Allahü teâlâ, "At onu yere." buyuruyor. Hazret-i Mûsa, asasını yere bırakınca âsâ bir yılan oluveriyor. Yine Allah'ın emriyle onu eline alınca yılan tekrar âsâ şekline dönüyor.

Hazret-i Mûsa, Allahü teâlâ'nın emriyle elini koynuna sokup çıkarınca eli bembeyaz hale geliyor. Ve ona bu gibi mucizeler verildikten sonra Allahü teâlâ'dan şu emir geliyor:

"Firavun'a git çünkü o azmıştır." Hazret-i Mûsa da bu emri alınca Allah'a niyaz ediyor: "Rabbim, gönlüme genişlik ver, işimi kolaylaştır, dilimdeki kekemeliği çöz ki, insanlar sözümü anlasınlar. Kardeşim Harun'u da bana yardımcı ver." diyor.

Onun bu niyazına Allahü teâlâ şöyle cevap veriyor: "Ey Mûsa, dilediğin sana verildi." Allahü teâlâ'nın, onun bu isteğinin kabul edildiğini bildirmesinden sonra daha önce de ona nasıl lütuflarda bulunduğu hatırlatılıyor. Onun, çocukken Firavun tarafından öldürülmesin diye anası tarafından nasıl nehre bırakıldığı, kizkardeşinin kendisini nasıl takib ederek Firavun'un sarayına alındığını tesbit ettiği ve Firavun'un sarayında yine kendi annesi tarafından emzirilerek büyütüldüğü beyan ediliyor ve o zaman nasıl korunduysa yine kendisine yardım edileceği ve kardeşi Harun'la beraber Firavun'a gidip onu dine davet etmeleri emrediliyor.

Hazret-i Mûsa ve Harun gidip Firavun'u hak dine davet ediyorlar Fakat Firavun bu daveti kabul etmiyor. Hazret-i Mûsa ile mücadeleye giriyor ve Hazret-i Mûsa'nın mucizelerine karşı kendi sihirbazlarına güveniyor ve onu, karşılıklı bir mücadele gösterisine davet ediyor.

Firavun'un sihirbazlarıyla Hazret-i Mûsa arasındaki mücadelede sihirbazlar yenik düşüyor ve hepsi Hazret-i Mûsa'ya iman ediyor. Fakat Firavun kızıyor ve kendi sihirbazlarını tehdit ederek onları cezalandıracağını söylüyor. Fakat sihirbazlar, gördükleri mucizeler karşısında imanlarını terketmiyor, Firavun'un tehditlerine aldırmıyorlar.

Sûre-i celilede daha sonra Hazret-i Mûsa'nın İsrailoğulları'nı Mısır'dan çıkarıp götürmesi, onları, denizi âsâsıyla yararak karşıya geçirmesi, onları bir yerde bırakıp, Allahü teâlâ ile mükâlemede bulunmak üzere gitmesi, dönüşünde kavminin, Samiri'nin yaptığı buzağıya taparak sapıklığa düşmesine üzülmesi beyan ediliyor. Hazret-i Mûsa'nın kavminin yanına döndüğünde olanlar ve Samirî'nin, hayatı boyunca çekeceği ızdırap tehdidiyle oradan uzaklaştırıldığı açıklanıyor.

Daha sonra, bütün bu olayların, ibret için Resûlüllah'a anlatıldığı beyan ediliyor. Bundan sonra kıyamet ahvaline kısaca temas ediliyor. O gün dünyanın halinin ne olacağı açıklanıyor. Ve bütün bunlar için Kur'an'ın bir hatırlatmada bulunmak üzere bir uyarıcı olarak gönderildiği beyan ediliyor.

Bundan sonra Hazret-i Âdem'in cennetten çıkarılması olayına temas ediliyor ve Şeytan'ın, Hazret-i Âdem'i ve Havva'yı kandırarak onların cennetten çıkarılmalarına sebep olduğu beyan ediliyor.

Cennetten çıkarılan Hazret-i Âdem'in ve Havva'nın yeryüzüne indirildikleri ve Hazret-i Âdem'in Peygamber seçildiği ifade ediliyor.

Daha önce helak edilenlerin, bütün insanlar için bir ibret olması gereğine işaret buyuruluyor.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)e, kâfirlerin sözlerine sabretmesi, namaz kılması, kâfirlere verilen dünyalıkta gözünün olmaması, ailesine de namaz kılmalarını söylemesi emrediliyor.

Sûrenin sonunda, herkesin kendi akıbetini beklemesi, âhirette kimin hidâyette, kimin delalette olacağının o gün görüleceği beyan ediliyor ve Sûre-i Celile bu ifadelerle sona eriyor. İşte şimdi bu âyet-i kerimelerin teker teker izahı:

Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle.

1

Tâ. Hâ.

Mukatta'a harfleri hakkında Bakara Sûresinin başında açıklamalar yapılmıştır. Burada geçen "Tâ.Hâ." mukatta'a harfleri hakkında da özellikleri şunlar zikredilmiştir:

"Tâ.Hâ" "Ey adam" demektir. Bu görüş, Abdullah b. Abbas, Mücahid, İkrime, Said b. Cübeyr, Atâ, Muhammed, b. Kâ'b, Ebû Mâlik, Atıyye, Hasan-i Basrî, Katade, Dehhak, Süddî vb. âlimlerden nakledilmiştir Bkz. Buharî, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 20

* Taberi de bu görüşü tercih etmektedir.

Diğer bir görüşe göre ise "Tâ.Hâ." Allah'ın isimlerinden biridir ve Allahü teâlâ bu ismiyle yemin eder. Bu görüş te Abdullah b. Abbas'dan nakledilmektedir.

Başka bir görüşe göre "Tâ.Hâ." Hece harflerinden T. ve H. harfleridir.

Bazılarına göre de bunlardan her biri kendi başına birer mânâ ifade eden mukatta'a harfleridir.

Rebi' b. Enes'e göre ise "Tâ.Hâ."nın mânâsı "Yere bas" demektir. Yine de en doğrusunu Allahü teâlâ bilir.

2

Ey Rasûlüm, biz sana Kur’an’ı sıkıntıya düşesin diye göndermedik.

3

Biz onu ancak, Allah'tan korkup ona itaat edene bir öğüt olsun diye indirdik.

4

Bu Kur'an sana, yerin ve yüce göklerin yaratanı tarafından indirildi.

Dehhak diyor ki; "Allahü teâlâ Kur’an’ı Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)e indirince Resûlüllah ve sahabiler onun hükümleriyle amel etmeye başladılar. Kureyş müşrikleri ise "Bu Kur'an Muhammed'e ancak sıkıntıya düşmesi için gönderildi." dediler. Bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyeti indirdi."

Taberî de diyor ki: "Kur'an indirilince Resûlüllah kendisini zorluyor, geceleri de uyumuyordu. İşte bunun üzerine bu âyetler nazil oldu ve "Biz sana Kur’an’ı sıkıntıya düşesin diye göndermedik." buyuruldu. Böylece kendilerine kitap gönderilen Peygamberlerin cezai andı nlmal an değil mükâfatlandınldıklan beyan edildi.

Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:

"Allah kime hayır dilerse onu, dini anlayan kimse kılar. Buhari, K. el-İman, bab: 10, K. el-Humus, bab: 7 / Müslim, K. el-îmân, Bab: 175 Hadis No: 1037

5

Rahman olan Allah, arşı kudretiyle kuşatmıştır.

Âyet-i kerime’de geçen "Arş" ve "Onu kuşatma" meselesi, A'raf Sûresinin elli dördüncü âyetinde izah edilmiştir.

6

Göklerde, yerde ve her ikisinin arasında ve nemli toprağın altında' ne varsa hepsi Allah'ındır.

7

Sen, sesini yükseltsen de yükseltmesen de şüphesiz Allah, gizliyi de bilir gizlinin gizlisini de.

Ey Rasûlüm, sen konuştuğun sözü açığa vursan da gizlesen de rabbin için değişmez. Zira o, gizli olanı da bilir gizlinin gizlisini de.

Müfessirler, âyet-i kerime’de zikredilen "Gizlilik ve gizliliğin gizlisi" ifadesini çeşitli şekillerde izah etmişlerdir. Bunları şu şekilde özetlemek müm kündür: Bundan maksat, kişinin gönlünden geçen fakat yapmadığı şeylerdir Yahut kalbine gelen vesveselerdir. Veya, kişinin kalbine doğmayan fakat ilerde gerçekleşecek olan şeylerdir ki Allahü teâlâ bütün bunlan bilir. Ya da "Gizlinin gizlisi" Allahü teâlâ'nın, zatına mahsus kıldığı gizliliklerdir. Bunlan, kullarından kimseye göstermez.

8

Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayandır. "Esmâül Hüsnâ" en güzel isimler onundur.

Kendisine hakkıyla kulluk edilecek olan ilâh sadece Allah'tır, Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. O halde ey insanlar sadece ona kulluk edin. En güzel isimler de ona aittir.

Allahü teâlâ'ya ait olan "Esmaül Hüsna" "En güzel isimler" A'raf Sûresinin yüzsekseninci Âyetinin izahında zikredilmiştir.

9

Ey Rasûlüm, Mûsa'nın kıssası sana ulaştı mı?

10

O bir zaman (Medyen'den Mısır'a giderken) bir ateş gördü. Ailesine: "Siz burada durun ben bir ateş gördüm belki size ondan bir kor getiririm. Veya ateşin yanında bir yol gösteren bulurum." dedi.

Allahü teâlâ bu âyetlerden itibaren Hazret-i Mûsa'nın kıssasını, ona vahyin nasıl gelmeye başladığını ve Hazret-i Mûsa ile bizzat nasıl konuştuğunu beyan etmektedir.

Hazret-i Mûsa on yıldan fazla bir müddetten sonra, kızıyla evlendiği Şuayb aleyhisselamın yanından ayrıldıktan sonra hanımını ve çocuklarını alıp tekrar Mısır'a veya başka bir yere gitmek üzere yola çıkmıştır. Bu arada yolunu kaybetmiş şiddetli bir yağmur ve soğuğa yakalanmıştır. Karanlık bir gecede ateş yakmaya çalışmışsa da bunu başaramamıştır. İşte tam o sırada dağın başında yanan bir ateş görmüş, aile fertlerine orada beklemelerini, gidip oradan ateş getirmek istediğini veya kendilerine yol gösterecek birini bulabileceğini söylemiştir.

Allahü teâlâ bu olayı Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)e anlatarak kavminin işkencelerine karşı metanetli olmasını istemiştir.

11

Ateşin yanına gelince, şöyle nida edildi: "Ey Mûsa,

12

Şüphesiz ben senin rabbinim. Ayakkabılarım çıkar. Çünkü sen, mukaddes vadi Tuva'dasm.

13

Ben seni Peygamber seçtim. Şimdi vahyolunacakları dinle.

14

Şüphesiz ki ben, Allahtm, Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O halde bana ibadet et. Beni anmak için namaz kıl.

Âyet-i kerime’de, Hazret-i Mûsa'ya, mukaddes Tuva vadisinde Alan Teala ile konuşurken ayakkabılarını çıkarması emrediliyor.

Hazret-i Ali (radıyallahü anh) Ebû Zer ve Ebû Eyyub el-Ensârî gibi bazı sahâbiler bunun sebebinin Hazret-i Mûsa'nın ayakkabılarının murdar eşek derisinden yapılma ayakkabılar olduğunu söylemişlerdir.

Hasan-ı Basrî ve Mücahid'e göre ise bunun sebebi, ayakkabıların, murdar bir hayvan derisinden yapılma ihtimali değil Allahü teâlâ'nın, Hazret-i Mûsa'nın ayaklarını mukaddes topraklara çıplak olarak basmasını istemesidir. Nitekim Kabe'ye girildiğinde de ayakkabılar çıkarılmaktadır.

Taberi bu görüşü tercih etmiş ve delil olarak ta âyet-i kerime’nin sonunda "Çünkü sen, mukaddes vadi Tuvâ'dasın." buyurulmasını göstermiştir.

Bir kısım âlimler de bunun sebebi "Hazret-i Mûsa'nın Allahü teâlâ'nın huzurunda bulunmuş olmasıdır." demişlerdir.

Son âyette: "Beni anmak için namaz kıl." ifadesi geçmektedir. Bu ifadeyi bundan başka şekillerde izah edenler de vardır. O izahlarda da şöyle denmektedir: "Bu ifade "Sadece beni anmak için namaz kıl." Yahut "Beni namazın içinde anmak için namaz kıl." demektir.

Taberi de bu görüşü tercih etmektedir. Veya "Namaz kıl. Çünkü ben onu Kur'anda zikrettim." anlamına gelmektedir. Yahut "Namaz kıl ki ben de seni öveyim ve delilleri yâdettireyim." demektir. Veya "Namazı, beni anma vakitleri olan beş vakitte kıl." demektir. Yahut "Namazı unutursan hatırlayınca hemen kıl." demektir. Nitekim Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)den şu Hadis-i Şerif Rivâyet edilmektedir. Enes (radıyallahü anh) diyor ki:

"Resûlüllah "Kim bir namazı unutursa onu hatırlayınca kılsın. Namazın bundan başka hiçbir keffareti yoktur." buyurdu ve "Beni anmak için namaz kıl." âyetini okudu. Buhari, K. Mevakıt es-Salah, bab: 37 / Müslim, K. el-Mesacid, bab: 314, Hadis No: 684

15

Herkesin, yaptığının karşılığını görmesi için kıyamet mutlaka kopacaktır. Ben onu neredeyse kendimden de gizleyeceğim.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, herkesin yapmış olduğu iyiliğin veya kötülüğün karşılığını görmesi için kıyametin mutlaka kopacağım beyan ediyor ve kıyametin ne zaman kopacağının ise büyük Meleklerden ve Peygamberlerden dahi gizlenmiş olduğu bildiriliyor.

Bazı müfessirler bu âyet-i kerimeye, bir kıraat şekline göre şöyle mânâ vermişlerdir. "Şüphesiz ki kıyamet gelmektedir. Nerdeyse ben onu ortaya çıkaracağım ki herkes yapmış olduğu amelin karşılığım bulmuş olsun."

16

Kıyamet gününe inanmayıp nefsinin arzusuna uyan, sakın seni ondan alıkoymasın. Yoksa helak olursun.

Ey Mûsa, kıyametin kopacağına inanmayan ve sadece kendi heva ve heveslerine uyan insanlar seni kıyamet için hazırlık yapmaktan sakın alıkoymasın. Aksi takdirde helak olursun.

Müfessirlerin çoğunluğu buradaki kitabın Hazret-i Mûsa'ya yapıldığını ve Kur'an-ı Kerim'de zikredilmesi hasebiyle Hazret-i Muhanimed'e ve onun ümmetine de hitap olduğunu söylemişlerdir. Diğer bir kısım müfessirief ise buradaki hitabın sadece Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)e olduğunu zikretmişlerdir.

17

Sağ elindeki nedir ey Mûsa?

Allahü teâlâ Hazret-i Mûsa'ya, sağ elindekinin ne olduğunu bildiği halde yine de onu sormuştur. Bunun hikmeti, Allahü teâlâ'nın Hazret-i Mûsa'ya kendi kudretinin büyüklüğünü ve dilediğini yapma gücünde olduğunu göstermesidir. Allahü teâlâ Hazret-i Mûsa'ya ne olduğunu sorduğu âsâyı yılan şekline sokmuş, onunla denizi yarmış ve onunla taştan su fışkırtmıştır. Bu sebepledir ki kendisiyle birçok mucizeyi meydana getirdiği âsânın ne olduğunu sormuş ve Hazret-i Mûsa'nın dikkatini çekmiştir.

Bazı müfessirler buradaki sorunun asıl maksadının, Hazret-i Mûsa'yı teskin etmek ve Allahü teâlâ ile yapmış olduğu konuşmadan dolayı duyduğu heyecanı yatıştırmaktır. Zira "Elindeki nedir?" diye sorarak ilahî kelamdan sonra konuşmayı beşer seviyesine indirmiştir. Böylece Hazret-i Mûsa'nın heyecanını gidermiştir.

18

Mûsa: "O benim âsâm'dır.'Ona dayanır, koyunlarıma onunla yaprak silkelerim. Benim ona başka ihtiyaçlarım da vardır." dedi.

Allahü teâlâ Hazret-i Mûsa'ya sadece sağ elinde ne bulunduğunu sormasına rağmen Hazret-i Mûsa uzun bir cevap vermiştir. Bunun sebebi, Allahü teâlâ ile konuşmasını uzatmayı arzu etmesidir.

19

Allah: "At onu ey Mûsa." dedi.

20

Bunun üzerine Mûsa asasını bıraktı. Birde ne görsün o, bir yılan olmuş, hareket ediyor.

21

Bunun üzerine Allah şöyle dedi: "Al onu. Korkma. Biz onu, eski haline döndüreceğiz.

Allahü teâlâ, Hazret-i Mûsa'nın sağ elinde bulunan kuru âsâda mucizeler göstererek Hazret-i Mûsa'ya, onu yere atmasını emretmiş bunun üzerine âsâ hareket eden bir yılan haline gelmiştir. Hazret-i Mûsa bir insan olarak bunu görünce âsânın bu halinden korkmuş ve geri dönüp kaçmaya başlamıştır. Bunun üzerine Allahü teâlâ Hazret-i Mûsa'ya, kaçmamasını, âsânın tekrar eski haline döneceğini bildirmiştir. Bundan sonra başka bir mucize göstermek için şöyle buyurmuştur:

22

Elini koynuna sok da, bir başka mucize olarak, kusursuz bembeyaz çıksın.

