmuşlardır. Bazılarına göre Hazret-i Meryem'in böyle yapması, ilk defa âdet görmesinden olmuştur. Böylece Hazret-i Meryem, her zamanki bulunduğu yerden uzaklaşmış, temizleninceye kadar uzak bir yerde durmayı tercih etmiş, âdetinin bitiminden sonra da temizlenip ailesine dönmeyi düşünmüştür. Fakat âdeti biter bitmez kendisine Melek gelmiş ve ona, Hazret-i İsa'yı doğuracağını haber vermiştir. Bazılarına göre, Hazret-i Meryem'in ailesinden uzaklaşması Allah'a ibadet etmek maksadıyla olmuştur. Diğer bazılarına göre ise de, Hazret-i Meryem'in, uzaklaşma sebebi, sona eren âdetinden dolayı temizlenmek istemesidir. Perdeyi de bunun için çekmiştir. Bazılarına göre de Hazret-i Meryem su almak için ailesinden uzaklaşmış ve temizlenmek için kendisiyle ailesi arasına perde germiştir. 18Meryem: "Ben senden, rahman olan Allah'a sığınırım. Eğer Allah'tan korkuyorsan bana dokunma." dedi. Hazret-i Meryem, Allah tarafından kendisine gönderilen ve normal bir insan şeklinde görülen Cebrâil'i karşısında görünce, ondan kendisine bir zarar geleceğinden korkmuş ve Allahü teâlâ'nın merhamet edici sıfatını anarak Allah'a sığındığını söylemiş ve Cebrâil'e: "Eğer Allah'tan korkan biriysen bana dokunma." demiştir. Bunun üzerine Cebrâil de ona şu cevabı vermiştir: 19Melek: "Ben sana, nezih ve kabiliyetli bir erkek çocuk bağışlamak için rabbinin gönderdiği elçiden başkası değilim" dedi. Cebrâil aleyhisselam, Hazret-i Meryem'e "Ben ancak rabbinin gönderdiği bir elçiyim. Ben sana, tertemiz, zeki bir çocuk bağışlamak için gönderildim. Benden sana hiçbir kötülük dokunmaz." demiş ve korkan Hazret-i Meryem'e güven telkin etmiştir. Bundan sonra Hazret-i Meryem yine hayretle sormuştur: 20Meryem: "Benim nasıl çocuğum olabilir? Bana hiçbir beşer do-kunmamıştir. Ben, iffetsiz de değilim" dedi. Hazret-i Meryem, Cebrâil aleyhisselama şöyle sormuştur: "Acaba benim nasıl çocuğum olacak? Bana hiçbir insan dokunmamıştır. Zira ben evlenmedim. Ben, gayr-i Meşru bir iş de yapmadım. Acaba ben evleneceğim de, Allah bana o yolla mı çocuk verecek, yoksa evlenmeden mi çocuğum olacak?" 21Melek: Bu böyle olacaktır. Çünkü rabbin buyurdu ki: "Babasız çocuk vermek bana pek kolaydır. Hem biz onu nezdimizden insanlara bir mucize ve rahmet kılacağız. Bu, kesinleşmiş bir hükümdür. (Ezelde böyle takdir etmişizdir) dedi. Cebrâil aleyhisselam Hazret-i Meryem'e şu cevabı vermiştir: "Evet sana kimse dokunmamıştır. Sen, iffetli bir kimsesin. Fakat buna rağmen senin çocuğun olacaktır. Çünkü rabbin buyurdu ki: "Hiç evlenmediğin halde sana çocuk vermek benim için pek kolaydır. Bir de biz, sana vereceğimiz bu çocuğu, istediğimiz şeklide var edebileceğimizi gösteren bir alâmet kılacağız ve o çocuğu hem senin için hem de ona iman edenler için bir rahmet yapacağız. Senden böyle bir çocuğun doğacağı bizim kesinleşmiş bir hükmümüzdür." 22(Nihâyet Allah'ın emri gerçekleşti) Meryem İsa'ya gebe kaldı. Hamileyken insanlardan ayrılıp uzak bir yere çekildi. 23Doğum sancısı onu hurma ağacına yaslanmaya zorladı. (Haline üzülerek) "Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim." dedi. Cebrâil aleyhisselamın bu sözleri üzerine Hazret-i Meryem ilahi emre boyun eğdi. Ve Cebrâil aleyhisselam, Hazret-i Meryem'in entarisinin arasından üfledi. Meryem, Allah'ın izniyle hamile kaldı. Bundan sonra, Hazret-i Meryem çok zor durumlar yaşadı. İnsanlara ne söyleyeceğini bilemez oldu. Zira o, insanların kendisine ne söyleyeceklerini biliyordu. Nihâyet Hazret-i Meryem durumunu, Zekeriyya aleyhisselamın hanımı olan kızkardeşine anlattı. Hazret-i Meryem Hazret-i İsa'ya hamile iken kızkardeşi de Hazret-i Yahya'ya hamile idi. Hazret-i İsa'nın, annesinin karnında ne kadar zaman kaldığı âyet-i kerime’de belirtilmemektedir. Müfessirlerin çoğunluğu, Hazret-i İsa'nın da normal çocuklar gibi annesinin karnında dokuz ay kaldığını söylemişlerdir. Hazret-i Meryemin hamile olduğu anlaşılınca dedikodular çıktı ve bunun için Hazret-i Meryem, kavminden ayrılarak uzak bir yere çekildi. Âyette, gittiği yerin neresi olduğu belirtilmemektedir. Bununla beraber bu yerin "Beytül Lahm" olduğu Rivâyet edilmektedir. Nihâyet Hazret-i Meryemi doğum sancısı yakaladı ve bu durumda bir hurma ağacının gövdesine yaslanmak zorunda kaldı ve orada doğum yaptı. Bu doğumdan sonra çok sıkıntılara düşeceğini düşünerek şöyle dedi: "Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim." 24Melek, Meryem'in aşağı tarafndan şöyle nida etti: "Sakın üzülme. Rabbin, alt tarafından bir ırmak akıttı. 25Hurma ağacını kendine doğru silkele, üzerine taze ve olgun hurmalar dökülsün. 26Ye, iç, gözün aydın olsun. Eğer birini görürsen, "Rahman olan Allah'a konuşmama orucu adadım. Bugün kimseyle konuşmayacağım." de. Hazret-i Meryem'in doğum yapmasından sonra, aşağı taraftan ona seslenenin kim olduğu hakkında iki görüş zikredilmektedir. Said b. Cübeyr, Dehhak, Amr b. Meymun, Süddî, Katade ve İbn-i Abbas, burada Hazret-i Meryem'e seslenenin, Cebrâil aleyhisselam olduğunu ve Meryem'e vadinin alt tarafından seslendiğini söylemişlerdir. Mücahid ve Hasan-ı Basrî'den nakledilen diğer bir Rivâyete göre ise burada Hazret-i Meyem'e seslenen Hazret-i İsa'dır. Taberi bu görüşü tercih etmiştir. Bazı müfessirler: "Rabbin alt tarafından bir ırmak akıttı." ifadesini: "Rabbin sana şerefli bir çocuk bahşetti." şeklinde izah etmişlerdir. Taberi ise: "Rabbin alt tarafından bir ırmak akıttı." şeklindeki izahı tercih etmiştir. Allahü teâlâ, Hazret-i Meryem'e, yakınından akan bir su ve kuru bir hurma ağacından hurma vermiş, ona, yeyip içmesini ve çocuğuna iyi bakmasını emretmiş, insanların dedikodusuna üzülmemesi için de "Konuşmama orucu tuttuğunu" söylemesini emretmiştir. 27Meryem İsa'yı yüklenerek kavmine getirdi. Kavmi hayretler içinde şöyle dediler: "Ey Meryem, doğrusu sen görülmemiş bir iş yaptın." 28Ey Harun'un kızkardeşi Meryem, senin ne baban ahlaksız, ne de annen iffetsizdi. Allahü teâlâ, Hazret-i Meryem'e verdiği rızıklardan yeyip içmesini, kendisine verdiği çocuktan dolayı sevinmesini ve kendisini kınayacak olanlara cevap vermemesini bildirdikten sonra, Hazret-i Meryem bu ilahi emirlere boyun eğmiş ve çocuğunu alarak kavminin yanına dönmüştür. Fakat onu gören kavmi, bekâr bir kızın, karşılarına bir çocukla çıkmasını çok garip karşılamışlar ve ona "Ey Meryem, doğrusu sen çok tuhaf bir iş yaptın. Ey Harun'un kızkardeşi sen, temiz bir ailedensin. Ne baban kötü bir kimseydi, ne de annen iffetsizdi. Şimdi senin bu halin nedir?" diye ona sorular sormaya başladılar. Âyet-i kerime'de Hazret-i Meryem'in kavminin ona: "Harun'un kızkardeşi" diye hitabettiği beyan edilmektedir. Bazı âlimlere göre İsrailoğulları, her saliha kadına "Harunun kızkardeşi" şeklinde hitabederlermiş. Bazılarına göre, burada kastedilen Harun, Hazret-i Mûsa'nın kardeşi olan Hanın değildir. Bazılarına göre de, buradaki Harun'dan maksat, Hazret-i Mûsa'nın kardeşi olan Harun'dur. Hazret-i Meryem Hazret-i Harun'un soyundan geldiği için ona "Harun'un kızkardeşi" denmiştir. 