ENBİYA SÛRESİEnbiya Sûresi yüz on iki âyettir ve Mekke'de nazil olmuştur. Bu Sûre-i Celile, insanların hesaba çekilme zamanının yaklaştığını beyan ederek başlıyor. Fakat bundan gafil olan insanların, gönderilen uyanci âyetleri alaya aldıklarını, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)in de kendileri gibi bir beşer oluşu sebebiyle, peygamber olduğunu söylemesini garip karşılayarak: "Bu, sizin gibi bir beşerden başka bir şey midir?" diyerek fısıldaştıklarını beyan ediyor. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu zalimlere: "Benim rabbim gökte ve yerde konuşulan her sözü bilir." diyor. Kâfirler ise: "Muhammedin söyledikleri saçma rüyalardır. Onları kendisi uydurmuştur. O bir şairdir. Eğer böyle değilse geçmiş kavimlere gönderildiği gibi o da bir mucize getirsin." diyorlar. Allahü teâlâ, kâfirlerin bu taleplerine karşı buyuruyor ki: "Kendilerinden önce helak ettiğimiz ülkeler iman etmemişlerdi. Şimdi bunlar mı iman edecekler? Biz, senden önce kendilerine vahyettiğimiz erkekleri Peygamber olarak gönderdik. Biz, Peygamberleri, yemek yemeyen cesetler kılmadık. Onlar, dünyada ebedî değillerdi. Biz, Peygamberlere olan vaadimizi yerine getirdik. Haddi aşanları ise helak ettik. Biz, size, sizi; şereflendiren yüce bir kitap indirdik. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?" (Âyet: 6-10) Sûre-i celilede bundan sonra halkı zalim olan nice ülkelerin helak edildiği, yerlerine de başka kavimlerin getirildiği, azaba yakalanan o kavimlerin helak olduklan, başlarına gelen azap ile biçilmiş ekine döndürüldükleri ve ocaklarının söndürüldüğü beyan ediliyor. Daha sonra, göklerin, yerin ve aralarındakilerin bir oyun olsun diye yaratılmadığı, hakkın bâtıla çarpılarak bâtılın beyninin parçalandığı, göklerde ve yerde olan herşeyin Allah'ın olduğu, herşeyin gece gündüz Allah'ı tesbih ettiği ifade buyuruluyor. Bundan sonra dinin temeli olan Tevhid inancına dikkat çekilerek yerde ve gökte Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, göklerin ve yerin fesada uğrayacağı beyan ediliyor. Allahü teâlâ'ya, yaptıklarının sorulamayacağı, yaratıkların ise yaptıkları işlerden sorumlu oldukları açıklanıyor. Gönderilen bütün peygamberlere: "Allah'tan başka ilâh olmadığının ve ancak ona ibadet edilmesi gerektiğinin vahyedildği ifade ediliyor. Kâfirlerin, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)i alaya aldıkları, insanın aceleci bir tabiatta yaratıldığı, kâfirlerin, vaad edilen azabı istedikleri, onların bu azaba uğrayacakları ve kimseden yardım göremeyecekleri, kıyamet ansızın gelince onu kimsenin geri çeviremeyeceği beyan ediliyor. Sûre-i celilede devamla, daha önce geçmiş Peygamberlerin de alaya alındıkları, rahman olan Allah'ın azabından, mücrimleri kimenin kurtaramayacağı, kullara Allah'tan başka hiçbir kimsenin de yardım edemeyeceği açıklanıyor. Sûre-i celilede bundan sonra, insanların vahiyle uyarıldığı, kıyamet günü adalet terazilerinin kurulacağı beyan ediliyor ve Hazret-i Mûsa'ya, Harun'a Tevrat'ın verildiği ifade ediliyor. Bundan sonra Hazret-i İbrahim'in kıssası yer alıyor. Hazret-i İbrahim'e hakkı bulma kabiliyetinin verildiği açıklanıyor ve hakkı buluşu özetle şöyle ifade ediliyor; "İbrahim, babasına, heykellere niçin taptıklarını soruyor. Babası da atalarının onlara tapıyor bulduğunu söylüyor. Hazret-i İbrahim babasının ve kavminin inatçılığı karşsında onların putlarına tuzak kuracağım söylüyor. Nihâyet putları parçalayarak büyük putu bırakıyor. Müşrikler putlarının kırılmasına kızıyorlar ve Hazret-i İbrahim'e putları kimin kırdığını soruyorlar. Hazret-i İbrahim de o putları büyük putun kırmış olabileceğini söylüyor. Müşrikler, bu işi büyük putun yapmış olamayacağını, onların aslında konuşamadıklarını söylemeleri üzerine Hazret-i İbrahim o müşrikleri ayıplıyor ve böyle âciz şeylere nasıl tapabildi ki erini soruyor. Müşrikler bunun üzerine Hazret-i İbrahim'i ateşe atıyorlar. Fakat ateş, Allah'ın emri ile Hazret-i İbrahim'i yakmıyor. Böylece o müşriklerin tuzakları boşa çıkıyor. Bundan sonra Hazret-i İbrahim'in ve Lût aleyhisselamın, mübarek kılınan yere ulaştırıldıkları, Hazret-i İbrahim'e İshak ve Yakub'un verildiği ve onların, önderler kılındığı beyan ediliyor ve devamla, Lût aleyhisselamın, halkının iğrenç işler yaptığı ülkeden çıkarıldığı ve salih bir Peygamber olan Lût'un Allah'ın rahmetine garkedildiği beyan ediliyor. Bundan sonra yine Enbiya'nın kıssasına ayrı ayrı ve özet olarak devam ediliyor. Nuh aleyhisselamın duasının Allah tarafındana kabul edilerek kendisinin ve ailesinin kurtarıldığı, kavminin diğer insanlarının ise suda boğulduğu hatırlatılıyor. Daha sonra Davud ve Süleyman Peygamberlerin kıssaları beyan ediliyor. Süleyman (aleyhisselam)'a hüküm ve hikmet verildiği, rüzgârın ona boyun eğdirildiği şeyytanlardan bir kısmının da onun emrine verildiği beyan ediliyor. Dağların ve kuşların Davud aleyhisselam ile tesbih ettiği, ona ayrıca zırh yapma sanatının da öğretildiği açıklanıyor. Eyyub aleyhisselam ve onun yakalandığı hastalık anlatılıyor, onun duasının kabul edilerek hastalığının iyileştiği, İsmail, İdris ve Zülkifl'in sabreden sa-lih kullar oldukları ve Allah'ın rahmetine garkedildikleri beyan ediliyor. Yunus aleyhisselamm, kızarak kavmini terkettiği, fakat sonunda yeryüzünün ona dar geldiği ifade ediliyor ve onun meşhur duası belirtiliyor. Zekeriyya aleyhisselam da rabbinden kendisine çocuk vermesini niyaz ediyor Allahü teâlâ da onun duasını kaul ederek kendisine oğlu Yahya'yı veriyor. Namusunu koruyan Hazret-i Meryem'in de hatırlanmasına dikkat çekiliyor, ona ilahi ruhun üflendiği, kendisinin de oğlu İsa'nın da âlemler için bir mucize olduğu ifade ediliyor. Bu Sûre-i celilede, Enbiya'nın kıssalarına sayı olarak fazlaca yer verildiğinden olacak ki Sureye "Enbiya Sûresi" adı veriliyor. Ye'cüc ve Me'cüc'ün önlerine çekilen şeddin açılacağı gün, artık kıyamet alâmetlerinin iyice belirgin hale geleceği ve işte o zaman inşaların pişmanlık duymaya başlayacağı ifade ediliyor. Kendilerine Allah'ın rahmetinin eriştiği kimselerin ise, cehennemin uğultusunu duymayacakları ve hiç üzüntü çekmyecekleri açıklanıyor. Tevrat'a da Zebur'a da: "Yeryüzüne mutlaka salih kullar vâris olur." hükmünün konduğu, bütün bu anlatılanlarda Allah'a kulluk eden kimseler için bir tebliğ bulunduğu ifade ediliyor. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in, âlemlere rahmet olarak gönderildiği beyan ediliyor ve ona; "İlahınız ancak tek bir ilahtır." diye tebliğde bulunması emrediliyor: Ve Sûre-i Celile, Resûlüllah'ın: "Rabbim, benimle inkâr edenler arasında hak ile hükmet. Rabbimiz merhamet sahibidir. Uydurduğunuz putlara karşı kendisinden yardım istenendir." niyazıyla sona eriyor. Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle. 1İnsanların hesaba çekilme zamanı yaklaştı. Fakat onlar hâlâ gaflettedirler, yüz çeviriyorlar. İnsanların, dünyada işlemiş oldukları amellerden ve Allah'ın, kendilrine verdiği çeşitli nimetlerden hesaba çekilme vakitleri yaklaşmıştır. Fakat insanlar kıyamet gününde, Allah'ın kendilerine nasıl davranacağından ve onları hesaba çekme vaktinin yaklaştığından gafildirler. Bunu düşünüp hazırlık yapmaktan da yüz çevirmektedirler. 2Bak. Âyet 3. 3Onlara, rablerinden gelen her uyarıcı yeni âyeti eğlenerek ve kalbleri gaflet içinde dinlerler. Zulmedenler "Bu, sizin gibi beşerden başka bir şey midir? Gözünüz göre göre sihire mi uyuyorsunuz?" şeklindeki fisıldaşmalarını gizlediler. * Allahü teâlâ. insanlara Kur'an-ı Kerim'den her yeni bir âyet indirip onlara öğüt verdiğinde ve onlara ihtarda bulunduğunda, insanlar indirilen o yeni âyeti, eğlence içinde ve kaîbleri gaflet içinde dinlerler. Böylece Kur'an'ın hikmetlerini düşünmezler ve Allah'ın, kendilerine gönderdiği delilleri tefekkür etmezler. Ayrıca zalim insanlar kendi aralarında fısıldaşarak şöyle derler; "Bu Muhammed de ancak sizin gibi bir beşerdir. Peygamber olarak gönderildiğini iddia ediyor. Halbuki şeklen o da sizin gibi bir insandır. Sizler, göz göre göre si-hire mi kapılmak istiyorsunuz? Kâfirler "Sihire mi uyuyorsunuz?" derken Kur'an-ı kerimi kastediyorlar ve onu bir sihir kabul ediyorlar. 4Muhammed "Benim rabbim, gökte ve yerde konuşulan her sözü bilir. O, çok iyi işitendir, çok iyi bilendir." dedi. * Bu âyet-i kerime'nin, diğer bir kıraat şekline göre mânâsı şöyledir: "Ey Rasûlüm, de ki: "Rabbim, gökte ve yerde konuşulan her sözü bilir." Taberi, bu kıraat şeklinin de sahih olduğunu ve netice itibariyle her iki ifade şeklinin de aynı mânâyı ifade ettiğini zikretmektedir. 5Hayır, onlar şöyle dediler: "Muhammed'in söyledikleri saçma sapan rüyalardır. Hayır, onları kendisi uydurmuştur. Hayır hayır o bir şairdir. Eğer böyle değilse geçmiş kavimlere gönderildiği gibi o da bize bir mucize getirsin. * Allahü teâlâ bu âyet-i Kerîme'de, kâfirlerin, inkârlarında nasıl direttiklerini ve kendilerine gönderilen Kur'an-ı Kerimi sıfatlandırmakta nasıl bocaladıklarım beyan etmektedir. Onlardan bir kısmı, Kur'an'ın, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)in gördüğü karmakarışık rüyalardan ibaret olduğunu iddia etmiş diğer bir" kısmı ise, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)in, Kur’an’ı kendisinin uydurduğunu ileri sürmiiştür. İddialarının tutarsızlığım anlayınca da, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)ın, kendilerine bir mucize getirmesini istemişlerdir. Allahü teâlâ, bunlara cevaben, daha önce kendilerine mucizeler geldiği halde, iman etmeyenlere işaret ederek buyuruyor ki: 6Kendilerinden önce helak ettiğimiz ülkeler iman etmemişlerdi. Şimdi bunlar mı iman edecek? Muhammed'in, kendilerine mucize getirmesini isteyen bu müşrikler şunu iyi bilsinler ki, kendilerinden önce gelen ve kendileri gibi inkârda inatçılık eden ümmetlere mucizeler gönderilmiş, fakat onlar buna rağmen Peygambere ve kendisine gönderilene iman etmemişlerdi. Bu sebeple biz de onları helak etmiştik. Şimdi bunlar iman mı edecekler? Elbette ki iman etmeyecekler ve sonuçta kendilerine mucize gönderildiği takdirde helak olmayı hak edeceklerdir. 