23

Böylece sana, en büyük mucizelerimizden birini gösterelim.

Allahü teâlâ, Hazret-i Mûsa'ya bu emri verince Hazret-i Mûsa elini koynuna soktu sonra çıkardı. Birde baktı ki eli bembeyaz olmuş, pınl pırıl parlıyor.

Hazret-i Mûsa'nın teni esmer renkteydi. Bu sebeple elinin kar gibi bembeyaz olması bir mucize idi.

24

Firavuna git. Çünkü o azmıştır.

Ey Mûsa, sen benim tarafımdan bir elçi olarak Mısır'ın idarecisi olan Fi-ravun'a git. Zira o azmış, rabbine karşı isyan etmiştir. Sen onu, benim birliğimi kabullenmeye, bana itaat etmeye ve İsrailoğullarını seninle birlikte serbest bırakmaya davet et.

25

Mûsa şöyle niyaz etti: "Rabbim, gönlüme genişlik ver."

26

İşimi kolaylaştır.

27

Dilimin düğümünü çöz. (Kekemeliğimi gider.)

28

Ki insanlar sözümü anlasınlar.

29

Bir de ailemden birini bana vezir yap.

30

Kardeşim Harun'u.

31

Onunla beni güçlendir.

32

Vazifemde onu bana ortak et.

33

Ki seni çokça tesbih edelim.

34

Ve seni çokça analım.

35

Şüphesiz ki sen bizi çok iyi görüyorsun.

Hazret-i Mûsa, kendisine Peygamberlik verileceğini öğrenince Allahü teâlâ'dan şunları istedi: "Ey rabbim, sen bana genişlik ver ki bana gönderdiğin vahyi iyi anhyayım ve kendimde, Firvun'a karşı konuşma cesareti hissedeyim. Sen bana, vermiş olduğun Peygamberlik vazifesini hakkıyla yapmamı kolaylaştır. Sen, dilimdeki kekemeliği çöz ki rahat rahat konuşma imkânı bulayım. Ve insanlar ben ianlasınlar. Sen, ailemden birini, özellikle kardeşim Harun'u bana yardımcı kıl. Beni onunla güçlendir. Onu da, bana verdiğin Peygamberlik vazifesinde bana ortak kıl ki seni çokça tesbih edelim ve çokça analım. Şüphesiz ki sen bizi çok iyi görüyorsun. Bizim hiçbir işimiz senden gizli değildir.

36

Allah şöyle dedi: "Ey Mûsa, dilediğin sana verildi.

Ey Mûsa, istemiş olduğun şeyleri, gönül genişliği, işinin kolaylaştırılması, dilindeki kekemeliğin giderilmesi, kardeşin Harun'a Peygamberlik verilerek sana yardımcı yapılmîsı isteklerin kabul edil li.

37

Biz sana, bir kere daha lütufta bulunmuştuk.

38

Hani bir zaman biz, annene bazı hususlar ilham etmiştik.

39

Ona şöyle demiştik: "Mûsa'yı sandığa koy, Nil nehrine bırak ta nehir onu kıyıya vursun. Onu, benim de onun da düşmanı olan biri alsın. Seni sevimli kıldım ki muhafaza altında yetişesin.

Taberi, İbn-i İshak'ın özetle şöyle söylediğini rivâyet ediyor: Hazret-i Mûsa'nın annesi, Firavun'un, İsrailoğulları'nın her doğan erkek çocuğun öldürülmesini emrettiği yılda, Hazret-i Mûsa'yi dünyaya getirmiş ve Firavun'un, kendi çocuğunu da öldürteceğinden korkmuştur. Bunun üzerine Allahü teâlâ Hazret-i Mûsa'nın annesine, ya zamanındaki Peygamberler vasıtasıyla veya bizzat kalbine ilham ederek Mûsa'yı küçük bir sandığın içine koymasını ve onu Nil nehrine bırakmasını bildirmiştir. Mûsa'nın annesi, Allahü teâlâ'nın, kendisine ilham ettiği şeyi yapmıştır.

Firavun her zaman olduğu gibi bir sabah Nil nehrinin kenarındaki sarayının bahçesinde karısı Âsiye ile birlikte otururlarken, nehir, sandığı getirip kenara attı. Firavun sandığın getirilmesini emretti. Sandık getirildi. Firavun onu açtı. İçi beşik şekline getirilmiş bu sandıkta Hazret-i Mûsa bulunuyordu. Allahü teâlâ Hazret-i Mûsa'yı Firavun'a sevdirdi. Firavun ve hanımı onu alıp büyüttü.

Âyet-i kerime’de: "Mûsa'yı benim de onun da düşmanı olan biri alsın." buyurulmaktadır. Bu düşmandan maksat, Firavun'dur. Firavun ilahlık iddiasında bulunduğu için Allah'ın düşmanı olmuştur. Hazret-i Mûsa'nın büyüyüp Peygamber olmasından sonra kendisini imana davet etmesi üzerine de ona düşman olmuştur.

Âyet-i kerime’de "Seni sevimli kıldım" ifadesi zikredilmektedir. Bundan maksat, Allahü teâlânın, insanların kalblerine Hazret-i Mûsayı sevme duygusunu yerleştirmesidir. Yahut Hazret-i Mûsa'yı vücutça yakışıklı yaratmasıdır.

Yine âyet-i kerime’de "Seni sevimli kıldım ki. muhafazam altında yetişesin." buyurulmaktadır. Burada ifade edilen muhafaza altında bulundurulmaktan maksat, "Benim iradem ve sevgim ile beslene ve büyüyesin." demektir. Yahut "Bütün hallerinde benim denetimim altında bulunasın." demektir.

40

Bir zaman kizkardeşin (Firavunun sarayına) gidip: "Size, onu bakıp yetiştirecek birini buluvereyim mi?" diyordu. Böylece annen sevinsin üzülmesin diye seni tekrar ona verdik. (İstemeyerek) bir adam öldürmüştün. Biz seni endişe ve gamdan kurtarmış ve seni iyi bir imtihandan geçirmiştik. Medyen'e gidip orada yıllarca kaldın. Sonra takdir edilen zamanda oradan geri geldin ey Mûsa.

Âyet-i kerime’de, Hazret-i Mûsa'nın kızkardeşinin Firavunun sarayına gidip henüz çocuk olan Mûsa için bir süt annesi tavsiye ettiği zikrediliyor. Hazret-i Mûsa'nın annesi, çocuğu sandığa koyup suya bırakırken onun kızkardeşine de sandığı takib etmesini söylemişti. O da takib ederek sandığın nerede ve kimler tarafında bulunduğunu uzaktan görmüştü.

Hazret-i Mûsa'nın, annesinden başka bir kadını emmemesi Üzerine, kızkardeşi süt anne olarak Hazret-i Mûsa'nın bizzat kendi annesini tavsiye etmiş ve tavsiyesine uyulmuştu. Bu husus şu âyetlerde açıkça beyan edilmektedir: "Mûsa'nın annesinin gönlünde, evladından başka bir şey yoktu. Eğer, mü’minlerden olması için kalbini pekiştirmeseydik nerdeyse, Mûsa'nın kendi çocuğu olduğunu açığa vuracaktı." "Annesi, Mûsa'nın kızkardeşine" "Onu takib et." dedi. O da Mûsa'yı uzaktan gözetledi. Firavun ve adamlarından kimse işin farkında değildi." "Biz, annesi gelmeden, Mûsa'nın başkalarını emmesine engel olmuştuk. Bunun üzerine Mûsa'nın kızkardeşi: "Sizin için ona bakıp yetiştirecek ve şefkatli davranacak bir aile göstereyim mi size?" dedi." "Böylece biz Mûsa'yı annesine geri verdik. Sevinsin, üzülmesin ve Allah'ın vaadinin hak olduğunu bilsin diye. Fakat onların çoğu bunu bilmezler. Kasas Sûresi, âyet: 10-13

Âyet-i kerime’de Hazret-i Mûsa'nın bir kişiyi öldürdüğü ve bundan dolayı da üzüldüğü ve Allah'ın, onu bu üzüntüsünden kurtardığı beyan ediliyor. Hazret-i Mûsa'nın adam öldürme hadisesi de şu âyetlerde açıklanıyor: "Mûsa, halkının bir gaflet ânında şehre girdi. Orada biri kendi taraftarlarından diğeri düşmanlarından olan iki adamın döğüştüğünü gördü. Kendi taraftarlarından olan adam, düşmanlarından olan adama karşı Mûsa'dan yardım istedi. Bunun üzerine Mûsa, adama bir yumruk vurup öldürdü. "Bu yaptığım şeytanın işidir. O, gerçekten insanı saptıran apaçık bir düşmandır." dedi." "Mûsa, "Rabbim, doğrusu ben kendime zulmettim, bağışla beni." dedi. Allah ta Mûsa'nın duasını kabul edip bağışladı. Çünkü o, çok affeden ve çok merhamet edendir." "Mûsa: Rabbim, bana lütfettiğin nimetler hakkı için, bir daha suçlulara arka çıkmayacağım." dedi." "Şehirde korku içerisinde idi ve etrafı gözetliyordu. Bir de ne görsün, daha dün kendisinden yardım isteyen taraftan, bugün başka bir kişiye karşı yine kendisinden yardımına koşmasını istiyor. Mûsa ona: "Anlaşılan, sen apaçık bir azgınsın." dedi." "Derken Mûsa, her ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince, yardım dileyen, Mûsa'nın, kendisini yakalayacağını sanarak: "Ey Mûsa, dün birini öldürdüğün gibi şimdi de beni mi öldürmek istiyorsun? Sen ancak yeryüzünde bir zorba olmak arzusundasm, ıslah edenlerden olmak istemiyorsun." dedi." "Şehrin en uzak yerinden bir adam koşarak gedi. "Ey Mûsa, şehrin ileri gelenleri, seni öldürmek için tertip kuruyorlar. Hemen git buradan. Doğrusu ben sana öğüt verenlerdenim," dedi." "Bunun üzerine Mûsa, korka korka, çevresini gözetleyerek şehirden çıktı. "Rabbim, beni şu zalim kavimden kurtar." dedi. Kasas Sûresi, âyet: 15-21

Yine âyet-i kerime’de "Seni iyi bir imtihandan geçirmiştik." buyuruluyor. Abdullah b. Abbas, Hazret-i Mûsa'nın geçirmiş olduğu imtihanları uzun bir Hadis-i Şerifte, teferruatlı bir şekilde anlatmaktadır. Bunu bu şekilde özetlemek mümkündür:

Sa'd b. Cübeyr diyor ki: "Ben, Abdullah b. Abbas'dan, Allahü teâlâ'nın Hazret-i Mûsa'ya "Biz seni iyi bir imtihandan geçirmiştik." buyurmasının izahını sordum. Abdullah b. Abbas: "Ey İbn-i Cübeyr, bugün akşam oluyor. O imtihanlar meselesi pek uzun bir meseledir." dedi. Sabah olunca, Abdullah b. Abbas'ın, bu meseleyi bana açıklayacağına dair verdiği sözü yerine getirmesi için ona gittim. Abdullah b. Abbas şöyle dedi:

"Bir gün Firavun ve adamları, Allahü teâlâ'nın, İbrahim aleyhisselama, onun soyundan Peygamberler ve idareciler göndermeyi vaadetmesi meselesini görüştüler. İçlerinden bazdan şöyle dediler: "İsrailoğulları hâlâ bunu bekliyorlar, bundan şüphe etmiyorlar. Onlar önceleri vaadedilen kimsenin, Yakub'un oğlu Yusuf olduğunu sanıyorlardı. Yusuf ölünce: "İbrahim'e vaad edilen bu değildi." dediler. Bunun üzerine Firavun: "O halde ne diyorsunuz?" dedi. Firavun ve adanılan meseleyi müzakere ettiler ve bir kısım adamlarına usturalar vererek İsrailoğullarının bulunduklan yerlerde gezip dolaşmalarını ve buldukları her erkek çocuğu öldürmelerine karar verdiler. Firavun'un adanılan bu karan uyguladılar. Fakat neticede İsrailoğullarının yaşlılarının öldüklerini, küçük çocuklarının da kesildiklerini görünce kendi kendilerine şöyle dediler: "Nerdeyse İsrailoğullarının sonu gelecek. Böyle giderse onların yaptıktan işçiliği ve hizmetleri bizzat bizler yapmak zorunda kalacağız. Bu sebeple doğan erkek çocuklan bir yıl öldürün ertesi yıl öldürmeyin. Kız çocuklarına ise dokunmayın. Böylece ölen büyük erkeklerin yerini yetişecek erkek çocuklan tutmuş olur. Sağ bırakmış olduğunuz çocuklar, kendilerinden korkulacak bir çoğunluk oluşturamazlar. İsrailoğularının tamamen sonu gelmemiş olur, biz de ihtiyaçlarımızı karşılamış oluruz." İsrailoğulları'nı öldürme kararlarını bu görüşe göre verdiler.

Hazret-i Mûsa'nın annesi, Mûsa'nın kardeşi Harun'u, erkek çocukların kesilmediği yılda doğurdu. Bu sebeple onu güven içinde ve açıkça besleyip büyüttü. Çocukların kesildiği ertesi yıl ise, Hazret-i Mûsa'ya hamile kaldı ve kalbine üzüntüler dolmaya başladı.

Ey İbn-i Cübeyr, Hazret-i Mûsa annesinin karnında iken, annesinin, daha sonra çocuğnun başına gelecekleri düşünmesi, imtihanlardan biridir. Hal böyle iken Allahü teâlâ, Hazret-i Mûsa'nın annesine: "Korkma, üzülme şüphesiz ki biz onu sana iade edeceğiz. Ve onu Peygamberlerden kılacağız." diye ilham etti. Ve ona, çocuğu doğurunca bir sandığın içine koyarak Nil nehrine bırakmasını emretti. Mûsa'nın annesi Allahü teâlâ'run emrettiklerini yaptı. Mûsa'yı taşıyan sandık suyun üzerinde annesinin gözünden kaybolunca Şeytan ona vesvese vermeye başladı. Ve kadın kendi kendine şöyle dedi: "Ben çocuğuma ne yaptım? Keşke o, gözümün önünde kesilseydi de ben onu elimle kefenleyip kabre koysaydim. Böyle yapmak, çocuğumun balıklara yem olmasından daha güzeldi."

Su Mûsa'yı alıp götürdü. Firavun'un haramının cariyelerinin su aldıkları bentte kaldı. Cariyeler sandığı gördüler, onu aldılar ve kapağını açmak istediler. Sonra onu açmaktan çekindiler ve birbirlerine şöyle dediler: "Bunun içinde eşya var. Eğer biz bunu açarsak Firavun'un hanımı içinde bulduğumuz şeylere inanmaz." Böylece sandığı olduğu gibi alıp hiçbir tarafını bozmadan Firavun'un hanımına götürdüler. Firavun'un hanımı sandığı açınca çocuğu gördü. Allahü teâlâ, Firavun'un hanımının kalbine Hazret-i Mûsa'yı öyle bir sevme duygusu verdi ki, ondan önce hiçbir kimseye karşı öyle bir duygu hissetmemişti. Diğer taraftan Mûsa'nın annesinin gönlünde evladından başka hiçbir şey yoktu. Sadece evladını düşünüyordu.

Cellatlar bir çocuk bulunduğunu duyunca usturalarını alarak Firavun'un hanımının yanına gittiler ve çocuğu kesmek istediler.

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Ey İbn-i Cübeyr, işte bu da imtihanlardan biridir.

Firavun'un hanımı cellatlara şöyle dedi: "Benden uzak durun. Çünkü bu bir tek çocuk, İsrailoğullarının sayısını artırmaz. Ben, Firavuna gidip onu bana bağışlamasını isteyeceğim. Eğer bana bağışlarsa bir iyilikte bulunmuş olursunuz. Şâyet kesilmesini emrederse size diyeceğim kalmaz."

Firavunun hanımı çocuğu alıp Firavun'a getirdi. Ve: "Bu, benim için de senin içinde sevinç kaynağı bir çocuk. Onu öldürmeyin, belki bize faydalı olur veya onu evlat ediniriz... Kasas Sûresi, âyet: 9 dedi. Firavun da: "Senin olsun benim buna ihtiyacım yok." dedi.

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Adına yemin edilen Allah'a yemin olsun ki, şâyet Firavun da karısı gibi, çocuğun kendisini için bir sevinç kaynağı olduğunu kabul etseydi, Allahü teâlâ kadını hidâyete erdirdiği gibi onu da hidâyete erdirirdi. Fakat Allah, Firavun'u bundan mahrum etti."