29Bunun üzerine Meryem çocuğu gösterdi. "Biz, beşikteki bir çocukla nasıl konuşuruz?" dediler. Kavmi Meryem'e bu sözleri söyleyince Meryem onlara, "Konuşmama orucu tuttuğunu ve dolayisiyle kendileriyle konuşamayacağını beyan etmiş buna rağmen kavmi onu konuşturmakta ısrar etmiş Meryem de henüz kucağında bir çocuk olan Hz İsa'ya işaret ederek onunla konuşmalarını istemiş, onlar ise Hazret-i Meryem'in kendilerini alaya aldığını sanmışlar ve "Biz, beşikteki bir çocukla nasıl konuşabiliriz?" demişlerdir. Hazret-i Meryem, kucağındaki bebeğin kavmiyle konuşabileceğini, Allahü teâlâ'nın kendisine ilham etmesiyle veya yolda gelirken Hazret-i İsa'nın konuşmasıyla yahut Cebrâil'in onun konuşabilceğini haber vermesiyle bilmişti. 30İsa (Allah'ın kudretiyle dile gelerek) şöyle dedi: "Şüphesiz ben, Allah'ın bir kuluyum, O bana kitap verdi. Ve benî Peygamber yaptı. 31Beni, bulunduğum her yerde insanlara yararlı kıldı. Hayatını boyunca namaz kılmamı ve zekât vermemi emretti. 32Benî anneme itaatkâr kıldı. Beni asla zorba ve isyankâr yapmadı. 33Doğduğum gün, öleceğim gün ve dirileceğim gün Allah bana selam ve emniyet vermiştir." Hazret-i Meryem'in işareti üzerine dile gelen Hazret-i İsa, ilk olarak kendisinin, Allah'ın kulu olduğunu, ona, ilahi bir kitap olan İncil'in verildiğini, kendisinin Peygamber kılındığım ve bulunduğu her yerde insanlara fayda temin eden bir kimse kılındığını namaz ibadetiyle ve zekât vermekle mükellef olduğunu, babası olmadığı için sadece annesine itaat etmekle mükellef olduğunu, kimseye zulmetmeyeceğini ve isyankâr bir kimse olmayacağını söyledi ve doğduğu, Öldüğü ve dirileceği günlerde Allah tarafından verilen bir emniyet içinde olacağını beyan etti. Hazret-i İsa henüz kucaktaki bir bebek olduğu halde kendisine kitap verildiğini ve Peygamber kılındığını beyan etmektedir. Bu ifadeden şunların anlaşılabileceği yorumu yapılmaktadır: Ya Hazret-i İsa henüz çocukken kendisine Peygamberlik verilmiş ve kitap verileceği beyan edilmiştir. Bunun içindir ki "Allah bana kitap verdi ve beni Peygamber yaptı." denmiştir. Yahut da Hazret-i İsa'ya kitap verileceği ve Peygamber kılınacağı bildirilmiş o da bunların muhakkak olarak gerçekleşeceğine inandığı için, henüz tahakkuk etmeyen şeyleri tahakkuk etmiş gibi söylemiştir. Hazret-i İsa, bulundğu her yerde insanlar için faydalı olacağını ifade etmiştir. Bu faydadan maksat ya umumî olarak faydalı olmak veya iyiliği emredip kötülüğe mani olarak faydalı olmak yahut da hayırı öğretici olarak faydalı olmaktır. Âyet-i kerime’de ifade edilen zekât'tan maksat, kendisini günîıhlardan arındırmak ve temizlemektir. Bununla beraber bu ifade, malının zekâtını vermekle yükümlü olduğunu söylediğini anlamaya da mâni değildir. Hazret-i İsa, doğduğunda ve öleceğinde şeytanın ve taraftarlarının şerrinden korunmuş olduğunu, kıyamet gününün dehşetinden de güven içinde olacağını bildirmektedir. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir Hadis-i Şerifinde Hz İsa'nın ve annesi Meryem'in, doğduklarında Şeytanın dokunmasından korunduklarını beyan ederek buyuruyor ki: "Doğan hiçbir çocuk yoktur ki annesinden doğduğu anda Şeytan ona dokunmuş olmasın. Çocuk, şeytanın bu dokunmasında dolayı ilk defa ağlar. Ancak Meryem ve oğlu İsa bundan müstesnadır. Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre; 3, bab: 2 / Ahmed b. Hanbel, Müsned, C: 2, S: 275 34İşte Meryemoğlu İsa budur. Hakkında ihtilaf edilen bu meselede gerçek söz de budur. Müfessirler bu âyet-i kerime’yi çeşitli şekillerde izah etmişlerdir. Bu izahları şöylece özetlemek mümkündür: "Size sıfatlarını anlattığım ve haberlerini naklettiğim bu çocuk, Meryemoğlu İsa'dır. Size anlattığım bu haber de gerçek haberdir. Bunda şüphe yoktur. Fakat Yahudi ve Hıristiyanlar bu hususta şüphe içindedirler." "Bu anlatılan, Meryemoğlu İsa'dır. Kâfirlerin, hakkınd şüpheye düştükleri İsa ise Allah'ın Meryem'e ulaştırdığı kelimesidir. Yani Allahü teâlâ, Hazret-i İsa'yı babasız olarak sadece "ol" demekle meydana getirmiştir. Bu sebeple Hazret-i İsa'ya "Allah'ın kelimesi" denmiştir." "Bu, Meryemoğlu İsa'dır. Bunu söyleyen de Hak olan Allah'tır. Fakat Yahudi ve Hıristiyanlar; İsa hakkında şüpheye düşmüşlerdir," Yahudiler, Hazret-i İsa'nın bir sihirbaz, bir yalancı olduğunu iddia etmişler Hıristiyanlar ise onun, Allah'ın oğlu olduğunu ve üç ilahtan birini teşkil ettiğini iddia etmişlerdir. Onların hepsi de yalancıdır. İsa Allah'ın kulu ve Peygamberidir. Meryem'e ulaştırdığı sözüdür ve Allah'ın sırrıdır. 35Çocuk edinmek Allah'a asla yakışmaz. O, bundan münezzehtir. O, birşeyin olmasına hükmedince ona sadece "Ol" der o da oluverir. Şüphesiz ki İsa'ya "Allah'ın oğlu" diyenler kâfir olmuşlar ve Allah'a iftira etmişlerdir. Allah'ın çocuk edinmesi ona yakışmaz. Zira o, herşeyin yaratıcısıdır. Yarattıkları onun oğlu olamaz. Allah, kafirlerin bu iddialarından münezzehtir, beridir. Allah birşeyin olmasına hükmedince ona "ol" der o da hemen oluverir. İsa'yı babasız oharak yaratması da böyledir. Hazret-i Âdem'i anasız babasız yaratan Allah, Hazret-i İsa'yı da babasız olarak yaratmaya elbette ki kadirdir. Bu hususta diğer bir âyette de şöyle buyuruluyor: "Allah katında İsa'nın durumu da Âdem'in durumu gibidir. Allah, Âdem'i topraktan yarattı sonra da ona "Ol" dedi ve o da oluverdi. Âl-i İmran Sûresi, âyet 59 36"Şüphesiz benim de rabbim sizin de rabbiniz Allah'tır. O halde ona ibadet edin. İşte doğru yol budur." Hazret-i İsa şöyle demişti: "Şüphesiz ki benim de rabbim, sizin de rabbiniz Allah'tır. O halde sadece ona kulluk edin. İşte dosdoğru yol budur. Bu yola uyan hakka erişir. Bundan ayrılan ise sapıklığa düşer. 37Ne var ki kâfirler aralarında İsa hakkında ihtilafa düştüler. O dehşetli günü görecek kâfirerin vay haline. Hazret-i İsa hakkında çeşitli fırkalar ve ehl-i kitap ihtilafa düştüler. Bazıları onun Allah olduğunu, bazıları da üç ilahın biri olduğunu diğer bazıları da Allah'ın oğlu olduğunu söylediler. İşte bu saçma" sapan iddialarından dolayı, kıyamette, layık oldukları cezaya çarpılacaklardır. 