7Ey Rasûlüm, biz, senden önce de, ancak kendilerine vahyettiğimiz erkekleri Peygamber olarak gönderdik. Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun. Ey Rasûlüm, biz senden öncede ancak bazı erkekleri seçip onlara vahyettik ve onları Peygamber olarak gönderdik. Biz, Melekleri Peygamber olarak göndermedik. O halde senin bir beşer olarak Peygamber gönderilmeni niçin yadırgıyorlar? Ey müşrikler, eğer siz, bir beşerin Peygamber gönderileceğini bilmiyor ve aklınıza siğdiramıyorsanız, bu konuda bilgileri olan Yahudi ve Hıristiyan gibi kitap ehline sorun. Onlara gönderilen Peygamberler bir kısım erkeklerde başka bir şey değildi.' * Âyet-i kerime’de geçen "İlim sahiplenenden maksat, gönderilen Peygamberlerin sıfatlarım bilen kitap ehlidir veya kendilerine Kuran-ı Kerim gönderilen Muhammed ümmetidir. Bunlardan birinci görüş tercihe şâyân görülmüştür. 8Biz, Peygamberleri yemek yemeyen cesetler kılmadık. Onlar dünyada ebedi de değillerdi. Ey Rasûlüm, bizim, daha önceki ümmetlere gönderdiğimiz Peygamberler yemek yemeyen Melekler değillerdi. Bilakis onlar da senin gibi yemek yiyen insanlardı. Onlar, hiç ölüp yok olmayan ve ebedi yaşayan kimseler değillerdi. Allah'ın koymuş olduğu kanunlar değişmez. Sizlere de daha öncekilere gönderilen Peygamberler gibi Peygamber gönderilmiştir. Peygambere karşı çıkmanız manasızdır. Sizin için gereken şey itaat etmektir. 9Sonra biz onlara olan vaadimizi yerine getirdik de hem kendilerini hem de kullarımızdan dilediğimizi kurtardık ve haddi aşanları helak ettik. Sonra biz, ümmetleri tarafından yalanlanan Peygamberlerimize verdiğimiz vaadi yerine getirdik. Onlardan istenen mucizeleri gönderdik. Buna rağmen kendilerini yalanlayanlar, yalanlamalarında ve inkârlarında ısrar ettiler. Bunun, üzerine biz, Peygamberleri ve onlara tâbi olanları kurtardık. Haddi aşanları ise helak ettik. * Allahü teâlâ, Peygamberinden istenen mucizeyi gönderir de buna rağmen Peygambere uyulmazsa, uymayan insanları helak eder. Bu, hep böyle olagelmiştir. Bu hususta başka âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: "Meryemoğlu İsa şöyle dedi: "Ey râbbimiz olan Allah’ım, gökten bize bir sofra indir ki bizden öncekilere de sonrakilere de bir bayram ve senden bir mucize olsun. Bizi rızıklandır. Sen, rızık verenlerin en hayırlısısm?" "Allah: "Ben o sofrayı size indireceğim, fakat bundan sonra sizden kim inkâr ederse âlemlerden hiç kimseye yapmayacağım bir azapla onu azaplandırırım" dedi." "Allah şöyle dedi: "Ey Nuh, o senin ailenden değildir. Çünkü o, iyi olmayan bir amel sahibidir. O halde bilmediğin bir şeyi benden isteme. Cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum." "Semud kavmi ise onu yalanladı ve deveyi kesti. Rableri de işledikleri günahları sebebiyle azabı başlarına geçirdi ve orayı yerle bir etti." 10Şüphesiz biz size, sizi şereflendirip yücelten bir kitap indirdik. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?" Şüphesiz ki biz size, içinde bulunan hükümleriyle sizi şereflendirecek, size öğüt verecek ve sizin doğru olduğunuzu ortaya koyacak Kuranı indirdik. Hiç bu Kur’an’ı düşünmez misiniz? 11Şüphesiz, biz, halkı zalim olan nice ülkeleri helak ettik. Onlardan sonra da başka kavimler yarattık. 12Orlar, azabımızın şidetini hissedince ondan öyle kaçıyorlardı ki.... 13Onlara: "Hiç kaçmayın, refah içinde yaşayıp şımardığınız yerlere eve evlerinize dönün. Çünkü sorguya çekileceksiniz." denildi. Allahü teâlâ bu âyetlerde, kendi emirlerini tutmayarak zalim olan kavimleri nasıl helak ettiğini ve bu kavimlere azabı gelince nasıl kaçmaya çalıştıkların, ancak kaçmalarının kendilerine fayda vermediğini beyan ediyor ve bizlerin bunlardan ibret almamızı işaret ediyor. 14Vay halimize, "gerçekten biz zalimlermişiz." dediler. O zalimlere Allah'ın azabı gelince suçlu olduklarını itiraf ettiler ve şöye dediler: "Yazıklar olsun bize. Gerçekten bizler, inkâr ederek zalimler olmuşuz." 15Biz, kendilerini biçilmiş ekine döndürüp ocaklarını söndürünceye kadar onlar bu pişmanlıklarını tekrar edip durdular. Helake uğrayan zalimlerin, kendilerini kınamaktan başka çıkar yollan kalmamıştı. Kendilerini kınamaları, azabı onlardan uzaklaştırmamıştı. Zira azap geldikten sonra artık tevbenin fayda etmeyeceği şüphesizdir. 16Biz, göğü, yeri ve aralarındakileri oyun oynarcasına yaratmadık. Ey insanlar, biz, göğü, ve yeri her ikisinin arasında bulunan varlıkları, ibret almanız için, Allah'ın varlığına ve benzeri bulunmadığına delil olmaları için yarattık. Biz onları boşu boşuna yaratmadık. O halde onlara bakıp onları yaratana kulluk edin. 17Eğer biz, kendimize eğlence edinmek isteseydik, nezdimizden bir eğlence edinirdik. Fakat biz bunu yapmadık. Eğer biz, çocuk ve eş gibi eğlenceler edinecek olsaydık, bunları kendi nezdimizden edinirdik. Bunu kimseye bildirmeye ihtiyacımız da yoktur. Fakat böyle yapmamız bizim şanımıza yakışmaz ve bunu hiçbir zaman yapmayız. 18Bilakis biz, hakkı bâtıla çarparız da hak, bâtılın beynini parçalar. Böylece bâtılın canı çıkar. Ey kâfirler, Allah'a yakıştırdığınız vasıflardan dolayı vay halinize. Biz, oyun ve eğlence edinmeyiz. Biz katımızdan, hak olan kitabı gönderir onunla İnkârcılığı yok ederiz. Böylece Kur'an, İnkârcılığın beynini dağıtır ve onu yokluğa mahkûm eder. Ey kâfirler, Allah'a eş ve çocuk isnad ederek, onu layık olmadığı sıfatlarla sıfatlandırmanız sebebiyle vay halinize. O sizi, bu yaptığınızdan dolayı mutlaka cezalandıracaktır. 19Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır! Onun nezdindekiler ona ibadet etmekte ne büyüklenirler, ne de bezginlik gösterirler. 20Onlar gece gündüz Allah'ı tesbih ederler. Hiç ara vermezler. Allahü teâlâ, bu âyet-i kerime'de, göklerde ve yerde bulunan varlıkların hükümranlığının kendisine ait olduğunu, katında bulunan Meleklerin, ona ibadetten geri durmadıklarını beyan ediyor ve kendisini, lâyık olmadığı sıfatlarla sifatlayan kâfirlere cevap veriyor. Allah'ın nasıl eşi ve çocuğu olabilir, ki, her şey onun mülküdür ve ona kulluk eder. O halde Allah'ın, eş ve çocuk edinmeye ihtiyacı var mıdır? Oun katında bulunan Melekler hiç ara vermeden onu tesbih ederler. Abdullah b. Hars, Kâ'b b. el-Ahbar'a: "Onlar hiç ara vereden, gece gündüz rablerini tesbih ederler" âyetinden neyin kastedildiğini sorarak şöyle demiştir: "Vazife yapmaları veya belli amelleri onları meşgul etmez mi?" Kâ'b şu cevabı vermiştir: "Ey kardeşimin oğlu, bizim için nefes alıp vermek ne ise Allah katında bulunan Melekler gibi varlıkların tesbih etmeleri de öyledir. Bizler yeriz, içeriz, yatarız, kalkarız, geliriz, gideriz. Bu hareketler nefes almamıza mâni olmazlar. Meleklerin diğer vazifeleri ifa etmeleri, Allah'ı devamlı olarak tesbih etmelerine mâni değildir. 21Yoksa müşrikler yeryüzünde birtakım ilâhlar edindiler de ölüleri onlar mı diriltecekler? * Allahü teâlâ bu âyet-i kerime'de, ilâh edinilen pulların, Öldürme ve diriltme gibi, ilahlığa yaraşır herhangi bir sıfatları bulunmadığını, ancak Allah’ın öldürüp diriltebileceğini, bu itibarla müşriklerin açık bir sapıklık ve gaflet içinde olduklarını beyan ediyor. 22Eğer göklerde ve yerde Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, mutlaka göklerin de yerin de (düzeni bozulur) fesada uğrarlardı. Arşın rabbi olan Allah, müşriklerin uydurdukları sıfatlardan münezzehtir, yücedir. * Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, göklerde ve yerde kendisinden başka hiçbir ilahın bulunmadığını bildiriyor. Şâyet orada, Allah'a ortak koşanların iddia ettikleri gibi Allah'atn başka ilâhlar bulunsaydı, ilahların birbirleriyle ters düşmelerinden dolayı yer ve göklerin fesada uğrayacağını ve yok olup gideceklerini beyan ediyor. Bu hususta başka bir âyette şöyle buyunıluyor: "Allah çocuk edinmemiştir. Ounla birlite bir başka ilâh ta yoktur. Eğer öyle olsaydı, her ilâh kendi yarattığına hükmedip onu istediği yöne götürürdü. Ayrıca onların bir kısmi diğerine üstün gelmeye çalışırdı, Allah, müşriklerin taktıkları sıfatlardan münezzehtir. 23Allah'a, yaptıkları sorulamaz. Onlar ise yaptıklarından sorumludurlar. Yüce arşın sahibi olan Allah'a yarattıklarına yaptığı muamelelerden dolayı hiç kimse hesap soramaz. O dilediği şekilde tasarrufta bulunur. Var eder, yok eder., aziz kılar, zelil düşürür ve dilediği şeklide davranır. Zira bütün varlıklar onun yarattıkları, isteseler de istemeseler de onun kulları, onun mülkünde ve idaresi altında yaşayan mahlukatıdır. Hüküm onundu, karar onundur ondan Üstün hiçbir varlık yoktur ki, ondan hesap sorabilsin. Bütün yaratıklar ise Allahü teâlâ'nın huzurunda hesap vermek zorundadırlar. Allah'ın, kendilerine verdiği nimetleri emrettiği yönde kullanmalarmdan ve emirlerine uyup yasaklarından kaçınmalarından hesap vereceklerdir. * Ehl-i Sünnet, bu âyet-i kerimeye dayanarak, kaza ve kaderi izah etmiştir. Kaza ve kader meselesi, ilgili Kelam kitaplarında genişçe anlatılmaktadır. 24Yoksa onlar, Allah’tan başka ilâhlar mı edindiler? Ey Rasûlüm, de ki: "Öyleyse getirin delilinizi. İşte benimle beraber olanların kitabı Kur'an, işte benden öncekilerin kitapları. Fakat onların çoğu hakkı bilmezler ve ondan yüz çevirirler. * İbn-i kesir bu âyet-i kerime’yi mealde verildiği şekilde izah ederken Taberi şöyle izah etmektedir: "Yoksa o müşrikler, Allah'an başka, kendilerine bir fayda sağlayacak veya kendilerine herhangi bir zararı dokunacak yahut herhangi bir şeyi yaratacak, onları diriltip öldürebilecek bir kısım ilâhlar mı edindiler? Ey Rasûlüm, onlara de ki: "Eğer iddianızda doğru iseniz buna dair delillerinizi getirin. Benim sezlere Allah katından getirdiğim Kur'an, benimle beraber olan mü’minlere ait bütün hükümleri ihtiva etmekte, bundan önce geçen ümmetlerin ise çeşitli haberlerini kapsamaktadır. Fakat bu müşriklerin çoğu, söylediklerinden ve yaptıklarından ve yapmadıklarından neyin doğru olduğunu bilmezler. Cahilliklerinden dolayı haktan yüz çevirirler." Âyet-i kerime Tevhid inancını telkin etmekte, Allahü teâlâ'ya ortak koşmaktan kaçınmayı emretmektedir. 