Firavun'un hanımı Mûsa'ya bir süt annesi seçmek için çevresindeki bütün kadırüan çağırdı. Hangi kadın Mûsa'yı emzirmek istediyse Mûsa onu emmedi. Bunun zerine Firavun'un hanımı çocuğun, kimseyi emmeyerek acından öleceğinden korktu. Bu olay onu çok üzmüştü. Kadın, Mûsa'nın, insanların çokça bulunduğu pazar yerine götürülmesini ve orada bir süt annesi aranmasını emretti. Mûsa yine de kimsenin memesini emmedi. Diğer taraftan Mûsa'nın annesi yanıp yakılıyordu. Mûsa'nın kizkardeşine: "Sen bir araştır, sor belki ondan bir haber alırsın. Oğlum diri mi yoksa onu su hayvanları ve balıklar mı yedi?" dedi. Mûsa'nın annesi, Allah'ın kendisine vermiş olduğu vaadi unutmuştu. Mûsa'nın kızkardeşi onu Firavun'un ve adamlarının göremeyeceği bir yerden izlerken onu cariyelerin bulduğunu gördü.

Firavun'un adamları süt anne bulmaktan âciz kalınca, kızkardeşi sevinç içinde onlara: "Sizin için ona bakıp yetiştirecek ve şefkatli davranacak bir aile göstereyim mi?" dedi Kasas, Sûresi, âyet: 12

Firavun'un adamları kızı yakalayıp: "Bulacağın ailenin ona iyi davranacağını ne biliyorsun? Yoksa onlar bu çocuğu tanıyorlar mı?" dediler. Ve Mûsa hakkında şüpheye düştüler.

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Ey İbn-i Cübeyr, işte bu da imtihanlardan biridir.

Kız ise Firavun'un adamlarına şu cevabı verdi: "Bulacağım ailenin ona iyi davranması ve şefkat göstermesi, Kralın sarayında süt annesi olmak isteyeceklerinden ve bu işten menfaat umacaklarındandır.." Bunun üzerine Firavun'un adamları kızı bıraktılar. Kız annesine geldi ve ona olup bitenleri anlattı. Mûsa'nın annesi geldi ve Mûsa'yı kucağına alır almaz memesine sarıldı ve emerek iyice doydu. Müjdeciler Firavun'un hanımına koşarak: "Oğluna süt annesi bulduk." diye müjdelediler. Firavun'un hanımı, Mûsa'nın annesine adam göndererek yanına çağırttı. Mûsa'nın, annesini nasıl emdiğini görünce: "Benîm yanımda kal ve oğlumu emzir. Ben, bunun kadar hiçbirşeyi sevmemiştim." dedi. Mûsa'nın annesi şu cevabı verdi: "Ben evimi ve çocuklarımı bırakarak onları kaybedemem. Şâyet bu çocuğu bana emanet ederseniz onu da alıp evime götürürüm. Benimle beraber kalır. Elimden gelen hiçbir iyiliği ondan esirgemem. Buna razı olmazsanız ben, evimi ve çocuklarımı bırakamam."

İşte bu sırada Mûsa'nın annesi, Allahü teâlâ'nın kendisine verdiği vaadi hatırladı. Firavun'un hanımına karşı diretti. Allah'ın, vaadini mutlaka yerine getireceğine inanıyordu.

Mûsa'nın annesi o günden itibaren çocuğunu alıp evine götürdü. Böylece Allahü teâlâ Mûsa'yı güzel bir şekilde yetiştirdi ve hakkındaki hükmü gereği onu muhafaza etti.

Şehrin bir tarafında toplu halde yaşamakta olan İsrailoğulları, Hazret-i Mûsa'yı vasıta kılarak Firavun'un kavminin, kendilerine yapmış oldukları zulüm ve angaryadan kurtulmaya çalışıyorlardı.

Mûsa büyümeye başlayınca Firavun'un hanımı Mûsa'nın annesine: "Çocuğumu görmem için bana getir." dedi. Mûsa'nın annesi, çocukla birlikte Firavun'un hanımını ziyaret edeceği bir gün tayin etti. Firavun'un hanımı özel dostlarına, muhafızlarına ve sarayda bulunan süt annelerine: "Sizden hiçbir kimse oğlumu, hediye ve bahşişle karşılamaktan geri durmasın. Ben, muhafızımı göndereceğim, sizin ne yaptığınıza baksın." dedi.

Mûsa, annesinin evinden çıkıp Firavun'un hanımını evine gelinceye kadar, görüşme yerine hediyeler, bahşişler ve kıymetli eşyalar yığıldı. Mûsa kadının yanına girince kadın eşyaları ona verdi, ona ikramda bulundu ve çok sevidi. Kadının kendisine güzel davranışı Mûsa'nın hoşuna gitti. Kadın: "Onu Firavun'a götürün o da hediyeler verip ikramda bulunsun" dedi.

Mûsa'yı Firavun'un yanına götürünce Firavun onu kucağına aldı. Mûsa Firavun'un sakalından tutup öyle bir çekti ki, sakalının uçları yere değdi. Orada bulunan Allah düşmanlarından biri şöyle dedi: "Görmüyor musun? işte Allah'ın İbrahim'e vaadettiği." Bu sana galip gelecek ve seni yok edecek. Cellatları çağır bunu kessinler."

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Ey İbn-i Cübeyr, Mûsa'nın uğradığı bütün imtihanlardan sonra bir imtihan da işte bu idi.

Bü olay üzerine Firavun'un hanımı koşarak Firavun'un yanına vardı ve ona "Bana hediye ettiğin bu çocuk hakkında sana ne oluyor?" dedi. Firavun: "Görmüyor musun bu adam bu çocuğun bana galip geleceğini ve beni öldüreceğini tahmin ediyor." dedi. Kadın: "Bunun doğru olduğunu anlamak için bir şey yapalım. Mesela, iki parça köz iki tane de inci getir onları çocuğa yaklaştır. Eğer incileri tutup köz'den kaçınırsa aklının erdiğini anlarsın. Şâyet közleri tutar da incilere bakmazsa bil ki aklı olan hiçbir kimse incileri bırakıp ta közü (ateşi) tercih etmez." dedi. Bunun üzerine Firavun, kadının söylediği şeyleri getirip musa'ya yaklaştırdı. Mûsa eliyle közleri tuttu. Firavun, elini yakmasın diye onları çekip elinden aldı. Firavun'un hanımı: "Görmüyor musun ne yapıyor?" dedi. Böylece Allah, Mûsa'yı öldürmeyi düşünen Firavunun şerrini, Mûsa'dan uzaklaştırdı. Zira Allah, Mûsa hakkındaki takdirini yerine getirecekti.

Mûsa erginlik çağma erişip büyük insanların arasına katılınca, artık Firavun'un adamlarından herhangi biri İsrailoğullarından kimseye zulmedemiyor ve onları angarya işlerde çahştırarmyorlardı. İşte bu dönemde Hazret-i Mûsa şehrin bir tarafında gezerken, İsrailoğullarından bir adamla Firavun'un taraftarlarından bir adamın birbirlerini öldürmeye çalıştıklarını gördü. İsrailoğullarından olan kişi Firavun'un taraftarlarından olan kişiye karşı Mûsa'dan yardım istedi. Mûsa çok kızdı. Zira, Firavun'un taraftarlarından olan kişi, Mûsa'nın, İsrailoğullarını himaye ettiğini bilmesine rağmen İsrailoğullarından olan kişiye saldırmıştı. Bundan dolayı Mûsa aşırı derecede öfkelenmişti.

Mûsa'nın annesinden başka diğer insanlar, Mûsa'nın, İsrailoğullarını niçin himaye ettiğini bilmiyorlardı. Sadece süt emmeden dolayı olduğunu sanıyorlardı. Ancak Allahü teâlâ Mûsa'ya, başkalarına bildirmediği birşeyi ilham etmiş olabilirdi.

Mûsa, Firavun'un taraftarlarından olan adama bir yumruk vurdu ve adamı öldürdü. Mûsa ile ölen adamı Allah'tan ve İsrailoğullarından olan adamdan başka kimse görmemişti. Mûsa adamı öldürdükten sonra kendi kendine şöyle dedi: "Bu yaptığım Şeytanın işidir. O, gerçekten insanı saptıran apaçık bir düşmandır." Sonra Allah'a yalvararak şöyle dua etti: "Rabbim, doğrusu ben kendime zulmettim. Bağışla beni." Allah da Mûsa'nın duasını kabul edip onu bağışladı. Çünkü o, çok affeden ve çok merhamet edendir, Mûsa şehirde korku içerisindeydi ve etraftan gelecek haberleri bekliyordu. Durum, Firavun'a intikal ettirildi ve ona: "İsrailoğullarından bir adam, Firavun taraftarlarından birini öldürdü. Onlardan hakkımızı al. Bu hususta onlara müsamaha gösterme." denildi. Bunun üzerine Firavun: '"Bana katili ve olayın şahitlerini bulun. Zira şahitsiz, ispatsız hüküm vermek doğru olmaz." dedi. Bunun üzerine araştırmaya başladılar. Onlar, araştırmalarına devam ediyorlardı ve henüz bir delil bulamamışlardı. Bu sırada Mûsa bir de ne görsün daha dün, kendisinden yardım isteyen İsrailoğullarından olan kişi bugün başka bir Firavun taraftan ile dövüşüyor ve yine kendisinden, yardımına koşmasını istiyor. Mûsa, bir gün önce yaptığından pişman olmuştu. Bu sebeple görmüş olduğu yeni olay hoşuna gitmedi ve kızdı. Elini uzatıp Firavunun taraftan olan kişiyi yakalamak istedi. Ve İsrailoğullarmdan olan adama: "Anlaşılan sen, apaçık bir azgınsın." dedi. İsrailoğullarından olan kişi Mûsa'ya baktı. Bir gün önce Firavun taraftarını öldürdüğü andaki gibi kızgındı, İsrailoğullarından olan kişi, Mûsa'nın kendisine "Şüphesiz ki sen, apaçık bir azgınsın." Demesinden sonra bu sefer de kendisini yakalamak istediğinden korktu ve kendisiyle kavga eden adamı Mûsa'nın önüne sürerek kendisi onun arkasına geçti ve: "Ey Mûsa, dün birini öldürdüğün gibi şimdi de beni mi öldürmek istiyorsun?" dedi ve kavga edenler ayrıldılar. Firavun'un taraftan olan adam gidip, İsrailoğullarından olan adamdan duyduklarını anlattı. Bunun üzerine Firavun cellatlarıni gönderdi, Mûsa, şehrin en büyük cadesini tuttu yürüdü. Onu arayan Firavun'un adamları Mûsa'nın ellerinden kaçabileceğini sanmıyorlardı. Mûsa'nın taraftarlarından bir adam, şehrin en uzak yerinden koşarak geldi. Gelirken kestirmeden geldi ve Firavun'un adamları Mûsa'nın yanına varmadan ona ulaştı ve durumu ona bildirdi. Ve: "Ey Mûsa, şehrin ileri gelenleri seni öldürmek için tertip kuruyorlar. Hemen git buradan. Doğrusu ben sana öğüt verenlerdenim." dedi. Bunun üzerine Mûsa, korka korka, çevresini gözetleyerek şehirden çıktı. "Rabbim, beni şu zalim kavimden kurtar." diye dua ediyordu.

Abdullah b. Abbas dedi ki: "Ey İbn-i Cübeyr, işte imtihanlardan biri de bu idi."

Mûsa, Medyen'e doğru yola koyuldu. Bu olaydan önce hiçbir sıkıntı çekmemişti. Yol hakkında hiçbir bilgisi yoktu. Ancak rabbine inancı tamdı. Ve: "Umanın rabbim bana doğru yolu gösterir." diyordu.

Medyen suyuna vardığında orada hayvanlarını sulayan bir cemaat buldu. Onların gerisinde de hayvanlarının suya gitmelerini engellemeye çalışan iki kadın gördü. Onlara: "Derdiniz nedir, bir tarafa çekilmiş hayvanlarınızı sulamıyorsunuz?" dedi. Onlar da: "Çobanlar sulayıp çekilmeden biz sulamayız. Zira biz, onlarla yarışacak güce sahip değiliz. Ayrıca babamız da oldukça yaşlı bir adamdır. Biz, onlardan artan sularla hayvanlarımızı suluyoruz." dediler. Bunun üzerine Mûsa onların hayvanlarını sulayıverdi. Mûsa, su kovalarını dolu dolu çekti ve bütün çobanlardan önce o kadınların koyunlarını suladı. Kadınlar sürüleriyîe birlikte dönüp babalarına gittiler. Mûsa ise oradan ayrılıp bir ağacın gölgesine çekildi ve orada rabbine şöyle niyaz etti. "Rabbim, ben, gönderdiğin her hayra ve nzka çok muhtacım."

Kadınların babası, kızlarının, koyunları suya doymuş olarak çabucak dönmelerinden kuşkulandı ve onlara: "Sizde bugün bir hal var." dedi. Onlar da babalarına, Mûsa'nın kendilerine yaptığı yardımı anlattılar. Babalan, kızlarından birine Mûsa'yı çağırmasını emretti. Kız gdip Mûsa'yı çağırdı. Mûsa, kızların babası olan Şuayb aleyhisselam ile konuşunca Şuayb aleyhisselam ona: "Korkma artık zalim kavimden kurtuldun. Firavun ve kavminin, bizim üzerimize herhangi bir nüfuzu yoktur. Biz onun ülkesinde yaşamıyoruz." dedi. Kızlardan biri de şöyle dedi: "Babacığım onu ücretle çalıştır. Çünkü o, ücretle tuttuklarının en hayırlısı, güçlü ve güvenilir bir adamdır." Şuayb aleyhisselam kızının bu sözlerine karşı namusunu kıskanarak ona şöyle dedi: "Onun güçlü ve güvenilir biri olduğunu nereden biliyorsun?" Kız: ."Güçlü olduğunu, koyunlarımızı sularken kovayla su çekmesi sırasında gördüm. Ben bugüne, kadar su çekmekte bundan daha güçlü olanı görmedim. Güvenilirliliğine gelince, ben ona gidip karşısına dikildiğimde bana baktı, kadın olduğunmu anlayınca başını eğdi ve ben senin sözlerini ona söyleyip tamamlayıncaya kadar yukan kaldırmadı ve sonra bana: "Sen arkamdan yürü yolu bana tarif et." dedi. İşte ancak güvenilir bir insan böyle yapar." dedi. Kiz, bu sözleriyle babasını rahatlattı. Babası kıza inandı ve söylediklerinin doğru olduğuna kanaat getirdi. Ve Mûsa'ya şöyle dedi: "Bana sekiz yıl çalışman şartıyla seni bu iki kızımdan biriyle evlendirmek istiyorum. Eğer bunu on yıla tamamlamak istersen o da senden bir lütuftur. Fakat seni zora koşmak ta istemem. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın." dedi. Mûsa da' "Bu, seninle benim aramda kesin bir sözleşmedir. Bu iki süreden hangisini doldurursam doldurayım haksızlığa uğramış olmam. Söylediklerimize Allah şahittir." dedi.

Bu anlaşmaya göre sekiz yıl hizmet etmek Mûsa'nın üzerine borç oldu. İki yılı da, Allah'ın kendisine takdir ettiği süre olarak tamamladı. Böylece Şuayb aleyhisselamın yanında on yıl geçirmiş oldu."

Bundan sonra Mûsa, ailesiyle birlikte yola çıktı. İşte bu yolculukta dağda yanan ateşi görme, âsâsınm yılana dönüşmesi, elinin koynundan bembeyaz çıması mucizeleri meydana geldi.

Mûsa, Allahü teâlâ'ya, Firavun'un taraftarlarından birini öldürdüğünü, dilinin kekeme olduğunu arzetti ve rabbinden, kardeşi Harun'u da Peygamber seçmesini istedi. Allahü teâlâ da Mûsa'nın isteklerini kabul etti. Kekemeliğini giderdi, Harun'a vahiy verdi ve Mûsa'ya, Harun'la görüşmesini emreti. Mûsa asasını alıp yola devam etti. Kardeşi Harun'la buluştu. İkisi birlikte Firavun'a gidip görüşme izni verilmediği için kapısında uzun süre beklediler. Sonra onlara görüşme izni verildi. Firavun'a varıp şöyle dediler: '"Şüphesiz ki biz, rabbinin Peygamberleriyiz." Firavun: "Rabbiniz de kimdir?" dedi. Mûsa ve Harun, Kur'an'ın bize anlattığı şekilde Firayun'la konuştular. Firavun onlara: "Netice olarak ne istiyorsunuz?" dedi. Ve Mûsa'ya adamlarından birini öldürdüğünü hatırlattı. Mûsa özür diledi ve Firavun'a: "Allah'a iman etmeni ve İsrailoğullarının bizimle bilikte gitmeleri için serbest bırakmanı istiyoruz." dedi. Firavun bunu kabul etmedi ve Mûsa'ya: "Eğer doğru söyleyenlerden isen bunu gösteren bir delil getir." dedi. Mûsa, asasını yere bıraktı. Bir de ne görsünler âsâ, Firavun'un üstüne hızla yürüyen ağzı açık bir yılan haline dönüştü. Firavun âsânın bu şekilde kendisine yöneldiğini görünce korktu. Tahtından kalkıp Mûsa'dan onu durdurmasını istedi. Mûsa da onu durdurdu. Sonra koynundan elini çıkardı. Firavun, onun gözleri kamaştıracak kadar beyaz olduğunu gördü. Sonra eli tekrar eski haline geldi. Bunun üzerine Firavun, ileri gelenleriyle istişarede bulundu. İleri gelenleri ona şöyle dediler: "Bunların ikisi de sihirbazdan başka bir şey değildir. Sizi, sihirleriyle ülkenizden çıkarmak, dosdoğru dininizi ortadan kaldırmak istiyorlar."