38Kâfirler, huzurumuza çıktıkları gün öyle işitecekler, öyle görecekler ki... Fakat bugün zalimler apaçık bir sapıklık içindedirler. Allahü teâlâ, kendisini inkâr eden, ortaklar koşan ve Hazret-i İsa'nın onun oğlu olduğunu iddia eden kâfirlerin halini beyan ederek buyuruyor ki: "Dünyada iken hakka ve Allah'ın varlık ve birliğini gösteren delillere karşı kör olanlar, Peygamberlerin davetlerine ve okudukları ilahi kitapların davetlerine karşı sağır olanlar, Allah'ın huzuruna çıkarıldıklarında öyle bir işitecek ve göreceklerdir ki... Ne var ki onların o gün işitip görmeleri kendilerine fayda vermeyecektir. Allah'a yakışmayan şeyleri ona isnad eden kafirler, apaçık bir sapıklık içindedirler. Hallerinin nereye varacağını da hesap etmemektedirler. 39Ey Rasûlüm, insanların pişmanlık duyacakları kıyamet günü ile kâfirleri uyar. O gün her şey bitmiş, iş işten geçmiş olacaktır. Oysa kâfirler gaflet içindedirler iman etmezler. Ey Rasûlüm, sen, Allah'a ortak koşan müşrikleri, suçlarından ve bu sebeple cehenneme girdirilip orada ebedi olarak kalacaklarını anlamalarından sonra kıyamet gününde nasıl pişman olacaklarını izah ederek uyar. O gün Allah, yarattıklarını yargılayıp aralarında hükmü verecektir. Bir kısım insanlar cennete girecek, diğerleri cehenneme sürükleneceklerdir. Bugün ise müşrikler, kıyamet gününün bu dehşetli allerinden gafildirler, Allah'a ve âhiret gününe iman etmezler. Evet, âhiret günü, kâfirler için en büyük pişmanlık günüdür. Zira o gün artık ölüm oradan kaldırılacak, kâfirler, lâyık oldukları azabın içinde ebedî olarak kalacaklardır. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir Hadis-i Şerifinde buyuruyor ki: "Kıyamette ölüm, güzel bir koç şeklinde getirilecek ve bir çağırıcı cennetliklere "Ey cennet ehli." diye çağıracaktır. Cennetlikler başlarını uzatıp bakacaklar ve o çağırıcı kendilerine "Siz bunu tanıyor musunuz?" diye soracak. Onlar da: "Evet, o ölümdür." diyeceklerdir. Zaten hepsi onu görmüştür. Sonra o çağırıcı: "Ey cehennem halkı." diye çağıracak onlar da başlarını uzatıp bakacaklar ve çağırıcı onlara: "Siz bunu tanıyor musunuz?" diye soracaktır. Onlar da "Evet, bu ölümdür" diyeceklerdir. Zaten bunların hepsi de onu görmüşlerdir. Bunun üzerine koç şeklinde olan ölüm boğazlanır. Sonra çağırıcı "Ey cennet ehli artık ebedîlik vardır. Ölüm yoktur. Ey cehennem halkı artık ebedilik vardır. Ölüm yoktur." diyecektir." Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözünden sonra "Ey Rasûlüm, insanların pişmanlık duyacakları kıyamet günü ile kâfirleri uyar. O gün her şey bitmiş iş işten geçmiş olacaktır. Oysa kâfirler gaflet içindedirler. İman etmezler."âyetini okudu ve "İşte bunlar gaflet içindedirler. Bunlar dünya halkıdır. Bunlar iman etmezler." buyurdu. Buhari, K. Tefsir ûl-Kur'an, Sûre; 19, bab; I / Müslim. K. el-Cenne bab: 40HN: 2849 40Şüphesiz yere ve üzerindekilere biz vâris olacağız biz. Onlar mutlaka bize döndürüleceklerdir. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, kendisini yalanlayan müşriklere karşı Resûlüllahı teselli etmekte, onların davranışlarına üzühnemesini beyan etmektedir. Zira onların hepsi bir gün gelecek yok olacaklardır. Bütün yeryüzü ve orada bulunanlara tek vâris olarak Allah kalacaktır. Herkes Allah'ın huzuruna döndürülecek ve yaptıklarından hesap verecektir. 41Ey Rasûlüm, insanlara, Kur'an'daki İbrahim kıssasını anlat. Şüphesiz ki o, özü sözü doğru olandı ve bir Peygamberdi. Ey Rasûlüm, sen, Kur'an'da geçen İbrahim kıssasını müşriklere anlat. Şüphesiz ki İbrahim, sözünde, verdiği haberlerde ve uyarılarında doğru söyleyendi, yalancı değildi. Allah ona vahiy göndererek onu Peygamber yaptı. 42O, bir zaman babasına şöyle demişti: "Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve sana hiç faydası dokunmayan şeylere niçin tapıyorsun? Bir zaman İbrahim, babasına şöyle demişti. "Ey babacığım, hiçbir şeyi işitmeyen, hiçbir şeyi görmeyen ve sana hiçbir faydası dokunmayan şu putlara niçin tapıyorsun? Bunlara tapmakla ne kazandığını zannediyorsun? Sen, bunları bırak ta duanı işiten, her halini görüp seni kuşatan, senden bütün zararları uzaklaştırmaya gücü yeten Allah'a kulluk et. 43Babacığım, (İlâhî vahiy yoluyla) bana, sana gelmeyen bir ilim geldi. Bana uy da sana, doğru yolu göstereyim. Babacığım, Allah tarafından bana, sana verilmeyen bir ilim geldi. Benim öğüdümü kabul et ki sana, sapmayacağın, doğru yolu göstereyim. O da, Allah'ın, kendisinde hiçbir eğrilik bulunmayan dinidir. Görüldüğü gibi Hazret-i İbrahim, babasına arşı nezaketle konuşuyor, onu cehaletle suçlamıyor, kendisinin de çok üstün bir ilme sahip olduğunu söylemiyor. Bu tavır bizim için de bir örnektir. 44Babacığım, Şeytana tapma. Şüphesiz ki şeytan, rahman olan Allah'a çok âsi oldu. Ey babacığım, putlara taparak Şeytana uyma. Zira şeytan, Âdeme secde etmeyerek rahman olan Allah'a karşı isyan etmiştir. Hazret-i İbrahim babasına yaptığı bu öğüdüyle de, Rahman olan Allah'ın varlık ve birliğini ve Şeytanın da insanın düşmanı olduğunu veciz bir şekilde ifade ediyor. 45Babacığım (İnkârda ısrar etmen halinde) seni, rahman olan Allah tarafından bir azabın yakalamasından ve böylece şeytanın dostu olmandan korkarım." Hazret-i İbrahim, babasına, rahman olan Allah tarafından bir azap dokunacağından korktuğunu bildiriyor. Allah'ın azabına uğrayan bir kişinin bu azaptan sonra nasıl olup Şeytan'ın dostu olacağı şöyle izah edilmektedir: Allah'ın azabını hak eden kişi cehenneme girer. Böylece Şeytanla beraber olur. Bu beraberlik şeytanla dostluk demektir. Yahut, buradaki ilahi azaptan maksat, Allah'ın, bu çeşit kullarından yardımını tamamen kesmesidir. Böyle bir insanın, şeytandan başka hiçbir dostu yoktur. Ya da burada zikredilen şeytanın dostluğundan maksat, onun peşini takibetmektir. Böylece rahman olan Allah'ın azabına uğrayan kimse cezalandırılmakta şeytanı takib etmiş olur. Zemahşeri diyor ki: "Âyet-i kerime'de, şeytanın dostu olmak, rahman olan Allah'ın azabına uğramaktan sonra zikredilmektedir. Bu da, şeytanın dostu omanın, Allah'ın azabına uğramaktan daha beter olduğunu gösermektedir. Zira şeytanın dostu olma, Allah'ın rızasına erişmenin zıddıdır. Allah'ın rızası herşeyin üstünde olduğu gibi, şeytanın dostluğu da her şeyden kötüdür. 46Babası: "Ey İbrahim, ilahlarıma karşı çıkıp yüz mü çeviriyorsun? Eğer bundan vazgeçmezsen yemin olsun ki seni taşlarım. Haydi uzun müddet benden uzak ol." dedi. Babası, İbrahim'in nasihati üzerine ona şu cevabı verdi: "Ey İbrahim, sen benim ilahlarımdan yüz çeviriyor, onlara dil mi uzatıyorsun? Sen bu il ahi an sövüp saymaktan ve bunlara dil uzatmaktan vazgeç. Eğer bundan vazgeçmezsen yemin olsun ki ben de seni sözle taşlarım. Sana ağır şeyler söyler, hakaret ederim. Haydi benden uzun bir müddet uzak ol. Taberi bu âyetin son bölümünün şu şekilde izah edilmesinin tercihe şâyân olduğunu söylemektedir. "Haydi sen benden sağ salim bir şekilde uzak ol. Seni cezalandırmış olmayalım." 