25Ey Rasûlüm, biz senden önce hiçbir Peygamber göndermedik ki, ona: "Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O halde ancak bana ibadet edin." diye vahyetmiş olmayalım. * Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de bütün Peygamberlerini Tevhid inancını tebliğ etmek ve kendisinden başka hiçbir şeye kulluk edilemeyeceğini bildirmek için gönderdiğini, bu itibarla bütün ilahî dinlerde bu temel esasların değişmediğini beyan etmektedir. Son ilâhî din olan İslam dini de bu temel esasları tebliğ etmiştir. O halde müşriklerin bundan yüz çevirmeleri sapıklıktan başka bir şey değildir. 26Müşrikler: "Rahman olan Allah çocuk edindi." dediler. Allah bundan münezzehtir. Melekler Allah'ın çocukları değil bilakis ikram olunmuş kullardır. 27Onlar, Allah'tan önce söz söyleyemezler. Onlar ancak onun emriyle hareket ederler. 28Allah onların geçmişini de geleceğini de bilir. Onlar ancak Allah’ın razı olduğu kimseye şefaat edebilirler. Onlar, Allah'ın korkusundan titrerler. 29Onlardan kim: "Ben, Allah'tan başka bir ilahım." derse işte onu biz, cehennemle cezalandırırız. İşte, biz zalimleri böyle cezalandırırız. Allah'a ortak koşan kâfirler: "Rahman olan Allah, Meleklerden çocuk edindi." iddiasında bulundular. Allah, bunların iddialarından beridir. Melekler, Allah'ın kendilerine ikramda bulunduğu kullardır. Melekler, Allah kendilerine herhangi bir emir vermeden hiçbir şey konuşmazlar. Onlar ancak Allah'ın emriyle konuşur ve onun emriyle iş yaparlar. Allah, Meleklerin geçmişini geleceğini ve hali hazır durumlarını çok iyi bilmektedir. Onların hiçbir davranışı Allah'a gizli değildir. Melekler, ancak Allah'ın kendilerinden razı olduğu kullarına şefaat ederler. Onlar, Allah'ın kendilerini cezalandırmasından şiddetle korkarlar Meleklerden kim "Ben, Allah'tan başka bir ilahım" diyecek olursa, biz onu cehennem azabıyla cezalandırırız. Biz, Allah'ı inkâr edip ondan başkasına tapan her zalimi de böyle cezalandırırız. 30Kâfirler, gökler ve yer birbirine bitişikken onları ayırdığımızı ve her canlıyı sudan yarattığımızı bilmezler mi? Hâlâ iman etmiyorlar mı? * Müfessirler: "Göklerle yerin bitişik olması" ifadesinden neyin kastedildiği hakkında çeşitli izahlarda bulunmuşlardır. Abdullah b. Abbas'ın şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Bu ifadeden maksat, gökle yer birbirlerine yapışık idiler Allah bunları birbirlerinden hava ile ayırdı. Gök yukarı kalktı yer aşağıda kaldı." demektir. Mücahid ve Süddî ise demişlerdir ki: "Bu ifade: "Gökler ve yer birer tek kütle halindeyken Allah bunların her birini yedi parçaya ayırmış ve böylece yedi gök yedi yer haline getirmiştir." demektir. İkrime, Atıyye el-Avfî ve İbn-i Zeyd, göklerin ve yerin bitişik olmasından maksadın, bunlardan her birinin önceleri delik olmadıkları sonra Allah'ın, gökleri delerek oradan yağmur indirdiği, yerleri yararak oradan bitkiler çıkarıp sular fışkırttığı anlamına geldiğini söylemişler ve buna delil olarak ta şu âyetleri zikretmişlerdir. "İçinde hâdiseler tekrarlanan göğe, yanlan yere yemin olsun ki, muhakkak Kur'an, hak ile bâtılı ayıran ilahî bir kelamdır." Tarık Sûresi, Âyet: 11-13 Taberi de bu görüşü tercih etmekte, âyetin son bölümünü de buna delil göstermektedir. Âyet-i kerime’nin sonunda her canlının sudan yaratıldığı ifade edilmektedir. Buradaki canlı kavramına bitkilerin de dahil olduğu beyan edilmektedir. Ayrıca Hazret-i Âdem'in, Meleklerin ve Cinlerin bu ifadenin dışında olduğu açıklanmıştır. Zira Hazret-i Âdem'in topraktan Cinlerin de ateşten yaratıldığı başka âyetlerde açıkça ifade edilmektedir. Meleklerin ise nurdan yaratıldığı, Hadis-i Şeriflerde beyan edilmiştir. Bu hususta diğer âyetlerde de şöyle buyurulrnaktadır: "Allah: "Sana emrettiğimde seni secde etmekten alıkoyan neydi? Dedi. İblis: "Ben ondan hayırlıyım çünkü beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın." dedi. A'raf Sûresi, Âyet: 12 "Her şeyi en güzel şekilde yaratan, insanı önce balçıktan var eden, sonra insan soyunu âdî bir suyun özünden yaratan sonra şekil verip düzelten, ona kendi ruhundan üfleyen, size kulaklar, gözler ve gönüller veren de O’dur. Ne de az şükredersiniz." Secde Sûresi, Âyet: 7-9 "Cinleri de dumansız saf ateşten yarattı." Rahman Sûresi, Âyet: 15 Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de bir Hadis-i Şeriflerinde Meleklerin nurdan yaratıldıklarını beyan ederek şöyle buyuruyor: "Melekler nurdan yaratılmışlardır. Cinler de dumansız ateşten yaratılmışlardır. Âdem ise size Kur'an'da anlatıldığı şekilde (topraktan) yaratılmıştır." Müslim, K. ez-Zühd, bab: 60, HN: 2996 /Ahmed b. Hanbel, Müsned, C; 6, S: 152, 168 31Yeryzü, üstündekilerle sarsılmasın diye biz orada sabit dağlar yarattık. Dağlar arasında yol bulsunlar diye geniş boşluklar var ettik. * Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de kâfirlere, üzerinde yaşadıkları yeryüzüne bakmalarını orada yaratılan dağların ve çeşitli yolların var ediliş hikmetlerini anlamalarını, böylece Allah'ın varlığını ve birliğini, kudret ve kuvvetini kabul edip ona boyun eğmelerini emrediyor. Bundan sonra gelen âyetlerde ise insanların dikkatlerini, yaratmış olduğu göklere çevirmelerini istiyor ve buyuruyor ki: 32Biz göğü, korunmuş bir tavan kıldık. Onlarsa (Allah'ın varlığını gösteren) gökteki delillerden yüz çevirirler. 33Geceyi ve gündüzü, güneşi ve ay'ı yaratan O’dur. Her biri bir yörüngede yüzmektedir. * Âyet-i kerime’de, göğün korunmuş olduğu ifade edilmektedir. Bundan maksat, göklerin, kimsenin erişemeyeceği kadar yüksek oldukları ve orada bulurian Meleklerin konuşmalarını çalmak isteyen Şeytanlardan korunmuş olmalarıdır. Bu hususta diğer bir âyette de şöyle buyurulmaktadır; "Gökleri, Allah'ın rahmetinden kovulan bütün Şeytanlardan koruduk. Yine âyet-i kerime’de, müşriklerin, göklerde bulunan delillerden yüz çe-virdekleri ve onları düşünüp ibret almadıkları ifade edilmektedir. Bu delillerden maksat, güne, ay ve diğer yıldızlardır. Akıl sahibi olan insanların bunlara bakarak, bunları yaratan, sevk ve idare eden Allah'ın varlığını ve birliğini anlamaları ve ona boyun eğmeleri gerekir. 34Ey Rasûlüm, biz senden önce hiçbir beşere ebedîlik vermedik. Sen ölürsen sanki onlar baki mi kalacaklar? 35Her can ölümü tadacaktır. Biz sizi denemek için hayır ve şerle imtihan ederiz. Siz ancak bize döndürüleceksiniz. Ey Rasûlüm, senden önce hiçbir insanı dünyada ebedi kılmadık ki, seni de orada ebedi kılmış olalım. Senden önceki Peygamberlerin öldüğü gibi sen de mutlaka öleceksin. Sen ölünce rablerine ortak koşan bu müşrikler, dünyada ebedi olarak mı yaşayacaklar? Hayır, durum böyle değildir. Onlar da mutlaka öleceklerdir. Zira her canlı ölümü tadacak ve onun kâsesinden içecektir. Fakat biz onları, sıkıntı, hastalık, fakirlik gibi kötülüklerle, bolluk, sıhhat, zenginlik gibi iyiliklerle imtihan ederiz. Böylece sizleri birbirinize tanıtırız. Sonunda mutlaka bize döndürüleceksiniz ve herkese yaptığının karşılığı verilecektir. 36Kâfirler seni gördükleri zaman, alaya almaktan başka birşey yapmazlar. Birbirlerine: "İlahlarınıza dil uzatan bu mu?" derler. Halbuki kendileri, rahman olan Allah'ı anmayı inkâr ediyorlar. Ey Rasûlüm, müşrikler seni gördüklerinde alaya alırlar. Zira onlar, ciddiyetten yoksundurlar. Senin hakkında aralarında: "İlahlarınızı ayıplayan, onlara dil uzatan bu mu?" derler. Halbuki kendileri her zaman, anılması gereken rahman olan Allah'ı anmayı inkâr ederler. Onu kabul etmezler. Onlar bu halleriyle seninle nasıl alaya kalkışırlar? 37İnsan, aceleci bir tabiatla yaratılmıştır. Yakında size delillerimi göstereceğim. Onları benden acele istemeyin. * Âyet-i kerime'de, insanın aceleci bir tabiatta yaratıldığı beyan edilmektedir. Tefsir âlimleri bu ifadeyi çeşitli şekillerde izah etmişlerdir. Bazılarına göre bu ifadeden maksat, insanın bizzat kendisinin aceleci bir tabiatta yaratılmış olmasıdır. Bazılarına göre ise bu ifadedan maksat, Allahü teâlâ'nin, insanı acele olarak yaratmasıdır. Taberi bu görüşü tercih etmiştir. Allahü teâlâ bundan önceki âyetlerde hiçbir kimsenin, dünyada ebedi olarak yaşamayacağını beyan edince bir kısım insanlar alay ederek derhal cezalandırılmalarını istemişler Allahü teâlâ da insanın aceleci bir tabiatta yaratıldığını beyan etmiş ve herkese layık olduğu cezayı ve mükâfatı vereceğini bildirmiş, insanların acele etmemelerini istemiştir. 38Kâfirler: "Eğer doğru söylüyorsanız, bu vaadedilen ne zamandır?" derler. Alla'ın, kendilerine delillerini ve azabını acele olarak göstermesini isteyen bu müşrikler, Muhammed'e: "Eğer vaadettiklerinizde doğru iseniz bu vaadettiğiniz azap bize ne zaman gelecektir?" derler. Onlar da bu sözleriyle, gelecek olan ilâhî azapla alay etmişlerdir. 39Kâfirler ateşi yüzlerinden ve arkalarından sayamayacakları ve kimseden de yardım göremeyecekleri zamanı bir bilseler... * Allahü teâlâ bu âyet-i Celile'de, azabın kendilerine acele gelmesini isteyen kâfirlere cevap veriyor ve cehenem azabına düşüp sahipsiz kalacakları zamanı bilmiş olsalar böyle bir istekte bulunmayacaklarını beyan ediyor. 40Bilakis kıyametteki ateş azabı onlara ansızın gelir de kendilerini şaşkına çevirir. Bir daha onu geri çeviremezler. Kendilerine mühlet de verilmez. * Allahü teâlâ bu Âyet-i kerime’de, azabın ne zaman geleceğini soran kâfirlere cevap veriyor ve kıyametin aniden kopup ondaki cehennem azabının aniden geleceğini, kâfirlerin bu ateşe karşı kendilerini savunamayacaklarını ve o ateşe girmemek için kendilerine herhangi bir mühlet de verilmeyeceğini beyan ediyor. Allahü teâlâ kıyametni ne zaman kopacağını gizleyerek, mükelleflere, günahlarından tevbe etmeleri için imkân vermiştir. Zira kıyametin ne zaman kopacağı belli olsaydı, insanlar ister istemez tevbe edeceklerinden bu tevbeleri makbul olmayacaktı. 