Firavun ve taraftarları, Mûsa'nın, kendilerinden istediği hiçbir şeyi kabul etmediler. Firavuna: "Sen bunlara karşı sihirbazları topla. Senin ülkende çokça sihirbaz var. Sihirbazlar bunlara galip gelsinler." dediler. Firavun bütün şehirlere adamlar gönderip ileri gelen bütün sihirbazları topladı. Sihirbazlar onun huzuruna gelince Mûsa'yı kastederek: "O nasıl bir sihir yapıyor?" diye sordular. Firavun'un adamları: "O, yılanla sihir yapıyor." diye cevap verdiler. Sihirbazlar: "Vallahi yeryüzünde yılanlarla, iplerle ve âsâ ile bizim kadar sihir yapan hiçbir kimse yoktur. Eğer biz galip gelirsek mükâfatımız ne olacaktır?" dediler. Firavun onlara: "Sizler benim yakınlarım ve özel adamlarım olacaksınız. İstediğiniz her şeyi yapacağım." dedi. Bunun üzerine Mûsa ile Firavun ve taraftarları, bayram gününde, kuşluk vaktinde bir araya gelmeyi kararlaştırdılar.

İşte sözü edilen bu günde Mûsa, Firavun ve sihirbazlarına galip gelmiştir. Ve halen o gün Aşure günü olarak devam etmektedir.

O gün insanlar bir meydanda toplandılar. Aralarında: "Durum bakalım sihirbazlar, yani Mûsa ve Harun galip gelirlerse, belki onlara tâbi oluruz." diye alay ediyorlardı. Sihirbazlar: "Ey Mûsa, ya sen ilk olarak maharetini ortaya koy veya biz koyalım." dediler. Mûsa: "Siz koyun." dedi. Onlar da sihir iplerini ve değneklerini atıp: "Firavun hakkı için mutlaka galip gelecek olan biziz." dediler. Mûsa, sihirbazların sihrini görünce içine bir korku düştü. Allahü teâlâ da ona: "Sen de âsânı at." dedi. Mûsa asasını atınca o âsâ ağzı açık büyük bir ejderhaya dönüştü. Ve ipleri ve değnekleri toparlayıp yuttu. Sihirbazlar bunu görünce: "Eğer bu, sihir olsaydı hiçbir zaman bizim sinirimize ulaşamazdı. Fakat bu, Allah tarafından bir iştir. Biz, Allah’a ve Mûsa'nın Allah katından getirdiklerine iman ettik. Bundan önceki durumumuzdan dolayı Allah'a tevbe ederiz." dediler. İşte burada Allah, Firavun'un ve taraftarlarının belini kırdı. Hak galip geldi. Onların yaptıkları ise boşa çıktı. Orada mağlup oldular. Zelil olarak geri döndüler.

Firavunun karısı ise perişan bir halde ortaya çıkmış Allah'a dua ediyor, musa'nın Firavun ve adamlarına galip gelmesini niyaz ediyordu. Firavunun taraftarlarından onu görenler, onun, Firavun ve taraftarları için perişan olduğunu sanıyorlardı. Halbuki onun üzüntü ve endişesi Mûsa içindi.

Mûsa her mucize getirdiğinde Firavun ona, firavun ona, İsrailoğullarıni kendisiyle birlikte serbest bırakacağına dair yalan vaadlerde bulunuyor sonradan vaadini bozuyordu. Ve: "Rabbin bundan başka bir şey yapabilir mi?" diyordu. Öyle ki Allahü teâlâ Firavun'un kavmine, Tufan, Çekirge, Haşerat, Kurbağa ve Kan gibi felaketler gönderdi. Bunların her biri geldiğinde Firavun Mûsa'ya başvuruyor, bunların kaldırılmasını istiyor ve karşılığında İsrailoğullarını serbest bırakacağını vaadediyordu. Bu belalar başından kalkınca da sözünden dönüyor, vaadini bozuyordu.

Allahü teâlâ, nihÂyet Mûsa'ya, kavmiyle birlikte Firavun'un diyarından çıkmasını emretti. Mûsa ve geceleyin kavmiyle birlikte yola çıktı. Sabah olunca Firavun onların gitmiş olduklarını gördü. Şehirlere adamlar göndererek ordu toplattı ve Mûsa'yı takibe çıktı.

Allahü teâlâ denize: "Kulum Mûsa âsâsıyla sana vurduğunda oniki parçaya bölün ki Mûsa beraberindekiler içinden geçsinler. Sonra Mûsa'nın arkasından gelen Firavun ve taraftarlarının üzerine kapan," diye emretti. Fakat Mûsa âsâsıyla denize vurmayı unuttu. Denizin önüne geldiğinde deniz ikiye ayrılmışti. Zira o, Mûsa gelip kendisine âsâ ile vurduğunda uyarlamayacağından ve böylece Allah'a isyan etmiş olacağından korkuyordu.

İki topluluk birbirini görüp yakınlaşınca Mûsa'nın arkadaşları: "Şüphesiz ki bize yetişecekler. Ey Mûsa, rabbinin sana emrettiğini yap. Zira ne senin rabbin yalan söyler, ne de sen." dediler. Mûsa da dedi ki; "Rabbim bana vaadetti ki denize vardığımda o deniz oniki parçaya ayrılacak ben de ondan geçeceğim. Bundan sonra asasını hatırladı. Firavun ordusunun öncülerinin, Mûsa ile giden İsrailoğullarının en arkada bulunanlarına yetiştiği sırada o âsâyı denize vurdu. Allahü teâlâ'ın emrettiği şekilde deniz parçalara ayrıldı. Mûsa ve taraftarlarının hepsi denizi geçip karşıya çıktılar. Firavun taraftarları ise denizin içine daldıkları bir sırada Allahü teâlânın emrettiği şekilde deniz onların üzerine kapanıverdi.

Mûsa'nın kavmi denizi geçtikten sonra şöyle demeye başladı: "Biz Firavun'un boğulmadığından korkuyoruz. Biz onun helak olduğuna inanmıyoruz." Bunun üzerine Mûsa rabbine dua etti. O da Firavun'un cesedini onların gözünün önüne çıkardı. Onlar da böylece Firavun'un öldüğüne kesin olarak inandılar.

Sonra Mûsa ve kavmi, kendilerine ait putlara secde eden bir kavme rastladılar. Ve Mûsa'ya şöyle dediler: "Ey Mûsa, bunların nasıl ilahları varsa bize de öyle ilâh yap." Mûsa da onlara şöyle dedi: "Şüphesiz ki siz, cehalete düşen bir kavimsiniz. Çünkü şu gördüğünüz putlara ibadet edenlerin içinde bulunduklara din, yıkılmaya mahkumdur. Ve yaptıkları ameller bâtıldır."

Bundan sonra Mûsa, kavmini, konaklayacakları bir yerde durdurdu ve onlara: "Siz Harun'a itaat edin. Zira ben onu, kendi yerime size Halife tayin ediyorum." dedi.

Mûsa, Allahü teâlâ ile otuz gün konuşmalarda bulunup sonra kavmine döneceğini söyledi ve onlardan ayrılarak rabbi ile konuşmaya gitti. Otuz ün geçtikten sonra Allahü teâlâ bir on gün daha uzattı. İşte bu son on gün içinde İsrailoğulları, kendi aralarında ihtilafa düştüler. Firavun'un taraftarlarından emanet olarak aldıkları ziynet eşyaları bir çukura doldurulup yakıldıktan sonra, Samiri adlı bir kişi, eritilen bu mücevherattan bir buzağı heykeli yaptı. Rüzgâr bu heykelin ağzından girip arkasından çıktıkça, böğürür gibi bir ses meydana getiriyordu. İsrailoğullarından bazıları bu buzağı heykeline taptı, bazıları ise buna karşı çıktı. Bir kısmı da tarafsız kaldı. Buzağının sevgisi kalblerine işleyenler, dini açıkça yalanlamaya kalktılar.

Harun onlara: "Ey kavmim, siz bu buzağı heykeli ile imtihan edildiniz. Rabbiniz, ancak rahman olan Allah'tır. Bana uyun, emrime itaat edin." dedi. Bunun üzerine onlar: "Ne oluyor Mûsa'ya? O bize otuz gün vaadetti sonra da vaadinden döndü. Aradan kırk gün geçti. Hâlâ gelmedi." dediler. İçlerinden beyinsiz olanlar ise: "Belki de o, rabbini yitirdi onu anyor ki onun peşinden gitsin." dediler.

Mûsa, Allahü teâlâ ile konuştuktan sonra Allahü teâlâ ona kavminin yaptıklarını haber verdi. Mûsa, kavmine, kızgın ve üzgün olarak döndü ve onlara: Kur'an-ı Kerim'in kıssasını zikrettiği şeyleri söyledi... Kardeşi Harun'a öfkelendikten sonra onu mazur gördü. Sonra Samiri'yi hesaba çekti. Samiri de ona: "Ben İsrailoğullarının görmediklerini gördüm. Ben, elçinin izinden bir avuç toprak alıp onu, erimiş mücevheratın içine attım. İşte böyle bunu bana nefsim hoş gösterdi." dedi. Mûsa da ona şöyle dedi: "Haydi git. Sen, hayatın boyunca: '"Bana dokunmayın." diyeceksin. Âhirette de sana, kaçıp kurtulamayacağın, vaadedilmiş bir azap vardır. Tapıp durduğun ilahına ne yapacağız bir bak. Onu muhakkak yakacağız. Sonra onu denize savuracağız."

Sonra, İsrailoğullarından buzağıya tapanlar hata ettiklerini anladılar. Mûsa'ya: "Rabbine yalvar da bizim için tevbe edecek bir kapı açsın biz de tevbe edelim de yaptıklarımızı bağışlasın." dediler. Bunun üzerine Mûsa, Buzağıya tapmaya katılmayan ve İsrailoğullarının önde gelenlerinden yetmiş kişiyi seçip tevbe etmeye gittiler. Vardıkları yerde bir sarsıntıya yakalandılar. Bunun üzerine Mûsa: "Ey rabbim, eğer dileseydin bunları da beni de daha önce helak ederdin. Sen, içinizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzündne bizi helak mı edeceksin? dedi.

Aslında bu yetmiş kişinin içinde buzağıya tapan kişiler de bulunuyordu. Fakat Mûsa ve Harun bunun farkında değillerdi. Yeryüzü bundan dolayı onları sarsmıştı. Allahü teâlâ Mûsa'ya: "Bunların tevbeleri, içlerinden herbirinin, önüne geleni, baba-oğul demeden öldürmesi ve kimin öldürüldüğüne bakmamasıyla olacaktır." buyurdu.

İsrailoğulları Allahü teâlâ'nın kendilerine emrettiği şekilde yaptılar. Sonunda Allahü teâlâ öldüreni de öldürüleni de bağışladı. Sonra Mûsa, kavmiyle birlikte Kudüs topraklarına doğru yürüyüp gitti. Onlara Allahü teâlâ'nın göndermiş olduğu emirleri tebliğ etti. Bu emirler ise onlara ağır geldi ve bunları kabul etmemekte direttiler. Bunun üzerine Allahü teâlâ dağı onların üzerine bir bulut gibi kaldırdı ve onlara yaklaştırdı. İsrailoğulları, dağın üzerlerine düşeceği korkusuyla ilahi emirlere sarıldılar ve Mûsa'yı takib ederek mukaddes topraklara vardılar. O topraklarda zorba bir kavmin yaşadığını gördüler ve Mûsa'ya: "Onlar orada bulunduğu müddetçe biz oraya giremeyiz" dediler. Mûsa'nın ısran üzerine: "Git onlarla sen ve rabbin savaşın biz burada oturacağız." dediler ve bu sözleriyle Mûsa'yı kızdırdılar. Mûsa, bundan önce İsrailoğulları aleyhine herhangi bir beddua yapmamıştı. Fakat onların bu sözleri üzerine onlara beddua etti. Allah da duasını kabul etti ve onların Kudüs topraklarına girmelerini kırk yıl haram kıldı. Bu sebeple onlar çöllerde şaşkın vaziyette kırk yıl dolaştılar. Sabahtan akşama kadar yol yürüyor akşamleyin bulundukları yerde konaklıyorlardı, Allahü teâlâ İsrailoğullarına bu kırk yıl içinde de çeşitli nimetler ihsan etti. Onları çölde bulutla gölgelendirdi. Gökten üzerlerine kudret helvası ve bıldırcın eti indirdi. Taştan on iki pınar fışkırttı ve bunlara benzer daha birçok liituflarda bulundu... (Bu hadise tefsir kitaplarında "Fûtun hadisi" denmektedir.)

41

Seni kendime Peygamber seçtim.

42

Sen ve kardeşin mucizelerimle gidin. Beni anmada (ve emirlerimi tebliğde) gevşek davranmayın.

43

İkiniz de Firavun'a gidin. Çünkü o azdı.

44

Öğüt alacağını veya korkacağını umarak ona yumuşak söz söyleyin."

Ey Mûsa, ben sana bu nimetleri verdim. Çünkü ben seni Peygamberliğe ve emirlerimi tebliğ etmeye seçtim. Sen ve kardeşin Harun, delil ve mucizelerimle Firavun'a gidin. Zira o azdı. Ona, benim size emrettiklerimi tebliğ edin. Size emrettiğim şeyleri tebliğ ederken beni anmayı unutmayın. Zira beni anmanız azminizi güçlendirir. Ayaklarınızı yerinde sabit tutar. Firavuna karşı konuşurken yumuşak bir şekilde konuşun. Umulur ki, o konuştuklarınızı düşünür, ibret alır veya Allah'tan korkar, azgınlığından vaz geçer.

45

Mûsa ve Harun: Ey rabbimiz, Firavun'un bize karşı aşırı davranmasından veya daha da azmasından korkarız." dediler.

Mûsa ve Harun: "Ey rabbimiz, biz Firavun'u emrettiğin şeye davet edince onun bizi derhal cezalandıracağından veya azgınlıkta daha da ileri gideceğinden korkuyoruz." dediler.

46

Allah şöyle dedi: "Hiç korkmayın. Çünkü ben sizinle beraberim. Ben herşeyi işitirim, görürüm.

47

Firavuna varın ona, deyin ki: Şüphesiz biz, rabbinin Peygamberleriyiz. Bizimle İsrailoğullarını salıver. Onlara işkence etme. Biz sana, rabbinden bir mucize ile geldik. "Selam" hidâyete uyanlara olsun."

48

Bize vahyolunmuştur ki (Peygamberi) yalanlayıp yüz çevirenlere mutlaka azap vardır.

Allah, Mûsa ve Harun'a şöyle dedi: "Siz Firavundan korkmayın. Ben, sizinle beraberim. Ona karşı size yardım ederim. Aranızda geçecek olan şeyleri işitir ve görürüm. Siz ona vann ve deyin ki: "Şüphesiz ki biz, senin rabbinin Peygamberleriyiz. O, bizi sana gönderdi. Rabbin sana, İsrailoğullarını bizimle beraber serbest bırakmanı emrediyor. Sen onları bizimle beraber serbest bırak. Onlara, güçlerinin yetmeyeceği işleri yükleyerek onlara işkence etme. Biz sana, rabbin tarafından bir mucize getirdik. Sana söylediğimiz şeylerde bize inanmazsan o mucizeyi sana göstereceğiz. Selam ve esenlik, Allah'ın hidâyetine tabi olanların üzerine olsun. Rabbin bize şunu vahyetti ki, davet ettiğimiz dinden yüz çevirip onu yalanlayanlara mutlaka azap vardır."

Âyet-i kerime’de, Müslüman olmayana nasıl selam verileceği beyan edilmektedir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de Herakliyus'a mektup yazarken, mektubun başına: "Selam hidâyete tâbi olanlaradır." şeklinde yazmıştır.

49

Bunun üzerine Firavun: "Rabbiniz de kimdir ey Mûsa?" dedi.

Hazret-i Mûsa ve Harun, Firavun'a vardılar, Allahü teâlâ'nın kendilerine emrettiği şeyleri ona tebliğ ettiler. Firavun ise, kendisini yaratan Allah’ı inkâr ederek: "Rabbiniz de kimdir ey Mûsa?" dedi.

50

Mûsa: "Rabbimiz, herşeye takdir ettiği şekli verip sonra da doğru yolu gösterendir." dedi.

Müfessirler bu âyet-i Celileyi çeşitli şekillerde izah etmişlerdir. Bu izah şekillerinden biri de şöyledir: "Allah, herşey için eşini yaratmış ve ona, evlenme, yeme, içme, barınma vb. yolları göstermiştir." Taberi bu izah şeklini tercih etmiştir.

Diğer bir izah şekli de şöyledir: "Herşeye, yaratılmış olduğu şeklini vermiştir. İnsanları insan, hayvanları hayvan şeklinde yaratmış sonra da herşeye, kendisine uygun olan yollan göstermiştir. Gıdasını nasıl tedarik edeceğini ve tedarik ettiği gıdayı nasıl muhafaza edeceğini öğretmiştir.

Diğer bir izah şekli de şöyledir: "Her canlının yaratılşını düzgün ve uygun bir şekilde yapmıştır. Sonra ona kendisine yaraşacak şeyleri göstermiş ve öğretmiştir.