47İbrahim şöyle dedi: "Selam sana. Rabbimden bağışlanmanı dileyeceğim. Çünkü o, bana çok lütufkârdır. İbrahim, babasına şu cevabı verdi: "Selam sana, benim tarafımdan güven içinde ol. Senin sevmediğin şeyleri sana anlatmayacağım. Ancak rabbimden, senin günahlarım affetmesini dileyeceğim, zira o bana çok lütufkârdır. Benim yaptığım duaları kabul etmektedir. Hazret-i İbrahim'in, babası için af dilemesi; daha önce ona vermiş olduğu bir vaadi yerine getirmek içindi. Fakat daha sonra babasının, Allah düşmanı olduğu ortaya çıkınca önün için dua etmekten vazgeçmiş ve ondan uzaklaşmıştır. Bu husus Tevbe Sûresi'nin yüz ondördüncü âyetinde de izah edilmektedir. 48İşte sizden ve Allah'tan başka taptığınız şeylerden ayrılıyor ve sadece rabbime ibadet ediyorum. Umarım ki rabbime dua edip te mahrum ve mahzun olmam." Artık ben sizden ve Allah'ı bırakıp ta taptığınız putlardan uzaklaşıyorum. Sadece rabbime ibadet ediyor ve onun rablığını kabul ediyorum. Umarım ki rabbim, dualarımda beni ümitsiz çıkarmaz. Dualarımı kabul edip dileğimi bana verir." Rivâyete göre, Hazret-i İbrahim, babasına bu sözleri söyledikten sonra bulunduğu yerden ayrılarak Şarn taraflarına gitmiştir. Allahü teâlâ orada ona oğlu ismail'i ve İshak'ı vermiştir. 49İbrahim kavminden ve onların, Allah'tan başka ibadet ettikleri şeylerden uzaklaşınca biz ona İshak'ı ve (İshak'ın oğlu) Yakub'u ihsan ettik. Hepsini de Peygamber yaptık. 50Biz onlara, rahmetimizden lütuflarda bulunduk. Biz onları iyilikle dillerde yâdettirdik. İbrahim, kavminden ve onların tapmış oldukları putlardan uzaklaşınca biz onun yurdundan ayrılık hasretini, kendisine oğlu İshak'ı ve torunu Yakub'u vererek giderdik. Biz, İbrahim'in oğlu İshak'ı ve onun oğlu Yakub'u peygamber yaptık. Biz onların hepsine bu dünya hayatında bol rızıklar verip rahmetimizi bahsettik. Ve onları bütün dillerde övdük. 51Ey Rasûlüm, İnsanlara Kur'an'daki Mûsa'nın kıssasını anlat. Şüphesiz ki o, ihlash bir kul'du, kitap verilen bir Peygamberdi. Ey Rasûlüm, sen, sana indirdiğimiz Kur'an'da, İmran oğlu Mûsa'yı zikret ve onun kıssasını kavmine anlat. Şüphesiz ki Mûsa, ibadeti sadece Allah'a tahsis eden ihlash bir kul idi. Veya Allah tarafından arındırılmış ve ihlasa erdirilmiş bir kul idi. O, hem Nebi hem de Resul idi. O, Peygamberdi hem de kendisine kitap indirilmişti. 52Biz Mûsa'ya Tûr-i Sina'da sağ taraftan nida'da bulunduk. Biz onu, hususi bir konuşmada bulunmak üzere kendimize yaklaştırdık. 53Biz ona, rahmetimizden kardeşi Harun'u Peygamber olarak lütfettik. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime'de, Hazret-i Mûsa'nın Şam taraflarında Şuayb aleyhisselamın yanında uzun süre kaldıktan sonra kendi ülkesi olan Mısır'a dönerken Sina Çölü'nde bulunan Tur dağına varınca ona Peygamberlik verdiğini ve Peygamberliğinin, kendisine nida olunarak başladığını beyan ediyor. Ayrıca Hazret-i Mûsa'nın isteği üzerine kardeşi Harun'u da Peygamber yaptığını ve ona yardımcı kıldığım beyan ediyor. 54Ey Muammed, insanlara, Kur'an'daki İsmail kıssasını anlat. Şüphesiz ki o, vaadine sadık bir kuldu. Kitap verilen bir Peygamberdi. 55İsmail, ümmetine namaz kılmayı ve zekât vermeyi emrederdi. O, rabbinin rızasını kazanmış bir kuldu. Allahü teâlâ bu âyetlerde de, Hazret-i İbrahim'in oğlu İsmail'in kıssasının insanlara anlatılmasını emrediyor. Ve onun, vaadinde duran ve kendisine kitap verilmiş bir Peygamber olduğunu beyan ediyor. Hazret-i İsmail'in, aile fertlerine namaz kılmalarını, zekât vermelerini emrettiğini ve Allah katında kendisinden razı olunan bir kul olduğunu beyan ediyor. Allahü teâlâ Hazret-i İsmail'i "Vaadine sadık" olarak övüyor. Kişinin verdiği söze sadakat göstermesi, îmanında samimi olduğunu gösteren ölçüleden biridir. Nitekim Peyamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir Hadis-i Şerifinde: "Münafikin alâmeti üçtür. Konuştuğunda yalan söyler, vaadettiğinde dinden döner, kendisine bir şey emanet edildiğinde emanetine hıyanet eder" buyurmuştur Buhari, K. el-İman, bab: 24 / Müslim, el-İman, bab: 107, Hadis No: 59 Yine Allahü teâlâ, Hazret-i İsmail'i, aile fertlerine namaz kılmayı ve zekât vermeyi emretmekle övüyor. Bu da kişinin, aynı zamanda aile fertlerinden de sorumlu olduğunu ifade etmektedir. Nitekim bu hususta diğer âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: "Ey iman edenler, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden kendinizi ve ailenizi koruyun. Ateşin başında sert ve şiddetli, Allah emrine karşı gelmeyen, verilen emirleri olduğu gibi yerin getiren Melekler vardır. Tahrim Sûresi, âyet "Ailene namazı emret Sen de namaz kılmakta sabret. Biz senden rızık istemiyoruz. Sana rızık veren biziz. Güzel akıbet takva sahiplerinindir. Peygamber efendimiz de'bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor: Tâhâ Sûresi, âyet: 132 "Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz. Halife bir çobandır, güttüklerinden sorumludur. Erkek ailenin çobanıdır, güttüklerinden sorumludur. Kadın kocasının, evinin çobanıdır, güttüklerinden sorumludur. Hizmetçi efendisinin malının çobanıdır ve güttüklerinden sorumludur. Evet, hepiniz çobansınız ve güttüklerinizden sorumlusunuz. Buhari, K.el-Cum.a, bab: 11/Müslim K. el-tmara, bab: 20, Hadis No: 1829 56Ey Rasûlüm, insanlara, Kur'an'daki İdris kıssasını anlat. Şüphesiz ki İdris, özü sözü doğru olandı ve bir Peygamberdi. 57Biz onu yüce bir makama yükselttik. Allahü teâlâ bu âyette İdris aleyhisselamı yüce bir makama yükselttiğini beyan ediyor. Bu yüce makamın ne olduğu hakkında farklı görüşler zikredilmiştir. Bazı müfessirlere göre idris aleyhisselam hayattayken bir Melek tarafından altıncı göğe kadar yükseltilmiş ve ruhu orada kabzedilmiştir. Bazılarına göre ise İdris aleyhiselam bir Melek tarafından dördüncü göğe kadar çıkarılmış ve Azrâil canını orada almıştır. İşte zikredilen yüce makam burasıdır. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) miraca çıkarken İdris aleyhisselam ile dördüncü katta görüştüğünü beyan etmektedir. Bu da ikinci görüşün daha isabetli olduğunu ifade eder. 58İşte bunlar, Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerdir. Bu Peygamberler Âdem'in ve gemide Nuh ile beraber taşıdıklarımızın soyundan, İbrahim ve İsrail'in neslinden ve hidâyet verip seçtiğimiz kimselerdendir. Onlara, rahman olan Allah'ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı. Süddî diyor ki; "Bu Peygamberlerin hepsinin, Hazret-i Âdem'in soyundan gelmelerine rağmen her birinin yakın soyları belirtilmiş ve İdris aleyhisselamın, Âdem'in soyundan geldiğine Hazret-i İbrahim Nuh ile beraber gemide taşınanların soyundan geldiğine Hazret-i İshak, Yakub ve İsmail'in de Hazret-i İbrahim'in soyundan geldiklerine Hazret-i Mûsa, Harun, Zekeriyya, Yahya ve İsarunda Hazret-i İsrailin yani Hazret-i Yakub'un soyundan geldiklerine işaret edilmiştir. 59Sonra bu Peygamberlerin ardından öyle bir nesil geldi ki, namazı terkettiler, heva ve heveslerine uydular. Onlar, bu taşkınlıklarının cezasını yakında göreceklerdir. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Peygamberlerin ardından, ibadetlerin en devamlısı olan namazı zayi eden ve şehvani arzularına uyan nesillerin ortaya çıktığını ve bunların âhirette, yaptıklarının cezasını göreceklerini beyan ediyor. Âyet-i kerime’de zikredilen "Namazı terkettiler" ifadesi "Namazı bıraktılar veya zamanını geçirdiler." şeklinde izah edilmektedir. Âyette geçen ve "Taşkınlık." diye tercüme edilen "Gayyen" kelimesinin taşkınlık, zarara uğramak kötülük yahut cehennemde kan ve irinlerin aküğı bir vadi olduğu zikredilmektedir. Yani, şehvani arzularına uyan bu insanlar hüsrana uğrayacaklar veya yaptıklarının kakarşıhği olan kötülük bulacaklar yahut cehennemdeki gayya kuyusuna atılacaklardır." demektir. 60Fakat tevbe edip iman eden ve salih amel işleyen bunun dışındadır. İşte onlar cennete girecekler ve hiçbir haksızlığa uğratılmayacaklardır. Allahü teâlâ önceki âyet-i kerime’de, Peygamberlerden sonra gelen kötü nesillerin namazlarını terketmeleri ve şehvani arzularına uymaları yüzünden ha-kettikleri şekilde cezalandırılacaklarını beyan ettikten sonra bu âyette de bu kötü nesilden tevbe edenlerin, Allah'a ve Peygambere iman edenlerin ve salih amel işleyenlerin bu tür cezalandırmadan kurtulmuş olacaklarını beyan ediyor ve bunların cennete gireceklerini ve kendilerine hiçbir haksızlık yapılmayacağını vaadediyor. 61O cennet, rahman olan Allah'ın, kullarına, görmedikleri halde vaadettiği "Adn" cennetleridir. Şüphesiz onun vaadi mutlaka yerini bulacaktır. 62Onlar orada boş bir söz işitmezler. Ancak "Selam" işitirler. Orada sabah akşam rızıkları da hazırdır. 63İşte kullarımızdan takva sahibi olanlara vereceğimiz cennet budur. Tevbe edip salih amel işleyenler cennetlere gireceklerdir. Bu cennetler, Adn cennetleridir. Rahman olan Allah, bunları, kullarına görmedikleri halde vaadetmiştir. Allah'ın vaadi ise mutlaka gerçekleşir. O cennetlerde boş bir söz işitilmez. Orada ancak selamlaşmalar işitilir. Cennetliklere sabah akşam, yani bu iki vakit kadar zamalarda yemekleri verilir. Zira orada gece diye bir şey yoktur. Devamlı aydınlık vardır. İşte dünyada takva üzere yaşayan kullara verilecek olan cennet budur. Burada ifade edilen cennetlere layık olan takva sahiplerinin kimler olduğu başka bir âyet-i kerime’de şöyle izah edilmektedir. "Rabbinizin mağfiretine ve genişliği göklerle yer kadar olan cennete koşuşun. O cennet, Allah'tan korkanlar için hazırlanmıştır." "O takva sahibi olanlar, bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcarlar. Öfkelerini yenerler ve insanların kusurlarını bağışlarlar. Allah, iyilik yapanları sever. Al-i İmran Sûresi, âyet: 133-134 64(Vahyin niçin geciktiğini soran Muhammede Cebrâil şöyle dedi: ) "Biz ancak rabbinin emriyle ineriz. Geçmişimiz, geleceğimiz ve arasındakiler hep ona aittir. Rabbin asla unutkan değildir. Abdullah b. Abbas diyor ki: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Cebrâil'e "Senin, bizi ziyaretinden daha fazla ziyaret etmene engel olan nedir?" dedi. Bunun üzerine "Biz ancak rabbinin emriyle ineriz. Geçmişimiz, geleceğimiz ve arasındakiler hep ona aittir." âyeti nazil olmuştur Buhari, K- Tefsir el-Kur'an, Sûre 19, bab: 2 / Tirmizî, K. Tefsir el-Kur'an Sûre: 19 Hadis No: 3158 Âyet-i kerime’de zikredilen "Geçmişimiz, geleceğimiz ve arasındakiler" ifadesi şu şekilde izah edilmiştir. "Önümüzde bulunan, arkamızda olan ve bunların ikisi arasındakiler hep ona aittir." "Önümüzde bulunan, arkamızda olan ve bunların ikisi arasindekiler."den neyin kastedildiği hakkında ise üç görüş zikredilmektedir. Birincisine göre: "Önümüzde bulunân'dan maksat, dünya, "Arkamızda olan"dan maksat, âhiret ve "Bu ikisi arasındakiler" den maksat da, İsrâfîl tarafından üflenecek olan iki sur arasındaki zamandır. Buna göre âyetin mânâsı şöyledir: "Dünyada âhiret de, bu ikisi arasındaki "Berzah" âlmi de ancak rabbine aittir." demektir. İkincisine göre: "Önümüzde bulunan"dan maksat, âhiret, "Arkamızda olan"dan maksat, dünya, "Bu ikisi arasındaki"lerden maksat ise dünya ve ahiret arasıdır. Buna göre âyetin mânâsı "Âhiret de dünya da ve onların aralarında bulunan da ancak rabbine aittir." demektir. Üçüncüsüne göre ise: "Önümüde bulunan"dan maksat, dünyanın bizden geçen zamanıdır. "Arkamızda olan"dan maksat, dünyanın bizden sonra kalan zamanı ve âhirettir. "Bu ikisi arasındakiler"den maksat ise, geçirmiş olduğumuz zaman ile önümüzde bulunan zaman arasıdır. Taberi'ye göre ise "Önümüzde bulunan" âhirettir. "Arkamızda olan." dünyadır. "Bu ikisi arasındakiler" ise dünyanın henüz geçmemiş olan zamanıdır. 65O, göklerin, yerin ve aralarındakinin rabbidir. O halde sen ona ibadet et ve ona ibadetinde sabırlı ol. Zaten onun benzeri bir ilâh bilir misin ki? Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Hazret-i Muhammed'e Cebrâil'i gönderen rabbinin, göklerin, yerin ve o ikisi arasında bulunan herşeyin rabbi olduğunu, böyle bir rabbin, herhangi bir şeyi unutmasının mümkün olamayacağını beyan ediyor, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)e ve dolayısiyle bilere, böyle bir rabbe kulluk etmemizi ve ona yaptığımız ibadetlerde sabırlı olmamızı emrediyor. Âyetin sonunda da Allah'ın hiçbir benzerinin bulunmayacağı bildiriliyor. Bazı müfessirler, burada zikredilen "Benzeri" ifadesinden maksadın, onun, isminde benzeri olmadığını söylemişlerse de bu ifadeye genel anlamda almanın ve Allah'ın zat ve sıfatlarında benzeri olmadığı şeklinde yorumlamanın daha uygun olacağı muhakkaktır. Taberi de bu kanaattedir. 