41Ey Rasûlüm, şüphesiz senden önceki Peygamberler de alaya alındılar. Ama onlarla alay edenleri, alay ettikleri azap yakalayıp kuşatıverdi. * Allahü teâlâ bu âyette, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)e "Bu, sizin ibi beşerden başa bir şey midir? Gözünüz göre göre sihire mi uyuyorsunuz? İlahlarınıza dil uzatan bu mu?" diyerek onunla alay eden müşriklere karşı onu teselli ediyor ve gelmiş geçmiş müşriklerin de kendilerine gönderilen Peygamberleriyle alay ettiklerini ve bu alayları yüzünden felakete uğradıklarını beyan ediyor. Böylece Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ile alay edenlere de ihtarda bulunuyor. 42Ey Rasûlüm, de ki: "Gece ve gündüz, sizi rahman olan Allah'ın azabından kim koruyabilir? Hayır, onlar, rablerini anmaktan bile yüz çeviriyorlar. Ey Rasûlüm, senden kendilerine derhal azap gettirmeni isteyen o kâfirlere de ki: "Geceleyin uyuduğunuzda ve gündüzleyin hareket ettiğinizde sizi, rahman olan Allah'ın azap ve gazabına karşı kim koruyabilir? Elbette ki on-lan Allah'a karşı koruyacak hiçbir güç yoktur. Fakat onlar rablerinin, kendilerine gönderdiği öğütlerden ve açıkladığı delillerden yüz çevirirler. Cehalet ve beyinsizliklerinden dolayı onları düşünüp ibret almazlar. 43Yoksa onların bizden başka kendilerini koruyacak ilahları mı var? Oysa o ilâhlar ne kendi kendilerine yardım edebilirler, ne de bizden bir dostluk görebilirler? Yoksa azabın derhal gelmesini isteyen kâfirlerin, bizden başka, kendilerini azabımıza karşı koruyacak ilahları mı var? O ilahları onları nasıl koruyabilirler ki, onlar bizzat kendi kendilerine yardım etmekten âcizdirler. Bizden de bir yardım göremezler. 44Doğrusu biz, kendilerini ve atalarını nimetler içinde yaşattık. Onlara ömürleri uzun geldi. Emrimiz yeryüzüne gelip onu etrafından eksilttiğimizi görmüyorlar mı? Galip olan onlar mı? * Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, kendilerini Allah'ın azabından koruyacak ilahları olmayan ve Allah tarafından herhangi bir yardıma da mazhar olamayan bu müşriklerin, bâtıl inançlarına güvenerek Peygamberlerine karşı geldiklerini ve Allahü teâlâ'nın bunları ve atalarını, dünya hayatındayken yaşattığını fakat bunların uzun bir ömür yaşamalarına rağmen Allahü teâlâ tarafından acilen cezalandırılmadıklarım, bu sebeple Allah'ın kendilerine vermiş olduğu nimetleri tamamen unuttuklarını ve nankörlük içinde putlara tapmaya devam ettiklerini beyan ediyor. Allahü teâlâ âyetin son bölümünde, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)den, kendilerine derhal bir azap getirmesini isteyen müşrikleri uyarıyor ve onlara "Benim emrimin yeryüzüne gelerek, orada yaşayanları helak edip, bir yerden başka bir yere göçme zorunda bırakarak ve onları öldürterek yeryüzünün çevresinde nasıl eksiltmeler meydana getirdiğimizi görüp bundan ibret almıyorlar mı? Bunları da onlar gibi yapacağımızı anlamıyorlar mı? Yoksa onlar bize galip geleceklerini mi sanıyorlar?" buyuruyor. Âyet-i kerime’de Allahü teâlâ'nın, yeryüzünü eksilttiği zikredilmektedir. Bundan maktsat, Müslümanların zaferi, kâfirlerin de topraklarının azalmasıdır. Veya yeryüzündeki madenlerin, ürünlerin ve insanların yok edilmesidir. Yahut yeryüzünde mamur olan yerlerin tahrip edilmesidir! Ya da yeryüzünde yaşayan âlimlerin ve seçkin insanların giderek yok olmalarıdır. 45Ey Rasûlüm, de ki: "Ben sizi ancak vahiyle uyarıyorum. Fakat sağırlar uyarıldıkları zaman daveti işitmezler. Ey Rasûlüm, sana "Geçmiş kavimlere gönderildiği gibi, o da bize bir mucize getirsin." diyenlere de ki: "Ey kavim, ben sizi ancak Allah'ın bana vahiyle bildirdiği Kur’an’la uyarıyorum. Kendiliğimden herhangi bir şey getirmeye imkânım yoktur. Ne var ki sağır olanlar uyarıldıkları zaman da daveti işitmezler. Siz kâfirler, hakka karşı sağırsınız, onu işitip ondan faydalanmazsınız. 46Yemin olsun ki onlara, rabbinin azabından az bir şey dokunsa, "Eyvah bize, hakikaten biz zalimlerin işiz" derler. * Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de Peygamberlerini dünyada iken yalanlayanlara, âhirette ilahi azaptan az birşey dokunur dokunmaz pişman olacaklarını, kendi kendilerine zulmettiklerini itiraf edeceklerini ancak bu sızlanmalarının kendilerine bir fayda sağlamayacağını beyan ediyor. 47Biz, kıyamet günü için adalet terazileri kuracağız. Hiçbir kimse hiçbir zulme uğratmayacaktır. İşlenen amel bir hardal tanesi kadar da olsa biz onu ortaya koyarız. Hesaba çekenin biz olmamız yeter. * Evet, Allahü teâlâ kıyamet gününde, kulların yaptıkları hayır ve şer amelerini tartacak, adalet terazileri kuracak ve hiçbir kimseye haksızlık edilmeyecektir. Zira o gün hesap görecek olan, Allahü teâlâ'dır. Onun, herhangi bir kişiyi kayırması söz konusu değildir. Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) bu âyet-i celilenin izahında şu Hadis-i Şerifi Rivâyet etmektedir. Hazret-i Âişe diyor ki: "Bir adam gelip Resûlüllah'ın yanına oturdu ve ona şöyle dedi: "Ey Allah’ın Resulü, benim iki kölem var. Bunlar bana karşı yalan söylüyorlar, ihanette bulunuyor ve bana isyan ediyorlar. Ben de onlara sövüyor ve onları dövüyorum. Acaba benim durumum ne olacaktır? Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdi: "Onların sana yapmış oldukları ihanetleri, işyardan ve yalanlan ile senin onlara verdiğin ceza karşılaştınlıp hesap edilecektir. Şâyet senin cezalandırman onların suçlarına denk gelirse bundan senin leh ve aleyhine bir şey olmayacaktır. Eğersenin cezalandırman onların suçlarından az gelirse ve senin için bir üstünlük olacaktır. Şâyet senin cezlandirman onların suçlarından fazla gelecek olursa, onların artan hakları senden alınıp sana kısas uygulanacaktır. "Bunun üzerine adam bir tarafa çekilip ağlamaya ve sızlamaya başladı. Resûlüllah da ona: "Sen Allah'ın kitabını ve şu âyeti okumuyor musun? "Biz, kıyamet günü için adalet terazileri kuracağız. Hiçbir kimse hiçbir zulme uğratılmayacaktır. İşlenen amel bir hardal tanesi kadar da olsa biz onu ortaya koyarız. Hesaba çekenin biz olmamız yeter." O ağlayan adam da şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü, Allah'a yemin olsun ki benim için de onlar için de, benim onlardan uzaklaşmamdan daha hayırlı bir şey bulamıyorum. Şahit olunuz onların hepsi hürdür. " 48Yemin olsun ki biz Mûsa'ya ve Harun'a, hakkı bâtıldan ayıran, müttakiler için bir nur ve öğüt olan Tevrat'ı verdik. * Allahü teâlâ, Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte diğer peygamberleri, özellikle Hazret-i Mûsa'yı ve Kur'an-ı Kerim ile birlikte semavi kitapları ve özellikle Tevrat'ı zikretmektedir. Bu âyet-i kerime’de de Hazret-i Mûsa ve Kardeşi Harun ve onlara verilen Tevrat zikredilmektedir. Böylece ehl-i kitaba, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)in hak Peygamber ve Kuran-ı Kerim'in de ilahi bir kitap olduğu bildirilmektedir ki, bâtıl yolu bırakıp hak dine sarılsınlar. 49Müttakiler, rablerinden, kendisini görmedikleri halde korkarlar. Onlar, kıyametin dehşetinden ürperirler. * Bu âyet-i Celile şu şekillerde izah edilmiştir: "Takva sahipleri, rablerini görmedikleri halde ondan korkarlar." Veya "Azatu görmedikleri halde rablerinden korkarlar." Yahut "Kimsenin kendilerini görmediği yerlerde de rablerinden korkarlar." Onlar, kıyametin kopmasmdaki dehşetten dolayı titrerler. Taberi bu âyet-i kerime’yi izah ederken şöyle diyor: "Takva sahipleri öyle insanlardır ki, âhireti görmedikleri halde, dünyada iken de rablerinin, kendilerini cezalandırmasından korkarlar. Böylece Allah'ın kendilerine göndermiş olduğu emirleri tutar yasaklarından kaçınırlar. Bununla beraber onlar, kıyametin kopma ânından da çok çekinirler. Zira onlar, dünyada iken bir kusur işlemiş olarak âhirette o işlediklerinden dolayı hesaba çekileceklerinden korkarlar. 50Bu, mübarek bir kitaptır. Biz onu Muhammed'e indirdik. Şimdi siz onu inkâr mı ediyorsunuz? Muhammed'e indirdiğimiz bu Kur'an, onu düşünenler için bir zikirdir. Ve mübarek bir kitaptır. Mûsa ve Harun'a Tevrat'ı indirdiğimiz gibi Muhammed'e de onu indirdik. Yoksa sizler bu kitabı inkâr mı ediyorsunuz? Onun, Tevratı ve İncil'i indiren Allah tarafından indirildiğini neden kabul etmiyorsunuz? 51Şüphesiz ki biz, daha önce İbrahim'e hakkı bulma kabiliyeti verdik. Biz onu (Peygamberliği yüklenebileceğini) biliyorduk. Şüphesiz ki biz, Mûsa ve Harun'dan önce İbrahim'e de hakkı bulma kabiliyeti vermiştik. Biz onu, kavminin arasında putlara ibadet etmekten kurtarmıştık. Muhammed'e de aynı şeyi yaptık. Biz, İbrahim'in sağiam bir imana sahip olduğunu, hiçbir şeyi bize ortak koşmayacağını biliyorduk. 52O, bir zaman babasına ve kavminer" Tapıp durduğunuz bu heykeller de nedir?" demişti. Bir zaman İbrahim, babasına ve kavmine: "Devamlı olarak kendilerine taptığınız bu putlar nedir?" demişti. İşte kendisine küçükken verilen hakkı bulma kabiliyeti böyleydi.* 53Onlar da: "Biz, atalarımızı bunlara tapıyor bulduk" demişlerdi. İbrahim'in babası ve kavmi İbrahim'e şu cevabı vermişlerdi: "Biz, babalarımızı bu putlara tapıyor bulduk. Biz de onların dinine uyarak bu putlara tapıyoruz." dediler. Böylece taklitten başka hiçbir delillerinin bulunmadığını ortaya koymuş oldular. 54İbrahim: "Doğrusu siz de atalarınız da apaçık bir sapıklık içine düşmüşsünüz." dedi. İbrahim onlara: "Ey kavim, bu putlara taparak sizler de atalarınız da apaçık bir sapıklık içine düşmüş bulunuyorsunuz." dedi. Ve böylece onların düşüncelerinin çok sapık bir düşünce olduğunu açıkladı. 55Onlar: "Sen bize hakikati mı getirdin? (Ciddî mi söylüyorsun?) yoksa şakacılardan mısın?" dediler. İbrahim'in babası ve kavmi ona: "Biz bundan önce senden ba tür söz duymadık. Sen ciddi mi konuşuyorsun? Bize hak olan birşey mi getirdin? Yoksa bizimle alay mı ediyorsun?" dediler. 