Başka bir izah şekli de şöyledir: "Yarattığı her şeye kendisine yaraşan özellikler verdi. Köpeğe diş, kuşa pençe gibi. Sonra ona nayatini nasıl devam ettireceğini gösterdi." Diğer bir izah şekli şöyledir: "Allah, yarattı ki arının, amellerini, ecellerini, rızıklarını takdir etmiştir. Yaratıklar, onun takdir ettiği şekilde hareket etmektedirler.

51

Firavun: "Öyleyse geçmiş nesillerin haline olacak?" dedi.

Hazret-i Mûsa, Firavun'a, kendisinin Allah tarafından gönderildiğini ve Allah'ın herşeyi yaratıp onlara nimetlerini verdiğini söyleyince Firavun: "Daha önce geçmiş ümmetlerin durumu ne olacak? Zira onlar senin rabbine ibadet etmemiş başka şeylere tapınışlardır. Onların hepsi de cehennemlik midir?" diye sordu.

52

Mûsa şöyle dedi: "Onlar hakkındaki bilgi, rabbimin nezdinde bir kitaptadır. Rabbim ne şaşırır ne de unutur.

Hazret-i Mûsa, Firavun'a cevap vererek: "Şâyet geçmiş ümmetler rabbime kulluk etmediyseler, onların yaptıkları ameller levh-i Mahfuzda ve amel defterlerinde rabbim tarafından zaptedilmiştir. Rabbim, asla şaşırmaz. Büyük küçük hiçbirşey onun kontrolündün çıkmaz. O, hiçbir şeyi de unutmaz. Derhal cezalandırılmaları gerekmiş de rabbim onları cezalandırmışsa doğru olan budur. Şâyet cezalandırılmalarını kıyamet gününe bırakmışsa yine doğru olan O’dur. Zira rabbim, ne yaptığını çok iyi bilendir. O, ne şaşırır ne de unutur.

53

Yeryüzünü size beşik yapan, orada size yollar açan ve gökten su indiren O'dur. "Biz, gökten indirdiğimiz su ile çeşitli bitkilerden çiftler çıkardık.

Hazret-i Mûsa, Firavun'a karşı sözlerine devamla diyor ki: "Benim rabbim sizin için, yeryüzünü beşik gibi yapan, orada size, çeşitli ihtiyaçlarınızı gidermek için gezip dolaştığınız yollar açan ve gökten yağmur indirerek çeşitli bitkiler bitirendir."

Allahü teâlâ, yağmurlarla çeşitli bitkileri çiftler halinde yarattığını beyan ediyor. Bundan sonra gelen âyet-i kerime’de de onlardan faydalanmamızı ve onları düşünerek ibret almamızı bildiriyor.

54

Onlardan hem siz yeyin hem de hayvanlarınızı otlatın. Şüphesiz ki bunda, akıl sahipleri için nice deliller vardır.

Ey insanlar, gökten indirdiğimiz yağmurla yeryüzünde bitirdiğimiz çeşitli bitki ve mahsullerden yeyin, hizmetinizde kullandığınız hayvanlarınıza da yedirin. Şüphesiz ki bu anlatılanlarda, akıl sahipleri için, Allah'ın kuvvet ve kudretini gösteren deliller vardır. O akıl sahipleri bu delillerden ibret alır hakka tâbi olurlar.

55

Biz sizin aslınızı topraktan yarattık. (Öldükten sonra) sizi oraya döndürürüz (Kıyamet günü de) ordan sizi tekrar çıkaracağız.

Ey insanlar, biz sizin aslınızı topraktan yarattık ve sizleri konuşan insanlar haline getirdik. Vâdeniz gelince sizi öldürüp tekrar toprağa döndürürüz. Böylece çürüyüp aslınıza dönersiniz. Kıyamet koptuğunda sizleri diriltip topraktan tekrar çıkaracağız. Evvelki halinizi alacaksınız. O halde âhirete kesinlikle iman edin ve amellerinizi ona. göre düzeltin.

56

Şüphesiz ki Firavun'a mucizelerimizin hepsini gösterdik. Buna rğmen Firavun onları yalanladı ve iman etmemekte direndi.

Burada Firavun'a gösterildiği zikredilen mucizelerden maksat, Hazret-i Mûsa'ya gösterilen dokuz mucizedir. Bu mucizelerin neler oldukları isra Sûresi'nin yüzbirinci âyetinin izahında zikredilmiştir.

57

(Firavun Mûsa'ya) şöyle dedi: "Sinirinle bizi, yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin ey Mûsa?"

58

Biz de mutlaka sana, senin sihirin gibi bir sihir getireceğiz. Şimdi sen, bizimle senin aranda bir buluşma zamanı ve yeri tayin et. Ondan ne biz cayalım, ne de sen. Buluşacağımız yer münasip bir yer olsun."

Allahü teâlâ bu âyetlerde, Firavun'un, Hazret-i Mûsa'ya sihirle karşı koymak istediğini beyan ediyor Hazret-i Mûsa da ona cevaben şöyle diyor:

59

Mûsa şöyle dedi: "Buluşma zamanımız, insanların süslenip kuşluk vaktinde toplandıkları bayram günü olsun."

60

Bunun üzerine Firavun dönüp gitti. Hiylesini (Ne kadar usta sihirbaz ve büyü âleti varsa hepsini) topladı, sonra buluşma yerine geldi.

Firavun, Hazret-i Mûsa ile buluşmak üzere bir vakit tayin ettikten sonra dönüp gitti. Zamanında çokça bulunan sihirbazların en ustalarını toplayıp kararlaştırılan günde ve yine kararlaştırılan yere geldi. Kendisi tahtına oturdu. Sağına soluna diğer ileri gelenlerini yerleştirdi. Halk, gösterilen yerde toplandı. Hazret-i Mûsa, kardeşi Harun'la birlikte ve asasına basa basa geldi. Sihirbazlar Firavun'un karşısında sıra sıra dizilmişlerdi. Firavun onları cesaretlendiriyor ve teşvik ediyordu. Onlar ise Firavun'dan vaadler koparmaya çalışıyorlardı. İşte bu sırada, Hazret-i Mûsa onlara seslenerek şöyle dedi:

61

Mûsa onlara: "Vay halinize, sakın Allah'a karşı yalan uydurmayın. Yoksa sizi azabıyla helak eder. İftira atan mutlaka hüsrana uğramıştır." dedi.

62

(Mûsa'nın sözleri karşısında Firavun ve adamları) Durumlarını münakaşa ettiler. Sonra gizlice fısıldaştılar.

Sihirbazların, aralarında neyi tartışıp fısıldaşüklan hakkında şunlar zikredilmektedir. Sihirbazlar birbirlerine şöyle demişlerdir: "Eğer bu, bir sihirbaz ise buna mutlaka galip geliriz. Şâyet getirdiği şey semavî ise netice onundur." Veya şöyle demişlerdir: "Bu adamın sözleri hiç de sihirbaz sözüne benzemiyor." Yahut, aralarında, bundan sonra gelen âyetin beyan ettiği hususu fısıldanmışlar ve şöyle demişlerdir:

63

Firavun ve adamları şöyle dediler: "Bunların ikisi de sihirbazdan başka birşey değildir. Sizi, sihirlerimle ülkenizden çıkarmak, en sağlam yolunuzu (Dosdoğru dîninizi) ortadan kaldırmak istiyorlar.

Sihirbazların, Hazret-i Mûsa ve Harun'un, ortadan kaldıracaklarından korktuklarını en sağlam yoldan neyi kastettikleri akkında çeşitli Rivâyetler vardır. Miifessirlerin

bazılarına göre: "En sağlam yol"dan maksat. Firavun kavminin ileri gelenleri ve şereflileridir. Firavun ve sihirbazlar, Mûsa ve Harun'un, bunları helak edeceklerinden korkmuşlardır.

Diğer bazı müfessirlere göre ise, en sağlam yol'dan maksat, İsrailoğullarıdır. Bunlar, Firavun kavminin işlerini gördükleri için ve malca da zengin olduklarından Firavun'un taraftarları, Mûsa ve Harun'un, bunları beraberlerinde alıp götürmelerine razı olmamışlardır.

Yine müfessirlerden bir kısmına göre, buradaki "En sağlam yol"dan maksat, sihirdir. Zira sihirbazlar bu yolla kendilerine mal ve servet biriktirmişlerdir. Hazret-i Mûsa'nın onlara galip gelmesi halinde sihirlerinin kıymeti kalmayacaktır.

Miifessirlerin bir diğer kısmına göre de buradaki "En sağlam yol"dan maksat, Firavun ve taraftarlarının iktidarıdır. Bunlar, iktidarlarının sarsılacağından korkmuşlardır.

İbn-i Zeyd'e göre ise buradaki "En sağlam yol"dan maksat, Firavun ve taraftarlarının süregelen âdetleri ve dinleridir. Bunlar, âdetlerinin ve bâtıl dinlerinin değiştirileceğinden korkmuşlardır.

64

Onun için tuzaklarınızı toplayın, sonra saflar halinde gelin. Bugün üstün gelen mutlaka kurtuluşa ermiştir.

Sihirbazlar fısıltılarına devamla şöyle dediler: "Büliin tuzaklarınızı bir araya getirerek sağlamlaştınn. Sonra saflar halinde gelin. Bugün kim galip gelirse istediğine erişecek olan O’dur. Biz galip gelirsek Kralın vaadettiği büyük bahşiş ve mertebelere erişiriz. Onlar galip gelirse hükümdarlığı elde ederler.

65

Sihirbazlar: "Ey Mûsa, ya sen maharetini ortaya koy veya önce biz koyalım." dediler.

66

Mûsa: "Hayır siz ortaya koyun." dedi. Bir anda onların ipleri ve değnekleri, sihirleri yüzünden Mûsa'ya, hareket ediyorlarmış gibi göründü.

67

Mûsa, içinde bir korku hissetti.

Sihirbazlar bütün tuzaklarını bir araya topladıktan sonra saflar halinde Mûsa'nın karşısına çıktılar. Ve ona: "Ey Mûsa, ya önce sen elinle bulunan şeyi ortaya koy veya bizler elimizde bulunan şeyleri ortaya koyalım." dediler. Mûsa da sihirbazlara: "Önce sizler elinizde bulunan şeyleri ortaya koyun durumunuzun ne olduğu açığa çıksın." dedi. Sihirbazlar sihir yapmak için getirdikleri iplerini, sopalaranı ortaya attılar. Onların ortaya attıkları şeyler Mûsa'ya, hareket ediyormuş gibi göründü. Bunu gören Mûsa içinde bir korku hissetti.

Âyet-i kerime'de, Hazret-i Mûsa'nın karşısına sihirbazların sayılan belirtilmemektedir. Onların, yetmiş bin veya otuz bin yada dokuz bin kadar oldukları raviler tarafından nakledilmektedir.

Âyet-i kerime’de, Hazret-i Mûsa'nın, içinde bir korku hissettiği zikredilmektedir. Hasan-ı Basri'ye göre, Hazret-i Mûsa'nın korkusu, beşer oluşundan kaynaklanmaktaydı. Yahut da o anda kendisine gelen vahyin gecikmesinden korkmuştu. Ya da oraya toplanan insanların, sihirbazlarını gördükten sonra dağılacaklarından ve kendisinin göstereceği mucizeleri göremeyeceklerinden korkmuştu. Ya da oraya toplanan insanların, sihirbazlarını gördükten sonra dağılacaklarından ve kendisinin göstereceği mucizeleri göremeyeceklerinden korkmuştu. Veya kendisi mucize getirdikçe karşı tarafın çeşitli hiylelere başvuracağından ve durumun böylece devam edeceğinden korkmuştu.

68

Biz ona şöyle dedik: "Korkma, üstün gelecek mutlaka sensin sen.

69

Sağ elindeki âsâm at da onların yaptıklarını yutsun. Çünkü onların yaptıkları, ancak bir sihirbaz tuzağıdır. Sihirbaz nereye varırsa varsın başarı gösteremez."

Biz Mûsa'ya dedik ki: "Korkma, bu sihirbazlara, Firavun ve ordusuna karşı üstün gelecek ve onları mağlup edecek olan sensin sen. Sağ elinde bulunan âsâm yere at da, yürüdüklerini sandığın ve sihirbazlara ait olan ipleri ve sopalan yutuversin. Zira onların yaptıkları ancak bir sihirbaz tuzağıdır. Sihirbaz ise nerede olursa olsun, sihir yaparak gerçekleştirmek istediği arzsuna asla erişemez.

Bazı müfessirler bu âyetin son bölümünü şöyle izah etmişlerdir: "Sihirbaz nerede bulunursa bulunsun, asla kendisini kurtaramaz. Yani nerede bulunursa öldürülür.

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) ölümünden bir sene önce Cez' b. Muaviye'ye bir mektup göndererek, "Her sihirbazı öldürün" demiştir. Ebû Dâvûd, K. el-İmara, bab: 31, Hadis No: 3043

70

(Mûsa'nın âsâsı bütün sihirleri yutunca) sihirbazlar secdeye kapandılar: "Biz, Harun'un ve Mûsa'nın rabbine iman ettik." dediler.

Hazret-i Mûsa, elindeki asasını yere bırakınca âsâ büyük bir ejderhaya dönüştü ve sihirbazların ortaya koydukları herşeyi yuttu. Sonra Hazret-i Mûsa onu tutunca tekrar âsâ haline geldi. Bunu gören sihirbazlar, Mûsa'nın yaptığının bir sihir olmadığına kesin olarak kanaat getirdiler ve hemen secdeye kapanarak şöyle dediler: "Biz, Harun'un ve Mûsa'nın rabbine iman ettik."

71

Firavun sihirbazlara: "Benden izinsiz Mûsa'ya iman ettiniz ha? O, size sihiri öğreten büyüğünüzdür. Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim. Sizi muhakkak hurma dallarına asacağım. O zaman hangimizin azabı daha şiddetli ve daha sürekliymiş bileceksiniz." dedi.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Firavun'un İnkârcılıkta ve azgınlıkta ne kadar ileri gitiğini, bâtıla sarılıp hakka karşı nasıl şımardığını beyan etmektedir. Zira Firavun, gözleri kamaştıran mucizeleri görmüş, kendilerinden imdat beklediği sihirbazların iman ettiklerini müşahade etmiş buna rağmen hakka boyun eğmemiştir. Bilakis, şiddete başvurmuş ve tehditler savurmaya başlamıştır.

Evet, hakka dayanmayan her zorba böyledir. Hakkın önünde âciz kalınca mevki ve makamını kullanır ve zorbalığa başvurur. Yalan ve iftiralar onun için pek kolaydır. Fakat kişinin kalbine iman girdiğinde, karşısına çıkan bütün güçleri ilahi gücün karşısında hiçe sayar. Tağutlarm karşısına dikilir, hakkı haykırmaktan asla çekinmez. Nitekim günün başlangıcında iman etmiş olan sihirbazlar günün ortasında Allah'ın erleri olmuşlar, günün sonunda ise şehadet şerbetini içmişlerdir. Allah'a kesin olarak iman edeb bu sihirbazlar, Firavun'a şöyle diyorlar:

72

Sihirbazlar şöyle dediler: "Elbette seni, bize gelen apaçık mucizelere ve bizi yaratana tercih edemeyiz. Sen, istediğini yap. Sen ancak bu dünya hayatına hükmedebilirsin.

73

Şüphesiz ki biz, rabbimize iman ettik. Böylece günahlarımızı ve bize zorla yaptırdığın sihri bağışlasın. Allah'ın mükâfaatı daha hayırlı ve cezası daha devamlıdır."

Âyet-i kerime’de, sihirbazlar, sinirin kendilerine zorla yaptırıldığını söylüyorlar. Abdullah b. Abbas bu hususu izah ederken şöyle diyor: Bu sihirbazlar daha birer küçük çocukken Firavun onları sihirbazlara teslim etmiş ve sihir öğrenmelerini emretmiştir. Böylece onları sihirbaz olmaya zorlamıştır.

Firavun sihirbazlara: "Hangimizin azabı daha şiddetli ve daha devamlıdır bileceksiniz." diyerek tehdit edince sihirbazlar ona cevaben: Allah'ın mükâfatı daha hayırlı cezası ise daha devamlıdır." cevabını vermişlerdir.

74

Gerçek şu ki, kim rabbinin huzuruna suçlu olarak çıkarsa onun için mutlaka cehennem vardır. O orada ne ölür ne yaşar.

Cehennemlikler cehennemde ebedi bir azap göreceklerdir. Onlar ne ölüp kurtulabilecekler ne de normal bir hayat yaşayabileceklerdir. Bu hususta başka âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: "O suçlular, cehennem zebanisine "Ey Mâlik, hiç olmazsa rabbin canımızı alsın." diye bağırışırlar. Mâlik te "Siz bu azapta bekletileceksiniz." der Zuhruf Sûresi, âyet: 77 "İnkâr edenlere ise cehennem ateşi vardır. Onların ölümlerine hükmedilmez ki ölsünler. Onlardan cehennem azabı da hafifletilmez. Biz, her kâfiri işte böyle cezalandırırız. Fâtır Sûresi, âyet: 36

75

Kim de rabbinin huzuruna salîh ameller işlemiş mü'min olarak çıkarsa işte onlar için yüksek dereceler vardır.