66İnsan: "Öldükten sonra mı diril ip çıkarılacağım?" der. Öldükten sonra dirileceklerine inanmayan kâfirler: "Bizler, ölüp toprak olduktan sonra mt tekrar dirilip kabirlerden çıkarılacağız?" derler. Allahü teâlâ bu tür insanlara, hiç yoktan yaratılışlarını hatırlatarak şöyle cevap veriyor: 67O insan, daha önce hiçbir şey değilken kendisini yoktan varettiğimizi hatırlamaz mı? Öldükten sonra tekrar dirilmeyi aklına sığdıramayan insan, Allah'ın, kendisini, hiç yokken yaratma kudretini dşünemez mi? Onu, hiç yokken var eden Allah'ın öldükten sonra diriltmesine neden şaşar? Bu hususta diğer âyetlerde şöyle buyuruluyor: "İnsan, kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmez mi ki, hemen apaçık bir hasım kesilir? Yaratışımızı unutarak bize misal getirir ve "Çürümüş kemikleri kim diriltecekmiş?" der. "Ey Rasûlüm, sen şöyle de: "Onları ilk defa yaratan dirütecektir. O, bütün yaratılanları çok iyi bilir. Yasin Sûresi, âyet: 77-79 68Rabbine yemin olsun ki, biz o insanları şeytanlarla beraber bir araya toplayacağız. Sonra cehennemin etrafında dizıistü çökmüş olarak hazır bulunduracağız. 69Sonra her topluluğun, rahman olan Allah'a en çok karşı gelip isyan edenlerini ayıracağız. 70Sonra, kimlerin cehenneme girmeye dala layık olduğunu biz çok iyi biliriz. Ey Rasûlüm, rabbine yemin olsun ki, "Biz, öldükten sonra çık ani ac ağız?" diyenleri kıyamette, dostları olan şeytanlarla beraber bir araya toplayacağız. Sonra onları, cehennemin etrafında diz çökmüş vaziyette ve oraya girmek üzere hazır bulunduracağız. Sonra her gurubun, Allah'a en çok isyan edenlerini ayıracağız ve hesaba çekmeye onlardan başlayacağız. Biz, bu gruplardan hangisinin daha şiddetli azaba layık olduğunu çok iyi biliriz ve herkesi cehennemin layık olduğu derecesine koyarız. Abdullah b. Mes'ud diyor ki: "Cehennemlikler, en baştakinden en sonuncusuna kadar bir yere hapsedilirler. Sayı tamamlanınca onların en büyük günahkârlarından başlanarak sırayla cehenneme konulurlar." 71Sizden, cehenneme uğramayacak hiç kimse yoktur. Bu, rabbinin, üzerine aldığı değişmez bir hükümdür. Âyet-i kerime’de zikredilen "Cehenneme uğramak"tan maksadın ne olduğu hususunda müfessirler farklı izahlarda bulunmuşlardır. Abdullah b. Abbas, Ebû Meysere ve Abdullah b. Revaha'dan nakledilen bir görüşe göre âyetteki "Cehenneme uğramak"tan maksat, Mü’min ve kâfir olan herkesin onun içine girmesidir. Mü’minler, içine girdikleri o cehennemden kurtarılacaklar kâfirler ise orada kalacaklardır. Mü’minlerin uğradıkları yerin, cehennemin sönmüş yeri olacağı Rivâyet edimektedir. Abdullah b. Abbas'tan nakledilen bu görüşe delil olarak, Kuran-ı Kerim'de dört yerde zikredilen "Cehenneme uğramak" ifadesinden üçünün "Cehenneme girme" anlamına gelmesidir. Dördüncüsü ise bu âyettir. Bu âyet de yorumda onlara tâbidir. Zikredilen üç âyet şunlardır; "Siz de Allah'tan başka taptığınız putlar da cehennem odunudur. Siz oraya, suya koşarcasına gireceksiniz. Enbiya Sûresi âyet: 98 "Suçluları ise susuz olarak cehenneme süreceğiz Meryem Sûresi, âyet: 86 "Firavun kıyamet gününde kavminin önüne düşecek ve onları ateşe götürecektir. Varılacak o yer, ne kötü bir yerdir. Hûd Sûresi, âyet: 98 Ayrıca sahabe-i kiram: "Ey Allah’ım sen beni cehennemden sağ salim çıkar ve beni nimetlerle cennete koy." diye dua etmişlerdir. Bazı âlimlere göre ise buradaki "Cehenneme uğramak"tan maksat, cehenneme girmektir. Ancak bu giriş sadece kâfirler için söz konusudur. Âyette geçen "Siz" zamirinden, kâfirler kastedilmektedir. Diğer bir kısım âlimlere göre ise buradaki "Cehenneme uğramaktan maksat, Mü’minlerin sırat köprüsünden geçmeleri kâfirlerin ise cehenneme düşmeleridir. Başka bir kısım âlimlere göre de buradaki "Cehenneme uğramak"tan maksat, Mü’minlerin, dünyada iken, cehennemden geldiği belirtilen âfet ve felaketlere uğramaları kâfirlerin ise cehenneme girmeleridir. Taberi bu Âyette zikredilen "Cehenneme uğramak"tan maksadın "Sırat köprüsünün üzerinden geçmek olduğunu, mü’minlerin bu köprüden geçecekleri, kâfirlerin ise ondan geçemeyip cehenneme düşecekleri anlamına geldiğini söylemiş ve sırat köprüsüyle ilgili Hadis-i Şerifleri zikretmiştir. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir Hadis-i Şerifinde buyuruyor ki: "... Cehennemin üzerine sırat köprüsü kurulacak. Ben ve ümmetim, oradan ilk geçenler olacağız. O gün sadece Peygamberler konuşacak onların o gün ki duaları da: "Ey Allah’ım esenlik ver, ey Allah’ım esenlik ver." olacaktır. Cehennemde Sa'dan dikeni gibi kancalar bulunmaktadır. Sizler Sa'dan dikenini gördünüz mü? "Evet ya Resulallah" dediler. Resûlüllah buyurdu ki "İşte o kancalar Sa'dan dikeni gibidir. Ancak onların ne kadar büyük olduklarını sadece Allah bilir. İnsanlar amellerine göre o kancalarla çekilirler. İnsanlardan bazıları yaptıkları ameller yüzünden helak olurlar. Bazıları da hardal tanesi kadar parçalara ayrılırlar sonra kurtulurlar. Allahü teâlâ, cehenneme girenlerden kime merhamet etmeyi dilerse meleklerine, kendisine kulluk edenleri cehennemden çıkarmalarını emreder. Melekler de onları çıkarırlar. Melekler onları secde izlerinden tanırlar. Allah, secde izlerini yemeyi cehenneme haram kılmıştır. Buhari, K. el- Ezan, bab: 129 K. et-Tevhid, bab: 24/ Müslim, K. el-İman, bab: 299, Hadis No: 182 Peygamber efendimiz diğer bir Hadis-i Şerifinde de şöyle buyuruyor: "...Sonra cehennem üzerine köprü kurulur. Şefaat etme zamanı gelir. İnsanlar "Ey Allah’ım, esenlik ver, esenlik ver" derler. "Ey Allah'ın Resulü, köprü nedir?" diye sorulunca Resûlüllah: "Pek kaygan bir yerdir. Orada çengeller, kancalar ve dikenler vardır. Bu dikenler, Necid bölesinde biten Sa'dan dikenleri gibidir. Mü’minler, amellerine göre sırat köprüsünün üzerinden göz açıp kapayıncaya kadar veya şimşek gibi yahut rüzgâr gibi veya kuş gibi yahut rahvan at ve develer gibi geçecekler. Bazıları sağ salim kurtulacak, bazıları çiviler yırtmış olarak kurtulacaklar, bazıları ise yaralı olarak cehenneme itileceklerdir. Müslim, K. el-İman, bab: 302, Hadis No; 183 72Sonra takva sahiplerini cehennemden kurtaracağız. Zulmedenleri de diz üstü çökmüş olarak cehennemde bırakacağız. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, bütün insanların cehenneme uğramasından sonra, emirlerini tutup yasaklarından kaçınanları cehennem ateşinden kurtaracağını, Allah'tan başkasına ibadet ederek veya rablerinin emir ve yasaklarına uymayarak kendilerine zulmedenleri ise cehennem ateşinin içinde dizüstü çökmüş bir halde bırakacağını beyan ediyor. 73Onlara apaçık âyetlerimiz okunduğu zaman kâfirler, iman edenlere "Mü’min ve kâfir iki guruptan hangisi mevki yönünden daha hayırlı ve çevre yönünden daha güzeldir?" derler. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de de, kâfirlere apaçık Âyetleri okunduğunda onların, âyetlerden nasıl yüz çevirdiklerini, mü’minlere karşı böbürlenerek üstünlük tasladıklarını beyan ediyor ve bundan sonra gelen âyette de onlar gibi nice şımarıkları helak ettiğini bildiriyor. 