56İbrahim şöyle dedi: "Hayır sizin rabbiniz göklerin ve yerin rabbidir. Onları o yaratmıştır. Ben de buna şehadet edenlerdenim." İbrahim onlara cevaben şöyle dedi: "Hayır ben sizinle şaka yapmıyorum. Ben size ciddi konuşuyorum. Sizin rabbimiz bu putlar değil, göklerin ve yerin rabbi olan Allah'tır. Gökleri ve yeri o yaratmıştır. Ben de ondan başka hiçbir ilâh bulunmadığına şahit olanlardanım. O halde putları bırakıp sadece Allah'a kulluk edin." 57Allah'a yemin ederim ki, siz dönüp gittikten sonra putlarınıza mutlaka bir tuzak kuracağım." * Hazret-i İbrahim bu yemini yaparken kavminden sadece bazı kişiler onu duymuşlar ve Hazret-i İbrahim'in, putları kırmasından sonra onu ele vermişlerdir. Rivâyete göre Hazret-i İbrahim'in kavmi, bayram günleri bayram yerine gi-derlermiş, Hazret-i İbrahim, onların bir bayram günü yine bayram yerine gittiklerinde putlarını kıracağına yemin etmiş ve dediğini de yapmıştır. Kavmi onu da bayram yerine götürmek istediklerinde "Ben hastayım." diyerek geride kalmış ve putları kırmıştır. 58ihÂyet İbrahim bütün putları paramçarça etti. Ancak içlerinden büyüğünü sağlam bıraktı. Belki ona müracaat ederler diye. Âyet-i kerime’de geçen "Belki ona müracaat ederler." cümlesi iki şekilde izah edilmektedir. Birinci izah şekli şöyledir: İbrahim putları kırıp sadece büyüğünü bıraktı ki kavmi putların âciz olduklarını idrak edip İbrahime baş vursunlar ve hak dini kabul etsinler. İkinci izah şekli ise şöyledir: İbrahim putların hepsini kırıp sadece büyüğünü bıraktı ki onlar, en büyük putlarına şikâyette bulunsunlar. Böylece onun acizliğini görsünler ve hak dini kabul etsinler. 59Kavmi: "İlahlarımıza bunu kim yaptı. Muhakkak o, zalimlerden biridir." dediler. İbrahim'in kavmi, büyük put hariç, diğer bütün putların kırıldığını görünce: "İlahlarımıza bu işi kim yaptı? Şüphesiz ki bunu yapan, zalimlerden biridir." dediler. Kendilerini bile savunmaktan âciz olan bu putların halinden ibret almadılar. Sapıklıklarına devam ettiler. 60Bazıları: "İbrahim denen bir gencin onlara dil uzattığını işitmiştik." dediler. * Hazret-i İbrahim'in, "Allah'a yemin ederim ki siz dönüp gittikten sonra putlarınıza mutlaka bir tuzak kuracağım." dediğini işiten bazıları şöyle dediler: "İbrahim isimli bir gencin ilahlara dil uzattığını işitmiştik." 61Öyleyse onu insanların gözleri önüne getirin. Olur da şahitlik ederler." dediler. *Bu âyet-i kerime çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Süddî ve Katade bu âyeti, mealde verildiği şekilde izah etmişlerdir. Diğer bazı müfessirler ise "Siz İbrahim'i insanların gözü önüne getirin ki insanlar bizim onu nasıl cezalandırdığımızı görsün ve bundan ibret alsınlar." şeklinde izah etmişlerdir. Taberi de bu görüşü tercih etmiştir. 62İbrahim'i getirdiklerinde: "İlahlarımıza bunu sen mi yaptın ey İbrahim?" dediler. 63İbrahim: "Bilakis onları şu büyükleri kırmıştır. Sorun onlara eğer konuşuyorlarsa." dedi. Puta tapanlar, Hazret-i İbrahim'i bulup getirdiler ve ona: "İlahlarınıza bunu sen mi yaptın ey İbrahim?" diye sordular. İbrahim de onları gafletten uyararak: "Hayır ben yapmadım belki büyükleri yapmıştır. Eğer konuşuyorlarsa onlara sorun." dedi. * Hazret-i İbrahim, bu sözleriyle müşriklerin sapıklıklarını ortaya koymak ve onları uyararak hakka yöneltmek istemiştir. Hazret-i İbrahim'in burada gerçeği açıkça söylememesi, Allah tarafından kendisine verilen bir izne göredir. Hazret-i İbrahim hayaunda buna benzer şekilde gerçek olmayan sözleri üç kere söylemiştir. Bu hususta Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İbrahim (aleyhisselam) üç defa yalan söylemiştir. "Ebû Hureyre de demiştir ki: Bunlardan ikisi Allah rızası içindir. Bunlarda: "Ben hastayım." demesi ve "Bilakis o putları şu büyükleri (büyük put) kırmıştır." sözüdür. Bir de Hazret-i ibrahim ile Sare, birlikte zorba idarecilerden birinin yanına varmışlardı. O zorba idareciye "Burada bir adam var yanında da insanların en güzeli bir kadın bulunuyor.'" dediler. Zorba idareci ibrahim'e bir adam göndererek kadının kim olduğunu sordurdu. Adam İbrahim'e "Bu kim?" diye sordu. İbrahim "Kızkardeşimdir." dedi. Sonra Sare'nin yanına vardı ve ona "Ey Sare, yeryüzünde benimle senden başka mü’min yok. Bu adam senin kim olduğunu benden sordurdu. Ben de ona, senin, kızkardeşim olduğunu bildirdim. Sakın beni yalancı çıkarma." Diğer bazılarına göre ise putperestlerden bir takımı hakka yönelmiş, ibadete layık olmayan putlara tapmakla kendi kendilerine zulmettiklerini söylemişlerdir. Bir kısım müfessirlere göre ise müşriklerin bazıları İbrahim (aleyhisselam)a pullan kimin kırdığını sorarak onun, kendileriyle alay ettiğini ve bu sebeple kendi kendilerini küçük düşürdüklerini söylemek istemişlerdir. 64"Kendilerine gelip içlerinden: "Aslında siz zalimsiniz." dediler. İbrahim (aleyhisselam)ın kavminin kendi kendilerine "Siz zalimlersiniz." derken neyi kastettikleri hususu farklı şekilde izah edilmiştir. Bazı müfessirlere göre burada putperestler, pullan koruyacak tedbirleri almadıkları için kendi kendilerini suçlamışlardır. İbn-i Kesir bu görüştedir. Bazılarına göre ise, putperestler insafa gelmişler ve Hazret-i İbrahime, böyle bir iddiada bulunmanın haksızlık olduğunu söylemişlerdir. Ve İbrahim (aleyhisselam)ın doğru söylediğini sanmışlardır. Diğer bazılarına göre ise, putperestlerden bir takımı hakka yönelmiş, ibadete layık olmayan putlara tapmakla kendi kendilerine zulmettiklerini söylemişlerdir. Bir kısım müfessirlere göre ise, müşriklerin bazıları İbrahim (aleyhisselam)a, putları kimin kırdığını sorarak, onun kendileriyle alay ettiğini, bu sebeple kendi kendilerini küçük düşürdüklerini söylemek istemişlerdir. 65Sonra (mahcubiyetlerinden) başlarını önlerine eğdiler. "Bunların konuşamayacağını elbette sen de biliyorsun." dediler. * Bu âyet-i kerime, çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Bu izah şekillerinden biri mealde verilen şekildir. Diğer bir izah şekline göre ise âyetin meali şöyldir: İbrahim'in kavmi, İbrahim'i dinledikten sonra ilk anda hakka meyletmelerine rağmen tekrar eski hallerine dönüp sapıklığa düştüler ve "Onların konuşamayacağım sen de biliyorsun." dediler. Taberi, bu âyet-i kerime’yi izah ederken şöyle demektedir: "İbrahim'in kavmi İbrahim'in getirdiği deliller karşısında mağlup oldular ve kendi aleyhlerine delil olacak bir söz söyleyerek "Bu putların konuşamayacağını sen de biliyorsun." dediler. 66İbrahim "O halde siz, Allah'ı bırakıp size hiçbir fayda ve zarar veremeyen putlara mı tapıyorsunuz? 67Yuh olsun size ve Allah'tan başka taptıklarınıza! Hiç aklınızı kullanmaz mısınız?" dedi. * Hazret-i İbrahim, tekrar kavmine seslenerek: "Ey kavim, size herhangi bir menfaat sağlamayan ve herhangi bir zarar veremeyen şeylere mi tapıyorsunuz? Halbuki sizler, onların, kendilerini bile koruyamadıklarını ve konuşmaktan da âciz olduklarını çok iyi biliyorsunuz. Bu putlara tapmaktan utanmıyor musunuz? Sizlere de Allah’ı bırakıp tapmuş olduğunuz putlara da yuh olsun! Yaptıklarınızın ne kadar çirkin olduğunu hiç düşünmez misiniz? 68Kavmi: "Eğer birşey yapacaksanız onu yakın da İlahlarınıza yardım edin." dediler. * Süddî diyor ki "Hazret-i İbrahim'e karşı çıkan kavim, bu sözleri üzerine Hazret-i İbrahim'i bir eve hapsettiler. Çevreye çokça odun yığdılar. Herkes odun taşımak için yarış ediyordu. Öyle ki hasta bir kadın, iyileştiği takdirde İbrahim'i yakmak için odun taşıyacağını adıyordu. Yığılan odunu tutuşturdular. Daha önce misli görülmemiş bir ateş meydana getirdiler. Bir kişinin telkiniyle Hazret-i İbrahim'i mancınığa koyarak ateşin içine attılar. Hazret-i İbrahim ise "Allah bana yeter o ne güzel vekildir." diye dua ediyordu. 69Bizde: "Ey ateş, İbrahim'e karşı soğuk ve selamet ol." dedik. * Abdullah b. Abbas diyor ki: "Eğer Allahü teâlâ, "Ey ateş İbrahim'e karşı soğuk ol." dedikten sonra "Selamet ol." ifadesini ilave etmemiş olsaydı Hazret-i İbrahim soğuktan donardı. 70Onlar İbrahim'e bir tuzak kurmak istediler. Fakat, biz kendilerini en büyük hüsrana uğrayanlar kıldık. * Allahü teâlâ bu âyet-i celilede, Hazret-i İbrahim'e karşı gelenlerin akıbetlerinin hüsran olduğunu beyan ediyor. Böylece Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)e karşı gelenlerin de akıbetlerinin aynı şekilde olacağına işaret buyuruyor. 71Biz, ibrahim'i ve Lût'u, âlemlere mübarek kıldığımız yere ulaştırarak kurlardık. * Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Hazret-i İbrahim'i ve Hazret-i Lüt'u Irak civarında yaşayan Nemrut'un tasallutundan kurtarıp, âlemlere mübarek kıldığı Şam topraklarına göç ettirdiğini beyan ediyor. Böylece Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)in Hazret-i İbrahim'in yolunu tutup onun çektiği çileleri çektiğini, Kureyş müşriklerinin ise Nemrud'un izini takibedip onun İbrahim'e yaptıklarını Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)e yapmaya kalkıştıklar™ beyan etmiş oluyor. 72Biz ona İshak'ı ve fazla olarak bir de torunu Yakub'u ihsan ettik. Hepsini salih kullar kıldık. * Bazı müfessirler bu âyet-i kerime’yi Mealde verildiği gibi açıklamışlar bazhan da şu şekilde izah etmişlerdir: "Biz İbrahim'i, ateşten ve zorba kavimden kurtanp mübarek olan yerlere göç ettirdik. Buna ilaveten bir de ona oğlu İshak'ı ve torunu Yakub'u bahşettik. Bunların hepsini de salih kullar kıldık." Yani, Allah'a itaat etmeye çalışan ve onun yasaklarından kaçman kullar kıldık. 73Onları, emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık. Onlara hayırlı işler yapmayı, namazı dosdoğru kılmayı ve zekatı vermeyi vahyettîk. Onlar ancak bize ibadet eden kimselerdi. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, Hazret-i İbrahim'i, Hazret-i Lût'u, Hazret-i İbrahim'in oğlu İshak'ı ve İshak'ın oğlu Hazret-i Yakub'u önderler yaptığını, bunları, insanlara doğru yola gösteren ve onları Allah'a davet eden Peygamberler yaptığını beyan ediyor ve bunlara hayır işlemelerini, namaz kılmalarını, zekât vermelerini vahyettiğini, bunların da samimiyetle Allah'a kulluk ettiklerini bildiriyor. Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde olduğu gibi bu surede de Peygamberlerden kısa olarak bilgiler veriliyor bu bilgiler Hazret-i İbrahim ile başlıyor ve devam ediyor. 74Biz Lût'a hüküm ve ilim verdik. Onu, halkı iğrenç işler yapan bir ülkeden kurtardık. Doğrusu onlar kötü bir kavim idiler, fasiktılar. * Âyet-i kerime'de, Hazret-i Lût'a hüküm verildiği beyan ediliyor. Bu hükümden maksat, bazı müfessirlere göre davacı ile dâvâlı arasında isabetli karar verme yeteneğidir. Bazılarına göre ise hikmetli davranmadır. Bazılarına göre de Peygamberliktir. Taberi birinci görüşü tercih etmiştir. Âyet-i kerime'de, Hazret-i Lût'a verilen hüküm yanında ayrıca ilim verildiği zikrediliyor. Bu ilimden maksat ise, Allah'ın gönderdiği dine ait bilgilerdir. Lût kavminin yapmış olduğu iğrenç işlerden maksat ise, erkeklerin birbirleriyle cinsi münasebette bulunmalarıdır. Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde bu iğrenç işi ilk olarak bu kavmin icad ettiği, bundan dolayı da üzerlerine taş yağarak helak oldukları beyan edilmektedir. 75Biz Lût'u rahmetimize garkettik. Şüphesiz o, salihlerdendi. Biz Lût'u, kavminin uğradığı azaptan kurtararak rahmetimize garkettik. Şüphesiz ki; Lût, bize itaat eden, emrimizi tutup yasaklarımızdan kaçan salih kullanmızdandı. * İbn-i Zeyd, buradaki "Rahmeften maksadın İslam olduğunu söylemiştir. 76Nuh'u da hatırla. Hani o önceleri bize yalvarmıştı da biz de duasını kabul edip onu ve ailesini büyük sıkıntıdan kurtarmıştık. 77Âyetlerimizi yalanlayan kavme karşı biz ona yardım etmiştik. Gerçekten onlar kötü bir kavimdi. Biz de hepsini suda boğuverdik. * Hazret-i İbrahim ve Hazret-i Lût'dan önce Nuh aleyhisselam, kavmine Peygamber olarak gönderilmiştir. Nuh aleyhisselam kavmini dokuzyüz elli sene dine davet etmesine rağmen ona iman etmemişler ve onu çeşitli şekillerde yalanlamışlardır. Kavminin iman etmesinden ümidini kesen Nuh aleyhisselam, kavmi aleyhine Allahü teâlâ'ya şöyle yalvarmıştır: "Nuh şöyle dedi: "Rabbim, kavmimi gece gündüz yılmadan imana davet ettim." "Davetim onları senin yolundan daha da uzaklaştırmaktan başka bir işe yararmadı." "Doğrusu ben, bağışlaman için onları ne zaman imana davet ettiysem, onlar, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, beni görmemek için elbiselerine büründüler. İnkârlarında ısrar ettiler ve büyüklendikçe büyüktendiler." "Sonra ben onları açıkça imana davet ettim." "Sonra da onlara bazan açıktan açığa, bazan da gizliden gizliye hakkı tebliğ ettim." "Ve şöyle dedim: Rabbinizden bağışlanmanızı dileyin. Şüphesiz ki o, çok bağışlayandır." Nuh Sûresi, âyet: 5-10 "Nuh şöyle dedi: "Rabbim, kâfirlerden, yeryüzünde dolaşan tek kişi bırakma." "Eğer onları yeryüzünde bırakırsan kullarını saptırırlar ve ancak günahkâr ve kâfir çocuklar doğururlar." Nuh Sûresi, âyet: 26-27 Allahü teâlâ Nuh Aleyhisselamın bu dualarını kabul ederek onu, kavminin yaptığı kötülüklerden korumuş, bütün yeryüzünü sular altında bırakarak Nuh aleyhisselami yalanlayanları boğmuş Nuh'u ve gemisinde bulunanları da kurtarmıştır. Âyet-i kerime özet olarak bu olaylara işaret etmektedir. 78Ey Rasûlüm, Davud'u ve Süleyman'ı da hatırla. Hani onlar, kavmin koyunları ekini yediği zaman ekin hakkında hüküm veriyorlardı. Biz de onların hükümlerine şahit idik. * Bu âyet-i Celilenin izahı hakkında Abdullah b. Mes'ud'dan şu kıssa nakledilmektedir: "Bir kısım insanların, salkımlar vermiş üzüm bağına, diğer insanların davarları girip orayı telef etmişlerdir. Bağ sahibi gelip Hazret-i Davud'dan bu hususta hüküm vermesini istemiştir. Hazret-i Davud da davarların, yaptıkları tahribat karşılığında bağ sahibine verilmesini hükme bağlamıştır. Hazret-i Süleyman bunu duyunca: "Ey Allah'ın Peygamberi bunun hükmü böyle değildir." demiştir. Hazret-i Davud ise: "O halde bunun hükmü nedir?" demiş. Hazret-i Süleyman da: "Bağı davar sahibine ver. Eski haline gelinceye kadar o bağa bakıp büyütsün. Davarları da bağın sahibine ver o bağ büyüyüp eski haline gelerek kendisine teslim edilinceye kadar davarlardan istifade etsin. Sonra bağ kendi sahibine davarlar da kendi sahibine iade edilsin." demiştir. Bu kıssa, Abdullah b. Abbas'dan da Rivâyet edilmiştir.. 79Biz bu meselenin hallini Süleyman'a ilham ettik. Onların her birine hüküm ve ilim verdik. Biz, dağları ve kuşları Davud'la beraber tesbih etmeye boyun eğdirdik. Biz bunları yapanlarız. Biz bu meselenin hükmünü Süleyman'a anlattık. Biz, Davud'a, Süleyman'a ve bu suretle zikredilen diğer Peygamberlerin hepsine hüküm verme yeteneği ve Allah'ın hükümlerini bilme ilmi verdik, Ayrıca dağlara ve kuşlara, Davud'la beraber Allah'ı, tesbih etmelerini ilham ettik. Onlarda Davudla beraber Allah’ı kendisine yakışmayan sıfatlardan tenzih ediyor ve onu tesbih ediyorlardı. İşte biz bunları yapanız. Biz, bundan asla âciz değiliz. Hiçbir güç bizi bunu yapmaktan geri bırakamaz. * Hazret-i Davud'un sesi çok güzeldi. Zeburu sesli olarak okuduğunda kuşlar durup onu dinliyor ve dağlar sesini yansıtıyordu. 80Biz Davud'a, sizi savaşta korumak için zırh yapma sanatı öğrettik. Artık şükredenler misiniz? Biz Davud'a, silah yapma sanatı öğrettik ki savaşta düşmanlarınızla karşı karşıya geldiğinizde o silahlar sizi korusun. Ey insanlar artık siz, Allah'ın bu nimetleri karşısında şükrediyor musunuz? * Katade diyor ki: "Davud aleyhisselamdan önce zırhlar geniş ve düz madeni parçalardan yapılıyordu. Davud aleyhisselam zırhı ilk defa halkalar biçiminde birbirine örgülü şekilde yaptı ve böylece zırh yapma sanatının ustası oldu. Allahü teâlâ bu hususta diğer âyetlerde de şöyle buyuruyor: "Şüphesiz ki biz Davud'a nezdimizden bir üstünlük verdik. "Ey dağlar ve kuşlar, Davud'la birlikte tesbih edin." dedik. Ona demiri yumuşak kıldık." "Biz Davud'a: Geniş zırhlar imal et, dokumasını ölçülü ve sağlam yap." diye variyettik. Davud'a ve ailesine şöyle dedik: "Salih amellerde bulunun. Çünkü ben sizin yaptıklarınızı görüyorum. 81Süleyman'a da, fırtına halinde esen rüzgârı boyun eğdirdik. Onun emriyle rüzgâr, bereketli kıldığımız yerlere eserdi. Biz, her şeyi bileniz. * Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de Hazret-i Süleyman'a verdiği mucizelerden biri olan, rüzgârın onu alıp dilediği yere götürmesini zikretmektedir. Rivâyete göre, Hazret-i Süleyman'ın tahtadan yapılma bir seccadesi vardı. Memleketini idare etmek için gerekli olan herşeyi onun üzerine yerleştiriyor, sonra rüzgâra emrediyordu. Rüzgâr da onu alıp istediği yere götürüyordu. Kuşlar da onu gölgelendiriyordu. Bu hususta diğer âyetlerde de şöyle buyuruluyor: "Bunun üzerine biz de rüzgârı Süleyman'ın emrine verdik. Rüzgâr onun emriyle, onun istediği yere kolayca eser giderdi." Sad' Sûresi, Âyet: 36 "Rüzgârı da Süleymanın emrine verdik. O rüzgâr estiğinde, sabahleyin bir aylık yola gider, akşamleyin bir aylık yoldan dönerdi. Süleyman için erimiş bakın kaynağından su akar gibi akıttık. Rabbinin izniyle Cinlerden bir kısmı, onun enirinde çalışırdı. Onlardan kim, emrimizden çıktıysa ona alev alev yanan ateşin azabını tattıracağız." Sebe' Sûresi, Âyet: 12 82Şeytanlardan Süleyman için denize dalan ve daha bundan başka işler yapanları da onun emrine verdik. Biz onları gözetiyorduk. * Allahü teâlâ, bu âyet-i kerime’de de Hazret-i Süleyman'a verdiği mucizelerden bir başkasını zikretmektedir. O da Şeytanların, Hazret-i Süleyman'ın emri altında çalışmaları, denize dalarak Hazret-i Süleyman için çeşitli mücevherler çıkarmaları ve onun için binalar, sanat eserleri vb. şeyler yapmalarıdır. Bu hususta diğer âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: "Her bina ustası ve dalgıç Şeytanları ve birbirlerine bağlanmış diğer Şeytanları da Süleyman'ın emrine âmâde kılmıştık. Sad' Sûresi, Âyet: 37-38 83Eyyub'u da hatırla. O, bir zaman rabbine: "Doğrusu ben bir derde yakalandım. Sen, merhametlilerin en merlametlisisin." diye dua etmişti. 84Biz de duasını kabul edip yakalandığı derdi gidermiştik. Ona nezdimizden bir rahmet ve ibadet edenlere bir öğüt omak üzere aile fertlerini ve onlarla birlikte bir o kadarını da verdik. * Allahü teâlâ, bu âyet-i kerimelerde, Hazret-i Eyyub'u anlatmaktadır. Hazret-i Ey-yub, malı ve evladı çok olan ve rabbine devamlı olarak hamdeden bir kuldu. Allahü teâlâ onu malı ile evladı ile ve hatta vücudu ve sağlığı ile imtihan etmiştir. Hazret-i Eyyub, bütün imtihanlara karşı sabredip rabbini itaat etmeye devam etmiştir. Sonunda sabırda zireye ulaşmış ve "Eyüp sabrı" sözü meşhur olmuştur. Taberi, Vehb b. Münebbih'ten naklettiği bir kıssada Hazret-i Eyyub'un ne tür imtihanlar geçirdiğini, bütün sıkıntılarına rağmen rabbine şikâyetçi olmadığını, bir kısım insanların, uğradığı felaketleri hak ettiğini söylemleri ve hakkında dedikodu yapmaları sebebiyle, Allahü teâlâ'dan, belaları kendisinden kaldırmasını istediği üzerine de Allahü teâlâ'nın, belaları onun üzerinden kaldırdığını zikretmektedir. Kıssanın çok uzun olması ve güvenirliliğinin zayıf olması sebebiyle burada zikredilmemiştir. 85İsmail'i, İdris'i ve Zülkifl'i de hatırla. Onların hepsi de sabredenlerdi. 86Biz de onları rahmetimize garkettik. Onlar, gerçekten salihlerdendi. * Bu âyet-i kerimelerde Hazret-i İbrahim'in oğlu İsmail, Hazret-i İdris ve Zülkifl zikredilmektedir. Zülkifl'in peygamber olup olmadığı ihtilaflıdır. Bazı âlimler, Zülkifî'in, Peygamberlerle beraber zikredilmesi sebebiyle onun da Peygamber olduğun söylemişlerdir. Diğer bir kısım âlimler ise onun salih bir kul ve âdil bir Devlet Başkanı olduğunu söylemişlerdir. Taberi bunların herhani birini tercih etmemiştir. Zülkifl'in, kendisinden önce bulunan bir Peygambere veya âdil bir Devlet başkanına, onların ölümünden sonra kendisine tevdi edilen vazifeleri yapmayı tekeffül ettiğinden dolayı kendisine "Kefalet sahibi" anlamına gelen "Zülkifl" adı verildiği rivâyet edilmiştir. Tekeffül ettiği vazifeleri hakkıyla yaptığından dolayı da Kur*an-ı Kerim'de adı iyilikle anılmıştır. Taberi, Zülkifl hakkında da uzun Rivâyetler zikretmektedir. Bunlar da güvenilirliklerinin zayıf olmaları sebebiyle burada zikredilmemiştir. 