Peygamber efendimiz, cennetin derecelerini beyan eden bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:

"Şüphesiz ki cennette yüz derece vardır. Allah bunları kendi yolunda cihat edenlere hazırlamıştır. Her derecenin arası gökle yer arası kadardır. Siz, Allah'tan cennet istediğiniz zaman Firdevs cennetini isteyin. Çünkü o, cennetlerin en ortada olanı ve en yücesidir. Rahman olan Allah'ın arşı onun üzerinde bulunmaktadır. Cennetin ırmakları oradan fışkırmaktadır.' Buhari, K.el-Cihad, bab: 4 /Tirmizî, K. el-Cennet, bab: 4, Hadis No: 2531 İbn-i Mace, K. ez,Zühd, bab: 39, Hadis No: 4331

76

Bunlar, altlarından ırmaklar akan Adn cennetleridir. Onlar orada ebediyyen kalacaklardır. İşte kendisini günahlardan arındıranın mükâfaati budur.

Evet, Allah'ın emirlerine itaat edip kendisini günâh kirlerine bulaştırmayanın mükâfaatı işte budur. O ne güzel bir mükâf aattır.

77

Gerçekten biz Mûsa'ya (İman eden) kullarımı geceleyin al götür. Asanı denize vurarak onlar için kuru bir yol aç. Düşmanlarının yetişmesinden korkma. Boğulacağından da endişelenme." diye vahyettik.

Bütün mucizelere rağmen Firavun'un iman etmemesi karşısında biz, Peygamberimiz Mûsa'ya şöyle vahyettik: " İsrail oğullarından bana iman eden kullarımı geceleyin al Firavun'un memleketinden çıkar. Sen denizde onlara kuru bir yol aç. Firavun ve ordusunun sana kavuşacağından sakın korkma, denizde boğulacağından endişe etme.

78

Firavun da ordularıyla onların ardına düştü. Deniz onları öyle bir kapladı ki...

79

Firavun, kavmini saptırdı, doğru yola götürmedi.

Mûsa ve ona iman eden İsrailoğullarının denize dalmaları üzerine Firavun ve ordusu da onları takib ederek denize daldı. Mûsa ve İsrailoğulları denizi sağ salim geçti. Firavun ve taraftarlarının ise üzerlerine deniz kapandı ve hepsi birden boğulup gittiler. Firavun, kavmine, Allah'ı inkâr etmeyi ve Peygamberleri yalanlamayı emrederek onları doğru yoldan saptırdı ve onlara hiçbir zaman hidâyet yolunu göstermedi. Böylece kendisi de kavmi de helak olup gittiler. "Firavun, kıyamet gününde kavminin önüne düşecek ve onları ateşe götürecektir. Varılacak o yer ne kötü bir yerdir. Hud Sûresi, âyet 98

80

Ey İsrailoğulları, biz sizi düşmanınızdan kurtardık. Size "Tur" un sağ tarafını vaadettik. Size kudret helvası ve bıdırcın gönderdik.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, İsrailoğullarına vermiş olduğu büyük nimetlerden bir kısmını hatırlatıyor ve onların, hak yoldan ayrılmamalarını istiyor. Allahü teâlâ, İsrailoğullarını en baş düşmanları olan Firavun'un zulmünden kurtarmişir, Allahü teâlâ, Firavun'un helak olmasından sonra Hazret-i Mûsa ve İsrailoğullarına, Tûr dağının sağ tarafında Hazret-i Mûsa ile görüşüp onunla konuşacağını ve Tevrat'ı vereceğini vaadetmiştir. Hazret-i Mûsa, Allahü teâlâ ile konuşmak üzere gittiği sırada İsrailoğulları buzağıya tapmış ve hak yoldan ayrılmışlardır. İsrailoğulları birbirlerini öldürmek suretiye yaptıklarından tevbe edince Allahü teâlâ onları affetmiş, gökten onlara kudret helvası ve bıldırcın eti gibi nimetler göndermiş ve onlara şöyle buyurmuştur:

81

Sîze verdiğimiz rızıklarin temiz ve helal olanlarından yeyin. Bu hususta sakın haddi tecavüze kalkışmayın. Yoksa gazabıma uğrarsınız. Kim gazabımı hak ederse, uçuruma yuvarlanır, mahvolur.

Ey İsrail oğulları, size verdiğimiz rızıkların helal ve lezzetli olanlarından yeyin. O rızıklar hususunda haddi aşarak birbirinize haksızlık etmeyin. Aksi halde cezama çarptırılırsınız. Kim benim cezama çarptırılırca şüphesiz ki o, uçuruma yuvarlanır, mahvolur.

82

Şuh esiz ki ben, tevbe eden, iman edip salîh amel işleyen ve sonra hidâyette dwam edeni çokça bağışlayanım.

Şunu da iyi bilin ki ben, inkârından vazgeçip tevbe eden, imanında samimi olan, Allah'ın emirlerini tutup yasaklardan kaçman, salih amel işleyen sonra da doğru yoldan ayrılmayanı çokça affedenim.

Âyet-i kerimde ifade edelin "Doğru yoldan ayrılmamak"tan maksat, ki-sinin iman ettiği esaslarda şüpheye düşmemesi veya salih ameller işlemeye de-vam etmesi yahut Resûlüllah'ın sünnetine sarılması veya yaptığı amelleri doğru yapması veya yaptığı iyilik ve kötülüklerden ne gibi sonuçlar doğacağının şuuru içinde olmasıdır."

83

(Mûsa kavminden önce Tûr dağına koşunca) "Seni kavminden önce davranmaya sevkeden nedir ey Mûsa." dedik.

Hazret-i Mûsa, Firavun helak olduktan sonra kavmiyle birlikte, putlara tapan bir topluluğun yanından geçip giderken rabbiyle konumak üzere kırk günlük bir mühlet aldı. Bunun üzerine kardeşi Harun'u, İsrailoğullarının başına Halife tayin edip kendisi acele olarak Tûr dağına gitti. Bu sebeple Allahü teâlâ ona: "Ey Mûsa, kavminden önce acele etmene sebep nedir?" diye sordu. Mûsa da rabbine şu cevabı verdi:

84

Mûsa: "İşte onlar peşimdeler. Razı olman için acele ettim ya rabbî." dedi.

Mûsa da şu cevabı verdi: "Ey rabbim, Onlar da benim arkamdan geliyorlar. Tûr dağına yakın bir yerde konaklayacaklar. Benim acele etmemin sebebi ise senin razı olmandır."

85

Allah: "Şüphesiz biz, senden sonra kavmini imtihan ettik. Samirî onları saptırdı." dedi.

Ey Mûsa, sen, kavminden ayrıldıktan sonra biz onları buzağıya tapma imtihanından geçirdik. Sâmirî adına birisi onları buzağıya taptırarak hak yoldan saptırdı."

86

Mûsa, büyük bir öfke ve üzüntüyle kavmine döndü: "Ey kavmim, rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı? Aradan çok mu zaman geçti? Yoksa rabbinizin gazabına uğramayı mı istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?" dedi.

Hazret-i Mûsa, kendisi için takdir edilen kırk günü tamamladıktan sonra kavmi İsrailoğularının yanına öfkeli bir şekilde döndü ve onların, içine düştükleri, "buzağıya tapma" zilletine üzülerek şöyle dedi: "Ey kavmim, rabbiniz size: "Şüphesiz ki ben, tevbe edip iman edeni, salih amel işleyip doğru yolda devam edeni affediciyim. Tûr dağında Mûsa ile konuşup ona Tevrat'ı vereceğim. Size gökten kudret helvası ve bıldırcın eti indireceğim" diye güzel vaadlerde bulunmadı mı? Benim sizden ayrılmamdan ve Allah'ın size verdiği nimetlerden sonra çok bir zaman mı geçti? Yoksa buzağıya taparak rabbınizın gazabına mı uğramak istediniz de bana verdiğiniz sözü bozarak buzağıya taptınız?" dedi.

87

Şöyle cevap verdiler: "Biz, sana verdiğimiz sözden kendi irademizle caymadık. Fakat Mısır'dan çıkarken o kavmin mücevherlerinden yükler dolusu alıp götürmüştük. Biz onları ateşe attık. Sâmirî de yanındaki mücevherleri oraya attı."

İsrailoğulları, kendilerini müdafaa ederek şöyle dediler: "Ey Mûsa, biz kendi isteğimizle, sana verdiğimiz "Allah'a ibadet etme" vaadinden caymadık. Fakat bizler Mısır'dan, Kıptî'lere ait olan ve "Yann bayramımız var verin de o gün takınalım." diyerek emanet aldırdığımız ziynet eşyalarım, Harun'un bize emretmesiyle bir çukura attık: Sâmirî de Cebrâil'in atının izinden aldığı bir avuç toprağı onların üzerine serpti."

88

Nihâyet Sâmiri onlara, içinden rüzgâr geçtikçe böğürür gibi ses çıkaran bir buzağı heykeli yaptı. Sâmirî ve taraftarları: "Sizin de ilahınız Mûsa'nın da ilâhı budur. Fakat Mûsa bunu unuttu." dediler.

Abdullah b. Abbas, bu âyet-i kerime’yi, mealde geçen şekliyle izah etmiştir. Yani buzağı canlı bir varlık olmamış fakat arkasından girip ağzından çıkan rüzgâr, onda böğürür gibi bir ses meydana getirmiştir. İşte İsrailoğulları bu yapmacık sese kanarak buzağıya tapınışlardır.

Diğer müfessirler ise bu âyeti şöyle izah etmişlerdir: "İsrailoğullarının, Mısır Kıptîlerine ait olan süs eşyalarını emanet alıp sonra da onları kaçırınca Hazret-i Harun onlara bu eşyaları bir çukura doldurarak tek bir külçe haline getirmelerini ve Mûsa gelince bu külçeyi ne yapacaklarına karar vermesi gerektiğini söylemiş onlar da bu emre uyarak getirdikleri bu ziynet eşyalarını o çukura atmışlardır. Onlarla birlikte Mısır'dan ayrılıp gelen ve buzağıya tapan bir kavimden olan kuyumcu Sâmirî, Firavun'un denizde boğulduğu sırada Cebrâil'in atıyla geçtiğini görünce, atının izinden bir avuç toprak almış ve bu toprağı, külçeyi buzağı haline getirmeden evvel veya sonra onun üzerine serpmiş külçe de gerçekten böğüren bir hayvan haline gelmiştir."

İsrailoğulları, buzağı böğürürken secdeye kapanır tekrar böğürünce de secdeden kalkarlarınış. Hazret-i Harun'un, kendilerini uyarmasına rağmen İsrailoğulları Sâmirî'nin sözüne uyarak bu buzağıya tapmış ve inkâra sapmışlardır.

89

Onlar bu buzağının, kendilerine sözle hiçbir mukabelede bulunmadığını, kendilerine ne bir zarar ne de bir fayda vermediğini gömüyorlar mıydı?

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de İsrailoğullarına cevap veriyor ve onların beyinsizliğini ve ne kadar basit düşündüklerini açıklıyor. Zira buzağı onlarla ne konuşmuş ne de herhangi bir zarar veya menfaat vermiştir. Kendilerine çeşitli nimetler veren ve onları zorba Firavun'un elinden kurtaran Allah'ı bırakıp ta böyle bir şeye tapmaları ne kadar ahmakça bir davranıştır. Ayrıca Hazret-i Harun onları uyarmış bu fitneye düşmemelerini istemiştir.

90

Doğrusu daha önce Harun onlara şöyle demişti: "Ey kavmim siz bununla imtihan edildiniz. Muhakkak ki sizin rabbiniz, rahman olan Allah'tır. (Sapık yolu bırakıp) bana uyun ve emrime itaat edin."

Halbuki Harun, daha Mûsa İsrailoğullarına dönmeden önce buzağıya tapanlara şöyle demişti: "Ey kavmim, Allah sizin imanınızı ve dininize ne derece bağlı olduğunuzu denemek istedi. Sizin rabbiniz bu buzağı değil, rahmeti bütün yaratıkları kaplayan Allah'tır. Buzağıya tapmayı bırakıp sadece Allah'a ibadet etmekte bana uyun ve emrime itaat edin.

91

Kavmi: "Mûsa bize dönünceye kadar buna tapmaktan vazgeçmeyeceğiz." dediler.

Fakat İsrailoğullarından buzağıya tapanlar: "Mûsa bize dönünceye kadar biz buzağıya tapmaya devam edeceğiz." dediler.

92

Bak. Âyet 93.

93

Mûsa dönünce: "Ey Harun, bunların sapıttıklarını gördüğünde, bana uymana mâni neydi? Emrine karşı mı geldin?" dedi.

Hazret-i Mûsa, kavmi ile konuşup onları, sapıklığa düştüklerinden dolayı azarladıktan sonra kardeşi Harun'a yönelmiş ve ona: "Bunların, Allah'ın dininden ayrılıp buzağıya taptıklarını gördüğün halde bana tâbi olmana mâni neydi? Yoksa emrime karşı mı geldin?" dedi.

Görüldüğü gibi, Hazret-i Mûsa, Hazret-i Harun'u kendisine itaat etmemekle suçlamaktadır. Halbuki Hazret-i Hanın buzağıya tapanları uyarmıştı. O halde, Hazret-i Mûsa onu neden bu şekilde suçluyor?

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Hazret-i Mûsa, kardeşi Hazret-i Harunun, buzağıya tapmayanlarla birlikte, buzağıya tapanları bırakıp peşinden gelmeleri icabettiğine işaret etmekte ve bu sebeple de Hazret-i Harunu suçlamaktadır. Hasan-ı Basri diyor ki: "Hazret-i Mûsa kardeşi Harun'un, buzağıya taparak sapıklığa düşen İsrailoğullarını düzeltmesi gerektiğine işaret etmiştir. Bu sebeple "Neden vazifeni yapmadın? Yoksa emrime isyan mı ettin?" demiştir.

94

Harun: "Ey anamın oğlu, sakalımı ve başımı tutma. Doğrusu ben: "İsrailoğulları araş ada ayrılık çıkardın, sözümü dinlemedin." demenden korktum." dedi.

Hazret-i Mûsa, Hazret-i Harun'a söyleyeceklerini söyledikten sonra onun saçından ve sakalından yakalayıp sarsmış bunun üzerine Harun da ona: "Ey anamın oğlu, sakalımı ve saçımı tutma. Ben, "İsrailoğullarıni böldün ve sözümü dinlemedin." diyeceğinden korktum." cevabım vermiştir.

Hazret-i Harun, Hazret-i Mûsa'ya hitab ederken, öz kardeş oldukları halde: "Ey anamın oğlu." diye hitab etmiş böylece Hazret-i Mûsa'nın merhametini celbetmek istemiştir.

95

Mûsa Sâmirî'yc: "Ey Sâmirî ya senin yaptığın nedir?" dedi.

Mûsa Shamirî'ye: "Ey Sâmirî sana ne oldu? Seni bu işi yapmaya sürükleyen nedir?" diye sordu.

Burada adı geçen Sâmirî'nin kim olduğu hakkında farklı görüşler zikredilmiştir. Abdullah b. Abbas'dan rivâyet edilen bir görüşe göre bu adam, sığıra tapan bir kavimdendi. Sığıra tapma sevgisi kalbinde olduğu halde, Müslüman olduğunu söyleyerek İsrailoğulları ile birlikte Mısır'dan çıkmıştı. Hazret-i Mûsa'nın, kavminden ayrıldığını ve vaadettiği otuz gün içinde dönmediğini görünce içinde taşıdığı inancını İsrailoğullarına da aşılamaya çalışmıştır. Bu adamın "Kirman" veya "Sâmira" şehirlerinden olduğu söylenmektedir.

96

Sâmirî: "Ben, İsrailoğullarının görmediklerini gördüm. Ben, elçinin izinden bir avuç (toprak) alıp (Erimiş mücevheratın içine) attım. İşte böyle, bunu bana nefsim hoş gösterdi." dedi.

Bu âyet-i kerime çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Bir izah şekli şöyledir: "Ben, İsrailoğullarının bilmediği bir şeyi bildim. Cebrâil'in atının izinden bir avuç toprak aldım ve onu, erimiş mücevheratın içine serptim. Böylece olan oldu."

Bu izah şekline göre Cebrâil'in atının izinden alman toprağın fevkaladeliğini İsrailoğulları bilmediği halde Sâmirî'nin nasıl bildiği hususu kapalıdır.

Diğer bir izah şekli şöyledir: "Ben, İsrailoğullarırun görmediği bir şeyi gördüm. Yani, Cebrâil'i, Firavun'u helak ederken veya Mûsa'yı vahiy almak için göğe çıkarken gördüm ve onun atının izinden bir avuç toprak alıp erimiş mücevheratın içine attım ve olan oldu."

Bu izah şekline göre de, İsrailoğulları Cebrâil'i görmediği halde Sâmirî'nin onu nasıl görebildiği hususu beyan edilmektedir. Ayrıca Sâmirî'nin, Cebrâil'in atının izinden alınan toprağın etkili olacağını nasıl bildiği hususu da zikredilmemektedir.