74Biz onlardan önce nice nesilleri helak ettik. Onlar, servet ve gösteriş yönünden kendilerinden daha iyiydiler. Evet, Allahü teâlâ, geçmişteki şımarıkları, emrine uymadıkları için helak etmiş köşklerini, yurtlarını, bağlarım, bahçelerini sahipsiz bırakmıştır. Bu hususta Firavun ve kavminin nasıl cezalandırıldığım beyan eden âyetlerde şöyle buyuruluyor: "Âsânı vurarak açtığın denizi o sakin halinde bırak. Çünkü onlar, boğulmaya mahkum bir ordudur." "Onlar, geride nice bahçeler, akan pınarlar, çeşitli bitkiler, güzel konaklar ve zevk ve sefa ile içinde yaşadıkları nimetler bıraktılar." "Böylece biz, onlara verdiğimiz nimetleri başka bir kavme miras bıraktık, Duhan Sûresi, âyet: 24-28 "Biz nice zalim ülkeleri helak ettik. Onlar, duvarları, damlan üstüne yıkılıp ıpıssız kaldılar. Biz, nice kuyuları muattal, nice muhteşem sarayları bomboş bıraktık. Hacc Sûresi, âyet: 45 75Ey Rasûlüm, sen şöyle de: "Rahman olan Allah, sapıklıkta olana daha da mühlet verir. Onlar, vaadedildikleri şeyi görünce, ki o da ya dünyada cezalandırılmaları veya kıyametin başlarına kopmasıdır. Kimin mevkiinin daha kötü, kimin arkasının daha az olduğunu bileceklerdir. Müfessirler bu âyet-i kerime’yi iki türlü izah etmişlerdir. Birinci izah şekli, mealde verildiği gibidir. Taberi'nin de zikrettiği ikinci izah şekli ise şöyledir: "Ey Rasûlüm, de ki; "Kim, sapıklık içinde bulunuyorsa rahman olan Allah, onun sapıklığını daha da artırsın ve ona mühlet versin Fakat bu sapıklar, kendilerine vaadedilen ceza veya kıyamet gelirse işte o zaman kimin mevkiinin daha kötü kimin arkasının daha az olduğunu bilecekler ve yaptıklarına pişman olacaklardır. Fakat bu pişmanlık kendilerine fayda vermeyecektir." Âyet-i kerime’nin bu şekilde yorumlanması, Âl-i imran suresinin altmışbirinci âyetinin ifadesine benzemektedir. "Mübahale" âyeti denen bu âyette şöyle buyurulmaktadır: "Sana ilim geldikten sonra kim seninle mücadele ederse ona şöyşle de: "Gelin çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım sonra yalvaralım da yalancıları Allah'ın lanetiyle lanetleyelim. Âl-i İmran sûresi, âyet: 61 76Allah, doğru yolda olanların hidâyetini daha da artırır. Devamlı kalacak salih ameller, rabbin katında sevap bakımından daha da hayırlıdır. Akıbet bakımından da daha hayırlıdır. Allahü teâlâ, iman ederek ve gönderdiği âyetleri tasdik ederek doğru yol üzerinde bulunanların imanlarını güçlendirir. Salih amellerini artırarak hidâyetlerini pekiştirir. Zira kötülükler insanı daha da beterine götürür, tyilikler ise onu daha hayırlısına sevkeder. Devamlı kalıcı olan salih ameller, rabbinin katında, sevap bakımından da daha hayırlıdır netice bakımından da daha hayırlıdır. Âyet-i kerime’de zikredilen "Devamlı kalacak olan salih ameller"den neyin kastedildiği, Kehf suresinin kırkaltınci âyetinde izah edilmiştir. Bu amellerin, beş vakit namaz veya Allah'ı zikretme yahut Allah'a itaat etme veya güzel söz söyleme yahut da bütün iyi ameller demek olduğu beyan edilmiştir. 77Ey Rasûlüm, âyetlerimizi inkâr edip (Alaylı alaylı) "Bana (âhirette) mal ve evlat verilecek" diyen o kâfiri gördün mü?" 78O kâfir "Gaybı"mı bildi, yoksa rahman olan Allah'tan bir söz mü aldı? Bu âyetlerin, el-Âs b. Vâil hakkında nazil olduğu Rivâyet edilmektedir Habbab b. el-Eret diyor ki: Ben, Âs b. Vâile gittim ondaki alacağımı istedim. Bana şöyle dedi; "Sen Muhammed'i inkâr etmedikçe onu sana vermem." Ben de ona "Sen ölüp tekrar dirilmedikçe ben bunu yapmam." dedim. O da: "Ben ölüp de tekrar diriltilecek miyim?" dedi. "Evet" dedim. Âs b. Vâil: "Benim orada da malım ve çocuğum var. Hakkını sana orada veririm." dedi. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu. Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 19, bab: 3 / Müslim, K. el-Münafıkîn, bab: 35, Hadis No: 2795 /Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 19 Bab: 8, Hadis No: 3162 79Hayır, asla! Biz onun söylediklerini yazıp kaydedeceğiz. Biz azabını artırdıkça artıracağız. 80Biz o kâfirin, dünyada iftihar edip durduğu şeyleri elinden alacağız. Huzurumuza yapayalnız çıkacaktır. Hayır, böyle bir şey yoktur. O kâfir, gaybi bilemez. Söylediğinin doğru olduğunu iddia edemez. Rahman olan Allah'tan bir söz de almış değildir. Bilakis o yalan söylüyor ve inkârda bulunuyor. Biz bu kâfirin söylediklerini yazacağız. Yalan ve bâtıl iddialarından dolayı âhirette onun azabını artırdıkça artıracağız. "Ahirette bana mutlaka mal ve çocuk verilecek." diyen bu kâfirin malını da evladını da elinden alacağız. Ve kıyamet gününde o, bizim huzurumuza tek başına çıkacaktır. 81Kâfirler, kendilerine destek olmaları için Allah'tan başka ilâhlar edindiler. 82Hayır! Bilakis, tapındıkları ilâhlar, ibadetlerini inkâr edecekler ve aleyhlerine dönüp düşman olacaklardır. Ey Rasûlüm, kavminin müşrikleri, Allah'ı bırakıp birtakım pullan ilâhlar edindiler ki kendileri için destek olsunlar. Onları Allah'ın azabından kurtarıp ona yaklaştırsınlar. Hayır, bu böyle değildir. Putlar, Allah katında onlara destek olmayacaklar ve müşriklerin, kendilerine tapmalarını kabul etmeyecekler ve onların aleyhlerine döneceklerdir. Yani, putlar, kendilerine tapan müşriklerin aleyhinde bulunacaklar veya cehennemde onlara arkadaş olarak onlarla çekişecekler yahut onların düşmanları olacaklardır. 83Ey Rasûlüm, kâfirlere, kendilerini kışkırtan şeytanları musallat ettiğimizi görmez misin? 84Ey Rasûlüm, kâfirlerin hemen azaba uğratılmalarını isteme. Biz onların yaptıklarını ve günlerini mutlaka sayıyoruz. Ey Rasûlüm, görmez misin? Biz, şeytanları, İnkârcıların üzerine nasıl salmışızdır. Şeytanlar onları azdırmak için tahrik eder, onları, Allah'a karşı gelmeye teşvik ederler ve nihÂyet onları bu günaha düşürürler. Sen onlara azabın derhal gelmesini ve helak olmalarını isteme. Zira biz onların amellerini ve alıp verdikleri nefeslerini hesap etmekteyiz. Helak olma zamanlan gelince onları derhal helak edeceğiz. 85Bak. Âyet 86. 86Kıyamet günü takva sahiplerini, rahman olan Allah'ın huzurunda heyetler halinde toplayacağız. Suçluları ise susuz olarak cehenneme süreceğiz. Dünyada Allah'ın emirlerini tutup yasaklarından kaçarak ondan korkanları âhirette bineklere binmiş vaziyette ve heyetler halinde, rahman olan Allah'ın hzrunda mükâfatlandırmak için toplayacağız. Allah'ı inkâr eden suçluları ise susuz olarak cehennem ateşine süreceğiz. Böylece herkes, lâyık olduğu karşılığı, bulmuş olacaktır. 