87Zünnun olan Yunus'u da hatırla. O, bir zaman kızarak kavmini bırakıp gitmişti. Bizim, yeryüzünü kendisine dar getirmeyeceğimizi sanmıştı. Sonunda karanlıklar içinde kalıp şöyle niyaz etti. "Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni, tenzih ve tesbih ederim. Doğrusu, ben zalimlerden oldum. 88Biz de duasını kabul edip onu sıkıntılardan kurtardık. İşte biz, Mü’minleri böyle kurtarırız. * Allahü teâlâ, Yunus aleyhisselamı, Musul şehrine yakın olan Ninova halkına Peygamber olarak göndermiştir. Hazret-i Yunus insanları hak dine davet etmesine rağmen onlar, inkârlarında ısrar etmişler ve Yunus'u dinlememişlerdir. Yunus aleyhisselam bunun üzerine oradan yarılmış ve Allah'ın, üç gün sonra göndereceği bir azabı haber vermiştir. Ninova halkı azabın kendilerine mutlaka geleceği ni anlayınca çoluk çocuklarını ve hayvanlarını alarak çöllere açılmışlar ve orada rablerine yalvararak göndereceği azabı kendilerinden kaldırmasına istemişlerdir. Bunun üzerine Allahü teâlâ da dualarını kabul edip azabı kendilerinden kaldırmıştır. Yunus aleyhisselam ise kavminin inkârcılağını görünce, onları bırakıp bir vapura binerek oradan uzaklaşmak istemiş, vapurda bulunanlar dalgalara tutulmuşlar, yüklerinin ağırlığından dolayı batıp boğulacaklarını anlayınca aralarında kur'a çekerek içlerinden birini denize atmaya karar vermişler. Kur'a Hazret-i Yunus'a çıkmış. Yunus'u denize atmamak için kur'ayı Üç defa tekrar etmişler, hepsinde de kur'a Yunus'a çıkmış, bunun üzerine Hazret-i Yunus soyunarak kendisini denize atmıştır. Allahü teâlâ'nın vazifelendirdiği bir balık gelip Yunus'u yutmuş, bunun üzerine Yunus, denizin, gecenin ve balığın karnının meydana getirdikleri karanlıklar içinde kalmıştır, tşte orada rabbine niyaz ederek "Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni tenzih ve tesbih ederim. Doğrusu ben, zalimlerden oldum." diye Allah'a yalvarmıştır. 89Zekeriyya'yı da hatırla. O, bir zaman rabbîne "Rabbim, beni tek başıma, evi atsız bırakma. Vârislerin en hayırlısı sensin." diye niyaz etti. 90Biz de duasını kabul ettik. Ve ona Yahya'yı bahşettik. Hanımını da doğum yapabilecek duruma getirdik. Gerçekten onlar hayırlı işlere koşarlar. Rızamızı umarak ve gazabımızdan korkarak bize dua ederlerdi. Onlar bize huşu ile itaat ederlerdi. Ey Rasûlüm, sen Zekeriyya'yı da an. Bir zaman o rabine şöyle yalvarmıştı. "Rabbim, sen beni zürriyetsiz olarak, tek başıma bırakma. Sen bana, Ya-kup ailesinden birini mirasçı kıl. Ancak, mirasçıların en hayırlısı sensin. Bana bir mirasçı vermenin hayırlı olup olmadığını ancak sen bilirsin. Biz, Zekeriyya'nın duasını kabul ederek onu dünyada tek başına bırakmadık. Ona mirasçı olarak salih bir evlat olan Yahya'yı bahşettik. Hanımını, ihtiyar olduğu halde doğum yapabilecek duruma getirdik. Zekeriyya, hanımı ve oğlu Yahya, kendilerini bize yaklaştıracak olan hayırları işlemeye koşarlar ve rızamızı umup gazamızdan korkarak bize yalvarır ve ibadet ederlerdi. Onlar, bize karşı boyun eğen, bize ibadet etme hususunda böbürlenmeyen kullardı. 91Irzını koruyan Meryem'i de hatırla. Biz ona ruhumuzdan üfledik. Onu da oğlunu da âlemlere bir mucize kıldık. Ey Rasûlüm, sen, ırz ve namusunu koruyan Meryem'i de an. Biz ona ruhumuzdan üfledik ve İsa'yı meydana getirdik. Meryem'i de oğlu İsa'yı da, âlemler için bir mucize kıldık. Onları, Allah'ın kudretinin ve kuvvetinin büyüklüğünü ortaya koyan deliller yaptık. 92işte sizin ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de rabbinizim. O halde bana itaat edin. Allahü teâlâ "Peygamberler Sûresi" anlamına gelen bu Enbiya Sûresi'nde, Peygamberleri özet alarak zikrettikten sonra, hak dinin tek bir din olduğunu, onu tebliğ eden Peygamberlerin ise zamana ve yere göre farklı kavimlerin arasından çıktıklarını, bunun ise hak dinin tek bir din olmasına engel olmadığını beyan ederek buyuruyor ki: "İşte sizin bu dininiz tek bir dindir. Rabbiniz de ben'im. O halde bana kulluk edin. Benim dışımdaki varlıklara tapmayı bırakın." Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyurmuştur: "Ben, Meryemoğlu İsa'ya, dünyada ve âhirette de insanların en yakınıyım. Peygamberler babadan kardeştirler, anneleri farklıdır. Dinleri ise birdir." Buhari, K. el-Enbiya, bab: 48/ Müslim, K. el-Fedail, bab: 145, HN: 2365 93Fakat insanlar, dinlerini aralarında parça parça ettiler. Onların hepsi de bize döneceklerdir. Hak din, tek bir din olmasına rağmen insanlar dinde ihtilafa düşerek onu çeşitli dinlere ayırdılar. Yahudiler Yahudilik, Hıristiyanlar Hıristiyanlık, putperestler putperestlik icad ettiler. Fakat bunlar cezasız kalmayacaklardır. Hepsi sonunda bize döndürülecekler ve layık oldukları cezayı göreceklerdir. 94Kim, mü’min olarak salih ameller işlerse emeği zayi olmayacaktır. Şüphesiz biz onu yazmaktayız. Dinlerini ayınp bölük pörçük olanlar bu hallerinden vazgeçip mü’min olarak salih amel işledikleri takdirde onların çalışmaları karşılıksız bırakılmayacaktır. Zira biz onları zaptettirmekteyiz. * Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de Mü’minlerin amellerini zaptettireceğini ve herkese yaptığının karşılığını vereceğini beyan ediyor. 95Helak ettiğimiz bir ülke halkının kıyamet günü bize dönmemesi mümkün değildir. * Bu âyet-i kerime, çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Bunlardan biri, mealde verilen izah şeklidir. Diğer bir izah şekli de şöyledir: "Helak ettiğimiz bir ülke halkının dünyaya dönmesi imkânsızdır." Başka bir izah şekli de şöyledir: "Helak ettiğimiz bir ülke halkının, tevbe edip yaptıklarından vaz geçmesi imkânsızdır." 96Nihâyet Ye'cüc ve Me'cüc'ün önü açıldığı zaman onlar her tepeden boşanırlar. 97Artık gerçek vaad yaklaşmıştır. İnkâr edenlerin gözleri beleriverir: "Eyvah bize, biz bundan gafilmişiz. Daha doğrusu zalimlermişiz." derler. * Bu âyet-i kerimeler, müfessirler tarafından farklı şekillerde izah edilmişlerdir. Bunlardan biri mealde verildiği gibidir. Diğer bir izah şekli ise şöyledir: "Ye'cüc ve Me'cüc'ün önlerine yapılan set açıldığı ve onların her tepeden boşanıp dünyaya saldırdıkları zaman, gerçek olarak vaad edilen kıyamet günü yaklaşmış olur. İşte o gün kâfirlerin gözleri beleriverir ve kendi kendilerine şö-ye le derler: "Şüphesiz ki biz bu durumdan gafildik. Daha doğrusu bizler zalimlermişiz. Kendi kendimize ve bize tâbi olanlara zulmetmişiz." Âyetin diğer bir izah şekli de şöyledir: "Ye'cüc ve Me'cüc'ün önlerine yapılan set açıldığı, onların her tepeden dünyaya saldırdığı ve gerçek vaad olan kıyametin yaklaştığı zaman, işte o zaman kâfirlerin gözleri belerecektir." Ve "Eyvah bize, biz bundan gafılmişiz. Daha doğrusu zalimlermişiz." derler. Âyet-i kerime’de Ye'cüc ve Me'cüc'den, onların önüne çekilen şeddi aşarak her tepeden akıp geleceklerinden bahsedilmektedir. Ye'cüc ve Me'cüc'ün, Hazret-i Âdem'in soyundan gelen iki soy oldukları Rivâyet edilmektedir. Kur'an-ı Kerim, Zülkatneyn'in, bunların önüne set çektiğini beyan etmekte ve şöyle buyurmaktadır, "Zülkarneyn'e "Ey Zülkarneyn, yeryüzünde bozgunculuk çıkaran Ye'cüc ve Me'cüc'le aramıza bir set çeksen de vergi versek." dediler. "Zülkarneyn de onlara şöyle dedi: "Rabbimin bana vermiş olduğu imkân (Servet ve saltanat) sizin vereceğiniz şeyden daha hayırlıdır. Bana maddi yardımda bulunun sizinle onların arasına bir set yapayım." "Bana demir kütleleri toplayıp getirin." Zülkarneyn iki dağın arasını doldurup diizleyen bir set yapınca "Ateş yakıp körükleyin." dedi. Demirleri kızdırıp akkor haline getirince "Bana erimiş bakır getirin üzerine dökeyim." dedi." "Ye'cüc ve Me'cüc seti ne aşabildiler, ne de delebildiler." Çeşitli Hadis-i Şeriflerde de, Ye'cüc ve Me'cüc'ün, kıyamet kopmadan önce yeryüzünde bozgunculuk çıkaracakları beyan edilmektedir. Bu Hadis-i Şeriflerin birinde buyurulmaktadır ki: "...Allah, âhir zamanda yeryüzüne inip Allah'ın diniyle hükmedecek olan İsa'ya şöyle vahyedecektir: "Ben, ortaya öyle kullarımı çıkardım ki, onlarla savaşmaya kimsenin gücü yetmez. Sen, sana tâbi olan kullarımı "Tûr'a sığındır." Allah bundan sonra Ye'c üc ve Me'cüc'ü gönderir. Onlar her tepeden akıp gelirler. Öncüleri Taberiye gölüne uğrayıp oradaki suyu içecekler. En arkadan gelenler de "Burada daha önce su vardı." diyeceklerdir. Allah'ın Peygamberi İsa ve arkadaşları çember içine alınacaklardır. Öyle ki onlardan herhangi birine bir öküz kafası, bugün sizden herhangi birinizin yüz dinarından daha hayırlı olacaktır." Allah'ın Peygamberi İsa ve arkadaşları Allah'a dua edcekler. Bunun üzerine Allahü teâlâ Ye'cüc ve Me'cüc'e, burun kurduna benzer kurtlan musallat ederek o kurtlar onların ensesinde bulunacaktır. Böylece onlar, bir kişinin ölmesi gibi öldürüleceklerdir. Sonra Allah'ın Peygamberi İsa ve arkadaşları yeryüzüne dağılacaklar, Ye'cüc ve Me'cüc'ün yağ ve kokularının yayılmadığı bir karış yer dahi bulamayacaklardır. Bunun üzerine Allah'ın Peygamberi İsa ve arkadaşları, Allah'a dua edecekler. Allah, develerin boynuna benzeyen kuşlar gönderecek. Kuşlar onları yüklenip, Allah'ın dilediği bir yere götürüp atacaklardır. Sonra Allah öyle bir yağmur gönderecek ki, ondan ne evler ne de çadırlar kurtulabilecektir. Bu yağmurlar yeryüzünü yıkayıp ayna gibi yapacaklardır." Müslim, K. el-Fiten, bab: 110 Hadis No: 2137/Tirmizi, K. el-Fiten, bab: 59, HN: 2240 98Siz de Allah'tan başka taptığınız putlar da cehennem odunudur. Siz oraya, suya koşarcasına gireceksiniz. Ey, Allah'ı bırakıp ta ondan başkasına tapan müşrikler, sizler de Allah'tan başka taptığınız şeyler de cehennemin yakıtısınız. Sizler, o cehenneme koşarak gireceksiniz. 