Diğer bir izah şekline göre: Sâmirî demek istemiştir ki "Ey Mûsa, ben senin hareketlerini ve dinini gördüm ve onun hak olmadığı kanaatine vardım. İşte senin bu dininden, eserinden bir avuç aldım ondan bazı şeyler edindim ve onu yine sattım. Onunla amel etmek istemedim." Bu izah şekline göre Sâmirî bu hareketiyle bilerek ve isteyerek dinden çıkmış cezası da hayatı boyunca bir izdirap içinde yaşamak üzere kovulmak olmuştur.

Bir başka izah şekline göre de Sâmirî, yaptığı fenalığı izah etmek ve kendi durumunu kurtarmak için "Elçinin ayağının izi" hikâyesini uydurmuş ve yaptığı işe böyle esrarengiz bir hava vermek istemiştir. Aslında böyle bir olay yoktur. Bu, Sâmirî'nin uydurmasıdır.

Bütün bu hususlar hakkında nakledilen zayıf kıssalara itibar etme yerine durumu Allah'a havale etmek en doğru davranıştır. Zira herşeyin en doğrusunu Allah bilir.

97

Mûsa Sâmirî'ye şöyle dedi: "Haydi git. Sen, hayatın boyunca: "Bana dokunmayın." diyeceksin. Âhirette de sana, kaçıp kurtulamayacağın, vaadedilmiş bir azap vardır. Tapıp durduğun İlahına şimdi ne yapacağız bir bak. Onu muhakkak yakacağız. Sonra onu denize savuracağız."

Hazret-i Mûsa, Sâmirî ile konuştuktan sonra onu kovmuş ve ona: "Sen hayatın boyunca: "Ne ben kimseye dokunacağım ne de kimse bana dokunsun." diyeceksin." demiştir.

Hazret-i Mûsa, Sâmirî ile münasebetlerin kesilmesini, onunla oturulup kalkılmamasını, yenilip içilmemesini ve onunla alış veriş yapılmamasını emretmiş Sâmirî de bundan sonra tek başına yaşamak zorunda kalmıştır.

Hazret-i Mûsa, Sâmiifnin yapmış olduğu ve İsrail oğullarının taptığı buzağı heykelini yakmış ve onun kalıntılarını denize serpmiştir.

98

Sizin ilahınız ancak, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah'tır. Onun ilmi herşeyi çepeçevre kuşatmıştır.

Ey kavmim, sizin ilahınız buzağı değildir. Sizin ilahınız, kendisinden başka ibadete layık hiçbir şey bulunmayan Allah'tır. İbadet ancak ona yapılır. Onun ilmi herşeyi kuşatmıştır. Hiçbir şey ona gizli değildir.

99

Ey Rasûlüm, işte böylece biz sana, geçmişlerin haberlerinin bir kısmını anlatıyoruz. Şüphesiz biz sana, nezdimizden bir kitap verdik.

Ey Muhammmed, biz sana, Mûsa'nın, Firavun'un ve kavimlerinin hikâyelerini anlattığımız gibi senden önce geçmiş olan ümmetlerin hikâyelerinden bir kısmını da anlatırız. Biz sana, tarafımızdan bir zikir ve öğüt olan Kur’an’ı verdik. Akıl sahibi olanlar onu düşünüp ibret alırlar.

100

Kim ondan yüz çevirirse, şüphesiz ki o, kıyamet günü ağır bir günah yüklenecektir.

101

Onun azabında ebediyyen kalacaktır. Kıyamet günü bu yük onlar için ne kötü bir yüktür.

Kim sana vaadettiğimiz Kur’an’ı kabul etmez, ondan yüz çevirirse, şüphesiz ki o, kiyamet"günüde rabbinin huzuruna, ağır bir, yük şeklinde olan günahla çıkacaktır. Onlar, günahlarının cezası içinde ebedi olarak kalacaklardır. Kıyamet gününde, o günah yükü onlar için ne kötü bir yüktür. Zira o günah onları helak olmaya sürükleyecek ve kendilerine bir kurtarıcı da bulamayacaklardır.

102

O kıyamet günü "Sur"a üfürülür. O gün biz, suçluları (gözleri) göğermiş olarak hasredeceğiz.

103

Onlar aralarında: Siz, (dünya hayatında) ancak on gün kadar kaldınız." diye fısıldanırlar.

104

Biz onların ne söylediklerini çok iyi biliriz. O gün onların en akıllıları: "Siz ancak (Dünyada) bir gün kaldınız." der.

Kıyamet gününde Allah'ın emriyle İsrâfîl Sur'a üfürecektir. Biz, suçluları o gün peşiranlıktan dolayı gözleri göğermiş bir halde bir araya toplayacağız. Mücrimler kendi aralarında fısıldaşarak: "Siz dünyada ancak on gün yaşadınız." diyeceklerdir. Halbuki biz onların ne fısıldaştıklarını çok iyi biliriz. Mücrimlerin en akıllıları ise: "Siz dünyada ancak bir gün kaldınız" diyeceklerdir.

Âyet-i kerimeler, kıyamet gününde kâfirlerin şaşkına döneceklerini ve dünyada yaşamış oldukları zevkli hayatlarınım sadece on günden ibaret olduğunu sanacaklarını, hatta en akıllılarının bile dünya hayatının tek bir günden ibaret olduğunu söyleyeceğini beyan etmektedir.

İsrâfîl'in Sûr'a üfürmesi meselesinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyuruyor ki:

"Ben nasıl rahat yaşayabilirim? Sur sahibi İsrâfîl Sûr'u ağzına almış, alnını yere eğmiş, kulağını Allah'ın emrine vermiş ve Sûr'a liflemek için üfleme emrini beklemektedir. Tirmizi.K. Tefsir el-Kuran, Sûre: 41, Hadis No: 3243

105

Ey Rasûlüm, kıyamet günü dağların ne olacağını sorarlar. Sen onlara şöyle de: "Rabbim onları (un ufak edip) savuracaktır.

106

Yerlerini dümdüz boş bir arazi halinde bırakacaktır.

107

Sen orada hiçbir çukur, hiçbir tümsek göremezsin.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerimelerde Resûlüllah'a "Kıyamet günüde dağlar ne olacak?" diye soran insanlara, dağların, yerlerinden koparılıp un ufak edildikten sonra rüzgârla savrulacağmi, yerlerinin dümdüz bir arazi haline geleceğini söylemesini emretmektedir. Böylece kıyametin dehşetine işaret olunmaktadır.

108

O gün insanlar (Kendilerini Allah'ın huzuruna) davet edene uyacaklar, kimse yan çizemeyecektir. Rahman olan Allah'ın azameti* karşısında sesler kısılacak, fısıltıdan başka hiçbir şey işitmeyeceksin.

İşte o kıyamet gününde bütün insanlar, kendilerini mahşerde toplanmaya çağıran Allah'ın davetçisine uyacaklar ve onun davetinden kaçamayacaklardır. O gün rahman olan Allah'ın huzurunda bütün sesler kısılacak fısıltıdan veya ayak seslerinden başka birşey işitilmez olacaktır.

109

O gün rahman olan Allah'ın izin verdiği ve konuşmasına rıza gösterdiği kimseden başkasının şefaati fayda vermeyecektir.

Hadis-i Şeriflerde, Peygamberimizin, diğer Peygamberlerin, Meleklerin, şehitlerin, âlimlerin, Kur'an-ı Kerim'in ve diğer bazı insanların mü’minlere veya onların bir kısmına şefaatçi olacakları zikredilmektedir. Bu konuda Meryem Sûresinin seksenyedinci âyetinin izahında açıklama yapılmıştır.

110

Allah onların geçmişlerini de, geleceklerini de çok iyi bilir. Fa-kat onlar onun zatını ilmen ihata edemezler.

Ey Rasûlüm, rabbin, kıyamet gününde, kendilerini çağıran davetçiye uyacak olan insanların, geçmişte dünyada yaptıklarım da çokiyi bilir, gelecekte âhirette ne gibi cezalara çarpılacaklarını veya nasıl mükâfaat göreceklerini de çok iyi bilir. Yaratılanlar ise Allah'ı, bilgileriyle kuşatamazlar. Yani, yaratılanlar, bilgileriyle Allah'ın zatını da bilemezler, Allah'ın bildiklerini de bilemezler.

111

Bütün yüzler, diri ve herşeyi sevk ve idare eden Allah'a boyun eğmiştir. Zulüm yüklenen ise perişan olmuştur.

Kıyamet gününde bütün varlıklar, ezelî ve ebedî olarak diri olan ve bütün yaratıkları sevk ve idare eden Allah'a boyun eğip teslim olacaklar. Kıyamet gününe herhangi bir zulümle giden ise hüsrana uğrayacak ve ümitsiz kalacaktır. Zira o gün Allah, her haklının hakkını haksızdan alıp kendisine verecektir. Boynuzsuz koyun boynuzludan hakkını alacaktır.

Peygamber efendimiz bir Hadis-i Şerifinde buyurmaktadır ki:

"Sizler kıyamet gününde hak sahiplerine haklarını mutlaka vereceksiniz. Öyle ki, kendisine vurulan boynuzsuz koyun, kendisine vuran boynuzlu koyundan hakkını alacaktır. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C: 25, 235

112

Kim de mü’min olarak Salih ameller işlerse, (Ne günahlarının artırılıp) zulmedilmesinden, ne de (sevaplarının azaltılıp) haksızlığa uğratılmasından korkar.

Allahü teâlâ, zalimleri ve onların başlarına gelecek olan akıbetleri zikrettikten sonra bu âyette, salih amel işleyen mü’min kullarına vaadlerde bulunuyor ve onlara adaletli davranacağım beyan ediyor.

Bu hususta başka bir âyet-i kerime’de de şöyle buyuruluyor: "Şüphesiz ki, Allah, hiç kimseye zerre kadar zulmetmez. Yapılan iyilik zerre kadar da olsa onu kat kat artırır ve yapana katından büyük bir mükâfaat verir. Nisa Sûresi, âyet: 40

113

İşte böylece biz, onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik. Biz onda çeşitli tehditleri zikrettik ki insanlar Allah'tan korksunlar veya Kur'an onlara bir hatırlatmada bulunsun.

Allahü teâlâ bu âyette, Kur'an-ı Kerimi Arap diliyle indirdiğini, onda, çeşitli müjdeler yanında birçok tehdit ve ikazları da zikrettiğini bildirmektedir. Böylece insanlar, Allah'ın emirlerini tutup yasaklarından kaçınarak ondan korkmuş olsunlar veya Kur'an insanlara bir hatırlatmada bulunsun ve onlarda Allah'a itaat etme duygusunu yerleştirsin.

114

Gerçek hükümdar olan Allah, herşeyden yücedir. Ey Rasûlüm, Kur'an vahyedilirken, henüz bitmeden okumaya kalkma. "Rabbim, ilmimi artırır." de.

Abdullah b. Abbas diyor ki: Resûlüllah'a vahiy geldiğinde ona çok titizlik gösterdiği için sıkıntı içine düşerdi. Cebrâil aleyhisselam her âyeti okuduğunda o da hemen onunla beraber okurdu. Allahü teâlâ bunun üzerine bu ve benzeri âyetleri indirdi ve onun sıkıntıya düşmemesini, vahyi alırken acele etmemesini emretti. Ayrıca kendisinden, ilmini artırmasını dilemesini istedi.

Resûlüllah'ın, vahiy inerken acele ettiğini beyan eden diğer âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: "Ey Rasûlüm, Cebrâil sana Kur’an’ı okurken, acele ederek onunla beraber dilini oynatma." "Onu bir araya toplamak ve okutmak şüphesiz bizim işimizdir." "Biz onu Cebrâil'e okuttuğumuz zaman, sen onun okuyuşunu takip et." "Sonra onu açıklamak, şüphesiz bizim işi Kıyame Sûresi, âyet: 16-19

115

Yemin olsun ki biz, Âdem'e daha önce (Ağaçtan yeme diye) emretmiştik. Fakat o bunu unuttu. Biz onu kararlı görmedik.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, bütün Peygamberlerden önce Hz . Âdem'den, emirlerine uyacağına ve yasaklarından kaçınacağına dair söz aldığım fakat Hazret-i Âdem'in, beşer olması hasebiyle bu sözü unuttuğunu ve kendisine yasaklanan ağacın meyvasmdan yediğini beyan ediyor. Âyetin sonunda da: "Biz onda azim görmedik." buyuruyor.

Bu son ifadeden neyin kastedildiği farklı şekillerde izah edilmiştir. Taberi, Katadenin "Azimden maksat, sabırlılıktır." dediğini, Atıyye, İbn-i Abbas ve İbn-i Zeyd'in ise "Azimden maksat, verilen sözü muhafaza etmektir." dediklerini rivâyet etmektedir. Buna göre âyetin mânâsı şöye izah edilir: "Biz Âdem'den, daha önce söz aldık. Fakat biz onu, verdiği söze karşı sabırlı ve onu muhafaza eden bir kimse olarak görmedik."

Bu izah şekli, Hazret-i Âdem'in, kendisine Peygamberlik gelmeden önce verdiği sözü tutamadığı görüşüne uygundur. Veya Hazret-i Âdem'in, bu davranışı, Peygamberlerin masumiyetine gölge düşürmeyen bir zelle'dir.

Başka bir izaha göre de bu âyet-i kerime’nin mânâsı şöyledir: "Biz Âdem'den daha önce söz almıştık. Fakat, o verdiği sözü unuttu. Amma biz onu hatada ısrarlı biri bulmadık. O, yaptığı hataya bir daha dönmedi."

Bu izah tarzı, Peygamberlerin masum olması ve bu sebeple günah işlememesi esasına daha uygundur.

116

Bir zaman biz Meleklere: "Âdem'e secde edin." demiştik. Bunun üzerine Melekler secde etti. İblis hariç. O diretti.

Hazret-i Âdem ve İblis kıssası. Kur'an-ı Kerirn'in çeşitli surelerinde farklı yönleriyle zikredilmiştir. Mesela, Bakara, A'raf, Kehf, Sa'd ve diğer surelerde mevcuttur. Bu surede de zikredilmektedir. İblis'in, Hazret-i Âdem'i kıskanmasından dolayı gurura kapılıp ona saygı secdesinde bulunmadığı beyan edilmekte ve bundan sonra gelen âyetlerde de Şeytanın, Hazret-i Âdem'e nasıl vesvese vererek onu cennetten çıkardığı bildirilmektedir.

117

Biz Âdem'e şöyle demiştik: "Ey Âdem, şüphesiz bu İblis, senin ve hanımının düşmanıdır. Sakın sizin cennetten çıkarılmanıza vesile olmasın. Yoksa sıkıntıya düşersin.

118

Doğrusu cennette ne acıkacaksın, ne de çıplak kalacaksın.

119

Orada ne susayacaksin, ne de güneşin sıcağında kalacaksın.

Hazret-i Âdem'in sıkıntıya düşmesinden maksat, kendi el emeği ile geçinmeye mecbur kalmasıdır. Zira Hazret-i Âdem cennette iken, kendisi yorulmadan, Allahü teâlâ tarafından rızıklandırılıyordu. Yeryüzüne indirilince, hayatım devam ettirmek için çalışmak zorunda kalmıştır.

Allahü teâlâ Hazret-i Âdem'e, cennette kul'un içinin gıdalardan boş kalmayacağını dışının da elbisesiz çıplak bırakılmayacağını, içinden susuzluktan yanmayacağını, dışından da güneşin hararetinden etkilenmeyeceğini bildirmiştir. Zira cennet, esenlik yurdudur. Orada insana eziyet verici herhangi bir şey yoktur.

120

Şeytan Âdem'e vesvese vererek "Ey Âdem, sana ebedîlik ağacını ve yok olmayan bir mülkü göstereyim mi?" dedi.

Hazret-i Âdem'i kıskanan Şeytan ona şöyle vesvese verdi: "Ey Âdem, ben sana, meyvesinden yediğin takdirde hiç ölmeyeceğin ve yok olmayacak bir mülke sahip olacağın bir ağacı göstereyim mi?" Şeytanın bu vesvesesi sonunda Hazret-i Âdem ve zevcesi Havva'nın ayakları kaydı.

121

Âdem ve Havva, yasak ağacın meyvelerinden yediler. Bunun üzerine (Allah'ın emrine uymamalarının cezası olarak) avret yerleri aç iliverdi. Üstlerini cennet yapraklanyla örtmeye çalıştılar. Böylece Âdem (Peygamber olmadan önce) rabbine karşı günahkâr oldu ve yolunu şaşırdı.

Hazret-i Âdem ve Havva, Iblis'in vesvesesine kapılarak kendilerine yasaklanan ağacın meyvesinden yediler. Bunun üzerine, daha önce gözleriyle görmedikleri edep yerleri kendilerine gözükür oldu. Bunun üzerine Âdem ve Havva, edep yerlerini, cennetten kopardıkları yapraklarla kapatmaya çalıştılar. Böylece Âdem, rabbinin emrine karşı gelmiş oldu ve kendisine konan yasak sınırını aştı.

122

Sonra rabbi onu (Peygamber) seçti. Tevbesini kabul etti ve doğru yolu gösterdi.

Bu âyetten anlaşılmaktadır ki, Hazret-i Âdem, Peygamber oimadan önce, Allah'a verdiği sözü unutmuş ve Şeytan'ın vesvesesine kapılarak kendisine yasaklanan ağacın meyvesinden yemiş ve bu sebeple de cennetten çıkarılarak dünyaya gönderilme cezasını hak etmiştir. Ancak daha sonra Allah onun tevbesini kabul etmiş ve onu Peygamber seçmiş ve ona doğru yolu göstermiştir.