87O gün, rahman olan Allah'tan izin alan'dan başka kimse şefaatte bulunamayacaktır. Kâfirler, Allah'ın huzurunda birbirlerine şefaatçi olamayacaklardır. Ancak dünyada iken Allah'a iman ederek şefaat etme selahiyetine erişenler müstesnadır. Bu âyet-i kerime’den kâfirlerin aksine mü’minlerin birbirlerine şefaatçi olacakları anlaşılmaktadır. Ancak bir mü’minin diğerine şefaatçi olması için Allah'tan izin alması gerekmektedir. Bu hususta diğer bir âyette şöyle buyurulmaktadır: "O gün, rahman olan Allah'ın izin verdiği ve konuşmasına rıza gösterdiği kimseden başkasının şefaati fayda vermeyecektir. Tâhâ Sûresi, âyet: 109 Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir Hadis-i Şerifinde: "Şehit, ailesinden yetmiş kişiye şefaatçi olacaktır. Ebû Davûd, K. el-Cihad, bab: 26, Hadis No: 2522 buyurmuştur. Diğer bir Hadis-i Şerifı'nde de şöyle buyurmaktadır: "Kıyamet gününde üç sınıf insan şefaatçi olacaktır. Bunlar, Peygamberler, sonra âlimler, sonra şehitlerdir. İbn-i Mâce K. ez-Zühd, bab: 37, Hadis No: 4313 Peygamber efendimiz başka bir Hadis-i Şerifinde de şöyle buyurmaktadır: "Kıyamet gününde şefaatçi olmam için insanlar bana gelirler. Ben de kalkar rabbimden izin isterim. Ve bana şefaat etme izni verilir. Ben rabbimi görünce hemen secdeye kapanırım. O beni dilediği kadar secdede bırakır. Sonra bana şöyle denir: "Ey Rasûlüm, başım kaldır, söyleyeceğini söyle sözün dinlenecek. İstediğini dile istediğin verilecek. Şefaatçi ol şefaatin kabul edilecek.." Bunun üzerine ben rabbime, bana öğrettiği şeklide hamdedeceğim. Sonra şefaatçi olacağım. Bana belli bir sınır tayin edilecek. Ben onların cennete girmesini sağlayacağım." Peygamber efendimiz bu sözlerini üç kere tekrarlamış, sonunda da şöyle buyurmuştur: "Sonra 'Lâilahe İllallah" diyen ve kalbinden zerre kadar hayır bulunanlar cehennem ateşinden çıkarılacaklardır. Buhari, K. et-Tevhid, bab: 19 /Müslim, K. el-İman, bab: 3222, Hadis No: 193 Hadis-i Şeriflerde ayrıca, Meleklerin, Müslümanların küçükken ölen çocuklarının, Kur'an-ı Kerim'in ve bazı insanların da şefaatçi olacakları zikredilmiştir. Buhari, K. et-Tevhid, bab: 19 /Müslim, K. el-İman, bab: 3222, Hadis No: 193 88(İman etmeyen bazı kimseler) "Rahman olan Allah çocuk edindi." dediler. 89Vmcin olsun ki, siz ortaya çok çirkin birşey attınız. 90Bunların korkunçluğundan nerdeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak, dağlar parçalanıp dağılacaktır. 91Çünkü onlar, rahman olan Allah'a çocuk isnad ettiler. 92Oysa rahman olan Allah'ın, çocuk edinmesi asla şanına yakışmaz. Allahü teâlâ bu surede, Hz İsa'yı nasıl babasız olarak yarattığını ve Hazret-i İsa'nın, kendisinin kulu olduğunu beyan ettikten sonra bu âyetlerde, kendisine çocuk isnad edenlerin nasıl büyük bir iftira içinde bulunduklarını, bu çeşit iftiralara gökler ve yer gibi cansız varlıkların bile tahammül edemeyeceğini beyan ediyor, insanoğlunun ne kadar haddini aştığını açıklıyor. Taberi, bu âyet-i kerimeleri izah ederken şöyle diyor: "Gökler, yeryüzü, dağlar ve bütün yaratıklar Allah'a ortak koşmaktan şiddetle kaçınırlar. Ancak cinler ve insanlar hariç. Bunların bu cür'et ve şımarıklığı karşısında gökler ve yer neredeyse çatlayacak duruma gelirler. Bu hususta Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir Hadis-i Şerifi'nde şöyle buyuruyor: "İşittiği kötü söz karşısında Allah'tan daha fazla sabreden hiçbir kimse yoktur. Ona ortak koşarlar ve onun çocuğu olduğunu söylerler. Buna rağmen Allah, böyle diyenleri rızıklandınr, afiyet verir ve çeşitli nimetler ihsan eder. Müslim, K. el-Münâfıkîn, bab: 49-50 Hadis No: 2804 /Buhari K. el-Edeb, bab: 71 K. et-Tevhid, bab: 3 93Göklerde ve yerde bulunan hiçbir kimse yoktur ki (Kıyamet günü) rahman olan Allah'ın huzuruna bir kul olarak çıkmasın, 94Şüphesiz Allah, onları ilmiyle kuşatmış, kendilerini ve yaptıklarını bir bir saymıştır. 95Kıyamet günü onların her biri Allah'ın huzuruna tek başına çıkacaktır. Melekler gibi göklerde bulunan, insan ve cinler gibi yeryüzünde bulunan hiçbir kimse yoktur ki kıyamet gününde boyun eğmiş, zelil bir kul olarak rahman olan Allah'ın huzuruna çıkmış olmasın. Rahman olan Allah, bütün yaratıklarını saymış ve zaptetmiştir. Onlardan hiçbiri ondan kaçıp kurtulamaz. Hepsi kıyamet gününde rahman olan Allah'ın huzuruna teker teker çıkacaklar ve Allah, herkes hakkında hükmünü verecektir. 96İman edip salih amel işleyenler var ya, şüphesiz rahman olan Allah, onları sevdirecektir. Şüphesiz ki Allah'a, peygamberlerine ve rableri katında kendilerine gelen emir ve yasaklara iman eden ve helalleri işleyip haramlardan kaçınarak salih amel işleyen kullan rahman olan Allah, dünyada mü’min kullarına sevdirecektir. Mü’min kullarının kalbine, onları sevme duygusunu yerleştirecektir. Allahü teâlâ, kendi rızasını kazanan kulunu diğer mü’min kullarına sevdirir. Onu, diğer mü’min kardeşleri arasında mutlu kılar, huzura kavuşturur. Gazabına uğrayan kullarını ise göklerde ve yerde sevilmeyen biri yapar ve onu mutsuz kılar. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bu hususta bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor: "Allah bir kulunu sevdiği zaman Cebrâil'i çağırır ve ona: "Ben falanı seviyorum, sen de onu sev." der. Cebrâil onu sever. Sonra göklerde "Şüphesiz ki Allah falanı seviyor siz de onu sevin." diye seslenir. Gök halkı da onu sever. Sonra o kişi, yeryüzünde de kabul görür (sevilir). Allah, bir kul'a da buğuz ettiği zaman Cebrâil'i çağırır ve ona: "Ben falana buğuz ediyorum sen de ona buğuz et." der. Sonra Cebrâil gök halkına: "Şüphesiz ki Allah falana buğuz ediyor, siz de ona buğuz edin."' diye seslenir. Gök halkı da ona buğuz eder olur. Sonra yeryüzünde de onun hali bu olur. (Kendisine buğuz edilir) 97Ey Rasûlüm, bu Kur'an'la takva sahiplerini müjdelemen, inatlaşıp düşmanlık besleyen bir kavmi de uyarman için onu senin diline kolaylaştırdık. (Senin lisanınla indirdik). Ey Rasûlüm, biz bu Kur’an’ı Arap lisanıyla indirerek senin okumanı kolaylaştırdık ki onunla Allah'ın emirlerini tutup yasaklarından kaçınarak ondan korkanları cennetle müjdeleyesin ve onunla, mü’minlere karşı şiddetli düşmanlık besleyen insanları uyarasın. 98Biz onlardan önce nice nesilleri helak ettik. Şimdi onlardan herhangi birini görüyor veya sesini işitiyor musun? Allahü teâlâ bu âyet-i kerime'de, Resûlüllahı yalanlayan müşrikleri ve onların izinde gidenleri uyarmaktadır. Zira Peygamberlerine ve kendilerine Allah tarafından gönderilen dine karşı çıkanlar, Allah'ın süregelen kanununa göre helak edilmişler, geriye harabelerinden başka bir şey kalmamıştır. Onların yolunda gidenlerin de aynı akıbete uğrayacakları muhakkaktır. |
﴾ 0 ﴿