99Eğer onlar ilâh olsalardı cehenneme girmezlerdi. Hepsi de orada ebedî kalacaklardır. Ey müşrikler, taptığınız o şeyler, eğer gerçekten ilâh olsaydılar elbette ki cehenneme girmezlerdi. Halbuki onların hepsi cehenneme gireceklerdir, O halde nasıl olur da onlar ilâh kabul edilirler? Hiç düşünmez misiniz? 100Onların orada ancak iniltileri vardır. Onlar orada işitmezler de. Allah'ı bırakıp ta putlara tapanlar ve o putlar, cehennemde azabın dehşetinden inim inim inleyecekler ve kendi perişanlıklarından dolayı hiçbir şey işitmeyeceklerdir. 101Nezdimizden kendilerine mutluluk takdir edilenler, işte onlar, cehennemden uzaklaştırılacaklardır. * Bazı müfessirlere göre bu âyet-i kerime’de geçen "Kendilerine mutluluk takdir edilenler"den maksat, Allah'ın, kendisi için mutluluk takdir ettiği herkestir. Diğer bir kısım müfessirlere göre ise bunlardan maksat, istemedikleri halde kendilerine tapılan Hazret-i İsa, Hazret-i Üzeyir ve Melekler gibi varlıklardır. Zira Allah'tan başka kendisine tapınılan her şey, cehennemin yakıtıdır. Ancak bu istisna edilenler, kendilerine tapınılmasını istemediklerinden ve kendileri bizzat Allah'a kulluk ettiklerinden cehennemin yakıtı olmaktan kurtulmuşlardır. 102Onlar, cehennemin uğultusunu duymazlar. Onlar, canlarının istediği nimetler içinde ebedi kalacaklardır. Kendilerine mutluluk takdir edilenler, cennetin belli derecelerine girdiklerinde artık cehennemin uğultusunu duymazlar ve onlar arzuladıkları nimetler içerisinde ebedi olarak kalırlar. 103O en büyük korku bile onları üzmez. Melekler onları, "İşte bu, vaadolunduğunuz gündür." diyerek karşılarlar. * Müfessirler bu âyet-i kerime’de zikredilen "En büyük korku"nun ne olduğu hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir. Said b. Cübeyr ve İbn-i Cüreyc'e göre "En büyük korku"dan maksat, cehennemin ateşinin cehennemliklerin üzerine kapandığı anda meydana gelen korkudur. Hasan-ı Basrî'ye göre ise "En büyük korku"dan maksat, kulun cehenneme atılması emredildiğinde meydana gelen korkudur. Abdullah b. Abbas'a göre ise "En büyük korku"dan maksat, ikinci Sura üfürülüp insanların kabirlerinden çıktıkları zaman meydana gelen korkudur. Taberi bu görüşü tercih etmektedir. 104O gün biz göğü, kitapların sayfalarını dürer gibi düreriz. Varlıkları ilk defa nasıl yarattıysak sonra da öyle dirilteceğiz. Bu, bizim bir va-adimizdir. Şüphesiz biz, vaadimizi mutlaka yerine getirenleriz. Kıyamet gününde biz, gökleri ve orada bulunanları, kitapların sayfalarını dürer gibi düreriz. Onları ilk defa nasıl yarattıysak aynen o şekilde tekrar diriltiriz. Bu, bizim üzerimize aldığımız bir vaaddir. Şüphesiz biz vaadimizi yerine getiririz. * Bu âyet-i kerime'nin izahında Abdullah b. Abbas diyor ki: "Bir gün Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbe okudu ve şöyle dedi: "Şüphesiz ki sizler Allah'ın huzuruna yalınayak, çırılçıplak ve sünnet olmamış şekilde toplanacaksınız." Sonra şu âyeti okudu: "Varlıkları ilk defa nasıl yarattıysak sonra da öylece dirilteceğiz. Bu, bizim bir vaadimizdir. Biz, vaadimizi mutlaka yerine getirenleriz." Resûlüllah sonra şöyle buyurdu: "Kıyamet gününde ilk önce elbise giydirilecek olan İbrahim'dir. İyi bilin ki ümmetimden bazı kişiler getirilecek ve onlar sol tarafa alınacaklardır. Ben "Ey rabbim, bunlar benim ashabımdır." diyeceğim. Bana şöyle denecektir. "Sen onların, senden sonra neler icadetliklerini bilmiyorsun." O zaman ben de salih kul'un (İsa'nın) söylediği şu sözü söyleyeceğim. "...Ben aralarında olduğum müddetçe onlara şahit idim. Sen beni aralarından alınca onları sen gözlüyordun. Sen, herşeye şahitsin." Maide Sûresi, âyet: 117 Bunun üzerine bana şöyle denecektir: "Sen onlardan ayrıldıktan sonra onlar dönüp mürted olmaya devam etiler. Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 21, bab: 2 / Müslim, K. el-Cenne, bab: 58, HN: 2860 105Yemin olsun ki biz, zikirden (Tevrat'tan) sonra Zebur'da da "Yeryüzüne mutlaka salih kullarım vâris olur." hükmünü koymuştuk. * Müfessirler, âyet-i kerime’de beyan edilen "Zebur" ve "Zikir" kelimelerinden neyin kastedildiği hakkında çeşitli görüşler zikretmişlerdir. Şa'bî, Hasan-ı Basrî ve Katade'ye göre burada adı geçen Zebur'dan maksat, Hazret-i Davud'a indirilen "Zebur"dur. "Zikir"den maksat ise Hazret-i İsa'ya indirilen Tevrat'tır. Meal bu görüşe göre hazırlanmıştır. Said b. Cübeyr, Mücahid ve İbn-i Zeyd'e göre ise burada adı geçen "Zebur'dan maksat, tüm Peygamberlere indirilen kitaplardır. "Zikir"den maksat ise, Allah'ın katında bulunan ve "Kitapların anası" diye adlandırılan "Levh-i Mahfuz"dur. Taberi bu görüşü tercih etmiş ve âyeti şöyle izah etmiştir: "Şüphesiz ki biz, gökleri ve yeri yaratmadan önce herşeyi kendisinde tespit ettiğimiz "Levh-i Mahfuz'da" sonra bütün Peygamberlere göndermiş olduğumuz kitaplarda da şunu yazmışızdır: "Cennete mutlaka iyi amel işleyen salih kullarım vâris olacaktır." Dehhak ve Abdullah b. Abbas'dan nakledilen bir görüşe göre ise, âyetteki "Zebur" kelimesinden maksat, Hazret-i Mûsa'dan sonra gelen peygamberlere indirilen bütün kitaplardır. "Zikir"den maksat ise, Hazret-i Mûsa'ya indirilen Tevrat'tır. Âyet-i kerime'de geçen "Yeryzüne mutlaka salih kullarım vâris olur." ifadesindeki yeryüzünün, cennet veya dünya olduğu, "Salih kullar"ın ise, Allah'a ibadet eden her salih kul veya Muhammed ümmeti yahut da Hazret-i Mûsa dönemindeki İsrailoğulları olduğu söylenmiştir. Âyette geçen "Yeryüzü" ifadesinden maksadın "Cennet" olduğunu söyleyenler şu âyeti delil olarak göstermektedirler. "Onlar da: Bize verdiği vaadinde duran ve bizi bu yere vâris kılan Allah'a hamdolsun. Cennette istediğimiz yeri yurt edinebiliyoruz. İyi amellerde bulunanların mükâfaati ne güzelmiş." derler," Zümer Sûresi, âyet: 74 "Yeryüzü" ifadesinden maksadın, "Dünya" olduğunu söyleyenler ise, şu âyeti delil göstermektedirler. "Hor görülen o kavmi de, mübarek kıldığımız yerin dolgularına ve batılarına vârisler yaptık. Böylece sabretmelerinden dolayı, rabbinin, İsrailoğullarına olan o pek güzel vaadi yerine geldi. Firavun ve kavminin yapmakta oldukları ve yükselttikleri şeyleri de yerle bir ettik." A'raf Sûresi, âyet: 137 "Mûsa kavmine şöyle dedi: "Allah'tan yardım dileyin ve sabredin. Şüphesiz yeryüzü Allah'ındır. Onu, kullarından dilediğine miras bırakır. İyi akıbet, Allah'tan korkanlarındır." A'raf Sûresi, âyet: 128 106Şüphesiz bütün bu anlatılanlarda, kulluk eden kimselere bir tebliğ vardır. Şüphesiz bu Kur'an'da zikredilen hususlarda, Allah'a hakkıyla kulluk eden bir topluluk için yeterli bir tebliğ vardır. Onu okuyup, düşünenler alırlar ve hak yolu bulmuş olurlar. 107Ey Rasûlüm, biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. * Âyet-i kerime'de zikredilen "Âlemler"den maksadın, Resûlüllah'ın, kendilerine Peygamber olarak gönderildiği bütün insanlar mı yoksa sadece mü’minler mi olduğu hakkında farklı görüşler zikredilmiştir. Abdullah b. Abbas'dan nakledilen bir görüşe göre buradaki "Alemler"den maksat, Resûlüllah'ın kendilerine Peygamber olarak gönderildiği bütün varlıklardır. Bunların mü’min veya kâfir olmaları farketmez. Resûlüllah'ın mü’minler için bir rahmet olması hem dünya hem de âhiret için söz konusudur. Kâfirler için rahmet olması ise sadece dünya hayatında söz konusudur. Zira kâfirler, Resûlüllah'ın sayesinde, geçmiş ümmetlerin uğradıkları, maymuna dönüşme, gökten üzerlerine taş yağma gibi âfetlere uğratılmışlardır. Taberi bu görüşü tercih etmektedir. İbn-i Zeyd'e göre ise âyette zikredilen "Âlemler"den maksat, sadece Resûlüllah'a iman edenler ve Allah'a itaatta bulunanlardır. Zira Resûlüllah bunlar için bir rahmet, kâfirler için ise bir imtihan vesilesidir. 108De ki: "Bana, sizin ilahınızın ancak bir tek ilâh olduğu vahyolunuyor. Artık Müslümanlar mısınız? Ey Rasûlüm, sen, Allah'a ortak koşan müşriklere de ki: "Bana, ilahınızın ancak bir tek ilâh olduğu vahyolunuyor. Artık sizler, ibadete layık olmayan putları bırakıp sadece tek bir ilaha boyun eğiyor musunuz? 109Eğer yüz çevirirlerse şöyle de; "Ben sizi, aranızda fark gözetilmeyeceğine dair uyardım. Vaad olunduğunuz şeyler yakın mıdır? Uzak mıdır? Ben bilmem. Ey Rasûlüm, eğer bu müşrikler, Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığını kabul etmeyip senin davetinden yüz çevirecek olurlarsa onlara de ki: "Ben, sizinle aramızda herhangi bir sulhun olmadığını ve savaş halinde olduğumuzu ilan ettim. Fakat ben size vaadedilen cezanın yakında mı uzakta mı başınıza geleceğini bilmiyorum. 110Şüphesiz Allah, açığa vurulan sözü de bilir, gizlediğiniz şeyleri de bilir. Ey Rasûlüm, sen o müşriklere de ki: "Allah sizin açıkça konuştuğunuz şeyleri de bilir, içinizde gizleyip açığa vurmadığınız düşüncelerinizi de bilir. Sizin herhangi birşeyi gizlemenizle açığa vurmanız Allah için aynıdır. Zira hiçbir şey ona gizli değildir. 111Bilmiyorum, belki vaadolunduklarınızın gecikmesi sizin için bir imtihan ve bir süreye kadar yaşatmadır. Açığa vurduğunuz veya gizlediğiniz şirkin karşılığı olarak hak ettiğiniz cezanın neden ertelendiğini bilmiyorum. Belki, vaadedildiğiniz halde azabın sizden ertelenmesi, Allah'ın sizi imtihan etmek istemesinden ve sizi belli bir süreye kadar yaşatmayı dilemesindendir. Vakti gelince vaadedilen azap başınıza gelecektir. 112Muhammed şöyle dedi: "Rabbim, benimle inkâr edenler arasında hak ile hükmet. Rabbimiz merhamet sahibidir. Uydurduğunuz sıfatlara karşı kendisinden yardım istenendir. Muhammed şöyle dedi: "Ey rabbim, benimle sana ortak koşan ve seni yalanlayanlar arasında hak ile hükmünü ver. Onları azabına uğrat. Yine de ki: "Bizim rabbimiz bütün kullarına merhamet eden ve sizin nitelendirdiğiniz sıfatlara karşı kendisinden yardım istenendir. Biz onun merhametine sığınır ve ancak ondan yardım dileriz." |
﴾ 0 ﴿