123

Allah şöyle dedi: "Her ikiniz oradan yeryüzüne inin. Orada bir kısmınız diğerine düşman olacaktır. Artık ne zaman benden size bir hidâyet gelir de kim benim hidâyetime uyarsa, ne sapıtır ne de sıkıntıya düşer.

Allahü teâlâ, Hazret-i Âdem ve Havva'ya "Hep birlikte yeryüzüne inin. Sizler İblis'e ve onun soyundan gelenlere İblis de size ve sizin soyunuzdan gelenlere düşman olacaktır. Ey Âdem, Havva ve îblis, yolumun ne olduğunu açıklayan hükümlerim ve yaratıklarım için seçtiğim din, sizlere gelince kim o hükümlere uyarsa o kimse hak yoldan sapmaz. Âhirette de Allah'ın gazabına çarptırılıp hüsrana uğrayanlardan olmaz.

Abdullah b. Abbas: "Allahü teâlâ, Kur’an’ı okuyup ona tâbi olanları dünyada saptırmayacağını ve âhirette de onları mutsuz kılmayacağını garanti etmiştir." demiş ve bu âyet-i kerime’yi okumuştur.

124

Kim de benim zikrimden yüz çevirirse, şüphesiz ki onun için meşakkatli zor bir hayat vardır. Kıyamet günü de biz onu kör olarak haşredeceğiz.

Âyet-i kerime’de "Kim benim zikrimden yüz çevirirse." buyurulmaktadır. Burada "Zikir" kelimesinin maksat, bir önceki âyette geçen "Hidâyet"dir. Veya "Allah'ın şeriatı" yahut "Kur'an-ı Kerim" ve diğer bütün semavi kitaplar olduğu açıklanmaktadır.

Yine âyet-i kerime’de, Allah'ın zikrinden yüz çevirenlere zor bir hayat olduğu beyan edilmektedir. Bu meşakkatli zor hayatın, dünyada mı kabirde mi yoksa âhirette mi olacağı konusunda farklı görüşler vardır.

İkrime, Dehhak ve Abdullah b. Abbas'tan rivâyet edilen bir görüşe göre Allah'ın zikrinden yüz çevirenin yaşayacağı meşakkatli ve zor hayat, dünya hayatıdır. Zira Allah'ın zikrinden yüz çevirenin kazancı haramlarla karışıktır. Haram olarak kazanılan mal miktar olarak çok olsa dahi onu kazanan için sıkıntı ve meşakkata sebap olur. Ayrıca mü’min kul, Allah yolunda her harcadığının karşıhlığını alacağına inandığından, kendisini geniş bir yaşantı içinde hisseder. Kâfirde böyle bir inanç olmadığından ne kadar bolluk içinde olsa da hayat onu sıkar ve cimriliği artar. Dünya hırsı gözlerini bürür, kendisini daima sıkıntı içinde hisseder.

Ebû Saîd el-Hudrî, Südî ve bir kısım âlimlere göre ise Allah'ın zikrinden yüz çevirenlerin yaşayacakları meşakkatli ve zor hayat, kabir hayatıdır. Zira kâfirlerin kabirde görecekleri azap, kaburgalarım birbirine geçirecek kadar sıkıntılı olacaktır.

Peygamber efendimiz bir Hadis-i Şerifinde kabir hayatını şöyle tasvir ediyor:

"Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçedir veya ateş çukurlarından bir çukurdur. Tirmizi, K. el-Kıyame, bab; 26, Hadis No: 2460

Taberi de yukarıda izah edilen görüşü tercih etmiştir.

Hasan-i Basrî İbn-i Zeyd ve Katade'den nakledilen bir görüşe göre Allah'ın zikrinden yüz çevirenin yaşayacağı sıkıntılı hayattan maksat, âhiret hayatıdır. Zira en sıkıntılı hayat oradadır. Cehennemlikler, zakkum ağacından, dikenlerden yiyecekler, yanan insanlardan akan kan ve irini içeceklerdir.

Âyet-i kerime’nin son bölümünde, Allahü teâlâ'nın zikrinden yüz çeviren hakkında "Biz onu kör olarak hasredeceğiz." buyurulmakadir. Buradaki körlükten maksat, ya "Delil getirmekten âciz." veya "Gözü kör." demektir. Taberi, her iki bakımdan da kör olacakları görüşündedir.

125

O zaman o kimse, "Rabbim, niçin beni kör olarak hasrettin? Oysa ben dünyada görüyordum." der.

Allah'ın zikrinden yüz çeviren ve âhirette kör olarak hasredilecek olan kimse şöyle diyecektir: "Ey rabbim, sen niçin beni, delil getiremeyen ve gözü görmeyen bir kör olarak haşrettin? Halbuki benim dünyada kendime göre bir çevrem vardı ve ben çevremi görüyordum."

126

Allah da şöyle der: "İşte böyle (cezan budur) sana dünyada âyetlerimiz gelmişti de sen onları unutmuştun. İşte bugün de sen öylece unutuluyorsun."

Evet sen kör olarak hasredildin. Zira sen dünyada iken, sana, kitabımızda zikrettiğimiz âyetlerimiz ve çeşitli delillerimiz gelmişti de sen onlardan yüzçevirmiştin ve onlara aldırış etmemiştin. Bugün de sen, körlükte ve cehennem ateşinde bırakılacaksın ve orada terkedileceksin.

127

Haddi aşanı, rabbinin âyetlerine iman etmeyeni işte biz, böyle cezalandırırız. Elbette âhiretin azabı, dünya azabından daha şiddetli ve daha süreklidir.

Haddi aşıp rabbine isyan edeni, rabbinin âyetlerine ve Peygamberine iman etmeyeni işte biz dünyada ve kabirde böyle sıkıntılı bir hayatla cezalandırırız. Âhiretin azabı ise daha şiddetli ve daha devamlıdır.

128

Kendilerinden önce helak ettiğimiz nice nesiller, onları hâlâ yola getirmedi mi? Halbuki kendileri onların yerlerinde dolaşıp durmaktadırlar. Şüphesiz ki bunda, akıl sahipleri için nice delil ve ibretler vardır.

Ey Rasûlüm, kendilerinden önce helak ettiğimiz ümmetler, senin kavminden Allah'a ortak koşanlara, akıbetlerinin kötü olacağını hâlâ göstermediler mi? Halbuki onlar, helak olan geçmiş ümmetlerin harap olmuş diyarlarında yaşıyor ve onların ne gibi akıbetlere uğradıklarım görüyorlar. Şüphesiz ki onların geriye bıraktıktan bu kalıntılarda, akıl sahipleri için öğüt alınacak büyük ibretler vardır.

Katade diyor ki: "Kureyşliler ticaret için Şam'a gittiklerinde, daha önce helak edilmiş olan Âd ve Semud gibi kavimlerin yerlerinden geçiyorlar ve onların neye uğradıklarını görüyorlardı. İşte âyet-i kerime bu gibi olaylara işaret etmektedir.

129

Eğer rabbinin, geçmişteki bir sözü (azabı erteleme vaadi) ve tayin edilmiş bir süre olmasaydı, suçlular hemen cezalarını görürlerdi.

Ey Rasûlüm, şâyet rabbinin: "Hiç kimse uyarılmadikça azap edilmeyecek." ve "Herkes için belli bir ecel vardır, ondan önce ölmeyecektir." sözleri olmasaydı bu İnkârcılara azap aniden gelip yakalayıverirdi.

Âyet-i kerime’de geçen "Geçmişteki söz" ve "tayin edilmiş vade" ifadelerinden neyin kastedildiği açıkça zikredilmemiştir. Bu bakımdan müfessirler bu ifadeleri çeşitli şekillerde izah elmeye çalışmışlardır.

Taberi'ye göre "Geçmişteki söz'"den maksat, "Hiçbir kimsenin, kendisi için takdir edilmiş eceli değiştiremeyeceğidir" "Tayin edilmiş bir süre"den maksat ise Levh-i Mahfuz'da herkes için takdir edilen vadedir.

Mücahid'e göre "Tayin edilen süre"den maksat, "Dünyanın var olacağı süre"dir. Katade'ye göre ise bu süreden maksat, "Kıyamef'tir.

Ibn-i Kesire göre ise "Geçmişteki söz"den maksat, "Allahü teâlâ'nın hiçbir kimseye, uyarıcı göndermeden azap etmemesidir." "Tayin edilen süre"den maksat ise, Allahü teâlânın, kâfirlere azap etme zamanına kadar tayin ettiği süredir.

130

Ey Rasûlüm, sen, kâfirlerin sözlerine karşı sabret. Güneş doğmadan önce ve batmadan önce rabbini hamd ile tesbih et. (İbadette bulun) Gecenin bir bölümünde ve gündüzün çeşitli vakitlerinde rabbini tesbih et. (İbadette bulun) ki (rabbinin verdiği nimetlerden) memnun olasın.

Taberi bu Âyet-i kerime’yi şöyle izah etmektedir: "Ey Rasûlüm, kavminden seni yalanlayan kâfirlerin "Sen sihirbazsın." "Sen delisin." "Sen bir şairsin" şeklindeki sözlerine karşı sabret. Güneş doğmadan önce rabbine hamdederek tesbih et. Yani, sabah namazını kıl. Güneş batmadan önce de rabbine hamdederek tesbih et. Yani, ikindi namazını kıl. Gecenin bir bölümünde de rabbini tesbih et. Yani, yatsı namazını kıl. Gündüzün taraflarında da rabbini tesbih et. Yani, Öğle ve akşam namazını kıl ki böylece, rabbinin sana vereceği mükâfatlardan memnun olasın.

Müfessirler, âyet-i kerime’de geçen "Güneş doğmadan önce rabbini hamd ile tesbih et." ifadesinden sabah namazının kastedildiğini, "Güneş batmadan önce rabbini hamd ile tesbih et."ifadesinden de ikindi namazının kastedildiğini söylemişlerdir.

Bu hususta Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)den şu Hadis-i Şerif Rivâyet edilmektedir: Cerir b. Abdullah diyor ki:

"Biz, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber bulunuyorduk. O, ay'ın ondördünde ay'a baktı ve "Şüphesiz ki sizler, şu ay'ı gördüğünüz gibi, hiçbir sıkıntı çekmeden rabinizi göreceksiniz. Acze düşmedikçe (Sizi tamamen bağlayıp tesirsiz bırakan bir sebep olmadıkça) güneşin doğmasından ve batmasından önceki na-mazlan mutlaka kılın." buyurdu ve "Güneş doğmadan önceve batmadan önce rabbini hamd ile tesbih et."Âyetini okudu. Buhari, K. Mevakit es-Salah, bab: 16, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 50 bab: 2. K. et-Tevhid, bab: 24 / Ebû Dâvûd, K. es-sünne, bab: 19, Hadis No: 4725 / Tirmizi K. el-Cenne, bba: 16 Hadis No: 2551 / İbn-i Mâce, K. el-Mulcaddime bab: 13, Hadis No: 177 / Ahmed b. Hanbel, Müsned, C: 4, S: 360, 365 / Müslim, K. es-Salah bab: 211, Hadis No: 169

131

Ey Rasûlüm, bir kısım kâfirlere, kendilerini imtihan etmek için verdiğimiz dünya hayatının süsünde sakın gözün kalmasın. Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha süreklidir.

Ey Rasûlüm, rablerinin âyetlerinden yüz çeviren bir kısım kâfirlere, kendilerini imtihan etmemiz için vermiş olduğumuz, dünya hayatının gelip geçici nimetlerinde sakın gözün kalmasın. Zira rabbinin, sana vermeyi vaadettiği, âhiretteki rızıklar ve sevap, dünya hayatının gelip geçici geçimliklerinden daha hayırlıdır ve daha devamlıdır. Zira âhiret nimetleri sonsuzdur.

Ebû Rafı' diyor ki: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni, birşey ödünç almak için bir Yahudi'ye gönderdi. Yahudi, rehin almadan ödünç vermeyeceğini söyledi. Resûlüllah bundan dolayı çok üzüldü. Bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’yi indirdi. Bkz. Taberi,C: 16, S: 169

Bu hususta diğer bir âyette de şöyle buyuruluyor: "Kâfirlerin bir kısmına verdiğimiz çeşitli dünya nimetlerine heveslenip göz dikeyim deme. Onların akıbetlerine üzülme. Mü’minlere merhamet kanatlanın indir." Hicr Sûresi, âyet: 88

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) her türlü imkâna sahip olduğu zamanlarda bile mütevazi bir hayat yaşamış, kendi şahsı için mal biriktirmeyi hiçbir zaman düşünmemiştir. O bir zaman, hanımlarına öfkelenip özel bir odaya çekildiğinde kendisini ziyaret eden Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) şunları anlatmıştır:

"Ben orada Resûlüllah'i kuru bir hasır üzerinde gördüm. Hasırın üzerinde hiçbir şey (yaygı) yoktu. Başının altında, içi hurma Hfıyle dolu deri bir yastık vardı. Ayaklarının ucunda ağaç yapraklan dağılmıştı. Başucunda da duvarda asılı bir namaz postu vardı. Ben, hasırın, Resûlüllah'ın bir tarafında iz yaptığını gördüm ve ağladım. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) "Niye ağlıyorsun?" diye sordu. Ben de "Ey Allah'ın Resulü, Kisra, Kayzer, içinde bulundukları bol mallarla yaşarlarken sen, Allah'ın Resulü bu haldesin.'" dedim. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şu cevabı verdi: "Dünyanın onların, âhiretin de bizim olmasını istemez mi-sin? Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 66, bab: 2 / Müslim, K. er-Rıdaa, bab: 101 Hadis No: 1479

132

Ailene namazı emret. Sen de namaz kılmakta sabret. Biz, senden rızık istemiyoruz. Sana rızık veren biziz. Güzel akıbet takva sahiplerinindir.

Ey Rasûlüm, aile efradına namaz kılmayı emret. Sen de onu hakkıyla eda etmekte sabret. Biz bunu emrederken senden bir mal istemiyoruz. Senden, bedeninle yapacağın bir ibadet istiyoruz. Bunun karşılığında sana bol sevap vereceğiz. Sana malı veren biziz. Onu senden elbette ki istemiyoruz. En güzel akıbet, Allah'ın emirlerini tutup yasaklarından kaçınarak ondan korkanlarındır.

133

Kâfirler: "Muhammed, rabbinden bize bir mucize getirse ya." dediler. Onlara, önceki kitaplardakî açıklama gelmedi mi?

Müşrikler Resûlüllah'a karşı çıkarak şöyle diyorlardı: "Salih Peygambere dişi deve, İsa Peygambere ölüleri diriltme vb. mucizeler verildiği gibi Muhammed de bizlere bu tür mucizeler getirse ya." Bunun üzerine Allahü teâlâ onlara cevaben: "Onlara önceki kitaplardaki açıklama gelmedi mi?" buyurdu. Yani, önceki ümmetler de bunlar gibi mucizeler istemişlerdi. Kendilerine mucizeler geldikten sonra onlara iman etmeyince helak edilmişlerdi. Bunlara da istedikleri mucizeler geldiği halde iman etmezlerse aynı akıbete uğrarlar. Bundan ibret alsınlar.

134

Eğer biz onları Muhammed'den önce bir azapla helak etseydik, muhakkak: "Rabbimiz, bize bir Peygamber gönderseydin de zelil ve rüsvay olmadan önce âyetlerine uysaydık ya." derlerdi.

Şâyet biz, mucize isteyen bu müşrikleri, Kur’an’ı indirmeden önce veya Muhammed'i Peygamber göndermeden önce indireceğimiz bir azapla helak etmiş olsaydık bu defa kıyamet gününde kendilerine azap etmeyi dilediğimizde: "Rabbimiz, bize, sana ibadet etmeye davet eden bir Peygamber gönderseydin de biz rezil olmadan, senin Peygamberine ve âyetlerine tâbi olsaydık." derlerdi.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, kâfirlerin inatçı olduklarıni, iman etmemekte direttiklerini, kendilerini imana davet eden Peygamberlerin gönderilmelerine rağmen tutarsız gerekçeler ileri sürdüklerini beyan ediyor.

135

Ey Rasûlüm, (Sen o inatçılara) şöyle de: "Herkes akıbetini beklemektedir. Siz de bekleyin. Yakında kimin doğru yolun yolcusu olduğunu ve kimin hidâyete erdiğini bileceksiniz."

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de müşrikleri tehdit etmekte ve Resûlüllah'ın mâneviyatnıru güçlendirmektedir. Müşriklerin, akıbetlerini yakında göreceklerini ve pişman olacaklarını ve bu pişmanlığın kendilerine fayda vermeyeceğini beyan etmektedir.

Kur'an-ı Kerim'de bu şekilde uyanda bulunan âyet-i kerimeler çoktur. Bu âyetlerde buyuruluyor ki: "Onlar yann kimin çok yalancı ve küstah olduğunu bileceklerdir. Kamer Sûresi, âyet: 26

"Eğer putlara inanmada ısrar edip sabretmeseydik, neredeyse bizi ilahlarımızdan saptiracaktı." derler. Onlar azabı gördükleri zaman, yolu sapık olan kimmiş bileceklerdi. Furkan Sûresi, âyet: 42

0 ﴿